Antakya Yayladağ: Ülkemizin en güney bölümündeki bu ilçemiz, inanmayacaksınız ama, bir Karadeniz kıyısındaki ilçe benzeri, tamamen yemyeşil bir ortam içinde. En büyük özelliği: Suriye sınırına çok yakın olması, ama ulaşımı zor bir yolu olması, en büyük dezavantajı.
ULAŞIM:
İlçenin, Antakya il merkezine uzaklığı: 56 km. dir. Ancak, bu yol, asfalt olmasına rağmen, aşırı virajlıdır. İlçe merkezinin Suriye sınırına uzaklığı ise: 5 km. dir. Suriye’nin Lazkiye kentinin, ilçe merkezine uzaklığı: 60 km. dir.
TARİHİ:
Bölgedeki ilk yerleşim, Milattan önceki yüzyıllara kadar uzanmaktadır. Bölgede, Keldağ üzerinde bulunan eski kilise kalıntılarında (Barlaam Manastırı): üç medeniyete ait paralar bulunmuştur. Bunlar: İyonyalılar, Romalılar ve Abbasilerdir.
Yine: Keldağ üzerinde yapılan araştırmalarda, burada “Montblace” isimli bir şehrin bulunduğu öğrenilmiştir. Ama, bu şehir, bulunduğu dönemlerde: dünyanın üçüncü büyük şehri olarak değerlendirilecek boyutta, bütün kervan yollarının geçtiği, dünyada ilk şarapçılık ve ipekçilik monopollerinin yaratıldığı ve 60 odalı bir hastanenin bulunduğu bir yer olarak öne çıkmaktadır.
Bu şehirden günümüze kalan herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır. Bunun nedeninin ise: Keldağ’ın volkanik bir dağ olması ve büyük olasılıkla bir lav püskürmesi sonucu, bu şehrin tamamen yok olduğu düşünülmektedir.
Günümüzde, bu yörede, biraz öncede sözünü ettiğim gibi, yalnızca bir kilise kalıntısı, 1700 yıllık olduğu tahmin edilen bir kalıntı bulunmaktadır.
7.ve 8.yüzyıllar arasında, bölgede Abbasiler egemenlik kurmuşlardır. 9.yüzyılda ise, Avar Türkleri, bölgede görülür. Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi dönüşü, ordusuyla birlikte, burada konaklamıştır. Bu nedenle, ilçenin ismi “Ordu” olarak uzun süre anılmıştır.
I. Dünya Savaşı sonunda, ilçe, Fransızlar tarafından işgale uğrar ve 18 yıl sonra, işgal bitirilir. İlçe, 1939 yılında, Anavatana katılır. Daha sonra, ilçenin isminin Karadeniz bölgesindeki “Ordu” şehriyle karıştırılmaması için; İlçenin doğusunda bulunan “Yayla tepe” den esinlenerek, 1939 yılında “Yayladağı” olarak değiştirilmiştir.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde: burada, “Ordu” isimli bir köyün bulunduğundan söz etmektedir.
GENEL:
Hatay’ın en yoksul ve en fazla göç veren ilçesidir. Komşu ilçelerden farklı olarak, halkın tamamına yakını: Türkmen ve Yörüktür.
İlçe, konum olarak, Türkiye’nin en güneyinde bulunmaktadır. İlçe genelinde, 1939 yılında, % 2 olan okuma-yazma oranı, günümüzde: % 97 düzeyindedir.
İlçenin bulunduğu bölgenin, bir zamanlar denizle kaplı olduğu ve bir kısım jeolojik olaylar sonucu, suların çekildiği, bölgede ele geçirilen fosillerden anlaşılmıştır.
Arazi durumu bakımından: dağlık, engebeli ve kıraçtır. İlçe içinden: Kureyş isimli bir dere geçmektedir.
İklim değerlendirildiğinde, bölgede tipik Akdeniz iklimi görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır.
İlçe, tarım bölgesi olması nedeniyle, halkın büyük kısmı geçimini tarımdan sağlamaktadır. Sanayi tesis bulunmamakta olup, el sanatları ile küçük çapta aile işyerleri bulunmaktadır.
