Fener semti: tarihi yarımadada “İlk İstanbul” veya “Suriçi İstanbul” olarak bilinen bölgede, Fatih ilçesinin kuzeydoğusunda ve Haliç’e bakan bir semttir. Doğusunda “Cibali” ve kuzeybatısında “Balat” semtleri vardır.
Bu semtler: İstanbul’un ilk kuruluşundan günümüze kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Fener semtinin tarihinin, İstanbul’un ilk kuruluş yıllarında başladığı söylenir.
Ermeni yazar Farbl Lazar’ın yazdıklarına göre: İmparator Konstantinus: Bizanstion adını taşıyan bu küçük yerleşim yerine geldiğinde: buranın çok güzel olduğunu ve yerleşmeye çok elverişli olduğunu gördü. Çünkü buranın batı tarafındaki ufak bir kara kısmı yanında, diğer üç bölüm denizle çevriliydi. Bu yüzden, İmparator derhal faaliyete başladı ve yarımadanın iç kısmında bulunan tepeleri düzelttirdi ve surların inşa planını hazırladı.
Roma döneminde yerleşilen bu bölgeye, Bizans döneminde “Petrin” yani “Kaya” isminin verildiği biliniyor. Bu bölge: İstanbul’un yedi tepesinden birinin zirvesine çıkan, oldukça dik bir yokuşun çevresinde kuruluydu. Hatta: burada sadece surlar değil, aynı zamanda şehir merkezinden ayrı bir iç kale vardı.
Bu kalenin surlarındaki kapıya ise “Porta Phanari, Porte del Pharo” yani “Fener kapı” deniliyordu. 1351 tarihli bir belgede ise, bu kapının yanındaki mahalleye, Bizans döneminde “Fanari” ismi verilmişti. Çünkü, bu mahalle yani kapının bulunduğu yerde, limana yakın bölümde bir zamanlar bir deniz feneri vardı. Ancak bu sözü edilen deniz feneri, günümüze ulaşmamıştır. Büyük ihtimalle: İstanbul’un uğradığı büyük depremler, kuşatmalar ve saldırılar sırasında yok olduğu kesindir.
Zaten: sadece fener değil, gerek surlar ve gerekse bir zamanlar burada bulunduğu söylenen kapıdan da herhangi bir kalıntı, günümüze ulaşmamıştır. Ancak kapının yeri tahmin edilmektedir. Çünkü bütün sokaklar, kapının bulunduğu tahmin edilen yere açılmaktadır.
Evet: surlarla çevrili bu iç kale bölgesinin ismi, Bizans döneminde “Petrion” olarak bilinmektedir. Şehir merkezinden ayrı, bağımsız bir bölüm gibi olan Petrion’un ilginç bir tarihi geçmişi vardır.
1204 yılındaki işgalde, Latinler yani Haçlılar: ilk önce Petrion bölümünü ele geçirmişler ve ardından şehre girmeyi başarmışlardır. Çünkü: başlangıçta Haçlı donanması düşman gibi görülmemiş ve Haliç girişindeki ünlü zincir açılarak, donanmanın Haliç’e girmesine izin verilmiştir. Ardından, Haçlılar, Haliç kıyısında bulunan ve diğerlerine göre daha zayıf surlara saldırmışlar ve Petrion’u ele geçirmişlerdir.
Ama Türklerin şehri kuşatmasında bunun tam tersi olmuş, şehrin birçok bölümü ele geçirilmesine rağmen, Petrion’da bulunanlar, burayı uzun süre savunmuşlardır. Buna istinaden, Fatih Sultan Mehmet, buranın yağmalanmasını yasaklamış ve hatta sonradan buraya bazı ayrıcalıklar vermiştir. Bu yüzden: tarihi süreçte, İstanbul’da yaşayan Rumlar ve özellikle “Feneriyot” olarak isimlendirilen varlıklı aileler: bu bölgede toplandılar. Semtin iç bölümlerinde Rumlar, sahilde ise Yahudiler karışık olarak yaşıyorlardı.
Evliya Çelebi yazlarında: şehrin alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmet’in Mora Rumlarını, Fenerkapıya yerleştirdiğini yazar. Ayrıca: yine o dönemlerde Fener semtinde; meyhaneleri ve balıkçılarının ünlü olduğunu belirtir.
