İstanbul Yedikule

yedikule.genel.1
İstanbul Yedikule

Fatih ilçesine bağlı bir mahalledir. Kocamustafapaşa ve Kazlıçeşme arasındadır.

Yedikule semti, gerek Osmanlı dönemi ve gerekse Cumhuriyet döneminde, İstanbul şehrinin merkeze en uzak bölgesiydi. Bu yüzden, burada birçok fabrika yapılmıştır. Bunlar arasında: şeker, cam, çikolata, metal ev eşyası ve ayakkabı fabrikaları sayılabilir.

Ayrıca: şehre doğal gaz dağıtımı yapılan gazhane tesisleri de buradaydı. Tesislerin dışında ise, tarım yapılırdı. Sur çevresinde yürütülen tarım faaliyetleri, günümüzde bitmiştir.

Ancak bir zamanlar: buradaki bostanlarda yetiştirilen “marul” çok ünlüymüş ve Yedikule Lisesinin “marul günü” varmış.

altın kapı.0
İstanbul Yedikule Altınkapı

Altınkapı ve Yedi kulenin oluşumu

Toplam uzunluğu 22 km olan Bizans surlarının en görkemli kapısı, Konstantinopolis-Roma yolu (Via Egnetia) başlangıç noktası olan bu noktada: 388 yılında İmparator I. Theodosius döneminde ; kazanılan bir zaferin anısına, 8 metre yüksekliğinde bir “Zafer Takı” yapılmıştır.

388 yılında, İmparator I. Teodosius: Bizans tahtını ele geçirmek için isyan eden Klemens Maxim’i, Adriyatik kıyılarında yakalamış ve öldürmüştü.

Yani bir anlamda, boş bir arazide kendi başına duran bir zafer takıdır. Bizanslılar buraya “Porto Aurea” yani “Güzel kapı” ismini vermişlerdir.

Alman arkeolog Hans Litzmann burayı “antik devrin en önemli mimari abidelerinden birisi” olarak değerlendirmiştir.

Zafer takının kendine özgü bir cephe mimarisi vardır ve cephesi tamamıyla Marmara adası mermerleriyle kaplanmıştır.

Bu mermerler: 1.90 metre eninde, 0.37 metre yüksekliğinde ve 0.95 metre kalınlığında çok muntazam şekilde yontulmuş ve cilalanmış mermer bloklarıdır ve bloklar harç kullanılmadan üst üste oturtularak zafer takı yapılmıştır.

Zafer takımın iç ve dış tarafında ise kitabeler bulunur. Üç gözlü kapının ortasındaki büyük yuvarlak kemerin dış yüzünde Latince bir kitabe bulunmaktadır.

Bu kitabeyi Fransız araştırmacı Charles de Cange: 17’nci yüzyılda yerinde bulunduğunu ve üzerinde şu metnin yazılı olduğunu belirtmiştir. “Avea Saecla Gerit Ouit Portam Constrvit Auro” yani “Kapıyı altın olarak yaptıran altın bir devir yarattı”

Kapının iç tarafındaki kitabede ise: “Haec Loca Thevdosivs Decorat Post Fata Tyranni” yani “Tiranı yok ettikten sonra Thodosius burayı süsledi”

Günümüzde: bu kitabelerin tutturulduğu kenetlerin oyukları, duvarlarda görülebilmektedir.

Zafer takı: 19.40 metre yüksekliktedir ve bu kapının iki yanında, ileriye doğru 16.87 metrelik çıkıntı yapan, kare planlı iki kule bulunur.

Bu kulelere “pilon” denmektedir. Kare planlı plonlar da aynı şekilde mermerden yapılmış olup kapıya göre 17.5 metrelik bir çıkıntı yapmaktadır. Pilonların dıştan genişliği 65 metre ve yüksekliği 20 metredir. Kapının cephe süslemeleri altın yaldızlıydı.

Günümüz deki surların batıya bakan bölümünde (Genç Osman ve Cephanelik kulesi) iki büyük mermer kule arasında bulunan 3 kapıdan, ortadaki kapı: İmparator ve çok önemli şahıslar tarafından kullanılıyordu.

İmparator şehre gelen diğer ülkelerin kral ve maiyetini, burada görkemli törenlerle karşılardı.

Bu görkemi yansıtması açısından kapının üzerinde: Herkül heykeli ve Prometenin işkencesini tasvir eden heykeller, Büyük Teodosius’un heykelleri, büyük bir haç ve bir zaferi temsil eden kabartmalar bulunuyordu.

Kuzey kulesinin köşesinde görülen kartal kabartması haricinde, günümüze ulaşan başka bir heykel veya kabartma yoktur. Çünkü heykeller İsavriyalı Leon zamanında, depremde yıkılmıştır.

Haç ise, Justinyen zamanında bir fırtına yüzünden yıkılmıştır. I. Teodosius’un oğlu imparator olduğunda ise, kapıya kendi heykelini koydurmuştur.

Sefer dönüşlerinde İmparator ve ziyaretçi önemli konuklar, orta kapıdan şehre giriş yaparlardı. Ardından, kırmızı halılar serilmiş Triumphalis yolunu kullanırlardı.

Triumphalis yolu: sur içinde, Altınkapıya doğru uzanan ve sağ ve solunda top mermileri bulunan yoldur.

Altınkapının iki yanında bulunan yüksek kulelerin üstündeki mermer platformlarda: imparator ve şehrin ileri gelenlerini karşılamak için müzisyenler bulunurdu.

Altınkapının yan taraflarında bulunan kapılar ise, halk tarafından giriş ve çıkışta kullanılıyordu.

Altınkapıyı daha doğrusu Zafer takını yaptıran İmparator Theodosius’dan sonra, tahta geçen oğlu İmparator II. Theodosius ve ardından İmparator VI. Kantakuzenos, burada 4 tane yüksek gözetleme kulesinden oluşan bir kale yaptırır ve bunu kara surları ve zafer takı ile birleşir ve burası bir kapı olur.

İmparator VI. Kantakuzenos, zafer takının ortasındaki geçidin yüksekliğini 4 metreye indirir. Daha sonra bu geçidi kapattırır. Ardandan, yan geçitler de kapatılınca, bunların yerine küçük bir kapı açılır ve bu kapıya “Altınkapı” ismi verilir.

Çünkü kapı ve kemerleri altın yaldızlarla süslüdür. Kapının girişi günümüzde Yedikule mezarlığının içinde, otların arasında kalmıştır.

Yani bu kapının ihtişamını görmek için mutlaka mezarlık yönünden kapıya bakmanızı öneriyorum.

1261 yılında Mihail Palailogos, şehri Latinlerden kurtarınca, beyaz atı ile Altınkapıdan geçerek şehre girmiştir.

Latinleri şehirden kovan General Alexios Strategopulos şehre Silivrikapı’dan girmiş, İmparator ise buradaki kapıdan girmiştir. Yani, Altınkapı’dan sadece imparatorun geçtiği anlaşılmaktadır.

Bizans döneminde: konum olarak şehrin nispeten dışında olması nedeniyle: 868 yılında arasına yer açılarak, bu mermer kuleler zindan olarak kullanılmaya başlanır.

Fetihten sonra: Fatih Sultan Mehmet de: burada mevcut yapıya, iç taraftan üç kule daha ekletir. Altınkapının kemerli geçitleri duvar örülerek kapatılır. Ortadaki kemerli büyük kapının ve sağ taraftaki küçük kapı, tamamen duvarla örülür.

Diğer küçük kapı ise, demir parmaklıklı kapı olarak açık bırakılır. Bu kapıdan geçilerek Küçük Altınkapı’nın bulunduğu yere girilebilmektedir.

