Cape Town şehrinin banliyöleri: şehir merkezinden yalnızca 15-20 dakika uzaklıktadır. Banliyöler içinde gezinti yaptığınızda: zengin-fakir arasındaki günümüzde de sürmekte olan bölünmüşlüğü hemen anlayabilirsiniz.
Banliyölerin doğusunda: Afrikalı ve Melezlerin “Cape Flats” denilen kasvetli gecekondulardaki çok pis koşullarda süren hayatlarını görebilirsiniz. (Burayı gezmek isterseniz, kesinlikle rehberli turlara katılmanızı ve asla yalnız gitmemenizi öneririm)
Diğer banliyöler ise, genellikle şehirdeki zenginlerin yaşam tarzlarını görmek açısından ilginçtir.
GÜNEY BANLİYÖLERİ
Cape Town şehrinin: güney banliyöleri gayet lükstür.
Masadağı eteklerinden: False körfezine kadar uzanan bu bölgede: alışveriş yerleri, restoranlar, eğlence merkezleri, güvenli mahalleler, mükemmel oteller ve konukevleri bulunur.
Yaz aylarında: burada, değişik mekanlarda akşamları açık hava konserleri düzenlenmektedir. Her ne kadar güney bölümler iklim açısından daha yakıcı olsa da çoğu zaman hafif bir rüzgar esmektedir. Öte yandan: şehrin bu bölgesinde at arabası gezintileri de düzenlenmektedir.
Kirstenbosch National Botanical Garden
Rhodes Drive, Newsland bölgesindedir.
Şehri ziyaret ederseniz, burayı mutlaka görmenizi öneririm. Burada birkaç saat mükemmel zaman geçirebilirsiniz. Giriş ücretlidir. Yeşitkinler için 45R, öğrenciler için 25R ve 6 yaş altı çocuklar ücretsizdir.
Bahçe alanı: 2004 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır ve bu listeye alınan dünya üzerindeki ilk botanik bahçesidir.
Newland banliyösünün güneyindeki burası, dünyanın en ünlü botanik koleksiyonlarına sahip olmasıyla önem kazanmaktadır.
Masa dağının doğu yamaçlarındadır. 528 hektarlık arazinin 36 hektarlık bahçesinde: hayvan ve kuşların yanı sıra çeşitli doğal orman ürünleri bulunmaktadır.
Bahçe: 1913 yılında Profesör Henry Pearson tarafından kurulmuştur ve dünyanın ilk botanik bahçesidir.
Bahçe alanı ise: Cecil Rhodes tarafından ülkeye miras bırakılmıştır. Bu muhteşem bahçelerde, olağanüstü bitki çeşitliliği vardır. Söylenenlere göre, burada 7000 yerli yabani bitki çeşidi bulunduğu belirtiliyor.
Bahçelerde: bir restoran ve kafe ile birlikte tohum, bitki ve kitap satılan bir fidanlık bulunmaktadır.
Kirstenbosch Craft Market
Kirstenbosch garden ana giriş kapısının tam karşısındadır.
Burası bir elişi pazarıdır. Her ayın son Pazar günü kurulur. Pazar günü saat: 09.00-15.00 arasında açıktır.
Satışa sunulan malların kalitesi “Botanik Topluluğu” tarafından denetlenir. Malların el yapımı olması ve ayrıca malları yapan kişinin de pazarda bulunması zorunludur. Tezgahlarda: boncuk ve seramik işi, giyim eşyası, heykeller ve çok güzel ve lezzetli yiyecekler satılmaktadır.
Toplamda burada 180 üretici bulunduğu söyleniyor. Burada bulunan taş kulübede kredi/banka kartı kullanma imkanı sunuluyor. Yani alışveriş için yanınızda nakit para bulunması gerekmiyor.
Buraya yolunuz düşerse özellikle, % 100 pamuklu “kikoy pareo havlu” satın almanızı öneririm. İki yönlü bu havlunun bir tarafı, parlak kikoy’dur.
Constantia
Güney banliyölerinin en önemli bu yeri: Masa dağı ile Constantiaberge dağları arasındaki yamaçlardadır. Şehir merkezine sadece birkaç dakika uzaklıktadır. Cape Town şehrinin gizli kırsal bölgesini burada keşfedebilirsiniz.
False körfezi manzarasının izlenebildiği mekan: Güney Afrika’nın şarap endüstrisinin doğduğu yer olarak bilinir.
1685 yılında; Cape Town valisi Simon Van der Stel: kendisine Hollanda-Doğu Hindistan Kumpanyası tarafından verilen bu bölgeyi kendisine bir çiftlik arazisi olarak seçmiş ve üzerine malikanesini kurmuştur.
Valinin buraya yerleşmesi üzerine, şehrin diğer üst düzey kişileri de kendisini izlemiş ve Constantia denilen bu bölge: şehirdeki zenginlerin yerleştiği ve mükemmel mimari stili ile yapılan yapıların olduğu bir yer haline gelmiştir. Arazinin ismi ise, valinin kızının isminden gelmektedir.
Buradaki ilk üzüm bağları da: vali Stel tarafından 1685 yılında dikilmiştir. 1712 yılında, Valinin ölümünün ardından, arazi üçe bölünüp satılmıştır. İlk bağların dikilmesinin ardından 1709 yılında burada 5630 litre şarap üretilmiş ve özellikle bunlar Avrupa’da ünlü olmuştur.
Valinin köşkünün de bulunduğu alandaki en büyük parça: Groot Canstantia tarafından alınmış ve buraya aktif bir şarap imalathanesi kurulmuştur.
Bu şarap imalathanesi, takip eden süreçte, 1925 yılında yangında zarar görmüş, ancak ardından onarılmıştır.
Günümüzde: modern mahzen turları düzenlenmekte olup, bu turlarda şarap tadımı yapılmaktadır.
Ayrıca: mahzende bir müze bulunmaktadır. Müzede; Anton Anreith tarafından yapılmış: üçgen bir alınlık ilgi çekmektedir. Eski ahırlarda ise şık bir restoran bulunmaktadır.
“Groot Constantıa” şarap tadım turu: 300 yıldır üretimi yapılan şarap tadım turuna katılmak için, kişi başına 30R ücret ödemek gerekir ve her gün saat: 09.00-17.30 arasında bu turlar düzenlenir. Bu tura katılmak için rezervasyon yaptırmak gereklidir.
Simon van der Stel: tarafından 300 yıl önce inşa edilen etkileyici ev: 1790’lardaki haliyle yeniden inşa edilmiştir. Evin içinde 1927 yılında İngiliz Alfred tarafından bağışlanan eski cape mobilyaları bulunmaktadır.
KUZEY BANLİYÖLERİ
Bu bölge “Woodstock”ta başlar. Burası: eskiden Melez işçi sınıfının yaşadığı bir yer olarak biliniyor. Günümüzde ise, buradaki binalar yenileniyor ve şehrin genç profesyonelleri buralara geliyorlar. Yerel kafeler ve barlar: sanatçıların mekanı olmuştur.
