Eskişehir Sivrihisar Pessinus

Eskişehir Sivrihisar Pessinus: 17 Mayıs 2019 tarihinde, Pessius denilen ve bir zamanların ihtişamlı şehrinin kalıntılarını görmeye gittim.

Yorumlarımı ve buranın son durumunu, yazının sonunda yazdım. Lütfen yazıyı baştan sona okuyun ve en son bölümdeki en yeni eklentilerimi görün.

ULAŞIM

Sivrihisar; Ankara’ya 153 km. ve Eskişehir’e ise 97 km. uzaklıktadır. Ankara-Eskişehir-Afyonkarahisar kara yolunun tam kesişim noktasında, 16 km. içeride.  Buraya yaklaştığınızda; çok uzaklardan, ufuktaki güneş dağının silüetini görmeniz mümkün.

GENEL

Eskişehir Sivrihisar Pessinus; İlçe; Güneş dağına ait bir tepenin eteklerinde kurulmuş. Ünlü kral yolunun üzerinde bulunması nedeniyle, antik dönemde, önemli bir ticaret merkezi olmuş. Ama; o zamanlar yerleşim yeri, burada değil, daha güneyde, şehrinde imiş.

PESSİNUS ŞEHRİ

Eskişehir Sivrihisar Pessinus: Bu antik kent kalıntıları; halen yerleşim yeri olan İlçenin 16 km. güneyinde. Ankara-Eskişehir kara yolundan ayrıldıktan sonra, tabelalar yardımı ile buraya ulaşmak mümkün. Yani: tanıtıcı tabelalar yeterli sayıda. Yani, ulaşımda sorun yok, zaten yol da kötü değil. Ana yoldan saptıktan sonra, yaklaşık 13 km. gittikten sonra ki, yol pek kötü değil, en azından asfalt, Pessinus şehrinin bulunduğu yere ulaşıyorsunuz.

Bir vadi üzerinde. Bugün, bu antik kalıntıların hemen yanında ve hatta büyük bölümünün üstünde, bir köy görülüyor. Ballıhisar köyü. Ama, en ilginç olanı: ben buraya gittiğimde, saat 12 idi ve tamamen ıssız bir köy ile karşılaştım. Saatlerce, köy sokaklarında hiçbir canlı varlık göremedim. İnanın, köy yerinde genellikle bulunan köpekler bile yoktu. Niye bunları yazıyorum, çünkü, herhangi bir şey soracak, bir bardak su isteyecek bir canlı görememek garip. Yani, bir anlamda, köy terkedilmiş gibi.

Öte yandan, neden buranın Sit alanı ilan edilmediğini anlamak mümkün değil. Veya Sit alanı ilan edildi ise, bu köyün burana ne işi var. Köyün birçok evinin yapı veya bahçe duvarlarında, antik döneme ait taşlar kullanılmış. Bunları rahatlıkla görebiliyor ve turizm adına üzülüyorsunuz.

Neden bu bir zamanların muhteşem şehrinin kalıntıları üzerine, böyle bir köy yerleşimine izin verilir. Veya bırakın izin vermeyi, niye sonradan buranın kamulaştırması yapılmaz, kamulaştırın, köyü taşıyın birkaç kilometre uzağa ne fark edecek, inanın hiç bir şey fark etmez. Çünkü, bu köyün burada olmasının hiçbir anlamı yok, çevrede birçok köy var, hepsi bir antik şehir üzerine kurulmamış ki, burası niye.

Köyün içinde gezerken, orta bölümde bir küçük bölüm var. Burada: antik döneme ait taşları rahatlıkla görebiliyorsunuz, çok az kısmı toprağın üstünde ve büyük kısmı ve hatta belirsiz kısmı toprağın hemen altında. Bu tür büyük taş blokları birçok yerde görülüyor. Ama en ilgimi çeken ne oldu biliyor musunuz?

Eskişehir Sivrihisar Pessinus: Köyün hemen ortasında, birkaç tabela var. Bu tabelalarda: Kazı evi olarak belirtilen bölüm. Kazı evine doğru gidiyorum. Kapısında kötü bir tabela ve “Melbourne Üniversitesi Kazı Ekibi” yazısı görülüyor. İnanılır gibi değil, taaaa Avustralya denilen ülkeden gelip, Pessinus antik kentimizi kazıyorlar, yok mu ülkemde arkeolog desem, kesin denilecek ki, bu tür sponsorlu kazılar her yerde var.

Evet, bu kazı evini görünce bir şeyler, bir bilgi alabileceğim kişiler bulurum ümidi ile yaklaşıyorum, ama ne mümkün. Bahçesinde birçok tarihi kalıntı bulunan bu kazı evinde, hiç kimsecikler yok, yalnızca bir levha, bahçeye girmek yasaktır. Çünkü, bahçede birçok kalıntı bulunuyor.

Ama insan yok, bilgi alabilecek ne bir kazı ekibinden insan ne de köyden bir insan yok. Çok ilginç. İnsan olmadığı gibi, bölgeyi tanıtıcı, ziyaretçinin gezmesini sağlayabilecek bir tabela, yol gösterici veya tanıtıcı bir tabela da yok. Sanki: buraya kimsenin gelmesi istenmiyor.

Çünkü giderseniz, inanın gezebilmeniz, ortaya çıkarılmış kalıntıları görebilmeniz mümkün değil. Kazı alanı diye bir kötü tabelayı rastlantı sonucu görüyorum ve oraya yöneliyorum ve biraz sonra, özel aracım ile giremeyeceğim darlıkta bir yerle karşılaşıyor ve geri dönmek zorunda kalıyorum.