Ermeni tarihçi Sarraf Hovannesyan tarafından yazılarında: Cibali Ayakapı’dan Fener’e kadar uzanan yerde, Rum zenginlerinin ve Eflak-Boğdan Beylerinin sıra sıra evlerinin bulunduğundan söz eder. Çünkü: bir zamanlar Osmanlı yönetiminde olup günümüzde Romanya’nın parçaları olan Eflak-Boğdan voyvodaları, geleneksel olarak Fener Rumları arasından seçilirdi. Ayrıca: Osmanlı Hariciyesinde tercümanlık görevleri de hep Fenerli Rumlar tarafından yürütülürdü.
Sonuçta: Rumlar ellerine geçen yüksek paralarla, Fener semtinde muhteşem evler ve saraylar yaptırdılar. Ancak, bu saraylar günümüze ulaşmamıştır, evlerin ise bir kısmı kalmıştır.
Günümüzde burada sanki zaman durmuş gibidir. Ayrıca: tam bir kültür mozaiği vardır. Cadde ve sokaklarda gezinirken karşınıza bir anda bir Ermeni kilisesi, sonra bir Yahudi havrası, ardından bir cami ve hatta bir Rum kilisesi çıkar.
Biraz önce sözünü ettiğim, gibi, semtin güzel dönemlerinden günümüze saraylar kalmamış olmasına rağmen, bazıları çok güzel onarılmış ve bazıları ne yazık ki metruk evler görülmektedir.
PATRİKHANE
Sadrazam Ali Paşa caddesi üzerinde bulunan Patrikhane: 1601 yılında buraya taşınmıştır. Patrikhanenin: 450 milyonluk Ortodoks dünyasının merkezi olduğu iddia edilmektedir. Ancak: pek çok kişi tarafından bilinen bu durumun aksine: Patrikhane, tüm dünyadaki Ortodoksların değil, sadece 125 bin kişilik bir cemaatin dini liderliğini yapmaktadır. Yunanistan Kralı Konstantin’in vaftiz töreni burada yapılmıştır. Patrikhane Kütüphanesi: dünyanın en önemli arşivlerinden birisi olarak kabul edilir. Buradaki: el yazması eserler, Padişah fermanları, minyatür, resim, gravür, fotoğraf gibi dokümanlar özenle korunmaktadır.
Patrikhane bölgesine üçlü bir kapıdan girilir. Basamaklardan yukarı doğru çıkıldığında: karşıya ana kapı gelir. Bu ana kapının solundaki kapıdan kilise tarafına, sağındaki kapıdan ise 1941 yılındaki yangından sonra yapılan ve 1980’den sonra yenilenen Patrikhane binasına girilir.
Ana Kapı
Patrikhanenin ana kapısının tatsız bir hikayesi vardır. 1821 yılında, Yunanistan’ın bağımsızlık hareketleri başlayınca, Patrik V. Grigorios, Osmanlı devleti tarafından, bu bağımsızlık hareketlerini ve özellikle Mora İsyanını körükleyenler arasında sayılmış ve bu hareketleri durdurmak için yeterince çaba göstermediği gerekçesiyle üç metropolitle birlikte idam edilmiştir.
Patrik Gregorios; idam edildikten kısa süre sonra, Türklerin, Yunanlı kurbanlarından biri olarak kabul edilmiş ve aziz ilan edilmiştir.
Bu idam olayından sonra: Patrikhanenin ana kapısı kapatılmış ve bir daha açılmamıştır. Kapının üstündeki idam çengeli hala durmaktadır. Çünkü, söylentilere göre: onlar “burada bir Türk büyüğü asılmadan bu kapıyı açmayacağız” diye diretmektedirler. Yani: bu din kapısı, bir kin kapısı haline sokulmuştur. Halbuki: asılan Patrik: o zamanlar, gerçekten Yunanistan’ın bağımsızlığı ile sonuçlanan Mora isyanının baş tetikleyicisidir.
Yine bu konu ile ilgili bir kanıtlanmış olaydan söz etmek istiyorum. İdam edilen Patrik: Rus Çarına bir mektup göndermiş ve Türklerin nasıl yenileceği konusunda bazı önerilerde bulunmuştur. (Bu mektup hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler: www.tarihinizinde.com sitesinden mektubu ve hikayesini öğrenebilirler) Osmanlı yönetimi, bu mektuptan haberdar olunca, Patrik’in idam kararı kesinleşmiştir.
