Viyana şehrindeki gezimize: bulunduğumuz yerden, herhangi bir şekilde: Innere Stadt bölgesine gelerek başlıyoruz. Bu bölgede ise, ilk durağımız: St. Stephanos Katedrali. Katedral: Roterturn Str. üzerindedir.
STEPHANSDOM KATEDRALİ (AZİZ STEPHANOS KATEDRALİ)
Viyana şehrine gittiğinizde ilk görülmesi gereken ve şehirle özdeşmiş yapı burasıdır. Pazar günleri ve tatillerde, saat: 10.00 civarında, burada ayin yapılıyor. Bunun dışında gezmek mümkün. Viyana şehrinin sembolüdür. Tüm ihtişamına karşı: bir Ayasofya veya Süleymaniye Camisine benzemiyor.
İçeriye ücretsiz girilir, belli bir bölüme kadar ücretsiz gezilir ve belli bir bölümden sonra ücret ödemek gerekir. Ama para verip girmeye gerek yoktur, önermiyorum. Akşam konserler düzenleniyor, Konser saatinden önce girişleri kapatıyorlar, içeri girip bakın, özellikle güneş olan zamanı seçin, çünkü pencerelerdeki vitraylar, içeriye girdiğinizde güneş vurduğunda ışık haleleri şeklinde gayet güzel bir görüntü oluşturuyorlar ve bu yüzden güneşin olduğu saatlerde içeriye girmenizi öneriyorum.
Katedral hakkında bir söylenti var: kızıl elma. Meşhur kızıl elmanın bir ucunun, bu katedralde bulunan bir top olduğu söyleniyor. Hatta, bu top üzerinde “ay-yıldız” işareti var. Mutlaka nedir bu kızıl elma diye aklınıza takıldı. Kızıl elma: özellikle Oğuz Türkleri için, ülküler veya düşlerdir.
İstanbul’un fethinden sonra, Kızılelma’nın, Roma’da bulunan St. Pierre Kilisesinin mihrabındaki “altın top” olduğu ileri sürülmüştür. Yani: bazen zaferin işareti, bazen hakimiyetin sembolü, bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yerin sembolü. Yani: bu katedralde bulunan bir topta, Kızılelma olarak değerlendiriliyor.
Katedrale baktığınızda sol taraftaki cephe siyah, ama diğer ve yan cephenin krem renkli olduğunu göreceksiniz.
Bunlar kum taşından yapılmıştır. Kum taşı zaman içinde su ve hava ile temas edince kararır. Yaklaşık 80-100 yıllık dönemlerde temizlik yapılır. Belli yerlerde iskeleler kurulur ve temizlik yaparlar.
Avusturyalı ve Macarlar bu tür yapıları pırıl pırıl tutarken, Çekler orijinal tutmayı tercih ederler ve siyah bırakırlar, temizlemezler.
Katoliklerde her ülkenin bir piskoposluk yapılanması ve o piskoposluğa ait bir katedral olması gerekir.
Katedralin yapımına 1240 yılında başlanmış ve ancak, 1365 yılında tamamlanabilmiştir. II. Dünya Savaşında ise, çatısı yıkılmış ve 1952 yılında onarılarak, yapı, yeniden ziyarete açılmıştır.
Evet, yaklaşık 800 yıl boyunca: şehir yangınlarını, Osmanlı toplarını, Nazi savaş uçaklarının bombalarını görmüş yapı, birçok tehlikeyi atlatarak, günümüze ulaşmayı başarabilmiştir.
19’ncu yüzyılın son dönemlerindeki restorasyon sırasında, yeni gotik denen tarz ile yapı son halini almıştır. Bu gotik mimaride, özellikle kule çok önemlidir. Çünkü gotik mimari 3 kule üzerine kurulur. Bunlardan 2 kule simetrik, diğeri simetri dışında ayrı kalır.
Ana girişin, iç duvarında: “05” rakamı göreceksiniz. Bu sayı: Nazilere karşı, 1944 yılında başlayan Avusturya direniş hareketinin kod numarasıdır. 5 rakamı, alfabenin beşinci harfini temsil ediyor, yani “E” harfini temsil ediyor. “OE” ise, “Österreich” yani “Avusturya” sözcüğünün ilk harfidir.
Girişin üstünde
Bir gurup heykel var. Bunlar: ejderhalar, aslanlar, sürüngenler ve kuşlar. İsa, Havariler ve kilisenin kutsallığını temsil ediyorlar.
Biraz önce, her ne kadar yapının 1240 yılında yapılmış olduğunu söylesem de, günümüzde göreceğiniz yapı: 14. ve 15. yüzyıllarda yapılmış. İmparatorluk, şehrin piskoposluk merkezi olarak ilan edilmesini sağlamak için, papayı etkilemesi açısından, katedrale, ikinci bir kule yapılmasını düşünmüşlerdir.
Ancak, Viyanalılar tarafından, toplanan para, katedrale ikinci bir kule eklenmesinden öte, Osmanlılara ve Protestanlara karşı, şehri korumak için, şehir duvarlarının güçlendirilmesinde kullanılmış.
Bu nedenle: ikinci kule, kuzey kulesi hiçbir zaman tamamlanamamış, ancak 1578 yılında, üstü küçük bir kubbe ile örtülmüştür. Kuzey kulesinin tepesinde: nefis bir görüntü sizi karşılayacak. Buraya asansörle çıkmak mümkün.
Kilisenin içinde
Ana koridorda: ünlü heykeltıraş Anton Pilgram’ın “Vaaz Kürsüsü” var. Ayrıca: sarmal merdivenlerin başında: Augustinus, Gregorius, Hieronymus ve Ambrosius’un figürleri var. Bunlar: kilise babaları olarak biliniyorlar. Merdivenlerin altına ise, ünlü heykeltıraş, pencereden bakar gibi, kendi heykelini koymuş. Bir portresi ise, kuzey koridorunda bulunuyor.
Yüksek altarın yanında; oyma ahşaptan yapılmış “Wiener Neustadter Atları” bulunuyor. Altar dedim de, merak edenler olabilir? Altar, kilisede sunak kısmına verilen isim.
Evet, gezimize devam ediyoruz.
Sağ yani diğer kısımda ise: İmparator III. Friedrich’in mezarını göreceksiniz. Niye bu şahsın mezarı burada? Çünkü: şehri piskoposluk merkezi yaptırmış ve her yemekte yenen küçük ekmeği (Semmel) yaratmış. Buranın altında normal mezarlar vardır ve vebadan ölen insanların kafatasları ve kemikleri gömülüdür.
Çünkü yapının hemen yanındaki büyük alışveriş ve yürüyüş caddesi eskiden bir mezarlıkmış ve oraya binalar yapılıp yeni düzenleme olunca, oradaki mezarlıkta bulunan ve vebadan ölen insanların kafatasları ve kemikleri getirilip buraya gömülmüştür.