Neyse; sonuç olarak, ben size, buranın tarihi süreçteki öneminden söz etmek istiyorum ki, gerçekten bir zamanlar, burada muhteşem ihtişamlı bir şehir bulunuyormuş.

Antik kentin kuruluşu, Frig kralı Midas zamanına kadar gidiyor. Ancak; burada görülen ana tanrıça Kybele kültürünün, Anadolu’da çok daha eskilere gittiği, yani Hititlilere kadar gittiği bilinen bir gerçek. Bu nedenle; Frigyalılardan önceki dönemlerde, Hititliler döneminde de, burada bir yerleşim olduğu tahmin ediliyor. Evet, kent uzun süre, Bergama krallarının egemenliği altında kalır. MÖ.25 yılında ise, kentte Roma egemenliği görülür.

Eskişehir Sivrihisar Pessinus: Antik kral yolu burada geçer. Bunun sonucu olarak, özellikle ticarette büyük gelişmeler yaşanır. Özellikle, son dönemde, yani Romalılar döneminde, kentte çok büyük gelişmeler yaşanır. Bunun sonucu olarak, kent, kendi adına para bile bastırır. Birçok mimari yapı yapılır.

Şehrin içinden geçen su kanalı mermerler ile onartılır. İki yanı heykellerle süslenir. Hatta; şehrin iç kısmındaki kanal, tamamen mermer döşenerek, içine, merdivenle inilen bir havuz havasına bürünür. Günümüzde bu kanalın izlerini görebiliyorsunuz. Kanalı oluşturan kenar bölümlerdeki taşların veya mermerlerin küçük kısmı toprak üstünde görülebiliyor, kim bilir toprak altında neler var.

Takip eden, Bizans döneminde ise; eski yapılar sökülür, basit iskan malzemesi olarak kullanılır. Muhteşem sanat eserleri kırılarak, temellere, yapı malzemesi sağlanır.

Evet, tarihi süreç içinde; bu yaşananlar, elbette her antik kentte yaşanabilecek ve olabilecek hususlar. Ama; antik dönemlerde, buraya has bir özellik çok daha ön plana çıkıyor. Burada; Kybele ve Attis adına dini ayinler düzenleniyor ve bu özellik ön plana çıkarak, buraya birçok insan akıyor. İsterseniz, Kybele ve Attis hakkında, bunların ortaya çıkışı ve özellikleri hakkında, biraz bilgi vereyim.

Kybele; ana tanrıçadır. Anadolu’da yaşamış birçok toplum, onu değişik isimler altında, ana tanrıça olarak kabul etmişler ve tapınmışlar. Kybele ismi, Fransızcadan gelmekte olup, Türkçe ismi; Sibel olarak geçer. Anadolu’da ele geçen heykellerinin bir kısmının başında; kuleye benzer, yüksek bir taç vardır.

Bu taç; onun, kentlerin ve tarımsal ürünlerin tek egemeni olduğunu gösterir. Aynı zamanda, genç kızların da koruyucusudur. Yontularında hep, dolgun bir kadın gibi yapılır, çünkü her an doğurmaya hazır olarak düşünülmektedir.

Eskişehir Sivrihisar Pessinus; onun adına tapınaklar yaparlar ve törenler, ayinler düzenlerler.

Evet; kentin, antik dönemdeki yaşamı ile ilgili bilgileri aktarmaya devam ediyorum. Kent; Bergama krallığı döneminde, rahipler tarafından yönetilir. Gerek Frigler ve gerekse onlardan sonra gelen Galatların bölgeye egemen oldukları dönemlerde bile, burası yine rahipler tarafından yönetilen, sanki bugünün Vatikan’ı gibi, dinsel bir devlet statüsündedir. Yani, yönetim olarak bağımsız bir kent, rahipler devleti. Daha doğrusu, rahip kenti.

Burada, önemli bir geliri bulunan ve ana tanrıça Kybele adına yapılmış büyük bir tapınak bulunmaktadır. Mimari stil olarak, MS.1 nci yüzyıla tarihleniyor. Bu tapınağın: dar kenarında 6 ve uzun kenarında 11 sütun bulunur. Yani: tapınağın çevresi, sütunlarla çevrilidir.

Tapınağın hemen yanında ise, antik yunan tiyatrosunda seyircilerin oturdukları kısım gibi bir yapı, burada da var. Bu nedenle, buranın tapınak-tiyatro olduğu varsayılmış. Tiyatrodan günümüze hiçbir şey kalmamış olması da yorumları etkiliyor. Yalnızca, yaslandığı yamaç üzerinde bir kısım kalıntı kalmış. Bütün parçaları sökülerek, yeni yapılan inşaatlar için, malzeme olarak kullanılmış.

Amasyalı coğrafyacı Strabon, burası hakkında şunları söyler: ” kent, dünyanın o kısmındaki en büyük ticaret merkezi. Büyük saygı gören tanrılar anasına dikilmiş tapınak burada. Ona; “Agdistis” diyorlar. Eski devirde, rahipler aynı zamanda hükümdardı ve rahiplerin sağladığı nimetleri, onlar biçiyorlardı.

Eskişehir Sivrihisar Pessinus: Fakat, şimdi, ticaret merkezi hala ayakta olduğu halde, rahiplerin yetkileri çok azalmış. Kutsal bölge, kutsal yere yakışacak şekilde; bir tapınak ve beyaz mermerlerden yapılmış çatısı sütunlarla taşınan, önü açık sundurma eklenmiş. Romalılar, Kybele’nin kehaneti doğrultusunda, oradaki tanrıçanın yontusunu almak üzere girişimde bulunarak, tapınağı ünlü kılmışlar.”