Küçük Altınkapı denilen yer de, Osmanlılar zamanında tamamen örülmüştür. Sultan II. Mahmut döneminde, 1838 yılında Küçük Altınkapı yeniden açılmış, kapının üstüne Padişahın tuğrası konulmuştur.

Ancak bu kapının iki yanında, duvar yüzeylerine; daha eski bir yapıdan çıkarılan antik döneme ait tanrı ve tanrıçaları gösteren kabartmaların bulunduğu 12 adet mermer levha yerleştirilmiştir. Bunların sanatsal değeri çok yüksektir.

1625 yılında İngiltere elçisi Thomas Roe, bu levhalardan bir kısmını söktürerek ülkesine götürmek istemiş, ancak halkın ve kale muhafızlarının müdahalesiyle levhalar yerde bırakılmak durumunda kalınmıştır. Ancak ne yazık ki bunlar sonrasında toplanmamış ve dağılarak kaybolmuştur.

Bazı parçaların, bir takım Batı müzelerinde ve özel koleksiyonlarda bulunduğu bilinmektedir. 1927 yılında, yapılan kazılarda bu levhaların bir kısmı toprak altında bulunmuştur.

Hisardaki diğer kulelerin üstünü, koni şeklindeki kurşun levhalarla örterek daha da korunaklı hale getirir. Burayı, surlarla çevrili, yıldız şeklinde bir garnizona çevirir ve toplam kule sayısı yedi olur.

O dönemde burada İstanbul Subaşısı Karıştıran Mustafa Bey idaresinde, bir kale muhafızı, altı subay, elli asker ve bunlara ait evler ve depolar bulunuyordu. Kaleyi koruyanlara Dizdar deniyordu. Dizdarlar sürekli olarak koruyacakları kalede kalıyorlardı.

Dizdarların gereksiz yere, kaleden 100 adımdan fazla uzaklaşmaları yasaktı. Kale muhafızı Ağanın evi, halen günümüzde görülen sahne platformunun altındaydı.

Avludaki küçük mescit, 1887 yılına kadar ayakta kalmayı başarmıştı. 1754 yılındaki depremde, kulelerden dört tanesi yıkılır ve ardından tekrar yapılır. 1766 yılında ise, depremde yine kulelerin üçü yıkılır. Altınkapı, ilk restoratör kadınlardan olan Cahide Taner tarafından restore edilmiştir.

yedikule hisarları.1
İstanbul Yedikule Zindanları
yedikule zindanları.1
İstanbul Yedikule Zindanları
yedikule zindanları.kanlı kuyu.1
İstanbul Yedikule Zindanları

YEDİKULE ZİNDANLARI

Yedikule zindanlarını anlatmadan önce, buraya ait bir efsaneden söz etmek istiyorum. Burası zindan olarak kullanılmaya başlandığında, buraya önemli bir pagan esir düşer. Fakat pagan olduğunu kimse bilmez. Üst düzey bir devlet görevlisi olduğu düşünülür. Pagana işkenceler yapılır, ancak pagan acıya kendini eğitmiş olduğundan hiç tepki vermez.

Bunun üzerine pagan yeni işkence türleri bulunarak bildiği her şeyi itiraf etmesi beklenir. Artık daha fazla dayanamayan pagan, ölmeden önce antik Latinceye benzeyen bir dilde bir şeyler söyler ve ölür.

Cesedi hızlı bir şekilde eriyip gidince, paganın lanet okuduğu anlaşılır. Lanete göre: burada işkence gören insanların ruhları, zindanın duvarlarına hapsolmuştur. Yedikule Zindanlarında hapsolan her ruh, Mesih dünyaya gelince serbest kalacaktır. Bu yüzden, zindanlardan bazen Latinceye benzer bir dilde söylenen sözler ve çığlıklar duyulduğu söylenmektedir.

Yukarıdan bakıldığında “Beş köşeli bir yıldızı andıran” burası: fetihten sonra 1789 yılına kadar “Hapishane” olarak kullanılır. Aynı zamanda, devlet hazinesi ve silahlar da burada saklanır. Osmanlı döneminde, ilk olarak Hazine-i Hümayun (Osmanlı hazinesinin muhafaza edildiği yer) olarak kullanılmıştır.

Padişahın gözünden düşen kişiler: burada idam edilir ve kesik başları, girişteki “Kanlı kuyu” ya atılırdı. 1474 yılında, kapalı çarşı ve Mısır çarşısı arasındaki yokuşa ismini veren “Mahmut Paşa” burada idam edilmiştir. Mayıs 1622 tarihinde Genç Osman burada katledilmiştir. 1700’lü yılların ilk çeyreğinde yapılan bir gravürde: hisarın orta avlusunun yoğun yapılarla kaplı olduğu, burada büyükçe bir mahalle oluştuğu görülmektedir. Varlığı bilinen bu mahalle, muhtemelen 1782 yılında meydana gelen yangın esnasında yanarak yok olmuştur.

19’ncu yüzyılda, İstanbul’un planını çizen Melling’in çizimlerinde de görüleceği gibi, hisarın içi büyük oranda boştur. 18’nci yüzyıl ortalarında İstanbul’da bulunan Joseph Grelot, burada bulunan tutuklu Hıristiyanların dışarıdan ibadet için rahip getirebildiklerini, küçük bir mabette ayin yaptıklarını bildirir.

Varlığı bilinen küçük şapelden, günümüze bir iz kalmamıştır. Yedikule, ilk defa Sultan II. Mahmut tarafından zindan olmaktan kurtarıldı. Sultan Abdülmecit döneminde; 1851 yılında Sultanahmet’teki Aslanhanenin aslanlarının barındığı, saray aslanlarının eğitildiği ve barındırıldığı hayvanat bahçesi oldu.

Ardından, Davutpaşa kışlasındaki süvarilerin hayvanlarının ot ve arpa ambarı olarak kullanıldı. 1871 yılında: Hisar’ın orta avlusunda, Midhat Paşa tarafından 1896 yılına kadar faaliyet gösterecek olan Kız Sanat Okulu “İnas Sanayi Mektebi” açılmıştır. 1874 yılında Fişekhane olarak kullanılmıştır. 1883 yılında sebze bahçesi olarak kullanılmak üzere, Bektaşi dervişlerinden Mersul Baba’ya verildi.

1968 yılından sonra ise, burası İstanbul Hisarlar Müzesi Müdürlüğüne bağlanmıştır. Kulelerin isimleri: 1’nci kule: Genç Osman kulesi, 2’nci kule: Cephanelik kulesi, 3’ncü kule: III. Ahmet kulesi, 4’ncu kule: Hazine kulesi, 5’nci kule: Bayrak kulesi, 6’ncı kule: Zindan kulesi, 7’ncu kule: Top kulesidir.

ZİNDAN KULELERİ

Çivili kazan

Altınkapı’nın hemen önünde, küflenmiş kocaman bir kazan görülür. Bizans döneminde işkence yapmakta kullanılan kazanın içi, mıhlar, çiviler ve kazıklarla doludur. İdamlık mahkumlar: kulenin içinden en üst kata çıkarılır ve ateşin üstünde kaynatılan bu kazana atılırmış.

Yüksekten kızgın kazana atılan mahkumlar, çivi ve kazıkların etkisiyle ölmezlerse, kaynak su dolu kazanda haşlanarak can verirlermiş.

Kitabeler Kulesi-Büyükelçiler Kulesi

Zindan olarak kullanılan iki kuleden biridir. Asıl zindan olarak kullanılan kule burasıdır. Mahkumlar tarafından zindan girişinin sağına ve soluna kazılan kitabeler sebebiyle “Kitabeler kulesi” olarak bilinir. Yükseklik 25.5 metredir.

Hisarın bu kulesi, asilzadelere ayrılmıştır. Soylular, vezirler, krallar, prensler ve elçiler bu kulede hapsedilirdi. Bu yüzden “Asilzadeler Zindanı” denir. Burada kalan bazı mahkumların tutsaklıkları, padişahtan aldıkları izinle, kale içinde bulunan evlerde sürmüştür.