Öte yandan: buradaki mezarlığın imparatorluk ailesi açısından da önemi vardır. İmparatorluk ailesinin iki mezar yeri vardır. Birincisi, bedenlerinin gömüldüğü yer ki burası ara sokaklarda küçük bir kilisedir. İkincisi ise, kalplerinin sıvı içinde tutulduğu yerdir ki kalpleri özel bir sıvı içinde burada muhafaza edilmektedir.
Katedralin en büyük cazibesi, asimetrik çan kulesidir.
Çan kulesi: 136 m. yüksekliğinde. Çan kulesinin ismi ise “Steffl”. Tepesinde gözlem platformu var. Muhteşem manzarayı seyretmek isterseniz, 4 Euro giriş ücreti ödemeli ve 344 basamak merdiven çıkmanız gerekiyor ki, bence çıkın.
Çıktığınızda: kuzeydoğuda, Çek Cumhuriyetine, güneybatıda ise: Alpleri görebiliyorsunuz. Tabii, açık ve sisli olmayan bir hava olması şart. Bu kulede, ayrıca, 20 ton ağırlığında bir çan var.
Çanın ismi: Pummerin çanı. Çan: 1683 yılında: Osmanlı kuşatması sonucunda bölgede bırakılan Osmanlı toplarının eritilmesiyle yapılmış. Böylece Osmanlının bozgunla sonuçlanan II. Viyana kuşatmasına bir gönderme yapılmıştır.
Çünkü: Osmanlı-Avusturya savaşlarında hedef alınan noktalar: camilerin minareleri ve kiliselerin kuleleridir. Çünkü bu durum tamamen moral bozmaya yöneliktir ve o yüzden savaşı kazanınca bu tür göndermeler yaparlar. Ancak, bu çan, 1945 yılında hasar görmüş. Yalnızca: özel günlerde kullanılıyor.
Büyük ana kapının ismi: Riesentor. Yani: Dev geçit olarak isimlendirilmiş. Niye bu isim verilmiş? 13.yüzyılda, yapı inşa edilirken, burada büyük bir kemik bulunmuş. Bu kemik: Nuh tufanında boğulan, bir devin baldır kemiği olduğuna inanılmış.
Ancak, daha sonraki yıllarda, büyük bir mamutun kaval kemiği olduğu ortaya çıkmış. Ancak, bu gerçek ortaya çıkana kadar, bu kemik, bu kapıda asılı kalmış.
Katedralden çıktığınızda
Hemen kapı önünde, ünlü müzisyenler “Mozart” ve “Haydın” kıyafeti giymiş gençleri göreceksiniz. Bunlar: konser biletleri satmaya çalışan Viyanalı gençler.
Bunlardan başka: burada: peruğu, dantelli gömleği ve ipek ceketiyle, 18.yüzyıl asilzadelerine benzeyen, heykel adamlar var. Kıpırdamadan, heykel şeklinde, saatlerce durabiliyorlar. Önlerindeki para kutusu da o ölçüde doluyor.
Yine katedralin hemen önündeki meydanda, yerde bir temel kalıntısı göreceksiniz. Burada bir zamanlar “Maria Magdalena Şapeli” varmış. Maria Magdalena, günahkar bir kadındır ve bu kadını alırlar, taşlamak üzere bir meydanda toplanırlar, taşlar ellerinde, tam atacakları sırada İsa gelir ve kalabalığa hitaben “en günahsız hanginiz ise, ilk taşı o atsın” der.
Bunun üzerine kimse taş atamaz. Kadın tövbe eder, İsa kadını çıkarır. Kimileri İsa’nın kadınla evlendiğini ve soyunu devam ettirdiğini iddia eder. Ama gerçek olan şudur ki, İsa’nın “Son Yemek” tablosundaki tek kadın karakter, Maria Magdalena’dır.
O zamanlar Avrupa’da Maria Magdalena adına birçok kilise ve şapel yapılmıştır. Bu görülen yer de o zamanlar yani 1781 yılında yapılmıştır. Ama 1850 sonrasında kaldırılmıştır, günümüzde sadece temelleri görülmektedir.
Yine katedralin hemen yan cephesinde
Osmanlıya bir gönderme yapılmaktadır. Bir heykel gurubunda, elinde haçlı bayrağı tutan bir din adamı (papa) ve ayakları altında yatan bir asker figürü görülmektedir.
Asker her ne kadar Tatar askeri olarak nitelendirilse de (çünkü kafası kazınmış, bir tutam saç görülmektedir) askerin hemen yanında küçük ve kırık bir Osmanlı sancağı görülmektedir.
Bir din kurumunda, bir din adamı aracılığı ile yapılan ırkçılığın boyutunu anlatmak için yukarıdaki resimlere bakmanız yeterlidir. Duyduğuma göre, bir zamanlar bu heykelin kaldırılması için, Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından bazı girişimlerde bulunulmuş ancak kaldırılmamıştır.
Çapraz karşıda ise
Stephan Platz bulunuyor. Bu meydana doğru yürüyoruz. Burası: İstanbul-Beyoğlu-İstiklal caddesini andırıyor. Sokak satıcıları ve sokak göstericileri yoğun. Ayrıca: lüks mağazalar ve Mozart çikolatası da satan hediyelik eşya dükkanları bulunuyor. (Küçük bir not, Viyana şehrine gelip te en meşhur hediyelik Mozart çikolatasını elbette alacaksınız, ama buradan değil, çünkü fiyatları pahalı, 275 gramlık bir Mozart çikolatasını, muhtemelen 5 Euro civarında almanız uygundur.)
Bu cadde sizi sarayın arka tarafına götürecektir. Caddenin üstünde, Viyana şehrinin pastaneleri meşhurdur. Bu pastanelerde “zahter” yenir. Hatta, zahterin kendisine ait bir pastanesi vardır. Hemen yolun sonunda, Operanın arkasında ve “Zahter Torte” diye geçer. Aslında hangi pastaneye giderseniz gidin, bütün menülerde vardır.
Bu meydanda görebileceklerimiz şunlar
Stock-im-Eisen-Platz
Burası: Stock-im-Eisen-Platz’ın birleştirilmiş bir halidir. Bunun sözcük anlamı ise: “demire sokulmuş sopa” demektir. Bu isim, çok eskilere dayanıyor. Ortaçağ döneminde, Viyana şehrine varan yolcular, şans getirmesi için, eski bir ağaca çivi çakarlarmış. Bu çiviler, günümüzde koruma altına alınmış. Burada, bunları görebilirsiniz.
Haas-Haus
Burası: pencerelerinden katedralin yansıdığı, büyük ve silindirik bir yapı. Yapı: 1990 yılında, Hans Hollein tarafından tasarlanmış. St. Stephansdom Katedraline çok yakın yapılması nedeniyle, antipati çekiyor. Bu yapının en büyük özelliği, sahibinin Türk olmasıdır.
