Zeytinburnu ilçesine bağlıdır.
Yedikule surları karşısındaki Kazlıçeşme, beş asırdan bu yana varlığını sürdürmektedir ve bulunduğu semte ismini veren en eski ve çarpıcı çeşmedir. Zeytinburnu semtini, Yedikule semtine bağlayan Abay caddesi üzerinde, belirgin bir anıtsal çeşme konumundadır.
Bizans döneminde: İstanbul’a gelen yabancılar, bulaşıcı hastalık tehlikesine karşı, şehre girmeden önce burada karantinada tutulurdu.
Kazlıçeşme’nin tarihi Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar uzanmaktadır. Bir rivayete göre: İstanbul’un fethi sırasında, surları kuşatmış olan Osmanlı ordusu, su sıkıntısı çeker. Bu sırada, Sakabaşı, uzaktan deniz tarafından kalkan kaz sürüleri görür. Kazların olduğu yerde mutlaka su vardır diye düşünerek aramaya girişirler ve çeşmenin kaynağının olduğu yeri bulurlar. Çeşme: Mehmet Efendi isimli bir hayırsever tarafından yaptırılır. Mekanda serbest, tek cepheli, kanatsız, tek musluklu, küp gövdeli, kesme taştan klasik üslupla yapılmış bir çeşmedir.
Bu anıyı yaşatmak için, 1537 yılında, kemerli çeşmenin üstüne kitabenin altına bir “kaz kabartması” eklenir. Bundan sonra ise, semtin ismi “Kazlıçeşme” olarak anılır. Ancak kimi araştırmacılara göre bu kaz kabartması, 6’ncı yüzyıldan kalma bir Bizans eseridir. Çünkü: çeşmenin iki yanında, yük ve eşya koymak için yerleştirilmiş, devşirme Bizans işi, iki ince sütun parçası bulunmaktadır. Kimi araştırmacılara göre, çeşmenin üstünde bulunan kitabede, çeşmenin 1537 yılında Mehmet isimli bir kişi tarafından yaptırıldığı yazılıdır.
Ancak çeşmenin üstündeki bu kaz kabartması günümüzde yoktur. Çünkü: 2002 yılının Kasım ayında: çeşmenin içinde define olduğunu düşünenler ve bu kaz kabartmasını pazarlamak isteyenler: bir balyoz darbesiyle kaz kabartmasını yerinden sökerler ve kabartma yok olur. Bu kaz kabartmasının yerinde, günümüzde bir kopyası bulunmaktadır.
Ancak burada bir ayrıntıdan söz etmek istiyorum, kaz kabartmasının söküldüğü yerden, yaklaşık 1 metre boyutunda bir haç figürü çıkmış olup, bu durum, çeşmenin Fatih döneminden önce, Bizans döneminde yapıldığını veya en azından devşirme malzemenin kullanıldığını açıklamaktadır, ama yine de çeşmenin hemen ön yüzünde bir haç bulunması, çeşmeyi yapanların bunu buraya bilinçli olarak koymalarının mümkün olmadığını düşünüyorum, yani çeşme büyük ihtimalle Bizans dönemi yapısı olabilir.
Tarihçi Kömürcüyan ise: İstanbul tarihi isimli eserinde şunları yazar “Kazlıçeşme ye verilmiş olan bu adın sebebi: bir kaz, otladığı sırada yeri eşeler ve eşelediği yerden su çıkar. Halk da burasını kazarak bir memba yani su kaynağı bulur ve üzerine bir çeşme yapılır”
Evliya Çelebi’ye göre: bu semtte bir cami, 7 mescit, 1 han, 1 hamam, 7 sebil ve 3 tekke vardı. Ayrıca 300 adet deri dükkanı ve imalathanesi, 50 adet tutkalcı, 70 adet kirişçi dükkanı vardır. mahallede oturan aileler çok az olup, büyük çoğunlukla bekarlar (mecerredler) oturuyordu.
Tüm kasaplar yeniçeri olup, mezbahaneler onlara aittir. Merzifonlu Sadrazam Kara Mustafa Paşa, bu kasaplar için burada bir de cami inşa ettirdi. Daha sonraki yüzyıllarda, Sütlüce mezbasının devreye girmesiyle semt, sadece dericilere mahsus hale gelmiştir. 1992-1993 yıllarında, tüm deri fabrika ve imalathanelerinin kapatılarak yıkılması sonucunda, bu semtte sadece tarihi eserler kalmıştır.
Tabakhaneler
Fetih döneminde yani Bizans zamanında da kazlıçeşme bölgesinde dericiler olduğu söyleniyor. Farklı inançlara mensup derici esnaf için çevreye kiliseler ve Sinegoglar kurulmuştu. Fetih sonrasında ise, Bizanslı ustalar buradan ayrılıp, günümüzde Yunanistan’ın Makedonya bölgesinde bulunan Kastorya’ya yerleştiler. Şehir kısa zamanda, Avrupa’da deri başkenti haline geldi. Özellikle değerli kürk imalatında, dünyada en iyi bilinen yerlerden biri oldu.
