Ngorongoro krateri, dünyanın sekizinci harikası olarak ve Afrika’nın en iyi bilinen yaban hayatı bölgesi olarak tanınmaktadır. Bu muhteşem ve ilginç yaban hayatı alanı: 1979 yılında, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Ngorongoro: bir yanardağdır. Bir zamanlar: konik bir şekle ve günümüzdekinden 2 misli yüksekliğe sahipmiş. Ancak: günümüzden 3 milyon yıl önce gerçekleşen son püskürtmenin şiddeti ve altındaki erimiş kaya kütlesinin lav olarak dışarı kusulması sonrasında: konik zirve içe çökmüş ve 20 km. çapındaki günümüzde de görülen bir oyuk ortaya çıkmıştır.
Yani: yer kabuğunda dev bir kırık oluşmuştur. 20 km. çapındaki bu kırık çevresinde ise, 600 metre yüksekliğinde bir caldera duvarı oluşmuş ve dış dünya ile ilişik kesilmiş ve milyonlarca yıl boyunca, deniz seviyesinden 1800 m. Yükseklikteki bu oluşum günümüze hiç bozulmadan gelmiştir.
Kalderanın eteklerinde ise delikler oluşmuş, buralar hayvanlar tarafından barınak olarak kullanılmıştır.
Ayrıca: bölgede bol su mevcuttur. Yani, daha açık ifade etmek gerekirse: 20 km. çapındaki bu volkanik krater boşluğundaki verimli ve sulak alanda, birçok hayvan türü yüzyıllardır yaşamaktadır.
Bu olaydan günümüze kalan tek sonuç: kraterin kuzey batı ucunda bulunan “Round Table Hill” yani Yuvarlak Masa Tepesidir.
Bilimsel olarak: volkanik patlama ve çöküntü sonucu ortaya çıkan volkanik kraterlere “caldera” ismi veriliyor. Burada görülen caldera: dünya üzerinde benzerleri arasında, büyüklük bakımından altıncı sıradadır. Ama çeperlerinin kırıksız olması nedeniyle, dünyanın en büyük calderası olarak da bilinir. Yani: bunun en anlaşılır tanımı büyük delikdir.
1960 yılında: yalnızca 3.5 km. uzunluğundaki bozuk ve kötü bir yol: 600 metrelik bir yükseklik kazanarak, kraterin bu tabanına yani büyük deliğe veya calderaya iniyordu. Zaten: yine bu dönemlerde, buraya, yalnızca dört çekerli ve güçlü araçların girmesine izin veriliyor ve bu araçlarla, bölgeye her yıl yaklaşık 10 bin ziyaretçi taşınıyordu.
Evet: buranın hemen batısında, Serengeti bölgesindeki düzlüklerde su ve taze ot bulmak için, her yıl göç eden hayvanlardan farklı olarak, burada yaşayan 30 bin civarındaki hayvan: yılın büyük bölümünde burada 260 km. karelik alanda yaşamaktadırlar çünkü burada en kurak sezonda bile su sorunu yaşanmıyor.
Burada: bir dizi bataklık ve sığ bir soda gölü ve ana göl “Magadi” gölü ve iki nehir (Munge ve Lonyonike) bulunuyor. Magadi gölü, bu nehirlerle besleniyor.
Magadi gölünün sularının hiçbir çıkış yolu olmaması nedeniyle, göl suları, yüzyıllardır süren buharlaşma sonucu, yüksek oranda tuz içeriyor. Bu suda: sadece bazı su yosunları ve karides türü kabuklular yaşıyorlar. Ancak: burada bulunan milyonlarca flamingo için, bunlar yeterli geliyor. Flamingolar: uzun bacakları ile, göl kenarında iz sürüyor ve karideslerle besleniyorlar.
Bir kısım flamingo ise, derin sulardaki su yosunları ile besleniyorlar. Hemen yanındaki bataklıkta ise, su aygırları yaşıyorlar. Çamurlu bu çukurların yanı sıra, krater yani caldera içinde, su kuyuları var. Filler, kara gergedanlar ve birçok su kuşu: bu su çukurları yakınlarında yaşıyorlar.
Krater otlaklarının her yıl yenilenmesindeki en büyük etken: Aralık-Nisan ayları arasında süregelen aşırı yağışlardır. Bu yağışların ardından krater otlakları, yeşile bürünüyor ve zengin volkanik topraklarda rengarenk milyonlarca çiçek yetişiyor. Mayıs-Kasım ayları arasındaki kurak dönemde ise: kraterin yani caldera’nın rengi, yeşilden aşamalı olarak sarıya, sonra kahverengiye dönüşüyor. Bu dönemde, kraterde yaşayan hayvanlar ise, Munge bataklığı çevresinde toplanıyorlar.
Evet: kraterin kenarında oluşan yüksek duvarlar:
kraterin içinin dış dünya ile ilgisini kesiyor. Kraterin içinde yaşayan hayvanlar ise, hayati ihtiyaçlarını krater içinden rahatlıkla karşılamaktadırlar. Zebra, antilop ve ceylanlar gibi otçullar: kraterin büyük bölümünü kaplayan otlaklarda beslenirler ve aslan, leopar, çıta, sırtlan ve çakal gibi etçil hayvanlara av olurlar.
Otçullar: genellikle otların en yeşil olduğu Ocak ve Şubat aylarında doğururlar. Etciller de: yine aynısını yaparak, sütten kesilmiş yavruların ve onların bakımını üstlenen annelerinin iyi beslenmesini sağlayan yeni buzağıların ve yavruların bulunduğu aylarda doğururlar.
Sonuç olarak: Ngorongoro: kendi kendine yeten bir özellik taşımaktadır. Bu durum: uluslar arası bilim çevrelerinin de ilgisini çekmiş ve zoologlar ve diğer bilim adamları, buraya gelerek, buradaki vahşi yaşam ve ekosistemi incelemek üzere, yıllarca çalışmaktadırlar.
Bu çalışmalar sonucunda: hayvanların genetik havuzlarının çok dar olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır. Örneğin: Ngorongoro bölgesindeki panterlerden, 100 tanesinin, yalnızca 15 bireyden doğduğu tespit edilmiştir.