Giriş kısmındaki listede, burada yatanların isimleri, neden burada oldukları ve akıbetleri yazılıdır. Grekçe yazılmış bu yazılar, günümüzde de çok net olarak görülmektedir.

Kulenin duvarlarında yabancı ülkelerden gelip, Sultanı kızdıran ve hapse atılan mahkumların yazdıkları görülür. Bu yazıların arasında: Napolyon savaşları sırasında mahkum olan ve anılarını yazdığı kitapta toplayan Fransız Francois Pouqueville’de vardır.

1461 yılında fethedilen Trabzon Rum İmparatorluğunun son imparatoru Davit Kommenos ve oğulları, 1463 yılında burada idam edilmiştir.

1611 yılında İran Şahı Abbas: Nasuh Paşa Antlaşması ile vermek zorunda olduğu 200 deve yükü ipeği göndermemişti. Osmanlı devleti, bir elçi ve İncili Mustafa Çavuşu: İran Şahının yanına gönderdi. Fakat, Şah Abbas, antlaşmaya uymayacağını söyledi ve bunun üzerine ordu sefere çıktı. İran elçisi de Yedikule de hapsedildi. Öküz Mehmet Paşa, 1615 tarihinde İran üzerine sefere çıktı.

Sultan İbrahim’in tahta çıkmasının ardından, 1641 yılında İran Şahı Safi bir elçi gönderir. Bu elçi, 1641 yılının Haziran ayında, yanında kıymetli hediyelerle İstanbul’a gelir ve elçi, Yedikule’de hapis bulunan İranlıları affettirerek beraberinde İran’a götürür.

Yine, Yedikule zindanlarıyla ilgili bir olayı anlatmak istiyorum. Sultan I. Ahmet döneminde, Kırım hanlığı için, aileler arasında çatışmalar çıkar. Ancak başarılı olamayan Mehmet Giray: Sadrazam Nasuh Paşa tarafından İstanbul’a getirtilir. Kendisine Vefa semtinde bir konak verilir, masrafları karşılanır.

Sultan I. Ahmet Edirne’den av için yola çıktığında Mehmet Giray’ı da yanına alır. Padişah bir ceylanı kovalamaya başladığında, durumdan haberi olmayan Mehmet Giray, bir okla ceylanı vurur. Padişahın bu olaya canı sıkılır.

Çevresinde bulunanlar: Mehmet Giray tarafından atılan okun padişahı vurabileceğini söylerler ve olayı büyütürler. Bunun üzerine, Sultan I. Ahmet, Mehmet Giray’ı Yedikule zindanına hapsettirir. Mehmet Giray, Sultan I. Ahmet ölünceye kadar 5 yıl hapis kalır. Sonrasında ise kendi adamlarının yardımıyla zindandan kaçar.

Bu kaçış olayı da şu şekilde gelişir. Mehmet Girayın adamları bir gün kendisine getirdikleri yemeğin içine ip koyarlar ve Mehmet Giray bu ipi kullanarak kaçar. Ancak, Bulgaristan’da yakalanarak yeniden Yedikule zindanlarına hapsedilir ve sonra Rodos’a gönderilir.

Prut antlaşması sonrasında Baltacı Mehmet Paşa, imzaladığı antlaşmanın hükümlerinin yerine getirilmesi için, Rus ordusundan çok sayıda subayı rehin olarak almıştı ve burada hapsedildiler.

1710 yılında Çar hükumetinin İstanbul sefiri Tolestoy ve sonrasında Rus elçisi Obreskov burada kalmışlardır. Ruslar antlaşmaya uymamakla sadece bu kişileri feda etmiş oldular. Çarlık ailesinden rehineler alınmış olsaydı, Rusların anlaşmaya uyacakları düşünülmüştür.

Buğdan voyvodası Mişel Rakoviça ve 1711 yılında İstanbul’a gelen bazı Rus elçileri burada hapsedilmiştir.

1789 yılında Fransa maslahatgüzarı burada hapis kalmıştır.

Ancak hapsedilen bu yabancı misafirlere, hiçbir şekilde şiddet gösterilmez ve yiyecek ve içecekleri kusursuz sağlanırdı. Bu muazzam zindanın son esiri Rofino isimli bir Fransız’dır ve burada tam 3 yıl tutuklu kalmıştır. Ancak hiç kimse katledilsin katledilmesin burada bir yıldan fazla tutuklu kalmamıştır.

Zindan kulesinin zemin girişinde, 16 ve 17’nci yüzyıllarda vatanlarından uzak bu zindanlarda esir olarak kalan Macar esirlere ilişkin, aileleri tarafından, yakın geçmişte buraya yerleştirilen mermer bir anı plaketi görülür.

Yılanlı kuyu, bu kulenin içindedir. Günümüzde ağzı kapalıdır.

Kitabeler kulesinin içine girildiğinde soğuk ve ürkütücü hava hemen hissedilir. Kulenin üstü bir camla örtülmüştür. Eskiden, kule içinde 6 kat bulunuyordu. Ancak zaman içinde ahşap tabanlar yangınlar sonucu yanarak yok olduğu için, günümüzde sadece tabanların dayandığı yerlerin izleri görülmektedir.

Alt taraftan, kule boşluğuna bakıldığında, 25 metre kadar yüksekliği olan ve 10 metre çaplı, heybetli bir silindir boru şeklinde görülür. Kuleye, merdivenlerle çıkıldığında, duvarlarda, yabancı tutukluların burada kaldıkları yıllar içinde, kendi dillerinde yazdıkları yazılar görülür. Kulenin üst bölümlerinde: gezmeye gelenler için yapılan dar balkonlar vardır. Bu balkonlara girebilenlerin görebilecekleri bu yazıların hangi ortamda, ne kadar süre içinde yazıldığı ve yazanların akıbetleri bilinmiyor.

kanlı kuyu.2
İstanbul Yedikule Genç Osman Kulesi ve Kanlı Kuyu

Genç Osman kulesi ve Kanlı kuyu

Diğer zindan kulesi ise, hemen karşı tarafta bulunan ve “Genç Osman kulesi” olarak isimlendirilen kuledir. Altınkapı’nın denize bakan kısmına (güneyi) bitişik olan bu kule, Genç Osman’ın burada idam edilmesi nedeniyle “Genç Osman kulesi” olarak biliniyor. En korkunç kule burasıdır. Halen görüntüsü çok ürkütücüdür ve tam anlamıyla bir işkence ve ölüm kulesidir.

Genç Osman’ın katledilmesi

20 Mayıs 1622 tarihinde, çıkan bir ayaklanmada, Sultan II. Osman’ın yerine I. Mustafa, tekrar padişah olur. Gelişmeler üzerine, II. Osman, Ağa kapısına gider ve yeniçeri ağası “Sultan Osman kapımıza geldi, ocağımıza sığındı” diyerek yeniçerileri önlemeye çalışmasına rağmen, yeniçeriler yeniçeri ağasını parçalayarak öldürdüler.

II. Osman saklandığı yerden bulunur, perişan halde Orta camine getirilir. Sadrazam Hüseyin Paşa’da bu karışıklık sırasında öldürülür. Yeniçeriler II. Osman’ın sarayda kafes hayatı yaşamasını istiyorlardı.

Ancak I. Mustafa, kız kardeşinin kocası Davut Paşa’yı sadrazam yapar. Davut Paşa: I. Mustafa’nın tahtta kalmasını garanti altına almak için II. Osman’ı, Orta caminde boğdurmak ister. Ancak tepki görmekten korktuğu için bir Pazar arabasına konularak Yedikule’ye götürüldü ve İmparatorluğun en yenilikçi padişahlarından olan henüz 18 yaşındaki Genç Osman’da, burada 11 yeniçeri tarafından başı kesilerek öldürülür.