Bu tapınakta, birçok rahip yanında, iki rahip yönetici olarak ön plana çıkıyor. Biri; tanrıçanın sevgilisi Attis adını taşıyor. Diğeri ise, yabancı olması gerekiyor. (yani Galatlı) Her iki rahibin ortak noktası ise, Attis anısına, hadım olmaları.

Her yıl; 22 Mart tarihinde, bu rahiplerin önderliğinde, antik kentte 3 gün 3 gece süren ayin ve şenlikler düzenleniyor. Bu ayinin temel felsefesi ise şöyle:
Ana tanrıça, kent yakınlarında koyunlarını otlatmakta olan, Attis adında, çok güzel bir delikanlıya aşık olur. Kybele; kendi tapınağının bakımını, bu Frig’yalı gence emanet eder.

Ama, bir koşulu vardır. Attis, tanrıçaya, bakir kalma sözü verir ve bu sözünden asla dönmeyecektir. Derken, zamanla, Attis, tanrıçaya verdiği sözü unutur ve bir ölümlüye aşık olur. Düğün zamanı gelir, tören sırasında, konuklar arasına tanrıça Kybele de katılır.

Ama, Attis tanrıçayı görür ve verdiği sözü hatırlar, derin bir vicdan azabı duyar ve bu bunalım sonucu erkeklik organını keser ve ölür. Ama; tanrıça, Attis’in sevgilisine acır ve onu bir çam ağacına dönüştürür. Bu arada; ana tanrıça Kybele, Attis’i hep yaşatmak adına, çam ağacını hep canlı tutmaktadır.

Yani; biliyorsunuz ki, çam ağacı, hiçbir mevsimde yapraklarını dökmez, hep yeşil kalır. Evet; antik dönemde, her yıl, 22 Mart tarihinde, Attis’in dirilişi, yaşatılması şenlikleri düzenlenir.

Bu ayinde; tanrıça, gökten düştüğüne inanılan, şekilsiz, kaya bir taşla temsil edilir. Ortada bir çam ağacı, çevresinde rahip adayları toplanır. Töreni yöneten rahip ve tapınağın diğer rahipleri; Frigyalı çalgıcılar tarafından çalınan coşturucu müzikle dans etmeye başlar.

Bunlar; saçları dağınık, kadın gibi giyinmiş ve kadın davranışları içinde, yas işareti olarak göğüslerine vuran, çam kozalaklarıyla ( çam kozalakları Attis’i simgelemektedir) kan çıkıncaya kadar vücutlarını yaralarlar.

Baş rahip ise; kolunu ve omuzunu bıçakla keser, süslü kırbacı ile vücudunu yırtar, kan damlalarını çam ağacının üzerine serper.

Gerek bu müzik ve gerekse kontsantrasyon ile kendinden geçen rahipler, izleyici rahip adayları üzerinde, büyük etki kurarlar. Dans ederken, toprak anadan güç almak adına, ara sıra da elleriyle yere dokunurlar. Çalgıcılar iyice coşar, rahipler ile halk iyice kendini yaralar, hırpalar.

Derken, kendilerinden geçen izleyicilerden bir kısmı; bazen ortaya çıkar ve daha önce hazırlanarak yerlere bırakılmış taş bıçakları kaparlar ve kendilerini hadım ederler. Böylece: ana tanrıça ile birleştiklerini değerlendirler.

Daha sonra ise, özgürlüğün simgesi olan, Frigya başlığı giymeye hak kazanırlar. Bunlara; “gall” ismi verilir.

Efsanenin bu bölümü elbette hoş değil. Ama, ismi üstünde efsane. Evet, devam ediyoruz. Kesilen parçalar, bezlere sarılıp, büyük bir saygıyla, tanrıçaya ayrılan yer altı hücresine, toprak tabana gömülür. Bunun, toprağın verimini arttıracağına inanılır.

Cinsel organları kesilen kişiler ise, rahip olurlar. Evet: insanların kendilerine veya çevrelerine zarar vermeleri asla hoş ve onaylanacak bir davranış değil. Ama; ben burada ayrıntılı ve kişisel yoruma girmek istemiyorum. Bu anlatılanlar; ne kadar saçma gelse de, bir zamanlar yaşanmış olaylar.

Evet: 25 Mart tarihinde, Attis, mezarda geçirdiği son geceden sonra, birdenbire, büyük rahibin ışıkları yaktırmasıyla dirilir. Bu sırada; çocuklar ve beyaz giysi giymiş genç kızlar, dans ederler, sevinç son haddine varır.

Artık, yas giysileri giyilmez. Herkes, kendine, aklına estiği gibi bir kişilik yaratır. Hatta, kendisine, hayvan maskesi takanlar ve buna göre davrananlar olur ve bunlar, kalabalık içinde kaynaşırlar. Yılda bir kez de olsa, insanlar tarafından, en kötü kompleksleri ortaya dökülür.

Evet; ana tanrıça Kybele’nin manevi gücü, zamanla Romalıların dikkatini çeker. Hatta, ona sahiplenmek isterler. Gerçekten, tapınaktaki tanrıçayı simgeleyen taş; Romalıların Kartacalılar karşısında yenilgiye uğraması sonucu; Sibil Kehanet Kitabında yazılı olduğu üzere” İtalya, bir istilaya uğradığında, düşmanı yenmek için İda anasını, Pessinos’tan Roma’ya getirmek gerekir ” şeklindeki bir kehanet nedeniyle; MÖ.205 yılında; Roma Senatosunun devreye girmesiyle, Bergama kralı I. Attolos’un yardımıyla, yerinden alınarak, Roma’ya taşınmıştır.