Soldaki Kapı-Aya Yorgi Kilisesi Kapısı
Ana kapının solundaki kapıdan girildiğinde: Patrikhane kilisesi “Aya Yorgi” (Ayios Yeoryios) ye geçilir. Patrikhanenin tarihi ibadet yeri olan mevcut binanın ilk yapısı “Burç Kilisesi” diye anılan “Kadınlar Manastırı” dır.
Kilise: Patrik II. Timoteos zamanında: 12 havariyi temsilen 12 sütun (bu sütunların üstünde havarilerin tasvirleri görülür) üzerine 1614 yılında inşa edilen yapı: Ortodoks Rum Patrikhane Kilisesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Yapı: bazilika tipinde inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde, Tanzimat dönemine kadar, kiliselerin kubbeli olmasına izin verilmiyordu. Bu kilisenin kubbesi de: bir söylentiye göre 1701 yılında Sultan Mustafa ve bir başka söylentiye göre ise 1704 yılında Sultan III. Ahmet döneminde baş vezir emriyle yıkılmıştır. Yapı: 1798 yılında yapılan onarımın ardından, 1930’larda yine onarım görmüştür.
Günümüzde görülen yapı: mimari bakımdan, oldukça mütevazidir ve bir zenginlik göstermez.
Ancak: bu kilisenin esas önemi, mimari yapısından öte Rum Ortodoks cemaatinin elinde kalmış değerli dini eşyaların birçoğu burada muhafaza edilmesiyle bağlantılıdır.
Bunlar arasında bulunanlar: Patrik tahtı ve üzerine İncil konulan iki masadır.
Bu tahtın: İstanbul’da fetih sırasında Patrik ve Aziz olan İoannes Hrisostomos’tan kaldığı varsayılmaktadır. Taht: sedef kakmalıdır. Ancak; Bizans süsleme sanatında sedefe pek rastlanılmaz, sedef süsleme, genellikle Selçuklu dönemine tarihlenir. Bu yüzden: bu tahtın, söylendiği kadar eski olması mümkün değildir.
Yine burada: sedef işlemeli bir sehpa, altın yaldızlı ve taşınabilir “Meryem Ana Tablosu” ve birçok güzel ikon bulunmaktadır. Taşınabilir Meryem Ana Tablosu: mozaik bir ikondur ve bu tür ikonların, dünya üzerinde sadece on-onbeş tane kaldığı söylenmektedir.
Kilisenin ikonostasionunun tahta oymacılığı gerçekten muhteşem güzeldir. Söylenenlere göre: iki usta, bunun yapımında kırk yıl çalışmıştır.
Sağ köşede: bir sütun vardır. Bu sütunun demir kaplamasının üzerinde bir delik görülür. Bunun: İsa’nın gerildiği çarmıh olduğuna inanılıyor. Yine sağ tarafta: üç azizenin biri gümüş tabutları görülüyor. Gümüş olan tabut, Rusya’dan hediye edilmiştir. Bu üç azize: Eufemia, Teofano ve Omonia’dır.
Sağdaki Kapı-Patrikhane Kapısı
Patrikhane: İstanbul’un fethinden kısa süre sonra Çarşamba semtindeki “Pammakariston Kilisesi” (Günümüzde Fethiye Cami) ne yerleşmiştir.
1586 yılından sonra, Patrikhane, Fener semtindeki çeşitli kiliseleri dolaşmış ve 1601 yılında günümüzdeki yerine taşınmıştır.
Ancak: burada bulunan ahşap Patrikhane binası: 1941 yılında yanmış ve ardından günümüzdeki kompleksin sağ bölümünde bulunan kagir Patrikhane binası yapılmıştır.
Patrikhane: uzun yıllar bu kagir binada bulunmuştur. 1980’lerde ise Türk-Yunan ilişkileri yumuşayınca, mevcut kagir bina beton bina şeklinde yenilenmiş, ancak bölgenin ikinci derece Sit alanı olması nedeniyle, mevzuata uygun olarak ahşapla kaplanmıştır. Yani: dış görünüm korunmuştur.
Günümüzde, bölgedeki Fener Lisesinden sonra, Patrikhane binası oldukça sade görünümlüdür.