Irma Stern Müzesi
Cecil Road, Rosebank adresindedir.
Müze, Pazar günleri hariç, saat: 10.00-17.00 arasında açıktır ve giriş ücreti olarak yetişkinler 10R, emekli ve öğrenciler 5R ödemek zorundadırlar.
Güney Afrika’nın bu ünlü sanatçısı (1894-1966) bir zamanlar: burada 4 yıl yaşamıştır ve yaşadığı ev: günümüzde müze olarak ziyarete açıktır. Zanzibar kapısı, boyalı ve canlı renklere sahip mobilyaları ile ev: sanatçının yaşam tarzını ve kişiliğini yansıtır.
Stern: Afrika sanatına Avrupa izlenimciliği getirmesiyle tanınır.
1971 yılında kurulan müzede sergilenen koleksiyon: sadece onun eserleri değil, aynı zamanda seyahatlerinde buraya getirdiklerini de içerir. Üst katta: çağdaş Güney Afrika sanatçılar tarafından kullanılan ticari bir galeri vardır.
Rosebank
Kuzey banliyölerinin önemli bir merkezidir.
Burası: 3 ayrı banliyö olanına ayrılmıştır. Yaygın “Rosebank köyü” olarak bilinen orta kısmı, Liesbeek Parkway demiryolu hattının doğu ve Durban Road kuzeyidir.
Line denilen yukarı Rosebank bölümü: büyük ölçüde öğrenci konutlarından oluşmaktadır. Cape Town üniversitesi personeli ve öğrencileri için: bu bölgede otel, apartman blokları ve evler bulunmaktadır. Bu alan akademik ve öğrenci merkezidir. Zaten Rosebank özellikle öğrencilerin ebeveynleri için bir yatırım olarak bilinir.
Baxter tiyatrosu, orta kampus alanında bulunur.
Bölgenin güneyindeki “Rondebosch” denilen yer: Cape Town Üniversitesi ve zarif 19.yüzyıl binalarıyla dikkati çeker.
Güney Afrika Devlet Başkanının konutu da buradadır.
Baxter Theater Complex
Main Road, Rondebosch adresindedir.
Şehrin önemli sanat merkezlerinden biridir. 1977 yılından bu yana: Cape Town Üniversitesi Baxter Tiyatro Merkezi olarak kültürel etkinlikler düzenlenmektedir.
Burada: prova odaları, ofisler, restoran ve barlar ile etkileyici bir fuaye bulunmaktadır. Yapı: 1976 yılında inşa edilmiştir.
Tiyatro: Rondebosch öğrenci alışveriş merkezine yürüme mesafesindedir.
BATI BANLİYÖLERİ
Bu bölge: kriket ve rugby spor birliklerinin merkezi ve uluslar arası kriket ve rugby maçlarının yapıldığı alan olan Norwich Parkın bulunduğu bölgedir.
Buradaki banliyö “Newlands” olarak isimlendirilir ve biraz önce söylediğim gibi spor meraklıları burayı tercih ederler.
South African Rugby Museum
Portswood House, V&A Waterfront adresinde bulunan, burası dünyanın en geniş rugby müzesidir. Giriş ücretlidir ve yetişkinler için 50R, öğrenciler için 30R ücret ödemek gerekir.
Müzede sergilenen eserler: 1890’lı yıllara kadar gider. Öte yandan, burası, ülkenin ulusal takımı “Spirgbooks”a adanmıştır.
Müze ziyaretçileri Güney Afrika rugby tarihinin açılımını izleyebilirler. 60’dan fazla görsel ve işitsel görüntüler, kupa, formalar, bot ve diğer hatıra nesneler sergilenir. Rugby: bu ülkede 1891 yılından bu yana oynanan popüler bir oyundur. Güney Afrika takımı: 1995 ve 2007 yıllarında, iki kez Rugby Dünya Kupasını kazanmıştır.
Josephine Mill
Newlands bölgesindedir.
Yine Boundary Road üzerinde, çalışan ve Cape Town şehrinin tek su değirmenidir.
Değirmen 1818 yılında inşa edilmiş ve 20.yüzyıl başında terk edilmiştir. Ancak: Cape Town Historical Society çalışmaları sayesinde, restore edilmiş ve bir kez daha işlevini sürdürmeye başlamıştır.
Günümüzde: demir çarkı ile, Josephine Mill: yine taze öğütülmüş un yapmaktadır.
Josephine Değirmen Müzesi alanında: taş öğütme işlemine ait sergi bulunmaktadır. Değirmen dükkanında: üst kalitede yapılmış un, yerel olarak yetiştirilen buğday ve kenevir çuvallar içinde satılan doğal ve organik ürünler satılıyor. Ayrıca: yine dükkanda taze pişmiş ekmek ve ev yapımı reçeller satılıyor.
Buranın çay bahçesinde ise, yaz dönemi boyunca konserler düzenlenmektedir.
Cape Town küçük bir yerdir ve tarihi veya ilgi çekici yerlerin birçoğu, birkaç saatlik yürüyüş mesafesindedir. Bir günlük zaman ayırırsanız, şehri gezmiş-tanımış olabilirsiniz. Yolunuzu bulmanız kolaydır.
Tarihi şehir merkezindeki gezimize “Castle Street” caddesinden başlıyoruz. Burası: şehrin merkezinde yer almaktadır. Caddede: sokak mağazaları, cafe, bar, pub, kulüp ve restoranlar bulunur.
CASTLE OF GOOD HOPE
Castle Street üzerindedir. Kaleye giriş ücretlidir. Yetişkinler 30R, emekliler 15R, Çocuklar 15R ödemek zorundadırlar. Kale kapısı her gün saat: 09.00 da açılır ve saat 16.00 da kapanır. Kale: 1936 yılında “Ulusal Anıt” ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Kale yapıldıktan sonra herhangi bir saldırıya uğramadığından sağlam olarak günümüze gelmiştir.
Güney Afrika’nın en eski Avrupa yapısıdır. Günümüzde görülen bu yapı: 13 yıllık bir sürenin sonunda 1679 yılında bitirilmiş ve Hollanda-Doğu Hindistan Kumpanyasının bir deniz ikmal merkezi olarak Jan Van Riebeeck tarafından yapılan ahşap kalenin yerini almıştır. Ahşap kale: 1652 yılında denizden herhangi bir saldırıya karşı korunmak için yapılmıştır ancak 1665 yılında terk edilmiştir. O dönemde yapılan kale: Avrupa’da yapılan diğer kaleler gibi beşgen yapılmıştır.
Bu büyük ve beş köşeli ve herhangi bir mimari değeri olmayıp, yalnızca tarihi önemi olan şato: 150 yıl boyunca şehrin: sosyal, ekonomik ve idari hayatının merkezi olmuştur.