Cellatlar Sultan’ı öldürdükten sonra başını keserek kanlı kuyuya attılar. Zaten, bir rivayete göre, yıllar sonra Genç Osman’ın Sultanahmet camisinde babasının türbesinde bulunan naaşı çıkarılıp kontrol edildiğinde kellesinin bulunmadığı görülmüştür. Kaderin garip tecellisi, Genç Osman’ın katledilmesine sebep olan Sadrazam Davut Paşa da, bir süre sonra burada idam edilir ve başı kanlı kuyuya atılır.

Genç Osman, Osmanlı tarihinde, o zamana kadar katledilen ilk padişahtır. Cebecibaşı, II. Osman’ın öldürüldüğünün kanıtı olarak kulağını kesip, Valide Sultana yani yeni padişah I. Mustafa’nın annesine götürdü. Ertesi günü de, II. Osman’ın başı olmayan cesedi Saraya getirildi ve babasının türbesine defnedildi.

II. Osman’ın öldürülmesi, Osmanlı tarihinde çok önemli bir dönemin başlangıcı oldu. Bu olaydan sonra yeniçeriler kontrolden çıktılar. Yeniçeriler kendilerine karşı çıkan padişah dahil herkesi yola getirecek kadar güçlendiklerini kabul ettiler, devlet adamlarını korkuttular, öldürdüler.

Evet sözünü ettiğim gibi, Genç Osman kulesinde, bir “Kanlı kuyu” vardır. Mahkumlar idam edildiklerinde, kesilen başları bu kuyuya atılır ve denize kadar uzayan tünelden yuvarlanarak Marmara denizi sularında kaybolurdu.

Burada kanlı kuyu denilmesinin sebebine gelince: Fatih, İstanbul fethi sırasında meşhur Sadrazamı Çandarlı Halil Paşanın Rumlardan rüşvet aldığını haber alınca, harbin sonunu beklemiş ve İstanbul’a girdikten 9 gün sonra Sadrazamı derhal Beş kuleye attırmıştır. Halil Paşa, burada tam 45 gün kalmış ve sonrasında kafası kesilerek oradaki kuyuya atılmıştır.

Sonraları, burada katledilenlerin başlarının bu kuyuya atılması adet olduğundan, bu kuyuya kanlı kuyu denmiştir. Genç Osman’ın öldürüldüğü hücre, kulenin orta katındadır. Kulenin içinde bulunan döner merdivenli bir yoluyla kulenin üzerine çıkılır. Bu kulenin orta kısımlarında, kanlı kuyu bulunur. Kanlı kuyu: 17’nci yüzyılda bazı mahkumların korkutulması için kullanılmıştır. Mahkumlar bu kuyuya sarkıtılarak korkutuluyordu.

Örneğin: mimar Kasım Ağa: Köprülü Mehmet Paşayı sadrazam yapmak istediğinde, Veziriazam Gürcü Mehmet paşa: mimar Kasım Ağayı, korkutmak için bu kuyuya sarkıtmıştır. Bu esnada, bir akrep mimar Kasım Ağanın burnunu sokmuş ve burnu yırtık kalmıştır. Garip bir rastlantı olarak, buraya kapatılan ve kuyuya sarkıtılan Gürcü Mehmet Paşa’da bir akrep tarafından sokulmuştur.

Günümüzde kanlı kuyu üstüne, ziyaretçiler düşmesin diye demirden bir kafes konulmuştur. Ancak, kuyu ziyaretçilerin attıkları taşlarla dolmuştur.

İşkence tahtası

Kulenin içinde, idam mahkumlarının duvarlara yazdıkları yazılar ve işkence edilen kişinin bağlandığı ve Bizans döneminden kalma “İşkence Tahtası” görülmektedir. Duvarlarda çivilerle yazılmış mahkumların isimleri, gemi çıpaları görülüyor.

İşkence yapılan tahtalardaki çiviler, pala ve satır izleri hala durmaktadır. İşkence tahtasındaki kurşun delikleri ise, Balkan harbi ve İstanbul’un işgali sırasında buraya yerleşen yabancı askerler tarafından yapılmıştır.

Top kulesi

Kulenin içindeki ahşap katlar, yangında yanarak yok olmuştur. Bu kule de diğerleri gibi, zindan olarak kullanılmıştır. Fetihten sonra ise, buraya toplar yerleştirilmiş ve bu yüzden bu ismi almıştır. Kulenin giriş kapısının üstündeki mermer kitabe yeri boş durmaktadır.

Nöbet kulesi

Marmara denizine en yakın, köşesindeki yarısından fazlası yıkılmış olan kuledir. Burası deniz tarafından gelebilecek tehlikeler için nöbet beklenilen kuledir. Hisarın zindan olarak kullanıldığı dönemlerde de mahkumların kaçmaması için burada nöbetçiler bulunuyordu.

Cephanelik kulesi

Genç Osman kulesinin karşısındadır. Önceleri cephanelik olarak kullanılan bu kule, hem Bizans hem de Osmanlı dönemlerinde, diğer kuleler gibi zindan olarak kullanılmıştır.

3’ncü Ahmet kulesi

Bizans zamanında ismi Pastroma kulesidir. Dört köşeli bir nöbet kulesiyken, 18’nci yüzyılda bir depremde yıkılır, Sultan III. Ahmet tarafından, sekiz köşeli olarak yeniden inşasına başlanır ve Sultan III. Osman zamanında tamamlanır. Bu yüzden, 3’ncü Ahmet kulesi olarak bilinir. Kulenin en alt katında, 3 metre kadar yükseklikte, haç şeklinde bir taş blok görülür. Sokağa bakan yüzünde, bir levha üzerine “Maşaallahu Teala” (Allah’ın dediği olur) yazılıdır.

Hazine kulesi-Darı kulesi

Darı (Dar: tutan, sahip olan, defterdar, hazineye bakan kimse) kulesi olarak da isimlendirilir. Fetihten sonra, Osmanlı devlet hazinesinin muhafaza edildiği yerdir. Kule, günümüzde hisarın giriş kapısının sağında kalmaktadır. Sultan III. Murat dönemine kadar, Hazine-i Hümayun, bu kulede muhafaza edilmiştir. Devlet hazinesinin yanında, önemli bazı evraklarda burada saklanmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın, Sadrazamı Makbul İbrahim Paşa: Avusturya elçisine “O kule tamamen altın dolu” dediği söylenir. Çünkü: Enderun hazinesi binasına sığmayan devlet hazinesinin kalan kısmı buraya taşınmıştır. Silindir şeklindeki bu kule, çok sağlam, çok güçlü bir yapıya sahiptir. Hazine kulesinin içinde çok küçük hücreler vardır. Tepesinde de “Yanan Kasrı” adlı bir köşk bulunur. Bu köşkün yanmasından Hazine kulesi de zarar görmüş, ancak tamir edilmiştir.

Dış duvarlarında süslü taşlar olan bu kulenin içine girilmektedir. Sultan III. Murat zamanında: 1574 ve 1592 yılları arasında Saray Hekimbaşı olan Kudüslü Hekim Yahudi Dominiko: bu konuda şu bilgileri verir “Kaledeki kulelerden birinde altın külçe ve kesilmiş para, diğerinde silahlar ve murassa eğer takımları saklanmaktadır.

Geri kalan kulelerden birinde arma, madalya ve eski devirlerden kalma çok kıymetli eşyaların saklandığı, diğerinde harp aletlerinin ve sonuncusunda da devletin çok kıymetli ve gizli evrakının korunduğu söylenir. Yavuz Sultan Selim’in İran’dan getirdiği ganimetler de bu kulede saklanmaktaydı. Sultan III. Murat’ın emriyle bu eşyalar saraya taşındı. Bu tarihten sonra Yedikule hapishane olarak kullanılmaya başlandı.