DİMİTRİ CANTEMİR EVİ
Maria kilisesinden aşağıya doğru, kıyıya doğru yüründüğünde, Yuvakimion Kız Lisesi yanındaki dar yolda, bir bina görülür. 1700’lü yıllardan kalma bu bina: eskiden adı gene Yuvakimion olan Erkek Lisesinin Jimnastik Salonuydu. Sonradan kızlara verildi. Kapısında: bir tarihle birlikte güzel servi ağaçları ve tavus kuşları kabartmaları görülür.
Bu büyük binanın hemen solunda: yan yana iki güzel Rum evi vardır. Bunlardan biri: zamanında Ksantopulos isimli birine aitmiş ve tavan süslemeleri güzeldir. Günümüzde burası “Kur-an Kursu” olarak kullanılıyor. Her iki evin bahçesinde: Yunancada “koine” denen: siyah ve beyaz taşlardan mozaikler görülür.
Buradan sonra: dar yoldan aşağıya doğru inilince; solda bir kapı görülür. Burada, duvara çakılı mermer kitabede : Rumca ve Türkçe olarak “Burada Dimitir Kantemir” in yaşadığını anlatan satırlar görülür.
1673-1723 yılları arasında yaşayan Dimitri Kantemir: Boğdan voyvodolarından biriydi. Kültürlü, yedi sekiz yabancı dil bilen ve zengin bir kişidir. Siyasetçiliği yanında, Klasik Türk Müziğine yaptığı katkılarla hatırlanır. Osmanlı tarihi ve klasik Türk müziği üstüne, ilk sistematik ve bilimsel kitabı yazmıştır. Yaklaşık 300’den fazla şarkıyı: notalarıyla birlikte kağıda geçirerek günümüze dek gelmelerini sağlamıştır.
1710 yılında ise, Rus Çarı Petro ile ittifak içinde bir komplo hazırladığı öğrenilen Kantemir, yakalanmadan önce Rusya’ya kaçar. Boğdan voyvodalığını, üç kuşak boyunca yapan Kantemirler: Boğdan bölgesini günümüzde toprakları içinde barındıran Romanya ülkesinde de tanınır ve sayılırlar.
Ancak, Kantemirlerin ihanetinin ardından: Eflak-Boğdan voyvodalığının: yerli halktan seçilmesi geleneğine son verildi ve bu iş Fener semtinde oturan Rumlara kaldı.
Günümüzde: Kantemir Evinin bulunduğu bahçe: Fener semtinin en büyük ailelerinden Kantakuzenoslar’a aittir. Bu aile: eski Doğu Roma İmparator sülalelerinden birisidir. Bu gayet büyük bahçenin içinde, bir de Aya Yorgi kilisesi vardır. Ortodoksların bir geleneği olarak: bu kilise, Kudüs Patrikliği kendi Metohion’u yani bir çeşit şubesi olarak yaptırmıştır. Yani: bu kilise, idari olarak günümüzde de Fener Rum Patrikliğinin yetkisi dışındadır. Bazilika tipindeki bu kilise: büyük mimari özelliği olmamasına rağmen, yapımında bolca mermer kullanılmasıyla önem kazanmaktadır.
MERYEM ANA KİLİSESİ-KANLI KİLİSE-MOĞOLLARIN MERYEMİ
Fener Lisesinin öbür yanından yokuş aşağı inerken solda kalan kilisedir. Genellikle “Kanlı Kilise” veya “Muhliotissa, Moğolların Azize Meryem Kilisesi” olarak bilinir.
Günümüzde kullanılan, Bizans döneminden kalan tek kilise olarak önem kazanmaktadır. İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmeyerek ayin yapılan bir kilise olarak bırakılmıştır. Yani: fetihten sonra Rumların elinde kalan tek Bizans kilisesidir.
Önemi
Kilise: “Theotokos Panayotissa” yani “Tanrı’nın Kutsal Annesine” adanmıştır.
1282 yılında Bizans imparatoru VIII. Mihail Paleologos’un gayrimeşru kızı Prenses Maria Paleologina tarafından yaptırılmıştır. VIII. Mihail, İstanbul’u Latinlerin işgalinden kurtararak geri alan imparator olarak bilinir.