İlçede, özellikle: pipo içiminde kullanılan tütün üretimi yaygın ve meşhurdur. Ancak, son yıllarda ekim sahaları azalmış olup, tütün üretimi de buna bağlı olarak azalmıştır. Onun yerine: zeytincilik, bodur elma yetiştiriciliği yoğunlaşmıştır.
NE YENİR-NE İÇİLİR:
Burada: teke sütünden yapılan “tekeleme” isimli ilginç bir yemek var. Tekeden sağılan sütün içine, bu bölgede yetişen bir ağacın dalları katılarak yapılan bir yemek türü.
Biraz sonra satın almanızı önereceğim lokum ise, buralarda çok meşhur. Ağza yapışmayan lokum, mutlaka tatmanız gereken yerel lezzetlerdendir.
NE SATIN ALINIR:
Buralara yolunuz düşerse: ağza yapışmayan lokum ve defne sabunu var, gerek kendiniz ve gerekse yakınlarınız için hediyelik olarak satın alabilirsiniz.
GEZİLECEK YERLER:
KASIMBEY CAMİİ:
Çamaltı PTT Sokaktadır.
Abbasiler tarafından bölgeye yerleşmeye gönderilen, Türk boylarından, Savcılar Aşireti bölgeye geldiğinde, aşiret reisi Kasım Bey, yöreye Bey olarak atanır.
Beylik döneminde, Yayladağı yöresine, 1131 yılında kendi adını taşıyan bu camiyi ve bir de köprü yaptırır. Caminin mimarı bilinmemektedir.
Cami duvarlarında 4 kitabe vardır. Caminin giriş kapısı üzerinde bulunan kitabe onarım kitabesidir. Bu kitabeye göre, cami 4 kere onarım görmüştür. Diğer kitabelerde, caminin 1131 yılında Kasım Bey tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Diğer kitabeler: 1532 ve 1553 yılı tarihlidir.
Cami doğu-batı ekseninde yapılmıştır. Dikdörtgen planlıdır.
Üst örtüsü kiremit kaplı beşik çatıdır. Cami içinde minber ve mihrap taştan yapılmıştır ayrıca dört tane taş sütun bulunur.
Camide aynı anda 300 kişi ibadet edebilmektedir. Cami, 2006 yılında tescil edilerek koruma altına alınmıştır. Caminin kuzeyinde, sonradan yapılmış iki katlı bir yapı vardır.
ASKERLİK ŞUBESİ BİNASI
Merkezdeki bina, iki katlıdır ve Askerlik Şubesi Başkanlığı binası olarak kullanılmaktadır. Bina: 1930 yılında, Fransızlar tarafından yapılmıştır.
Binanın malzemeleri Fransa Marsilya şehrinden gemilerle İskenderun’a ve oradan da katırlarla Yayladağı’na getirilmiştir. Fransızlar binayı karakol olarak kullanmışlardır.
Fransız işgali bittikten sonra bina şehir merkezinde, sağlam olarak günümüze ulaşmış tek binadır.
KASIMBEY-KUREYŞİ DERESİ KÖPRÜSÜ:
Köprü: Tutlubahçe Mahallesinde Kureyşi deresi üzerindedir.
Abbasi döneminde, 1040 yılında Savcılar Aşireti reisi Kasımbey tarafından yaptırılmıştır. Yayladağı-Samandağı karayoluna çıkan en kestirme yoldur. 5 gözlü köprünün uzunluğu 47 metre, genişliği 5 metredir. Bakımsızlık nedeniyle günümüzde köprünün sadece 2 gözü açık bulunmaktadır.
ASLAN DEDE
Karacunun Mahallesindedir. Mahalle merkezine 3 km uzaklıktadır ve köyden buraya traktörler gidilir. Ziyaret, 10 metrekarelik bir alanı kapsar. Alanın çevresinde, taştan eğreti bir duvar vardır.
Yörede anlatılan bir rivayete göre:
Aslan Dede’nin bir savaşta, başının gövdesinden ayrıldığı, ancak savaşı bırakmayarak devam ettiği söylenir. Aslan dedenin başsız vücudu burada yatmaktadır. Kesik başı ise, 25-30 metre mesafede gömülüdür.
Buraya gelenler: dileklerde bulunurlar, özellikle ağrılara deva arayanlar tarafından yoğun ziyaret edilmektedir. Bir silindir taş var, vücudunda ağrıyan yerleri o silindire sürenlerin ağrılarının geçtiği iddia ediliyor. Dilekleri gerçekleşenler tarafından kurban kesilir.
