Evet; değerli konuklarımız, Tarsus; gerçekten önemli bir yer. Özellikle: antik dönemde Çukurova bölgesinin başkentliğini yapmış bir yöremiz. Bana: bu konuyu hatırlatan ziyaretçilerimize teşekkür ediyorum. Sizlerin değerli yorumları ile, bu site ve yazılarımız; kesinlikle daha iyi ve daha eksiksiz hale gelecektir.
Sonuçta: ben gördüklerimi, bildiklerimi yazıyorum ve bunların tam, yani yüzde yüz olması mümkün değil. Bu yüzden: değerli yorumlarınız benim için çok önemli. Evet: Tarsus, antik dönemde Çukurova’nın başkenti olmuş. Ayrıca: Tarsus; Çukurova mutfak kültürünün merkezi.
Evet: gelelim, Tarsus hakkında bilgilerimizi, size sunmaya. Mersin-Adana yolu üzerinde, denize kıyısı olmayan, ama sahip olduğu muhteşem tarihi ve özellikle dini tarihi geçmişi ile öne çıkan bir yöre.
ULAŞIM
Hava yolu ulaşımı ile buraya gelmek için: Adana Şakirpaşa Hava alanının kullanılması gerekmektedir. Hava alanı, buraya: 42 km. uzaklıktadır. Mersin-Tarsus arası uzaklık: 27 km. Ankara-Tarsus arası uzaklık: 510 km. Antalya-Tarsus arası uzaklık: 517 km. dir.
GENEL ÖZELLİKLERİ
Tarsus: İçel ilinin, en büyük ilçelerindendir. Merkez İlçeden sonra, nüfusu en kalabalık ilçe durumundadır.
İsa’nın havarilerinden St. Paul’un Tarsus’ta bulunan: Evi ve Kuyusu, Vatikan tarafından, Hac Yeri olarak ilan edilmiştir. Çünkü: Kudüs’teki Kıyamet Kilisesinden sonraki en kutsal kilise olan St. Paul kilisesi ve St. Paul kuyusu, Tarsus’ta bulunmaktadır. Ayrıca: buradaki, Azize Aya Tekla (Meryemlik), erken Hıristiyanlık döneminde, önemli dini ziyaret merkeziydi. Bunların yanında: dünyanın ilk kanalizasyonlu “Tarihi Roma Yolu” ve Roma hamamı da Tarsus’tadır.
Daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarda, hikayelerde rastlanılan, akıllı ve iyicil olarak tanımlanan, bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan, Meran adı verilen doğaüstü yaratıkların, başında hiç yaşlanmayan. Ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlık, Farsça yılanların şahı anlamına gelen “Şah-ı Meran” dan gelir.
Ancak, Şahmeran’a ilişkin tüm efsanevi kayıtlar ve Şahmeran efsanelerine özgü tüm betimlemelerde varlık dışıdır. İlginç olan; Şahmeran’ın, Akdeniz bölgesinde Tarsus ilçesinde yaşadığına inanılmasıdır. Bu yörede, Şahmeran’ın bir resmi tasvir edilir ve Şahmeran ustaları tarafından yapılan tablolar, evlerin duvarlarını süsler. Kentin merkezinde: heykeli bulunmaktadır.
Tarsus İlçesinde: Tarsus Beyaz kum plajı bulunmaktadır. 10 km. uzaklıktaki ve Tarsus sınırları içinde bulunan Tarsus plajı, yıllardır atıl vaziyette. Çünkü: yolları bozuk. Ayrıca: bu bölgede, çadır kuracak, konaklayacak herhangi bir yer yok. Sanırım öncelikle yol sorunu olmak üzere, halledilmesi gereken bir sürü problem var.
Yani: Tarsuslular kendileri zaten, burada denize girmeyip, başta Silifke olmak üzere, Susanoğlu, Kapızlı, Kızkalesi gibi çevredeki plajları tercih ediyorlar. Sonuç olarak: Tarsus sınırları içinde, denize girilebilecek uygun bir yer yok. Umarım: ilgililer, gerekli ilgi ve alakayı gösterirler.
NE YENİR
Tarsus’ta mutfak bayağı geniş. Oraya gittiğinizde yemenizi önereceğim başlıca yiyecekler şunlar. Ana malzemesi bulgur ve patates olan, Lepe. Topalak çorbası (bulgur, nohut, et) , Yüzük çorbası, Tatar çorbası ve İçli Köfte.
Devamında: Humus, domates reçeli ve un helvası. Bunların yanında: Tarsus’un dolmaları da inanın muhteşem, mutlaka tadına bakmalısınız.
Bunun dışında: Tarsus mutfağı denilince: ev yapım reçeller (biraz önce domates reçelinden söz etmiştim) ve şalgam suyunu unutmamak gerek. Özellikle: reçellerden: incir, kabak ve turunç mutlaka ilginizi çekecektir. Bunun dışında: Tarsus mutfağının: belli-başlı klasik tatları şunlar: çiğ köfte, lahmacun, patlıcanlı pide, Tarsusi kebap sayılabilir.
TARİHİ
Tarsus’ta, ilk yerleşmenin, Neolitik dönemle başladığı ve Orta Tunç Çağa değin, kesintisiz sürdüğü anlaşılmaktadır. Kent, önceleri “Toros” adıyla anılmış ve sonradan bu ad, Latince de “Tarsus” olmuş ve zamanımıza kadar gelmiştir. Tarsus’u ilk kez kimin kurduğu konusunda, çeşitli söylenceler vardır. Bunların yaygın olanı: kentin Asur Hükümdar Sardanapal’ın kurduğudur.
Bölgeye: MÖ.6 ve 7’nci yüzyılda geldiklerin sanılan Yunanlıların, burada kendilerinden önce bir yerleşmeyle karşılaştıkları kesindir.
Bir süre: Asur egemenliği altında kalan yöre, daha sonra Perslerin ve sonra ise İskender’in eline geçer. İskender’den sonra: Tarsus; tüm Kilikya ile birlikte, Selökin’der in payına düşer. MÖ.246 yılında, Mısır yönetimine geçtiyse de, bir süre sonra geri alındı. MÖ.66 yılında, Kilikya bir Roma vilayeti olunca, Tarsus’ta bunun merkezi konumuna getirildi. Tarsus’a, tarihi bir önem kazandıran Cydunus (Tarsus Çayı) o dönemlerde kentin içinden geçmekteydi. Kleopatra ve Romalı komutan Marcus Antonius, Tarsus’a bu ırmak yoluyla gelmişlerdir.
Tarsus: Hıristiyanlığın kurucularından, Aziz Paulus’un doğduğu kent olarak da önem taşır. Ayrıca, ünlü coğrafyacı Strabon: MÖ.1’nci yüzyılda, Tarsus’ta, dil bilginleri, filazof ve yazarların yaşadığını yazar. Bunlar: kültür hayatını olumlu yönde etkilemişlerdir. Tarsus’un tarihi, Müslümanlığın ortaya çıkışından kısa süre sonra, hareketli bir aşamaya girer.
639 yılında, Müslümanlar tarafından fethedilmesi üzerine, Tarsus, Bizanslılardan Müslümanların eline geçer. 1360 yılına kadar, yöre, sürekli olarak el değiştirmiştir. Abbasi ve Emeviler dönemlerinde, özellikle Halife Memun döneminde, Tarsus’ta, ilmi çalışmalara çok önem kazandırmıştır.