Günümüzde de, bir aktif askeri birliğin merkezi konumundadır ve özellikle: turistler her öğlen zamanında buradaki nöbet değişim törenini izlemeyi tercih ederler.
Bina: “Anton Anteith” yapımı olan muhteşem heykellerin bulunduğu kat balkonu ile dizayn edilmiştir.
Binada yapılan turlarda: işkence odası, silah deposu ve zindan gezilmektedir. Ayrıca: avluda güzel bir restoran bahçesi bulunmaktadır.
Kalede: 3 müze bulunmaktadır. Bunlar
Military Museum
Burada bulunan koleksiyon: Hollanda-Doğu Hindistan Kumpanyasının şehirdeki ilk yıllarını anlatır. Müze: Güney Afrika’nın en eski binasında yer almaktadır. 1936 yılında müze binası “Ulusal Anıt” ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Askeri Müze: 1 Ağustos 1995 tarihinde açılmıştır. Müzenin teması Cape şehrinin askeri geçmişidir. Müzenin kılıç koleksiyonu, ülkenin en tartışılmaz ve etkileyici koleksiyonudur. Müzede ayrıca: Cape Town Millitary Tattoo bulunur.
Secund’s House
Burası: eskiden vali yardımcısının konutu olarak kullanılmıştır ve buradaki odalar 16. ve 17. yüzyıl tarzında mobilyalarla döşenmiştir.
Governor’s Residence
Orijinal balkon: 1786-1790 yılları arasında; 1695 yılındaki haliyle yeniden inşa edilmiştir. Alınlığında Alman heykeltıraş Anton Anreith tarafından yapılmış kabartma bulunmaktadır. Bu balkondan; burunda bulunan askerler, köleler ve sivillere duyurular yapılmıştır. Şehre gelen resmi ziyaretçiler burada karşılanır zaten ismi de bundan gelmektedir.
Bu balkon: Cape Town şehri için özel öneme sahip tabloların ve mobilyaların bulunduğu ünlü William Fehr koleksiyonuna ev sahipliği yapmaktadır. Koleksiyonda ilaveten: yağlı boya tablolar, antika çini ve porselenler bulunur.
Bunlar: işadamı William Fehr tarafından, Güney Afrika hükümetine bağışlanmıştır. Bu koleksiyon Cape kolonisinde yaşam tarzı ve erken yerleşimcilerin yaşamları hakkında bilgi verir.
Kalenin hemen karşısında büyük bir alan bulunuyor.
GRAND PARADE
Nelson Mandela’nın ilk konuşmasını dinlemek üzere, buraya yüz binlerce insan toplanmıştır. 14 Eylül 1989 tarihinde ırkçılığa karşı en büyük gösteri burada yapılmıştır ve ertesi yıl Nelson Mandela serbest bırakılmıştır.
Belediye binası önündeki bu mekan: Güney Afrika 2010 FIFA Dünya Kupası sırasında insanların toplandıkları yer olarak bilinir. İnsanlar burada bulunan dev ekrandan: dünya kupası maçlarını izlemişlerdir. Eskiden askeri geçit törenleri burada düzenlenirmiş.
Günümüzde, burada haftanın Çarşamba ve Cumartesi günleri: açık hava pazarı kurulmaktadır. Satıcılar tarafından yeni ve ikinci el giysi satılan burada, aynı zamanda kızarmış balık ve çiçek kokusu da duyulur. Haftanın diğer günlerinde burası büyük bir park yeridir.
CİTY HALL
Darling Street’dedir.
Yapı: 1905 yılında İtalyan-Rönesans mimari tarzında yapılmıştır. Şehrin Viktoria tarzında son kumtaşı yapılarından birisidir. Cape Town şehrinin en ikonik binalarının başında gelmektedir.
Klasik Darling Street caddesine cephesi ve Londra şehrindeki Big-Ben kulesine benzeyen kulesi ilgi çeker. Özellikle: mermer cephesi büyük ilgi çeker, çünkü bu cephe İngiliz sömürge tarzı ve İtalyan Rönesans özelliklerini birleştirir.
Yapıdaki gösterişli vitray pencere: İngiltere kralı Edward VII ve Kraliçe Alexandra için adanmıştır. Günümüzde burada: “City Library” yani “Şehir Kütüphanesi” ve “Cape Town Symphony Orchestra” bulunmaktadır.
Binaya girdikten sonra: güzel mozaik zeminler, eski vitray pencereler ve mermer bir merdiven bulunmaktadır.
Nelson Mandela: 27 yıl hapis geçirdikten sonra, Şubat 1990 tarihinde City Hall balkonundan, 250.000 kişiye hitap etmiştir.
City Hill, aynı zamanda: burada düzenli konserler düzenleyen dünyaca ünlü Cape Filarmoni orkestrasına ev sahipliği yapmaktadır. (Sanırım bu orkestra her hafta Perşembe günü, burada oditoryumda konser veriyor) Öte yandan: şehir kütüphanesi de buradadır.
Darling Street boyunca yürürseniz, bu kez karşınıza başka bir cadde çıkacaktır.
ADDERLEY STREET VE ST GEORGE’S MALL
Charles Adderley: 19. yüzyılda yaşamış bir politikacıdır. Kendisi: İngiltere’nin İngiltere’deki mahkumların ve çeşitli suçluların gönderilmesi için, bir sürgün kolonisi kurmasına karşı gösterdiği direnç nedeniyle: şehir halkının minnetini kazanmıştır.
Adderley Street: bir zamanlar şehirdeki önemli ailelerin konutlarının bulunduğu bir yer olmasına rağmen, günümüzde başlıca ticaret bölgelerinden birisidir ve şehrin merkezinde sıkışmış bir caddedir.
St George’s Mall: şehir merkezinde bir yaya alanıdır. Burada: dansçılar, davulcular, sokak sanatçıları ve benzerleri tarafından, kaldırımlarda canlı eğlenceler ve aktiviteler düzenlenir. Ayrıca: kafeler, ziyaretçilerin oturup dinlenmeleri için yoğundur.
St George’s Mall’da: tezgahlar, sanat galerileri, hediyelik eşya satanlar ve Afrika antika dükkanları kombinasyonu, tam bir alışveriş cenneti yaratmıştır. Ayrıca: St George Street Mall: şehrin mücevher rotasını oluşturmaktadır ve Katedrale kadar olan caddede birçok kuyumcu görülür.
Ancak, burayı ziyaret ederseniz özellikle yankesicilere yani hırsızlara karşı dikkatli olmanız önerilir. At sırtında gezen güvenlik görevlilerine rağmen burası güvenli bir yer değildir.
Standart Bank
Adderley Street ile Darling Street köşesinde: tepesinde uzun kubbesiyle dikkati çeken bu bina: cadde üzerinde bulunan bir dizi önemli tarihi binanın ilkidir.