Ama nasıl taşınma? Gemi Roma’ya varırken, Tiber nehri üzerinde, karaya oturur. Bütün uğraşlara rağmen kurtarılamaz. O sırada, tanrıçadan bir ses yükselir. Ancak, ” kirletilmemiş eller sokabilecektir kendisini kente ”

Bunu duyan; Cladia Quinto adındaki bir genç kız, belindeki kemeri çözer ve gemiye bağlar, çeke çeke gemiyi Roma’ya getirir. Bu kız, iftiraya uğramış bir vesta rahibesidir. Koca gemiyi tek başına çekerek de suçsuzluğunu kanıtlamış olur. Evet: ana tanrıça, sonunda Roma’ya ulaşır.

Palatinus tepesine yerleştirilir. 12 yıl sonra ise, burada, kendisi için bir tapınak yaptırılır. Ayrıca; Roma’da her yıl bir Frigyalı kadın ve erkek rahip, tanrıçayı kentte gezdirerek, bağış toplarlar. Sonraki fasıla bilinmiyor. Ama, bilinen şu ki, Romalılar Kartacalıları yenerler ve tarih sahnesinden silerler.

Artık, bu sonuçta tanrıçanın etkisi varmı yokmu bilinmez? Bu arada; ana tanrıça kültü Roma’ya taşınınca, Pessios kutsal alanına yapılan ziyaretler bir süre devam eder. Ancak; zamanla kentin önemi yok olmaya başlar. MS.800 yıllarına rastlayan bu devirden sonra, bölgede, Justiniapolis (Sivrihisar) öne çıkar ve bölgede üstünlüğü ele geçirir.

Evet, buranın değişik bir hikayesi var. Antik dönemde, çok önemli bir dini merkezmiş. Günümüzde ise, Ballıhisar köyünün hayvanlarının otladığı ve gezindiği bir mesire yeri. Tezek kokusu yoğun. Yazının başında belirttiğim gibi: tek bir canlı göremiyorsunuz. Ballıhisar köylüleri neden burada otururlar, ikamet ederler pek anlamlı değil, yani, buranın kamulaştırılıp, köyün birkaç kilometre öteye taşınması çok zor olmasa gerek.

Ama ülkemde tarihi yerlere taş gözüyle bakıldıkça, sanırım bura ne kadar önemli olursa olsun, önemi anlaşılamaz. Hani bir zamanlar, tarihi kalıntıları Avrupa aristokratlarına hediye eden Padişahlar olması gayet normaldi, günümüzde ise, bu durum “ilgisizlik” ile kendisini gösteriyor.

Sonuç olarak: size anlatmak istediğim hikayeleri okuduğunuzda, inanıyorum ki, bir zamanların uzun süre yerleşim görmüş bu muhteşem şehrinin kalıntılarını görmek isteyeceksiniz. Özellikle, Ankara’nın hemen yakınında bulunması ve ulaşım sorunu bulunmaması büyük kolaylık.

Ancak: buraya giderseniz, yukarıda sözünü ettiğim eserlerin, kalıntıların hiçbirini göremeden geri döneceksiniz. Çünkü: ne bir bilen, ne bir tabela, ne bir açıklayıcı düzen kurulmamış. Özellikle: Frigler döneminde, büyük bir dini merkez olarak kabul edilip, insanlar tarafından ziyaret edilen bu şehir kalıntıları: maalesef hakkettiği önemi ve değeri bulamamış.

Bence: şu an için buraya gitmeyin, görebileceğiniz hiçbir şey yok. Sadece sinir bozukluğu ile geri dönersiniz. Aynen benim yaşadığım gibi.

Sivrihisar tanıtımı.

Eskişehir tanıtımı.

Polatlı tanıtımı.

Bolu Yedigöller

Bolu Yedigöller

 

Yedigöller’e, özel aracınız ile, iki şekilde gitmeniz mümkün. Geliş yönünüz: Ankara veya İstanbul üzerinden gelirken aşağıda belirteceğim noktalarda, otoyoldan çıkmanız gerek.

Tercih sizin, sonuçta iki yolda birbirinin benzeri. Yalnız, özellikle kışın gelmek isterseniz, Bolu içinden ayrılan yol kapalı, kesinlikle bunu tercih etmeyin, öbür yoldan gitmeniz gerek. Çünkü: Bolu içinden ayrılan yol, yüksek rakım nedeniyle daha fazla kar yağışı alıyor ve uzun süre kar nedeniyle kapalı kalıyormuş. Ben; baharda, Bolu içinden giden yolu kullandım.

Bolu Yedigöller

Evet devam ediyorum


Bu yollardan birincisi: Ankara-İstanbul otoyolunda, Yeniçağ’da otoyoldan çıkmanız gerek. Yeniçağ’dan çıktıktan sonra, Bolu-Gerede yoluna gireceksiniz ve 19’ncu km.de “Yedigöller” tabelasını görünce, buradan sapacaksınız. Bu dönüşten sonra, yol, stabilize ve toprak. Yani, tam bir rezalet mi demeli felaket mi demeli bilmiyorum.

Altı yere yakın araç ile sakın gitmeyin. Nispeten yerden yüksek bir araç ile gitmeniz şart. Aksi halde; yolun sıkıntılarını sürücü veya yolcu olarak zaten yaşayacaksınız, altınızdaki araba da, size ilave sıkıntı yaratmasın. Yani: toz yuta yuta gidiyorsunuz. Bu sıkıntılı yol, muhtemelen 3-4 saat sürüyor.

