Şanlıurfa

Şanlıurfa

Evet, Şanlıurfa; buraya vardığınızda, gerçekten hayallerinizin ötesinde, modern bir şehir ile karşılaşacaksınız. Ben birçok kereler gittiğim bu şehirde, gerçekten güzel zamanlar geçirdim.

İlk kez; 1977 yılında gittim. Son olarak ise: Mayıs 2023 tarihinde gittim.

Şehir, bu süreçte muhteşem gelişme gösterdi. Öncelikle: Balıklı göl, kale, İbrahim Peygamberin doğduğu ve Eyüp Peygamberin çile mağaraları, Göbeklitepe olmak üzere, Buyurun, muhteşem bir gezi.

Şanlıurfa

ULAŞIM

Şanlıurfa’nın belli-başlı merkezlere uzaklığı: Şanlıurfa-Adana arası uzaklık; 345 km. Şanlıurfa-Mersin arası uzaklık: 414 km. Şanlıurfa-İskenderun arası uzaklık: 450 km. Şanlıurfa-Ankara arası uzaklık:822 km. Şanlıurfa-Atatürk Barajı arası uzaklık: 65 km. Şanlıurfa-Bursa arası uzaklık: 1180 km.

Şanlıurfa-Diyarbakır arası uzaklık: 181 km. Şanlıurfa-Harran arası uzaklık: 47 km. Şanlıurfa-Gaziantep arası uzaklık: 138 km. Şanlıurfa-İstanbul arası uzaklık: 1274 km. Şanlıurfa-Hasankeyf arası uzaklık: 350 km. Şanlıurfa-Nemrut Dağı arası uzaklık: 190 km. Şanlıurfa-İzmir arası uzaklık: 1245 km. Şanlıurfa-Karacadağ Kayak Merkezi arası uzaklık: 190 km. Şanlıurfa-Mardin arası uzaklık: 185 km.

Şanlıurfa’ya havayolu ile de ulaşmak mümkün. İldeki havaalanı, 1988 yılında hizmete girmiştir. Şehir merkezine, 30 km. uzaklıktadır. Özellikle son yıllarda havayolu ulaşımı yaygınlaşınca, her gün Ankara ve İstanbul’dan Şanlıurfa havaalanına birer uçak gelmektedir.

Şanlıurfa

TARİHİ

Şehrin tarihi, çok eski dönemlere kadar uzanmaktadır. Kazılarda: MÖ. 7250-5500 yıllarına ve sonrasına ait çok sayıda değerli eser ele geçirilmiştir.

Daha sonraki tarihi süreçte: şehirde; Sümer, Akad, Hitit, Babil, Kalde, Hurri, Mitani, Aram, Asur, Med ve Pers hakimiyetleri görülür. Şehir: Ur, Kalde Ur’u, Harran Ur’u, Orhei, Orhay, Vurhai, Edessa, Diyar Mudar, Ruha, Reha ve Urfa adlarını almıştır. Edessa ismi, “Suları bol” anlamına gelmekte olup, Makedonlar tarafından verilmiştir. En son: Şanlıurfa olmuştur.

Makedonya kralı Büyük İskender; doğu seferi sırasında, Urfa’ya hakim olur. Daha sonra: MÖ.132 yılında Asraane krallığı şehre egemen olur. MS.250 yılına kadar süren “Osroane” krallığı dönemi; Hıristiyanlık açısından büyük önem taşır.

O dönem Osroane kralı Abgar Ukomo: dünyada Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul eden ilk krallardan biridir. Hz. İsa ile mektuplaşmış ve Hz. İsa’yı, Hıristiyanlık dinini yaymak üzere, Urfa’ya davet etmiştir.

Bu davet üzerine: Hz. İsa; yüzünü sildiği mendile çıkan resmini ve Urfa’yı kutsadığına dair bir mektubu, kral Abgar’a gönderir. Bu yüzden: Urfa, Hıristiyanlar tarafından, günümüzde bile “Kutsal Şehir” olarak kabul edilmektedir.

Hıristiyanlık aleminde, kutsal sayılan bu mendilin: uzun süre, Urfa’yı düşmanlarından koruduğuna inanılır.

Şanlıurfa

MS.994 yılında, Bizans imparatorunun doğudaki komutanı İoannes Kurkuas; Urfa üzerine yürür ve Hz. İsa’nın, bu mucizevi resmi de bulunan mendilini almayı başarır ve bu mendili büyük bir törenle: İstanbul’a götürür.

Evet, Hıristiyanlığı ilk yıllarında kabul eden Urfa, Müslümanlığı da, ilk yıllarında kabul eder. (MS.639) Selçuklu Sultanı Alpaslan’ın 1071 yılında, şehri kuşatması öncesinde, birçok siyasi ve dini hareketlerin olduğu şehirde, bağımsız bir haçlı kontluğu kurulur.

1144 yılında, İmadeddin Zengi, 1182 yılında ise Selahattin Eyyübi, şehre hakim olurlar.

1240 ve 1250 yıllarındaki iki Moğol yağmasından sonra, 1260 yılında, Hülagü Han, şehri yakıp-yıkar. 1404 yılında, Akkoyunlular, 1514 yılında Safeviler şehre egemen olurlar. 1517 yılında Osmanlı imparatorluğu topraklarına katılır.

24 Mart 1919 tarihinde İngiliz, 30 Ekim 1919 tarihinde Fransızlar tarafından, şehir, işgal edilir. Fransızlara karşı başlatılan direniş ve savaş, 11 Nisan 1920 tarihinde şehir halkının zaferiyle, Fransızların kaçmasıyla sonuçlanır.

Urfa Milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı, Urfa ilinin adının “Şanlıurfa” olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi, TBMM tarafından, 12.06.1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.

NE SATIN ALINIR

Şanlıurfa’da: kürkçülük yaygın el sanatı olup; kuzu derisinden yapılan kürkler ve yelekler, Kürkçü Pazarında imal edilerek satılmaktadır. İlginizi çekerse, bir yelek alabilirsiniz. Ayrıca: kuyumculukta, yaygın el sanatlarındandır.

Yüzük, bilezik, gerdanlık ve küpe gibi, altın ve gümüş takılar imal edilmektedir. Bu sanatla ilgili ürünler: Yıldız Meydanı civarındaki ve Pamukçu Pazarındaki kuyumcu dükkanlarında bulunabilir.

Son olarak: “Çulha” denilen dokuma tezgahlarında dokunan “Yamşah” ve “Puşu” denilen baş örtüleri, Urfa’da en yaygın ürünlerdir. Bu ürünler: “Gümrük Han”ı yakınlarındaki “Bedesten”de satılmaktadır.

Buraya yolunuz düşerse, bakırcılar çarşısını da mutlaka görmelisiniz, burada ellerindeki tokmaklarla çalışan ustaları görebilirsiniz. Güzel bir kulplu tepsi fiyatı 45-65 TL. arasında değişmektedir.

Ancak: çarşı içlerine girerseniz, bunları daha uygun fiyata bulabilirsiniz. Çarşının cadde üzerindeki dükkanlarında fiyatlar pahalı oluyor. Ayrıca: yine buradan ünlü ishot biberi, biber salçası, nar ekşisi ve çay satın alabilirsiniz.

Şanlıurfa Çiğ Köfte

NE YENİR

Urfa denilince: akla genellikle, baharatı bol yani acı lezzet arz eden yemekler geliyor. Bunların başında ise: çiğ köfte geliyor. Köftelik bulgur, dövülmüş yağsız kara et, isot, soğan, maydanoz ve salça ile hazırlanan karışımın, uzun süre yoğrulmasıyla ortaya çıkan, gerçek bir lezzet.

Bunun dışında: kıyma ve ceviz içi ile yapılan ağzı yumuk, dövülmüş yağsız kara et ve köftelik bulgur ile yapılan aya köftesi, yine köftelik bulgur ile yapılan içli köfte, mercimekli köfte sayılabilir.

Kebapları da unutmamak gerek. Urfa kebabı, patlıcan kebabı var.
Tatlılardan ise: şıllık tatlısı, peynirli künefe.
Tüm bunları beğenmeyenler için: muhteşem lahmacunlar tercih sebebi olabilir.

Şanlıurfa

GENEL ÖZELLİKLERİ

Mezopotamya’nın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Şanlıurfa, su kaynaklarına yakın olması ve ticaret yolları üzerinde bulunmasından dolayı, tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmuştur. Kentin, 11 bin yıllık tarihi bir geçmişi vardır. Merkeze bağlı: Örencik Köyü sınırları içinde yer alan: Göbekli Tepe de yapılan kazılarda ele geçen buluntular, bu tarihi geçmişi kanıtlamaktadır.

Binlerce yıllık tarihe ev sahipliği yapılan kentte, her dönem olduğu gibi, günümüzde de kültürel ve sanatsal etkinliklerin en yoğun yaşandığı kentlerin başında gelir. Şöyle ki, kentte 1 sanat galerisi olup, 1999 yılı içinde 45 sergi açılmış ve bu sergiler 68 bin sanatsever tarafından gezilmiştir.

Yine 2000 yılı içinde, 18 kültürel ve sanatsal amaçlı kurs açılmıştır. Tüm bunlar, ilin kültürel zenginliğini arttırmaktadır. Bu bağlamda: günübirlik gelenler hariç, 2001 yılı içinde, İl’e; 223 bin yerli, ve 42 bin yabancı turist gelmiştir. Bu sayı: günübirlik gelenlerle birlikte, 400 bin civarındadır.

Şanlıurfa; bugün de, mimari dokusunun zenginliğiyle, Anadolu’nun önde gelen illeri arasında yer almakta ve bu özelliğinden dolayı “Müze Şehir” adıyla da tanınmaktadır. İl merkezinde, Kültür Bakanlığınca tescil edilmiş; 180 tarihi ev, 32 cami ve mescit, 5 kilise, 7 medrese, 9 han, 8 hamam, 8 kapalı çarşı,6 köprü, 13 çeşme, 2 sebil, 1 su kemeri, 2 anıt, şehir surları ve iç kale bulunmaktadır.

KARAKOYUNLU DERESİ

Urfa’nın kuzey batısından doğan, şehir içinden geçerek Harran Ovasında, Cüllap Irmağıyla birleşen Karakoyunlu deresi, günümüzde kurumuş bir durumda. Bugün burası bir semt olarak anılmakta ve lüks yapılar ile dikkati çekmektedir.

Şanlıurfa

HARRAN ÜNİVERSİTESİ

Evet, Şanlıurfa’da; Harran Üniversitesi kurulmuş. Üniversitenin ilk birimi: 1976 yılında, Şanlıurfa Meslek Yüksek Okulu olarak açılmış. Son olarak: 2007 tarihinde, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu kuruluş.

Harran Üniversitesi ismi ise, 1992 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanmış. Tesisleri: Şanlıurfa-Mardin kara yolunun 18’nci km. de. Bir kısım tesis ise merkezde.

Üniversiteye bağlı: Eğitim Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İlahiyat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Tıp Fakültesi, Veteriner ve Ziraat Fakülteleri ve bir kısım Yüksek Okul bulunuyor. Yani: toplam 9 fakültesi, 3 yüksek okul, 10 meslek yüksek okulu, 3 enstitü, 10 araştırma ve uygulama merkezi bulunuyor.

Şanlıurfa

PEYGAMBERLER ŞEHRİ: URFA

Efsanelere göre: Adem ile Havva’nın yeryüzüne ayak bastıkları ilk topraklar: Harran ovasıdır. İlk çift, burada sürülmüş, İbrahim Peygamber burada doğmuş, putları kırmış ve ateşe atılmıştır. Eyyüb Peygamber, hastalığına burada sabır göstermiş ve vefat edince, bu topraklara gömülmüştür.