Babası Viyana şehrine gelip buraya ilk restoranı açan Türk’tür ve havayolu şirketleri ve catering konusunda bir numara olan bu kişi, bu binanın sahibidir. Binanın özelliği, biraz önce söylediğim gibi, dış cephesinin cam olması ve buna, hemen yakındaki katedralin görüntüsünün yansımasıdır. Yani binaya bakıldığında katedral görülür.
Gezimize devam etmek için: katedral yönünde dönüş yapıp, ROTENTURM STRASSE caddesi boyunca yürümeye devam ediyoruz.
Bu sırada, karşımıza: yaklaşık 300 yıl önce, hırsızların asılarak idam edildikleri, boş bir meydan çıkıyor. Burası: LUGECK bölgesi. Burada, açık hava kafeleri var. Dinlenmek için ideal.
Tuna kanalına doğru yürümeye devam ediyoruz. Karşımıza: FLEİSCHMARKT sokağı çıkıyor. Sağ bölüme dönüyoruz ve biraz ilerlediğimizde, karşımıza bir meyhane çıkıyor.
Griechenbeis Meyhanesi
Buranın önemi: Mozart, Beethoven, Schubert ve Strauss’un yaşadıkları dönemde, buranın müdavimi olmaları. Buraya ait ilk kayıt: 1447 tarihlidir. Ama yine de, buranın tam olarak ne zaman açıldığı bilinmemektedir. Küçük odaları, o zamandan beri halka açıktır. Grillparzer ve Johann Straus: tavanı imzalamışlar.
Meyhaneden çıkıp, yürümeye devam ettiğinizde, karşınıza, hemen sağ bölümde, bir manastır çıkıyor.
Heiligen-Kreuzerhof Manastırı
Burası, 17.yüzyıldan kalma bir yapı. Bu manastırın avlusundan geçerek, Basiliskenhaus denilen yere ilerlediğinizde, ilginç heykeller görebilirsiniz.
Şöyle ki: yarı horoz, yarı kertenkele bir canlının, nefesiyle içme suyunu zehirlediği söylenir. Ama, efsaneye göre, fırıncının çırağı: canavara ayna tutup, onu, korkudan öldürmüş.
Evet, gezimize devam ediyoruz. Tuna kanalı aksi istikamette biraz yürüyoruz ve WOLLZEİLE caddesinde, karşımıza eski üniversite çıkıyor.
Alte Üniversitat
Franz Schubert, Viyana çocuk korosu üyesi olarak burada bir dönem yaşamıştır. Eski üniversite: 1848 yılında, öğrencilerin yaptıkları gösteriler nedeniyle kapatılmıştır.
Buradan sonra, aynı cadde üzerinde katedral müzesi istikametinde geri dönerek ilerlemeye devam ediyoruz. Sol yanımızdaki bir ara sokaktan, Domgasse bölgesine geçiyoruz. Burada, ünlü bir müzisyene ait ev bulunuyor.
Mozarthaus Vienna
Buranın diğer adı: Figaro House. Wolfgang Amadeus Mozart: 1784-1787 yılları arasında, 3 yıl boyunca burada yaşamış. Mozart, günümüzde müzeye dönüştürülen bu evde: birçok piyano ve korno konçertosu ve çeşitli sonatlar bestelemiştir. Ama en ünlü bestesi: “Figaro’nun Düğünü” operasıdır.
Müze: 2006 yılı başlarında, Mozart’ın doğumunun 250. yılı kutlamaları nedeniyle, tamamen yenilenmiştir. Yapıda: 4 oda, 2 özel ofis ve mutfak var.
Buradan çıkınca: BLUTGASSE caddesini takip edin ve bu cadde ve SİNGER STRAASSE caddelerinin köşesindeki : Fahnrichshof bölgesinde gezinmenizi öneririm. Çünkü, burada dolaşmak çok keyifli. Burada: ressamlar, galeriler, butikler, apartmanlar ve bahçelerden oluşan göz alıcı yerler var.
Evet, gezimize devam ediyoruz. Buradan sonra: yine Tuna kanalının aksi istikametinde, STEPHANS-PLATZ meydanına doğru bir süre yürüyorsunuz ve KARNTNER STRASSE geliyorsunuz.
Bu ana yol: Viyana şehrinin sosyal hayatında, her zaman önemli rol oynamıştır. Viyana şehrinin en şık mağazalarının çoğu buradadır. Zaten, cadde trafiğe kapatılmıştır. Bu modern mağazalar yanında, burada, günümüzde, bir cam ürünleri müzesi de bulunuyor.
Cam ürünleri müzesi
Lobmery mağazasında bulunmaktadır. 1823 yılından bu yana müze işlevini sürdürmektedir.
Karntner Straasse üzerinden ilerliyoruz. Caddenin biraz ilerisinde: KAPUNİZER KİRCHE denilen bir yer var. Bunun altında ise, Kaisergruft denilen bir mezarlık bulunuyor.
IMPERIAL BURİAL VAULT-KAİSERGRUFT (MEZARLIK)
Burası, bir imparatorluk mezarlığı. 1622-1632 yılları arasında yapılmıştır. Yapının cephesi: 1935-1936 yılları arasında restore edilmiştir. Habsburg hanedanlığı: 1633 yılından bu yana, buraya gömülmektedirler.
Yani, burada, Habsburg hanedanlığına ait, 150 civarında mezar ve lahit bulunuyor. Buraya giderseniz, Maria Theresa ile kocası François de Lorraine’ye ait, ikili tabuta dikkatinizi çekerim.
Burada yapılan son cenaze töreni: 1989 yılında, son Habsburg imparatoru I. Karl’ın eşi Zita’ya aittir. Burada, diğer dikkatinizi çekecek görüntü ise, hala çok sevilen, İmparator Franz Joseph ile İmparatoriçe Elisabeth (Sissi) mozoleleridir.
Bu mozoleler, günümüzde bile, çiçeklerle doludur. Katedrali yazarken hatırlanacağı üzere, imparatorluk ailesinin öldüklerinde bedenleri buraya, kalpleri ise özel bir sıvı içinde katedrale yerleştirilmektedir.
Aynı cadde üzerinde yürümeye devam ediyoruz ve karşımıza bir otel çıkıyor.
HOTEL SACHER
Bina, Neo-klasik üsluptadır. Bina, tarih boyunca, pek çok olaya tanık olmuştur. Bu yapının ilk inşa edildiğinde, burada Anna Sacher isimli biri yaşarmış. Bu şahıs, büyük purolar içmesiyle tanınır, kraliyet ailesinden, aristokratlardan, diplomat ve zenginlerden konuklarının bütün ihtiyaçlarını karşılaşmış.
Ama, bu konuklarının imzalarını: bir masa örtüsüne işlermiş. Avrupa’nın geleceğini belirleyen toplantılar da, bu otelde yapılmıştır.
Otel: ünlü “Sacher” pastasıyla tanınıyor, deneyebilirsiniz. Boş masa bulmak çok zor. Bir süre beklemeniz gerekebilir, küçücük bir masa ve bar taburesi gibi yüksek sandalyelerde oturuluyor. Garsonlar ise, tamamen ilgisiz.