Bu arada: krater çevresine çıkan patika üzerinden, birkaç hayvan, her yıl krateri terk etmektedirler. Bunlar: kraterin altındaki düzlüklerde, her yıl tekrarlanan kuru sezon göçüne katılırlar ve sonra geri dönerler. Ancak, çevredeki tarım alanları ve yerleşimler, bu göç rotasını her geçen yıl tehdit eder duruma gelmiştir.
Ngorongoro: bir zamanlar tarım yapılmasına izin verilmeyen Serengeti Milli Parkının bir parçasıydı. Bu durum: sığır sürüleri besleyen yerli Masai halkının sıkıntısına neden oluyordu. Bunun üzerine, 1959 yılında, krater ve çevresinde, yaklaşık 8500 km. karelik bir koruma alanı oluşturuldu.
Burada: bölgenin yerli halkı olan Masai’ler hakkında da biraz söz etmek istiyorum. Masailer: ağır başlı, kızıl saçlı yöre insanıdır. Tanzanya hükümeti: yerli Masaileri, modern yaşama uyum sağlamaları için her türlü çabayı göstermesine rağmen, Masailer buna karşı direnmişler ve kabul etmeyip bulundukları yerleri terk etmemişlerdir.
Günümüzden yaklaşık 200 yıl önce buraya gelen Masailer, günümüzde burada sığır ve keçi besliyorlar. Sayıları ise, 43 bin civarındadır. Yağmurlu sezonda: bitişikteki ormanlık alanlara, kuru sezonda ise açık ovalara hareket ediyorlar.
Burada bir özellikten daha söz etmek istiyorum. Bölge: insanlığın beşiği ve dünyanın tarih öncesinde yaşanmış en eski sitesi olarak kabul edilen “Olduvai Gorge” alanını da barındırmaktadır. Burada yapılan incelemelerde: günümüzden 50 yıl önce, dünyanın ilk insanlarına ait, burada çeşitli izler bulmuşlardır.
Oldupai Gorge: Doğu Afrikadaki en ünlü arkeolojik alandır ve burayı da ziyaret etmenizi öneririm.
Ngorongoro kraterinin batısındaki bu alanda: insansı ayak izleri bulunmuştur. Volkanik kaya üzerinde korunarak günümüze ulaşan bu ayak izlerinin, 3.5 milyon yıl öncesine dayandığı söyleniyor.
Burada bulunan baş iskeletin ise: küçük beyinli ve üç parçalı olduğu görülüyor. Bu yaratığın boyunun ise, 1.2 ile 1.4 metre olduğu tahmin edilmektedir. Bulunan bu baş iskeleti, günümüzde, Oldupai Müzesinde sergilenmektedir.
Hatta: yine söylenenlere göre: Adem ve Havva’nın cennetten kovulduktan sonra, dünya üzerinde, burada buluştukları söyleniyor.
Ulaşım
Ngorongoro koruma alanı: Arusha şehrinin 180 km uzağında Serengeti Milli Parkının hemen yanındadır. Buraya ulaşım: Arusha şehrinden karayolu ile yaklaşık 4 saat sürer.
Ne zaman gidilmelidir
Yılın tüm zamanlarında, bu park alanını ziyaret edebilirsiniz. Ancak, özellikle yağmur sezonu ardından, Magadi gölündeki filamingo sürülerini görmek mümkündür.
Neler Yapılır
Burayı ziyaret ederseniz: özellikle siyah gergedanlar, filler, manda ve zebra sürüleri görebilirsiniz. Ayrıca: aslan, leopar ve sırtlan sürüleri de görebilirsiniz. Kuş türleri ise, yaklaşık 400 civarındadır. Flamingolar, yarasa kulaklı tilkiler, çita, çakal, ceylanlar da görebileceğiniz diğer hayvanlardır.
Park alanında: bu hayvanları görebileceğiniz bir sürüş alanı bulunmaktadır. Ayrıca: piknik noktaları vardır.
Bu geziye: Ngorongoro koruma alanı dışında, Masai ve diğer kabilelerin yerleşim yerlerini görmeyi de ekleyebilirsiniz. Bu turda: kabilelerdeki insanların oturduğu çamur-kerpiç evleri, onların yaşam tarzlarını ve danslarını izleyebilirsiniz.
Bu arada bir uyarı: yolculuk esnasında, izinlerini istemeden Masailer ve yerli kabile üyelerinin fotoğraflarını sakın çekmeyin.
Bölgedeki Masai köyleri şunlardır: Kiloki Senyati köyü: Olduvai Gorge bölgesinde, 7 km. güneybatı yönünde, ana yol üzerindedir. Loonguku köyü: Olduvai Gorge bölgesinde, Serengeti anayolu üzerinde 10’ncu km.dedir.
Olduvai Gorge Müzesi gezilebilir. Bu müzede: insan atalarının ve onların dünya üzerinde birlikte yaşamlarını sürdürdükleri hayvanların iskeletleri ve fosilleri görülebilir. Burada: ayrıca yöresel el sanatları örnekleri de sergileniyor. Müzede, bir oda: insanımsı ayak izlerine ayrılmıştır. Burada: bizim erken insan atalarımızın gerçek ayak izlerini görmek mümkündür.
Bu izler: mucizevi volkanik patlamalar sonucu oluşan çamurlu kil ile korunmuş ve güneş ile sertleşerek, günümüze 3.6 milyon yıl öncesinden gelmiştir. Bu ayak izlerinde, insanların dik yürüdükleri kesin olarak görülmektedir.
Evet, Serengeti Milli Park bölgesine giderseniz, zaman ayırıp Ngororo koruma alanını da görmenizi öneririm.
Hiva, çok eski bir şehirdir. Ama 10. yüzyılda ipek yolu üzerinde önemli bir ticaret noktası olmuştur. Çin’den yola çıkan bütün kervanlar, bir zamanlar burada konaklıyormuş.
16. yüzyılda Harzemşahlar devleti burada Hiva hanlığını kurdular ve Özbek göçebe kabileler buraya yerleştirildiler. Ancak şehir hemen Hiva hanlığının merkezi olmadı. Ancak, 1598 yılında
Hiva devletin ana merkezi oldu. 19.yüzyılda Rusya, Hiva hanlığını ilhak etti. 1919 yılında ise son Han, tavsiye edildi ve şehir Sovyet Harezm cumhuriyetinin başkenti oldu. 1924 yılında ise modern Özbekistan ve Türkmenistan’ın bir parçası haline geldi.