965 yılında, Bizanslılara geçen Tarsus, bu dönemde, Antakya Prensliğine bağlandı. 1083 yılında, Anadolu Selçuklu Devletinin kurucusu Süleyman Kutalmış tarafından fethedilmiştir. 1133 yılında, Ermeni Prenslerinden Leon’un eline geçti.
1137 yılında, Bizans imparatoru Yoannes Komneos, Tarsus’u geri aldıysa da, 1172-1173 yılında, yöre, yeniden Ermeni egemenliğine girdi.
Tarsus; 1300 yılından sonra, Memluklar’ın ve zaman zaman da Ramazanoğulları ile Dulkadiroğulları beyliklerinin yönetimine geçti. 1360 yılında, Memlükler, Ramazanoğulları ve Dulkadiroğulları beyliklerinin yardım ve teşvikiyle, Halep valisi Seyfeddin Bay Demir-el Harizmi’nin komutanlığında bir daha Ermenilere bırakılmayacak şekilde, Tarsus tekrar geri alındı. 1516 yılında ise, Yavuz Sultan Selim ile Osmanlı topraklarına katıldı.
Tarsus, 1571 yılında, Kıbrıs Eyaletine bağlı bir sancak merkezi olduysa da, bir süre sonra, Adana eyaleti sınırlarına alındı. 1832 yılında Osmanlı güçlerini yenen Mısırlı İbrahim Paşa, Adana ve çevresini ele geçirdi. 1839 yılında, yeniden Osmanlı topraklarına katılan Tarsus, 1867 yılında Halep vilayeti, Adana Sancağına, 1877 yılında ise Adana vilayeti Adana sancağının bir kazası oldu.
ŞEHİR İÇİ GEZİ İZLENİMLERİ
Tarsus gerçek bir kültür mirası. Evleri, yaşam biçimi, şehre has tatlıları ve mutfağı ile, her anlamda büyük ilgiyi hak eden bir yer. Hani derler ya “görmesem inanmazdım”.
Nasıl: İtalya’da Floransa Rönesans’ın beşiği olmuş ve kültürünü her anlamda yansıtıyorsa, Tarsus da çok değişik bir hava var. Bu farklılık, yalnızca eski Anadolu evlerinden, sokaklarından ya da mutfağından kaynaklanmıyor. İnsanları da çok ilgi çekici.
Yöresel kıyafetleri giyenler de, modern kıyafetleri giyenlerde, mutlaka çarpıcı bir makyaja sahipler. Kaşlar dikkatle alınmış ve kıyafetlerde, kendilerine göre detaya yer verilmiş. Caddelerde: şalvarlı erkekler de var, uzun saçlı ve kendine ait tarz yaratmış erkekler de var. Belki kozmopolit denecek kadar farklı temalarda insan yok. Ama burası gerçekten muhteşem bir kültür sentezi yaşanan mahal.
Tarihi sokaklar: tertemiz. Eski evlerden bazılarını, aileler kafeterya olarak açmışlar. Osmanlının meşhur dibek kahvesini içebilirsiniz ya da ahududulu, böğürtlen, kivi ve birkaç meyveden oluşan egzotik meyve kokteyllerini deneyebilirsiniz. Kimisinde sakin ve dinlendirici Türk müziği, kimisinde Sinead O’Connor dinleyebilirsiniz.
Şehrin girişinde: Kutalmış oğlu “Süleyman Şah heykeli” var. Cadde ve bulvar isimlerinden de anlaşılıyor ki, Türklük ve milliyetçilik çizgisi taşıyorlar. Ancak, bir yandan da Arap kültürü, Arapça konuşan insanlar rahatlıkla fark ediliyor. Başörtü ve türban da mevcut, dar pantolon, kısa bluzlu kızlar da var. Hoşgörü ile herkes bir arada yaşıyor.
GEZİLECEK YERLER
TARSUS MÜZESİ
1966 yılında restorasyonu yapılan Kubat Paşa Medresesi, 1971 yılında müze haline getirilerek ziyarete açılmıştır. Bu Medresede, uzun süre hizmet verildikten sonra, 1998 yılında, Tarsus Kültür Merkezi içindeki bugünkü binasına taşınmıştır. Müze: Etnografik ve Arkeolojik eserlerin sergilendiği, iki büyük salona sahiptir.
ETNOĞRAFYA TEŞHİR SALONU
Çukurova kültürünün önemli bir parçası olan Tarsus ve yöresine ait Etnoğrafik eserler, bu salonda sergilenmektedir. Tarsus ve yöresinde yaşayan halkın, sosyal ve dinsel felsefi anlayışının maden işçiliği, dokuma üzerine yansıması görülmektedir. Ayrıca, gümüş, bakır ve ahşap üzerinde insanın sınırsız düşüncesi, büyük bir özenle işlenmiştir. Ayrıca: at koşumu, heybeler, nazarlıklar, cicim kilimleri, kadın giysisindeki renk armonisi ve form, gümüş tepelikler, baş sarkaçları, para keseleri, mutfak eşyalarındaki çeşitlilik, Yörük ve Türkmen kültürünün ortaya koyduğu eserler burada.
TARSUS EVİ
Müzede, ayrıca: Tarsus evi köşesi bulunuyor. Geçmiş ev kültürü, günümüze yansıtılmış. Günlük hayatın geçtiği evde, kadının yeri ve dünyası ile sofra kültürü canlandırılmıştır.
ARKELOOJİK ESERLER SALONU
Uzun yıllar Tarsus yöresinde yapılan kazı çalışmaları ve satın alma yolu ile müzeye intikal eden eserlerden oluşturulmuştur. Salon teşhiri satın alma yolu ile Tarsus çevresi ve Doğu Anadolu kökenli eserler olmak üzere, iki gurupta toplanarak kronolojik sıra takip edilerek teşhir edilmektedir. Müzede: Kalkolitik, Tunç ve Demir Çağı, Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma, Bizans dönemine ait eserler, 7000 yıllık kültür tarihini tanımlıyor.
Müzede, tüm bunların dışında: Kazılar Seksiyonu, Kronolojik Eserler Seksiyonu ve Sikke Teşhir Salonundaki koleksiyonların bulunduğu alanlar da var.
NUSRET MAYIN GEMİSİ
Gemi, şu anda: Tarsus’ta bulunmaktadır. Nusret Mayın Gemisi: 1911 yılında Almanya’nın Kiel şehrinin Germania Tersanesinde inşa edilerek 1914 yılında Osmanlı donanmasına teslim edilmiştir. Eni 7.4 metre, boyu 40 metre, sürati ise 15 mildi.
3 Eylül 1914 tarihinde, Çanakkale’ye gelir. Almanya’dan özel şekilde, mayın dökme gemisi olarak inşa edilmiş bu tekne, dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden, mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu.
Ancak, Osmanlı Devleti’nin mali sorunları, ona boğazı mayınlayabilmesi için gerektiği miktarda mayın bulamıyordu. Çanakkale boğazında, zaten önceden boğazı kesecek şekilde döşenmiş mayın hatları bulunmaktaydı. Ancak, düşman zırhlılarının devamlı şekilde hareketlerinin incelenmesi ile, akıllara hayret verecek bir gerçekle karşılaşılmıştı.