Hz. İsa’nın kutsal mendili, burada muhafaza edilmiştir. Hz. Davut, burada yaşamış, Hz. Şuayp, Şanlıurfa yakınlarındaki Şuayp Şehrini kurmuştur.

Hz. Musa ise, Soğmatar Şehrinde yaşamıştır. Bunlardan dolayı; Şanlıurfa’ya Peygamberler Şehri de denir.

URFA’DA YAŞADIĞINA İNANILAN PEYGAMBERLER

HZ. İBRAHİM

MÖ.20’nci yüzyılda yaşamış dini şahsiyettir. Musevilik ve Hıristiyanlığa göre, din büyüğü, İslam’a göre peygamberdir. İshak ve İsmail’in babasıdır. Bu nedenle: Yahudiler ve Arapların atası olduğuna inanılır. Kur-anda birçok ayette ismi geçer.

Allah, kendisine samimiyetinden dolayı “Halil” yani “dost” sıfatını vermiştir. Günümüzde, Halil İbrahim söylemi buradan gelmektedir. Özellikle, bu yörede, insanlar dualarında “Evine Halil İbrahim bereketi düşe” diyerek dua ederler.

Böylece: o yüce peygamberin: cömertliği, misafirperverliği, sofrasının adı ve bereketi her an anılmaktadır. İslam’da, İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’i kurban etmesinin istenmesi konusundaki imtihanı, önemli bir yer tutar ve her yıl Kurban Bayramında, bu olay yad edilir.

Evet, biz şimdi, İbrahim Peygamber’in Urfa yöresindeki hayat hikayesine gelelim. Yörenin hakimi, Urfa Kralı Nemrut Bin Ke-an, bir gün rüyasında: “ hükümdarlığının elinden gittiğini “görür.

Bunun üzerine kahinlere başvurur. Kahinler: “ Bu yıl bir çocuk doğacak, senin putperest dinini ortadan kaldıracak ve krallığına son verecek” şeklinde, kehanette bulunurlar.

Bunun üzerine, kral Nemrut; o yıl doğan ve doğacak olan tüm çocukların öldürülmesini emreder. Hz. İbrahim’e hamile olan annesi Nuna Hatun, hamileliğini herkes den gizleyerek, Hz. İbrahim’i bir mağarada dünyaya getirir ve doğumun ardından her gün gizlice gelerek onu emzirir.

Allah’ın emriyle bir ceylanın, her gün mağaraya gelip mucizevi bir şekilde Hz. İbrahim’i emzirdiği, 15 ay kaldığı mağarada 15 yaşındaki bir genç görünümünü aldığı rivayet edilir.

Hz. İbrahim, bu mağarada, 15 yaşına kadar, gizlilik içinde yaşar. 15 yaşından sonra, mağaradan çıkarak, baba evine gelir. Zaman içinde büyür ve kral Nemrut ile halkının taptığı putlarla mücadele etmeye başlar. Gerçek tanrının putlar değil, bütün kainatı yaratan “Allah” olduğunu anlatmaya çalışır.

Bunun üzerine, kral Nemrut, Hz, İbrahim’i yakalatır, Urfa kalesinin bulunduğu tepeden, aşağıda yakılan büyük bir ateşe attırır. O anda Allah tarafından ateşe “ Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” emri verilir. Ateş: su, odunlar ise balık olur. Hz. İbrahim; sağ-salim olarak bir gül bahçesinin içine düşer.

Onun düştüğü yerde: oluşan Halil-ür Rahman ve Aynzeliha gölleri içindeki balıklar, günümüzde dünyanın her yöresinden gelen insanlar tarafından ziyaret edilmektedir.

Ayrıca: Hz. İbrahim’in doğduğu mağara, bu göllerin yakınındaki “Mevlid-i Halil Camii” içinde olup, ziyarete açıktır.

HZ. EYYÜB

Allah, Urfa’da yaşayan Eyüb Peygamberin, kendisine bağlılığını göstermesi için; önce mallarını ve çocuklarını elinden alır. Daha sonra ise, kendisine ağır bir hastalık verir. Hasta yattığı mağarada, bütün vücudunu kurtlar kaplar.

Eyüb Peygamber; bütün bunlara rağmen Allah’a isyan etmez. Allah’a ibadetten geri kalmaz, sabır ve şükür gösterir. Allah; onun bu sabrına karşılık olarak, sağlığını ve mallarını geri verir. Hz. Eyüb; bu nedenle, “Sabır” örneği olarak kabul edilir.

Hz. Eyüb’ün; hastalık çektiği mağara ve kutsal suyu ile yıkanarak şifa bulduğu kuyu; günümüzde Urfa’nın Eyüb Peygamber semtinde, ziyarete açıktır.

Hz. Eyüb’ün mezarı ise: Urfa’nın Viranşehir ilçesine 20 km. uzaklıktaki Eyüb Nebi köyündedir. Bu köy: bir peygamberler köyü gibidir. Eyüb Peygamberin Türbesi, hanımı Hz. Rahme’nin Türbesi ve Elyasa Peygamberin vefat ettiği yer buradadır.

HZ. ELYASA

Elyasa Peygamber; Eyüb Peygamberi ziyaret etmek ister. Uzun yıllar arar, sonunda bulunduğu yere yaklaştığını fark etmez. Karşısına; şeytan çıkar.

Eyüb Peygamberin, daha çok uzaklarda olduğunu söyler. Elyasa Peygamber yaşlanmıştır. Dua eder, Allah ruhunu alır. Halbuki, Eyüb Peygambere ulaşmasına yalnızca 1 km. kalmıştır. Ona ulaşamadan vefat eder.

HZ.ŞUAYB

Şuayb Peygamberin, Urfa’nın 85 km. doğusundaki tarihi Şuayp Şehrinde yaşadığı rivayet edilmektedir. Bu tarihi kent kalıntıları arasındaki bir mağara ev; o’nun makamı olarak ziyaret edilmektedir.

HZ.NUH

Tufandan sonra, Hz. Nuh’un gemisinin, Urfa ile Ceylanpınar arasındaki Cudi Dağına indiğine inanılmaktadır. Bu dağ: deniz dalgalarını andıran, çok değişik bir yüzey şekline sahiptir. Yöre halkı, bu konuda çok kesin inanıştadır.

Bu yer: Soğmatar ve Şuayb şehri ile aynı mevkidedir. Ancak; başka bir Cudi dağı’nda, Urfa’nın güneyinde, Nemrut’un tahtına 20-25 km. uzaklıktadır.

HZ.MUSA

Günümüzde, Yağmurlu Köyü olarak bilinen, tarihi Soğatar kenti içinde, Hz. Musa’nın kuyusu ve Asasının izi diye ziyaret edilen, iki makamı var.

HZ.LUT

Hz. İbrahim’in kardeşi, Harran’ın oğludur. Lut, Hz. İbrahim ile birlikte göç etmiş ve peygamberlik ile görevlendirileceği “Sodom şehrine” gitmiştir.

Urfa’da, doğmuş ve ilk çocukluğu, Hz. İbrahim ile birlikte, burada geçmiştir. Onunla beraber, Harran’da yaşamıştır.

HZ.YAKUP

Urfa’nın güney batısında: Deyr Yakup-Nemrut’un tahtı denilen yapıda, misafir kalmıştır. Bu yer, şehre 10 km. uzaklıktadır.

ŞANLIURFA’DA EFSANELER

URFA ADI VE NEMRUT EFSANESİ

Urfa’da, yüzyıllar önce; Nemrut isminde bir hükümdar yaşarmış. Nemrut; çok zalim ve Allah’a isyan eden biriymiş. Allah; Nemrut’un zayıf bir kul olduğunu göstermek için, en aciz mahluklardan sivrisinekleri kendisine göndereceğini bildirir.

Nemrut; harp etmek için ordusuyla karşı çıksa da, sivrisinekler asker ve hayvanların; göz, kulak ve burunlarına girerek, hepsini püskürtür. Nemrut: kendisini odasına zor atar ve kapıyı, bacayı ve bütün delikleri kapatarak saklanır.

Topal bir sivrisineğin, Allah’a “Yarabbi, ben gazaya yetişemedim, topallığım mani oldu” diyerek yalvarması üzerine, Allah da, ona “ Seni de Nemrut’un helakine memur ettim, git onu bul ve helak et “ diye emir buyurur.

Bu topal sivrisinek, Nemrut’u bulur ve odasının anahtar deliğinden girerek saldırır. Nemrut’un, burnundan girer, beynini kemirmeye başlar. Nemrut; başının ağrısından kurtulmak için, türlü çarelere başvurur. Ama, kurtulamaz.

Bunun üzerine; keçeden yaptırdığı tokmaklarla, başına vurdurmaya başlar. Bu tokmaklar; ızdırabını gideremeyince, tahta tokmaklarla vurmalarını emreder.

Nemrut’un kafasına tokmakla vuruldukça, Nemrut “Vurha, Vuhra” diyerek can verir. Nemrut’un bu bağırmalarından dolayı, memleketin adına “Urfa” denildiği söylenir.

HALİL-ÜR RAHMAN VE AYNZELİHA GÖLÜ EFSANESİ

Nemrut, zulmü ile çevresine korku ve dehşet saçan bir hükümdardır. Bir gece gördüğü rüyayı yorumlatır. Doğacak çocuklardan birinin, kendisini öldüreceğini öğrenir. Hemen o yıl doğacak bütün çocukların öldürülmesini emreder.

Nemrut’un askerleri emri uygulamaya başlarlar. İbrahim Peygamberin annesi Sara, kaçarak bir mağaraya gizlenir. Çocuğunu bu mağarada doğurur ve çocuğunu burada bırakıp evine döner. Çocuğu, bir dişi ceylan emzirir.

Aradan zaman geçer, askerler İbrahim’i mağarada bulurlar. Nemrut’un huzuruna getirirler. Hiç çocuğu olmayan Nemrut, ondan hoşlanır ve İbrahim’i yanına alarak büyütür.

Nemrut’un zulmü, haksızlığı ve putlara tapışını, halkın da putlara tapmaya zorlanışını gören İbrahim, insanların kendi elleriyle yaptıkları bu putların tanrı olamayacağını söyler. Halka, bu düşüncesini aktarır. Halk, korkudan ağzını açamaz.

Bir tören günü: herkesin törene gittiği bir anda, İbrahim sarayın putlar bölümüne girer ve bir balta ile bütün putları kırar, baltayı da en büyük putun üzerine bırakır. Törenden dönenler, endişeyle Nemrut’a haber verirler.

Görevliler; Hz. İbrahim’e kızdıklarından bunu onun yapabileceğini öne sürerler. Hz. İbrahim yargılanır, kendisine sorular sorulur ve cevabı “ görüyorsunuz ya işte, balta büyük putun ellerinde, her halde o bu işi yapmıştır “ der.

Öfkelenen Nemrut; “bir taş parçası baltayı eline alıp, bu işi nasıl yapar” diye haykırınca, Hz. İbrahim, “ işte benim anlatmak istediğim de budur. Siz kendi ellerinizle yaptığınız bu taş parçalarından medet umuyor, sizi kötülüklerden korumasını bekliyorsunuz.

Tanrı diye ona tapıyor, adak adıyor, başınız daralınca ona koşuyorsunuz. Bu gerçekten tanrı ise, neden böyle bir işi yapamaz “ deyince, şaşkınlık geçiren Nemrut, İbrahim’in ateşe atılarak cezalandırılmasını emreder.

Her taraftan toplanan odanlar, bugünkü “Halil-ül Rahman Göl” ünün bulunduğu yere yığılır. Ateş yakılır ve bugünkü kalenin bulunduğu tepenin üzerinden, İbrahim peygamber mancınıklar ile, ateşe fırlatılır.

Nemrut’un kızı, Zeliha yalvarmasına rağmen, babasının yüreğini yumuşatamaz. İbrahim peygamber, ateşe düştüğünde, burası bir göl ve gül bahçesine dönüşür. Yakılan odunlar ise balık olur.