Yazının hemen başında: Hiva ile ilgili anlatılan bir efsaneden söz etmek istiyorum: Söylenenlere göre: şehir soğuk ve lezzetli bir su çevresinde büyümüştür. Buna “Hiva” denilir ve günümüzde, şehrin eski kısmında bu kuyu görülebilmektedir.
Çölde su arayan bitkin yaşlı adam, sopayla yere vurur ve orada bir kuyu bulur. Bunun üzerine sevinçle bağırdı ve sonraki sözleri “Hey Vah” idi. Sonra burada “Vah” şehri inşa edildi.
Evet, Hiva benzersiz bir şehir olarak Dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilir. Çünkü döneminin otantik atmosferine sahiptir. Şehir tam bir açık hava müzesi gibidir. Antik duvarlar, dantelli kaba mozaiklerle süslenmiş, muhteşem minareler, taş döşeli sokaklar burayı 1990 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmasını sağlamıştır.
Özellikle: kapıları ve haremi yıkılmadan günümüze ulaşmış olan “Taş Kavli Sarayı”, 20.yüzyılın başından kalma Avrupa ve yöre mimarisini bünyesinde birleştiren “Dişa Kala”, çok güzel süslemeleri olan “Ragbanlı camii” ve “Pehlivan Mahmut Türbesi”, en büyük eğitim kurumlarından biri olan “Emir Han Medresesi” mutlaka görülmesi gereken yerler olarak öne çıkmaktadır.
Hiva şehrinin sembolü 44 metre yükseklikteki “İslam Hoca” minaresidir. Bu minarenin, beyaz-turkuaz ve mavi mozaik çini süslemeleri ünlüdür. Cuma camisinde, en eskisi 10. yüzyıldan kalma farklı dönemlere tarihlenen 218 ahşap oymalı sütun ilgi çekmektedir.
Ama muhtemelen şehirdeki en çarpıcı yapı, sırlı turkuaz mavi ve beyaz çini mozaiklerle süslenmiş “Katla Minör” dir.
Ebu Reyhan Beruniny, Ogahiy Al Khorezmi gibi dünyaca ünlü bilim adamları, Hiva şehrinde yaşamışlardır. Şehir: İskender, Amir Timur ve diğer imparatorlar tarafından fethedilmiştir. Ayrıca bir zamanlar şehirde Cengiz Han da görülür.
Gücünün zirvesindeki Harzemşah imparatorluğu, Kolhida topraklarına kadar ulaşmıştır. Hiva ve Türkmenistan geçmişleri birbiriyle kesişmektedir. Çünkü onların toprakları, Harzemşahlar imparatorluğunun parçası olmuştur.
Hivalı ressam ve mimarlar: ustalıkları ve estetiğe verdikleri önemle tanınmaktadırlar. Binaların ve depoların ahşap oymalarla süslemelerinin uyumu inanılmazdır. Şehrin tarihi merkezi olan “Itchan-Kale” bölgesi: 10 metre yükseklikte duvarları olan “Erk kale” içe çevrilidir.
Buranın içinde dar sokaklar, kerpiçte düz çatılı evler, camiler saraylar ve Orta Asya’nın başka hiçbir yerinde görülmeyecek sayıda minareler bir arada bulunmaktadır.
Şehir, Özbekistan ülkesinde, Horezm bölgesindeki “Karakum Çölü” yakınlarındadır. Yukarı da da söz ettiğim gibi tarihi ipek yolu üzerinde önemli bir kavşak noktasıdır. Ama şehrin tarihi geçmişi daha da eskiye gider.
Efsaneye göre: Zerdüştlüğün kurucusu olan Zerdüşt burada doğmuştur. Zerdüştlük, burada MÖ.4. yüzyıldan başlayarak 1300 yıl boyunca varlığını sürdürmüş, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam, hatta belki de Budizm bu dinden etkilenmiştir.
19. yüzyılda ise şehir, esir tüccarları, hırsız ve dolandırıcıların kol gezdiği bir yer haline gelmiştir.
Şehrin nüfusu 53.000 kişidir. Bölgesel başkent olan Urgenç, buraya sadece 35 km uzaklıktadır, Türkmenistan sınırı ise 5 km uzaklıktadır. Şehrin denizden yüksekliği 100 metredir. Harzemşah vahasının incisi olarak kabul edilir. Başlangıçta şehre “Vah Selam” denilmiştir.
Burayı ziyaret etmek için en uygun zaman: ilkbahar ve sonbahar mevsimleridir çünkü yazları sıcak, kışları soğuk olur.
Şehirde alışveriş yapmak isterseniz öncelikle “Hiva Suzani Merkezi” ne gitmenizi öneririm. Ayrıca, “Hiva ipek halı atölyesi” de düşünülebilir. Buranın amacı, doğal boyama sanatını yeniden canlandırmak için, 15. yüzyıl Timur dönemi halı sanatı yeniden yaratılmaya çalışılmaktadır. İpeğin boyanması için sadece doğal boyalar kullanılır ve motiflerde, bitki-mineral ve böcekler kullanılır.
GEZİLECEK YERLER
Hiva, Özbekistan ülkesinin en güzel şehirlerinden birisidir. Özellikle “Ichan-Kala” yani “İç kasaba” denilen yerdeki binalar özellik gösterir. Burada “Sheybanıdler” ve “Kungrat” hanedanları zamanında yapılmış çok sayıda medrese, cami ve hükümdür sarayı bulunmaktadır.
Doğu’da camiler, ilahi hizmetleri ve duaları yönetmek için yapılmışlardır. “Cami” kelimesi Arapça “maszhid” kelimesinden türetilmiştir.
Itchan-Kala: Açık Hava Müzesi
Hiva şehri: diğer doğu illerinde olduğu gibi üç parçaya bölünmüştür. “İtchan-kala” bölümü: “kale” demektir. Günümüzde burası bir açık hava müzesidir.
26 hektarlık bölüm, duvarlarla çevrilidir ve “Devlet Tarih ve Arkeoloji Müzesi” ne dönüştürülmüş ve şehrin egzotik görüntüsü korunmuştur.
Ancak, yine de burada günümüzde de el sanatları ile uğraşan 300 aile yaşamaktadır.
Itchan-kala, İran’a ulaşmak için çölü geçmeden önce kervanların son dinlenme yeriydi. Orta Asya’nın Müslüman mimarisinin tutarlı ve iyi korunmuş örneğidir.