6 Mart gecesi, 26 mayını, karanlık limanda, kıyıla paralel olarak dökerler. Çünkü, düşman zırhlıları, boğaza gurup gurup giriyor ve görevini tamamlayan grup, ikmal yapmak için geriye dönerken, arkadaki gurupların yollarını kesmemek için, boğazın en geniş yerlerinden biri olan, Karanlık Liman’da manevra yapıyordu.
İşte, mayınlar bu manevra sahasına, kıyıya paralel ancak manevra hattına dik olarak yerleştirilecekti. Fakat, bu işin sonu her ne kadar büyük bir zaferi getirebilecek olsa da, bir o kadar da zordu.
7 Mart’ı 8 Mart’a bağlayan gece yarısı, Nusret Mayın Gemisi, demir alarak Çanakkale’den uzaklaştı. Daha önce döşenmiş mayın hatlarından geçti ve Karanlık Limana girdi. Elde kalan 26 mayın, teker teker suya bırakıldı.
Bu olaydan on gün sonra: müttefik donanması saldırıya geçmişti. Savaş tam istediği şekilde, kontrollü olarak devam etmekteydi ki, birden ikmal için geri dönen gemilerde büyük patlamalar meydana geldi.
Bunların nedeni: 7-8 Mart gecesinde dökülmüş ve bundan sonra da, gerek düşman pilotlarının fark edemediği ve gerekse 17-18 Mart gecesi mayın gemilerinin yaptığı mayın kontrolünde bulunamayan Nusret mayınlarıydı.
Muhteşem armada: üç büyük gemisini kaybetti, üç tanesi de, ağır yaralanmış şekilde, eldeki gücün üçte biri yitirildi. Nusret’in yapmış olduğu görev, tarihi değiştirmişti.
Evet, Nusret mayın gemisi, dünyanın en önemli ve en şöhretli savaş gemisidir. Tarsus Belediyesi tarafından orijinali korunarak restore edilmiş, 2003 tarihinden itibaren de Tarsus’un Mersin girişinde geniş bir anıt müzede sergilenmeye başlanmıştır. Daha çok 18 Mart 1915’te “Muhteşem Armada” olarak tanınan dünya donanmasını durdurarak bugünkü dünya coğrafyasının sınırlarını belirleyen kahramanlığıyla hatırlanmaktadır.
ANTİK CADDE (BATI CADDESİ)
1993 yılında, Tarsus merkezinde, çok katlı otopark projesi temel hafriyat çalışmaları sırasında, zemin seviyesinin 5 metre altında, ortaya çıkan antik cadde, Tarsus’un yaklaşık 2000 yıl önceki ihtişamından büyük ve sağlam bir kesit ortaya koymaktadır.
Antik çağ içinde, uzun dönem hizmet verdiği anlaşılan bu yolu, dönemin birçok ünlü isminin kullanmış olması ilginçtir. Bunların arasında: St.Paul, Cicero, Julius Casear (Augustus), Athenedoros, Nestor, Kleopatra, M.Antonius ve Hadrian.
Günümüzde: modern Tarsus’un, tam ortasında kalan antik cadde, poligonal teknikte yerleştirilen bazalt taşlarıyla, 7 metre genişliğinde ve günümüzde 68 metrelik bir kısmı ortaya çıkarılmıştır. Yolun altında 1.70 m. yükseklikte, 70 cm. genişlikte orijinal kanalizasyon sistemi ve tali kanallarla, cadde kenarlarında konglemera taştan yağmur sularını toplayan kanallar mevcuttur.
İlk bakışta göze çarpan balıksırtı formu ve hemen altındaki kanalizasyon tertibatı, mimari açıdan Anadolu’daki diğer yollardan farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, caddenin hemen doğusunda, sütunlu bir platform, batı yanındaysa caddeden sonraki bir döneme ait Roma evi bulunmaktadır. Mozaik avlulu bu ev, olasılıkla MS.4 yada 5’nci yüzyılı işaret ederken, caddenin uzun süre kullanım gördüğünü de böylelikle belgelemektedir.
ULU CAMİ (CAMİ-İ NUR)
Cami-i Nur adıyla anılan ve bulunduğu semtte de Cami-i Nur ismini veren bu cami, Tarsus merkezinde yer alan Türk-İslam sanatının önde gelen eseridir.1579 yılında Ramazanoğullarından Piri Paşanın oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılmıştır. St. Pierre Kilisesi kalıntıları üzerine yapılmıştır. Selçuk-Osmanlı üslubunda, tek şerefeli minaresi olan cami yapımında, tümüyle kesme taş kullanılmıştır.
İç avlusu: 10 m. yüksekliğinde, 7.20 m. genişliğinde olup, doğu-kuzey ve batı bölümlerini kapsayan 14 mermer sütunun taşıdığı revak vardır. Avlu, taş levhalarla kaplı olup, ortada: Memlük mimari özelliklerini taşıyan siyah-beyaz mermerlerle süslüdür.
Son cemaat yeri, doğu-batı doğrultusunda 14 adet baklava dilimli sütunların taşıdığı orijinal kiremitlerle örtülü 16 kubbeden revaklı ve 5 kapılı avlu var. Caminin iç mekan sütunları “İran Kemeri” adı verilen yarı sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Caminin minber, mihrap ve müezzin mahfili: mermerden yapılmıştır.
Caminin doğu bölümünde ayrı mekanda Hazreti Şit ve Lokman Peygamberlerin makamları ve Abbasi Halifesi olan ve Pozantı da ölen Me’mun un kabri bulunmaktadır. Caminin kuzeydoğusunda, 1895 yılında Tarsus Kaymakamı Ziya Bey tarafından yaptırılmış, sekizgen kaideli kesme taşlı “Saat Kulesi” bulunmaktadır.
SAAT KULESİ
Ulu caminin avlusunun kuzeybatısındadır. 1890 yılında, Kaymakam Ziya Bey tarafından yaptırılmıştır.
ONUR YAZITI (YENİ HAMAM)
Yeni Hamam, İlçenin Merkezinde, Ulu Caminin yanındadır. Hamamın giriş kapısı üzerindeki kitabeden “1785 yılında yapılmış olduğu belirtilmektedir. Bu kitabenin onarım sonrası konulduğu sanılmaktadır. Hamam klasik Türk hamamlarının özelliğini taşır. Hamamda: soyunma, ılıklık, sıcaklık, külhan olmak üzere, dört bölüm var. Soyunma yeri: beşik tonozla, ılıklık ve sıcaklık bölümü kubbe ile örtülüdür. Sekizgen planlı sıcaklık kısmında, dört yanda eyvanlar ve bunlar arasında halvet odaları bulunmaktadır.
Yeni hamamın duvarında bulunmakta olan yazıt, 1982 yılında yerinden çıkartılıp, şimdiki yeri olan Kleopatra Kapısının kuzeyine yerleştirilmiştir. Boyu 1.45 metre eni 0.52 metredir. Romalılar zamanında, bir heykelin kaidesi olarak kullanılmıştır. Üzerindeki yazıtın, Türkçe ye çevirisi şöyledir.”