Aynı cadde üzerinde yürümeye devam ediyoruz. Caddenin kıyısında, caddenin OPERNRİNG caddesiyle kesiştiği yerde, Opera binası bulunuyor.
STAATSOPER (VİYANA DEVLET OPERASI)
Kartner bölgesinin başındadır. Dünya operasının merkezidir. Giriş ücretli. 1869 yılında açılan, ilk opera binası, çok fazla kişi tarafından eleştirilince, binanın mimarı Edward Van der Nüll, intihar etmiş.
Evet, orijinal bina, 1945 yılındaki bombardımanda, tamamen yerle-bir olmuş. Bombardımanda: çatısı yanarken, içindeki 150 bin farklı dekor ve 1500’den fazla kostüm yanmıştır. Ardından, burayı tekrar açmışlar ve açılışı çok ünlü bir besteci Mozart tarafından “Don Ciovanni” eseri icra edilmiştir.
Burada herhangi bir opera gösterisine gitmeseniz bile, ücret ödeyerek, bu binayı gezme şansınız var. Ancak, konser anındaki akustiği hissedemezsiniz. Konsere katılmak ise biraz problemli. Öncelikle, bilet bulmak ve bilet bulduğunuz takdirde de, kıyafet zorunluluğu, konsere katılmayı güçleştiriyor.
Çünkü: konserlere girerken, koyu renk takım elbise ve gece elbisesi giyilmesi zorunlu. Opera binasının yan tarafında bulunan, ALBERTİNA PLATZ meydanına geçiyoruz. Burada bir anıt var. Ayrıca bir saray bulunuyor.
Savaş ve Faşizm karşıtı anıt
Alfred Hrclicka tarafından tasarlanmıştır. 1991 yılında yapılmış. Diz çökmüş vaziyette, bronz bir heykel var. Bu heykel: Naziler tarafından, kaldırım taşlarını, diş fırçaları ile temizlemek zorunda bırakılan Yahudilerin nasıl aşağılandığı betimlenmiş. Heykel, taş kapının hemen dibinde. Yalnız, bu anıt, yapıldığında: hem Yahudilerin ve hem de Yahudi karşıtlarının protestolarıyla karşılanmış.
Albertina Graphic Arts Collection
1776 yılında inşa edilmiştir. Maria Theresa’nın oğlu Saksonya Dükü Albert’in adını taşımaktadır. Burada: dünyanın en önemli grafik koleksiyonu bulunmaktadır. Bu koleksiyonda: 60 binden fazla orijinal çizim ve bir milyondan fazla baskı bulunmaktadır.
Koleksiyonun dönemi ise, 15.yüzyıldan günümüze kadar uzanan dönemi kapsar. Koleksiyonda eseri bulunan sanatçılar şunlar: Dürer, da Vinci, Michelangelo, Raffaello, Tiziano, Rembrandt, Rubens, Van Gogh, Beardsley.
Sarayda: imparatorluk daireleri yakın zamanda yenilenmiştir. Ayrıca, bir sergi alanı açılmış, depolama sistemi kurulmuştur.
Evet, şimdi şehrin en güzel bölümlerinden birinde, Şehir gezimize devam edeceğiz
Bu bölümdeki gezimizde: GRABEN bölgesini gezeceğiz. Bölgedeki gezinin başlangıç noktası: daha önce den hatırlayacağınız bir yer: STEPHANS PLATZ meydanı.
Meydandan, GRABEN caddesine giriyoruz.
GRABEN VE YAHUDİ MAHALLESİ
Burası: şehrin, en modern mağazaları ve kafelerinin bulunduğu bir bölgedir.
Ama, buranın en büyük özelliği: Habsburg hanedanının son dönemlerine kadar: “Graben Nymphaları” olarak bilinen hayat kadınlarının bulunmasıdır. Caddenin bir diğer önemli özelliği ise, buranın uzunca süre bir mezarlık olarak kullanılmış olmasıdır.
1800’lü yıllarda toparlanma başlayınca mezarlık boşaltılmış ve büyük bölümü katedralin altına yerleştirilmiştir.
Buradaki binaların birçoğu ekonomik nedenler ve alışveriş amaçlı açılmıştır. Kartner caddesinde klasik marka mağazaları varken, burada çok lüks marka mağazaları bulunmaktadır.
Geniş cadde: günümüzde, trafiğe kapatılmış ve sadece yayalar tarafından kullanılmaktadır. Caddede: şehrin, 1679 yılında vebadan kurtulmasına adanmış bir anıt var.
Burada önemli bir anıt görülüyor.
Pek çok şehirde görüldüğü üzere, burada da “Veba Anıtı” vardır. Bu anıtın ilk yapıldığı tarih 14’ncü yüzyıldır ve ahşap yapılmıştır. Avrupa’nın veba yaşadığı en kötü dönem olan 14’ncü yüzyıl, sonrasında ise 16, 17, 18 yüzyıllar, sonrasında 19’ncu yüzyılda bu hale getiriliyor, ama sadece vebayı simgeleyen bir anıt olmaktan çıkıyor.
İçerik olarak ilaveler yapılıyor. İçerik: üç tarafında 3 amblem var, bunlar 19’ncu yüzyıl sonunda Avusturya imparatorlarının taktıkları 3 kraliyet amblemi, bunlar Avusturya, Macaristan ve Bohemya Krallık amblemleridir.
O yüzden, 3 amblemi de bu anıtın çevresine yerleştirmişlerdir. Önemli olarak, en temel detay, neden biz bu anıtlarda dini figürler görüyoruz. Yukarıda: Hıristiyanlıkta büyük üçleme olan; baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesi görülür.
Bunun sebebi: 14’ncü yüzyıl, hastalık yayılmaya başlıyor, insanlar etkileniyor ve bir anda ölmeye başlıyorlar.
En sonunda “biz günahkar hayatlar yaşıyoruz, Allah bizi cezalandırıyor, kurtulmanın tek yolu dine sığınmak, dindar yaşamak” diyorlar. Kilise, bunu alıyor ve kendine göre kullanıyor ve her şehirde anıtlar yapılmaya başlanıyor, anıtlarda tepe de üçleme görülüyor, aşağı tarafta vebanın insan vücudunda yarattığı etkiler ve din adamları görülüyor.
Graben caddesinde bir süre ilerledikten sonra, sağ yanımızdaki bir sokaktan girdiğimizde bir kilise göreceğiz.
Pterskirche-Aziz Peter Kilisesi
Gabriele Montani tarafından 1702 yılında tasarlanmış ve yapılmıştır. Dış cephe, her biri üçer oyma melek başıyla süslenmiş, dışa eğimli oturma sıraları vardır. Yapı, Viyana barok sanatının en güzel örneklerinden biridir. Hemen veba anıtının yakınındadır. Dışarıdan bakıldığında çok sade görünür.