Bu göle, daha sonra “Halil-ür Rahman Göl” ü adı verilir. Hz. İbrahim’in ardından kendisini ateşe atan Nemrut’un kızı Zeliha’nın, düştüğü yerde ise , bugünkü “Aynzeliha Göl”ü oluşur.

Halkın inanışına göre: bu göller ve içindeki balıklar, kutsal sayılmaktadır. Bu balıklara dokunanların başına bela geleceğine inanılır.

ABGAR VE KUTSAL MENDİL EFSANESİ

Abgar efsanesine göre: V.Abgar Ukkama, ilk Hıristiyan kraldır. Hz. İsa’nın tebliğinden hemen sonra, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve kendi halkına da benimsetmiştir. Bu konu ile ilgili olarak efsane şöyledir:

‘ Edessa kralı, V.Abgar Ukkama, o sıralar cüzam hastalığına yakalanır ve bundan dolayı çok ızdırap çekmektedir. Kral, Hz. İsa’nın hastaları iyileştirdiğini duymuştur.

Ancak, çok hasta olduğundan, bizzat Kudüs’e gidemez. Ona inandığını ve yeni dinini öğrenmek istediğini belirten bir mektup yazarak, Hannan isimli elçisiyle birlikte gönderir. Bu elçi: aynı zamanda becerikli bir ressamdır.

Hannan ; Hz. İsa’ya getirdiği mektubu sunduktan sonra, yüzünün resmini yapmayı dener. Ancak, başarılı olamaz. Bunu sezen Hz. İsa, yüzünü yıkar ve kendisine uzatılan mendile yüzünü silip, mendili Hannan’a verir.

Hz. İsa’nın yüzünün aynısı, mendile çıkar. Hannan, bir mektupla birlikte, mendili de alarak, Edessa’ya döner.

Hz. İsa, Edessa kralı V.Abgar Ukkama’ya gönderdiği mektupta, şunları yazmıştır: “ Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine. Ne mutlu, beni görmeden bana inanmış olan sana. Çünkü; sana devamlı sağlık bahşedilecektir.

Senin yanına gelmem hususunda bana yazdıklarına gelince, bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum her şeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba’ya dönmem gereklidir.

Sana ızdıraplarını iyileştirmek, sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirmemeyi sağlamak üzere, havarilerinden birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim. Amin. Efendimiz İsa’nın mektubu.”

Edessa kralı V.Abgar; Hz.İsa’nın yüzü görünen kutsal mendili (Hagion Mandylion) yüzüne sürerek sağlığına kavuşmuş ve daha sonra bu mendili bir tahtaya gerdirerek, kentin giriş kapısında, bir niş içine koydurmuştur.

Bu kutsal mendil, yüzyıllarca Hıristiyan sanatında, Ortaçağ’ın Bizans-İslam ilişkilerinde, önemli ve büyük rol oynamıştır. Ayrıca, bu mektubun nüshaları çoğaltılarak, muska şeklinde, Urfa’ya gelen ziyaretçilere verilmiştir.

Kutsal sayılan mendil, uzun süre saklanır. İslam dini yöreye egemen olunca, kutsal mendil, Müslümanların eline geçer.

Bizanslılarla yapılan bir savaşta, Müslümanların bir kısmı esir düşer. Bizanslılar, esirlerin geri verilmesi için kutsal mendilin kendilerine teslim edilmesini şart koşarlar. Sonunda, kutsal mendil verilir ve esirler de geri alınır.

Mendilin düşürüldüğü kuyu, Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mendilin düşürüldüğü günün her yıldönümünde, geceden oraya gidilir, adaklar adanır, törenler yapılır. Kuyu başına yalınayak gitme gerektiğine inanılır. Bu yıldönümü, inanışa göre Paskalya Yortusunun 20’nci günüdür.

Efsaneye göre, günümüzde İbrahim Peygamber’i ateşe fırlatan mancınıklar olarak bilinen sütunlar, aslında bu kuyu ve mendilin anısına dikilmiş anıtlardır. Birinin altında bitmeyen altın, diğerinin altında ise bitmeyen su hazinesi yerleştirilmiştir. Biri yıkılırsa Urfa suya, diğeri yıkılırsa altına boğulacaktır.

ÇİĞ KÖFTE EFSANESİ

Çiğ köftenin geçmişi, Hz. İbrahim devrine kadar uzanır. Efsaneye göre: Nemrut, Hz. İbrahim’i ateşe atmak için, şehirdeki tüm yakacakları toplar ve ateş yakmayı yasaklar. Halk ne yapacağını düşünür. Bu arada: Urfa’da, bir avcı bir ceylan vurur.

Hanımı, kocasının vurduğu ceylan etini pişirmeden, yalnızca döverek ve bu etin içine ilaveten bulgur ve isot biberi katarak, bir yiyecek hazırlar. Kocası bu yiyeceği beğenir ve zaman içinde çiğ köfte olarak gelişerek günümüze kadar ulaşan bir yemek kültürü oluşur.

Bir zaruretten doğan bu yemek, binlerce yıl öncesinden günümüze kadar geliştirilerek yaşatılmaktadır.

NEMRUD’UN TAHTI VE KAZANE KÖYÜ EFSANESİ

Urfa kalesinin güneyindeki dağların arasında, yüksekçe bir tepe var. Burası: kral Nemrut’un yaylağı ve taht merkeziymiş. Tepenin üstü geniş ve düz kayalık. Buraya: Nemrut’un Tahtı deniliyor.

Kayalığın doğusunda, kayalara oyulmuş odalar, Nemrut’un yaz sıcağından korunmak için yaptırdığı dinlenme yeridir.

Tepeye 1 saat uzaklıkta, Harran ovasındaki Kazane Köyünde pişen yemekler, elden ele geçirilerek, buraya taşınırmış. Köyün adı da mutfaklarındaki kazanların bolluğundan, günümüze kadar “Kazane” olarak gelmiş.

TIFINDIR TEPESİ EFSANESİ

Urfa, 639 yılında, İyad Ganem komutasındaki İslam Ordusu tarafından, Bizanslıların elinden, savaşsız olarak alınır. Efsaneye göre: “ İslam ordusu kente girer, aylardan Ramazan olduğundan herkes oruçludur. Ordu, adı geçen tepenin üzerinde konaklar ve iftarını açar.

O tarihten sonra bu tepeye, iftar tepesi anlamına gelen Arapça “Tell Futur” adı verilir. Bu isim, günümüze “Tılfındır” olarak gelmiştir.

ŞANLI URFA’DA DOĞAL HAYAT

Şanlıurfa Kelaynak Kuşları

KELAYNAKLAR

Dünya’da, yalnızca Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinde ve kuzey Afrika’da bulunan Kelaynak kuşlarının, 1956 yıllarına kadar, sayıları binlerle ifade ediliyordu. Ancak: yasak avlanma, tarım ilaçlarının düzensiz ve aşırı kullanımı, bu kuşların neslinin tükenme tehlikesini gündeme getirdi.

25-30 yıl yaşayabilen bu kuşlar, Şubat ayı ortalarında Birecik’e gelip, kayalıklara yerleşir, üremelerini yapıp, Temmuz ortalarında yavrularıyla birlikte, Birecik’ten ayrılırlar.

Kelaynaklar, 1977 yılında, Orman İstasyonunda koruma altına alınmışlardır. Kelaynak kuşlarına yörede “Keçelaynak” denilmektedir.

Yörede, bolluk ve bereketin sembolü olarak görülen ve kutsal sayılan kuşlar adına, 1984 yılında bu yana “Kelaynak Festivali” yapılmaktadır.

Şanlıurfa Ceylanlar

CEYLANLAR

Anavatanı: Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dır. Türkiye’de, yalnızca Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesi ve çevresinde bulunmaktadırlar. 1940-1960’lı yıllar arasında, Ceylanpınar’da ve Suruç-Cizre arasındaki topraklarda, 500-1000 başlık sürüler halinde dolaştıkları görülmüştür.

Zamanlı zamansız avlanma, yavrularının toplanması, tuzaklar, yırtıcı kuş ve köpeklerle yapılan avlanma sonucu, neslinin tükenme tehlikesi söz konusudur. 1970’li yıllarda koruma altına alınmışlardır. Ceylanpınar Tarım İşletmesi bünyesinde, 26 hektarlık alan çitle çevrilerek, koruma sahası oluşturulmuştur.

Şanlıurfa Kuşçuluk

KUŞÇULUK

Şanlıurfa’da halk uğraşları arasında: kuşçuluk başta gelir. Kuşçuluk; zevk için yapılmakla birlikte, kendine özgü özellikleri olan bir meslek olarak da görülmekte ve halk dilinde kuş besleyip uçuranlara “Kuşçu” denilmektedir.

Evlerde beslenen kuşların sayısı, yaklaşık 25 bin civarındadır. Şanlıurfa’da kuşçuların buluştuğu “Kuşçu Kahvehaneleri” vardır. Şanlıurfa halkının, kuşa verdiği değer mimariyi de etkilemiştir.

Bu evlerin avluya bakan pencerelerinin üst kısmında, “Kuş Takaları” denilen kuş evleri bulunur. Şanlıurfa’daki kuş türleri arasında: ev kuşları (angut) , kafes kuşları, evlere alışmış yabani kuşlar (güvercin), halis kuşlar ve yapışan kuşları (taklacı) sayılabilir.

Şanlıurfa’da gökyüzünde, sık sık bu kuşları görebilirsiniz ki hatta: bir ses duyarsanız şaşırmayın, kuşların birinin ayağında minik çıngırak bağlanmaktadır.

Şanlıurfa Keklik

KEKLİK

Keklik, Şanlıurfa’da en sevilen kuşlardan biridir. Tektek dağları olmak üzere, Urfa’nın çeşitli dağlarında çayır ve süpürge otları arasında, çıplak kayalıklarda ve taşlıklarda yaşar. Tektek dağlarında yaşayan Akkeklik çok değerlidir.

Tuzak kurulmak yoluyla canlı olarak yakalanan keklikler “Çardaklı Kahve” denilen kuşçu kahvesinde, özel kafesinde sergilenerek meraklılarına satılır.

Şanlıurfa Atlar

ATLAR

Ortadoğu’da, en makbul at ırkı; Arap atıdır. Türkiye’de 3000 baş saf kan Arap atı olduğu bilinmektedir. Bunun, üçte biri, yani 1000 kadarı, Şanlıurfa’dadır. Bunlardan; 400 kadarı, damızlık kısraktır.

Genel olarak; Şanlıurfa’daki at sayısı: 20,000 civarındadır. Sahip olsun olmasın, Urfalılar atı uğur sayarlar. Bu işi bilenler; “Eğer at beslemeye gücün yetmiyorsa, komşunun duvarından bir delik aç, hiç olmasa evine atın soluğu girsin” derler. O ev ve çevresindeki yedi evin, bundan nasiplendiğine inanılır.

Türkiye’de, resmi at yarışları yapılan 6 ilden biri Şanlıurfa’dır. 750 dönümlük arazi üzerine kurulu Şanlıurfa Hipodromu, her türlü gelişmeye uygun bir konumdadır.

 

GEZİLECEK YERLER

Şanlıurfa Müzesi

ŞANLIURFA MÜZESİ

Şehitlik semtindedir. Bu müzede: 20048 adet arkeolojik eser, 2645 adet etnoğrafik eser, 48203 adet sikke, 1283 adet mühür tableti, 9 adet el yazması kitap, 1 adet arşiv vesikası olmak üzere, toplam: 72199 adet eser bulunmaktadır.