Bu heykel, imparatorluk tapınağının koruyuculuğunu iki kez yapmak, gerek kent, gerekse Kilikya eyalet yönetiminde bazı sivil ve resmi işlerde özel sorumluluk ve yetkilere sahip olmak ve bağımsız eyalet meclisi kurmak gibi, pek çok ve seçkin ayrıcalıklarla onurlandırılmış bulunan Kilikya, İsaura ve Lycaonia eyaletlerine başkanlık eden, en büyük, en güzel ve en önde gelen başkent olarak Severus Alexander in Septimus Severus un Caracalla nın ve Handrianus un kenti, Tarsus tarafından dindar ve talihli efendimiz imparator Marcus Aurelius Severus Alexander in esenliği için dikilmiştir.”
Yazıt, Severus Alexander in imparator olduğu yıllar arasında, yani MS.222-235 yıllarına tarihlenir.
KLEOPATRA KAPISI (DENİZ KAPISI)
Cleopatra kapısı, Tarsus un girişindedir. Bizans döneminde inşa edilen kent surlarının dağ kapısı, Adana kapısı ve Deniz kapısı bulunuyor.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde, Tarsus u anlatırken, bu kapı için İskele Kapısı ismini takmıştır. Kapının yapımında Horasan harcı kullanılmıştır. Kapının kenarı, at nalı şeklinde ve yerden yüksekliği 6.17 metre derinliği ise 6.18 metredir. Tarsus un, 18.yüzyıl sonlarına kadar oldukça sağlam üç kapılı surları, 1835 yılında, Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıktırılmış ve sadece iki ayak üzerinde tek kemerli deniz kapısı kalmıştır.
Mısır’ın ünlü kraliçesi Cleopatra’nın sevgilisi Romalı General Antonius ile Tarsus da buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlü Kule de büyük bir törenle karşılanmışlar ve Deniz Kapısından şehre geldikleri söylenir. Bu nedenle, Deniz Kapısına Cleopatra Kapısı da denir.
GÖZLÜKULE
Neolotik çağda (MÖ.5000) toprak tepe üzerinde kurulmuş en eski medeniyeti yaşamasıyla, Anadolu kültürüne ışık tutan önemli yerleşim merkezlerinden biridir. İlk çağda Tarsus limanı olarak kullanılmıştır. Şehrin güneydoğusunda bugün park olarak ağaçlandırılmış, 300 m. uzunluğunda ve 22 m. yüksekliğinde bir höyüktür.
Burada, 1934-1938 ve 1947 yıllarında Hetty Goldman tarafından yapılan Arkeolojik kazılarda, Neolitik dönemden İslam dönemine kadar çeşitli yapıtlar bulunmuştur.
Neolitik döneme ait, sıva parçaları, opsidon araç ve gereçler, ok uçları, küçük mızraklar, seramikler, Kalkolitik döneme ait içerisinde ölülerin gömüldüğü küpler, testi ve çömlekler, aynı mimari tarzda yapılmış üst üste ev tabanları.
Tunç dönemine ait Tunç silahlar, mühürler, dikdörtgen planlı taş ve kerpiç evler gibi ilk mimari kalıntıları. Bu çağda kentleşme ve sınıflaşma ortaya çıkmış, kent yangından sonra surlarla çevrilmiştir. Hitit döneminde: Kuziwatna Kralı İsput Ahşu ile Hitit kralı Telepinus arasında yapılan antlaşmanın küçük bir bölümü, Gözlükule’de bu anlaşmayı yapan İsput Ahşu’nun çevresi çivi ile yazılı, ortası Hiyeroglif olan bir mührü, Hitit kralı 3.Hattuşil’in karısı Hepaya ait bir mühür, bir arazi bağışı ile ilgili çivi yazılı Hitit tableti, bir din adamını tasvir eden kristal bir heykelcik ve Boğazköy surlarına benzer bir kale kalıntısı bulunmaktadır. Gözlükule de çıkarılan eserler Adana Müzesinde sergilenmektedir.
MAKAM-I DANİYAL KABRİ/CAMİİ
Cami, İlçe merkezindeki Kubat Paşa Medresesinin, kuzeybatısındadır. Tarsus Müzesi tarafından, Makam-ı Danyal Camiinde yapılan kurtarma kazıları sonucunda, cami içinde bulunan temsili mezarın altında, rivayetlerde anlatılan bir türbe yapısına ulaşılmıştır. 1857 yılında yapılan caminin adı o dönemde yerin kutsallığına inanılmasından dolayı, Makam-ı Danyal Camii olarak adlandırılmıştır.
Cami eski ve yeni olmak üzere, iki ayrı özellik gösterir. Bugün camiye giriş 22×23 metre boyutlarındaki tek sıra sütunlu yeni yapıdan sağlanmaktadır. Caminin mihrabı: düz ve sadedir. Doğusunda Daniyal Peygamberin kabri yer almaktadır. Bu nedenle, camiye “Makam Camii” adı verilmiştir. Tarsus için önemli bir kültürel ve turizm potansiyelidir.
Söylenceye göre: Babil kralı, rüyasında İsmailoğullarından gelecek bir çocuğun, kendi tahtını sarsacağını görmesi üzerine, İsmailoğullarından doğan tüm erkek çocuklarının öldürülmesini emreder. Bu durum karşısında: Daniyal Peygamber doğunca, ailesi onu dağ başında bir mağaraya bırakır.
Mağarada, bir erkek ve bir dişi aslanın yanında büyüyen Daniyal, parmağındaki yüzük üzerindeki iki aslan arasında duran bir çocuk tasviri vardır. Bir kıtlık senesinde, Tarsus’a davet edilen Daniyal Peygamberin, Tarsus’a gelmesiyle birlikte, bolluk yaşanmıştır. Bu nedenle, Daniyal Peygamber, Babil’e geri gönderilmemiş, ölünce, Tarsus’a şimdiki Makam Camiinin bulunduğu yere gömülmüştür.
Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanların saygı gösterdiği bir peygamber olan Danyal Peygamber in yaşamıyla ilgili, az sayıdaki kaynağın aksine, sözlü anlatım fazladır. Danyal Peygamber: 2.Babil kralı Nebukadnesar (MÖ.605-562) zamanında yaşamış. Yahudileri: Babil esaretinden ilmi ve kehanetleriyle kurtarmıştır.
Bu nedenle: Danyal Peygamber, Babil’e geri gönderilmemiş, ölünce Tarsus’da şimdiki Makam Camiinin bulunduğu yere gömülmüştür. Hc.17 yılında, Hz. Ömer devrinde, Tarsus fethedilince, mezar açtırılmış, uzun boylu bir ceset bulunmuştur. Cesedin, Yahudiler tarafından çalınmaması için, Hz. Ömer’in emri üzerine, önceki yerine, gayet derince defnedilip, üzerinden de, Berdan Nehrinden gelen ufak bir çayın suyunu, kabrin üzerinden geçecek şekilde akıtıp, hiç kimsenin kabre el süremeyeceği şekilde emniyete aldırmıştır.
Nitekim caminin son tamiratı sırasında, çok derinlerde caminin arka ve alt kısmında: suyun giriş yerinde, gayet kalın ve muntazam mazgal demirleri çıkmıştır. Danyal Peygamberin cesedi, bu mazgallardan geçen suyun çok aşağısında yer almaktadır.
ESKİ CAMİ- ST.PAUL KİLİSESİ
Kentin güneyinde Cami-i Nur semtindedir. Tarsus’ta St Paul adına inşa edilen tek kilisedir. İlk olarak 1102 yılında St Paul Katedrali olarak yapıldığı söylenir.
Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 18’nci yüzyılın son çeyreğinde ve doğu batı yönünde üç sahınlı olarak inşa edilmiştir.
Roma sitilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı geniş, dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları ile dikkat çekicidir.
1415 yılında Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından onarılarak camiye çevrilmiştir. Bazı kaynaklarda Ortaçağın başlarına ait bir Ayasofya Kilisesinden söz edilir ve Papa nın elçisi Mainz Piskoposu Konrad Von Wittelsbach ın 6 Ocak 1198 yılında, burada, Ruppenlerden I. Leon u Ermeni kralı olarak tanıdığı ve taç giydirmiş olduğu anlatılır.
1704 yılında Tarsus a gelen P. Lucas da burada, bir Grek ve bir Ermeni Kiliselerinden söz ederek, Ermeni Kilisesinin Paulus un kendisi tarafından inşa edildiğini belirtir. 1851 yılında, Tarsus a gelen V. Langlois de bu kiliseyi ziyaret etmiştir. Roma sitilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı genişleyen, dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları dikkat çekicidir.
Kilisenin bahçesine: batı yönde bulunan ve cephesi oldukça süslü bir kapıdan girilir. Yapı, bu bahçe içerisinde yaklaşık 460 m. karelik bir alanı kapsamaktadır. Kesme taşlarla inşa edilen yapının dış uzun cephelerinde kör kemerler bulunmaktadır. Batıdaki ana kapıdan girilen salonun genişliği: 19.30 metre uzunluğu: 17.50 metredir. Girişin sağında ve solunda birer yarım plaster sütun ve bu sütunların hizasında salonu uç sahına (nef) ayıran, ikişerli iki sıra halinde dört serbest sütun yer alır. Kuzey ve güney duvarlarda da yine yarım sütunlar bulunmaktadır. Aslında, bu sütunlar gri renkli granit olup, antik çağ yapılarına ait olmaları muhtemeldir.
Orta salonun genişliği 12.60 m. olup üzeri tonozludur. Tavanın merkezine rastlayan bölümde, ortada Hz. İsa olmak üzere, doğuda Yohannes ve Mattaios, batıda Marcos ve Lucas ın freskleri bulunmaktadır. Yapının kuzey-batı köşesinde ise bir çan kulesi var. Yapı ve çevresi, yıl içerisinde oldukça büyük bir restorasyon görmüş, çevre düzenlemesi ve istimlak ile düzenlenmiştir.
AZİZ PAULUS
Hiristiyanlık dininde, İsa nın 12 havarisinden biridir. Yahudi kökenli bir aileden gelen Paulus yada Yahudi adı olan Saul, MS.3 yılında, Tarsus da doğmuştur. Baba mesleği olan çadır bezi dokumacılığı yapmıştır. 13 yaşına doğru hahamlıkla ilgili öğrenim görmesi için Kudüs e gönderildi. Doğduğu kent olan Tarsus a döndüğünde çifte vatandaşlık hakkını elde etti.
Yani hem Tarsus hem de Roma vatandaşı oldu. MS.34 e doğru yeniden Kudüse gitti. Hıristiyanlık dinini yaymaya ve öğrenim görmeye devam etti. Bu arada Antakya da hiristiyanlığın öncülerinden Barnabas ile hırıstiyanlık konusunda çalışmalar yapan Saul adını, Roma adı olan Paulus ile değiştirdi. MS.36 yılında hiç ummadığı bir anda, İsa ile karşılaştı. Bu karşılaşma sonrasında İsanın yolunda ilerleyeceğini açıkladı. Hıristiyan inancının temel öğelerini öğrendi.
Tarsus a döndüğünde Hıristiyanlık çalışmalarına devam etti. Ve bir Hıristiyan topluluğu kurdu. 43 yılında, Barnabas ile yeniden karşılaşan Paulus, Hıristiyanlığa inananları ziyaret için tekrar Kudus’e gitti. Barnabas ile ayrılan Paulus ikinci dinsel görevine Silas ve Timetheos adlı din adamları ile devam etti. Suriye, Kilikya, Anadolu, Efes, Kayseri, Filibe, Selanik, Pire ye gitti. Bazı söylentilere göre ise, MS.66 yılında idam edildi.
ST.PAUL KUYUSU
Tarsus İlçe merkezinde, Kızıl murat Mahallesinde Cumhuriyet Alanının yaklaşık 300 metre kadar kuzeyinde, eski Tarsus evlerinin yoğun olduğu bölgede, öteden beri St. Paul un evinin yeri olarak kabul edilen bir avluda bulunan kuyu, St. Paulus Kuyusu olarak bilinir. Bu evin bahçesinde, yakın zamana kadar yapılan küçük bir kazı çalışmasında bazı duvarlar ortaya çıkarılmıştır. St. Paulus’un Hıristiyanlık için önemine bağlı olarak, bu kalıntıların ve kuyunun çok eskiden beri kutsal sayılması, kentte yakın zamana kadar yaşayan Hıristiyan cemaatinin inancının izleri olarak yorumlanmaktadır.
Halen çevre düzenlemesi ve çevre istimlakları yapılmış olan kuyunun çapı 1.15 metredir. Ağız taşının silindir biçiminde olmasına karşın, asıl kuyu gövdesi kare biçimindedir ve dörtgen kesme taşlarla yapılmıştır. Derinliği 38 metre olan kuyunun suyu yaz-kış hiç eksilmez. Kudüs’e hacı olmak için yöreden geçen Hıristiyanlarca kutsal sayılan bu kuyu suyundan içilir.
Bunun yanı sıra, yapılan kazı çalışmalarında St. Paulus un doğduğu ev olarak tahmin edilen evin taş duvarları St. Paul Kuyusunun hemen yanında, gün ışığına çıkarılmıştır.
Günümüzde daha çok yabancı turistlerin ilgi gösterdiği alanda, yakın bir döneme ait evden geriye yaklaşık 20 metre derinliğindeki bir kuyu kalmıştır. Kısa süre önce genişletilen alanda yapılan kazı sırasında değişik dönemlere ait duvar kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.
KIRKKAŞIK BEDESTENİ
Her dönem hareketli bir ticari ve siyasi merkez olan ve kültürlerin kesişme noktasında bulunan Tarsus’un en önemli tarihi yapılarından biri de, Kırkkaşık Bedesteni’dir.
Ramazanoğulları Beyliğinden Piri Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından, 1579 yılında yaptırılmış olan Kırkkaşık Bedesteni, ilk dönemlerde imarethane (Aşevi) ve medrese olarak kullanılmışsa da, Cumhuriyetten sonra kapalı çarşı olarak işlev görmüştür. Geçmişte, Beyaz Çarşı olarak da bilinen Kırkkaşık Bedesteni, dikdörtgen plana sahiptir. Bedesten, adını, yapının dış cephesinde bulunan kaşık süslemelerinden almaktadır. Kesme taştan imal edilen binaya, batı ve doğu yönünden iki kapıdan girilebilmektedir.