Bayrak kulesi

Burası hisarın giriş kapısının hemen sağında, dört köşeli kuledir. Burada sancak dalgalandığı için, yeniçeriler bu kulede nöbet tutarlardı. Kapının girişinde, sağ ve sol tarafta, kemerli tavana sahip odalar, kapı muhafızlarının odalarıydı.

Kapı kemerinin üstünde bulunan, dört köşe kitabe yeri boş bırakılmıştır. Bir zamanlar, burada, yukarıdan makaralar yardımıyla indirilip kaldırılan tek parça bir ön kapı bulunuyormuş. Bu kapılar, hisarla birlikte yapılmıştı. Ancak günümüzde bu kapı yoktur.

Trimphalis yolu-Zafer yolu

Hisarın şimdiki giriş kapısından, tam karşıdaki Altınkapıya doğru giderken, iki tarafında, sıra sıra top gülleleri bulunan, ince, uzun toprak yoldur. Bu yolun sağındaki ve solundaki yerlerin seviyesi yükseltilmiş, yol aşağıda kalmış ve yolun taşları otla kaplanmıştır.

Seferden zaferle dönen imparatorlar, alkışlar ve tezahüratlar arasında, buraya döşenen kırmızı halılar üzerinde yürüyerek şehre girerdi. Ayrıca: yabancı elçiler, misafir krallar ve prensler, veliahtlar burada karşılanırdı. Yol: o dönemde şehrin en büyük caddesi olan Messeye ve dolayısıyla Balkanlardan gelen Roma yoluna bağlanırdı. Fetihten sonra, Fatih yolu ismini alan bu yolun, kenarındaki top gülleleri ise, fatih zamanında konulmuştur.

yedikule zindanları.cami.1
İstanbul Yedikule Mescit ve Çeşme

Mescit ve Çeşme

Buradaki mescit, İstanbul şehrinin en eski mescididir. Fetihten 5 yıl sonra, 1458 yılında, Fatih Sultan Mehmet tarafından, Hisarın inşası sırasında yaptırılmıştır. Ahşap çatılı ve tek minareli mescitten günümüze, sadece minarenin şerefeye kadar olan kaidesi kalmıştır.

İlk yapıldığında mescidin masrafları Ayasofya vakfından karşılanıyordu. 1873 yılında Rus harbi sırasında fişek imalathanesi, daha sonra ise eşya deposu olarak kullanılan ve 1887 yılında ise harabeye dönen mescit, ardından 1905 yılında yıktırılmış ve bir daha yapılmamıştır.

Zemininden çıkan 13 metre uzunluğundaki çok sağlam meşe döşemeleri, mescidin boyutları hakkında bilgi vermektedir. Mescidin hemen yanındaki çeşme, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılmıştır. Ayvansarayi’nin belirttiğine göre: mescidin yakınında Darülsaade Ağası Beşir Ağanın yaptırdığı bir Sıbyan mektebi bulunuyordu.

Tarihi su kuyusu

Çapı 6 metre olan ve içeriden 3 yöne ayrılan bu tarihi kuyudan, o dönemde, üzerindeki çıkrıktan, atlar yardımı ile su çekilirdi. Kuyu halen kullanılmaktadır.

Korkuluk zinciri

Sultan IV. Murat, Revan seferine çıktığında, İstanbul’a kaymakam olarak bırakılan Amasyalı Bayram Paşa, 1635 yılında, İstanbul surlarını tamir ettirirken, bu korkuluk zincirini buraya koydurmuştur. Zincir, hisarın girişinde sağ taraftaki duvarda durmaktadır. Hisarın tamiratı sırasında işçiler tarafından kullanılmıştır. Ancak tamirat tamamlanınca olduğu yerde bırakılmıştır.

Sonuç

Burası: ülkemizin en büyük açık hava müzelerinden birisidir ve 1968 yılında ziyarete açılmıştır. Burada günümüzde; zaman zaman açık hava konserleri düzenlenmektedir. Koruma Kurulu, 2004 yılında aldığı kararla “Özgün dokusuna zarar verilmemesi” şartı ile; kısa süreliğine buranın kiralanmasına izin vermiş, ancak sonuçta hisar 30 yıllığına özel bir şirkete kiralanmıştır.

Ardından, buradaki akasya ve sedir ağaçları kesilmiş, yerdeki taşlar sökülerek asfalt dökülmüş ve büyük ve çirkin bir kara tahta gibi, sahne plaftormu yerleştirilmiştir. Altınkapı’nın önünde, tüm çirkinliğiyle öylece durmaktadır.

yedikule kapısı.2 esas.
İstanbul Yedikule Kapısı-Pentapyrgı

YEDİKULE KAPISI-PENTAPYRGI

Altınkapı’dan 100 metre kadar ileridedir. Kapı: Bizans döneminde açılmıştır. Çünkü kapı üzerinde yakın döneme kadar (çalınmadan önce) Bizans simgesi olan bir kartal arması bulunuyordu.

Bu armada: kanatlarını açmış, çift katlı ve 2 x 3 metre boyutlarında bir Bizans kartalı bulunuyordu. Bu Bizans kartalı çalındığından günümüzde görülmemektedir. Hatta öğrendiğime göre, seçim çalışmaları için buraya yani kartal kabartmasının önüne bir pankart asılıyor ve pankart kaldırıldığında kartal kabartmasının yerinden sökülerek çalındığı anlaşılıyor.

Kapı, Sultan III. Ahmet döneminde yeniden yapılmıştır ve kitabe konulmuştur. Yeniden yapıldığı için, mimari açıdan tam bir Türk eseri olarak değerlendirilmektedir. Yedikule kapısının girişinde: solda bir ve sağda iki tane mezar görülür. Bunlardan soldaki mezarın, Fatih döneminde şehit düşen bir kişiye ait olduğu düşünülüyor. Ancak sağ taraftaki mezarların kime ait olduğu bilinmiyor.

Kapıdan içeri girilince, sağ tarafta Yedikule zindanlarının kuleleri görülür. Yedikule kapısından çıkıldığında ise, surlar boyunca 3 km uzunluğunda bostanlar görülür. Bu bostanlarda: marul, soğan, lahana gibi sebzeler yetiştirilir. Bu bostanlar, bir zamanlar hendektir. Geçilmez denen kara surlarının ilk hakkını oluşturan hendeklerdir. Hendekler 8 metre derinliğinde, 20 metre genişliğindedir. İstanbul kuşatıldığında bu hendekler su ile doldurulmaktadır.

Şehri kuşatan askerler, surlara ulaşabilmek için ilk önce bu hendekleri geçmek zorunda kalıyorlardı. Geçmeye çalışana kadar ise Bizanslı askerler tarafından ok yağmuruna tutulup öldürülüyorlardı. Bostanları takip ederek kara surları boyuncu yürüdüğünüzde, bostanların hemen gerisinde uzanan, yaklaşık 8.5-9 metre yüksekliğinde dış surlar görülür.

Bu surlarda, her 60 metrede bir kule bulunur. Dış surun arkasındaki daha yüksek olan surlar ise, iç surlardır. İç surlar, şehrin ana surlarıdır. Çünkü, teknik olarak en güçlü ve en donanımlı surlar bunlardır. Bunlar 12 metre yükseklik ve 8 metre kalınlıktadır. Her 60 metrede bir kulesi vardır. Fatih’in İstanbul’un fethi sırasında esas zorlayan surlar, bu surlardır. Kapı günümüzde tek yönlü araç trafiğine açık olarak kullanılmaktadır.

studion.0
İstanbul Yedikule Studion Manastırı-Ayios İoannes Prodromos-İmrahor Camii

STUDİON MANASTIRI-AYİOS İOANNES PRODROMOS-İMRAHOR CAMİİ

Yedikule semtindedir. Burada: İstanbul şehrinde mevcut en eski kilisenin kalıntıları görülmektedir. Bu kalıntıların olduğu kilise: yaklaşık bin yıldan fazla kesintisiz ibadethane olarak kullanılmıştır. Yani: dünyanın en önemli dinsel mimari yapılarından biri olarak kabul edilmektedir. Yunanistan’ın Aynaroz yani Athos dağındaki kuralların temelleri, burada atılmıştır.