Öte yandan, ustaların bir kısmı da Fatih’in daveti üzerine tekrar İstanbul’a geri döndüler. Çoğu Musevi olan esnaf, günümüzde Edirnekapı olarak bilinen yere yerleşti. Bu yüzden, yakın zamana kadar, burası “Kastorya” mahallesi olarak bilinirdi. Günümüzde de Edirnekapı’da sokakların ismi, esnafın oturduğu mesleklerden gelmektedir. Örnek: Tabakhane, Saraçhane, Tulumba, Kürkçüler gibi.
Dericiliğe önem veren Fatih: yayınladığı ferman ile dericilerin Kazlıçeşme’de toplanmasını ve Ayasofya Vakfına bağlı binalar yapılmasını ve dericilere kiraya verilmesini sağladı. O günlere ait belgelerde, burada 360 Dabakhane ve 33 mezbaha olduğu yazılıdır.
İstanbul’a dönen ustalar, Kastorya ile bağlarını hiç kesmediler. Osmanlı döneminde, Saray dışındakiler kürk giymez, Saraydakiler ise en iyisini giyerdi. Saraya her yıl, binlerce kürk alınır ve bunlar üst kademe yöneticilere armağan edilirdi. 17’nci yüzyılda, Sultan IV. Mehmet’in kürkçü başı Kastoryalı Manolakis’ti.
Manolakis: Kastorya’da ve İstanbul’daki okullara ve kiliselere bağışlar yaptı ve Karagümrük’te yaptırdığı çeşme ile yaptırdı.
1970’li yıllardan başlayarak yükselen deri talebi, 1980’ler öncesinde Rus pazarının da açılmasıyla zirve yaptı ve Türkiye, deri sektöründe dünya lideri oldu.
1980’lere gelindiğinde, Kazlıçeşme’de yüzlerce deri tabakhanesi vardı. Tarihi sur duvarlarla örülü labirent gibi dehlizlerden çok kötü şartlarda deri işleyen bu tabakçılar İstanbul Belediyesinin zorlamasıyla Tuzla’ya taşındılar. Böylelikle 1500 yıllık Kazlıçeşme tabakhaneleri yok oldu. Daha önce, Kazlıçeşme’den başlayarak eğri kapıya kadar uzanan ve çevreye kötü kokular saçan, büyük ahşap, deri kurutma depolarından sonra burası da tarih oldu.
Evliya Çelebi yazılarında, burada yaşayan insanların deri işlenmesinden kaynaklanan berbat kokuya alıştıklarını ve zamanla kokuyu hissetmediklerini yazmıştır.
Kazlıçeşme tabakhanelerinde çalışanlar bu çeşmeyi su içmek ve abdest almak üzere kullanmışlardır. Ancak 1993 yılında: deri işletmeleri Tuzla’daki yeni ve modern tesislere taşınınca, gecekonduya benzer izbe binalar yıkılarak ortadan kaldırılmıştır. Yeni baştan yapılan çevre düzenlemesinde, günümüzdeki konumuna gelmiştir.
Kazlıçeşme’de: dericilik yanında, mumhaneler ve kirişhaneler de bulunuyordu.
Kazlıçeşme meydanından, Kasaplar mescidine kadar giden Cami Şerif Sokağı üzerinde, yıllar önce balıkçı Rumların evleri ve meyhaneleri bulunuyordu. Hatta bu meyhanelerden biri korunmuş ve günümüze kadar ulaşmıştır.
Meyhane ve Ayia Paraskevi ayazması arasında kalan alanda, Rumlara ait taş evler, bu bölgenin Rumlar için bir ikametgah alanı olduğunu gösterir. Ayrıca, yıllar önce, Kazlıçeşme sahilinde birçok balık türünün avlandığı ve satıldığı söylenmektedir. Bu işi yapan balıkçıların çoğunluğu ise Rumlardı.
Kazlıçeşme Marmaray
Günümüzde ise Kazlıçeşme Marmaray ile anılmaktadır. Avrupa yakasında Kazlıçeşme ve Anadolu yakasında Ayrılıkçeşme arasındaki Marmaray bölümü uzunluğu 13.6 km dir.
Kazlıçeşme Miting Alanı
Kazlıçeşme denildiğinde buradaki büyük miting alanı akla gelmektedir. Dericiler Tuzla’ya taşınınca bunların alanı miting alanı olarak düzenlenmiştir. Miting alanı 14 hektar yani 141 bin metrekarelik alandadır.