Şehrin çevresindeki kil duvar ilgi çekmektedir. Bu duvarın kalınlığı 6-10 metre arasındadır ve uzunluğu 2 kilometreye kadar uzamaktadır. Duvarın 4 kapısı vardır. Batı yönündeki kapı: Ata Darwaza, Güney yönündeki kapı: Gate Bağcı, Doğu yönündeki kapı: Amu Deryadır.
Itchan-kala denilen bu bölgede yaklaşık 51 antik anıtsal yapı ve 250 konut sitesi bulunur. Bunlar arasında öne çıkan:
Ichan-kala denilen bölgenin merkezindedir. Daha önceki inşaat kalıntıları üzerine, 18. yüzyılda inşa edilmiştir. Yapı 55 x 46 metre ebatlarındadır. Dört taraftan camiye girmek mümkündür. Şehrin ana caddelerinden birine bakan kuzey cephesinde caminin minaresi bulunur.
Binanın çevresi tuğla duvarlarla çevrilidir.
İç mekan 215 ahşap direk ile desteklenmiş, düz tavanlı salondan oluşmaktadır. Bu tek salonlu cami modeli, dünya üzerinde ender rastlanan bir mimariyi göstermektedir. Tavan: küçük açıklıkları ile ışık ve havalandırma sağlamaktadır.
Pencereler arasındaki boşluklar siyah ve kırmızı renklerde boyanmıştır ve dekorasyonda ağaçlar, çalılar kullanılarak Orta Asya anıtsal ve dekoratif sanatı temsil edilmiştir. Oyma kapılar ve cami sütunları özel ilgi çekmektedir. Çünkü farklı dönemlerde yapılmıştır.
İlk olarak 11. yüzyılda yapılan sütunlar ve 15. yüzyılda yapılan sütunlar üzerindeki geometrik bitki süslemeleri ve Arap yazısının kombinasyonu ilgi çekmektedir. Sütunların çoğunluğu 18. yüzyılda inşa edilmiş ve bazıları daha geç kökenlidir. Bazı sütunlar ve kapı üzerinde yapılış tarihlerini görmek mümkündür.
Salon Harzemşah oyma desenleriyle süslenmiştir, yarı karanlıkta duran sütunlar, yerel ustalar tarafından ortama ayrı bir hava katılmasını sağlamıştır.
Arap Muhammed Han Medresesi
Şehirde “Ichan-kala” denilen yerin merkezindedir. Mimari siteler arasında en eski medreselerden birisidir. Şehrin ülkenin başkenti olması onuruna Shaybanid Harzemşah hükümdarı Arap-Muhammadan han tarafından yaptırılmıştır.
Arap Muhammed-han: Harzem tarihinin en iyi bilinen kişisidir. O; 1603-1621 tarihleri arasında devleti yönetirken önemli başarılar elde etmiştir. Bu dönemde Hiva şehri, Harzem devletinin başkenti olmuştur.
Yine aynı dönemde, Hiva: Buhara ve Semerkant ile birlikte Orta Asya’nın en güzel şehirlerinden birisi olmuştur. Tüm bu gelişmelerin üzerine, kendisi 1616 yılında bir medrese inşa edilmesini emreder. Başlangıçta: bu bina, küçük bir medrese oldu, ancak Arap Muhammed, daha sonra medresenin çevresindeki toprakları da satın aldı.
Medrese dikdörtgen şekilli, tek katlı tuğla yapıdır. Giriş portalında geleneksel yazıt bulunur. Küçük minare, binanın köşelerindedir. Öğrencilerin çalışma odaları caminin yanındadır.
Medrese takip eden süreçte, yeniden inşa edilmiş ve birkaç kez yenilenmiştir.
1838 yılında bina çürümeye başlayınca, Harzem hükümdarı Allakulikhan: medresenin yeniden inşa edilmesini emretmiştir. Bu inşaat sırasında, yapıya ikinci bir kademe ilave edilmiş ve binanın portalı kısmen değiştirilmiştir.
Evet günümüzde bu medrese, şehre gelen turistler tarafından yoğun olarak ziyaret edilmektedir.
Ak-Maszhid
Burası kendisine özgü bir mimari yapıya sahiptir. Yapı, birkaç aşamada inşa edilmiştir. Yapının inşaatına, ilk olarak 1647 yılında Seybanid hanedanı döneminde Anush han tarafından yaptırılmıştır. Ancak bina Kungrat hanedanı zamanında 1838-1842 yılları arasında tamamlanmıştır.
Caminin ahşap oymaları: Hivalı ustalar Kalandar ve Nur Mukhammad tarafından yapılmıştır ve bu durum caminin kapısı üstündeki kitabede yazılıdır.
Bina üç galeriye bitişik bir kubbeli salon şeklindedir. Aşırı süslülük olmadan dekore edilmiştir. Caminin dekorasyonu, muhtemelen birinci sınıf ahşap oyma ile dekore edilmiş kapı ve pencereleridir. Pencereler ganj ızgaraları ile dekore edilmiştir. Mihrap caminin güney tarafındadır.
Caminin kare temeli, beyaz bir yarım küre kubbe ile örtülüdür. Dua salonu 6.33 x 6.35 metre ebatlarındadır. Duvarlar beyaz renklidir. Salonun üç tarafında ahşap sütunlar görülür. Küçük boyutuna rağmen Ak-Maszhid ortaçağ Hiva şehrinin en güzel anıtlarından birisidir.
Onun basit ama aynı zamanda özenli mimarisi, diğer eserlerden ayrılmasını ve öne çıkmasını sağlamıştır.
Allakuli Han Medresesi
Yapı 19. yüzyılda inşa edilmiştir. Dekorasyon zenginliği, buranın bir anıt olarak kabul edilmesinin en büyük nedenidir. Siyah, beyaz ve mavi renklerin hakim olduğu süsleme önem kazanmaktadır. Medrese, inşaatı başlatan “Allakuli Han”ın ismine atfedilmiştir. Birinci katta Allakuli han tarafından kurulan şehir kütüphanesi bulunur. Kütüphane Hiva medresesindeki bütün öğrenciler için kitap sağlamaktaydı.
Kalta-minör-Kısa Minare
Kalta-Minör: şehrin gerçek bir sembolüdür. Onun büyüklüğü ve eşsiz tasarımı görenleri şaşırtmaktadır. Minarenin temelinde çapı 14.5 metre ve yükseklik 29 metredir.