Ama bunun içine girdiğinizde muhteşem güzel detaylarla karşılaşırsınız. Barok bir yapı, daha sadedir, ama mutlaka içine girin. Burada genellikle konserler düzenleniyor, konsere denk gelip ücretsiz müzik dinleyebilirsiniz. Ama dediğim gibi içeride göreceğiniz heykeller, mezar bölümleri ve özellikle apsis denen ortadaki bölümü mutlaka görün.
Sonra, Graben caddesinden geri dönüyoruz ve sol yanımızdaki: DOROTHOER GASSE sokağına giriyoruz. Burada, bir müze bulunuyor.
JÜDİSCHES MUSEUM (YAHUDİ MÜZESİ)
Giriş ücretlidir. 1993 yılında kurulmuştur. Müzenin bulunduğu; 18.yüzyıldan kalma, Palais Eskeles isimli yapı, eskiden, önce gelen bir Yahudi tüccara aitmiş.
Müzede: modern teknikler kullanılarak: şehirdeki Yahudi topluluğunun tarihi süreç içindeki yerleşimi ve başlarına gelenler anlatılıyor.
Viyana kültürüne yaptıkları katkılar da, açıklanmış. Müzede: bir kafe ve alt katta bir kitapçı bulunuyor.
Graben bölgesinin güneyinde geziyoruz.
YAHUDİ MAHALLESİ
Burada, genellikle giyecek mağazaları var. Meydanda ise, bir anıt bulunuyor.
Soykırım Kurbanları Anıtı
Rachel Whiteread tarafından yapılmıştır. 1938-1945 yılları arasında, Naziler tarafından öldürülen, 65 000 Avusturya Yahudi’sinin anısına dikilmiştir. Ters çevrilmiş bir kütüphaneyi andıracak şekilde tasarlanmıştır.
Yani, kitaplar, içeriye doğru bakıyor. Anıtın temelinin çevresine: Avusturya Yahudilerinin gönderildikleri kampların isimleri yazılı.
Hemen yakınlarda, bir kilise bulunuyor.
Kornhauseltum
Şehirdeki en eski kilisedir. Sarmaşıklarla kaplıdır ve 1161 yılında yapılmıştır. Bir zamanlar çok önemli bir ticaret malı olarak kabul edilen: tuzun azizi olarak tanınan “Rupert” e adanmıştır.
Buradan: Hoher Markt’a gidin.
HOHER MARKT
Burası, eski dönemlerde Roma yerleşimi olan “Vindobona”nın formu olarak kullanılıyordu. Buradaki küçük bir müzede: Roma döneminden kalma, iki evin kalıntıları görülüyor.
Honer Markt meydanının güney ucunda: Ankeruhr bulunuyor.
ANKERUHR
1911 yılında, bir sigorta şirketi tarafından yaptırılmıştır. Bu hareketli saatte: Charlemagne, Prens Eugene, Maria Theresa ve Joseph Haydn figürleri bulunuyor. Saat: 12.00’de, bu figürlerin gösterilerini izleyebilmek mümkün.
Meydanın tam ters istikametinde, batı ucunda: MARC-AUREL STRASSE caddesine doğru yürüyün. Hemen solda: günümüzdeki Avusturya Arşivlerini barındıran, ALTES RATHAUS (Eski Belediye Sarayı) bulunuyor. Bu sarayın hemen karşısında ise, yine bir kilise bulunuyor.
Tuna kanalının aksi istikametinde yürümeye devam edin ve PLATZ AM HOF meydanına gelin.
PLATZ AM HOF
Şehrin eski bölümündeki en büyük meydan burasıdır. Babenbergerler hanedanı: kalelerini, 1150 yılında, burada kurmuşlar. Kale, uzun süre bir askeri sığınak olarak kullanılmış.
Meydandaki diğer bir eser: MARİENSAULE, yani “Meryem Ana Sütunu”.1667 yılında yapılmış. 30 yıl savaşlarında, İsviçre ordularına karşı kazanılan zaferin simgesi olarak dikilmiş. Bu meydanın kıyısında, Am Hof kilisesi var. Kilisenin barok ön cephesi görülmeye değer.
Evet, gezimize devam ediyoruz. Meydanın hemen yanındaki, BOGNERGASSE sokağına girin. Bu sokakta görmeniz gereken: Engel Apotheke. Sokağın sonunda: İskoç kilisesi var.
SCHOTTEN KİRCHE (İSKOÇ KİLİSESİ)
Burası, İskoç ve İrlandalı rahipler tarafından, 12.yüzyılda kurulmuştur. Buranın resim galerisi görülmeye değer. İlginizi çekebilir.
Geziye devam ediyoruz. Hemen yanda, HERRENGASSE sokağını bulun. Bu sokakta, etkileyici saray ve binalar sıralanıyor. Bu sokak üzerinde diğer görmeniz gereken yerler:
CAFE CENTRAL
I. Dünya Savaşından önce, şehrin önde gelen kafelerinden birisidir. (Yiyecek-İçecek bölümünde, ayrıntılı olarak anlatıyorum, güzel bir kafe. Rahatlıkla saatlerce oturulabilecek güzelliktedir)
Herrengasse sokağı: MİCHAELER PLATZ ve HOFBURG bölgelerine çıkıyor. Meydanda görülmesi gereken yerler şunlar:
HOFBURG (IMPERİAL PLACE)
Burası, 13.yüzyıldan bu yana, Avusturya Hükümdarlarına ev sahipliği yapan, en etkileyici saraylardan biridir. Eski şehrin, güneybatı bölümünü, yani bu bölgeyi, imparatorluğu hatırlatan etkileyici eserler kaplıyor.
Burada bir küçük not vermek istiyorum, bazı internet sitelerinde burası için Topkapı Sarayını gölgede bırakıyor gibi deyimler kullanılmış, ama burayı gördüğünüzde böyle bir yorumun tamamen saçma olduğunu göreceksiniz.
Boyutları devasa. İnce işçiliği, uçsuz-bucaksız bahçesi ve görkemli heykelleriyle gerçekten büyüleyici. Saray: 1918 yılına kadar, İmparatorluk ailesi tarafından, ikametgah olarak kullanılmıştır. Habsburg hanedanlığı: büyük Avusturya-Macaristan imparatorluğunu buradan yönetmiştir.
Büyük Saray: 600 yıl süresince, 5 kez restore edilmiş ve sonunda, yine büyük kısmı tamamlanamadan kalmıştır. Günümüzde, burada, müzelerde, Habsburg hanedanının servetleri sergileniyor. Bunun dışında: Avusturya Başkanlık ofisi, kongre merkezi ve çok sayıda sanat koleksiyonu bulunuyor.
Buradaki gezi için
Öncelikle, rehberler eşliğinde, yaklaşık bir saat süren bir tura katılmanız gerekiyor. Bu turda: KAİSERAPPARTEMENTS yani imparatorluk daireleri geziliyor.