İkinci alternatif yol ise; Bolu şehir içinden, otoyolda çıkmanız gerekiyor. Bolu ilinde, otoyoldan çıktıktan sonra, şehir içinde, kuzeyde, ayrılan bir yol ile Yedigöller istikametine dönüyorsunuz. Bu yol uzunluğu: 42 km. Ama yol sıkıntılı olduğundan, bu yolu yaklaşık 3-4 saat civarında alıyorsunuz.

Tabii, sinirlenip, o kötü yolda hız yaparsanız, 3 saat da olabiliyor. Yol önceleri asfalt ama daha sonra virajlı ve stabilize. Aynı zamanda dar, karşıdan kamyon gelmesin diye sürekli tedirgin oluyorsunuz. Yolun bir tarafı dağ, diğer tarafı yamaç. Bir süre orman içinde gidiliyor. Hani, diğer yol kötü demiştim ya, bununda ondan pek farkı yok.

Sonuçta Yedigöller’e ulaşım problemli.

Bir zamanlar, Bolu Valisine, “niye ulaşım için doğru dürüst bir yol yaptırılmıyor? ” diye sormuştum. Aldığım cevap: ” Buraya yol yaptırmak sorun değil, ama düzgün bir yol yapılırsa, burası da Abant gibi olur, insanlar yoğunlaşır, kirlilik artar, bu güzellik elden çıkar” demişti. Bilmiyorum, bu cevap içinde, hem mantık, hem de anlaşılmaz bir tutum var. Mantık var, söylenenler doğru. Anlaşılmaz tutum ise, bu ülkenin bir insanı olarak, ülkemin güzellikleri görmenin en doğal hakkım olduğunu düşünüyorum.

Ama, biliyorsunuz, bir sorun varsa tedbir alarak onu çözümlemek yerine, kapat gitsin. Sorunu çözmek gerekir, insanları bilinçlendirmek, insanların çöplerini, kirliliklerini bulundukları yere bırakıp gitmemeleri için, onların eğitilmesin gerekir diye düşünmemek elde değil. Yoksa; buraya kimse gelmesin, temiz kalır demek çözüm mü?

Neyse, biraz sıkıntıya katlanın, çünkü, oraya varınca sizi bir cennet bekliyor. Muhteşem keyif alacağınız bir yer. Buna inanın ve sıkıntıya katlanın. Yeter ki, altınızdaki aracınız, bu yolu gitmeye uygun olsun. Veya size daha gerçekçi bir öneri sunmak istiyorum. Buraya kendi aracınız ile değil de, herhangi bir seyahat firmasının, tur organizasyonu ile gidin, rahat edin.

Bolu Yedigöller

GENEL


Yedigöller havzası, kayan kütlelerin, vadiler ve akarsuların önünü kapatması sonucu oluşmuş. Yüzeysel ve yeraltı suları ile, bu göller birbirine bağlı. İsimleri: Sazlıgöl, İncegöl, Küçükgöl, Deringöl, Büyükgöl, Kurugöl, Seringöl.

Yöre: 1965 yılında, Milli Park Statüsüne alınmış. 2900 hektarlık bir alan. Yeşil denizinin ortasında, yedi tane mavi ada. Kuzeyden, güneye doğru, 1500 m. lik bir aralan sıralanmış, yedi tane göl. Kademeli vadide yer alan bu göllerin bazılarının arasında küçük çağlayanlar göreceksiniz.


Seyir terasları ve göl kıyılarındaki tahta iskeleler de, muhteşem.


Milli park içinde; kayın, meşe, gürgen, kızılçam, karaçam, sarıçam, köknar, ıhlamur ve benzeri birçok ağaç görmek mümkün. Toplam 238 farklı bitki türü varmış. Ülkemizin en güzel karışık doğal ormanı burada. Bölge, doğanın yarattığı bir Arboretum (canlı ağaç müzesi) görünümlü. Ayrıca, zamanı geldiğinde, gölün yüzeyindeki Nilüfer’ler bambaşka güzellik katıyor.

Buranın en ilginç özelliği: burada mevcut ağaçların aralarından sızan gün ve güneş ışığının, yarattığı renk armonisi. Ayrıca, bu görüntüler, göl kıyısında, göl yüzeyine yansıyarak, çok güzel görüntüler oluşturuyor. Sonbahar ve kış mevsiminde, ağaçların rengi turuncu ve kızıl arasında dolaşırken, bu renk armonisi doğaya bambaşka bir güzellik yansıtıyor. Zaten, bu görüntüleri ve renk çeşitliliğini başkaca bir yerde görmek mümkün değil. Kendinizi cennette hissedeceksiniz.


İnsanlar, Yedigöller’e ne için geliyorlar? Dinlenmez, gezi, piknik amaçlı olarak geliyorlar. Bunun yanında, botanikçiler ve fotoğraf meraklıları da buraya geliyor.
Evet, Yedigöller’i ziyaret etmek için en uygun tarih?

Nisan ve Mayıs aylarında. Yanınıza, mutlaka kalın giysilerinizi ve uygun (altı kaymayan) ayakkabılarınızı almanız şart. Özellikle, burada ve yakın çevresinde, hiç bir alışveriş merkezi olmadığını unutmayın. Yani; yanınıza, her türlü ihtiyaç duyacağınız şeyi almanız şart. Ayrıca; burada cep telefonu da çekmiyor. Yani, yakınlarınız sizi aradığında bulamayacaklar.