Groote Kerk-Büyük kilise
Adderley Street üzerindedir.
Burası: Hollanda Reform kilisesidir. 1678 yılından sonra burada bir dini yapı bulunduğu bilinmekle birlikte günümüzde görülen yapı: ilk kilise binasının yapılmasından 137 yıl sonra, 1842 yılı yapımıdır. Ancak, bu mevcut kilise de bir yangın sonucu orijinal halini kaybetmiştir ve sonrasında Hermann Schutte tarafından biraz donuk ve gri yapı olarak yeniden inşa edilmiştir.
19. yüzyılın ikinci yarısında, Cape Town şehrinin önemli aileleri burada ibadet etmişlerdir. Dua sırasında sosyal ayırımlar sağlansın diye: her bir gurubun kendi kapısı bulunur.
Kilisenin devasa oyma minberi ilgi çekmektedir. Minber: heykeltıraş Anton Anreith ve marangoz Jan Graaf tarafından: Burma yöresine ait “Tik” ağacından yapılmış, bunu destekleyen aslan şeklindeki destekler ise keresteden yapılmıştır. Bunlar “Eski ve Yeni Kudüs” temsilidir.
Tavanda ilgi çekmektedir. Geniş taraklı ve alçı davanın dayanak noktası yoktur ve prensip olarak dünyanın en büyüğüdür. Sıvalı tavan, mimar Hermann Schutte tarafından yapılmıştır. Ayrıca bir ahşap tavan da vardır.
Duvarlarda erken Cape ailelerinin armaları görülür. Zeminde ise erken dönem mezar taşları bulunur. Cape bölgesinin erken dönem valilerinden ikisi buraya gömülmüştür. Bunlar: Simon van der Stel ve Ryk Tulbagh.
1657 yılında Cape şehrine ilk köle Angola ve Batı Afrika’dan ve Hint adalarından gelmiştir. Ancak bunlardan şanslı olanlar: sahipleri tarafından beslenerek uzun süre yaşayabilmişler ve eğitim almışlardır. 1685 yılı sonrasında ise kendi özgürlüğünü satın almak için para tasarrufu yapanlar ve esnaf olarak ticarete başlayanlar görülür.
1834 yılında ise kölelik kaldırılmıştır.
Bu yapı: Hollanda-Doğu Hindistan Şirketi için 1600 yılında inşa edilmiştir. Ama, ilk önce genelev olarak kullanılmıştır. 1679-1811 yılları arasında ise, buradan: 9000 kölenin teslim edildiği daha doğrusu satıldığı söylenir. Slave Lodge denilen bu meydanda: kölelerin satıldığı mekan olarak kullanılmıştır. Tüm işlemler, bir ağacın altında gerçekleştirilmiştir. Beton bir plak ile bu eski ağacın bulunduğu yer işaretlidir.
1806-1811 yılları arasında bina: İngilizler tarafından devlet dairesine dönüştürülmüştür.
Günümüzde ise, bina: Anayasa Mahkemesi, Tapu Dairesi ve şehrin ilk kütaphanesi ve postane gibi devlet hizmetine yöneliktir.
Binanın restorasyonu 1960 yılında başlamıştır. Binanın alt katında “South African Cultural History Museum” ve üst katında ise “galeriler” bulunmaktadır. Bu galerilerdeki sergilerin çoğunluğu: seramik, gümüş koleksiyonlarına ayrılmıştır. Bunlar: Güney Afrika’da kölelik tarihine odaklanmazlar.
Dünyanın çeşitli yerlerinden getirilen seramikler sergilenir. Özellikle: Tang hanedanı (618-907) mezarlarından buluntular ve diğer erken Çin seramikleri ilgi çeker. Ayrıca: Güney Afrika Seramik Stüdyolarının ürünleri ve çağdaş eserler bulunur. Gümüş galerisi: şehirde İngiliz, Malezya ve Rus kökenli yerli ve hatıra eşyaları gösterir.
South African Cultural History Museum
Burası, tuhaf ama hoş bir müzedir. Çünkü: yapıldığı zaman “Companys Gardens” da çalışan kölelerin konutu olarak yapılmış, daha sonra ise geneleve dönüştürülmüştür.
1810 yılında ise: yine bir düzenleme yapılarak farlı bir etkinliğe, yani hükümet binası olarak “Yargıtay”a tahsis edilmiştir.
Slave Lodge binasının alt katındaki sergide, Güney Afrika’da köleliğin uzun bir geçmişi anlatılmaktadır.
Müzede sergilenenler arasında bulunanlar: mobilyalar, seramik eşyalar, ilk yerleşimcilerden kalma silahlar, oyuncaklar ve Afrika kabile sanatı nesneleri sergilenmektedir.
Özellikle: günümüzde burada bulunan oryantal koleksiyonda: Hollanda ticaret gemileri tarafından mektup kutuları olarak kullanılan “posta taşları” ilgi çekmektedir.
Adderley Street üzerinden yürürken, Goverment Street caddesine devam ediyoruz.
Houses of Parliament-Parlamento Evleri
Güney Afrikanın başkenti, Cape Town şehri olmamasına rağmen, burası Güney Afrika’nın parlamento evidir. Çünkü Cape Town ülkenin “Yasama Başkenti” dir. (Genel bölümünde Güney Afrika ülkesinin üç başkenti bulunduğunu söylemiştim)
Yapının özgün tasarımı Charles Freeman tarafından 1885 yılında tamamlanmasına rağmen, yanlış hesaplama nedeniyle Henry Greaves tarafından tamamlanmıştır. Sir Herbert Baker tarafından ise dizayn edilmiştir.
Companys Garden bahçesinin en üst köşesinde, Meclis caddesi üzerindedir. Burası: Güney Afrika ülkesinin çalkantılı tarihinde birçok dramatik olaya sahne olması ile önem kazanmaktadır.
Burası Ocak-Haziran ayları arasında rehberli turlarla ziyaret ediliyor ama yanınızda pasaport olması gerekiyor. Bu gezide: parlamento kütüphanesi, meclis binası, merkezi kubbe ve korint sütunlar ve pavyonları görebilirsiniz.
De Tuynhuis
Bina, bir şehre gelen önemli misafirler için 1700 yılında ilk olarak; ilk vali Simon Van Der Stel tarafından bir misafirhane olarak düz çatılı, iki katlı bir yapı olarak inşa ettirilmiştir.
Arkasında: Parlamento evleri ve Company Gardens uzanır.
1824 yılında: Lord Charles Somerset tarafından: güzel bir balo salonu eklemek ve yeniden dekorasyon çalışmaları başlatılmıştır. 19.yüzyılın sonlarına doğru ise, yaşanılamaz olduğu bahisle buranın yıkılması gündeme gelmiş ve 1967 yılında büyük bir restorasyon yapılmıştır.