Manastır tarihçesi

Manastır: 454-463 yılları arasında, İmparator I. Leon (457-474) zamanında, Batı Roma’daki baskılardan kaçıp şehre gelmiş ve Doğu konsülü görevinde bulunmuş “Patriokos” ünvanlı, Romalı asil Studion tarafından, kendi mülkü arazisi üzerine yaptırılmıştır.

İkonoklast döneminde, 754 yılında manastır kapatılır ve keşişler, sürgüne gönderilir. Ancak, 787 yılındaki 7’nci Ekümenik toplantısında manastır temsil edilmiş ve tüm baskılara rağmen işlevini ve gücünü korumuştur.

Haçlı yıkımının ardından, 1293 yılında İmparator II. Konstantin Palaiologos tarafından yenilenen manastır, 14 ve 15’nci yüzyıllarda gücünü korumuş ve kopya edilen birçok kitap, özellikle Rusya’ya gönderilmiştir.

 

Manastırda görev yapan rahipler

Manastır kompleksi, zaman içinde çok fazla büyümüş ve bir dönem burada bin civarında görevli hizmet vermiştir. Manastırın tarihi geçmişindeki en önemli keşiş ise: Büyük başrahip Aziz Theodoros’dur.

Kendisi: Büyük Adadaki sürgün günlerinden sonra Aziz mertebesine yükseltilmiş ve öldükten sonra da manastırın bahçesine gömülmüştür. Aziz Theodoros: 799 yılında manastırı yönetmeye başlamıştır.

Onun liderliğindeki manastır: muhteşem güzellikteki resimli el yazmalarının üretildiği bir merkez olmuştur. Yine onun döneminde, tümü birer sanatkar olan 700 kadar keşiş: ikon kırıcılara karşı büyük bir direniş göstermiş ve manastırdaki atölyelerde birbirinden güzel minyatür ve ikonalar yapmışlardır.

Zaten, manastırdaki görevli rahipler: tarihi boyunca ilahi bestecisi, ikon ressamı ve el yazmaları konusunda uzmanlaşmıştır. Daha da ötesi, burası hattatlık ve resmin başladığı yer olarak kabul edilmektedir.

Manastırda keşişlerin hazırladığı ve günümüze kadar gelebilen başlıca yazma eserlerin bir kataloğu Atina’da Eleopoulos tarafından derlenerek basılmıştır. İmparator VI. Konstantin’in metresiyle evlenmesini onaylamayan ve tasvir kırıcılara karşı sert muhalefet yapan Başrahip Theodoros, 802-811 yılları arasında sürgüne gönderilmiştir.

Dönüşünün ardından, 815 yılında, ikona taşıyan rahiplerin sessiz yürüyüşüne destek olunca, ikinci kez sürgüne gönderilir ve sürgüne gönderildiği Akritas manastırında, 826 yılında ölür ve Büyükada’ya gömülür. 844 yılında ise cenazesi Büyükada’dan getirilerek Studios Manastırına gömülür.

Akametoi-Uyumayan rahipler

Bunlar, Bizans tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü keşişler topluluğudur. En büyük özellikleri: gece-gündüz, duraksamadan ve uyumadan İncil okumalarıdır. Bu yüzden, bunlara “uykusuz rahipler” deniyordu.

Vaftizci Yahya

Manastır: İsa’yı doğumundan sonra yıkayarak vaftiz eden “Vaftizci Yahya” ya adanmıştır ve “İoannes Prodromos” olarak isimlendirilir. Vaftizci Yahya’nın: kafatası parçası ve sağ kol kemiği: uzun süre manastırda saklandıktan sonra, muhafaza edilmek üzere Topkapı Sarayına kaldırılmıştır.

Bu kalıntılar nedeniyle: manastırın önemi artmış ve geleneksel olarak, her yıl 29 Ağustos tarihinde, burada “Vaftizci Yahya Yortusu” törenleri düzenlenmiştir. Bu törenlerde: sözü edilen kutsal emanetler sandıklardan çıkarılır ve gelen dindarlara teşhir edilirdi. Bu törenlere: Doğu Roma İmparatoru, deniz yolu ile buraya gelerek katılıyordu. Çünkü manastır: manastır, Marmara denizine çok yakındı ve manastır ile deniz arasındaki surlarda “Narlı” isimli bir Bizans kapısı bulunuyordu.

Narlı kapı

Marmara surları üstünde, kara surlarına en yakın olan kapıdır. İsmini geçmişte burada bulunan nar ağaçlarından almıştır. Ermeni Surp Hovhannes kilisesinin (bu kilise hakkında ayrıntılı bilgi, aşağıdadır) arkasında kalan bu kapı, günümüzde de açıktır. Restore edilmemiş, surlarla birleşik bir kapı görünümündedir. Son zamanlarda kapı çevresindeki temizlik çalışmalarında, üzerinde yazılar bulunan bir mermer blok bulunmuş olup, bu blok kapının önündeki yeşil alanda görülebilir. Kapının denize bakan güney cephesinde kapalı bir çay evi bulunuyor.

Manastır tarihindeki önemli olaylar

15’nci yüzyılda, fetih öncesinde Bizans imparatorluğunun “Konstantinopolis Üniversitesi” buradaydı. Böylece: Bizans tarihindeki birçok bilim adamı, burada ders vermiş ve okumuştur. İmparator. I. İsaakoz Komnenos, gençliğinde burada eğitim görmüş ve buradan “Şanlı ve ünlü erdem okulu” olarak söz etmiştir.

1041-1042 yılları arasında, İmparator V. Mikail: kaçarak buraya sığınmış, ama yine de halk tarafından buradan alınmış, mil çekilerek gözleri kör edilmiştir.

1057-1059 yıllarında imparator İsaakios ve 1078 yılında tahttan indirilen İmparator VII Dukas, burada manastıra kapandılar. Çünkü: buraya sığınan kişi, suçu ne olursa olsun, ömür boyu burada rahip olarak kalmak koşuluyla geri verilmezmiş.

1204 yılında, Haçlı-Latin işgalinde: manastırda büyük yıkım yaşanmıştır. Haçlılar, şehirdeki diğer birçok yer gibi, burayı da soymuşlar, bulabildikleri çok değerli eşyaları çalarak Vatikan’a kaçırmışlardır.

1261 yılında, İmparator VIII. Michael Palaelogos, tahtı ve şehri ele geçirince, şehirdeki kutlamaların odak noktası, manastır olmuştur.

1293 yılında: çevresine kale gibi duvarlar örülen manastır, yeniden inşa edilmiştir.

Şehre giriş yapan imparatorların kullandıkları “Altınkapı” buraya yakındır ve İmparatorlar şehre giriş yaptıktan sonra bu manastırda mum yakıp dua ederlerdi.

Mimari yapı

Yapının duvarlarında, kaba işçilik görülür. Doğu ucundaki tek apsis, bazilika formu yaratır. Yapı: her bir sırada, yedişer sütun olmak zere, iki sütun dizisiyle, nef ve yan sahınlara ayrılmıştır. Kuzeydekilerin ikisi hala durmaktadır. Önünde: bir narteks ve atrium vardır. Narters: üç bölüme ayrılmıştır. Ortadaki bölümün: dört sütunlu çok güzel kapısı vardır. Mermer kapı çerçevelerinden ikisi: halen sütunlar arasında durmaktadır. Nef: tek yarım daireli apsisle biter.