Müzenin giriş katında: ilk salonda Asur, Babil ve Hitit çağlarına ait, taş eserler sergileniyor. Bu eserler arasında: Harran’da bulunan ve Babil kralı Nabonid dönemine tarihlenen ve üzerinde Nemrud’un ay, güneş ve yıldız tanrılarına dua edişini gösteren steli, mutlaka görmeniz gerek.

Müzenin ikinci ve üçüncü salonlarında: Neolitik Çağa ait; çakmak taşından kesici ve delici aletler, taş idoller, kaplar, pişmiş topraktan yapılmış boyalı ve boyasız seramikler, mühürler, pithosar, kolyeler, mühür baskılı küp parçaları, silindir ve damga mühürleri, figürinli kap parçaları, hayvan figürleri, madeni eşyalar, takılar, idoller gibi eserler sergileniyor.

Müzenin üst katında: yöreye ait giysiler, gümüş ve bronz takılardan örnekler, süslemeli ahşap kapı ve pencere sanatları, hat eserleri, el yazması Kuran-ı Kerimler ve cam eşyalar sergileniyor.

Müze bahçesinde ise; Roma ve Bizans dönemlerine ait mozaikler ve çeşitli dönemlere ait taş eserler sergileniyor. Bu sergilenen eserler ilginizi çekerse, müzeyi ziyaret edebilirsiniz.

Şanlıurfa Devlet Resim ve Heykel Müzesi

DEVLET RESİM VE HEYKEL MÜZESİ

Bünyesinde, Devlet Güzel Sanatlar Galerisinin de yer aldığı Şanlıurfa Devlet Resim Heykel Müzesinde: periyodik sergiler açılıyor. Bu sergilerdeki koleksiyonlarda; çeşitli plastik eserler sergileniyor.

Burası, daha ziyade, geleneksel Urfa ev planını ve yerleşimini görmek açısından orijinal. Geleneksel bir Urfa ev planını görmek isterseniz, burayı ziyaret edebilirsiniz.

ÇAMLIK PARKI

Şanlıurfa kent merkezinde bulunan Çamlık Parkında, 1979 yılında Müze Müdürü Osman Öçmen tarafından yapılan arkeolojik kazılar sonucunda, alanın Roma dönemi Nekropolü olduğu tespit edilmiştir.

Yapılan kazı çalışmaları sonucunda, 7 adet kaya mezarı bulunmuş, bunlardan birinde bulunan döşeme mozaiğinin ise, Osrhoene krallarından Mano oğlu Abgar Ukomo ailesine ait olduğu anlaşılmıştır.

Sanat değeri oldukça yüksek olan, çok renkli ve kitabeli bu mozayikte: ortada sırtında peleriniyle, VIII. Abgar ve çevresinde bir kadın, üç erkek olmak üzere, ailesinden dört kişi tasvir edilmiştir.

 

HALEPLİ BAHÇE

Kent içinde bulunmaktadır. Toplam 12 hektarlık bir alanda: fuar, lunapark ve diğer açık hava alanları kullanımı, ŞURKAV (Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı) tarafından projelendirilmiştir.

Günümüzde burada büyük bir proje yürütülmektedir. Bu proje gereğince: Balıklı Göl’ün kapısındaki bu park alanında: Edessa Arkeoloji Müzesi Haleplibahçe Mozaik Müzesi, Hamam kalıntıları, Yeme-içme birimleri, Otopark alanı ve yeşil alan olarak düzenlenmektedir.

Söylenenlere göre: Haleplibahçede: “Amazon kraliçelerinin av ve savaş sahnelerinin” tasvir edildiği mozaiklerin bulunduğu Haleplibahçe Mozaik Müzesi ile Edessa Arkeoloji Müzesi ve Arkeopar’ın yer alacağı 57 bin metre kare üzerinde toplam 36 bin metrekare kapalı alan, Türkiye’nin en büyük müze komplekslerinden biri olacaktır.

Buradaki savaşçı amazon kraliçeler mozaiği ise, mozaik tekniği, sanatı ve Fırat nehrinin orijinal taşlarından yapılması gibi özellikleriyle uzmanlar tarafından dünyanın en kıymetli mozaikleri olarak kabul ediliyor.

Müzede, yurt dışına kaçırıldıktan sonra bulunduğu ABD’deki Dallas Müzesinden getirilen “Ozanların babası Orpheus” un müziğiyle vahşi hayvanları uysallaştırdığını betimleyen mozaik te sergilenmeyi bekliyor.

Şanlıurfa Kalesi

URFA KALESİ

Uzaktan baktığınızda, gayet heybetli bir görünümü var. Ayrıca: iki uzun sütun parçasını görecek ve bunların ne olduğunu merak edeceksiniz. Evet, kaleye gidelim.

Günümüzde, kentin ortasında kalan: Halil-ür Rahman ve Aynzeliha göllerinin güneyindeki, tepe üzerinde kuruludur. Doğu, batı ve güney yanları, kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrilidir. Kuzey tarafı ise, sarp kayalıktır. Hz. İbrahim, Nemrut tarafından, bu tepeden ateşe atılmıştır.

İç kale: Kale’nin Roma imparatorluğu zamanında, MÖ.4-5’nci yüzyıllarda Şanlıurfa’da hüküm süren, Abgarlar döneminde yapıldığı tahmin ediliyor. Damlacık dağının güney eteğinde, yüksek bir düzlük üzerinde ve yuvarlak planlı olarak yapılmış.

Düzgün kesilmiş kalker taşından yapılmış olan kalenin: doğu, batı ve güney tarafları, kayadan oyma derin hendeklerle çevrili. Kuzey tarafı ise, sarp kayalık. Kalenin içine: batıya açılan kapıdan giriliyor. Dağın içinden, kayaya oyulmuş basamaklı kaleye çıkan yol, son yıllarda bulunmuş ve temizlenerek ziyarete açılmış.

Kale içinde, bugün yalnızca iki sütun ayakta kalmış. Kale üzerindeki korint başlıklı bu iki sütundan: doğuda olanının kente bakan kuzey cephesindeki Süryanice olan kitabede: “ Ben Eftuhayım, güneşin oğluyum.

Bu sütunlar ve üzerindeki heykeli, kral Mano’nun kızı Shalmet için yaptırdım.” Yazılıdır. Kral Mano, MS.240-242 yıllarında hüküm sürmüştür. Kitabede belirtilen heykel, bugün yerinde bulunmamaktadır.

Kale’de, Roma devrinden başlamak üzere, Bizans ve İslami devirlere ait, temel halinde çok sayıda yapı kalıntısı bulunmaktadır. Ancak, burada ayrıntılı arkeolojik kazı çalışmaları yapılmamıştır. Kalede: bir kıl çadırda, günübirlik tesis oluşturulmuş.

Dış Kale (Surlar): Kale’nin dış surları, dikdörtgen şeklinde olup, çevresi 4 km. kadardır. Surların, MS.812 yılında Hıristiyanların Arap akınlarına karşı kenti korumak amacıyla yaptırdıkları bilinmektedir.

Şanlıurfa Surlarında; Harran Kapısı, Bey Kapısı’na ait Mahmutoğlu Kulesi, yer yer bazı duvar ve burç kalıntıları, günümüze kadar ulaşabilmiştir. Ancak, büyük ölçüde yıkıntı halindedir.

Şanlıurfa Balıklı göl

BALIKLI GÖL

Şanlıurfa denilince balıklı göl, Balıklı göl denilince Şanlıurfa akla gelir. Diğer adı: Halil-ül Rahman Gölü.

Dünyada eşi benzeri bulunmayan kocaman bir akvaryum. Anlamı çok büyük.

Üç dininde atası sayılan, Hz. İbrahim’in ateşe düştüğü yer. Bu iki gölle ilgili hikayeyi öğrenmek için, üstte yazılı olan efsaneler bölümünü okuyabilirsiniz.

Şanlıurfa Balıklı göl

İç turizmin gözde mekanı, dış turizmin yeni gözdesi bir yer. Balıklı göl denilince Şanlıurfa, Şanlıurfa denilince balıklı göl akla geliyor. Ancak: burada, yine de kötü manzaralara rastlanıyor. Şöyle ki: çimlere oturup piknik yapmak burada çok doğal olmuş. Olmamalı, burası turistik bir mekan.

Bölgede: dilenciler, yan kesiciler dolmuş. Buranın anlamını anlatayım diyen, yarım yamalak İngilizce konuşmaya çalışan çocuklar: peşinizi hiç bırakmıyor, öyle ki 15-20 civarındaki bu çocuklar o ölçüde rahatsız ediyorlar ki, an geliyor, çok sıkıcı bir hale geliyorlar.

Dilencisi, simitçisi, cevşen satıcıları, çevrenizde sürekli birileri dolaşıyor. Yani: bu mistik havayı, sessiz ve sakince gezmeniz mümkün değil. Siz yine de, balıklı göldeki balıklara, mutlaka yem verin. Göl kıyısında: taslar içinde yem satanlar var.

Bunlardan alacağınız yemleri: havuza attığınızda, zaten gözle görülen, büyük boyutlu ve yüzlerce balık, attığınız yemlere büyük bir iştahla saldırıyorlar ve havuzda güzel bir görüntü ortaya çıkıyor.

Şanlıurfa Balıklı göl

Mutlaka deneyin. Ha bu arada; aklınıza gelir elbette, bu balıkları tutan yok mu acaba diye. Kesinlikle, bu balıklar yöre halkı tarafından kutsal olarak kabul ediliyor.

Balıklı gölü gezdikten sonra; Aynzeliha gölünü görmek isteyeceksiniz, ama nafile, çünkü çevresi tamamen çay bahçeleri ve bu bahçelerin masa ve sandalyeleriyle donatılmış. Çimlerin üstünde yan gelmiş uzanmış insanlar.

Aynzeliha gölünü, balıklı göle bağlayan kanallarda: boş pet şişeler, kirlilik. Her tarafta, çöpler atılmış. Güller: ya açmış koparılmış, ya da bakımsızlıktan açmaz olmuş. Çimlerin üstünde: yemek atıkları, pet şişe ve bardaklar atılmış.

Tezgah açanlar, bisiklete binenler, oyuncak satanlar, motosikletle gezenler. Top oynayanlar, dondurma satanlar, pamuklu şeker satanlar, kolunu sallayıp içeri girmiş eşya satanlar. Zabıta ve polis otoları içeri giriyor ve araçla geziyorlar, ama bunlara müdahale etmiyorlar.

Yetkili makamlara seslenmemek mümkün değil, burası gerçekten ülkemizin değerlerinden, buraya sahip çıkmak, temiz bulundurmak, bakımlı bulundurmak, gelen ziyaretçilerin huzur içinde buraları gezmelerini sağlamak, yetkililerin görevi.

 

HALİL-ÜL RAHMAN CAMİİ

Halil-ül Rahman Gölünün güneybatı köşesinde bulunmaktadır. Medrese, mezarlık ve Hz. İbrahim’in ateşe atıldığında düştüğü yerdeki makamdan oluşan bir külliyeden ibarettir. Cami; Melik Eşref emriyle, 1225 yılında yaptırılmıştır.

Caminin yapımından önce, aynı yerde: 504 yılında, Bizans döneminde yaptırılan Meryem Ana Kilisesinin bulunduğu öğrenilmiştir.

Minare süslemeleri ve şerefedeki sütunların akantüs yapraklı başlıkları, Bizans devri süsleme özelliklerini yansıtmakta ve minarenin 504 tarihli Meryem Ana Kilisesinin çan kulesi olabileceği ihtimali akla gelmektedir.

Caminin doğusundaki harim kapısı üzerinde bulunan kitabede: “ Peygamberlerin atası Halil-ül Rahman’ın makamı olan bu cami, 1225 yılında yapılmıştır.” yazılıdır. Caminin batısına bitişik makam kısmının kapısı üzerindeki 1871 tarihli kitabede: “ Hz. İbrahim’in ateşe atılması ile ilgili ayet-i kerime yazılıdır.” Eyyübiler döneminde inşa edilen cami, 1810 yılında, temelden başlanarak önemli değişiklikler geçirmiştir.