İçerisinde, 21 oda bulunan yapı, 7 kubbeden oluşmaktadır. Ayrıca, içerden iki merdivenle çıkılan iki kule oda ve batı yönünden dış cephedeki iki oda ile birlikte oda sayısı 25 tir. Mülkiyeti, Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ait olan Kırkkaşık Bedesteni, Tarsus Belediyesi tarafından kiralanarak, 2004 yılında restore edilmiştir. 2005 yılında, Tarihi Kentler Birliği “Proje Yarışma Ödülü” almıştır. 2006 yılında, turizm alanında gelişme çabası içinde olan kentin hem tanıtımında hem de sosyo-ekonomik ve kültürel alanlarda katkı sağlaması hedefi doğrultusunda, bedestenin dükkanları işletmecilere kiralanmıştır.
Bedesten, 7 Mart 2007 tarihinde yapılan açılış töreni ile yeniden faaliyete geçmiştir. İçerisinde yer alan dükkan ve bürolarda, başta yöresel el sanatlarına ait seramik, ahşap, bakır, gümüş, deri, dokuma, turistik hediyelik ürünler olmak üzere, yöresel damak tatlarının sunulduğu yiyecek ve içecekler ile kent tarihini, toplumsal ve kültürel yaşamın anlatıldığı çeşitli yayınlar sergilenmekte ve satılmaktadır. Güzel bir yer, mutlaka zaman ayırın, uğrayın, gezin.
BİLAL-İ HABEŞİ MESCİDİ
İslam ordularının fethettiği yerleri dolaşan Hz. Muhammet’in müezzini, Bilal-ı Habeşi’nin ezan okuyup namaz kıldığı yerde yapılan mescittir. Ulu caminin güneybatı köşesindedir. Yapılış tarihi bilinmemekle birlikte, Osmanlı kayıtlarında 1519 yılında Bilal-i Habeşi adına kurulan bir vakfın kayıtlarının ele geçmesi, mescidin bu tarihten önce varlığına işaret etmektedir.
Ayrıca, mescit içinde bulunan kuyunun kutsal bilinmesi, 7’nci yüzyılda Tarsus’a gelen Bilal-i Habeşi’nin ardından, burada bir cami inşa edildiğini akla getirmektedir. Cami, sade bir görünüşe sahiptir. Kuzeyinde bulunan üç sütunlu son cemaat yeri ile ana mekana geçilmektedir. Son cemaat yerinin üzeri, üç oval kubbe ile örtülmüşken, ana mekanı tamburlu tek bir kubbe örtmektedir.
İbadet yerine yine sade bir portalle girilmektedir. Ayrıca, iç bölümde, girişin hemen sağında, Bilal-ı Habeşi’nin makamını temsil eden bir sanduka yer almaktadır.
ALTINDAN GEÇME (ROMA HAMAMI)
Roma imparatorluk çağından kalma, Tarsus un görkemli yapılarından olan Hamam kalıntısı, İlçe merkezinden olup, Eski Caminin 50 m. kuzeyinde yer almaktadır. Hamam kalın Horasan tabakaları, moloz taşlardan ve tuğlalardan yapılmıştır. Kalın duvarın içinde yer yer baca ve havalandırma künkleri ve duvar içinde tuğladan kör kemerler mevcuttur.
Hamamın doğusundaki duvarlar kısmen sağlam olarak kalmış ve üstünü kubbeyle örtülü olduğu yarım kalan kubbe ayaklarından anlaşılmaktadır. MS.2-3 yüzyıla ait olduğu tahmin edilen yapının kuzey ve batı bölümleri tamamen yıkılmış, güney duvarında 3.5 metre genişliğinde, 4 m. yüksekliğinde delik açılmak suretiyle, yol geçirilmiştir. Bu nedenle, buraya halk tarafından altından geçme denilmektedir.
Efsanevi Yılanlar Padişahı Şahmeran’ın, burada kesildiğine ve kanının, bu hamamın duvarlarına sıçradığına inanıldığından, “Şahmeran Hamamı” de denilmektedir.
SAĞLIKLI KÖYÜ ANTİK YOLU VE KAPISI
Sağlık Köyü, Tarsus a 15 km. uzaklıkta olup, köyün yukarı dağlık kısmında ana kaya üzerinde taş levhalarla döşeli, Roma yolu vardır. Roma yolu yüksek bir yerde olup, burada Tarsus ve civarı, sahile kadar görülebilmektedir.
Yolun genişliği, yaklaşık 3 metredir. Ve 3 kilometrelik kısmı, sağlam durumdadır. Yolun her iki tarafında bulunan korkuluk duvarı, yol boyunca devam etmektedir. Yol: kireç taşı ile döşenmiştir. Denizden yüksekliği 200 metreyi geçmeyen tepelerden itibaren, kuzeye, Toroslara uzanırken, tarihte Akdeniz’i İç Anadolu’ya bağlayan en önemli güzergah olarak bilinmiştir.
Yol, büyük olasılıkla: MS.1’nci yüzyılda yapılmış ve yaklaşık MS.4’ncü yüzyıl ortalarına kadar kullanılmıştır. Sağlam kalan bölümlerinde, dikdörtgen kireç taşı bloklar ve her iki kenarında, arabaların dışarı çıkmasını engelleyen yüksek tretuvar yapılmıştır. Hatta: topoğrafyaya uyarak, araç çıkışını kolaylaştıran kavisler ve iki arabanın karşılaşabilmesi için, daha geniş bırakılan alanlar, sağlam kalan bölümlerin ilginç notlarıdır.
Yol güzergahı üzerinde Roma ve Bizans devirlerine ait mezarlar ve yolla ilgili yazılı onarım kitabeleri bulunmaktadır. Söz konusu bu Roma yolu üzerinde, kemerli bir yapı vardır. Bu kapının zafer takı ve Kilikya sınırlarının başlangıç yeri olduğu veya sınır kapısı olarak yapıldığı tahmin edilmektedir. Tek sıra kesme taştan yapılan bu kapının genişliği 8.80 m. yüksekliği ise 5.20 metredir. Kitabesi yoktur, yapılış nedeni ve tarihi bilinmemektedir. Yakın tarihe kadar, çevresinde atılan dinamitlerle yıkılmış, mevcut taşları kullanılarak hatalı bir biçimde, yeniden örülmüştür.
DONUKTAŞ
İlçenin, Tekke Mahallesinde bulunan Donuktaş/Dönüktaş; İlçedeki anıtların en eskisi olarak bilinmektedir. Yapı özellikleri ile bir Roma mabedi olması muhtemeldir. Dar sokaklardan ulaşılan tapınak, gecekondular nedeniyle, bugün neredeyse görülmeyecek haldedir. Özellikle: kuzey ve doğu duvarlarına dayanan binalar tarafından, abluka altına alınmıştır. İlk bakışta, büyük bir kaya kütlesini andırıyor. Bölgenin en büyük mabedidir.
Kime atfedildiği tam olarak bilinmiyor. MS.2’nci yüzyılda inşasına başlandığı, ancak bitirilemediği anlaşılıyor. Sır dolu bu yapı: 18’nci yüzyıldan bu yana, birçok araştırmacının da ilgisini çekmektedir. Ancak: 1836 yılında, Fransız konsolos Gilletin dinamitle yaptığı keşif konstrüksiyonu, büyük çapta tahrip etmiştir. Seyyah V. Langlois ise, yapı için “Sardanapal’ın Mezarı” benzetmesini kullanmıştır ki, bu uzun yıllar geçerliliğini korumuştur.