Alana, en yoğun kalabalık olduğunda 500 bin kişinin katılması mümkündür. Bu alanın 28 bin metre karesi kamuya, 72 bin metre karesi ise şahıslara aittir. Deri sanayicileri, bu alanı satmak istiyorlarmış, büyük ihtimalle bu alana alışveriş merkezi kurulur.
KAZLIÇEŞME FATİH CAMİİ
Kazlıçeşme mezarlığı karşısında, Zakirbaşı sokağındadır. İstanbul’un fethinden önce kurulan ilk Türk camisi olarak önem kazanmaktadır. Fatih Sultan Mehmet’in ordusunun konuşlandığı Kazlıçeşme çayırı üzerinde yapılmıştır.
Burası “Kazlıçeşme camisi” olarak da bilinir. Kesin inşa tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Caminin özgün haliyle günümüze kadar gelen tek yeri: sadece minaresinin alt gövdesidir. Ayrıca caminin temelinde kullanılan taşlar da 1450’li yıllardan kalmadır.
Günümüzdeki cami, ahşap çatılı ve kagirdir. Ancak plansız şehirleşmenin kurbanı olmuş, yıllarca deri fabrikaları arasında kalmış, kaçak kat çıkılmış, çokça eklemeler yapılmış ve fabrikalar yıkılınca ortaya çıkmıştır. Camiyi, diğer camilerden ayıran en büyük özellik, minaresinin sağda değil solda olmasıdır.
Cami: Sultan II. Mahmut döneminde 1813 yılında yenilenmiştir. 1954 yılında ise derici esnafı tarafından tekrar yenilenmiştir. Günümüzde faal durumdadır.
ERYEK BABA-ERİKLİ BABA BEKTAŞİ TEKKESİ-DERGAHI
Demirhane caddesindeki ünlü Kazlıçeşme’nin hemen arkasındaki Zakirbaşı Sokağındadır. İstanbul şehrindeki Bektaşi dergahlarının ünlülerinden olan bu tekke, tarih boyunca çeşitli isimlerle adlandırılmıştır. Bunlardan en çok kullanılanı ise “Kazlıçeşme Eryek Baba Dergahı” dır.
Bektaşi tekkesinin önünde yatan kişinin, Hacı Bektaş-ı Veli’nin halifelerinden biri olduğu söylenir. Çevresi demir parmaklıklarla çevrili ve yazısız, yuvarlak bir dikilitaş ile simgelenmiştir ama hakkında yeterli bilgi yoktur. Bu kişi: bazı kaynaklara göre Horasan’dan İstanbul kuşatmasında bulunmak için gelen cihat erlerindendir.
Bu cihat erleri, sonraları erenlerden sayılmıştır. Çoğu da Bektaşi efsanelerine geçmiştir. Ancak Eryek Baba hakkında hiçbir somut bilgi yoktur. Eryek Baba adının zamanla, Arabi harflerle yazılışının ayrı olması dolayısıyla yanlışlıkla Erik(li) Baba diye okunup Erikli Baba şeklinde anılmaya başlandığı tahmin edilmektedir.
Dergah, günümüzde bir meydan evi (iki katlı dergahın ana binası), Eryek Babanın büyükçe mezarı, hazire, kameriye, bahçe ve Zeytinburnu Belediyesince yapılan ihata duvarından ibarettir. Ancak ihata duvarında, bazı mezar taşları ve mermer lahit parçalarının kullanıldığı görülmektedir.
Dolayısıyla tahrip edilen mezar ve mezar taşları sayısı bilinmemektedir. Ayrıca, Kazlıçeşme ile bu günkü kıble yönündeki ihata duvarı arasındaki alanda yer aldığı tahmin edilen dergahın diğer müştemilatının deri fabrika ve atölyelerin yıkımı sırasındaki düzenlemelerde de dergaha ait olmadığı sanılarak yıktırıldığı tahmin edilmektedir. İki katlı ve bağdadi yapıda olan dergah ana binası, bu gün bir hayli harap durumdadır.
Dergah binasının sol yan ve arka tarafından bazı bölümler çökmüş durumda ve bina biraz sol tarafa kayma göstermiştir. Şeyh odası, meydan odası, misafir odası, sofa, kahve ocağı, selamlık, mabeyn gibi bölümlerden oluşan meydan evi, hazire ve diğer müştemilatıyla Eryek Baba tekkesi onarılmayı beklemektedir.
AYİA PARASKEVİ AYAZMASI
Kazlıçeşme mezarlığının karşısında, Abay caddesi üstündedir. Ayazmanın suyunun özellikle göz hastalıklarına ve felçlilere iyi geldiği söyleniyor.