Halk arasında: “Döşeme Cami” veya “Makam Cami” isimleriyle anılan bu camiden, Evliya Çelebi de “İbrahim Halil Tekkesi” olarak söz eder. Şöyle devam eder.” Tekkenin içinde bir kaynak vardır ki, Nemrut, Hz. İbrahim’i atmak için yaktırdığı ateşin olduğu yerden çıkmıştır.

IV. Sultan Murat; Bağdat Seferine giderken, bu tekkeyi ziyaret edip, iki balık yakalatarak, kulaklarına birer altın küpe takmıştır.

Bir adam yedi gece, yedi gün bu tekkeyi beklerse, muradı olur derler. Saf suyundan içenler, Allah’ın emriyle çarpıntıdan kurtulur. Bunun için Urfa halkında çarpıntı olmayıp sağlam olurlar.”

Şanlıurfa Rızvaniye Camii

RIZVANİYE CAMİİ

Halil-ül Rahman Gölünün kuzey kenarı boyunda bulunur. Harim kapısının üzerindeki kitabede: “Osmanlıların Rakka Valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından, 1736 yılında yaptırıldığı yazılıdır.” Cami avlusunun üç tarafı, medrese odaları ile çevrilidir.

Cami, Bizans dönemine ait St. Thomas Kilisesi yerine inşa edilmiştir. Enine, dikdörtgen planlı yapı, mihrap duvarı boyunca sıralanan üç kubbe ile örtülüdür. Üç gözlü, son cemaat yeri, önde iki sütuna, yanlarda duvarlara oturan üç kubbe ile örtülüdür. Yanlardaki kubbeler, yarım kubbeyle örtülmüştür.

RIZVANİYE MEDRESESİ

Balıklı göl kıyısında yürüyerek ilerlediğinizde, medreseye ulaşırsınız. Rızvaniye camii avlusunu çevreleyen, önleri revaklı odalardan oluşmaktadır. Avlunun kuzeyindeki dershane-mescidin güneye bakan cephesi üzerindeki kitabede: “ Medresenin Ahmet Paşa tarafından, 1736 yılında yaptırıldığı yazılıdır.”

Rızvaniye camiinin harim kapısı üzerindeki kitabede de, caminin 1736 yılında yapıldığı yazılıdır. Yani; cami ve medrese, aynı tarihlerde yapılmıştır.

Medresede, inşa malzemesi olarak kesme düzgün taş kullanılmıştır. Avlunun kuzey kenarı ortasındaki kubbeli dershane mescit hariç, medresedeki tüm odalar, beşik tonozlarla örtülüdür.

Avlunun güney kenarındaki caminin sağında, beşik tonozlu üç oda, solunda büyük bir oda var. Avlunun doğu kenarında, 7 oda var. Kuzey kenarında, ortada eyvan, eyvanın doğusunda 7 oda, dershane mescidin batısında 8 oda var.

Tüm odalar: ocak nişlidir. Medresenin mutfağı, avlunun kuzeybatı köşesinde, tuvaletleri kuzeydoğu köşesindedir.

Cami ve dershane mescit arasındaki seki, yazlık namazgah olarak yapılmıştır. Sekinin güneyine bitişik kare bir havuz var. Medrese avlusu, çiçeklik ve bahçe olarak dekore edilmiştir.

Şanlıurfa Mevlid-i Halil Camii

MEVLİD-İ HALİL CAMİİ

Mevcut kitabeler, onarım devirlerine ait olup, yapının inşa tarihi net olarak bilinmemektedir. Külliyedeki kitabelerin en eskisi: İbrahim Peygamberin doğduğu mağaranın giriş kapısı üzerindeki, 1808 tarihli kitabedir. Ancak, daha 1523 yılında, burada bir zaviyenin bulunduğu bilinmektedir.

Mevlid-i Halil Camii, İbrahim Peygamberin doğduğu mağaranın batısına bitişik olarak yapılmıştır. Harim kapısı üzerindeki kitabede: caminin, 1852 yılında, Mahmut Ağa tarafından onarıldığı yazılıdır. Avlunun güney doğusundaki iki odadan biri, 1855 yılında Ahmet Bican Paşa tarafından, diğeri 1885 yılında Derviş Musa tarafından yaptırılmıştır.

HZ.İBRAHİM PEYGAMBERİN DOĞDUĞU RİVAYET EDİLEN MAĞARA

Şehir merkezinde, Mevlid-i Halil Camii yanındadır. Şanlıurfa’nın en çok turist çeken ve Dergah da denilen bu mağaranın yakınında: mescit, hücre ve havuzlarla birlikte, küçük bir cami ve önünde havuzlu avlusu bulunmaktadır. Burada: Hz. Muhammed’in sakalından bir teli saklanmaktadır.

Ayrıca: Hz. İbrahim’in doğduğu mağara içinde bulunan su, ziyaretiler tarafından ve özellikle yerli halk tarafından şifalı olduğu düşüncesiyle içilmekte ve hatta şişelere doldurulup götürülmektedir. Dergah, dini turizm potansiyeli açısından önemlidir. Mağara, zaman içinde yapılan düzenlemeyle, Mevlid-i Halil Cami avlusu içine alınmıştır.

İçinde, su da olan mağaranın: sinir ve ruh hastalarına iyi geldiği de öne sürülmektedir. Bir kapıdan bu mağaraya girmek mümkündür. Buraya girdiğinizde: mağara içinde bir su kaynağı göreceksiniz.

Buraya: zincirlerle bağlı su kapları ile akan çeşmeden su içebilirsiniz. Ama: diğer çeşmede olduğu gibi burada da herkes tarafından kullanılan kupalar var. Buraya giren zaten yardım parası veriyor, buraya plastik bardak alınsa sanırım iyi olur. Bu suyu mutlaka için, gerek tadı ve gerekse mistik havası ve geçmişe dayalı efsanelerdeki gücü nedeniyle, bu sudan mutlaka için.

Şanlıurfa Fırfırlı Camii-Kilise

FIRFIRLI CAMİİ( KİLİSE)

Vali Fuat Bey caddesin üzerindedir. Halk arasında: Fırfırlı Kilise olarak da anılmaktadır. Yapının esas adı ise; On iki Havari Kilisesidir. Kitabesi bulunmadığından, yapılış tarihi bilinmemektedir.

Yapı: apsise dikey üç nefli bazilikal plandadır.

Orta nef: dört tromplu kubbe, yan nefler dörder çapraz tonozla örtülüdür. Yan neflere nazaran daha geniş tutulan orta nefin girişten itibaren üçüncü kubbesinin kasnağı, 24 adet pencerelidir.

Yapıdaki kubbe ve tonozlar, ortada bazalt taşından yapılmış mukarnas başlıklı yuvarlak sütunlara, yanlarda duvara bitişik olarak kesme taştan yapılmış yarım sütunlara otururlar. Yarım sütunlar dış cephelerde de birer dekorasyon unsuru olarak görülür.

Apsis, camiye çevirme işlemi sırasında doldurularak pencereye dönüştürülmüştür. Apsisi ve iki yanında bulunan pastoforion hücreleri dışarıdan çıkıntı halindedir. Batı cephesindeki giriş kapısı; içeriden yarım kubbeli, dış cepheden sivri kemerli olup, pembe mermer taşından yapılmıştır.

Kapının üzerindeki Dabbakhane Camindeki mürebbireyi andırır biçimde, üç cepheli ve üç pencereli bir balkon var. Urfa’daki diğer kiliselerde rastlanılan nartheks ve gynakaion bölümleri, bu yapıda yok.

Yapının, özellikle batı cephesindeki ve köşe kulelerindeki muhteşem taş işçiliği dikkat çekici. Kilise, camiye çevrilirken, güneydeki pencerelerden biri, mihrap haline getirilmiş ve güney duvarının ortasında bulunan yarım sütunun önüne, taş minber yapılmış.

Mihrap üzerinde yer alan kitabede; “Kilisenin, 1956 tarihinde camiye çevrildiği “ anlaşılmaktadır. Kilise, camiye çevrilmeden önce, bir süre cezaevi olarak da kullanılmıştır.

Şanlıurfa Eyyüp Peygamber Mağarası ve Kuyusu

EYYÜP PEYGAMBER MAĞARASI VE KUYUSU

Sabır Peygamberi Hz. Eyüp’ün hastalık çektiği mağara ve kutsal suyundan yıkanarak şifa bulduğu kuyu, Urfa şehir merkezinin Eyüp Peygamber semtinde bulunuyor. Şanlıurfa’nın bilinen adak yerlerinden biridir.

Eyüp Peygamber, bu mağarada, 7 yıl, şiddetli bir hastalık çekmiştir. MS. 460 yılında: Piskopos Nona tarafından, Eyüp Peygamber kuyusunun, cüzamlı hastaları iyileştirdiğinin keşfedilmesi üzerine, hastalar, bu kuyunun suyu ile yıkatılarak sağlıklarına kavuşturulmuşlardır.

Bu kuyunun batısında, kayalara oyulmuş ve Hamam diye anılan bir mekanın bulunması da; burada bir tedavi merkezi olduğu anlaşılmaktadır.

Hz. İsa’nın Urfa Kralına gönderdiği mucizevi mendili, bir hırsız tarafından çalınarak Eyüp Peygamber kuyusuna atılmıştır.

Bu olay: 1145 yılında, Urfa’yı alan İslam Komutanı İmadeddin Zengi’ye, Süryani Kilisesinin reisi Basil Bar Şumana tarafından, şöyle anlatılır.” Urfa’yı ziyarete gelenlerden birisi, Hz. İsa’nın mendilini çalar ve cebine koyar.

Kosmas Manastırında geceleyen ziyaretçinin cebindeki bu mendil, karanlıkta ışık ve nur saçmaya başlar.

Yanmaktan korkan hırsız, mendili Eyüp Peygamber kuyusuna atar. Kuyudan, güneş misali bir ışık çıkar, kuyunun içini-dışını aydınlatır. Böylece, mendil bulunarak kuyudan çıkarılır ve manastırdaki yerine iade edilir.”

Halk arasında, bu olay Ulu Camideki kuyular için de anlatılmaktadır.

Şanlıurfa Hasan Padişah Camii

HASAN PADİŞAH CAMİİ

Akkoyunlu Devleti hükümdarı Sultan Uzun Hasan tarafından yaptırılmıştır. Uzun Hasan, bir süre Urfa’da kalmıştır. Bu camiyi: 1470’li yıllarda, Toktemur Camiine bitişik olarak yaptırmıştır. Çok kubbeli camiler gurubuna giren bu cami, kıble duvarı boyunca sıralanmış tromplu 3 büyük kubbe ile örtülüdür.

Dikdörtgen bir plana sahiptir. Son cemaat yeri, önde payeler üzerine oturan çapraz tonozlarla örtülü, sekiz gözlüdür.

Doğu baştaki göz: Toktemur Mescidi önüne rastlar. Avlunun kuzeyinde bulunan minare; 1859 tarihinde, Halil Bey tarafından tamir ettirilmiştir. 1960’larda, avlu kemerli ihata duvarı ile çevrilmiştir.

Şanlıurfa Ulu Cami

ULU CAMİ

Ulu camideki mevcut kitabeler: onarım devirlerine ait olup, inşa tarihi tam olarak bilinmemektedir.

Nurettin Zengi tarafından tamir ettirilerek, bugünkü şeklini alan “Halep Ulu Cami” ile benzer bir plan gösteren Urfa Ulu Caminin Zengiler zamanında yaptırılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Urfa şehir merkezindeki en eski camilerdendir.