Başka bir kayda göre: Kilise, 1261 yılında İmparator VIII. Mihail’in dayısı İsaakios Dukas tarafından yapılmış, Moğolların kraliçesi Maria: bu yapıya sonradan bir takım eklentiler ve süslemeler ilave ettirmiştir. Hatta bazı tarihi kaynaklara göre: burada çok daha önceleri bir kilise bulunduğu belirtilmektedir. Yine gerçekliği kanıtlanmamış söylentilere göre: 7 yüzyıl başlarında burada Bizans imparatoru Maurikios’un kızı Prenses Sopatra ve arkadaşı Eustolia tarafından bir manastır inşa ettirilmiştir. Ancak bu manastır, 1204 yılındaki Haçlı Latin işgali sırasında yıkılmıştır.
Azize Meryem-Maria
Öncelikle: kiliseyi yaptıran veya hikayeye konu olan kişinin yani Prenses’in ismi “Meryem” değil “Maria” dır.
Uzakdoğu’da tanıştıkları Nasruti Hıristiyanlarının etkisiyle, çevrelerindeki Müslümanlara karşı, Hıristiyanları daha yakın müttefik görürler. 13 yüzyıl başlarında: Moğollar Hülagü Han önderliğinde, İran’a kadar gelerek Bizans’a komşu olurlar.
1261 yılında İstanbul şehrini, işgalci Haçlı Latinlerden geri alan Bizanslılar: Moğol akınlarını önlemek için zamanın alışkanlıkları gereği, evlilik yolu ile Moğol Hanı Hülagu’nun saraya akraba olmasını isterler.
Bunun üzerine, 1265 yılında Prenses Maria, çeşitli hediyelerle birlikte, babası imparator tarafından Moğol Hanı Hülagu’ya gelin olarak gönderilir. Ancak yolculuğun uzun sürmesi ve Hülagu’nun iyice yaşlanması sebebiyle, Prenses Maria, Moğol sarayına ulaşmadan Hülagu ölür. Prenses Maria Moğol sarayına vardığında ise, ölen Hülagunun oğlu ve halefi Abaka Han ile evlenir.
Maria: İran’daki Moğol sarayında yaklaşık 15 yıl kadar yaşar. Bu dönemde, onun etkisiyle: Han ve saray halkının birçoğu Hıristiyanlığı seçer.
1281 yılında ise: Abaka Han, kardeşi Ahmet tarafından öldürülür: Maria bir başka Moğol hanı olan Karabanda’ya gelin olarak sunulur ancak Maria bunu kabul etmez ve Konstantinopolis’e dönmek zorunda kalır.
Bu sırada: günümüzde görülen kilise ve beraberinde bir kadınlar manastırı kurar. Manastırı “Panaghia Muhliotissa” ya yani “Moğolların kraliçesi” ne yani bir anlamda “kendine” adar. Çünkü: kendisi bilindiği adıyla “Panaghia Muhliotissa” yani “Moğolların kraliçesi” dir.
Sonuç olarak: Moğolların kraliçesi Muhliotissa yani Maria: rahibe olur ve son yıllarını bu manastırda inzivaya çekilerek geçirir. Günümüzde, Moğolların Meryem’i olarak anılan Maria Palailogos’un tek tasviri, Kariye Kilisesinde “Deisis” mozaiğinde görülür. Burada: İsa’nın ayaklarının dibinde resmedilmiştir.
Fetihten Sonra
Fetih sırasında: İstanbul Müslümanlar tarafından ele geçirildiğinde, daha önce sözünü ettiğim gibi “Petrion” denen Fener bölgesinde çok şiddetli çatışmalar yaşanmış ve bu kilisenin hemen yanında, İstanbul şehrinin en dik yokuşu kabul edilen yokuştan aşağıya oluk oluk Ortodoks kanı akarak Haliç’e karışmıştır. Bu yüzden: kilisenin bir adı da “Kanlı Kilise” dir.
Fetihten sonra, Fatih Sultan Mehmet, Fatih Camiini inşa eden Rum mimarı Hristodulos’un ricası üzerine bu kiliseyi onun annesine bağışlamıştır. Ayrıca: cami olmaktan muaf tutulacağına dair bir ferman yayınlar.
Böylece, kilisenin mülkiyeti Rumlardadır. Bu durum: Fatih Sultan Mehmet’in, Petrion yani bu bölgeye verdiği imtiyazlarla da ilgilidir. Çünkü: hatırlanacağı üzere, bu bölge yani Petrion, kuşatmada uzun süre dayanarak şehir merkezinden sonra ele geçirilmiştir ve Fatih, buranın yağmalanmasını engellemiş, buraya bazı imtiyazlar vermiştir.