Sömürge döneminde: Hollandalı ve İngiliz tüm valiler, burayı resmi ikametgah olarak kullanmışlardır. 1961 yılından sonra ise, Güney Afrika Devlet Başkanları tarafından kullanılmaya başlanmıştır.
Günümüzde: Tuyhhuys binası: kolonizasyon ve ırkçılık öncesi dönemin bir sembolü olarak duruyor.
COMPANYS GARDEN
Başlangıçta: 1652 yılında Riebeeck tarafından “Hollanda-Doğu Hindistan Kumpanyası” gemilerine taze sebze-meyve sağlamak için şehirde kurduğu ilk tarım alanı: 17 hektar iken, günümüzde 3 hektara düşmüş ve zarif bir park alanı olarak düzenlenmiştir.
17.yüzyılda buranın önemi bitmiştir. Çünkü: kıyıya biraz daha yakın, daha verimli toprakları bulunan, rüzgardan korunaklı, Wale caddesi üzerindeki yeni bahçeye taşınılmıştır.
Bunun üzerine, tarım alanı, şehrin seçkinleri için botanik bahçesine dönüştürülmüştür.
Günümüzde burası: büyük bir kamu parkı olarak düzenlenmiştir. Bu park alanı: gül bahçesi, Japon bahçesi, balık göleti ve bir ev bulunan botanik bahçesidir.
Özellikle: öğle saatlerinde genellikle temiz hava almak ve güzel manzara izlemek isteyenler, burayı doldururlar. Fonda ise, geride Masa Dağı görülür. Ağaçlıklı cadde: banklar ve sincaplar: Gardens banliyösü ile şehir merkezi arasında bir yol oluşturur.
Company Gardens: karmaşık Güney Afrika sanatı ile bağlantılıdır. Parkın içinde bir sanat galerisi vardır, ama aynı zamanda burada konserler ve gençlik festivalleri düzenlenir. Ayrıca: burada halka doğrudan kendi ürünlerini pazarlamak için yaklaşık 20 üreticinin bulunduğu bir Pazar vardır.
Bahçe içinde bir kısım önemli bina bulunmaktadır.
Bunlar
1.Güney Afrika Müzesi
2.Planetaryum
3.Güney Afrika Sanat Galerisi
Cecil Rhodes Heykeli
Ana yolun üzerindeki bu heykelin çevresinde: Rhodes’in yüz yıl öncesinde Güney Afrika’ya getirdiği gri sincapların sonraki nesilleri ordu şeklinde yaşamaktadırlar.
South African Library
Company Gardens’in hemen yanındaki bu kütüphane, dünyanın ilk ücretsiz kütüphanesi olarak bilinir.
SAM-South African Museum
Kraliçe Victoria caddesi üzerindedir.
Burası, ülkenin en eski ve en büyük müzesidir. Binanın arka planında “Masa dağı” görülmektedir. Müze: temelde doğa tarihine adanmıştır. 200 yıllık müze: 1825 yılında kurulmuştur. Müzede balık ve böcek fosilleri ilgi çekiyor.
Özellikle: 4 kat yükseklikteki “Balina Kuyusu” denilen bölüm ilgi çekmektedir. Burada: dev bir mavi balina iskeleti bulunmaktadır. Bunlar: müzede geçen yüzyılın geleneksel giysi görüntüleriyle yan yana duruyorlar.
Öte yandan: burada, Güney Afrika’nın ilk yerlileri olan “San” kabilesi üyelerinin hayatı ve kaya sanatına ait örneklerin bulunduğu sergiler de ilgi çekmektedir.
Burası: aynı zamanda Lord Charles Somerset tarafından kurulan ve ülkenin en eski ikinci bilimsel enstitüsü olmuştur. Bu bir araştırma ve eğitim kurumu olup: tarih ve doğa tarihi koleksiyonlarına ait her türlü belge, antropolojik nesneler sunuluyor. Her yıl 400.000 kişinin müzeyi ziyaret ettiği söyleniyor.
Planetarium
Queen Victoria Street adresindedir. Pazartesi günleri kapalı, diğer günler açıktır.
Müzeye bitişik burada: her gün; güney yarım kürede gökyüzünün gece görünümü hakkında şovlar düzenlenmektedir.
Burası: evrenin harikalarını seyretmek için, karmaşık Minolta yıldız makinesi ve birden fazla projektör kullanılarak yaratılmış yuvarlak bir gök tiyatrosudur. Koltuklara oturduğunuzda gökyüzü yolculuğu başlıyor. Kubbeli oditoryum içinde, gece gökyüzünün muhteşemliğini izleyebilirsiniz. Evet, bu olağanüstü görsel-işitsel deneyi mutlaka yaşamalısınız.
South African National Gallery
Müzenin hemen karşısındadır.
Güney Afrika Ulusal Sanat Galerisi: 1871 yılında, Thomas Butterworth Bayley tarafından, 45 resimlik bir koleksiyonla kurulmuştur.
Burada: ilk kurulduğunda Avrupa sanatı sergilenmiş olup özellikle “Reynolds” ve “Gainsborough” isimli sanatçıların eserleri beğenilmektedir.
Galeri günümüzde ise, daha çok çağdaş Güney Afrika sanatına yoğunlaşmıştır.
Özellikle: oyma ve boncuk işleri, geleneksel kabile sanatı koleksiyonları ilgi çekmektedir. Bunun dışında: resim, fotoğraf, heykel, mimari, boncuk işi, tekstil geçici sergilerine de ev sahipliği yapmaktadır.
Sömürgeci çağdaş sanatı içeren ulusal galerinin daimi koleksiyonu, düzenli olarak döndürülür. 1990 yılımdan sonra, müzede, Afrika kıtasının ifade kültürlerine ait boncuk ve yerli heykellerine ait saygın bir koleksiyon kurma çalışmaları sürdürülmektedir. 1999 yılında müzede, Güney Afrika boncuk derneği kurulmuştur.
Mount Nelson Hotel
Orange Street üzerindedir.
Goverment Street caddesinin ucundadır. Şeker pembesi renginde boyalı bu otel şehrin en lüks ve klasik otelidir. Şehirliler tarafından “Nellie” olarak bilinen otel: 1899 yılında şehir hayatının önemli bir parçası olarak kullanılmıştır.
Boen savaşları sırasında ise: otelin koridorlarında, Winston Churchill genç bir gazeteci olarak bulunmuştur. Binanın muhteşem manzaralı bahçesi, ziyaretçileri kendisine çekmektedir.
LONG STREET
Bir zamanlar genelevleri ve içkili batakhaneleriyle ünlü bu cadde: günümüzde antika mobilyalar, ikinci el kitaplar ve giysilerin satıldığı dükkanlarla doludur. Bu caddenin en önemli tarafı: cadde üzerinde bulunan “Baths” yani “buhar odaları” dır.