Bolu Yedigöller

YEDİGÖLLER EFSANESİ


Burada malum yedi tane göl var. Şöyle ki; ” Zamanın birinde, buraya 7 tane evli çift gelir ve farklı yerlere yerleşirler. Bunlardan, en büyük yaşı olan çift, büyük gölün bulunduğu yere yerleşir. Yaşı en küçük olan çift, küçük gölün bulunduğu yere yerleşir. Sazlı gölün bulunduğu yerdeki çiftin damadı, sürekli saz çalmaktadır. Nazlı gölün bulunduğu yerdeki çiftin gelini ise, çok nazlıdır. Bu çiftlere, buraya yerleştikten bir zaman sonra burada bu göller oluşur. Evet, lütfen mantık aramayın. Sonuçta, efsane bunlar.

ALABALIK


Buradaki göllerde, muhteşem lezzeti olan alabalık bulmak mümkün. Ama, balıkçıların, Abant’tan getirdikleri alabalık türü, buranın doğal alabalığının yumurtalarını yiyerek, yok olma noktasına getirmiş. Bunun yanında, 1969 yılında, milli parkın kuruluşu ile, burada ülkemizin ilk alabalık üretim istasyonu da kurulmuş. Hala, faaliyetlerini sürdürüyor.

Çevresinde, yüksek tellerle çevrili bir göl. Burada, alabalık satın alma şansınız var. Mangalda güzel bir alabalık ziyafeti için, mutlaka buradan alabalık satın alın. Ama, hayır ben alabalık tutmak ve kendi tuttuğum alabalıkları yemek istiyorum derseniz, o da mümkün.

Ücreti karşılığı, göllerde alabalık tutabiliyorsunuz. Yeter ki, olta takımınız ve birazcık yem olarak ekmek içi olsun. Tabii, biraz da sabır gerekli. Evet, Yedigöller’de, olta balıkçılığı, balık tutmak mümkün. Ücretini ödeyin, görevliler zaten sürekli dolaşıyorlar.

Bolu Yedigöller

PİKNİK-YEDİGÖLLERDE NE YENİR


Milli park alanı içinde, pikniğe gelenler için tahta masalar ve ocaklar var. Yiyecek ve içeceklerinizi mutlaka beraberinizde getirin. Aksi halde, burada yalnızca alabalık satın alabilirsiniz. Veya, amatör balıkçılık yeteneğiniz varsa, göllerden tutacağınız balıkları mangalda pişirme şansınız olacak.

NE SATIN ALINIR


Yol kıyısında, yolda ilerlerken, yörenin insanları çeşitli şeyler satıyorlar. Özellikle, alıç almanızı öneririm. Napolyon kirazı büyüklüğünde, iplere dizilerek satılıyor. Beyaz renkli bu meyveyi mutlaka tadın. Meyveleri kokulu ve lezzetli. C vitaminince zengin. Dokularında elma asidi var. İdrar söktürücü olduğu söyleniyor.

KONAKLAMA

Bungalov evler rezervasyon           374-2178086

GEZİ PARKURU

Evet, bir şekilde ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra Yedigöller’e vardınız. Önce küçük bir kulübe sizi karşılıyor. Giriş ücretli. Kişi sayısı ve araç büyüklüğüne göre, giriş bileti almanız gerekiyor.

Arazi düzleşince, Orman Bölge Müdürlüğünün konaklama tesisini göreceksiniz. Hemen yanında idare binası. Orman Bakanlığına ait bu tesiste: 40 yatak var. Bungalov tipi evlerde var. Sınırlı kapasitedeki bu tesiste kalabilmek için önceden rezervasyon yaptırmanız şart. Ankara da Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğünün ilgili birimine rezervasyon için telefon açmanız gerekli.

Tabii, öncelik kendi personellerin de olmak üzere, boş yer kalırsa, ücreti karşılığı rezervasyon yapıyorlar. Ama, bu tesiste, yemek yok. Yemek yapmak için gerekli düzen (ocak vs.) var. Yani, yemek malzemenizi yanınızda getirmeniz şart. Hatta, yanınızda çarşaf bile götürmenizi öneririm.

Bu misafirhaneden yararlanmayı düşünmez iseniz, burada çadır kurmanız mümkün. Çadırlı kamping alanı var. Ama, özellikle hangi mevsimde giderseniz gidin, geceleri serin.

Yanınıza, gerekli kıyafetleri almanız şart, yoksa üşürsünüz. Tabii, bu arada, gerekli yiyecek maddelerini de almanız şart. Daha önce söylediğimi gibi, burada alışveriş yapabileceğiniz hiçbir yer yok.

Evet, gezmeye devam edelim.

Ön tarafta, hemen girişte otopark var. Aracınızı burada bırakın. Konaklama yerinin önünde, göl isimleri ve yerlerini gösteren pano var. Bu panoya paralel olarak ilerlediğinizde, araçların park edildiği alandan sonra, tesisin hemen yanında, iç içe girmiş iki göl göreceksiniz.

Muhteşem görüntü ve kuş sesleri, sizi hemen büyüleyecek ve yolda çektiğiniz sıkıntıları unutacaksınız. Uzun boylu ağaçlar arasından gün ışığı yansıyor. Göl; ilginç akustik yaratıyor. Konuşmalar, çevredeki kuşların seslerine karışıyor. Ekolu ve farklı olarak duyuluyor. Göl yüzeyinin bir bölümü yeşil bitki örtüsüyle örtülü. Gölün uzak kıyısı ise, yosunlu bitkiler, bodur çalılarla kaplı.