Aslında ilk düşünüldüğünde minarenin yüksekliğinin 70 metre olması planlanmıştır. Ancak 1855 yılında Muhammed Amin Han öldürülünce minarenin inşaatı yarım kalır.
Mimar: dayanıklılığı arttırmak ve üst yükü azaltmak için geniş taban hazırlamıştır, ancak kule yarım kalmıştır. Günümüzde bu büyük ve sırlı varile benzeyen yapı “kısa minare” yani “Kalta-Minör” olarak anılmaktadır.
Evet minarenin yapımı ile ilgili çeşitli efsaneler bulunur. Bu büyük minarenin yapımı sırasında, insanlar minareye yakın yerde mırıldanmaya ve bir anlamda grev yapmaya başlamışlardır. Bunun üzerine Muhammed Amin-han: grevcilerin lideri Matyakub’u yakalatmış ve öldürülerek kulenin temeline gömülmesini emretmiştir.
Bir başka ilginç efsane: Buhara hükümdarı, böyle büyük bir minare yapıldığını öğrenince, daha yüksek minare inşa etmek üzere minareyi yapan mimarı: kendi hanlığına çekmek istemiştir.
Muhammed Amin Han bunu öğrenince, mimarı öldürtmeye karar verir, ama mimar kuleyi bitmemiş olarak terk eder ve kaçmayı başarır. Bu yüzden minarenin tamamlanmadığı da söylenmektedir. Ancak bilinen tek gerçek; Muhammed Amin Han ölünce, minarenin yapımının durduğudur.
Evet, bir yüzyıldan fazla kalan minare büyüklüğü ile görenleri şaşırtmaktadır. Eşsiz dekorasyonu ilgi çekmektedir. Hala gayet parlak görülmekte ve 1855 yılından kalan canlı fayans ve çinileri ilgi çekmektedir.
Hiva Kukla Tiyatrosu-Khorezm State figür tiyatrosu
Mustakilik str adresindedir. Gösteriler istek üzerine düzenlenmektedir, yani belli bir kalabalık olunca gösteri düzenleniyor.
Özbekistan kukla tiyatrosu geleneği: Achaemenids saltanatı sırasında MÖ.6 ile 4. yüzyıllar arasından kalmadır. Bu kültür, Timur döneminde 14.yüzyıla kadar devam etmiştir. Özbekistan kukla tiyatroları arasında, Hiva şehrinde bulunan Harzemşah bölgesinin “Devlet Kukla Tiyatrosu” özel bir yere sahiptir.
Burada hala ortaçağ çarşı performansı ruhunu hissetmek mümkündür. Yani: bu kukla tiyatrosu, yalnızca Özbekler üzerinde değil ülkeyi ve şehri ziyaret eden yabancılar arasında da popülerdir ve coşku ile karşılanır.
Hiva kukla tiyatrosu: 2011 yılında Bakü şehrinde “I. Uluslar arası Kukla Tiyatro Festivali” sırasında büyük ödülü kazanmıştır. 2013 yılında ise Frankfurt şehrinde yine büyük başarı elde edilmiştir.
Şehirde 1993 yılında, yerel yönetimin desteğiyle 289 kişilik kukla tiyatrosu Ichan-kala bölgesindeki bir tarihi binada açılmıştır. Onun ilk topluluğu, eski hobi gurup üyeleridir. Günümüzde ise, tiyatroda 20 genç ve yetenekli çocuk çalışmaktadır.
Sanatçı: yalnızca oyunu sahnelemez, aynı zamanda sahneyi hazırlar, bebek ve giysi diker, müzik aletleri, dans etmek ve şarkı söylemek gibi yeteneklere de sahiptir. Tiyatro repertuarı, yaklaşık 60 gösteriden oluşur.
En popüler olanlar “Hiva Lazgi” ve “Khon Kabuli” gösterileridir. Birçok performansta, kahraman olarak “Hoca Nasreddin” öne çıkmaktadır. Performanslar Özbekçe yapılmasına rağmen onların canlı aksiyonları, basit ve komik hikayelerin rahat anlaşılmasını sağlamaktadır.
Hoca Berdibai Medresesi
Bu medrese, 1688 yılındaki zengin ve saygın Hiva şehir hayatını yansıtması açısından önem kazanmaktadır. Hiva şehrinin doğu kapısındadır. Medrese bir dikdörtgen avlu şeklindedir.
Avlunun köşelerinde, medresenin öğretmenler ve öğrencilerinin mekanları bulunmaktadır. Geleneklere göre giriş kapıları, ahşap oymalarla süslenmiştir.
Medresenin iç dekorasyonu oldukça mütevazidir. Uzun köşede, öğrenciler için bir çalışma odası bulunur. Sadece pencerelerde boyalı ahşap ızgaralar görülür. Medrese oldukça küçük olduğundan, burada sadece 16 hücre yani öğrenci yaşam odası bulunmaktadır.
1834 yılında Hiva hükümdarı Allakulikhan, buraya büyük bir cami ve medrese yapımı başladır. Şehir duvarlarının bir kısmı yıkılır ve yeni medresenin yapımına başlanır. Böylece medrese iki bölüme ayrılmış olur ve bu bölüme “Hoca Berdibai” medresesi denilir.
Tozabog
Burası, şehir merkezinin yaklaşık 2 km güney batısında, Kungrat hanedanının yazlık sarayıdır. Saray 1897 yılında Hiva hanı Muhammed Rahimhan II emriyle yapılmıştır. Kendisi Kungrat hanedanının 11. emiridir.
1845 yılında doğmuş ve 1864 yılında iktidara geldikten sonra, Hiva şehrinde birçok cami, medrese, hamam, evler gibi sivil mimari çalışmaları yaptırmıştır. En ünlü anıtı Muhammed Rahimhan II Medresesidir.
Yazlık saray kompleksi, farklı boyutlarda yapılar saraylar şeklinde 1897 yılında inşaatına başlanmıştır. Her bahçede: oyma ahşap sütunlar ile desteklenen, dışları süslü, iki katlı evler bulunur.
Bu bahçelerde: han ve onun hizmetkarlarının sıcak yaz günlerinde dinlenmeleri için hazırlanan oyma korkuluklar ve bölümler görülür. Saray kompleksi çevresi boyunca: hizmetkarlar için müştemilatlar bulunur.