Şanlıurfa Hızmalı Köprü

HIZMALI KÖPRÜ

Karakoyunlu deresi üzerindedir. Urfa’daki köprülerin en güzellerindendir. Halk arasında anlatıldığına göre: Karakoyunlu Türk Beyliği hükümdarlarından birinin kızı Sakine Sultan tarafından, hac yolculuğu sırasında yaptırılmıştır.

Köprünün orta ayağının doğu cephesindeki kitabede: “ 1843 yılında tamir ettirildiği yazılıdır.” Sakine Sultanın ve çocuğunun mezarı, dere üzerindeki su kemerinin kuzeyindedir.

YOL GÖSTEREN ÇEŞMESİ

Şehir merkezindedir. İpek yolu ile Diyarbakır yolu kavşağındaki park içindedir. I. Dünya Savaşında Çanakkale’de savaşan Urfalı askerlerin anısına, 1917 yılında yaptırılmıştır.

Abidenin üzerinde: Kafkas yolu, Ankara yolu, Bağdat Demiryolu ve şehir merkezine giden Mustafa Kemal Paşa caddesini gösteren kelimeler bulunmaktadır. Abidenin alt kısmı; dört cepheden çeşme olarak kullanılmaktadır.

Şanlıurfa Harb-ı Umumi Şehitler Abidesi

HARB-I UMUMİ ŞEHİTLER ABİDESİ

Şehir merkezindedir. Hükümet konağı önündeki kavşakta görülebilir. I. Dünya Savaşının bütün cephelerinde, savaşa katılmış Urfalı şehitler ve gazilerin anısına, 1917 yılında yaptırılmıştır.

Şanlıurfa Urfa Evleri

URFA EVLERİ

Urfa evlerinin gelişiminde: iklimin, kalker taşının, İslami inanışların, Urfa aile hayatının, yaşamının tamamını evinde geçiren kadına, onun sıkılmayacağı geniş ve ferah bir ortam yaratılması düşüncesiyle ve sosyal gelenekler değerlendirilerek yapılmıştır.

Urfa’nın sıcak iklime sahip olması: evlerin avlulu, kışlıklı ve yazlıklı, eyvanlı, odaların kalın duvarlı ve tonoz örtülü toprak damlı yapılmasında etkili olmuştur. Çevredeki dağlardan kesilen taşlar işlemeye elverişlidir. Bu yüzden, mimaride, hakim malzeme olarak bu taşlar kullanılmıştır. Yakın çevrede; yüzlerce yıldan bu yana işletilen antik taş ocakları bulunmuştur.

Müslümanlığın getirdiği yaşam tarzına uygun olarak, evler: haremlik ve selamlık olarak iki bölümden oluşur. Selamlık bölümünde: küçük bir avlu, bir veya iki oda, eyvan, konukların ve hayvanların barınacağı büyük bir ahır ve tuvalet bulunur.

Haremlik bölümünde: bu bölüm oldukça zengin planlanır. Avlusunun kuzey tarafında: cephesi güneye bakan ve kış aylarında güneş alan kışlık eyvan ve iki yanında birer oda bulunur. Avlunun güney tarafında: cephesi kuzeye bakan ve yaz aylarında güneş almayan yazlık eyvan ve iki yanında odalar bulunur.

Avluyu çevreleyen mekanlar arasında: kiler, mutfak ve hamam bölümleri bulunur. Geleneksel Urfa evlerinde: hayat denilen avlunun önemli bir yeri vardır. Düzgün kesme taş döşeli hayatın ortasında; mermer bir havuz, kuyu, yalak ve içinde: incir, dut, nar, portakal, kebbat, annep, zakkum, asma gibi ağaçlardan biri veya birkaçı bulunan çiçeklik var.

Çiçeklik, aynı zamanda çöpe atılması günah olan sofradaki ekmek kırıntılarının silkelendiği yerdir. Avluyu çevreleyen duvarların dama yakın kısımlarında, dikdörtgen nişler şeklinde yapılan kuş evlerinde yaşayan kuşlar, çiçeklikte bulunan bu ekmek kırıntılarıyla beslenirler.

Bu özellik taşıyan evleri görebileceğiniz yerler şunlar: Devlet Güzel Sanatlar Galerisi, Şurkav Kültür Evi, Sabık’ın Köşkü ve Halepli Bahçesi.

Şanlıurfa Bedesten-Kapalı Çarşı

BEDESTEN (KAPALI ÇARŞI)

Gümrük Hanın güneyine bitişik, bir çarşıdır. Bu çarşıda: mahalli kadın ve erkek giysileri, yaşmak, puşu gibi baş örtüleri satılmaktadır.

SİPAHİ PAZARI

Bedestenin batısına bitişik, kapalı bir çarşıdır. Bu çarşıda: halı, kilim, keçe gibi yaygılar ile kürk ve heybe gibi geleneksel el sanatları ürünleri satılmaktadır.

MİLLET HANI

Şehir surlarının Samsat kapısı dışındadır. Şehre gelen kervanların şehre henüz girmeden konaklamalarını sağlamak amacıyla inşa edilmiştir. İnşa tarihi bilinmemektedir. Kapladığı alan bakımından, Türkiye’nin en büyük hanlarındandır.

Kesme taşlardan inşa edilmiş olan yapımın geniş avlusunun çevresinde, ortasından kalın payelerle bölünmüş, birbiriyle bağlantılı, çapraz tonozlarla örtülü, arka duvarlarında yemlikler bulunan geniş mekanlar var.

Tavanda: zikzak biçiminde havalandırma delikleri var. Bu mekanlar: yer yer aralarında duvarlara bölünerek odalara dönüştürülmüş. Avlunun güney kenarının doğu kesimi yıkılmış olup, toprak dolguludur.

“Alman Yetimhanesi” olarak kullanılan yapının, eski fotoğraflarında, iki katlı olduğu ve güney cephesinin batı köşesindeki portal üzerinde bir kitabe ve bunun sağında ve solunda birer aslan kabartmasının bulunduğu görülüyor. İkinci kat: günümüzde tamamen yıkılmış.

Şanlıurfa Göbekli Tepe

GÖBEKLİ TEPE

Şanlıurfa’nın 20 km. doğusunda, Örencik Köyü yakınlarındadır. Evet, Nisan 2013 tarihinde buraya yaptığımız ziyarette: bu muhteşem arkeolojik alanda, sadece yaşlı bir yöre insanının bulunduğunu görünce hayretler içinde kaldım.

Hoş: büyük boyutlu taşların taşınması, çalınması gibi bir durum söz konusu olamaz diye düşünüyordum, peki ya zarar verilirse? İnanılır gibi değil, tam bir tarih hazinesi. 12 bin yıllık geçmiş, burada kaderine terk edilmiş gibi, umarım bir yetkili bu satırları okur ve Göbekli tepe de önlem alınır,  kalıntılar koruma altına alınırlar.

Değerli okurlarım: bu satırları yazmamın üzerinden bir yıl geçti ve ben: Mayıs 2014 tarihinde yine Göbekli Tepe’ye gittim. Öncelikle burada yani kazı yapılan alanda gerekli tedbirler alınmış. Çevreye tel örgü çekilmiş, alanın üstü kapatılmış, ören yeri girişine resmi bir görevli konulmuş.

Umarım; ben ve benim gibi gezginler, buraları gezdikçe ve aksaklıkları tespit ettikçe ve buralarda yazdıkça, yetkililer önlem alacaktır ve arkeolojik hazinelerimiz, Osmanlıdan gelen “taş bunlar, sadece taş” mantığından kurtulacak, talan edilmekten kurtulacaklardır.

Evet: Göbekli Tepe ile ilgili en son ve güncel bilgilerimi, notlarımı, yorumlarımı okumak isterseniz: yine bu sitede, tamamen buraya ait bir yazımı bulabilirsiniz.

Şanlıurfa Göbeklitepe

Şanlıurfa Soğmatar Harabeleri

SOĞMATAR HARABELERİ

Şehre, 35 km. uzaklıktadır. Şanlıurfa-Mardin karayolunun 35’nci km. sinde, Mercihan Nahiyesinin ilerisinde, sağa ayrılan 30 km. lik şose yol, Tektek Dağları arasından sizi Soğmatar kentine götürür. Kentin, Şanlıurfa kentine toplam uzaklığı: 65 km. dir.

Sumatarla (Yardımcı) Soğmatar kelimelerini, birbiriyle karıştırmamak gerekir. Sumatar, Şanlıurfa-Akçakale yolu üzerinde, 29’ncu km. Şanlıurfa’dan uzaklıkta, ilin güneyine düşer. Soğmatar ise, Şanlıurfa-Mardin istikametindedir.

Şanlıurfa Soğmatar Harabeleri

Soğmatar: MS.1 ve 2’nci yüzyıllarda: Süryaniler tarafından iskan edilen bir höyük ve bunun üzerinde, MS.11’nci yüzyıla ait: kale, burç ve kalıntılarıyla, köy içerisinde dini yapı kalıntıları bulunmaktadır.

Kökü, Harran Sin kültürüne dayanan Sabiizmin ve baş tanrı Marilaha’nın kültür merkezi olarak biliniyor. Buranın en önemli kalıntısı: baş tanrı ve mukaddes gezegenlere ibadet edilerek, kurban kesilen açık hava mabedi.

Kayadan oyma, diğer bir mağara mabedin duvarlarında, o dönemden kalma yazılar ve gezegenleri tasvir eden insan rölyefleri var. Ayrıca: kalenin batısında bulunan açık hava mabedi üzerindeki kayalarda: tanrıları tasvir eden insan rölyefleri ve Süryanice yazıları işlenmiş. Soğmatar’da, Roma dönemine ait çok sayıda kaya mezarı bulunmaktadır.

Bunlardan en önemlisi: anıt mezar özelliği taşıyan, üç tanesi köyün kuzey batısındadır.

KARAALİ KAPLICASI

Şanlıurfa Valiliğinin yaptırdığı jeolojik raporlara göre: kaplıca suyunun sıcaklığı: 41-49 derece arasındadır. Yüksek sıcaklıktan dolayı, su kaplıca tesislerinde ısısı düşürülerek kullanılmaktadır. Kaplıca tesislerinin yanında bulunan seralar, bu su ile ısıtılmaktadır.

Yapılan araştırmalarda, büyük bir sera alanının ısıtılabileceği ortaya çıkmıştır. Sıcak su eşanjör sistemiyle ısıtmada kullanılıp, kaplıcaya verilmektedir. Kaplıca suyu: özellikle, romatizmal hastalıklar, deri hastalıkları ve böbrek taşlarında etkili olmaktadır.

Özel İdare tarafından yaptırılan tesiste: 32 oda ve 100 yatak kapasitesi bulunmaktadır. Ayrıca, yapımı tamamlanan 54 odalı apart otel, hizmete başlamıştır.

Şanlıurfa Göbeklitepe

Şanlıurfa Göbeklitepe

Şanlıurfa Göbeklitepe; Ülkemiz turizmi açısından, dünya tarihi açısından büyük önemi olan Göbeklitepe, gün geçtikçe daha bilinmekte ve gün geçtikçe daha çok merak uyandırmaktadır. Bu yüzden: daha önce birkaç kez gittiğim, Göbeklitepe hakkında, gerek geçmişi ve gerekse kazıların ardından yaşananlarla ilgili güzel ve yeterli bir yazı aşağıdadır. Mutlaka ve mutlaka gidin burayı görün.

Evet: Şanlıurfa şehir merkezinden: Harran Üniversitesi istikametinde şehir merkezinde ilerlerken: bir süre sonra sola dönmeniz gerekiyor. “Göbekli Tepe” tabelalarının bulunduğu bu dönüşte, ayrıca göbekli tepenin simgesi olan “T figürlü taşlar” dan oluşan küçük bir park alanı yapılmış.