Bu gezide: goblenler, subayların sigara salonları, harika sobalar, kristal avizeler, demirden askeri bir kamp yatağı bulunan Franz Joseph’in yatak odası, Elisabeth (Sissi) in daireleri ve duvara monte edilmiş barlar ve tırmanma ipleriyle egzersiz yaptığı salonu görebiliyorsunuz.
Tüm bunların yanında: porselenden yapılmış seramik sobalar ve 19.yüzyılda, İmparator 16.Louise tarafından yaptırılan muhteşem mobilyalar görülüyor.
Bu gezide
ilk 6 oda: SİSSİ MUSEUM olarak düzenlenmiş. Burada: imparatoriçenin hayatından sahneler bulunuyor. Özellikle, Elizabeth’in özel hayatı vurgulanmış, egzersizleri, rejimleri ve güzellik ile ilgili saplantılarına ayrılan bölümler ilginizi çekebilir. İmparatoriçe, hayatta iken bir efsaneydi.
Ölümünün üzerinden, yüz yıldan fazla zaman geçmesine rağmen, hala efsane olarak kalmıştır. Saç bakımı saatler alırmış. Yaşı ilerledikçe, sık sık yolculuğa çıkar olmuş. İmparatorluk trenini kullanırmış. 1898 yılında, 60 yaşındayken, Cenevre’de, İtalyan bir şahıs tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür.
Evet, bu bölgedeki gezimize devam ediyoruz.
IMPERİAL SİLVER COLLECTİON-HOFSİLBER UND TAFELKAMMER (KRALİYET GÜMÜŞ DEPOSU VE SOFRA TAKIMI KOLEKSİYONU):
Burada, Habsburg hanedanının yemek servis takımları sergileniyor. 600 yıldan fazla süre, düğünlerde ve doğum günlerinde kullanılan, Çin, Japon, Fransız Sevres ve Alman Maissen servis takımları sergileniyor. En önemli eser: 140 parçalık, parlak kırmızı Yakutlu çay takımı ve 1851 yılında Kraliçe Victoria tarafından İmparator Franz Joseph’e hediye edilen: orta süsüdür.
140 kişilik masa üzerinde, servis takımları tamamen yerleştirilmiş olarak sergileniyor. Masa: 30 metre uzunluğundadır. Çini tabaklar, altın ve gümüş servis takımları muhteşem.
STALLBURG (HARALAR)
1565 yılında, bu yapı: Arşidük konutu olarak yaptırılır. Hofburg kompleksinin dışındadır. Bina, daha sonra “İspanyol Binicilik Okulu” haralarına dönüştürülmüştür. Yapı: 3 katlı, kemerli avlusu ile, şehirdeki en önemli Rönesans yapılarının başında gelmektedir. Haralar, halka açık değil.
SPANİSCHE REİTSCHULE (İSPANYOL BİNİCİLİK OKULU)
Burası: Habsburg sarayına yürüme mesafesi uzaklıktadır. Muhteşem mimarisi var, mutlaka zaman ayırın ve ziyaret edin. 1729-1735 yılları arasında inşa edilmiştir. Mimarı: Josef Emanuel Fischer von Erlach.
Burada bulunan: Lipizzaner atları: yıl (temmuz ve ağustos ayları hariç) süresince, arenada gösteri yapıyorlar. Bu gösterilerde: atlar, müzik eşliğinde, çok uyumlu ve hassas hareketler yapıyorlar.
Gösteriler için bilet bulamasanız, sabah saatlerinde atların eğitimleri var, bu eğitimleri izleyebilirsiniz. Bence: zaten gösterilere bilet bulmak zor, biletler pahalı ve çok kısa sürüyor. Siz: hafta içinde yapılan antremanları izleyin.
Bu arada, belki merak edenleriniz olabilir
Lipizzaner atlarının ne özellikleri var? Bu tür atlar: İspanyol ırkı ve Slovenya’da, Lipica bölgesinde yetiştiriliyor. Ancak, bu gelenek, 1920 yılından bu yana, Styria bölgesinde, Piber kasabasında sürdürülüyor.
Atlara: 17.yüzyıldan bu yana değişmeyen sistemlerle: zarif bir şekilde yürüme ve dans etme öğretiliyor. Atlar, müzik eşliğinde, klasik figürler sergiliyorlar. Gösterilerde, kendinizi bambaşka bir dünyada hissedeceksiniz. Bembeyaz atlar ve siyah giysili binicileri.
İspanyol Binicilik Okulunun hemen karşısında: JOSEFS PLATZ meydanı bulunuyor. Meydanda bulunanlar şunlar;
HEYKEL
Meydanın ortasında bulunan bu heykel, Franz Anton Zauner tarafından yaptırılmış ve II. Joseph’in at üzerinde betimlendiği bir heykel.
ÖSTERREİCHİSCHE NATİONAL BİBLİOTHEK (ULUSAL KÜTÜPHANE)
Meydanın hemen yanındadır. Eskiden imparatorluk kütüphanesi olarak kullanılmıştır. İmparatorluk mimarı: Johann Bernhard Fischer tarafından; 1723-1735 yılları arasında yapılmıştır.
En dikkat çekici bölümü: büyük salon kısmıdır. Buranın tavan freskleri, Daniel Gran tarafından yapılmıştır. Bu fresklerde, kütüphanenin kurucusu olan İmparator VI. Karl’ın yüceltilmesi tasvir edilmektedir.
Burada, milyonlarca el yazması ve basılı kitap bulunmaktadır. Bunların yanında: portreler, haritalar, notalar, papirüse yazılmış dokümanlar ve bir müzenin de bulunduğu ana bina var.
AUGUSTİNER KİRCHE
Burası bir kilise. Habsburg hanedanlığının evlilik kilisesi olarak kullanılmıştır. Habsburg hanedanının önemli kişilerinin kalpleri, buranın kıriptasına gömülüdür.
SCHATZKAMMER (HAZİNE)
Kaiser-appartements yapısının hemen yanında bulunuyor. Eski kutsal Roma imparatorluğunun göz kamaştırıcı eserleri, burada sergileniyor. En önemli eserler: İnciller, cilalanmış zümrütler, yakut ve safirlerle bezeli, som altından yapılmış imparatorluk tacı.
Evet, dünyanın en ünlü hazinelerini burada görmek mümkün. Burada göreceğiniz: İmparator Rudolf II’nin tacı; ilk olarak: 962 yılında: Roma’da, Büyük Otto’nun taç giyme töreninde kullanılmıştır.
Daha ; sonra ise: Aachen ve Frankfurt’taki taht varislerine geçer. Burada: bir kutsal kılıç ve Charlemagne’nin kılıcı da sergileniyor. Bunların dışında ilginizi çekebileceğini düşündüğüm eserler: Hz. İsa’nın son yemekte kullandığı kutsal kase olduğunu düşünülen akik bir kap, zehirli yiyecekleri gösteren engerek dili credenza gibi.
Ayrıca: sergilenen hazineler arasında: İmparatorluk ailesine gelen hediye bir at da sergileniyor. Büyüleyici, tek boynuzlu bir at. Boy uzunluğu: 2.5 metre.