Dikdörtgen şeklinde, iç içe bölümleri bulunan çok eski bir yapıdır. Bu dev kütleyi oluşturan konglomera parçaları ise yapıyı ilginç hale getiren bir başka özelliktir. Bu kalın kütlelerin, daha önce, konglomera olduğu düşünülmüşse de, İstanbul Üniversitesi Yer Bilimleri Fakültesinin örnekler üzerinde yaptıkları araştırmalarda, Roma betonu olduğu anlaşılmıştır. Büyük olasılıkla, kalıplar halinde dökülen bu beton duvarların yüksekliği, 8 metre civarında olup, yer yer görülen kireç taşı bloklarla istinat sağlanmıştır.
Gayet kalın dış duvarların boyu 115 m., yapının genişliği dıştan dışa 43 m., yüksekliği 7 m. kalınlığı 6.60 metredir.
Prof. Nezahat Baydur un yürüttüğü kazı çalışmalarından, bu yapının tapınak olduğu anlaşılmıştır.
Hollanda’nın Tarsus Konsolu Barker, 1835 yılında yazdığı “Kilikya” adlı eserinde, “Donuktaş bir kral ailesi mezarıdır. Fakat Serdanapol ın mezarı değildir. Çünkü Serdanpol Ninova da yakılmıştır.” demektedir. Donuktaş, bazı kitaplarda da Jupiter Mabedi olarak geçmektedir.
Bir efsaneye göre: Donuktaş bir hükümdarın sarayı olup Gözlükule üzerindeymiş. Hükümdar, burada kızı ile yaşarmış. Zamanın peygamberi, bu hükümdara darılarak sarayına tekme vurmuş. Saray ters dönerek yuvarlanmış ve bugün bulunduğu yere düşmüş.
KUTABPAŞA MEDRESESİ
Yakın döneme kadar, Tarsus ve çevresinde çok sayıda medrese bulunurken, bugün, bunlardan yalnızca Kubat Paşa Medresesi ayakta kalmıştır. 1970 yılında, esaslı bir restorasyonun ardından, uzun süre arkeoloji müzesi olarak kullanılmıştır. Medrese, 1550’li yıllarda, Kubat Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Açık avlulu ve tek katlı yapıya, bir portalden girilmekte ve giriş eyvanından avluya geçilmektedir. Avlunun kuzeyinde ve güneyinde hücreler bulunmaktadır. Giriş eyvanının tam karşısında ise, ana eyvan yer vardır. Her iki eyvan da birer kubbeyle kapatılmıştır. Yapının tümünde, kesme taş kullanılmış ve oldukça yalın bir görünüşe sahiptir. Kubat Paşa Medresesinin restorasyonu, Tarsus Belediyesi tarafından yapılarak, Kubat Paşa Medresesi Tarsus Belediyesi Kültür Evi ismiyle 28 Aralık 2020 tarihinde turizme açılmıştır. Günümüzde Tarsus ve çevresine ait etnoğrafik eserlerin sergilendiği yapı, hayranlık uyandıran mimarisi ile kültür-tur güzergahlarında önemli bir eser olarak dikkat çekmektedir.
TARSUS ŞELALESİ VE ROMA MEZARLARI
Tarsus ilçe merkezinin kuzeyinde, Berdan (Kydnos) Çayı üzerindedir. Toplam uzunluğu: 142 km. dir. Soğuk su anlamına gelen Berdan, aynı zamanda kentin 4 km. kuzeyinde, doğal bir güzelliği de barındırmaktadır. Bizans imparatoru Justinyen (527-565) tarafından, yatağı değiştirilirken, aslında Roma dönemi sonlarına dek kullanılmış nekropol alanında geniş ve yüksek bir çağlayana dönüştürülmüştür.
Kenti, su taşkınlarından korumak için yapılan bu çalışma sonunda, bugün yaklaşık 15 metre yükseklikteki konglomera kayalıklardan dökülen su, özellikle kış ve bahar aylarında, karların erimesiyle, en yoğun debisine ulaşmaktadır.
Bugün aynı noktada yer alan nekropoldeki basamaklı ya da rampalı oda mezarlar, oyuldukları konglomera kayaların zayıf oluşuyla, güçlü akıntılara karşı koyamayarak, büyük ölçüde tahrip olmuştur. Günümüzde, şelale ve çevresi, Tarsusluların, özellikle sıcak yaz günlerinde ilgi gösterdikleri yerlerin başında gelmektedir.
Bahar aylarında yükselen debisiyle genişleyen göleti ve çağlayanı, güneşin batışıyla birlikte muhteşem bir görüntü oluşturur. Bu özelliğinden dolayı da Araplar Kydnos’a soğuk su anlamına gelen “El-Baradan” ismini vermişlerdir. Bu isim, günümüzde, Berdan olarak gelmiştir. Aynı zamanda şifa olarak da bilinen suyun bazılarının başına istenmeyen işler açtığı bir gerçektir.
Tarihi kaynaklar; Büyük İskender’in, Kydnos’da yıkandıktan sonra, zatürre olduğu ve bir daha da iyileşemeyerek, kısa süre sonra Suriye’de öldüğüne değinir. Halife Memun’da, yine aynı akıbet sonucu, Tarsus’ta ölmüş ve Tarsus’a gömülmüştür.
Berdan nehrinin bu bölümünde nehir suyu 4-5 metrelik bir yükseklikten dökülerek, şelale meydana getirmektedir. Romalılar döneminde şelalenin bulunduğu alan, nekropol (mezarlık) olarak kullanılmıştır. Şelalenin bulunduğu alanda, konalemera yapıya sahip kayalara oyularak yapılmış mezarlar, nehrin akış yükseltisi altında ortaya çıkmasından sonra oldukça tahrip olmuş durumdadır.
JUSTİNİAUS KÖPRÜSÜ (BAÇ KÖPRÜSÜ)
Modern Tarsus kentinin doğusunda bulunan Justiniaus köprüsüne, halk tarafından eskiden şehre girişte alınan Bac Vergisinden dolayı, Bac Köprüsü denilmektedir.
Adana-Ankara karayolunun Tarsus girişinde ve kuzeyindedir. Berdan (Tarsus) Çayı üzerindeki köprü, MS.6.yüzyılda Bizans İmparatoru Justiniaus (527-566) tarafından yaptırılmıştır. Birkaç kez ve en son olarak 1978 yılında restore edilmiştir.
Eski dönemlerde köprüden geçme paralı olduğundan, bu köprüye vergi anlamına gelen Bac adı verilmiştir.
ESHAB-I KEHF (7 UYURLAR) CAMİİ
Tarsus un kuzeybatısında 14 km. uzaklıkta, Dedeler köyündedir. Encülüs dağı eteklerinde doğal bir çöküntünün mağara şeklini aldığı yaklaşık 200 metre karelik kapalı bir alandan oluşmaktadır.
Kuran-ı Kerim de, Kehf Suresinde sözü edilen bu mağara, Müslüman ve Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mağaraya, 15-20 basamak merdivenle inilir.
Eshab-ı Kehf Mağarasına ait bir efsane halk arasında anlatılır. “ Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hıristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tabernuş ve Kafeştetuyuş adında, yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden, Rum Hükümdar Dakyanus un huzuruna çıkarılırlar. Bu hükümdar, putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek, birkaç günlük zaman vermiştir. Köpekleri Kıtmır ile birlikte, bu 7 genç ölümden kurtulmak için verilen süreden yararlanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlardır.