KAZLIÇEŞME YEDİ ŞEHİTLER KABRİSTANI
Demirhane caddesi üzerindedir. Yedi Şehitler Kabristanı olarak da bilinir. İstanbul’un fethi sırasında şehit düşmüş olan yedi tane asker gömülüdür. Muhtemelen fetihten yıllar sonra, Hacı İvaz isimli biri tarafından defnedildikleri yerler bulunan bu şehitlerin kabirlerinin çevresi duvarlarla çevrilmiş ve muhafaza altına alınmıştır. Bu şehitlik, ayrıca İstanbul’daki ilk Türk şehitliğidir. Şehitliğin caddeye bakan tarafındaki cephesinde küçük bir giriş kapısı ve bir pencere vardır.
DERYA ALİ BABA TÜRBESİ
Fatih Sultan Mehmet’in sakabaşısı Ali Baba: fetih süresince, askerlere kendi yaptığı deri kırbasıyla su taşımıştır. Askerler bu suyu içtikçe, bu suyun bitmemesinden dolayı Ali Baba’ya “Derya” mahlası verirdi. Fetihten sonra uzun yıllar civarın en sevilen kişisi olarak yaşayan Derya Ali Baba, kendisine tahsis edilen araziyi sağlığında vakfetti. Yakınlarına da “Bunlardan fakir fukara sebeplensin” diye vasiyette bulunduktan sonra vefat etti. Bugünkü Kazlıçeşme otobüs durağının yanındaki türbeye defnedildi.
BELGRAD KAPI
Kapının yapımına İmparator II. Theodosius Praefaectus Anthemios tarafından 413 yılına doğru başlamıştır. Yedikule ve Belgrad kapı arasında 11 burç vardır. Sekizinci burcun üzerinde, III. Leon ve oğlu V. Konstantin’in burada yaptığı onarımları anlatan kitabeler görülür. VIII. İoannes Palaiologos da 1434 yılında kapıyı onartırmıştır.
Osmanlı döneminde uzun zaman bu kapıya “Kapalı Kapı” denilmiştir. Çünkü Bizans döneminde 12’nci yüzyılda kapı örülmüş ve yaklaşık 700 yıl kapalı kalmıştır.
1886 yılında aşağıda bulunan Balıklı Rum Hastanesine geliş gidişi kolaylaştırmak için yeniden açılmıştır. Kapı, ismini bu civarda bulunan Belgrad göçmenlerinden almaktadır.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Belgrad fethedildikten sonra, bir gurup Belgradlı esir İstanbul’a getirilmiştir. Esirlerin esnaf olan kısmı, bu kapı civarına yerleştirilmiştir. Su yollarından anlayan kısmı ise Belgrad ormanlarına yerleştirilmiştir. Belgradlı esirler, İstanbul’da iki ayrı noktaya isimlerini vermişlerdir.
Sur kapılarının yanlarında savunma kuleleri vardır. Kapılar, bu savunma kuleleri kullanılarak savunulur. Yedikule kapısında bulunmayan savunma kuleleri burada vardır. Ama surların bu bölümlerinde yeniden yapılmış bir hava vardır.
Belgrad kapıdan içeriye girince, kapının sağ ve sol yanlarında merdivenler bulunuyor. Bu merdivenler aracılığıyla surlara çıkılıyor. Kulelerin üzerinden, İstanbul’un farklı bir panoraması izlenebilir.
İstanbul’un fetih kutlamaları, her yıl 29 Mayıs tarihinde burada yapılmaktadır.
UYKULU MUHİTTİN EFENDİ TÜRBESİ
Uykulu Muhiddin Efendi isimli bir evliyanın gömülü olduğu bilinen bu türbe, halk arasında Kavaklı Dede Türbesi olarak da bilinir. 1989 yılında yeniden yapılan türbenin, uykusuzluk derdi çekenleri iyileştirdiği inancı, türbeyi büyük bir ilgi odağı haline getirmiştir.
ABDİ İPEKÇİ SPOR TESİSLERİ
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1979-1989 tarihleri arasında yaptırılmıştır. 7 bin seyirci kapasitelidir. 1990 yılında yapılan çeşitli gösterilerle hizmete açılmıştır. Kapasite olarak Sinan Erdem Spor Salonu ve Ülker Sport Arenadan sonra Türkiye’nin üçüncü büyük spor salonudur.
Zeytinburnu tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.
Yazıyı hazırlayanların eline sağlık yanlız sinirim bozudu biraz, o çeşmeye balyozu vuran veled-i zinaları 5 metre ilerisinde bulunan karakoldaki polis memurları görüp çeşmenin içerisinden çıkan o haçı destur ile dübürüne duhul edib, dübürlerini tarumar edüb ,dübürlerinin her parçası birbirinden habersiz ve yerle yeksan edememişlermi? İnsanın küfürlü edesi geliyor, kusura bakmayın en kibar küfür bunu bulabildim