Evet burayı da gördükten sonra, yine tabelaları takip ederek anayoldan ilerlediğinizde ( bu sırada, büyük bir sulama kanalı üzerinden geçeceksiniz, bu sulama kanalının büyüklüğü buraya yapılan devlet yatırımlarının büyüklüğünü görmek açısından önemli, bir de suyun rengine dikkat ederseniz “turkuaz” rengi göreceksiniz) yine anayoldan bir süre sonra sapacaksınız ve 4 km. daha ilerlediğinizde, Göbekli Tepe’ye ulaşacaksınız.

Bu yol: gayet güzel ve asfalt yani ulaşım konforludur.
Yani, Göbeklitepe, Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık 17 km. doğusunda bulunuyor.

Göbekli Tepe ören yerine ulaştığınızda, ilk olarak yolun solunda, yeni yapılmakta olan bir yapı ile karşılaşacaksınız. Üzerinde “Türkiye’nin Hazineleri” yazısı bulunan bu yapının “müze” olarak düzenlendiğini öğrendim, ama henüz yapım çalışmaları devam etmektedir.

Burayı geçtikten sonra, toprak yoldan devam ediyorsunuz ve kısa süre sonra ören yerinin otopark bölümüne ulaşıyorsunuz. Ancak, anladığım kadarı ile, biraz önceki yapının bulunduğu yere kadar olan bölüme bahçe duvarı gibi bir duvar yapıyorlar, sanırım bir süre sonra: araçlar buraya park edecek ve buradan sonra yürüyüş yolları takip edilerek ören yeri gezilecektir. Şimdilik: araçlar ören yerinin kapısına kadar gidebiliyorlar.

Ören yerinin kapısına ulaştığınızda

Aracınızı park ettikten sonra, herhangi bir kulübesi olmayan ve bir sandalye üzerinde duran görevliden 5 TL. ücret karşılığında giriş bileti (müze kartı geçerlidir) alıp, ören yerine girebiliyorsunuz.

İlk anda

bölgede yoğun bir zift kokusunun hakim olduğunu görüp şaşıracaksınız. Bu zift kokusu, yürüyüş yolu yapımında kullanılan tahta parçalarının sanırım çürümemesi için ziftlenmeleri nedeniyle oluşuyor, hoş değil, insanı rahatsız ediyor ama sanırım bir süre sonra, yürüyüş yolları bittiğinde bu da biter.

Yine, hemen bu giriş yerinde: ören yerinde uyulması gereken kuralları hatırlatan bir tabela ile karşılaşıyorsunuz. Bu tabelada yazılı olanlar şunlardır:
“Milattan önce 10 ve 9. bin yıla tarihlenen, taş devrinin kutsal tepesi: 1’nci derece arkeolojik SİT alanı, güneşin doğuşu ve batışı arasında her zaman ziyaret edilebilir. Arkeolojik SİT alanı içerisinde piknik yapılmaz ve mangal kullanılmaz. Yüzeyde bulunan her türlü arkeolojik malzemenin toplanması yasaktır, ziyaretiniz sonrasında alanda hiçbir atık ve çöp bırakmamaya lütfen dikkat ediniz.

Ziyaretçi yolları henüz hazırlık aşamasındadır. Kazı alanına girmek yasaktır. Kendisine verilen “Göbekli Tepe” adının da açıkladığı gibi, taş devrinin kalıntılarını barındıran tepe, görkemli yuvarlak formu ile kireçtaşı platonun en yüksek mevkiinde yer alır. Alanda 1995 yılında Şanlıurfa Müzesi başkanlığı ve Alman Arkeoloji Enstitüsü katılımı ile arkeolojik kazı çalışmaları başlamıştır. “
(Hemen altında metnin Almanca ve İngilizce tercümeleri de bulunuyor)

Bu kuralları da okuduktan sonra: ören yerine girmeden önce: size, burası hakkında ve buranın keşfedilmesi ve arkeolojik çalışmaları hakkında bilgiler vermek istiyorum. Çünkü: buraya gelmeden önce bir nebze olsun hazırlık yapmakta yarar var. Yoksa: herhangi bir bilgi sahibi olmadan burayı gezmeye kalkarsanız: burada göreceğiniz çok sayıda taş ve ahşap kalas parçası size hitap etmeyecek, belki de bunca yolu geçip geldiğiniz için pişman olacaksınız.

Ancak: biraz sonra söylediklerimi okuduktan sonra burayı ziyaret ederseniz, inanın buranın havasına kendinizi kaptırıp, belki de günümüzden 12.000 bin yıl öncesini rahatlıkla hayal edebilecek ve o günün insanlarının hangi şartlarda yaşadıklarını bir nebze olsun kafanızda canlandırabileceksiniz. Aksi halde, biraz önce de söylediğim gibi: burası şu anda tam kazı çalışmaları yapılmadığından: taş, kaya, kalas yığınları ile dolu bir görünüm sunuyor.

Bu yüzden: ben burayı gezerken bir yanda, yabancı olduğu belli 4 kişilik bir turist gurubu, dakikalarca kaldılar, ancak bilgi sahibi olmadıklarını düşündüğüm Ankaralı bir otobüs dolusu yerli turist gurubu ise, yaklaşık 5 dakika burada kaldılar ve Mardin’e gitmek üzere hızla ayrıldılar.

Burayı ziyaret ederseniz: burayı önceden tanımalısınız ki, ziyaretinizden keyif alasınız.

Bu yüzden: işte Göbeklitepe ve arkeolojik çalışmalar hakkında ayrıntılı bilgiler:

ÖNEMİ

Göbekli tepe: avcı-toplayıcılıktan, çiftçiliğe, besin üretimine dayalı bir yaşam tarzına geçiş döneminde yapılmış ve dünya üzerinde eşi-benzeri olmayan, emsalsiz anıtları barındırmaktadır.
Burada: günümüzden 12.000 yıl öncesine tarihlenen “Dünyanın En Eski Tapınağı” bulunuyor. Mezopotamya bölgesindeki en eski olarak bilinen bu tapınağı kullananlar: bir an gelmiş, tapınağın üzerini toprakla kapatmışlar ve böylece tapınak ve tapınma alanı binlerce yıl sonra günümüze sağlam olarak gelebilmiştir.

ARKEOLOJİK ÇALIŞMALAR

Arkeolojik kazı çalışmaları başlamadan önce: tarım faaliyetleri için kullanılmakta olan arazide, yalnızca yüzeyde bulunan çakmaktaşı alet parçaları görülür durumdaydı. Öte yandan ise, günümüzde görülen mimari kalıntıların hepsi toprak altındaydı.
1995 yılında başlayan kazı çalışmaları, 2007 yılından sonra Bakanlar Kurulu kararı ile Alman Arkeoloji Enstitüsünden arkeolog Klaus Schmidt tarafından yürütülmektedir.
Birkaç tepe ve tepelerin arasında bulunan çöküntü alanlarında yapılan kazı çalışmaları başladıktan sonra: özellikle tepenin güney yamacında yoğunlaştı ve ilerledi ve ilk olarak mimari yapılar ortaya çıkarıldı. Bu mimari yapıların: geofizik ölçümleri yapıldığında ise, tüm tepenin Milattan Önce: 10 ve 9. yüzyıllarda yapıldığı anlaşıldı.
Arkeolojik araştırmalarda: tapınak kalıntıları yanında: ayrıca tapınağı süsleyen: doğal boyutlarında ve taştan oyulmuş yaban domuzu, kaplumbağa ve akbaba heykelleri de bulunmuştur. Bunu değerlendirirken, şunu düşünmek gerekir: o dönemde yani gerek taşların üzerine figürler işlenen ve gerekse taşlardan heykeller yapılan dönemde: metal aletler kullanılmıyordu, bu düzgün ve muhteşem görünümlü nesnelerin yalnızca çakmak taşı kullanarak yapıldığını düşünün.

Günümüzde: kazı çalışmaları: tepenin güney yamacında, güneybatı ve kuzeybatı yönünde sürdürülmektedir.

GÜNÜMÜZE KADAR OLAN SÜREÇTEKİ BULUNTULAR

Göbeklitepe’de arkeologlar: 15 metreye varan, dairesel biçimli, 3 alan ortaya çıkarmışlardır. Bu alanlarda: üzerlerinde çeşitli hayvan kabartmaları ya da bunların taşa kazınmış figürlerinin bulunduğu ve “T” biçimli 16 destek ve kireçtaşı simge bulunmuştur. Ayrıca: bulunan bazalttan yapılmış kaplar ve işlenmiş çakmak taşlarından: burada yaşayanların kalıcı olmasalar da, en azından geçici bir süre burada yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bu esas alındığında: Göbeklitepe; bölgede yaşayan insanlar tarafından dinsel amaçlar için düzenli olarak ziyaret edilen bir buluşma yeriydi.

Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ilginç buluntular arasında: çöl varanı, sürüngen kabartmaları, yaban domuzları, turna, leylek, tilki, yılan, akrep, yabani koyun, aslan, örümcek ve kafası olmayan insan kabartmaları, erkeklik organı abartılı olarak tasvir edilmiş erkek heykelleri ilgi çekmektedir.

Bunlar: 12.000 yıl önce, yerleşik hayata geçen o dönem insanlarının inançlarını yansıtan önemli bulgulardır.

Burada bulunan yapıların eski tarihlileri: dairesel ve yeni olanlar ise dikdörtgen biçimlidir ve bunlar: mimarlık tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmektedirler.

Burası bulunmadan önce; insanoğlu tarafından tek tanrılı dinlerden önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağın: MÖ.5.000 yılında Malta adasında yapıldığı biliniyordu. Göbeklitepe yerleşiminin bulunmasıyla, bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve insanoğlunun ilk tapınağının, günümüzden 12.000 yıl önce, burada kurulduğu anlaşılmıştır.
Dünyada kabul gören arkeolojik görüşlere göre: insanoğlunun; avcı ve toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik hayata geçmesindeki en önemli faktörler: açlık korkusu ve korunma içgüdüsüdür.

Göbeklitepe: bu tabuyu yıkmış ve yerleşik yaşama geçişteki en önemli faktörün: dinsel inanışların etkisi olduğunu kanıtlamıştır. Yani: yerleşik hayata geçişte: ekonomik ya da ekolojik değil, kalabalık ve uzun süreli dinsel törenlerin rol oynamasıdır. Bu tapınakları yapanların, yukarıda söz ettiğim gibi: gerek metal ve gerekse çanak-çömlek yapmayı ve kullanmayı bilmediklerini düşününüz.

Evet: günümüze kadar olan süreçte, burada toplam 45 parça gün yüzüne çıkarılmıştır.

ÇEŞİTLİ İDDİALAR

Göbekli tepede, kazılar sonucu ortaya atılan en çarpıcı iddia: Adem ve Havva’nın yasak elmayı dişledikleri “Cennet Bahçesi” nin burası olabileceği tezidir. Kazı çalışmaları yapan arkeologlar: Göbeklitepe’nin “Cennette” bir tapınak olduğuna inanıyorlar. Çünkü: burada çok sayıda nadir bulunur ve tuhaf sürüngen resimleri göze çarpıyor. Bu genişlikte hayvan kabartması ve yelpazesinin dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmadığı biliniyor.

Hatta ve hatta: kesin olmamakla birlikte, dünya tarihinde, ilk kez “insan kurban etme” töreninin burada yapıldığı tahmin ediliyor.
Öte yandan: burada yaşayan insanların, dünya üzerinde “varoluş” nedenlerini soruşturan ilk insanlar oldukları düşünülüyor. Bu tapınağı yananlar: yeryüzünde ilk kez “evren nedir, biz niye buradayız” sorularını soran kişilerdir.

Evet, ören yerindeki gezimize devam ediyoruz. Kapı olarak belirlenen yerden içeriye girdikten sonra, hemen solda: büyük bir kayalık blok üzerinde, kayaların üzerine oyulmuş oyuklar göze batıyor.