Sarayın hemen ortasındaki meydanda: Roma dönemine ait kalıntıların bulunduğu küçük bir bölüm görülüyor. Burası, Roma döneminde burada kurulan şehrin, temel kalıntıları imiş. Buranın bulunduğu meydanda, gayet güzel kafeler var, bunlardan birine oturup hoş zaman geçirmenizi öneririm.
Evet, şimdi de, büyük bir bahçe ye geçiyoruz.
BURGGARTEN
Burası, Hofburg’un bahçesi. 19.yüzyılda, imparatorluk ailesi için düzenlenmiştir. Bahçede, iki anıt var. Bunlar: I. Franz Joseph ve Mozart’a ait. Özellikle Mozart’a ait olan anıt: 1896 yılında, Victor Tilgner tarafından yapılmıştır. Burada, bir de limonluk bölümü var. 20.yüzyılın başında yapılmış. Limonluk bölümünde, çok güzel bir kafe ve kelebek bahçesi de bulunuyor.
Burayı gezdikten sonra, Operring Strasse caddesinde gezebilirsiniz.
RİNG BOULEVARD-STRASSE
Ring, aslında şehri saran surları temsil ediyor. 1850’li yıllarda, artık Türk ordusunun gelmeyeceğini düşünen zihniyet, surları yıktırıp, şehrin gelişmesini sağlamıştır. 1940’larda ise: St. Stefan kilisesinin gözetleme kulesini ve 1952 yılında da, banliyölerdeki kuleleri yıkmışlardır. Yıkılan surların yerine: 70 metre genişliğinde, bir bulvar yapılmıştır. Bu bulvarda: hükümet binaları, özel köşkler, geniş meydanlar, parklar, anıtlar ve zarif kafeler bulunuyor.
Evet, bu bulvarın uzunluğu: 4 km. dir. Eski şehrin merkezini, bir çember gibi sarıyor.
Evet, Ring Strasse caddesi boyunca yürümeye devam ediyoruz. Burgring caddesi bölümüne geçince, sağ taraf: Hofburg ve Sol taraf ise, Kunsthistorisches Museum ve Naturhistorisches Museum ile arasında kalan Maria-Theresien-Platz bulunuyor.
VOTİC KİRCHE
Ring caddesinde, Viyana Üniversitesinin yanındadır. Ünlü Stephan Katedralin den daha önemlidir. Çünkü: Macar Libenyi tarafından yapılan saldırıdan kurtulan, imparator I. Franz Joseph tarafından, Tanrıya şükran amacıyla; 1854 yılında yaptırılmıştır. Mimarı: Heinrich Fersste. Kilisenin yapımı için, halktan para toplanmıştır. Para toplanan insan sayısı: 300 bin kişidir.
Mimari bakımdan ise: dünyadaki sayılı gotik tarzdaki nadir kiliselerden biri olarak öne çıkmaktadır.
KUNST HİSTORİCHHES MUSEUM (GÜZEL SANATLAR MÜZESİ)
Giriş ücretli ama özellikle giriş ana merdiveninden itibaren, muhteşem sanat eserleri ziyaretçilerini bekliyor. Müzenin koleksiyonu, tek kelimeyle muhteşem ve çok geniş.
Birinci Kat: Burada resim galerisi var. Galerinin ismi: Gemaldegalerie. Burada: 16.ve 18.yüzyıl, Avrupa sanatından örnekler sergileniyor.
Ana girişin solundaki, doğu kanadında: Flemenk, Flaman, Alman ve İngiliz sanatçıların eserleri sergileniyor.
Girişin sağındaki batı kanadında ise: İtalyan, İspanyol ve Fransız sanatçıların eserleri sergileniyor. Bu sanat eserlerini yapan sanatçıların bazılarının isimleri ise: Caravaggio, Raffaello, Rembrandt, Rubens, Tiziano.
Alt Kat
Burada, antik Mısır, Yunan ve Roma eserleri sergileniyor. Ayrıca: Heykel ve Uygulamalı Sanatlar Koleksiyonu bulunuyor. Cellini’nin, Fransa kralı I. François için yaptığı: mine ve altın kaplı, ünlü tuzluk, bu koleksiyonda, mutlaka görün.
Klasik Antika Koleksiyonundaki en önemli eser ise: I. yüzyıl’dan kalma, Gemma Augustea kamayösü. Mısır Koleksiyonunda, Prens Kaninisut’un gömütü, yani mumyası da görülebilir.
NATUR HİSTORİSCHES MUSEUM (DOĞA TARİHİ MÜZESİ)
Giriş ücretlidir. Mimari olarak: Kunst Historichhes Museum binasının bir ikizidir. Bu müzede görebileceklerinizden bazıları şunlar: göktaşı koleksiyonu, böceklerden-Dinozorlara kadar uzanan pek çok hayvan fosili. Ayrıca: “Willendorf Venüsü” heykelciği var ki, tam 25 bin yıllık olması en büyük özelliği.
Bunun dışında, Maria Theressa’nın: büyük sarı yakut ve değerli taşlardan yapılmış, 117 kg. ağırlığında, mücevher buketini mutlaka görmelisiniz.
Müzede, birde çocuk salonu (Kindersall) var, özellikle küçük ziyaretçilerin yoğun ilgisini çekiyor.
MUSEUM QUARTİER
Neubau bölgesindedir. Viyana şehrindeki en geniş alana sahip kültür merkezidir. Kapsadığı alan toplamı: 60 bin metrekaredir.
Burası, modern bir müze kompleksi. Yapı: 18.yüzyılda, Fischer von Earlach tarafından yapılmış. 1998 yılında ise, daha önce kraliyet atlarının yetiştirilip bakımlarının yapıldığı komplekste, tadilat yapılarak, bugünkü müze oluşturulmuştur.
Ancak, yapılan tadilatın maliyeti muhteşem, tam 2 milyar Euro. Gerçekten harcanan paranın oranı, sanat ve kültüre verilen değerin en büyük ifadesidir.
Burada sergilenen koleksiyonlar: Kandinsky, Magritte ve Warholl gibi, 20.yüzyıl sanatçılarına ait. Bunlar: MUMOK denilen “Modern Sanat Müzesi” bölümünde sergileniyor. Ayrıca: LEOPOLD MUSEUM ve ARCHİTEKTURZENTRUM WİEN (Viyana Mimari Merkezi) bölümleri de, bu kompleks içinde bulunuyor.
Museum strasse caddesinden ilerleyerek, Getredemarkt caddesine geldiğinizde, yine bir yapı var.
AKADEMİE DER BİLDENDEN KÜNSTE (GÜZEL SANATLAR AKADEMİSİ)
Bu galerinin koleksiyonunda: 14.yüzyıldan, günümüze kadar uzanan döneme ait Avrupa resim sanatının muhteşem örneklerini görebilirsiniz. Özellikle: Hieronymus Boch’un “Son Yargı” resmi, Rubens, Rembrant, Van Dyck, Pieter de Hooch ve Tiepolo’nun çalışmaları var. Binanın mimarı şekli ise, 1870 yılında, Theophil Hansen tarafından tasarlanmıştır.