Koopmans de Wet House
Strand Street adresindedir. Giriş ücretlidir, yetişkinler için 20R, çocuklar için 10R ödemek gerekir.
Neo-klasik ön cephesi, pembe/beyaz boyası ile ilgi çeken ön cephesi: bu zarif yapıya, yüksek işyerleri arasında ayrı bir hava vermektedir. Yapı: 1701 yılında; sanat koleksiyoncusu Maria Koopmans için yapılmıştır.
Yapının odaları: Avrupa tarzında gayet lüks olarak döşenmiştir. Evde, paha biçilmez bir seramik koleksiyonu yanında, Cape tarzı mobilya ve gümüşler görülür. Evin son sahipleri olan Marie Koopmans de Wet ve kız kardeşi Margaritha öldükten sonra yapı 1914 yılında müze olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu kişiler: yetimlere ve dullara yardım için Güneş Afrika’da bulunmuşlardır.
Lutherci Kilise
Strand Street üzerinde bulunan dini yapı: Güney Afrika’nın ilk kilisesidir.
Şehirdeki Alman göçmenler, 1771 yılına kadar ibadetlerini, şehirde bulunan Hollanda Reform kilisesinde yapmışlardır. Takip eden süreçte ise: tüccar Martin Melek: bu kilisenin yapımını finanse ederek insanların dini özgürlüğünü sağlamıştır. Kilisenin hayranlık uyandıran ahşap minberi: Anton Anreith eseridir.
ST GEORGE’S CATHEDRAL
Wale Street üzerindedir.
Katedral yapısı: gotik görünümlüdür. İlk yapılan bina: 1834 yılında mimar Herbert Baker tarafından yenilenmiştir. Victoria dönemi vitray pencereleri, muhteşem crypt ile ilgi çekmektedir. Vitray pencereler: Gabriel Loire çalışmasıdır.
Büyük batı penceresinin merkezindeki panelde “İsa” figürü hakimdir. Burada: İsa, siyah-yüksel atlar üzerinde durur gösterilmiştir. Bu çalışmanın sağ tarafındaki panel, sevgi ve ırkçılarla mücadelede ilham alınan “Mahatma Gandhi” için ayrılmıştır.
Katedral: ırkçılığa karşı direnişin sembolüdür. Burası: tüm zamanlar boyunca tüm ırklardan insanlara açık bulundurulmuştur. 1989 yılında 30.000 kişilik bir kitle önünde, Grand Parade meydanında: Başpiskopos ve aynı zamanda ırkçılık karşıtı lider Desmond Tutu: “Biz gökkuşağı insanlarıyız” ifadesini söylemiştir.
Katedralin ilk rahibi Rowan Smith’dir.
GREENMARKET SQUARE
Shortmarket Street üzerinde yürüdüğünüzde, buraya ulaşabilirsiniz.
Meydanda ilk ev, buraya 1696 tarihinde dikilmiştir. 1761 yılında ise, buradaki bir binanın “Şehrin City Hall” ı gibi (Old Town House) kullanıldığı görülür ve takip eden yıllarda birçok kamu bildirimi buradan ilan edilmiştir. Ancak bu binanın ilk açılış nedeni: şehrin birleşik polis gücü ve itfaiye teşkilatının merkezidir.
Günümüzde ise, bu tarihi bina bir galeri olarak ziyarete açıktır. Galeride: 17.yüzyıl Hollanda manzaralı resimlerinden oluşan güzel bir koleksiyon sergilenmektedir.
Günümüzde meydan ise: Afrika oymaları, maskeleri, kumaşları, mücevherleri satılan bir hatıra eşya pazarına dönüşmüştür. Yani, şehrin en renkli ve otantik yeridir.
Burada: Afrika kıtasının hemen hemen her ülkesinden yerel sanat ürünleri, el sanatları, kumaş ve çeşitli nesneler bulabilirsiniz. Öte yandan: alışveriş sonrası dinlenmek için, yine burada restoranlar ve kafeler bulunur. Restoranlarda yerel yemekleri tadabilirsiniz.
Meydanda bulunan evlerin çoğu ve meydan ise: 1961 yılında “Ulusal Anıt” ilan edilerek koruma altına alınmıştır.
BO-KAAP
Burası, şehirdeki Müslüman toplumun yaşadığı bir mahalledir.
Shortmarket Street caddesi boyunca yürüdüğünüzde, Butengranch Street karşısında Signal Hill tepesinin yamaçlarındadır.
Burada: dar sokakların arasında: değişik renklere boyanmış, 18. ve 19.yüzyıl yapımı küçük evleri ve baharat dükkanlarını ve Afrika’nın ilk resmi camisi olan “Auwall”ı görebilirsiniz. Cape Town şehrinin en renkli banliyölerinden birisidir. 19.yüzyıldan kalma eski evlerin çoğu: Londra şehrinin bir köyünü anımsatacak şekilde dönüştürülmüştür. Yine geleneksel giysiler giyen insanların bulunduğu bölgede: çok sayıda sanat galerileri, restoranlar ve dünyanın dört bir yanından gelen modacılar görülür.
Günümüzdeki Bo-Kaap sakinleri: bir zamanlar Doğu-Hint adalarından buraya getirilmiş eğitimli kölelerin torunlarıdır.
Malezya ve Endonezyadan 16. ve 17.yüzyıllarda Hollandalılar tarafından toplanan köleler; “Good Hope Cape” şehrine getirilmişlerdir. Bu köleler, şehre gelirken yanlarında: dillerini, tarihlerini, kültürlerini, inançlarını ve güçlü kültürlerini getirmişlerdir.
Onlara “Cape Malayları” dense bile, aslında Cape Müslümanlarının atalarının çok azı: Malezya’dan gelmişlerdir. O dönemdeki tüccarlar: Malezya dilini kullandıklarından, Cape Malezyalıları deyişi hafızalara yerleşmiştir.
Bunların bugün yerleştikleri ve Bo-Kaap olarak isimlendirilen bölge ise; 1834 yılına kadar Hollandalı ve İngiliz zanaatkarlar tarafından kullanılmış ve köleliğin kaldırılmasının ardından, onlar buradan ayrılmışlar ve bölgeye özgür kalan Müslüman köleler yerleşmişlerdir.
Bugün burada bu kölelerin torunları yaşamaktadırlar ve bölge: Bo-Kaap ve ayrıca Cape Malay Mahallesi olarak bilinir.
Burayı ziyaret ederseniz: restoranlardan birinde baharatlı ve tarifleri yüzyıllar öncesine uzanan geleneksel Malay yemekleri tadabilirsiniz. Ayrıca, burada çok değişik bir tur olarak “mutfak turları” düzenleniyor. Bu mutfak turlarında geleneksel Malay yemeklerinin nasıl hazırlandığını görebilirsiniz.