Fatih Sultan Mehmet’in bu konudaki fermanları ve Yunanca çevirileri: hala kilisenin duvarında asılıdır. Çünkü: ardından zaman zaman Osmanlı gelenekleri devreye girmiş ve kilise camiye çevrilmek istenmişse de, Fatih Sultan Mehmet’in fermanı buna engel olmuştur.
Mimari
Yapının duvarları: kırmızı aşı boyalı yani gül pembesi rengindedir.
Kilisenin özgün planı: içten dört ve dıştan üç yapraklı yonca şeklindedir. Yani, İstanbul şehrindeki yonca tipli mevcut iki kiliseden biridir. Diğer yonca tipi kilise, Heybeli ada dadır. Dışarıdan bakılınca: yoncanın üç yaprağı görülür. Dördüncü yaprak ise nef kısmıdır. Kubbe kasnağı biraz deforme olmasına rağmen alışılmadık ölçüde yüksektir.
Modern zamanlarda: kilisenin tüm güneyi yıkılarak yerine tarihi hatlarıyla uyumsuz olan karemsi narteks bölümü konulmuş ve binanın uyumu bozulmuştur. Zaten geçirilen onarımlar sonucu bu yonca planı da hayli bozulmuştur. Özellikle, içine girildiğinde bu bozulmayı yaratan simetrisizlik hemen göze çarpar. İçeride: içbükey ikonlar bulunuyor.
Günümüzde: kilise, hala Bizans döneminin bir sanat hazinesine sahiptir. Theotokos Pammakaristos tarafından yapılan “Tanrı’nın Esen Annesi” ne ait portatif yani taşınabilir güzel mozaik ilgi çeker. Bu mozaik: Aya Nikola ve Aya Yorgi Patrikhane Kiliselerindeki mozaiklerle benzerlik taşımaktadır. Yani: bunların hepsinin 11 yüzyılda aynı dönemde yapıldığı düşünülmektedir. Ancak, bu mozaikler, şehirde günümüze kadar ulaşmış, üç mozaik olarak bilinir ve dünya üzerinde bunlardan sadece on tane kaldığı tahmin edilmektedir.
Kilisenin bahçesinde: duvardaki nişte, Uzakdoğulu yüz hatları olan bir kadın heykelciği vardır. Bu da “Moğolların Meryem’inin heykeli” olarak kabul edilir. Bu heykelcik, yakın zaman önce, Patrikhane’ye korumaya alınmıştır.
Kilisede: günümüzde ayin yapılmıyor. Sadece her yıl 15 Ağustos günü: Meryem’in göğe yükselmesi onuruna ibadet yapılıyor.
FENER RUM ERKEK LİSESİ-MEGALİ SCHOLİO
Moğolların Meryem’i kilisesinin hemen yanında, sağ bölümdedir.
Haliç kıyısında konumlu yapı: olağanüstü ve masalsı bir şatoya benzemektedir. Şehrin bu bölgedeki panoramasını belirler. Günümüzde görülen bina: 1881 yılında, mimar Dimadis tarafından; Zarifis, Evyenidis ve Zafiropulos gibi zengin Rumların bağışlarıyla yapılmıştır. Mimari özellikler: Endülüs ve Bizans stilleri karışık Bizantino-Marok özellikler göstermektedir. Arkadaki kulelerden birinde, yapılış tarihi olarak 1881 yılı ve mimarın ismi olarak “Dimadis”yazılıdır. Binanın özgün yapısı: sonraki onarımlar sonucu yok olmuştur. Rumların dini eğitimi zamanla Heybeliada’ya kaydırılınca: din dışı eğitim burada kurumsallaştırılmıştır. Yani: okul, ilk laik okul olma özelliği göstermektedir. Günümüzde okul açık olmasına rağmen, öğrenci sayısı yok denecek kadar azdır.
DARUL MESNEVİ (MESNEVİHANE ŞEYH MURAT) CAMİ-MESNEVİHANE TEKKESİ
Fener semtinde Mesnevi sokakta ve Rum Lisesinin hemen arkasındadır. Camiye “Darul Mesnevi” yani “Mesnevihane” denmesinin sebebi: yapının Mesnevi okumak ve anlamak, tasavvuf bilimi ve Farsçayı öğrenmek için yapılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Yapı: Mehmet Murat Efendi tarafından; 1844 yılında yaptırılmıştır. Kendisi; dönemin önde gelen Mesnevi sarihlerinden ve Mesnevihanlarından biridir. Bu tekkeyi: özellikle Mesnevi eğitimi vermek amacıyla yaptırmıştır. Mehmet Murat Efendi 1848 yılında ölünce, buraya türbesi de inşa edilmiştir.