Bu Akademinin tarihinde ilginç bir olay vardır. Adolf Hitler, bu Akademinin sınavlarına iki kere girmiştir. Çünkü kendisinin genç iken en büyük hayali ressam olabilmektir. Ancak iki kere girdiği sınavlarda başarısız olmuş ve “resim yeteneğin yok” denilerek Akademiye kabul edilmemiştir. Böylece, bunu hakaret olarak algılayan Hitler, kafasındaki sert düşünceleri oluşturmaya başlamıştır.
SECESSİONS GEBAUDE
Akademi binasının hemen karşısında bulunuyor. Burası, 1897 yılında, gerici buldukları, Viyana sanat kurumlarından kopan, 19 sanatçı tarafından harekete geçirilen bir galeri. Bu sanatçıların en ünlülerinin başında: Gustav Klimt geliyor.
Binanın yapısı, Josef Maria Olbrich tarafından tasarlanmıştır. Kapıda yazan bir yazı var. Bu yazı ilginç.
Şöyle ki: “ Der Zeit ihre Kunst, der Kunst ihre Freibeit” yani “Çağa kendi sanatı, sanata ise özgürlük”
Günümüzde, çağdaş sanatçıların eserleri, burada sergileniyor.
Evet, KARL PLATZ meydanına doğru yürüyün.
KARL PLATZ
Bu meydan üzerinde ve çevresinde görülecek pek çok yer var.
KUNSTHALLE PROJECT SPACE (CAM KÜP)
Meydanın hemen bir alt sokağında. Treitlstrasse sokağında bulunuyor. Burada, güncel akımlara konu olan temalı sergiler yapılıyor. Çok büyük bir kafesi var ki, şehirde bir buluşma yeri gibi biliniyor.
KARLSKİRCHE
Meydana hakim bir konumda bulunuyor. Şehrin en önemli barok kilisesidir. 1576-1578 yılları arasında, şehirde, veba hastalığına yakalananların umudu olan “Kardinal Karl Borromaeus” adına, 1713 yılında, VI. Karl adına, Fisher von Erlach tarafından yapımına başlanılmış ve 1737 yılında tamamlanarak, hizmete açılmıştır.
Veba salgını sırasında, imparatorun verdiği sözün yerine getirilmesi amaçlanmıştır. İç mekanı, serin ve ağırbaşlıdır.
Hafif mermer dekorasyonu ve geniş, oval bir planı vardır. Oval kubbenin görkemli tavan freskleri John Michael Rottmary tarafından yapılmıştır ve mutlaka görmenizi öneririm. Sağdaki ana şapelde bulunan, Daniel Gran’ın “Azize Elisabeth” tablosun da kaçırmayın, mutlaka görün.
Kilisenin önünde, Henry Moore heykeli var. Burası: adeta minareleri olan bir kilise gibi. Ama, yapının içinde, özellikle dikkatinizi çekmek istediğim bir şey var. 100 Amerikan dolarının üzerinde bir resim var. Her şeyi gören göz resmi. Bu kilisede, mihrabın üzerinde de bu resimden var. Bunu kaçırmayın.
WİEN MUSEUM KARLSPLATZ (ESKİ VİYANA TARİH MÜZESİ)
Meydanın doğu tarafında bulunuyor. Burada: 1529 tarihindeki kuşatmadan, modern sanat akımlarına kadar, şehrin tarihindeki tüm önemli olaylara ait sergiler burada yapılıyor.
MUSİKVEREİN (MÜZİK AKADEMİSİ)
Hemen eski Viyana tarih müzesinin karşısındadır. Yapı, 1867 yılında inşa edilmiş olup, Theophil Hansen tasarımıdır. Viyana Filarmoni Orkestrasına ev sahipliği yapar. Taban resimleri, 1911 yılında yapılmış olup, August Eisenmenger’in özellikle “Apollon ve Dokuz Musa” eseri ilginçtir.
KÜNSTLERHAUS
Hemen Müzik Akademisinin yanındadır. Burada, sanat sergileri düzenlenir. Bu yapının hemen önünde: güne bakan ve lale motifleriyle süslenmiş, Otto Wagner tarafından yapılmış, “Stadtbahn Pavillion” yani “Devlet Demiryolları Pavyonu” bulunuyor.
Evet, bu bölgeden uzaklaşıyoruz. Yürüyerek, Karntner Ring üzerinden, PARKİNG RİNG caddesine geliyoruz. Hemen sağ yanda: bir park var.
STADT PARK (ŞEHİR PARKI)
İnere Stadt ile Landstrasse ilçeleri arasındadır. Buraya “Kraliyet Bahçeleri” deniyor. Çünkü zamanında burası kraliyet sarayının içinde kalmış yani surlar varken, burası saray içindeymiş.
Güzel bir park, gitmenizi öneririm. Rudolph Siebeck tarafından planlanarak, 1862 yılında halk için hizmete açılmıştır. Viyanalılar, burada buluşmakta ve şehrin ortasında, yeşillikler içinde sohbet ederek zaman geçirmektedirler.
Parkın içinden; şifalı olduğu söylenen, içme suları çıkmaktadır. Bunların daha iyi kullanılması için, 1865-1867 yılları arasında: Johann Garben tarafından, burada bir “Kür Binası” yaptırılmış.
Burada, günümüzde eğlenceler düzenleniyor. Ayrıca, bu binanın büyük bir de kafeteryası bulunuyor. Parkın içinde ise, çeşitli heykeller var. Bunlar: Strauss, Schubert, Makart gibi sanatçılara ait.
Evet, Parktan sonra, yürümeye devam ediyoruz ve STUBEN-RİNG caddesine geliyoruz.
MUSEUM FÜR ANGEWANDTE KUNST (UYGULAMALI SANATLAR MÜZESİ)
Bu müzenin yerel ismi: MAK. Şehirdeki en güzel ve ilgi çekici müzelerden biridir. Sergi salonlarında: gündelik hayatta kullanılan bir kısım obje, çeşitli sanatçılar tarafından farklı şekilde düzenlenmiş olarak görülüyor. Örneğin: bir sanatçının yaptığı, sandalyelerle gölge oyunu.
Müzenin hediyelik eşyalar satılan bölümüne mutlaka uğrayın, hoşunuza gidecek bir şeyler bulabilirsiniz.
Müzenin hemen karşısında: Karl Luegen Platz meydanı bulunuyor.
KARL LUEGER PLATZ MEYDANI
Dr. Karl Lueger, 1897-1910 yılları arasında, Viyana Belediye Başkanlığı yapmış. Meydanın hemen ortasında heykeli bulunuyor.
Bu meydan: Viyanalılar tarafından çok sevilen ve tercih edilen bir yer. Meydanın hemen yanında bulunan kafelerde oturup, yorgunluk giderebilirsiniz.