Şehrin Malaylı aşçıları kendi yemeklerine patates ve baharat eklerken, Hollandalı ev hanımları kendi keklerine tarçın ve karanfil eklemektedirler. Böylece Güney Afrika’da harika bir mutfak kültürü gelişti ve en iyi yemekler yapılmaya başlandı.
Bu arada: Bo-Kaap mahallesinin pek güvenli olmadığını da söylemem gerek. Özellikle, burayı ziyaret edecek olanların gündüz saatlerinde gitmeleri önerilir ve fotoğraf makinesi ve diğer eşyalarınıza sahip olmalısınız.
Bo-Kaap Museum
Wale Street caddesindedir. Bölgenin tarihini keşfetmek için burayı ziyaret etmenizi öneririm. Girişi ücretlidir ve ücret olarak yetişkinler için 10R ve öğrenci ve çocuklar için 5R alınır. Müze 1978 yılında kurulmuştur.
Müze binası: 1760 yılında yapılmış ve bölgenin en eski ve orijinal binasıdır. Ev: tipik bir Malay aile hayatını gösterecek şekilde döşenmiştir.
Ayrıca: 19.yüzyıl Müslüman ailelerine ait eşyalar sergilenmektedir. Üst katta: siyah beyaz fotoğraflarla yerel yaşam betimlenmektedir.
Auwall
Dorp Caddesinin karşı tarafında “Auwal” denilen ve Güney Afrika’nın ilk resmi camisi görülmektedir. Bu tarihi bina: imam ve tanınmış Müslüman bilgin ve aktivist Abdullah İbn Abd al Salam tarafından 1797 yılında yaptırılmıştır. Cami: minaresi ve büyüleyici yapısıyla ilgi çeker.
DİSTRİCT SİX MUSEUM
Tarihi şehir merkezinin diğer yanında: Nüfus Kayıt Yasasına direnememiş Melez yerleşim yerlerinin acı bir örneği görülmektedir.
District Six; bir zamanlar 60.000 civarında Melez insanın yaşadığı canlı ve kozmopolit bir yer olarak hatırlanmaktadır. Irkçı hükümet: 1965 yılında bölgeyi beyazlara ait bir alan olarak ilan edince: burada yaşayan insanlar evlerinden koparıldı ve Cape Flats yani birkaç kilometre uzaktaki kasvetli ovalara taşındılar.
Takip eden beş yıllık süreçte: buradaki yapılar planlı şekilde yıkılmıştır.
Ancak, yapılan bu faaliyetler nedeniyle ulusal ve uluslar arası güçlü öfke oluşmuş ve boşaltılan yerlere yapılması planlanan lüks evler asla yapılamamıştır.
Günümüzde: bölge hala gelişmemiştir ve Müzede: burada köklerinden sökülen insanların öykülerini: fotoğraflar, eski sakinlerin yazılı hatıraları, orijinal cadde levhaları ile ziyaretçilere anlatılmaktadır. 1994 yılında kurulan müze: zorla başka yerlere sürgün edilen insanların anılarını korumak için 1989 yılında oluşturulan District Six Museum Vakfı tarafından kurulmuştur.
Müze: sosyal adaleti savunan bir araç olarak ortaya çıkmıştır. Misyonu: eski sakinlerinin anılarını ve geçmişini paylaşmak ve keşfetmektir. Müzede: eski sahipler tarafından bağışlanan: fotoğraf, resim, eserler, sokak işaretleri, kitaplar gibi fiziksel kalıntıların yanı sıra, sesli-görüntülü kayıtlar ile anılan canlı tutulmaktadır.
Ülkede: Cape Town şehrinin bulunduğu bölge: on binlerce yıl önce: göçebe ve avcı-toplayıcı “Sanlar” ın ülkesidir. “San” kültürüne ait kaya resimleri, şehir çevresinde özellikle “Cederberg Wildenerss Area” (Cederberg Yaban Adası) da görülmektedir. Şehir merkezindeki “The South African Museum” denilen yerde, bunların gayet güzel korunmuş ve günümüze ulaşmış örnekleri sergilenmektedir.
“San” ların ardından, bölgeye günümüzden yaklaşık 2000 yıl öncesinde: bu kez “Koiko” denilen sığır çobanları yerleşmişlerdir. Koikoiler: hayvan sürüleriyle ilgilenip, çevredeki komşu halk ile sığır ticareti yaparlar ve bu sırada daha kuzeye çekilen Sanlar ise: avcılık yaparlardı.
İşte: ilk kaşifler bölgeye geldiklerinde, böyle bir ortam bulunuyordu. Ama, bu ortam, 200 yıl geçmeden kısa sürede değişmek durumunda kaldı. 15. yüzyıl sonlarında: Hindistan’a ulaşmak için, en kısa deniz yolunu ararken, buraya ulaştılar.
1488 yılında, Baharat yolunu keşfetmek için denize açılan Portekizli denizci Bartomoleu Dias: buraya yani Güney Afrika topraklarına ayak basan ilk yabancı olarak tarihe geçti. Gemisiyle buraya ulaşan Dias: çok uzaklardan bile görülebilen Masa dağının çekimine kapılarak, karaya içme suyu bulmak üzere yanaştı ve körfeze demirledi, bölgeye “Aguado de Sao Bras” adını verdi. Günümüzde burası: “Mossel” körfezidir ve Diasın anısına bir müze, burada bulunmaktadır.
Evet: Dias: Hindistan’a giden baharat yolunu bulamamıştır, ama “The Cape of Good Hope” yani “Ümit Burnunu bulan ilk kişi olarak tarihe geçmiştir.
Takip eden süreçte, 10 yıllık bir sürecin ardından: yine bir Portekizli denizci Vasco da Gama: Ümit Burnu’nun çevresinden dolaşarak Hindistan’a ulaşmış ve Baharat Yolunu keşfetmiştir. Bu sırada: bölgenin yerli halkı Koikolar: buraya uğrayan gemi çalışanları ile iyi ilişkiler kurmuşlar ve Hint adalarına seyahat eden gemiler, uzun seyahatlerinde burayı sık kullanır hale gelmişlerdir.
Hatta: gemiciler bu seyahatlerinde, evleriyle temas kurmak için, eve dönüş yolundaki gemiler tarafından alınmak üzere: yazdıkları mektupları, buradaki “postane taşları” altına koyarlarmış. Günümüzde bu taşların birkaç örneği “South African Cultural History Museum”de sergilenmektedir.
17.yüzyıla gelindiğinde: birçok ticaret şirketinin birleşmesiyle kurulan: kendi donanması ve ordusu bulunan dünyanın en güçlü kuruluşlarından olan “Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası”: Ümit Burnu’na gözünü koymuştu.
Hatta “gemilerin personeli için yiyecek yetiştirilen ve aynı zamanda gemiler için bir onarım merkezi ve hastane olarak çalıştırılmak üzere, “Masadağı” körfezi üs olarak seçilmiştir. Üssü kurma görevi ise: 23 yaşındaki Riebeeck’e verilmiştir.