Yapı: moloz taş ve tuğladan, dikdörtgen planlı ve çatılı olarak inşa edilmiştir. Minberi ahşaptır. Öndeki avluda: beton kubbeli ve süslü, altı köşeli mermer hazneli şadırvan vardır. Avludaki büyük sarnıç ise: 1852 yılında Sultan II. Mahmut’un baş kadını Nevfidan Hatun tarafından yaptırılmıştır. Yapının ilk talebelerine icazet verilirken: devrin padişahı Sultan Abdülmecit de bu törene katılarak icazet alanlara hediyeler vermiştir. Çünkü: Mesnevi okumayı teşvik etmek softalar arasında ilim öğrenmenin önemini göstermek istemiştir.
1925 yılına kadar Nakşibendi tarikatının denetiminde kalan yapıdaki tesisler: 1925 yılında Tekkelerin kapatılmasının ardından: buradaki yapılar özgün kullanımlarını yitirmiş ve harap olmaya başlamıştır. 1868 yılında: onarım gören mescit-dersane bölümü: günümüzde cami olarak kullanılmaktadır. Mescitten geriye kalan orijinal kısımlar ve avludaki büyük sarnıç, 2000 yılında yapılan yeni inşa yıkım faaliyetlerinde ortadan kaldırılmıştır.
AYA YORGİ METOHİON KİLİSESİ-AYİS YEORYİOS KİLİSESİ
Vodina caddesi üzerindedir.
Yüksek duvarlarla çevrili bu alan, ilk Feneriyot bürokratlarından Mihail Kantakuzenos’a aittir. Kendisi: Türkler tarafından “Şeytanın oğlu” olarak tanınır. Yüksek duvarlarla çevrili arazisi içinde gerek kendi sarayı ve gerekse bu kilise bulunmaktadır. Kilise 1132 yılında yapılmıştır.
Kilise: 1640 yılında yanmış ve Kürkçüler Loncası tarafından onarılmış ve Kudüs Patriği Khrisanthos döneminde, 1708 yılında Pavlos tarafından yeniden yapılmıştır. Yine aynı dönemde, kilise, Kantakuzenos tarafından: Kudüs Patrikliğine bağışlamış ve Kudüs Patrikhanesi Metohionu yani Kudüs Patrikliğinin bir şubesi olmuştur. Kilise: 1728 yılında yeniden yanmış ve 1730 yılında yeniden yapılmıştır. Kaba yontu taşla ve çatılı olarak inşa edilmiştir. Bazilika planındadır. Gümüş ikonalar ve yağlı boya tasvirlerle bezenmiştir. 18 yüzyılın sonunda, Kudüs Patriği, burada yaşamıştır. Kudüs’ten gelen kilise mensupları da burada misafir edilmiştir.
Kilisenin içinde bir kütüphane bulunmaktadır. Kantakuzenos: servetini kullanarak şehirdeki antik el yazmalarının birçoğunu toplamış ve bunlarla geniş bir kütüphane kurmuştur. Bu kütüphanenin koleksiyonundaki en önemli eser: Archimedes’in 10 yüzyılda yazılmış “Mekanik Problemlere Çözüm Yöntemleri” adlı eserinin tam ve mükemmel durumdaki parşömen kopyasıdır. Bu eser; antik çağın en büyük fizik ve matematikçisinin; tek nüshasıdır ve antik dönem bilimine ait bilgilere büyük katkıda bulunmuştur.
PANAVİA PARAMİTYAS-AVUTAN MERYEM ANA KİLİSESİ
Bahçe duvarının sonundan sola dönüp yürüdüğünüzde, gene aynı bahçenin içinde yıkık bir kilise kalıntısı görülür. Patrikhanenin “Pammakaristos”tan taşınmasının ardından: 1586-1596 yılları arasında, burası Patrikhane Kilisesi olarak hizmet vermiştir. Kilisenin girişindeki mermer taşta “çift kartal” oyması ilgi çekmektedir. Bu amblem; hem Paleologos hanedanının hem de Rum Ortodoks Patrikhanesinin sembolüdür. Kilise: eskiden Eflak-Boğdan voyvodaları olan Kantakuzenos ailesinin yaşadığı sarayın hemen bitişiğinde olması nedeniyle: “Eflak Sarayı” olarak da anılır. Ancak, bu kilise: 1976 yılında çıkan yangın sonucu tahrip olmuş ve geriye sadece yanmış kalıntılar kalmıştır.