Saraylar, mimari özellikleriyle ünlüdür. İlk saray merkezinde; havuz dikkat çeker ve buna ek olarak Avrupa tarzında dekore edilmiş bir izleyici salonu bulunur. Bu salonun özelliklerinden birisi de, oryantal mimari için geleneksel olmayan büyük pencerelerdir.
Diğer bölümde ise: hanın kişisel odası ve haremi, yaz ve kış camisi, medrese, ahır ve diğer ev yapıları bulunur. Hepsi yarım Avrupa tarzında inşa edilmiştir. Çünkü Avrupa mimarisi, 19.yüzyıl sonunda Buhara ve Hiva mimarisinde yaygın olarak kullanılmıştır.
Çünkü Hiva ve Buhara hanlıkları bu dönemde Rus imparatorluğu etkisi altındadır.
Evet: saray, her ne kadar Doğunun en iyi mimari geleneklerini korumasına rağmen, binanın kendisi sıcak günlerde gölge ve serinlik sağlaması için güzel ve gölgeli bahçelerle çevrilidir.
Tozabog sarayı, tamamen yanmış tuğla ile inşa edilmiştir.
Duvarlar oyma ganch ile dekore edilmiş ve altınla kaplanmıştır. Salonların ve odaların kapıları, Rusya’ya özel ustalara sipariş edilmiştir.
Evet: Tozabag, Hiva emirlerinin yazlık sarayı olarak 19. yüzyılda kullanılmış, şehrin en iyi anıtlarından birisidir.
Muhammed Rahimhan II Medresesi
Orta Asya medreselerinin en büyüğüdür. Muhammed Rahim Han: iktidarı sırasında hanedanın en eğitimli temsilcilerinden birisi olarak, bir dizi reforma, önemli politik, ekonomik ve şehirlerde iyileştirilmeler sağlanmasına katkısı olan hükümdardır.
Özellikle eğitimde ama dini değil laik konulardaki eğitimde yeni tür Hiva okullarının açılmasını sağlamıştır.
Okullarda yani medreselerde: yalnızca din ve kur’an değil, aynı zamanda matematik, astronomi ve coğrafya gibi laik konuların eğitime de ağırlık verdirmiştir. Medrese öğrencileri, ilahiyat dışında çeşitli fen bilimleri de okumuşlar ve medrese öğrencileri arasında tartışmalar düzenlenmiştir.
Muhammed Rahim-han medresesinde eğitim süreci diğer İslam üniversitelerindeki geleneksel eğitimden farklıdır. Kendisi iyi eğitimli ve aydın bir hükümdardır ve Feruz takma adıyla şiirler yazmaktadır.
Hatta, bizzat medrese öğrencileri arasındaki tartışmalara katıldığı bilinmektedir.
Medrese inşaatı 1876 yılında tamamlanmış ve sonuçta Orta Asya topraklarının en büyük medresesi ortaya çıkmıştır.
Medrese yüksek giriş portalı ile 2 katlı binadır. Bahçe köşelerinde dört küçük kule bulunur. Ayrıca yaz ve kış camileri, geniş bir kütüphane ile birlikte 76 derslik bulunur.
Kunya-ark Kalesi
Tarihi kayıtlara göre, 1686 yılında, Arang han: Ichan-kala bölgesinin batı kapılarında Kunya-Nuh gemisi yani kalesi inşaatına başlamıştır. Burada: Ark han: aile üyeleri ve ileri gelenlerin ikametgahı için bir ev tasarlamıştır.
Burada yapılan çok sayıda yapıdan, günümüze yalnızca 19. yüzyıl ve 20 yüzyıl başlarında yapılan birkaç bina korunarak gelebilmiştir. Onlar resmi resepsiyon salonu, bir cami, bir haremdir. Daha önce ise: bir cephanelik, değirmen, resmi bir bina, depo, mutfak ve bir geçit alanı varmış.
Kalede yapılar birbirine yakın sıkıştırılmış düzendedir. Yüksek iki sütunla eyvan, tamamen çini ile dekore edilmiştir. İran askerlerinin, 18. yüzyıldaki işgali sırasında kalenin birçok yapısı yıkılmış ve kurinishkhana hasar görmüştür. 19. yüzyılın başında Iltuzar-khan yenilenmiştir.
Bir taht salonu, khanın dairesi, hazine ve el yazması deposu yapılmıştır. Tavan ise kırmızı duvar resimleri, fayans plakalar ve mavi-beyaz, soğuk ve gök mavisi desenlerle bezenmiştir.
Hiva ustaları, özgürce süsler düzenlemişlerdir. Taht salonunun içi, oyma sıva ile dekore edilmiştir. Taht ise damgalı gümüşlerle süslenmiş ahşaptan yapılmıştır.
Asimetrik cami, ünlü Hiva ustaları Abdulla Jin ve Ibadulla tarafından yapılmıştır. Tavan, zarif altın desenlerle süslenerek boyanmıştır.
Kalenin kuzey kesiminde, 19. yüzyılın ikinci yarısında Mukhammad Rahim han tarafından yaptırılmış bir harem bulunur. Burada duvarlar basit sıva ile dekore edilmiştir ve parlak renklidir.
Korunarak günümüze gelmiş olan “hamam” 1567 yılında inşa edilmiş ve Anush han için adanmıştır. Bu yeraltı çok odacıklı yapının üst kısmını kubbe kaplamaktadır. Lobi, tek kemerli geçitler ile ana banyo salonuna bağlanmaktadır ve sıcak su havuzu etrafında dinlenme yerleri görülür.
Merkez salonda soğuk su rezervuarı vardır. Sıcak havanın geçtiği yerlerde kanal sistemi ile hamam ısıtılır.
18. yüzyılda Hiva hanlarının yazlık sarayı, Chadra-Hovli denilen şehrin banliyölerinde inşa edilmiştir. Bina 4 bölümden oluşmaktadır. Bunlardan ilk bölümü depodur. Merdivenler ile konutun ikinci katına çıkılır. Kuzey cephesinde dik olarak yerleştirilen üç pencere görülür.
Makhmud Pehlivan Mausoleum
Doğu mimarisinin sembolü olarak mavi kubbeler, genellikle Semerkant ve Buhara şehirlerinde görülürken, Hiva şehrinde yalnızca burada mavi kubbe görülür. Makhmud Pahlavan: 14. yüzyılın ünlü şairi ve savaşçısıdır. Burada onun mezarı bulunmaktadır. Onun gücü ve cesareti konusunda birçok söylenti mevcuttur.
Efsanelerden birine göre: Pehlivan Makhmud: Han ile konuşurken, kendisinin ne ödül istediği sorulur. Bunun üzerine, bir inek derisi içine uyabilecek mahkumların serbest bırakılmasını istediğini söyler.
Han, bunu kabul eder, o zaman da Pehlivan: bir inek deresini şeritler halinde ince ince keser ve tüm mahkumları bununla sararak serbest kalmalarını sağlar. Yani, Makhmud birçok kişiyi kölelikten kurtarmıştır.
Evet türbe: karmaşık taş kapılar üzerindeki kitabeye göre, sadece 1701 yılında inşa edilmiştir. Türbenin kubbesi yaldızlı top pırıltılı mavi çinilerle süslenmiştir. Başlangıçta türbe küçük ve mütevazi bir yer olmasına rağmen, zamanla camilerle süslü bir site haline gelmiştir. Türbenin duvarları mavi çinilerle dekore edilmiştir. İnsanlar buraya dua etmek ve kutsal su içmek için gelirler.
Muhammed Amin-han Medresesi
Itchan-kala bölgesinin ana manzaralarından birisidir. İki katlı bina, 72 x 60 metre ebatlarındadır. 260 öğrenci için tasarlanmıştır. 125 hücre yani khudjras bulunur. Her hücre iki odadan oluşmaktadır ve ikinci katta hücrelere bakan cephe, oda ve sundurmadan oluşmaktadır.
Medrese Hiva hükümdarı Muhammed Amin-han emriyle 1851-1854 yılları arasında inşa edilmiştir. Yapının beş kubbesi ve yan kuleleri bulunur. Cephe sırlı tuğla ile zengin süslemelerle dekore edilmiştir.
Ahşap kapıda oyma süslemeler boldur. Kapıdaki Arapça yazıtta “bu muhteşem bina sonsuza kadar burada kalacaktır” yazılıdır.
Medresenin hemen karşısında, yine şehrin sembollerinden olan yarım kalmış Kalta-Minör bulunmaktadır. Bu da Muhammed Amin-han gözetiminde inşa edilmiştir. Onun yüksekliği 29 metre olmasına rağmen, 70 metre olarak planlanmıştır.
Günümüzde medrese, otel, döviz bürosu ve cafe olarak kullanılmaktadır.
Sayid Allauddin Türbesi
Itchan-kala tarihi kısmındadır. Sayid Allauddin: Doğunun ünlü aziz ve tasavvuf şeyhlerindendir. Türbenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir, zaten birçok kez yenilenmiştir. Ancak tarihçilere göre, ilk olarak 14. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı düşünülmektedir.
Sayid Allauddin, 13. yüzyıl sonunda Hiva şehrinde İslam vaazları vermektedir. Kendisi 1303 yılında ölmüş ve elli yıl sonra mezarı üzerine türbe dikilmiştir. O zamandan bu yana, türbe inananlar tarafından ziyaret edilmektedir. Mozolenin mimarı olarak Amir Kulyal ismi geçmektedir.
Türbenin girişi kuzeydedir. Muhtemelen ilk binada bazı süslemeler bulunmaktadır, ama onlar korunamamıştır.
Shergazi-Han Medresesi
Bu medrese, Pehlivan Mahmud türbesinin önünde, Itchan-kala merkezindedir. Medrese: 1718 yılında, Horasan ve Meşhed bölgelerine yapılan baskın sırasında, Shergazi han tarafından ele geçirilen köleler tarafından yapılmıştır.
Han: medresenin inşası tamamlanınca kölelere özgürlük sözü vermiştir. Ama o, inşaatın tamamlanmasını geciktirdiği için, 1720 yılında öfkeli mahkumlar tarafından öldürülmüştür. Onun türbesi medresenin ana cephesinin batı köşesindedir.
Bu medrese: ünlü Türkmen şair Makhtumkuli ve Jawaharlal Nehru’nun okuduğu yerdir.
Suudi Arabistan ülkesinin kuzeyinde “El ula” şehrinin 30 km. kuzeyinde bulunan ve “El hicr” olarak da isimlendirilen burası: 2008 yılında, Suudi Arabistan ülkesinde bir ilk olarak: UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmış, son derece etkileyici bir tarihi alandır. Arkeolojik alan, Medine şehrinin 400 km. kuzey batısındadır. Ürdün-Petra arkeolojik şehrinin ise, 320 km. güneydoğusundadır.
Suudi Arabistan ülkesinin kadim ve modern kültürü, dün ve bugünü, çöl ve denizin tüm zıtlıkları, burada birliktelik ve uyum oluşturuyor ve etkileyici bir görünüm ortaya çıkıyor. Yani: köklü gelenekler ve modernlik bir arada yaşıyor.
Kadim bir Arap uygarlığı olan Nebati krallığının Ürdün Petradaki merkezinin ardından, ikinci büyük şehri olan Meidan Salih’te: kayalara ve dağlara oya gibi işlenmiş evler ve tapınaklar bulunmaktadır.
TARİHİ SÜREÇ
Bölgede ilk olarak “Lihyan” isimli eski bir Arap krallığının bulunduğu tahmin edilmektedir. Çünkü: burada, MÖ.4 ve 6’ncı yüzyıllara ait Arapça yazıtlar bulunmuştur. Lihyanites şehri, takip eden dönemde Nabataens şehriyle müttefik olur. Bunun dışında, küçük Lihyans krallığı hakkında fazlaca bilgi bulunmamaktadır.
MÖ.3 ve 2’nci yüzyıllara gelindiğinde, Athleb dağının üzerinde mağara sanatının yani oymacılığın geliştiği gözlenir. Kuzey ve güney arasındaki ticaret yollarının buradan geçmesi, tatlı su kaynakları ve verimli topraklar, buradaki insan yaşamını yoğunlaştırmıştır.
1’nci yüzyıla gelindiğinde ise, yerleşimin iyice genişlediği görülür. Burası: Nabatean krallığının ikinci başkenti haline gelir. Kral Al-Haris IV (MÖ.9-40) kuzeyde Petra ve daha sonra burayı hakimiyeti altına alarak: Nabatean kaya mimarisinin karakteristik özelliklerini buraya getirmiş, mükemmel ortamda, jeolojik anıtsal oyma teknolojisi hızla ilerlemiştir.
Bunun dışında: kaya ve yağmur suyu su tankları, kumtaşı ibadet yerleri, tarım arazileri oyularak elde edilmiştir.
106 yılına gelindiğinde, Nabatean krallığı, Roma imparatorluğu tarafından ele geçirilmiş ve Hicaz bölgesi, Roma parçası haline gelmiştir. Takip eden dönemde, güney-kuzey arasındaki ticaret karayolu, Kızıldeniz üzerinden deniz yoluna kaymıştır. Bu nedenle: bölge, bir ticaret merkezi olma özelliğini kaybetmiş ve terk edilerek yavaş yavaş önemini kaybetmeye başlamıştır. Geç Antik dönemde ise, özellikle çölleşme süreci nedeniyle, kentsel tüm fonksiyonlarını kaybetmiştir.
Evet, tarihi süreç hakkında konuşurken, şimdi “Kur’an” da Meidan Salih hakkında yazılanlara. Kur-ana göre: MÖ.3 bin yıllarında, burada “Semud” kavmi yaşıyormuş. Bu kabilede: zulüm ve baskının yaygın olduğu, Salih Peygamberin bunlarla birlikte yaşadığı belirtilmektedir. Salip Peygamber: bölgede yaşayan, zulüm ve baskının egemen olduğu ve liderleri Thamudis olan toplumu: tek tanrıya inanmaya davet etti.
Thamudis: bu uyarıları göz ardı etti. Salih Peygamber: bunun üzerine dağın arkasındaki insanlara haber gönderdi ve ancak, sadece bir azınlık onun sözlerini dinledi. Thamudis: bu insanları öldürdü ve bunun üzerine Salih peygamber ve inananları şehri terk ettiler. Ama Thamudis: Allah tarafından, bir felaket ile cezalandırıldı. Bu felaket, bazılarına göre bir deprem, bazılarına göre ise bir yıldırım düşmesidir, ancak kanıtlanamamıştır.
Daha yakın geçmişe dönülürse: 19’ncu yüzyılda: bölgedeki kuyular “El-Hicr” vahasındaki köylüler tarafından tarım yapılırken kullanılmıştır. Osmanlı imparatorluğu tarafından yapılan Hicaz Demiryolu ise, 1901-1908 yılları arasında sitenin üzerinden geçer. Hicr kuzeyinde, bu demiryolu için bir tren istasyonu inşa edilir. Bu tren istasyonunda, demiryolu personeli için yurtlar, ofisler ve lokomotiflerin bakım yerleri yapılır.
Tarihi süreci fazla uzatmaya gerek yok. 1930’lu yıllara gelindiğinde, Suudi Arabistan Krallığı, bölgedeki arkeolojik araştırmaları başlatır. Arkeolojik bölgede yaşayan Bedevi kabileleri: Hicr üzerine yerleştirilirler, burada yeni kuyular kurulur ve sitenin tarımsal özellikleri düzenlenir. Ancak: 1972 yılında, Bedevi göçebeler, yeni yerleşim yerlerine yerleşirler ve arkeolojik site, yukarıda da sözünü ettiğim gibi, 2008 yılında, UNESCO tarafından koruma altına alınır.
Evet, burada günümüzde, 131 kaya kesme anıt mezar bulunmaktadır ki, bunların özellikle süslü cepheleri ilgi çekmektedir. 1’nci yüzyılda inşa edilen yerleşim bölgesi ve vaha çevresindeki yapılar; kumtaşından nekropol yani mezar oluşturmak için oyularak elde edilmiştir.
Dört nekropol alanını: toplam 13.4 km. karelik bir alana yapılmıştır.
Bu mezarların: cephelerinin güzelliği, yapının büyüklüğü ve süsleme: gömülen kişinin sosyal statüsünü ve zenginliğini belirlemektedir. Birçok mezarda: tabanlarda askeri rütbeleri gösteren işaretler bulunmaktadır ki, bunlar, muhtemelen yerleşimin ticari faaliyetlerini korumak için özellikle koyulmuştur.
Nabatean krallığı: yalnızca ticaretin kesiştiği bir yer olarak değil, aynı zamanda: Asur, Fenike, Mısır ve Helenistik dönemlere ait sanat tarzının özelliklerini de çeşitli motiflerle yansıtırlar. Roma imparatorluğu burada egemen olduktan sonra: Roma dekorasyon örnekleri de görülür.
Kayalara oyulan mezarlar dışında, yerleşim alanlarında ise “kerpiç” kullanılmıştır.
Yerleşim alanında, 20 metre derinlikten su çıkmaktadır ki gevşek zemin rahatlıkla kazılabilmektedir. Bunun sonucunda, özellikle batı ve kuzeybatı kesimlerinde toplam 130 su kuyusu bulunur. 4-7 metre çapındaki bu kuyuların bazıları, kumtaşı ile takviye edilmiştir. Zaten, şehir gelişmiş su toplama teknikleriyle de ünlüydü.
Mezarların cephe süslemelerinde kullanılanlar: ince yazılar, kuşlar, insan yüzleri ve hayali varlıklardır. Burada toplam 31 mezar görülür. Kaya mezarlarının boyutları 16 metreye kadar çıkmaktadır ve anıtsal özellikler gösterirler.
C alanı
Burada 19 mezar bulunmaktadır ve alanın güneydoğusundadır. Mezarların cephelerine süslemeler oyulmuştur.
Jebel el-Khraymat
Alanın güneybatısındadır. Burada toplam 48 mezar bulunur. Ancak: hakim rüzgara maruz kalması ve kalitesiz koruma nedeniyle, bunların cephe süslemelerinin çoğu harap olmuştur.
Cebel İthlib
Burası, dini alan olarak bilinir ve sitenin kuzeydoğusundadır. Buranın: Nabatean tanrısı “Dushara” ya ithaf edildiği düşünülmektedir. Dar bir koridor, yüksek kayalar arasında uzanan 40 metrelik bir yol ile ulaşılır ki, bu düzen, Petra kentini anımsatır. Bu dini alanda: bir konsey odası, mahkeme salonu ve bir kaya çevresinde, yazıtlı küçük bir dini alandan oluşmaktadır.