Yedigöller’de, herkesin gidebileceği oldukça kolay yürüyüş parkurları var. Parkuru tamamen gezmek, yaklaşık 2-3 saat alabiliyor. Evet, gezi parkurunda yürümeye devam edin. Bu gölden sonra, daha büyük bir göl göreceksiniz. Ama, ikisinin arasında, küçük boyutlu şelalelerin yarattığı güzellik, etkileyici. Bu bölüm: piknik masaları ile, piknik yapmaya gelenler için düzenlenmiş.

Burada, göl kıyısında, bir de ağaç seyir terası var. Burası; Yedigöller’in en keyifli bakış açısına sahip yeri. Göl yüzeyine baktığınızda, suya vuran farklı renklerdeki göl yüzeyi göreceksiniz.

KAPANKAYA MEVKİİ VE ANIT ÇAM AĞACI


Yaklaşık 900 m. yüksekliğinde bir yer. Tabelaları takip ederek gidebilirsiniz. Tırmanma ve inme zor. Tercih sizin. Ama kendinize güveniyorsanız, mutlaka gidin ve görün. Oldukça dik bir yamaca tırmanmak gerek. Aşağı yukarı 15-20 dakika zaman alıyor. Bu tırmanıştan sonra, tepeye Kapanyaka Mevkiine ulaşıyorsunuz.

Buradan, tüm milli park alanını ve Yedigöller’den, aynı anda üç-dört tanesini görebileceksiniz. Yalnız, dikkat, bu yamaçtan inerken, çıkıştan daha tehlikeli bir durum oluşuyor. Ayakkabılarınızın, mutlaka altı kaymayan cins olması gerek. Aşağı indikten sonra, tabelaları takip ederek, anıt çam bölümüne gidin.

Ana yoldan ayrılan dik bir patikada 30-40 m. ilerledikten sonra, karşınıza çıkıyor. Son derece sağlıklı. Büyüklüğü 30 m. den fazla. Çapı ise; 2 m. civarında. Bu dev karaçam ağacının 550-600 yaşında olduğu söyleniyor. Düşünebiliyor musunuz, İstanbul fetih edildiğinde, bu çam ağacı bir fidan imiş. Kabuklarının rengi de, diğer karaçam kabuklarına nazaran farklı, gri ve beyaz.

BÜYÜK GÖL


Çam ve kızılçamların yoğun olduğu bir göl. Yüz ölçümü 24 bin metre kare. Yedi gölün en büyüğü. Gölün kıyısında: Milli Parklar Müdürlüğünün idare binası ve misafirhanesi var. Bu gölün sonunda: aşıklar köprüsü olarak adlandırılan bir yer. Yedigöller’in simgesi bu köprüyü mutlaka görün.

SERİNGÖL


Burada alabalık yetiştiriliyor. Malum, alabalık soğuk suyu sever. Yedigöller alabalık üretim istasyonu burada. Gölün çevresi: yüksek kafes telleri ile örtülmüş. Seringöl’ün hemen arkasında, ücreti karşılığı alabalık satın alabiliyorsunuz.

GEYİK ÜRETME ÇİFTLİĞİ


Burası Milli Park olmadan önce, geyik sürüleri varmış. Tabii, zamanla bu sürüler bitmiş ve buradaki geyik nesli yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Bunun üzerine, geyikler koruma altına alınmış. Tabelaları takip ederek, burayı ziyaret edebilirsiniz. Özellikle, çocukların ilgisini çeken bir yer.

Evet; Yedigöller böyle. Ulaşım zor, ama hayatınızda bir kez de olsa, mutlaka gidin ve bu doğal cenneti görün. Burada sizi: sessizlik, sakinlik, kuş sesleri, muhteşem bir orman, yeşilin her tonu, su yüzeyine çok güzel görüntülerin yansıdığı göller, merakınız varsa alabalık, tertemiz ve bol oksijenli bir hava bekliyor.

 

Fas Ulaşım

Fas Ulaşım

 

 

 

 

 

Fas Ulaşım: Yolculuğa çıkmadan önce; çantanızı hazırlarken; aman dikkat, hava durumuna kanıp, yanınıza kalın giysiler alın.

Çünkü; Fas’ın iklimi, ileride anlatacağım gibi orijinal. Üşümemek istiyorsanız, çantanıza mutlaka birkaç parça kalın giysi koymayı sakın ama sakın ihmal etmeyin.

Gidiş yolculuğu:

İstanbul-Casablanca arası uçak yolculuğu; yaklaşık 4.5 saat. Yani; İstanbul-Fas arası uçak yolculuğu: 4.5 saat sürüyor. Fas Kraliyet Havayollarını tercih ederseniz, biraz hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Çünkü; uçağın sefer öncesi tam olarak temizlendiğini sanmıyorum. Ayrıca; görevli personel ve servis yeterli değildi.

Özellikle: hani Fas’a ulaşmadan, uçakta Fas yemek kültürünü tanıma imkanı olacağı hakkındaki yazılar, sanırım yanıltıcı. Çünkü: giderken, uçakta yalnızca bir kez yiyecek servisi yapıldı. Ama; ikram edilen yiyecekler, asla Fas yemek kültürünü yansıtacak düzeyde ve kalitede değildi. Yol boyunca, başkaca bir kez çay/kahve servisi yapıldı ve daha sonra herhangi bir ikramda bulunulmadı.

Ayrıca; televizyon/dvd seyretme imkanı yok (çünkü Arapça ve Fransızca ve ekran sayısı az ve uzak).

Dolayısı ile; sıkıcı bir yolculuk. Uçakta size bir form verilecek. Malum; ülkeye vizesiz giriliyor. Ama: girişte bir form doldurmanız isteniyor. Bu form; havaalanına indiğinizde zaman kazanmanız açısından, uçaktan inmeden önce doldurulmalı. Formu doldurmanız için: ülkede kalacağınız adres veya adreslerin bilinmesi gerek.