ABDİ SUBAŞI (MAHMUT AĞA KUBUR BELİ) CAMİİ
Fener Patrikhanesi arkasında, Abdi Subaşı sokaktadır.
Cami: Fatih Sultan Mehmet döneminde, Abdi Subaşı tarafından yaptırılmıştır. Abdi Subaşı isimli çelebi: Mevlana soyundandır, Emir Buhari ile “pirdas” tır ve mescit civarında gömülüdür. Ancak: yapı zamanla yıpranmış ve vakıf tükendiğinden: Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Mahmut Ağa tarafından mimar Sinan’a tekrar yaptırılmıştır. Cami: 1941 yılında yanmış, 1989 yılında hayırseverler tarafından yeniden yaptırılarak 1996 yılında ibadete açılmıştır. Minare: ana yapıdan ayrı olup sol bölümdedir. Minareye çıkan müezzinlerin, eskiden seslerini Haliç’in karşı kıyısına ulaştırmaları gelenekselleşmişti.
SEMTİN HALİÇ KIYISI
Fener semtinin Haliç kıyısında: üç eski bina göze çarpar. Bunlar: PTT Binası, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bulgar St Stephan Kilisesidir.
Kadın Eserleri Kütüphanesi
Fener meydanında, Fener vapur iskelesinin karşısındadır. Binanın yapılış tarihi ve mimarı hakkında bilgi yoktur. Ancak: Bizans dönemi eseri olduğu tahmin edilmektedir. Bu kütüphane binası harap halde iken: İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1989 yılında restore edilmiş ve 1990 yılında kütüphane olarak hizmete açılmıştır. Kütüphanenin en önemli özelliği: sadece kadınlara ait eserlerin bulunmasıdır. Osmanlı döneminden günümüze kadar olan süreçte: kadınlar hakkında yayınlanmış her türlü kaynak burada bulunmaktadır.
Fener Vapur İskelesi
Bu küçük vapur iskelesi: hemen yanındaki komşusu iki katlı tarihi ve ahşap binada bulunan “Fener Polis Karakolu” ile birlikte tarihe meydan okumaktadır. Sadece iki vapuru bulunan iskeleden, bu vapurlarla birlikte: Üsküdar, Eyüp, Kasımpaşa, Balat, Sütlüce ve Ayvansaray’a gidilebilir.
Süzgeççi Yusuf Camii
Haliç kıyısındadır. Fatih Sultan Mehmet döneminde “Surlarda görevli askerlerin namaz kılması için” yaptırılmıştır. Kendisinin de burada namaz kıldığı bilinmektedir. Ancak, cami: bir yangında yanarak harap olduktan sonra: Süzgeçti Yusuf tarafından 1891-1892 yılları arasında yaptırılmıştır. Mimar: Hacı Reşit’dir. Yapı; kagir ve çatılıdır. Altında dükkanlar vardır. Kadınlar mahfili, iç tavan ve minber ahşaptır. Tuğla ve kurşun kaplı minarenin girişi, içeridendir.
Fener semtindeki sur kapıları
Fener Kapısı: Haliç’te: Balat ve Petrion arasında bir sur kapısıdır. Burada bir dönem deniz feneri bulunuyormuş ve bu fener nedeniyle kapıya “Farikapı” denilmiştir.
Petrikapı (Petro/Demir): Haliç’te; Petrion ve Aya kapı arasında bir sur kapısıdır. Kapı, günümüzde yoktur. Abdülezzel Paşa ve Mürsel Paşa caddelerinin birleştiği yerdedir. Latin işgalinde ve Fetih’te bazı askerler bu kapıdan şehre girmiştir. Kapı: günümüzde mevcut değildir.
Theodosia (Eski Aya) Kapısı: Haliç’te: Petrion ile Aya kapı arasında bir sur kapısıdır. Gül Camiinin (Aya Thedosia Kilisesi) giriş kapısıdır. Fetih’te, Aya Dede burada şehit düştüğü için, bu isimle anıldığı rivayet edilir.
İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.