YEL DEDE
Karacurun Mahallesinin girişinde, yolun hemen 2 metre sağındadır. Çocuk sahibi olamayanlar tarafından yoğun ziyaret edilmektedir. Ziyaretgah içinde bulunan ağaç üzerine mendil bağlanarak dilekte bulunulur. Ziyaretçiler eğer dilekleri gerçekleşirse, burada kurban keserler.
KELDAĞ:
Faal olmayan bir volkanik dağdır. Dünyanın en uzun sahillerinden olan Samandağ sahilinin yanı başındadır. Sayısız dalış noktasına sahiptir. Bütün uygarlıklar burada yaşamışlar ve kutsal saymışlardır.
Hititler tarafından “Fırtına Dağı” olarak kasum edilmiştir. Dağın yüksekliği 1736 metredir. Keldağ’ın taban uzunluğu 12 km dir. Sahilde: 10 kumsalı ve 130 civarında mağara vardır. Ayrıca, su altında ise, kovuk ve bacak gibi oluşumlar bulunur.
BARLAAM MANASTIRI:
Antik Cassius (günümüzdeki ismi Keldağ) dağı üzerindedir.
Ancak buraya ulaşmak zor ve sıkıntılıdır. Yeditepe nahiyesinden sonra yaya olarak yaklaşık 2.5 saat yürümek gerekir, hem de dağa tırmanarak.
Bu bölge, yani Keldağ Hitit döneminde “kutsal” kabul edilmiştir.
Roma döneminde de bu özelliğini korumuştur.
O dönemlerde yani MÖ 3’ncü yüzyıl civarında burada bir tapınak vardı. Bu Dorik tapınak çok tanrılıydı.
Bölge: Manastır ve kilise olmak üzere, iki ayrı ana yapı dönemi geçirmiştir.
MS 4’ncü yüzyılda St Barlaam, buraya gelerek tapınaktaki Zeus heykelini yıkmış ve keşişler topluluğu oluşturmuştur.
MS 6’ncı yüzyılda, tapınağın köşesinde bir kilise yapılmıştır.
Ancak MS 526 yılındaki depremde bu kilise yıkılır.
MS 950-1050 yılları arasında, bu kilise Gürcü papazlar tarafından yeniden inşa edilir ve 1268 yılına kadar faaliyetini sürdürür.
Bu tarihten sonra ise terk edilir.
Söylenenlere göre, Barlaam Manastırı çevresinde o kadar çok bağ, bahçe, dut ağaçları varmış ki, dünyanın ilk şarapçılık ve ipekçilik monopolü burada kurulmuştur.
Burayı fetih eden Roma imparatoru: güzelliğe ve manzaraya o kadar hayran kalmış ki “Üç gündür, güneşin doğuşunu, ayın batışını seyretmekten uyku uyuyamıyorum” demiş Asi nehrinin denize dökülüşünü övmüştür.
Çünkü, Asi nehrinin denize dökülüşü, buradan izlenebiliyor, muhteşem bir manzara vardır.
1963 yılında yapılan arkeolojik araştırmalarda: manastırın yaklaşık 3 bin metre karelik alanda yapıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca bölgede üç devreye ait çeşitli paralar bulunmuştur. Bu paralar: İyonyalılar, Romalılar ve Abbasilere aittir.
KARAMAĞARA;
Yayladağ ilçesinin en uç noktasında bulunan koy, Karamağara olarak bilinmektedir.
Burası, ilçe merkezine 7 km uzaklıkta, Yayıkdamlar Mahallesindedir.
Buraya karayolundan araçla ulaşım oldukça güçtür. Denizgören köyünden sonra yüksek patika yoldan kayalıklardan aşağıya inmek gerekiyor.
Bu iniş oldukça tehlikeli olduğu için, yöre halkı buraya ulaşım için daha kolay alternatif yol bulmuştur. Yani, buraya genellikle Samandağ üzerinden tekne turlarıyla gidilmektedir.
Burada: Karamağara koyu ve Yuvadibi sahili bulunuyor.
Karamağara koyu, ulaşım güçlüğü nedeniyle geçmişte korsanların saklandığı bir yer olarak biliniyor.