Bu bölgeye “E yapısı” yani “Kaya Tapınağı” deniliyor. Bu noktada: 1995 yılında, henüz kazı çalışmaları yeni başladığında ana kaya içerisinde oluşturulan oval alan ve yine ana kayanın işlenmesi ile şekillendirilen platformlar bulunmuştur.
Burada görülen mimari ana hat: daha sonra kazı çalışmalarında bulunan neolitik dönem yapılarında saptanan tipik mimari düzenin aynısıdır.

Buna göre: ana kaya üzerinde yükselen platformların oyuklarında (bu oyukları görmek mümkündür) : “T” biçimli dikilitaşlar bulunuyordu. Bu dikilitaşların: yapı duvarı ve duvar içinde yer alması gereken diğer dikilitaşlar ile birlikte, hali hazırda neolitik dönem sırasında, ikincil kullanım için yerlerinden alınarak başka yerlere taşındığı düşünülmektedir.

Kuzey yönünde görülen kaya çukurları da: günümüzde “E yapısı” olarak bilinen alana dahildir.

Evet, buradan sonra yola devem ediyoruz. Hemen ileride, bir kısmı yapılan yürüyüş yolu ve yapılmaya devam edilen yürüyüş yolları bulunuyor. Yürüyüş yollarını: kalın demiryolu tahtaları kullanarak yapıyorlar. Ancak: otoparka aracınızı bıraktığınızda, hemen hissedeceğiniz gibi, ortam yoğun bir zift kokusu ile kirletiliyor. Yani: özellikle otopark bölümünde yoğun bir zift kokusu hakim ve insanı rahatsız ediyor. Sanırım: bu yürüyüş yollarında kullandıkları tahtaları, çürümesin diye ziftliyorlar.

Söylenenlere göre: çevrede buraya benzer 20 tepe varmış ve günümüze kadar bunlardan yalnızca 3 tanesinde kazı çalışması yapılmış ama yine söylenenlere göre bu 20 tepenin bulunduğu yer, dikenli tel örgü çekilerek koruma altına alınmış.

Yürüyüş yolundan devam ettiğimizde: ören yerinin en ilgi çeken yani tapınağın bulunduğu yere varıyoruz. Burada ilk dikkatimi çekenler: birçok taş parçası ve haddinden fazla olduğunu düşündüğüm, kalın tahta parçaları, kalasların bulunması, öyle ki, bu kalaslar bazı yerlerde: taşlar üzerindeki figürleri kapatacak dereceye gelmiş.

Evet: tamam koruma, tedbir alma, üzerine kapatma, yağmur-kar-güneşten koruma mantıklı ve gerekli bir yaklaşım ama, bu şekilde estetik duygusundan yoksun koruma hiç yakışmamış. Ana tapınağın bulunduğu bu alanda o kadar çok tahta kalas kullanılmış ki, tam orta yere, görülecek şekilde bir de kırmızı yangın söndürme cihazı asmışlar, hayır, yakışmıyor, o cihazı lütfen gizli bir yere koyun.

Estetik duygusundan yoksun bu koruma önlemleri: umarım en kısa zamanda daha güzel hale getirilir, niye daha ince çelik direkler kullanılmaz da, bu kocaman ve kalın kalaslar kullanılır, estetik duygusunun kepazeliği yanında, bir de biraz önce de belirttiğim gibi, bazı taş figürleri bu kalaslar yüzünden görünmüyor.

Zaten

Eğer bu satırları okumaz veya göbekli tepe hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadan buraya giderseniz: burada göreceğiniz taş yığınları ve kalas yığınları ilginizi çekmeyecektir, çünkü: ben burayı ziyaret ettiğimde bir Ankaralı turist gurubu geldi, sıradan yürüdüler ve 5 dakika içinde buradan ayrıldılar, dikkat ettim, başlarındaki rehber hiçbir bilgi vermedi, yani buralara kadar zahmet edip gitmeden önce, lütfen burası hakkında bilgi sahibi olun ve bilinçli olarak gidin, düşünün ki, günümüzden 12.000 yıl önce, burada insanlar yaşamış, bu taşlar üzerindeki figürlere tapmışlar, bunları kafanızda canlandırın, yoksa: burası size bir şey hitap etmeyecektir.

Yerli turist gurubu, burayı 5 dakikada geçip giderken, yabancı oldukları belli 4 kişilik bir gurup, bizimle birlikte dakikalarca bölgeyi gezdiler, incelediler. Zaten: umarım yakın zaman sonra UNESCO burayı Dünya Kültür Mirası Listesine dahil eder, o zaman burası yabancı turist akınına uğrar. Ama dediğim gibi; buraya bilgi sahibi olmadan giderseniz, taş ve kalas yığınları pek ilginizi çekmeyecektir.

Evet: ana tapınağın bulunduğu yerin üzeri bir ahşap çatı ile kapatılmış. Tapınak bulunan bölümde; tam ortadan bir yürüyüş yolu yapılmış ve bu yolun üzerinden yürüyerek, tapınak alanının üstten görebiliyorsunuz.

Bazı taş ve kaya bloklarının altına, kum torbaları ile destek yapılmış.

Yani: burayı araştırmak için bir çaba ve emek harcandığı hissediliyor ve bundan ülkem adına gurur duyuyorum, ama estetik yok, göze hitap yok. Öte yandan: burayı gezerken, ana tapınak bölümünde daha kazılması gereken çok yer bulunduğunu hissediyorsunuz. Yani, birçok obje ve taş, kaya bloklarının toprak içinde yarısı, ucu görülür durumda, yani burada ayrıntılı arkeolojik çalışmalar sanırım yıllarca sürecektir. Ortaya nelerin çıkacağı ise meçhul, kesin olan şu ki, muhteşem buluntular çıkacaktır.

Bu genel bilgilerden sonra: arkeolojik çalışmaların yoğun olarak yapıldığı ve çatı ile örtülerek koruma altına alınan bölgeden söz etmek istiyorum.

Buradaki buluntular: kolay anlaşılabilmesi için, harflendirilerek ve harflendirilen bölgelerdeki “T” şeklindeki kaya blokları ise yine “P” harfi verilerek tasnif edilmiştir.

A YAPISI

A yapısı: 1995 yılında keşfedildi ve bugün gördüğümüz aşamaya 1996 ve 1997 yıllarında devam eden kazı çalışmaları sırasında ulaşıldı.
Göbekli Tepe yapılarında temel unsur olarak T-biçimli dikilitaşlar öne çıkmaktadır. Bazı örneklerde bulunan, kabartma tekniği ile yapılmış el ve kol ve motiflerinin varlığı: bunların insan biçimli tasvirler olduğunu kabullenmek gerekir.

Daire planlı taş yapıların merkezinde, her zaman iki adet özellikle büyük boyutlu T-biçimli dikilitaş bulunmaktadır.
A yapısının: P1 ve P2 numaralı iki dikilitaşının üzerlerinde bulunan kabartma motifler özellikle dikkat çekicidir. Birinin üzerinde: yılandan oluşan bir motif ve altında bir koç kabartması,
Diğerinde ise: üst üste sıralanmış vaziyette boğa, tilki ve turna kabartması görülmektedir.

D YAPISI

2001 yılında keşfedilen D yapısı, şimdiye kadar kazısı yapılan Göbekli Tepe anıtsal yapıları arasında, günümüze en iyi durumda ulaşanıdır.
Burada: boğa, tilki, yaban domuzu, yılan, akrep gibi çeşitli kabartma tasvirler ile çok zengin bir motif repertuarının varlığı görülür.
Bunların yanında dikkat çeken bir başka motif P43 numaralı dikilitaş üzerinde bulunan “Başsız İnsan” tasviridir.
D yapısının merkez dikilitaşları (P18 ve P31) 5 metrenin üzerinde bir yüksekliğe ulaşmaktadır.
Bu eserlerin üzerinde kabartma tekniği ile yapılmış: el ve kol motiflerinin yanı sıra, kemer ve kemerden sarkan hayvan postu biçiminde şekillendirilmiş bir giysi parçası görülür.
Mekan içinde ulaşılan taban C yapısında olduğu gibi ana kaya üzerinde şekillendirilmiştir.

B ve C YAPISI

B yapısı 1998 yılında keşfedilmiştir.
Yanının 4 metre yüksekliğe ulaşan, P9 ve P10 numaralı, merkez T-biçimli dikilitaşları üzerinde birer “tilki” kabartması bulunmaktadır.
Yapının içi mekanında: terrazzo taban adı verilen suya dayanıklı, kireçtaşından yapılmış taban dokusu bulunmaktadır. P9 dikilitaşının hemen önünde, taban içine yerleştirilmiş bir taş kap görülür.
C yapısı 1998 yılında keşfedilmiştir.
Yapıda: antik çağlarda meydana gelen tahribatın izleri görülmektedir.
Bu yapıda: T biçimli dikilitaşlardan oluşan 2 adet daire planlı taş duvar sırası, birbirini çevrelemektedir.
Mekan içinde ana kayanın en dikkat çekici buluntusu P27 numaralı dikilitaş üzerinde bulunan yüksek kabartma tekniğiyle yapılmış olan “yırtıcı hayvan” motifidir.

DİLEK AĞACI VE İSLAM MEZARLARI

Göbeklitepe ören yerinden çıktıktan hemen sonra, tepenin tam zirvesinde bir ağaç göreceksiniz. Bu ağaca dilek ağacı deniliyor ve çok uzaklardan dahi görülebilmesi ile biliniyor. Yani bir anlamda, sanki açık arazide bir işaret gibi olmuş.
Duyduğuma göre; üzeri tamamen gelenlerin bağladıkları çaputlarla dolu olan ağaç, kısa süre önce temizlenmiş, ben gördüğümde herhangi bir çaput veya başkaca bir şey bağlı değildir, sanırım yakın zaman sonra yine ağaç bağlananlarla dolar.

Ağacın hemen altında ise: taşlarla belirlenmiş iki tane mezar yeri var, bunların İslam dönemi mezarları olduğu biliniyor ve söyleniyor, başkaca bilgi yok.
Ama: gerek dilek ağacı ve gerekse mezarların bulunduğu bu zirve noktası: geniş görüş açısı ile birçok yere hakim olması ile tanınıyor. Buradan kuzeydoğu yönüne bakılınca Karacadağ, kuzey yönüne bakılınca Toros dağları ve güneye bakınca Harran ovasını görebiliyorsunuz.

SORULAR

Göbeklitepe birçok gizi de halen barındırmaktadır. Şöyle ki: burada tapınan insanlar, niye günün birinde burayı toprakla kapatarak tarihin derinliklerine gömdüler. Diğer bir soru: aynı dönemde tapınma alanlarında sunaklar vardı ve tanrılara çeşitli kurbanlar adanıyordu, ama burada bugüne kadar yapılan kazılarda herhangi bir kemik (insan veya hayvan) bulunamaması da ilgi çekmektedir.

Sonuç olarak: boğa, tilki, yaban domuzu, yılan, turna, yaban ördeği, ceylan, yaban eşeği kabartmalı tapınakları ve sırlarıyla, Göbeklitepe’yi pek çok arkeolog: yazı ve çanak-çömlek kültürü öncesi tarihi aydınlatacak en önemli kaynak olarak görüyorlar. Sanıyor ve umuyorum ki; bu tarih hazinesi: bilinçli ve sistemli şekilde kazılır ve buluntular uygun yerlerde sergilenerek ziyaretçilere sunulur.

Yazının en başında da belirttiğim gibi: burada bulunuyor iken kendinizi günümüzden 12.000 yıl önce, burada yaşamış insanlarla aynı havayı soluyor, aynı toprağa basıyor gibi hissetmelisiniz ki, buranın büyüsünü yakalayabilirsiniz.