Bir zamanlar: apsis boyunca, din adamlarının oturduğu basamaklı bölüm, onların önünde de altar vardır. Yan sahınların ve narteksin üstünde, galeriler vardır, bunların sütunları kafes kirişli ahşap çatıyı destekler. Ana mekanın içine taban mozaikleri döşenmiştir. Bu mozaikler 13’ncü yüzyıla aittir. İç mekandaki sütunların başlıkları: korint tarzdadır. Zaten, manastırdan günümüze sadece, iç mekanda birkaç sütun ve bazı mozaik panolar ulaşmıştır. Günümüzde iz kalmayan çatı formu, düz yapılıdır.

Arka tarafta bulunan apsis yuvarlağının tuğla örtüsü, heybetli görülür. Apsis bölümü yanında, eski bir sarnıç olan derince bir çukur vardır. Bu çukurun içinde dev bir ağaç yetiştiğinde, günümüzde bu çukura inilemiyor. Dış bahçesin, güneydoğu köşesinde, boş bir arazide, bir zamanlar manastıra ait kapalı sarnıca giden baraka bulunuyor. Burada: oldukça güzel korint başlıklı 23 sütun bulunuyor. Hemen yanındaki ayazma ise, 2 sütunludur.

Manastırın içinde: bazı lahitler ve ayrıca bir Türk’e ait mezarlık vardır. Bu Türk mezarında: Sultan Yıldırım Beyazıt’ın, Bizanslılara sığınan oğlu Şehzade Kasım Yusuf yatmaktadır. Aşıkpaşazade, Yıldırım Beyazıt’ın en küçük oğlu Kasım Çelebi’nin ağabeyi Süleyman Çelebi tarafından Bizans’a rehin olarak bırakıldığını yazar.

Bizanslı tarihçi Doukas ise adını vermeksizin Bizans’taki bir Türk Şehzadesinin 1417 yılında bir veba salgınında ölmeden önce Hıristiyanlığı kabul ettiğini ileri sürerek Studion Prodromos Manastırında kilisenin yanında kapının iç tarafına gömüldüğünü bildirir. Öte yandan: mezarda yatan kişinin Hıristiyan bir şehzade olduğu ve bizzat İmparator Manuel tarafından vaftiz edildiği ve manastırda inzivaya çekildiği belirtilmektedir. Kendisi: 1417 yılında, şehri kırıp geçiren veba salgını sırasında ölmüş ve buraya gömülmüştür.

Sarnıç-Ayazma-St Jean Stadion Sarnıcı

463 yılında St Jean Stadius tarafından, burada yaşayan din adamlarının ihtiyacı olan suyun karşılanması için, manastır yanına bir sarnıç yapılmıştır. Sarnıç: 26-19 metre ölçülerindedir ve içinde dörder metre aralıklarla 24 sütun vardır. Bu granit sütunların ortalama çapları 0.50 metredir. Başlıkları birbiriyle karşılaştırılınca, yapılışlarında bazı uyumsuzluklar göze çarpar.

Başlıklar, üzerine oturan kemer ayakları, sarnıcın üst örtüsünü meydana getiren küçük kubbelerin dayandığı pandantifler oturmaktadır. Beden duvarlarında, esas yapı malzemesi tuğladır. Ayrıca kuzey yönünün yanlara göre dik olmayışı, sarnıcın yapımında kilise temellerinin göz önüne alındığına işaret eder. Pencereler, dekoratif tuğla kemerler ile çerçeve içine alınmıştır. St Jean Station Sarnıcı: plastik atölyesi olarak kullanıldığı dönemde çıkan bir yangın sonucu yanmıştır. Sarnıcın biraz ilerisinde bulunan bir özel atölyenin bodrumunda, Stadios ayazmasının kalıntıları bulunmaktadır.

stadion.imrahor camii.1
İstanbul Yedikule Studion Manastırı-Ayios İoannes Prodromos-İmrahor Camii

Camiye dönüşüm

Manastır, 1486 yılında yani şehrin fetih edilmesinden 30 yıl kadar sonra: Sultan II. Beyazıt döneminde, padişahın ahırlarından sorumlu İmrahor (Sultanın atlarına bakan kişi) İlyas Bey tarafından camiye çevrilir. Bu esnada, burada bulunan az sayıdaki keşiş ise, başka yerlere gönderilir.

Cami olduğunda: buraya hayır yapanlardan birisi de Tataristan Hükümdarı Devlet Han’dır. Kendisi: caminin hemen yanında bir zaviye yaptırır ve buradaki tekkede uzun yıllar, Pazar günleri, Halveti tarikatına bağlı Sümbüliler ayin ve zikir yaparlar. İlk şeyhi İbrahim Menteşevidir. Cami, Osmanlı döneminde ünlü hattatların yetiştiği bir merkez olmuştur.

İlyas Bey: öldüğünde caminin ön bahçesindeki hazireye gömülmüştür. Tekkede hizmet edenlerin kabirleri de halen bahçede bulunmaktadır.

Cami: yıllar içinde geçirdiği deprem ve yangınlar sonucunda harap olmuştur. Her seferinde onarılmasına rağmen, Osmanlı imparatorluğunun tükenme dönemlerinde onarılmamış ve son olarak 1894 tarihindeki depremde büyük hasar görmüştür. Sultan III. Selim’in hazinedar ustalarından Nazıperver ve Hassa baş mimarı Mehmet Rasim tarafından iki kere tamir ettirilmiştir.

Bu depremde: orijinal yer mozaiklerinin en güzelleri çalınmış ve günümüzde Atina Benaki Müzesinde sergilenmektedir.

Sonraki yıllarda, caminin küçük bir bölümü ibadete açık bulundurulmuştur. Ancak 1908 yılında, kötü bir kış mevsiminin ardından, damda biriken karlar nedeniyle çatı çökmüş ve ardından son cemaat yerine eklenen mihrap ve minberler, küçük bir bölüm mescit olarak 50 yıl boyunca kullanılmaya devam edilmiştir. Bir dönem restore ediliyor bahanesiyle bu bölüm kaldırılır, ancak restorasyon yarım bırakılır.

Son olarak 1999 yılındaki depremde hasar gören yapı, en küçük bir sarsıntıda tamamen yıkılacak durumda beklemektedir. Çatısı bulunmadığı için yıllardır tabii faktörlerin tahribatına açık olan yapının mermer döşemelerinde bozulan kısımlar zaman içinde onarılmıştır. Duvar ve sütunları halen ayakta olan binanın, çöken iç yapısı ayağa kaldırıldığında, Bizans tarihinde Patriklerin, Osmanlı tarihinde hattatların yetiştiği, dünya kültür mirası niteliğindeki bu çok etkileyici, büyük yapı yaşatılmış olacaktır. 2001 yılında ibadete kapatılarak müze statüsüne alınan burada sadece duvarlarla çevrili bir avlu görülür.

aya konstantin kilisesi.1
İstanbul Yedikule Aya Konstantin Kilisesi

AYA KONSTANTİN KİLİSESİ

Studion manastırına çok yakındır. İmhahor İlyas Bey caddesi ve Feridun kılıç sokağı arasındadır.

Burası bir Rum Ortodoks kilisesidir. İmparator I. Konstantin tarafından, annesi Helena için yaptırılmıştır ancak tam yapılış tarihi bilinmemektedir. Buraya “Karamanlılar kilisesi” de denir. Çünkü: bu kilise, Anadolu’da Karaman’da yaşayan, Türkçe konuşan ancak Yunan alfabesiyle yazan Karamanlı Ortodokslar tarafından onarılmış ve kullanılmıştır. Burada bir dönem: İmparatorun sağ kol ve parmak kemiklerinin saklandığı söylenmektedir.