Allah tarafından kendilerine 300 yıl süre bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider, ama elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalanan, parayı nerede bulduğunu ve oraya götürülmesini ister. O da yalnız olmadığını, 7 arkadaşıyla beraber mağarada kaldığını söyler. Onunla birlikte mağaraya gelindiğinde, yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey görmemişlerdir. Bu nedenle, burayı Yedi Uyurlar Mağarası diye de anılır.
Halk arasında, ziyaret dağı olarak bilinen dağ, konik biçimli ve topoğrafik görünümü itibarıyla doğal bir özellik arz eder. Mağara 300 metre kare büyüklüğünde, 10 m. yüksekliğindedir. Mağaranın içinde 3 tünel vardır. Eshab-ı Kehf Mağarasının yanına, Osmanlı Padişahı Abdülaziz tarafından, 1873 tarihinde bir mescit yaptırılmıştır.
ROMA YAPI KALINTISI
Tarsus ilçe merkezinde, Eski Ömerli Mahallesinde, Barbaros Hayrettin Lisesi inşaatı hafriyatı çalışmaları sırasında, zeminden 3.30 m. alt seviyede açığa çıkan, Roma döneminde yapıldığı belirlenen yapı kalıntısı dikdörtgen planlı olup, beşik tonozludur. Kesme, kalker taşından yapılma, sıvalı, doğu batı ekseninde olan koridorun uzunluğu 37.13 m., genişliği 3.30 m. dir.
Doğu-batı doğrultusunda uzanan koridorun kuzey cephesinde 8 kapı açıtı, güney cephesinde ise kazı sonucu açığa çıkarılan bir merdiven girişi, binaya girişi sağlayan ve içi temizlenen, duvarları freskli, zemini mozaikli oda ve 3 kapı açıtı bulunmaktadır. Doğu cephe de kemerli bir kapı açıtı bulunmaktadır. Roma yapısı Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı ile tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır.
TAŞKURU MAĞARASI
Tarsus’un yaklaşık 19 km kuzeybatısında bulunan Taşkuyu Mağarası: Permo-Karbonifer yaşlı mermerler ile bunları örten Miyosen yaşlı kireçtaşları dokanağından gelişmiştir. Mağaranın girişi deniz seviyesinden 214 metre yükseklikte ve bilinen toplam uzunluğu 470 metredir. Yüzeye son derece yakın bulunan mağarada sıcaklık 19.5 ile 24 derece arasındadır ve nispi nem yüzde 77-89 arasındadır.
Mağara birbirine bağlı galerilerden oluşmaktadır. Bu galerilerde sarkıt, dikit, sütun, duvar ve perde damla taşları, örtü damla taşları ve havuzların etkileyici örneklerini görmek mümkündür. Ayrıca Taşkuyu Mağarası içerisinde: ülkemiz mağaralarında nadir rastlanan egzantirikler (aykırı oluşumlar) ve mağara inceleri bulunmaktadır.
ÇAVUŞLU KÖYÜ GÖZETLEME KULESİ
Tarsus-Pozantı karayolunun 25 km. de, sağa dönülerek 7 km. stabilize yoldan sonra Çavuşlu Köyü mevkiindeki gözetleme kulesine ulaşılır. Vadiye hakim bir tepe üzerinde bulunan ve ortaçağda inşa edilen gözetleme kulesi, dörtgen planlı, duvarları kesme taştan yapılmıştır. İki katlı olan yapının orta kat ahşap kiriş yerleri görülmektedir.
GÜLEK KALESİ
Tarsus ilçesine bağlı Gülek Beldesinin kuzeydoğusunda, yüksek kayalık dağ üzerindedir. Gülek Boğazına hakim olan kale, oldukça düzgün taşlardan özenle yapılmıştır. Kalenin surları, savunmaya zayıf noktalardan köşeli ve yuvarlak kulelerle takviye edilmiştir. Kaleye giriş, kemerli abidevi bir kapıdandır. Kale, oldukça tahrip olmuş durumdadır.
SARIŞIH HANI
Sarılşıh Hanı, Tarsus İlçesi, Çukurbağ Köyü, Sarışıh Mahallesi yerleşim alanının batısında bulunmaktadır. Han, doğu-batı eksenli olup, tahminen 30 m. uzunluğunda, 12 m. genişliğinde ve 5-6 metre yüksekliğindedir. Dikdörtgen planlı han, küçük kesme taşlardan Horasan harcı ile yapılmıştır.
Güney cephede, yuvarlak tonozlu giriş koridoru bulunmaktadır. Hanın içi yuvarlak tonozludur. Tonozun üstü dıştan beton ile doldurulmuştur. Yapının muhtemelen beylikler döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Hanın yanında bir de çeşme bulunmaktadır.
ÇAMLI YAYLA
Tarsus’a 63 km. , Adana’ya 110 km. ve Mersin’e ise 87 km. uzaklıktadır. Toroslar’ın üzerinde olup, denizden yüksekliği: 1150 metredir. Çam ve ladin ağaçlarıyla bezenmiş olan yaylada, kışları soğuk ve yazları ise serin geçer. Çamlıyayla’nın içinde: Hapkapan ve Kaleardı isimli iki dere bulunmaktadır. Çamlıyayla, özellikle sıcak yaz aylarında, ovada yaşayan şehir halkının dinlendikleri sakin ve huzurlu bir ortamdır.
İlçenin ilk yerleşimi, yöreye hakim bir tepe üzerinde yükselen Namrun Kalesidir. Hitit ve Asur çağlarında, İlibru olarak da bilinen kale; Haçlıların, Anadolu Selçuklularının, Kilikya Ermeni Krallığının ve daha sonra da Karamanoğulları Beyliğinin ve Osmanlı devletinin yönetimine girmiştir. 1854 yılından sonra başlayan Osmanlı-Mısır savaşları sırasında; bir süre Mısır egemenliğinde kalan yerleşim, 19 ncu yüzyılın ikinci yarısından sonra, nahiye merkezi, 1991 yılında İlçe olmuştur.
Külpet dağının eteğinde kurulu ve denizden yüksekliği: 1430 metre olan Çamlıyayla, İçel İlinin en büyük ve en eski yaylalarından biridir. 2000 m. den sonra ormanların bittiği yerlerde görülmeye değer, irili ufaklı 10 krater gölden, özellikle Çini Göl kenarında, dağcılar için kamp yapmaya uygun alanlar bulunmaktadır. Çamlıyayla İlçesi ile Toros dağları arasında yer alan 10 km. uzaklıktaki Çatak, 30 km. uzaklıktaki Sadiye ve Saybaşı mevkileri, Aralık-Haziran ayları arasında, karlı olup, buralarda kayak yapılabilir. Yörükler, yaz mevsiminde, burayı yayla olarak kullanmaktadırlar.
Değerli gezgin/araştırmacı Orhan MERAL ,Tarsusla ilgili tarihi ve turistik yazılarınız sizi kutlarım. Ama mutfak kültürü yazınız çok kısa olmuş.Tarsus’un antik dönemde Çukurova’nın başkenti olduğunu, aynı zamanda Çukurova Mutfak kültürünün merkezi olduğunu biliyormuydunuz ?
KADİR ŞEN – iÇ MİMAR / ARAŞTIRMACI
-İSTANBUL
ben orkun benlioğlu ben sadece tarsusun sahil yolunun açılmasını ve turizim bölgesi olmasını istiyorum