Yani: hangi otelde kalacağınızı bildirmenizi istiyorlar. Bu formun diğer önemli bir noktası da şu: girişte, pasaport polisi tarafından bu forma ve pasaportunuza, beş rakam ve iki harften oluşan bir numara basılıyor.

Bu numara; Fas’ta bulunduğunuz sürede, size ait bir kimlik numarası gibi. Bundan sonra, bu ülkeye gelişlerinizde de, bu numara kullanılacak. Casablanca havaalanı güzel, modern yapılı ve anlaşılabilir düzende. Ama; dikkat, uygulamaları, ülkemize veya birçok başka ülkeye benzemiyor.

Havaalanında, sürekli kontrolden geçiriliyorsunuz. Alana indiğinizde: önce pasaport kontrolü, bu kontrolde, uçakta doldurduğunuz giriş formunu görevli alacak, sonra yine kontrol, sonra bagajlarınızı alıyorsunuz ve bu sefer bagajlar ile birlikte kontrol. Yani; sanırım biraz aşırılık durumu var.

Bu arada: tabii ki ülkemiz ile Fas arasında saat farkı var. Kışın; Fas bizden, 2 saat ileride. Bunun sonucunda; Fas’a ulaştığınızda, biyolojik vücut saatiniz oraya alışmakta çok kısa bir süre etkileniyor. Ama; bu saat farkı özellikle dönüşte çok etkin. Çünkü; oradan uçağa saat: 10 da bindiğinizde, 4 saat uçuş ve 2 saat zaman farkı sonucu, Türkiye’ye ulaşım saatiniz: 16 oluyor. Bu durum; İstanbul’dan başka şehirlere ulaşım için bilet almanız gerektiğinde önem kazanıyor.

Dönüş yolculuğu:

Evet; dönüş. Dönüş için havaalanına gittiğinizde, ayrı bir sürpriz sizi bekliyor. Muhteşem bir yağmur yağıyor ve havaalanı binası kapı önünde, yüzlerce kişi kuyrukta. Binaya giriş için; bagaj kontrolü var, ama niye bina dışında veya binanın ön cephesinin üstünün kapatılması düşünülmemiş, insanlar yağmur altında ve kimsenin umuru değil.

Yağmurun altında; homurdana homurdana beklenecek. Sonra; içeri giriyorsunuz, check-in işlemleri ve sonra yine kontrol, çıkış kaydı (dikkat: çıkış kaydı için yine gelirken uçakta doldurduğunuz formun aynısını doldurmak zorundasınız, check-in işleminden hemen sonra, bu formun bulunduğu bankolara gidin ve formu doldurun), ülkeden çıkış işlemi sırasında bu formu pasaportunuz ile birlikte görevliye veriyorsunuz, işlem bitince free-shop mağazalarının bulunduğu bölüme geçiyorsunuz.

Burada; yine çok dikkat edilmesi gereken bir husus var.

Fas para birimi olan Dirhem, uluslararası geçerliliği olan bir para birimi değil. Bu nedenle; buraya kadar, yanınızda dirhem kaldı ise (kalmaması için ya dengeli para bozdurun yada elinizde kalan dirhemleri, sizi alana getiren otobüs şöförüne bağışlayın) rehberiniz tarafından, burada bir banka şubesinin bulunduğu ve 24 saat açık olduğu bildirilmesine rağmen, boş yere açık bir banka şubesi aramayın, yok.

Dirhemleri, bu mağazalarda kullanma şansınız da yok, çünkü Euro geçerli. Dolayısı ile; dirhemleri bu saatten sonra, yalnızca hatıra olarak saklama şansınız kalıyor. Free Shop bölümü; rehberiniz tarafından; büyük ve güzel olmamakla bildirilmiş olsa da; bir hayli mağaza var, zaman ayırıp gezebilirsiniz. Alışveriş mi? Bizim ülkemizdekiler elbette daha ucuz, sonuçta aynı mal. Tercih sizin.

Evet; uçak yolculuğu, dönüş de de pek keyifli değil. Uçuş süresi daha kısa.

Evet Fas Ulaşım devam ediyoruz. Dönüş yaklaşık: 4 saat civarında. Malum, dünyanın dönüşü istikametinde hareket edildiğinde, uçak yolculukları nispeten biraz daha kısa kalıyor. Servis yine, tam olarak yeterli değildi. Yani; uçağa binerken, süre uzun olduğu için, aç kalma ihtimalinize karşı önlem almanızda bence yarar var.

Çünkü; yemek seçme şansınız dahi yok. Ne verirlerse, onu yeme durumundasınız. Uçaktaki tek rahatlık, pilotların Calablanca havaalanına iniş ve kalkışlarındaki ustalıkları. Kabin personelinin yetersizlik ve ilgisizliklerini unutmanız için, pilotların iniş ve kalkıştaki ustalıklarını düşünebilirsiniz.

Sonuç olarak; yol uzun, yolculuk sıkıcı. Dikkat, mutlaka zaman geçirmek için önleminizi almalısınız. Ne gibi? Örneğin; giderken yanınıza birkaç gazete alabilir, dönüş için ise, kitap bulundurabilirsiniz.

Veya; uyuyabilme alışkanlığınız varsa, uyursunuz. Bu arada; Kraliyet Havayollarının güzel bir yönünü de belirtmeden geçmek istemiyorum. Evet; havayollarının en büyük handikap yani rötar, bizim seferlerimizde, gerek giderken ve gerekse dönerken olmadı. Güzel bir olay. İyi yolculuklar.