Patrik III. Metrofanos, 1569 yılında yazdığı bir mektupta bu kiliseden söz etmektedir. 1576, 1577 VE 1578 tarihlerinde S.Gerlach, burayı ziyaret etmiş ve ayrıntılı bilgiler vermiştir. 1652 yılında ise, yine burayı ziyaret eden Antakya Patrikliği katibi Paulus, kilisenin kubbeli, taştan ve yüksek bir yapı olduğunu belirtir. 1689 yılındaki yangının ardından, onarım parası olmadığından kilise uzun süre harap kalmıştır.

Günümüzde görülen yapı: üzerindeki kitabeye göre 1833 yılından kalmadır. Üç kat olarak yükselen çan kulesi ve tepesinde haç bulunan bir kubbe vardır. Bu çan kulesi: 1903 yılında Sultan II. Abdülhamit döneminde yapılmıştır. Kilisenin duvarında bir güneş saati ve kiliseye adını veren azizlerin, ortalarında bir haç bulunan kabartmaları görülür.

yedikule.havagazı fabrikası.1
İstanbul Yedikule Havagazı Fabrikası

YEDİKULE HAVAGAZI FABRİKASI

Surlardan içeri girildiğinde, Fransızların Osmanlı döneminde yaptığı ve günümüzde artık çalışmayan hava gazı fabrikasının dev kulesi görülür. Burası 19’ncu yüzyıl sonuna doğru İstanbul’da inşa edilen sanayi tesislerinden birisidir. 1880 yılında işletmeye açılmış ve 1993 yılına kadar şehre hava gazı ve kok kömürü sağlamıştır. Bugün boş duran, şehrin Marmara yönünden silüetinde görülen fabrika ve çevresinin yeniden düzenlenmesi için çeşitli projeler hazırlanmaktadır.

narlıkapı surp kilisesi.12
İstanbul Yedikule Narlıkapı Surp Hovhannes Ermeni Kilisesi

NARLIKAPI SURP HOVHANNES ERMENİ KİLİSESİ

Burası: Yedikule tren istasyonunun arkasındadır. Narlıkapı’nın biraz ilerisinde, tren rayları döşemek için gelen Fransızlar tarafından yaptırılmış ve ardından Ermeni cemaatine verilmiştir.

Yapı 1835 yılında onarım görmüş ve 1962 yılında ise, yeniden yapılmak üzere yıktırılmış ve 1964 yılında günümüzde görülen bina ibadete açılmıştır. Kilise halen ibadete açıktır.

surp pırgıç ermeni hastanesi.1
İstanbul Yedikule Surp Pırgıç Ermeni Hastanesi ve Kilisesi

SURP PIRGIÇ ERMENİ HASTANESİ VE KİLİSESİ

Yedikule’de Leblebicioğlu Bostanı olarak bilinen sebze bahçesinde Sultan II. Mahmut döneminde 193 metre uzunluğunda ve 94 metre genişliğinde bir hastane yaptırılır. Ahşap olarak planlanan hastanenin mimarisini Garabed Amira Balyan ve Ohannes Amira Serveryan üstlenir. Hastane 1834 yılında açılır. Hastanede tedavi görecek hastaların ruhani ihtiyaçlarını karşılamak için bu kilise yaptırılır.

Hastane binaları gibi ahşap olan kilise binasının temeline azizlere ait relikler yerleştirilir. 1906 yılında hastanenin yeniden inşası sırasında kilise, Patrik Mağakya Ormanyan’ın desteğiyle kagir olarak yeniden yaptırılır. Kilise binası 2005 yılında Gülbekyan Vakfı tarafından yenilenir. Hastanenin bahçesinde, kilisenin yanında, kuruluşundan bu yana kuruma yaptığı katkılarla anılan Gülbekyan ailesinin mezarı bulunur. Gülbekyan kabristanı, 1934 yılında Levon Kralyan ve Hrant Sukiasyan ustalar tarafından yapılmıştır.

arap kuyusu hacı camii.1
İstanbul Yedikule Arap Kuyusu Hacı Hüseyin Ağa Camisi

ARAP KUYUSU HACI HÜSEYİN AĞA CAMİİ

Cami: Narlıkapı tren yolunun yanındadır. Ahmet Dede tarafından yaptırılmıştır. Bazı kaynaklara göre yapılış tarihi 1522 ve bazı kaynaklara göre ise 1603 yılıdır. Belirsiz bir tarihte, bir Arap, cami avlusuna kuyu kazınca, cami “Arap kuyusu cami” olarak anılmaya başlamıştır. Kare planlı, moloz taş duvarlı ve ahşap çatılıdır. Son cemaat yeri, sonradan ilave edilmiştir. Minaresinin gövdesi tuğla ile örülüdür. Son dönemlerde tekke olarak kullanılan cami, 1970 yılında tamir ettirilmiştir.

uşakki camii.1
İstanbul Yedikule Uşakki Camii

UŞAKKİ CAMİ

Yedikule caddesi üstündedir. Nazır Mehmet Efendi tarafından 1879 tarihinde, Uşşaki dergahı olarak yaptırılmış bir süre sonra cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Cumhuriyet döneminde tekkeler kapatıldığında ise, Halkevi olarak kullanılmış ve 1951 yılında onarım yapılarak tekrar ibadete açılmıştır. Ancak, yapı orijinalliğini kaybetmiştir. Caminin yanındaki çeşme, orjinaldir.

KÜRKÇÜBAŞI HACI HÜSEYİN AĞA CAMİİ

Yedikule caddesinde, Yedikule zindanlarının hemen önündedir. 1613 yılında Kürçübaşı Hacı Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır. Mimarı belli değildir. Yapının duvarları kagir, minaresi taş ve tuğla karışımıdır. 1871 ve 1945 yıllarında onarım görmüştür. Hisara yakın olması nedeniyle, bir zamanların en meşhur camisidir. Caminin günümüzdeki en büyük özelliği, sürekli olarak farklı renklere boyanmasıdır.

hacı evheddin camii.1
İstanbul Yedikule Hacı Evhaddin Camii

HACI EVHADDİN CAMİ

Hacı Evhaddin caddesindedir. 1575 yılında dönemin Kasapbaşısı Hacı Evheddin tarafından mimar başı Mimar Sinan’a bir külliye tarzında yaptırılmıştır. Ancak ilk yapı 1920 yılında yanmış ve günümüzde görülen yapı 1934 yılında yeniden yaptırılmıştır. Ancak sonraki yapıda, orijinal plana sadık kalınmamıştır. Çatısı ahşap, duvarları kagirdir.

Zamanında, çatı altına gizlenmiş, bir ahşap kubbesi olduğu sanılmaktadır. Kesme taştan yapılmış uzun minare, zarafeti ve ayrıntılarıyla dikkat çekicidir. Külliye içinde bulunan Sümbülü tekkesinin yerine, Kur’an kursu binası yapılmıştır. 20’nci yüzyıl başında geçirdiği büyük bir yangından sonra onarılan külliyenin hamamı, halen çalışmaktadır.

safa meyhanesi.1
İstanbul Yedikule Safa Meyhanesi

SAFA MEYHANESİ

Bina: 1895 yılında devlet demir yollarının Fransızlar tarafından yapıldığı bir dönemde, demir yolunda çalışanlar için yapılmıştır, demir yollarında çalışanlar akşamları bir Rum tarafından işletilen buraya geliyorlarmış. Yedikule’nin geçmişinden günümüze ulaşan tek meyhanesi: 1948 yılında merhum Süleyman Kızıltay tarafından devir alınmıştır. Günümüzde ise oğlu tarafından işletilmektedir. Yüksek tavanı ve duvarlardaki nişleriyle dikkat çeker.