Koyda bulunan mağara: içinde çobanlar ve balıkçılar tarafından ateş yakıldığı için is nedeniyle tavan bölgesi siyahlara bürünmüştür ve bu yüzden karamağara olarak isimlendirilmektedir.
Koydaki tertemiz deniz, yüzme ve dalış tutkunlarının ilgisini çekmektedir.
Ayrıca: dağdan gelen su med-cezir etkisiyle burada sahilde, denizle buluşmaktadır. Böylece ortaya çıkan tatlı su, söylenenlere göre: cilt, idrar yolları ve eklem rahatsızlıklarına iyi geliyormuş.
Dalış:
Karamağara bölgesinde deniz altında: Finikeliler, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait gemilerden kalma, amfora, çapa ve diğer tarihi kalıntılar görülmektedir.
Ancak: bölge Anıtlar Yüksek Kurumu tarafından tescil edilerek koruma altına alınmıştır yani günümüzde Karamağara mevkiinde dalış yasaktır.
ŞEYH AHMET KUSEYRİ CAMİİ VE TÜRBESİ:
Antakya-Yayladağ yolunda, Antakya şehir merkezine 25 km uzaklıktaki Şenköy beldesindedir.
Şeyh Ahmet Kuseyri, Osmanlı döneminde yaşamış bir velidir. 1549 yılında Hatay’da vefat etmiştir. Aslen Suriye Selçuklularındandır. Soyunun Eshab-ı kiramdan Peygamberimizin amcası hazret-i Abbas’a dayandığı rivayet edilir.
Babası Şeyh Abdurrahman 1464 yılında Hatay’a yerleşmiş ve Ahmet Kuseyri burada doğmuştur. Ahmet Kuseyri, Hatay’da birçok öğrenci yetiştirmiş, insanların İslamiyeti öğrenmelerine, İslam ahlakının yayılmasına hizmet etmiştir.
Ayrıca: yollar, medreseler, mescidler ve çeşmeler yaptırmıştır. Altınözü civarındaki Kuseyr Çayı üzerinde, günümüzde faal haldeki köprü onun yaptırdığı bir hayır eseridir.
Cami ve türbesi, 16’nci yüzyıl yapısıdır. Şeyh Ahmet, babası öldükten sonra cami avlusunun doğu kısmına 1525 yılında bu türbeyi yaptırmıştır. Cami avlusundan yüksek bir alanda bulunan türbeye merdivenle çıkılıyor.
Türbenin doğu cephesi, güneye kaydırılmış kapı ve kapının kuzeyinde bir pencere vardır. Türbenin batısında yenilenmiş zaviye hücreleri yerleştirilmiştir.
Giriş kapısı doğu cephesindedir. Bir kubbenin örttüğü merkezi bölümde, iki sıra halinde doğuda dört ve batıda beş sanduka bulunmaktadır.
Bu sandukaların iki tanesi, kuzeydeki genişletilmiş alana kaydırılmıştır. İçeride iki sandukanın bulunduğu bölüme geçiş, bir kapı ile sağlanıyor. Batı duvarında birer pencere ve niş bulunur.
Türbe içinde, aynı aileden 17 zatın kabri bulunmaktadır.
Ayrıca yine türbe içinde: Ferhat Paşa tarafından Şeyh Ahmet Kuseyriye verilen Osmanlı sorgucu, sancağı Humeyni bulunuyor.
Bunlar zaman içinde ehil kişiler tarafından türbe dışına çıkarılarak, yöre halkının birlik, beraberlik ve bütünlüğünü manevi olarak sağlamaktadır. Bu sancak altında, yöre ve insanla ilgili önemli kararla alınmaktadır.
Günümüzde türbe ziyaretinin: sara, felç, çocuk olmaması, akıl hastalıkları gibi hastalıklara iyi geldiği rivayet edilmektedir.
Bu yüzden, pek çok kişi şifa bulmak için türbeyi ziyaret etmektedir, hatta sadece Türkiye’den değil, Suriye, Ürdün, Pakistan, Mısır, Almanya gibi ülkelerden de geldikleri ifade edilmektedir.
Hatay şehir merkezi gezi ve tanıtım yazısı için.
Altınözü gezi ve tanıtım yazısı için.