Riebeeck: karada, çamurdan bir kale inşa ettirir ve taze meyve ve sebze yetiştirmeye başlar. Hatta: buralarda çalıştırılmak üzere, Hint adalarından köleler getirilir.
1666 yılına gelindiğinde ise: burada, “Castle of Good Hope” isimli daha büyük bir şato yapılır. Yerleşim çevresindeki kırsal alan yayılır, tahıl tarımı başlar. Uzun yıllar boyunca: Sanlara ve Koikoilere ait arazi: 1658 yılında bölgeye ilk büyük çaplı üzüm bağlarının dikilmesiyle, Hollandalıların mülkü haline gelir.
18.yüzyıl başlarında ise, bölgeye: Alman ve Fransız göçmen akınları yoğunlaşır ve bölge yerli toplumları parçalanmaya başlar ve hatta 1713 yılındaki “çiçek” salgınında birçoğu ölür. Kalanlar ise, gerek Sanlar ve gerekse Koikoiler birbirlerine karışırlar ve günümüzdeki nüfusun melez kısmını oluşturur.
Bu sırada: bölge valisi Simon van der Stel: bölgede: olağanüstü zarif Flemenk tarzı büyük malikaneler ve köşkler kurdurur ve bir yandan da Güney Afrika şarap sanayini kurar.
Yine aynı dönemde: bölgeye Avrupalı dindar mülteciler de gelmeye devam ederler. Bunlar arasında Fransa’dan gelen ve Huguenotlar olarak isimlendirilenler: Franschoek olarak bilinen yerde, üzüm bağları dikerler. 1750 yılına gelindiğinde: ilk olarak Riebeceeck tarafından oluşturulan ve sonra geliştirilen bu ufacık yerleşim yeri: 3000 kişilik bir nüfusa sahip olur ve bu yerleşkenin ismi “Kaapstad-Cape Town” olarak anılmaya başlanır.
1795 yılına gelindiğinde: Muizenberg Savaşı sonunda kazanan İngilizler: Cape Town ve Baharat Yolunun kontrolünü ele geçirirler. Böylece: bölgede Hollanda-Doğu Hindistan Kumpanyası tarafından uygulanan tekeller kaldırılır ve ticaret serbest hale getirilir.
Bunun sonucunda: Cape Town şehri: uluslar arası öneme sahip bir deniz limanı haline gelir. 1814 yılında, burası kazanılan bir savaşın ardından resmen İngiliz sömürgesi olmuştur. Başlıca şirketler burada bürolar açarlar ve kısa zamanda şehrin alt yapısı oluşturulur.
Aynı dönemde, şehrin çevresindeki küçük yerleşim yerleri de gelişmeye başlamıştır. Simon körfezi: donanmaya ev sahipliği yapar. Burada bulunan kasaba “Simon kasabası” ismini alır ve sürekli gelişen balıkçılık ve balina avcılığının merkezi olur.
Güney Afrika’nın doğusunda altın ve elmas bulunmasıyla: 19.yüzyılın sonuna gelindiğinde: Cape Town şehrinin iyice geliştiği görülür. Caddeler, ticaret binaları, bankalar, güzel konaklar ve büyük mağazalar sıralanır.
1910 yılına gelindiğinde: 8 yıl süren, Britanyalılar ve Flemenkçe konuşan Boerler arasındaki kanlı “Boer savaşları” sonunda: karşıt taraflar “Güney Afrika Birliği”ni oluşturmak için bir araya gelirler ve “Cape Town”: yeni birleşen ülkenin resmi başkenti olur.
Afrikalılar: işbirliği yaparak İngilizlerin zaferinde pay sahibi olmuşsalar da; birleşmeden yarar sağlayamamışlardır. Yeni oluşturulan hükümet: “Cape Town Houses Parliament” de: beyaz olmayanların haklarını gitgide kısıtlayan yasalar çıkarmaya başlarlar. 1913 yılında “Mülk edinme” hakkı kısıtlanır ve 1936 yılında ise “oy vermeleri” yasaklanır.
1960 yılında: düzenlenen barışçıl bir gösteride: üç göstericinin polis tarafından öldürülmesinin ardından; baskıya karşı silahlı mücadele tetiklenir. Nelson Mandela ve Walter Sisulu gibi önde gelen ırk ayırımcılığı karşıtları: Cape Town açıklarında bir ada olan “Robben Island” denilen yerde uzun süreli hapis cezalarına çarptırılırlar.
1966 yılında yayınlanan “Nüfus Kayıt Yasası” ile: Afrikalı ve Melez topluluklar: zorla evlerinden çıkartılıp, şehir dışındaki yerlere gönderilirler. 1972 yılına gelindiğinde ise, şehir konseyi: Melez ırkın konseyde temsilini iptal eder.
1980’lerde ise: Cape Town: Güney Afrika’nın birçok yerinde olduğu gibi: ırk ayrımcılığına karşı mücadelenin yoğunlaşmaya başladığına tanık olur. Bir çok ülke: beyaz olmayanların karşılaştığı şiddeti protesto etmek için Güney Afrika’ya sert ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlarlar.
Bu baskılar sonucu, kargo ve ticaret gemilerinden mahrum kalan Cape Town sıkıntı içine girer. Hatta: Güney Afrikalılar, birçok spor organizasyonlarına alınmazlar. 1986 yılında gelindiğinde ise: bu baskılar sonuç verir ve Güney Afrika’nın ilk başpiskoposu olarak bir siyah olan “Desmond Tutu” seçilir.
1990 yılında ise: Başkan F. W. Kierk’in sürpriz girişimi ile, 27 yıl hapis yattıktan sonra, Nelson Mandela serbest bırakılır ve dünyanın gözleri, bu şehir üzerine çevrilir. Mandela: serbest bırakılmasının ardından: Cape Town City Hall balkonundan: Grand Prade meydanında toplanan 100 binden fazla insana hitap eder. Bu tarihi olay televizyonlar aracılığı ile bütün dünyadan izlenir.
1994 yılında, Mandela, Güney Afrika’nın ilk siyahi başkanıdır ve yüzyıllarca süren ırkçılık çatışmalarının ardından, Cape Town şehrinde barışçıl uzlaşı için hassas bir dönem başlar.
Evet, günümüzde: Cape Town House of Parliament denilen parlamendodan çıkan yasalar: ülkenin refahında önemli rol oynamaya devam etmektedir. 2004 yılında Olimpiyat düzenlemek için yapılan girişim başarısız olmuşsa da 2006 Futbol Dünya Kupası ülkede düzenlenmiştir. 1652 yılında: Riebeeck tarafından kurulan küçük yerleşim yeri, günümüzde Güney Afrika kıtasının önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir.