Ankara Kalesi

 

Ankara Kalesi

Ankara kalesine son olarak Temmuz 2023 tarihinde gittim, kalenin video çekimlerini görmek isterseniz: Youtube “Orhan Meral” ismiyle mevcut sitemde bulabilirsiniz. En altta ise bağlantı var.

Dik yamaçlar üzerine, bir kartal yuvası gibi inşa edilmiş. Şüphesiz ki: başkentin görülmeye değecek yerleri arasında ilk sırada. Zamanında: Ankara, 3 önemli akarsu (Hatip, Çubuk, İncesu) nun birleştiği noktada, hakim bir tepe üzerinde kurulmuştur.

Burada: tarih süreci içinde: Galatlar Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Haçlılar ve sonra yine Selçuklular ve ardından Osmanlılar hakimiyeti ele geçirmişlerdir. Ancak: ilk yapılışının: Galatlar döneminde olduğu sanılıyor.

Galatlar: daha önce birkaç yazımda sözünü etmiştim, Ankara şehrinin ilk yerleşimcileri, kurucusu olarak tanınıyorlar. Hatta, Ankara yöresine “Galatia” denilmektedir.

Kısaca söz etmek gerekirse

Galatlar, Balkanlar-Avrupa yöresinden gelmişler ve İstanbul’da bir süre yaşamışlar. Hatta: İstanbul’daki Galata kulesinin, bunlar tarafından yapıldığı söyleniyor. Bunlar, zamanla İstanbul boğazını geçerler ve Anadolu içlerinde ilerlerken: Karadeniz kıyısında, Pontus kralına, Mısır  donanması ile yapılan savaşta yardımcı olurlar ve Mısırlılar yenilir. Bunun üzerine, Pontus kralı, Galatlara, ne istediklerini sorar.

Galatlar: kraldan, yerleşim yeri isterler ve bunun üzerine, Ankara ve çevresindeki bir kısım arazi: kendilerine verilir. Bunun üzerine, Galatlar, Ankara yöresine yerleşirler ve buradaki ilk yerleşimci olarak isimleri tarih sahnesine yazılır. Hatta: yenilgiye uğrattıkları bir Mısır gemisinden ele geçirdikleri, büyük bir çıpayı; yanlarında getirirler ve yeni kurdukları şehrin (Ankara) tam orta yerine koyarlar.

Evet: Ankaralılar ve Ankara’yı ziyaret edenler, günümüzde hemen Ankara kalesi kapısının önünde ve “Armada” Alışveriş Merkezi önündeki büyük “çıpa” nın, denizi olmayan Ankara şehrinde ne anlama geldiğini belki düşündüler. İşte, anlamı bu, yani, ilk kuruluş aşamasında Ankara şehrinin simgesi, bir çıpa.

Evet, biz yine kaleye gelelim. Dediğim gibi, kale, muhteşem bir yerde. Yani, konum olarak, tam bir kartal yuvası gibi. İlk yerleşimciler, buraya kale kurarlar ve tepenin eteklerinde yerleşirler. Daha sonra: Frigler görülüyor.

Hatta: Frigya kralı Midas, bir gün bir rüya görür. Rüyasında: bir gemi çıpasının bulunduğu yere şehir kurması söylenir. Bunun üzerine, araya-araya gemi çıpasını bulurlar ve buraya, yani Ankara’ya yerleşirler. Evet, Galatlardan sonraki karanlık dönemi takiben, burada bir sürede Frig yerleşimi olduğu söyleniyor.

Hatta: bu döneme ait şehirde bir kalıntı bile söz konusu. Günümüzde: Ulus-Hacıbayram Camisine bitişik, Augustus Tapınağının bulunduğu yerde, daha önce, pagan döneminde, bir Frig tapınağı bulunduğu söyleniyor.

Kale: her ne kadar ilk kez Galatlar döneminde yapılmış olsa da, bugünkü görünümü: Roma-Bizans ve Selçuklu dönemlerinden kalma. 110 metre yükseklikteki tepe üzerine: iç ve dış kale olmak üzere, iki bölümlü yapılmış. Dış kale surları, zamanla yıkılmış, günümüzde ise iç kale surlarının bir kısmı görülüyor.

Özellikle: hemen giriş kapısının bulunduğu yerdeki surların taşları arasında görülen, devşirme taşlar, kalenin yapımında, çevredeki: heykel, lahit ve sütun başlıklarından da yararlanıldığını gösteriyor.

Roma imparatoru Caracaila, 217 yılında, kalenin surlarını onattırmıştır. 222-260 yılları arasında ise, İmparator Severus Alexander, Perslere yenilince kale kısmen tahrip olur. Ancak, 7’nci yüzyılın ikinci yarısında, Romalılar, kaleyi yeniden onarırlar.

Roma imparatoru Konstantinos, 688 yılına gelindiğinde, dış kaleyi yaptırır. İmparator IV. Leon ise, 740 yılında, kale duvarlarını onarttırır ve bu sırada, iç kale surlarını da yükselttirir. İmparator Nikephoros ve İmparator Basileios ise, 9’ncu yüzyılda, kaleyi yine onartırırlar.

Evet, dediğim gibi, iç surlar günümüze ulaşmış. Bu surlar: MS. 630 yılında, Roma imparatoru Heraklius döneminde yapılmıştır. Ancak: özellikle günümüzde görülmeyen dış surların: o dönemdeki Arap saldırılarını engellemek için, MS. 859 yılında, Bizans İmparatoru III. Mikhael tarafından onarıldığı biliniyor.

O dönemdeki dış surların uzunluğunun: 350 metre ve iç surların uzunluğunun ise: 180 metre olduğu biliniyor. İç kale: dikdörtgen planlıdır ve yöresel Ankara taşından, yani bazalt taşından yapılmıştır. Özellikle: bent deresi yönünde , yani bölgenin en korunaklı bölümünde, 110 metre yükseklikte “Ak burç” bulunuyor.

Akkale

Selçuklu döneminde yapılmıştır. Sarp bir damaca dikilmiştir ve buranın surları, bölgenin en yüksek noktasındadır. Cumhuriyet tarihinin ilk müzesi olan Eti Müzesi, 1921 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle burada açılmış ve 1948 yılına kadar faaliyet göstermiştir.

Ancak, burası günümüzde ziyarete kapalı. Sanırım: üstünde görülen çok miktardaki telsiz-radyo-televizyon alıcı-vericisi nedeniyle ziyarete izin verilmiyor. Ama: çok uzaklardan görülen şanlı Türk Bayrağımız, burada dalgalanıyor.

1073 yılına gelindiğinde: kale, bu kez Selçuklular tarafından ele geçirilir. Bu dönemde, kaleye yeni ilaveler yapılır.

Ankara Kalesi

KALENİN GENEL ÖZELLİKLERİ

Ankara kalesinde, yükseklikleri: 14-16 metre arasında değişen, beşgen şekilli 42 kule var. Dış surlar: kuzey-güney doğrultusunda ve yaklaşık 350 metre, doğu-batı doğrultusunda ise, yaklaşık 180 metredir. İç kalenin güney ve batı duvarları, dik açı oluşturur. Doğu duvarı, tepenin girinti ve çıkıntılarını izler.

Ankara Kalesi

KALE GEZİSİSaman pazarı yönünden çıkarak veya doğrudan Ulus semtinden-Atatürk Anıtının hemen yanındaki yolu, dümdüz takiben buraya ulaşabilirsiniz. Bayağı dik bir yokuş var. Buna hazırlıklı olmalı ve özellikle, ayaklarınız da lastik tabanlı ayakkabı giymelisiniz.

Ankara Kalesi Saat Kulesi

Saat Kulesi

Kale kapısına ulaştığınızda: hemen sol yanda, bir saat kulesi var. Bu kule: Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit zamanında, saltanatının 25’nci yılı anısına, her ile yaptırılan saat kulelerinden biridir. Kale, surlarına ilave edilerek yapılan saat kulesinin üstünde: halen faal bir saat var.

Ankara Kalesi Çukurhan

Çukurhan

Burada: dikkatinizi çekmek istediğim bir yapı daha var. Çukur han.

Burası: UNESCO tarafından, dünya üzerinde mutlaka kurtarılması gereken 100 anıttan biri olarak listeye dahil edilmiş, yani bu derece önemli bir yapı.

Çünkü: Çukur han: 16’ncı yüzyılda yapılmış. Yani, yaklaşık 500 yıllık bir yapı. Burası: Osmanlı döneminde cezaevi ve daha sonra ise kervansaray olarak kullanılmış.

Son bir-iki yıldır burada büyük bir restorasyon çalışması vardı, son gittiğimde bittiğini gördüm, gayet güzel yapılmış, ön cephesinden gördüğüm kadarı ile, güzel bir restorasyon geçirmiş.

Emeği geçenlere  teşekkürler. Ama bir yandan da, şunu düşünmemek elde değil. Bu tarihi yapı: Kültür Bakanlığı tarafından özel sektöre kiralanmış. Otel olarak kullanılacakmış. Bilmiyorum, sahip çıkabilirler mi, günün birinde, yandı diye haber alırsanız, şaşırmayın. Umarım, yeterli tedbirler alınmıştır.

Kale kapısından içeri giriyorsunuz: daracık yollar, sokaklar ve bu sokaklarda ilerlemeye çalışan araçlar. Egzoz kokuları ve araba kim geçecek öncelik kimde derken, bir şekilde ilerliyorsunuz ama elbette sıkıntılı.

Evet, devam edelim. Kale içi Sit alanı olarak kabul edildiğinden, çivi bile çakılmıyor. Restorasyon çalışmaları ise, özel izinle yapılıyor. Zaten, kale içindeki derme-çatma konutların çoğu, günümüzde, Ankara’nın pahalı eğlence mekanları, restoranları ve kafeleri olarak kullanılıyor. Bunun dışında ise, birçok ev.

Kale içinde, günümüzde 600 ev bulunduğu söyleniyor. Hatta, ilk yerleşim, söylenenlere göre, Osmanlı döneminde olmuş. Çünkü: daha önceki dönemlerde, aslen iç kale içlerinde yerleşime izin verilmez, halk kale dışında yerleşir ve tehlike halinde, iç kaleye girilirdi. Ama: şu an, burada yüzlerce ev var. İnanmak mümkün değil.

Sizler bu dar sokaklarda ilerlemeye çalışırken, hedefinizi “sur üstü” olarak belirleyin. Bulamazsanız, çevredeki çocuklardan yardım alabilirsiniz.

Sur üstüne geldiğinizde, 50-60 basamaklı bir merdivenden yukarı çıkıyorsunuz, çıkarken elbette birçok satıcı görüyorsunuz. Sur bölümüne geldiğinizde demir bir kapıdan geçtiğinizde, bir avlu ve bu avludan yine gayet tehlikeli bir merdivenle, yukarı çıkıyorsunuz.

Burada, özellikle belirtmek istiyorum, unutmayın ki: yanınızda özellikle çocuk varsa, yukarıda çok büyük tehlike bekliyor. Çünkü: sur bölümünde, kenarlarda herhangi bir koruma yok, yani kesinlikle  dikkatli olmanız, belki kendiniz için bile şart.

Sur bölümüne çıktığınızda, muhteşem bir Ankara manzarası sizi bekliyor. 360 derece, yani ne tarafa dönerseniz, Ankara’nın değişik bir yeriyle karşılaşıyorsunuz. Göz alabildiğine uzanan bir şehir ve gökyüzü. Gerçekten muhteşem bir manzara ve her Ankaralının bunu  tatmasını öneririm.

Özellikle: buradan, güneşin batışını mutlaka izleyin. Ayrıca: Ankara kalesi, Ankara’nın turizm potansiyelinde öne çıkarılmalı, çünkü, ben son gittiğimde (Temmuz 2022) burada, birçok çok az sayıda turist gördüm. Demek ki gerekli tanıtım yapılamıyor.

Evet: Ankara kalesi. Kalenin dar sokaklarında, gezinin ve bu sırada kale surları taşları arasındaki, önceki dönemlere ait devşirme heykel, lahit, sütun parçalarını görün. Biraz önce anlattığım gibi, sur bölümüne çıkın ve Ankara’nın muhteşem manzarasını ve özellikle güneşin batışını izleyin.

Bu gezinizi, kalenin hemen biraz altındaki, Anadolu Medeniyetleri Müzesi gezisiyle birleştirebilirsiniz. Müze hoşunuza gitmezse: kalenin kapısından çıktığınızda, sol bölüm istikametinde ilerlerseniz, Ankara’nın otantik ara sokaklarını gezebilirsiniz.

Ankara Kalesi Alaaddin Camii

Alaattin Camii

Bu arada: iç kalede bir de cami görülüyor. “Alaattin Camisi”, Evliya Çelebi’nin notlarına göre, eskiden kilise imiş. Evliya Çelebi, iç kalede: bağsız-bahçesiz 600 hane bulunduğunu belirtiyor.

Caminin “Alaattin Keykubat” tarafından yapıldığı kabul edilse de, minberindeki yazıt 1178 tarihini ve Musut I’in adını veriyor. Caminin: 1361 tarihinde, Orhan Gazi ve 1433 yılında Şerife Sünbül Hatun tarafından onarımı yaptırılmıştır.

Gündüz yaşanan bu güzelliği, arzu ederseniz, kaledeki restoranlardan birinde “akşam yemeği” yiyerek noktalayabilirsiniz.

ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER

Bir yetkili çıkıp ta, bu kalenin içine araç girmesini niye engelleyemez bilmiyorum. Gelişmiş ülkelerde, bu tür tarihi yapıların içine bırakın araç girmesine izin vermeyi, insan yaşamasına bile müsaade etmiyorlar.

Evet, araçlar o daracık sokaklara girince, o araçları kullananlar, topu topu, yürümek zorunda oldukları, 150-200 metrelik yoldan tasarruf ediyorlar, hayır, bırakın yürüsünler, kalenin içine araç girmemesi için lütfen tedbir alın.

Bunun dışında, yine gelişmiş ülkelerde, yapılan bir uygulama, bu tür tarihi yapıların içi kamulaştırılır, buralarda yaşayan insanlara, en harika konutlar tahsis edilir ve daha uygun yerlerde yaşamaları sağlanarak, tarihi yerler, tamamen ziyaretçilerin serbestçe-rahatça ziyaretlerine açılır.

Sonra: Ankara’da turizm gelişmiyor demenin bir anlamı yok.

THE ANKARA CİTADEL:

The citadel sits on a hilltop overlooking the modern city and has no generally accepted date of completion. İt is known, however, that its existence goes back as far as the second century BC and the Galatian period. Afterwards, it was restored by the Romans who upgraded the building and defences.

The citadel has outer and inner walls, the latter of which were probably built by the Byzantines. Worn down by continuous Arab assaults, the castle went through a comprehensive restoration in 900  AD at the hands of the Byzantines. It is not known when the outer wall was completed. Following the conquest of the castle by the Seljuk Turks in 1073, the citadel underwent further renovation during the Ottoman era. The early Republican period saw more refurbishment and a strengthening of the citadel walls.

The outher citadel contains 20 towers dotted along the walls, which are pierced by two main gates: the Outer Gate, facing west, and the Citadel Gate facing south. An old Persian inscription dating back to 1330, the era of İlhanlılar (a Turkish principality), can be seen engraved over the citadel gate.

The inner wall is built around a rectangular base and was completed partly with Ankara stone and other materials, 42 pentagonal towers, the heights of which vary from 14-16 meters, stand along the inner wall. Old houses and the Alaeddin Mosque, dating from the Ottoman period, are still found in good shape inside the citadel itself, and the area has a charming village-like atmosphere.

Ankara Ulus Roma Hamamı

Ankara Ulus Roma Hamamı

Roma hamamı: Ulus Meydanından, Yıldırım Beyazıt Meydanına uzanan yol üzerinde, Ulus meydanına yani Atatürk anıtına 400 metre uzaklıkta, Çankırı caddesi üzerinde, yolun batısında cadde seviyesinden 2.5 metre yükseklikteki bir plato üzerinde bulunmaktadır.

Bu höyükte yapılan arkeolojik araştırmalarda: Frig ve Roma dönemi katları ortaya çıkarılmıştır. Buradaki Frig yerleşimi: iki yapı katıyla temsil edilmektedir. Bu yapı katlarında uygulanan mimari: çamur harçla tutturulmuş taş temeller ve dikdörtgen planlı evlerdir.

Bu evlerin içinde: kötü durumda bazı demir eşyalar, çark yapımı ve bazı perdahlı, gri renkli ve boyalı frig seramik parçaları bulunmuştur. Temmuz 2007 tarihinde yapılan kazılarda ise, yine bu bölgede MS. 2’nci yüzyıla ait olduğu düşünülen büyük “Hermes” heykeli bulunmuştur.

Hamam binası ise: 1939-1943 yılları arasındaki kazılarda tamamen ortaya çıkarılmıştır. Burayı mutlaka ziyaret etmenizi öneriyorum, çünkü: burası Roma döneminde yapılan birçok hamam yapısı incelenirken, klasik bir taşra şehri hamam yapısı ötesinde imparatorluk tarzı bir hamam yapısıdır ve Anadolu’da bulunan en büyük Roma hamamı olarak bilinmektedir.

Çünkü: Galatları şehri olan antik Ankyra şehri: Galatia ülkesinin başkenti olması ve Anadolu’da doğu-batı hattındaki yolların birleşim noktasında bulunması sebebiyle, özellikle Roma döneminde çok gelişmiştir.

Yapı ile ilgili bilgi vermeden önce, burayı gezerken daha iyi anlamanız için isterseniz biraz Roma hamamı ve hamam kültürü hakkında bilgi vermek istiyorum.

Bronz çağındaki kültürlerde, yıkanma dinsel kökenlidir. Ama genel temizlik için: göl, akarsu ve su kaynakları kullanılmıştır. Yıkanma eylemi, ilk olarak eski Yunanlıların yaşamında yer bulmuştur. Yıkanmak: Greklerin yaşantısında hem dini hem de vücut sağlığı açısından önemli hale gelmiştir.

MÖ. 5’nci yüzyıl sonlarında Olympia’daki hamamın: ilk evresinde görülen ilkel zeminden ısıtma sistemi, hamamlarda kullanılan ve “hypokaust” denilen sistemin ilk evresi olarak kabul edilmektedir.

Ancak gerçek anlamda, bu sistem MÖ. 2’nci yüzyılın sonu ve 1. yüzyılın başına tarihlenen evrede görülmektedir. Ancak, Yunanlılarda,  Romalılar gibi gelişmiş ve bağımsız hamam yapısına rastlanılmamaktadır.

Evet: Yunanlılardan esinlenen Romalılar; MÖ. 2’nci yüzyıl içinde, hayırseverlerin yaptırdığı genel hamamları halkın kullanımına açmışlardır. Böylece,  hamamlar. MÖ. 1’nci yüzyıldan başlayarak, imparatorluk dönemi süresince, tüm Roma ve eyaletlerinde çok sayıda yapılmış ve imparatorluk döneminde de büyüklük ve lüks açısından doruğa ulaşmıştır.

MÖ. 33 yılında, Roma’da 170 hamam bulunduğu söyleniyor. Romalılar hamamlara “Thermea” ismini vermişlerdir. Bu isim biraz değiştirilerek günümüzde de “Thermal” olarak kullanılmaktadır.

Bilinen ilk Roma genel hamamı İtalya-Pompei şehrindeki “Stabia” hamamıdır. Bu hamam: MÖ. 150 yılında inşa edildikten sonra eklerle genişletilmiştir. Ben: iki kere ziyaret ettiğim Pompei şehrinde, bu hamamı da gezdim.

Gerçekten muazzam bir yapı, özellikle duvarlardaki ısıtma tertibatını ve yine duvarlardaki her biri muhteşem küçük heykelcikleri unutamıyorum.

Bir  de içinde sıcak su bulunan bir büyük küvet vardı, üzerindeki yazı ilgimi çekmişti, yazı “bir şehirlinin şehir meclisine seçilmek için verdiği ilan yazıtını” içeriyordu, çünkü hamamlar: yıkanma yanında, şehirdeki tüm sosyal ve kültürel ilişkilerin, sohbetlerin, tartışmaların yapıldığı bir yer olarak çok revaçta idi.

İlk Roma hamamlarında: kadınlar ve erkekler için ayrı bölümler bulunuyordu. Kadınlara ayrılan kısımlar daha küçük ve konforsuzdu. Daha sonra kadınlar ve erkekler birlikte yıkanmaya başladılar.

Ancak İmparator Hadrian döneminde, çıkan bazı sansasyonlar nedeniyle beraber yıkanma yasaklandı ve bu durumda farklı bölümleri olmayan hamamlar, kadınlar ve erkekler için günün ayrı zamanlarında kullanılmaya başlandı.

Romalılar, genellikle öğle yemeğini izleyen siesta saatlerinden sonra yani saat 14.00-15.00 gibi hamama giderlerdi. Bazı hamam kalıntılarında bulunan kandiller, hamamların geceleri de kullanıldığını göstermektedir. Hamam yapıları çevresinde sportif ve sosyal amaçlı kullanılan tesislerin de varlığı düşünüldüğünde, hamamların Romalıların yaşamında önemli bir yeri olduğu kesindir.

Roma hamamı, daha önce belirttiğim gibi, ziyaretçiler tarafından borulara-tesisata atılan sikkelerden yaklaşık 500 yıl boyunca sürekli kullanılmış ve MS. 7’nci yüzyılda hamamın yandığı ve tahrip olarak kullanım dışı kaldığı anlaşılmaktadır.

Evet, biraz da Roma hamamı bölümlerinden söz etmek istiyorum.

Hamamlarda, insanlar peş peşe farklı sıcaklıklardaki ve nemli odalarda kalırlardı. Bu odalarda sıcaklık 40-70 derece arasında değişirdi.

Şimdi de Roma hamamlarında ısıtma tertibatından da birkaç cümle edip, Ankara Roma hamamını anlatmaya başlayacağım.

Roma hamamlarının ısıtılması “hypokaust” denilen bir sistemle yapılmaktadır. Arkeolojik veriler yukarıda da sözünü ettiğim gibi bu sistemin Helenistik dönemden beri varlığını kanıtlamaktadır.

Bu sisteme göre: praefurnium denilen ocakta yakılan odun ve odun kömüründen elde edilen yüksek sıcaklıktaki baca gazları: sistem boyunca pilae denilen destekler arasında ilerleyerek hamamın zeminden ısıtılmasını sağlıyordu.

Ocak sayısı: hamamın büyüklüğüne göre belirleniyordu. (Ankara Roma hamamında 10 ocak bulunması, hamamın büyüklüğüne işaret etmektedir) Ocaklar: taştan yapılmakta ve ızgara kullanılmamaktaydı.

Zemine eğim verilerek küllerin temizlenmesi sağlanıyordu. Ocağın çevresinde ise, yanmış ateş tuğlası kullanılıyordu. Ocağın üstünde: bakır veya bronz kazanlarda su ısıtılıyordu. Ayrıca: daha büyük bir depoda soğuk su bulunuyordu. Suların dağıtımı: musluklarla donatılmış, borularla yapılıyordu.

Hamamın ısıtılmasında kullanılan baca gazlarının içinde ilerlediği bu destekler: tuğladan yapılan ve horasan harcı ile birbirine bağlanıyordu. Bu destekler: özellikle tuğladan yapılıyor ama zaman zaman bazalt, kireç taşı gibi farklı malzemeler de kullanılıyordu.

Şekil olarak ise: silindirik, dörtgen,  kemerli veya farklı geometrik şekiller kullanılıyordu. Birçok hamamda: duvarlarla, hamam arasında boşluk bırakılarak, ısıtma zemin değil, duvarlardan yapılıyordu.

Evet: hamam kültürü ve Roma hamam yapıları ile ilgili bu genel bilgilerden sonra, gelelim Roma hamamı bölgesine:

Yazının başında da belirttiğim gibi: bu bölgede yapılan hafriyat çalışmalarında, sürekli olarak antik döneme ait kalıntılar çıkması üzerine, bu höyüğün bulunduğu alanda resmi arkeolojik kazı çalışmaları yapılmış, Roma hamamı ortaya çıkarılmış ve ardından burası bir açık hava müzesine dönüştürülerek ziyarete açılmıştır.

Ancak: burada Roma dönemine ait iki ayrı bölüm bulunmaktadır. Bunlar: Roma hamamı, palaestra ve sütunlu yoldur. Bu üç bölümden oluşan yaklaşık 65 bin metre karelik alan: 1997-2001 yılları arasında yeniden düzenlenerek bir açık hava müzesi haline getirilmiştir ve burada 1000 civarında eser sergilenmektedir.

Bu eserler arasında bulunanlar: mezar stelleri, kuzey kanadında yazılı bloklar, postmamentler ve su künkleri, doğu kanadında altar ve batı  kanadındaki “Nike Zafer Anıtı” benzeri mimari eserlerdir. Alanın ortasında ise: lahit ve aslan heykelleri sergilenmektedir.

Özellikle: mezar stelleri ilgi çekmektedir ki, bunların çoğunluğu Roma ve Bizans dönemlerine aittir. Bu mezar taşlarının bir kısmı tercüme edilmiş ve yazanlar, hemen yakınındaki levhada belirtilmiştir.

Özellikle burada bulunan mezar taşlarından: 7 yaşında ölen iki kardeş Auximos ve Athenodoros adına yaptırılmış olanlar ilgi çekmektedir.

Diğer bir mezar taşı üzerindeki yazıtta “Niketes. I. Pathica ordusunun emektarı ve onun annesi. Onların kendi tatlı çocuğu, bilgi ve eğitimin tüm zarafetiyle süslenmiş. 13 yıl yaşayan Castrensis anısına. Tatlı çocuk mutlu ol, kimse ölümsüz değildir.” Bu mezar taşını da görmenizi öneririm.

Yazıtlı bloklar ise: genellikle kitabeler ve mil taşlarından oluşmaktadır. Bunlar: Ankara şehrinin o döneme ait bilgilerini içermeleri açısından önemlidir. Örneğin: bu kitabelerin birinde: İmparator Vespasianus döneminde (69-79) Ankaralı emekli askerlerin, bir dernek kurdukları öğrenilmektedir. Ayrıca: yine bu kitabelerde, dönemin ekonomik, sosyal, kültürel ve idari yapısı ve spor etkinlikleri öğrenilmektedir.

SÜTUNLU YOL

Son yıllarda arkeolojik kazı çalışmaları sürdürülen burası: antik Ankyra şehrinin sütunlu yolunun bir kısmıdır. Sütunlu yol: hamam yapısının ve palaestra’nın doğusunda, antik dönem Ankyra şehrinin kutsal alanı olan Augustus Tapınağının bulunduğu yere doğru uzanmaktadır.

Ancak: Cumhuriyetin ilk yıllarında Çankırı caddesi yapılırken bu sütunlu yolun büyük kısmı, caddenin ve çevresindeki yapıların altında kalmış yok olmuştur.

Evet, sütunlu yolun MS. 2 ile 3’ncü yüzyıl arasında yapıldığı düşünülmektedir. Yolun sütunları: boz renkli damarlı mermerden olup, korint tipte başlıkları bulunmaktadır. Sütunların iki yanında, dükkan yapıları bulunur. Bu dükkanların bulunduğu bölüme ait duvar yapıları ortaya çıkarılmıştır.

Kuzey-güney doğrultusundaki duvar:1.70 metre derinlikte görülmüştür. Burada tespit edilen tüm duvarlar, iri taş bloklardan oluşmakta ve aralarında harç bulunmaktadır. Kazı yapılan bölgenin kuzeyinde: dükkanların muhtemelen ön duvarını oluşturan tuğla örgülü duvar bulunur. Duvar, burada 4.30 metre devam ettikten sonra, iri  taş bloklardan oluşan bir eşikle sonlanmaktadır.

Buradaki kazılarda: seramikler, moloz dolgusuyla beraber kırık ve karışık olarak bulunmuştur. Platformun altında ve çevresini kaplayan yanık tabakada da yer yer Roma ve Bizans döneminden bronz sikkeler ele geçirilmiştir.

Ayrıca: az miktarda Frig seramik parçaları, bol miktarda Roma dönemine ait değişik kap formlarına ait seramik parçaları ve geç dönem seramik parçaları ve az miktarda Roma dönemi kandil ve kandil parçaları bulunmuştur.

Dükkanların bulunduğu bölgede, toplu olarak ele geçirilen ve kronolojik silsile takip eden 2000 adetlik sikke buluntusu: define hüviyeti taşımakta olup, sikkelerin çoğunluğu MS. 364-375 yılları arasında Anadolu’da darp edilen bronz sikkelerdir.

Definenin bulunduğu seviyede yoğun yanık izlerinin de olması, bir yangın veya düşman tarafından dükkanların yakılmış olabileceğini düşündürmektedir.

Ayrıca yine burada bulunan ve halen Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenen: çıplak çocuk savaşçı olarak tanımlanan pişmiş toprak figürin, kemik tarak ve kemik at koşumu süslemesi de ilgi çekici buluntulardır.

Roma hamamı kapısından girince, hemen sağ yanda görülen kazı alanında: sütunlu yol ile ilgili bir kısım görüntü ilginizi çekebilir.

PALAESTRA-SPOR ALANI

Burası: antik dönemlerde “gymnasium” denilen alanın bir bölümüydü. Bu açık alan “güreş okulu” anlamına gelmesine rağmen, daha geniş anlamda kullanılmış ve bedensel her türlü etkinlik için ayrılmıştır.

Bu bölüm: aynı zamanda hamamın avlusu olarak da nitelendirilmiştir.

HAMAM KISMI

Burada yapılan arkeolojik araştırmalara göre: hamam kısmının “Septimus Severus”un oğlu İmparator Caracalla (212-217) zamanında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bunun en büyük kanıtı: bu alanda bulunan yüzlerce sikkedir.

Geleneğe göre: hamama gelenler, hamam ücretsiz olmasına rağmen, hamam kanallarına sikke atarlardı ve bu atılan yüzlerce-binlerce sikke: arkeolojik buluntularda ele geçirilmiş ve hamamın ve o dönemin yaşantısı ve kültürüne ait büyük kanıtları ortaya koymuştur.

Bu sikkeler, öte yandan hamamın hangi yıllarda kullanıldığını da kanıtlamaktadır ve bunlar incelendiğinde hamamın 500 yıl boyunca kullanıldığı anlaşılmıştır. (buluntu sikkeler, 500 yıllık sürece aittir.)

Evet: daha önce sözünü ettiğim gibi, bu hamam da Ankaralı bir hayırsever zengin olan Tiberius Julius Julianus tarafından yaptırılmış ve bu durum: yine aynı kişi tarafından yaptırılan yazıtlarda belirtilmiştir. Hamam: sağlık tanrısı “Asklepios” a adanmıştır. Ancak döneminde yapıldığı imparatorun ismiyle anılmakta yani “Caracalla Hamamı” olarak bilinmektedir.

Hamamın uzunluğu 130 metre ve genişliği 80 metredir. Taş ve tuğla kullanılarak yapılmıştır. Daha önce de belirttiğim gibi, Anadolu’daki en büyük Roma hamamıdır ve bu durum, gerek şehrin nüfusunun fazlalığı ve gerekse şehre Romalılar tarafından verilen önemi ifade etmesi açısından önemlidir.

Hamamın suyu: buraya 60 km uzaklıktaki Elmadağ’dan taş borularla getirilmiş ve bu hamamla birlikte şehrin tüm mahallelerine  dağıtılmıştır.

Şimdi de bölgenin gezilmesine gelelim

Hamam bölgesinin girişi: Çankırı caddesinde, sütunlu bir revak kalıntısının çevrelediği geniş bir alandadır. Buradaki giriş önce “palaestra” denilen spor alanına açılır. Bu alanda: beden eğitimi ve güreş yapılırdı.

Bu revaklı avlunun bir kenarında 32 sütun bulunur ve buradaki sütunların toplamı 128 tanedir. Bu sütunlar gayet kalındır, gördüğünüzde boyutlarına şaşıracaksınız.

Evet: söylediğim gibi, günümüzde bir açık hava sergisi olarak kullanılan palaestra bölümünden sonra: sola döndüğünüzde: önce soğuk bölüm (frigidarium) görülür. Burası iki bölümlüdür. Sağ yanda: soyunma yerleri (apoditerium) ve bunun hemen solunda havuz (piscina) bulunur.

Bunların ardında: ılık bölümler (tepidarium) ve bu ılık bölümün hemen solunda su deposu bulunur.

Bir sonraki bölüm yine ılık bölümlerdir, ama bu bölümlerin en solunda yani su deposunun hemen arkasında en sıcak bölüm (caldarium) bulunur.

Roma hamamının bulunduğu bölüme giremiyorsunuz. Ancak: bu bölümün biraz yüksekten görülebilmesi için gayet güzel bir yürüyüş yolu platformu yapılmış, zaten bunun üstüne çıkarak yürüdüğünüzde yapının planını ve bölümlerini gayet net olarak görebiliyorsunuz.

Hatta size bir ipucu vereyim, burayı daha yüksekten görmek isterseniz, hemen yan tarafta bulunan “Yıba” çarşısının en üst katına çıkıp bir pencereden burayı tüm güzellikleriyle tepeden görebilirsiniz.

Frigidarium

Burası: içinde yüzme havuzu da bulunan soğuk bölüm yani soğukluktur. Burası: yalnızca Roma hamamlarına özgü özel bir bölümdür. Roma hamamlarını, Türk hamamlarından ayıran en büyük özellik bu bölümdür. Bölüm yuvarlak tuğladan yapılmıştır ve sütun parçaları bulunur. Soğuk bölüm iki kısımdan oluşmaktadır.

Apoditerium-Soyunma yerleri

Burası giriş ve soyunma mekanıydı. Alan olarak hamamın en büyük bölümüdür. Soyunma mekanı: halvet hücreleri de dahil olmak üzere, bütün sıcaklık mekanına yakın büyüklükte bir alanı kapsamaktadır.

Piscina-Havuz

Yüzme havuzunun kenarında: oturma basamakları dikkat çeker.

Soğuk su havuzunun bulunduğu bölümde: büyük eğlenceler tertip edilirdi. Bu havuz, sıcak yaz günlerinde aynı zamanda ziyaretçilerin serinlemek amacıyla kullandıkları bir yerdir ve nispeten büyük inşa edilmiştir.

Tepidarium-Ilık Bölüm

Yapının ikinci sırasındadır. Soyunma mekanı ile sıcaklık bölümü arasındadır. Ziyaretçiler: soyunmalık ve sıcaklık bölümü arasındaki burada: vücudun ısı farkına adapte olması için bir süre beklerler ve sıcak bölümden çıktıktan sonra burada serinlerlerdi.

Burası da yine yuvarlak tuğladan yapılmıştır ve sütun parçaları bulunur. Yıkanma odaları: bu sütunların arasındadır. Bölüm: 40 derece civarında ısıtılır ve içinde sauna seansları düzenlenen dinlenme bölümüdür.

Bölüm zeminden ısıtılırdı. Burada: İatrına yani tuvalet ve traşlık bölümleri de bulunur. Ayrıca, o dönemde henüz  sabun bilinmediğinden, vücudu ovma ve yağlama da burada yapılırdı.

Ankara’nın soğuk kış mevsimi nedeniyle, bu bölüm diğer bölümlerden daha geniştir. Bu bölümün çevresinde: ocaktan yani külhan bölümünden gelen sıcak havanın rahatça dolaştığı tuğla sütunlardan oluşan bir yer altı ısıtma tesisatı bulunur.

Bu yeraltı ısıtma tesisatı: ocakçıların ateşi körüklemek için geçtikleri bir takım tünel ve geçitlerle birbirine bağlanır. Yukarıdaki odalar, bodrumdaki bu tesisat yardımı ile ısıtılır.

Caldarium-En sıcak Bölüm

Burası: yapının en arka kısmındadır ve hamamın saunası yani en sıcak ve en önemli bölümüdür. Bölüm: kubbenin örttüğü, merkezi bir alan çevresinde sıralanan eyvan ve hücrelerden oluşur. Bu bölüm: öğleden sonra güneşini alması için güney cephede yapılmıştır.

Burada sıcaklık, sabit olarak 40-50 dereceler arasındadır. Havadaki nem oranı ise çok yüksektir ve hatta yüzde 100’e yakındır. Bu bölümde: adaleler gevşer, kan dolaşımı zorlanmaz, koku seansları ile solunum yolları rahatlatılır.

Hipocastum-Hypocaustum

Hamamın ısıtma tertibatı bu bölümdedir. Bölüm: ateşlik ve cehennemlik olmak üzere ikiye ayrılır. Burada: su haznesi ve bakır kazanlar bulunur. Külhan yani ısıtma tertibatı: genellikle sıcaklık mekanının bir tarafına yerleştirilen sıcak su deposunun altında bulunmaktadır.

Sudatorium

Ocağa yakın inşa edilen, bir tür “terleme” salonudur. Burada, sıcaklık doğal olarak daha yüksektir ve iç ortamın nemi, mümkün olduğunca düşük tutulur. Yani, bir tür kuru saunadır.

BALGAT ROMA MEZARI

Son olarak: palaestra bölümünün solunda, caddenin kıyısındaki bir yapıdan söz etmek istiyorum.

Burada: bir ev tipi mezar görülmektedir ama bu mezar yapısı, buraya sonradan getirilerek yerleştirilmiştir. Çünkü: Balgat mahallesinde yapılan bir hafriyat çalışması sırasında bulunmuştur. İki odadan oluşan aile mezar yapısı: MÖ. 50 ile MS. 50 arasındaki yıllara tarihlenmektedir.

1998 yılında ilk bulunduğunda, içinde üç gömü bulunmuştur. Ayrıca: yine antik dönemde mezar hediyesi olarak bırakılan: altın yüzükler, küpe ve cam kap parçaları, bronz kaplar ve mobilya aksamları ile kaseler ve günlük yaşamda kullanılan bazı takı ve eşyalar bulunmuştur.

Bulunan bu eserler, günümüzde Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir. Bu mezarın yanına kadar gidebilir, hatta çevresinde dolaşabilirsiniz, ama elbette içine girmek veya bakmak mümkün değildir, çünkü kilitlidir.

Evet: son olarak birkaç cümle daha söylemek istiyorum. Ankara, yani başkentte yaşıyorsanız, kesinlikle birkaç kez, buranın önünden geçmişsinizdir, bence mutlaka zaman ayırın ve hemen yakınımızdaki bu antik yapıyı görün.

Özellikle: burayı gezdiğinizde: buranın bulunduğu alanın çevresine nasıl hakim olduğunu, çevrede nasıl muhteşem bir manzara bulunduğunu göreceksiniz, öte yandan: buranın büyüklüğünü belki hissetmeyeceksiniz, ancak burası diğer tüm hamam yapılarını inceleyen araştırmacılar tarafından, Anadolu’da bulunan en büyük hamam yapısı olduğu belirtiliyor.

Yani: Romalılar, gerçekten bir taşra kenti olan Ankara’ya bir zamanlar büyük önem vermişler ve bu ölçüde büyük bir hamam yapma gereğini hissetmişler. Öte yandan, bu hamamın 500 yıl kullanıldığını düşünün. Gerçekten 500 yıl muhteşem uzun bir süre.

Yani, bir yapının sürekli olarak 500 yıl boyunca kullanılması muhteşem bir durum, bu durum gerek kültürel özellikler ve gerekse yapının sağlamlığından kaynaklanmaktadır. Buraya, antik dönemde 60 km uzaklıktaki Elmadağ yöresinden taş kanallar ile su getirildiğini düşünün.

Son olarak: bir zamanlar, muhteşem bir kültürün ve medeniyetin yaşandığı, insanların havasını soluduğu bu mekanda gezerken, günümüzden 1000 yıl sonra yine bu topraklarda yaşayacak insanların bizler hakkında neler düşüneceğini düşünmeye çalışın.

Antik dönem insanları: bizlere en büyük miras olarak toprakları bırakmışlar ve yaşam alanlarını ekilebilir topraklar üzerine değil, yüksek yerlere kurmuşlar.

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk Ankara Ulus Atatürk Anıtı
 

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk:

ULUS MEYDANI

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk; Ulus meydanı, Meşrutiyetin ilanından sonra (1876) Ankara Valisi Dr Reşit Bey tarafından açılmıştır. 1880’lerin sonunda burada inşa edilen Taşhan binası nedeniyle de Taşhan Meydanı diye anılmaya başlanmıştır.

Krippel’in tasarladığı Atatürk Heykeli, 1927 yılında meydana yerleştirilmiş ve buranın sembolü haline gelmiştir. 1920’lerde Hakimiyet-i Milliye, sonra da Ulus Meydanı olarak adlandırılan bu meydanda ve bu meydanda yer alan Karaoğlan Çarşısında dükkanlar, lokantalar, pastaneler ve hatta bir sinema vardı.

Ankara’nın önemli odaklarından birisi olan Ulus meydanı ve çevresindeki yapılaşma süreci geç Osmanlı Döneminde başlamış, Erken Cumhuriyet Döneminde (1923-1950) devam etmiş, daha sonra 1950’lerin toplumsal ve ekonomik koşullarına uygun dönüşüm özelliklerini taşıyarak sürmüştür.

Modern Türkiye’nin başkenti seçilen Ankara’nın imar planı uyarınca, şehir merkezinde, Meclis, Bakanlıklar ve Bankaların yapımı için bir alan ayrıldı.

Kentin ana aksını oluşturan Atatürk Bulvarında, Ulus meydanından başlayarak Çankaya yönüne doğru ilerleyen Kızılbey yolu, (neden Kızılbey yolu: çünkü Osmanlı döneminde, Hergele Meydanından Taşhan’a doğru çıkan yolun adı, Kızılbey’in türbesinden dolayı “Kızılbey Yokuşu” olarak bilinmektedir.)

1920’li yıllarda taşla kaplandı ve burada banka yapıları hızla yükselmeye başladı. Yapılan ilk bankalar: Osmanlı Bankası, Ziraat Bankası, İş bankası ve Merkez bankasıdır, bu bankalar nedeniyle buradan geçen yola da “Bankalar caddesi” ismi verildi.

 

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk Ulus Hali

ULUS HALİ

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk;

Osmanlı döneminde, Anafartalar caddesinden Hacı Bayram camisine giden kavşakta, bir çarşı niteliğinde: Tahtakale (Taht-el Kal’a), cami, medrese, han ve hamam yapıları vardı.

1929 yılında çıkan yangında: Tahtakale çarşısı ve çevresindeki yapılar tamamen yanarak yok oldu. Bunun üzerine: yani Tahtakale yangınından sonra, 1929 yılında Posta caddesi açılmış ve bu caddenin doğu ucunda 1937 yılında, Robert Oerley tarafından hal binası tasarlanmıştır.

Böylece, Ankaralıların yıllardan beri ucuz alışveriş yapabildikleri bu hareketli, şehrin en canlı yeri ortaya çıkmıştır.

Ayrıca, 1937 yılında, betonarme teknolojisinin henüz yeni ortaya çıktığı yıllarda yapılmış olması ayrı bir önem taşır.

Gök yüzüne doğru açılan, geniş betonarme saçakları, günümüzden yıllarca önce yapılan tasarımın değerini ortaya çıkarır.

2024 yılı başlarında, Hal binası, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmiştir. 

 

Ankara Ulus Anafartalar Caddesi
 

 

Anafartalar Caddesi

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk;

Eski adı “Tahtakale” caddesidir ancak 1929 yılındaki yangında yok olunca ismi “Anafartalar” olarak değiştirilmiştir.

Caddenin ismi: Milli Mücadelenin kazanılmasından hemen sonra, Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan bir düşünce ve uygulama sürecinin eseridir.

Burası: Milli Mücadele ve Cumhuriyetin ilk yıllarında: Ulus meydanı ve şehrin önemli yerleşim yerlerinden biri olan Samanpazarı’nı birleştiren ve bütünleştiren “Uzun Çarşı” nın adıdır.

1.5 km uzunluğundaki bu cadde: Aşağı yüz (Taşhan, Hacı Bayram, Tabakhane ve civarı) ile Yukarı yüz’ü (Denizciler caddesi civarı, Samanpazarı, Yahudi Mahallesi, Hacımusa, Koyunpazarı, İki şerefeli, Ulucanlar, Öksüzce mahalleleri) birleştiren ana yoldur.

Ulus meydanından başlayarak Samanpazarı’na kadar uzanan caddenin iki yanında, Cumhuriyet döneminde birçok bina yapılmıştır.

 

ANAFARTALAR ÇARŞISI VE GÜMRÜK MÜSTEŞARLIĞI

1967 yılında yapılan mimari proje yarışması sonucunda kazanan projenin uygulanmasıyla yapılmıştır. Projeyi yapan mimarlar: Affan Kırımlı, Tayfun Şahbaz ve Ferzan Baydar’dır.

Çarşı: Hisarönü caddesi üzerinde özel bir konuma sahiptir. Alüminyum giydirme cephe, malzeme ve teknolojileriyle yapıldığı dönemin tasarım anlayışını yansıtır.

Ankara’nın ilk yürüyen merdiveni de bu çarşıda kullanılmıştır. Günümüzde de faaliyetini sürdüren bu çarşı; öğrendiğime göre yeni tarihi projede yer almıyormuş ve yıkılacakmış.

 

 

Ankara Ulus Beden Terbiyesi Binası-Eski Erkek Öğretmen Okulu
 

ULUS İŞHANI VE BEDEN TERBİYESİ BİNASI-ESKİ ERKEK ÖĞRETMEN OKULU

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk;

Bankalar caddesinde, Taşhan’ın hemen karşısında, Sultan II. Abdülhamit tarafından yaptırılan ve 1907 yılında açılan “Dar-ül Muallimin” (Erkek Öğretmen Okulu) vardı. Meclis açıldığında, burası milletvekillerinin ikametine ayrıldı ve daha sonra Maarif Vekaleti (Eğitim Bakanlığı) oldu.

Ancak yapı 1947 yılında çıkan bir yangın sonucu yanıp kül oldu ve ardından yerine, bugün de görülen “Ulus İşhanı” yapıldı.

Ankara Ulus İşhanı
 

 

1950 yılında yapılan: Orhan Bolak, Orhan Bozkurt ve Gazanfer Beken’in eseri olan iş hanı, o dönemde egemen Amerikan etkisindeki mimari akımın tüm özelliklerini taşır.

2 tane avlusu vardır. İnşa edildiği yıllarda, giderek artan yeni ticari büro ve alışveriş mekanı ihtiyacını karşılamak için yapılmıştır.

Öte yandan: bu inşaatın temel kazısı sırasında, Roma dönemi Ankara’sının tüm ihtişamını yansıtacak olan Saray (Palatium) kalıntısı bulunmuş, ancak bulunabilen kısımların planları alınarak üzerine inşaat yapımı sürdürülmüştür.

 

LOZAN PALAS-PARK OTELİ

Dar-ül Muallimin binasının hemen yanına, yine Cumhuriyetin ilk yıllarında Lozan Palas oteli yapılır.

Bu bina: çok sonraları günümüzde de görüldüğü üzere “Akbank şubesi” olur.

Ankara Ulus Merkez Postanesi
 

 

ANKARA MERKEZ POSTANESİ

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk;

Akbank’ın hemen yanında (arada kalan Posta caddesi kıyısında) Ankara Merkez Postanesi binası yapılmıştır.

Yapı: 1925 yılında, Mimar Vedat Tek tarafından projelendirilir. Aynı dönemde, Vilayet binası yanında Telgraf binası vardı, bu yüzden Ankaralılar buraya “Yeni Postane” ismini verirler.

Tabii sizler bu binayı da göremeyeceksiniz, çünkü bu tarihi bina da yıkılmış ve yerine 1974 yılında, bugünde görülen yeni modern bina yapılmıştır.

Ankara Ulus Mekteb-i Sanayi
 

 

MEKTEB-İ SANAYİ

Postane binasından sonra, 1905 yılında Sultan Abdülhamid döneminde “Mekteb-i Sanayi” adıyla kurulmuştur. Okul, 2 yıl süreli eğitim verirken, terzilik, kunduracılık, marangozluk dallarında faaliyet göstermiştir.

1923 yılında okulun adı “Sanayi Mektebi” olarak değiştirilmiştir. 1924-1927 yılları arasında “Ankara Sanat Mektebi” adını almış, eğitim süresi 4 yıla çıkarılmıştır.

Mevcut bölümlere: demircilik, dökümcülük ve tesviye dalları eklenmiştir. Kurtuluş savaşı yıllarında, okulun dershaneleri ve idari binaları, 1931 yılına kadar, Maarif ve İskan ve Milli Müdafaa Vekaletleri olarak kullanılmış, cephedeki askerlerimize, okul atölyelerinde ihtiyaç duyulan malzemeler ve mühimmatlar hazırlanarak Milli Mücadeleye destek verilmiştir.

Ankara Ulus Mekteb-i Sanayi
 

 

Bu süreçte, yatılı eğitim alan öğrenciler, eski adı “Etipalas-Parkpalas” olan, günümüzdeki Akbank’a ait olan binada barındırılmış, teorik eğitim de bu binada verilmiştir.

Atölye uygulamaları ise, mevcut okul binasında sürdürülmüştür. Okul: 1972 yılında, Ulus Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi olmuştur.

2000 yılında ise, bünyesinde Anadolu Meslek Lisesi açıldığından, Ulus Teknik, Anadolu Meslek ve Endüstri Meslek Lisesi adını almıştır.

 

Ankara Ulus Tekel Baş Müdürlüğü
 

 

TEKEL BAŞ MÜDÜRLÜĞÜ BİNASI

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk;

Sanat okulundan sonra, Tekel Başmüdürlüğü binası bulunur.

1928 yılında Mimar Mongeri tarafından yapılan bina, İnhisarlar Umum Müdürlüğü olarak çalışan Tekel Baş Müdürlüğüne aittir. İlk ulusal mimarlık uslübunda tasarlanmıştır. Kütleleri “L” biçiminde düzenlenmiştir.

Bodrum ve zemin üzerine, 2 katlıdır. Yapının girişi köşesindendir. Sekizgen biçimindeki bu köşe yükseltilmiş, üstüne kurşunla kaplı bir kubbe oturtularak, kule görünümü verilmiştir.

Zaten, yapı girişin üstündeki bu kubbesiyle tanınır. Yapının bodrumunda: ambarlar, mahzen ve kömürlükler, zemin katta yine ambarlar ve satış büroları bulunur.

Tonozların daire biçimine dönüştürdüğü tavanı ve zemindeki sekizgen giriş holü, çalışma alanlarının bulunduğu birinci katta başmüdür odası olarak kullanılır. Üst iki katta mekanlar bir koridor üzerine yerleştirilmiştir.

En üst katın bir bölümü lojman olarak düzenlenmiştir. Zemin ve ikinci katın pencereleri ile kubbenin altındakiler ve üçlü girişin açıklıkları, sivri kemerlidir.

Yapının üçgenli sütun başlıkları, geometrik ve bitkisel desenli demir parmaklıklar, alçı kabartma kemer alınlıkları, taş rozetler, kulenin üstündeki korkuluğun kemercik dizisi gibi ayrıntılar: Osmanlı mimarlığının yapısal ve dekoratif öğelerini gösterir.

Cepheler dıştan, taş görünümü verilen sıva ile kaplanmıştır.

 

 

Ankara Ulus Emlak ve İmtia Binası-Yeni PTT Pul Müzesi
 

 

ULUS EMLAK VE EMTİA BANKASI-GÜNÜMÜZDE PTT PUL MÜZESİ

Tekel binasından sonra, günümüzde pul müzesi olarak kullanılan “Emlak ve Eytam Bankası” binası bulunur. Emlak ve Eytam bankası, Türkiye Cumhuriyetinde kurulan üçüncü bankadır.

Türk halkının inşaat yatırımlarını desteklemek ve gerekli kredileri sağlayabilmek için, Atatürk’ün talimatları doğrultusunda 1926 yılında kurulmuştur.

Ankara Ulus PTT Pul Müzesi Binası
 

 

Bankanın burada bulunan binası ise, 1933 yılında mimar Clemens Holzmeister tarafından projesi çizilerek yaptırılmıştır. Bodrum üzerine 3 katlıdır.

Üst katlar, güney yönünde yani arkaya doğru çekilmiştir. Çalışma alanları, bir koridor boyunca sıralanmıştır.

Yapının dış mimari özellikleri incelendiğinde: Holzmeister yapılarındakilere benzer özellikler görülür. Neo-klasik mimarlık öğeleri hakimdir.

Simetrik ön kütlede, zemin katın ortasındaki aksı dışarı taşar ve bu taşma, birinci kat için balkon oluşturur. Bir ve ikinci katlarda, dış yüzeyler mermer kaplıdır. Önde beyaz Marmara mermeri kullanılmıştır.

Giriş merdivenlerinde ise, çevre taş ocaklarından getirilen düzgün kesme Ankara taşı kullanılmıştır. Malzeme seçiminde depreme dayanıklılık esas alınmıştır.

Önündeki mermer sütunlar dikkat çeker. Bankanın ismi, 1950’li yıllarda “Emlak Bankası” olarak değiştirilmiştir.

Bina, 2013 yılında PTT tarafından restore edilerek “PTT Pul Müzesi” ne dönüştürülmüştür.

 

 

Ankara Ulus Ziraat Bankası Genel Müdürlük Binası
 

ULUS ZİRAAT BANKASI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ BİNASI


1925 yılında projesi başlatılan ve 1929 yılında inşaatı tamamlanan tarihi Ziraat Bankası Genel Müdürlük binası, İtalyan Mimar Guilo Mongeri’nin eseridir.

Dönem olarak I’nci Ulusal Mimarlık dönemi yapılarındandır. Ziraat Bankası, Tuz Nazırlığının yanındaki Kızılbey türbesi ve camisi yıkılarak elde edilen boş alana inşa edilmiştir.


Mimar İtalyan olduğu halde, bina Türk milli mimari uslubunu devam ettirmiş ve projeyi hazırlarken ileride doğabilecek ihtiyaçları da göz önünde bulundurmuştur.

Milano’da doğan Guilo Mongeri, uzun yıllar Türkiye’de kalmış, İstanbul Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) Mimarlık bölümünde eğitim vermiştir.

Mongeri, ayrıca İstanbul’da Karaköy Palas, Saint Antoine Kilisesi, Maçka Palas, İtalyan Sefareti (Yüksek Tekniker Okulu), Katırcıoğlu Hanı: Ankara’da Türkiye İş Bankası, İnhisarlar (Tekel) Baş Müdürlüğü ve Bursa’da Çelik Palas gibi yapıların projelerini hazırlamıştır.

Genel Müdürlük hizmet binası, yaklaşık 10 bin metre karelik bir inşaat alanına sahip olup, bodrum, zemin, asma, birinci, ikinci ve çatı katından ibarettir.

Ankara Ulus Ziraat Bankası Müzesi
Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Binası


Binayı inşa eden müteahhit firma: çimento ve alçıları Almanya’dan, ahşap kısımlar için gerekli olan kereste ve tuğlaları Romanya’dan ithal etmiştir. Söz konusu tuğlalar oluklu ve eski Türkçe damgalıdır. Döşemede kullanılan mermerler ise yurt içinden karşılanmıştır.

Binanın kaba inşaatında Mongeri’nin Sanayii Nefise Mektebinde öğrencisi olan Yüksek Mimar Burhan Arif Ongun’un başkanlığında İtalyan ustalar çalışmış oyup, dış sıva ve boyalar ise Yüksek Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun başkanlığında Macar ustalar tarafından yapılmıştır.

Dış cephelerin suni taş sıvaları İtalyan Baş Usta Salvatore Genovezi tarafından yapılmış olup, zemin kat şeref holündeki alçı desenleri Mimar Vahan Bey tarafından hazırlanmıştır.

Saçak altlarındaki Selçuklu motif süslemelerinin çizimi ve turkuaz mavisiyle boyanmasını gerçekleştiren yüksek mimar arkeolog Mahmut Akok’tur.

Binanın çok beğenilen ve üstün sanatkarlık eseri olarak değerlendirilen ahşap doğrama ve marangozluk işlerini Selahattin Refik Sırmalı yapmıştır.

Ankara Ulus Ziraat Bankası Müzesi
Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk Ulus Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü


Binanın arsası, 26 Şubat 1926 tarihinde teslim alınmış ve fiilen inşaata başlanmıştır. Bina 1929 yılı sonunda tamamlanmış ve 26 Kasım 1929 tarihinde İsmet İnönü ve Büyük Millet Meclisi Başkanı Kazım Özalp Paşa ile resmi açılış töreni yapılmıştır.

Açılış sırasında, İsmet İnönü, kapıdaki kurdelayı alışılageldiği gibi bir makas ile değil, o gün için özel olarak hazırlatılmış olan ve altın bir tepside sunulan, küçük bir “Altın Orak” ile keserek yapmıştır. Bu gün o altın orak ve tepsi müzede sergileniyor.

Selçuklu ve Osmanlı süsleme sanatı ile zenginleştirilen ve geniş mermer kaplamalı holler, yüksek tavan, kemerler, ayna ve kristal camlar, renkli vitray cam ve çini süslemeleri gibi ayrı özelliklere ve estetik güzelliklere sahip Genel Müdürlük binası, Ankara’nın en görkemli binalarından biri olmuştur.

Ankara Ulus Maliye Bakanlığı Binası
 

 

ULUS ESKİ BAŞVEKALET VE MALİYE BAKANLIĞI BİNASI


Günümüzde, ASBÜ Rektörlük binasıdır.

Türkiye Cumhuriyetinin ilk Başbakanlık binasıdır ve yapıldığında Vilayet Meydanına bakmaktaydı. Sol kanattaki bina Maliye Bakanlığı, Sağ kanattaki bina Gümrük ve Tekel Bakanlığı ve ortadaki bina ise Başbakanlık olarak kullanılmıştır.

Mimar Yahya Ahmet Bey tarafından 1925 yılında inşa ettirilmiş, 1937 yılına kadar Başvekalet olarak hizmet vermiştir. Yapının arka bölümü: Çankırı caddesine inen bir park olarak tasarlanmıştır.

1950’li yıllardan sonra Maliye Bakanlığına ev sahipliği yapan bina, 2001 yılından itibaren Gümrük Müsteşarlığı tarafından kullanılmıştır. 2013 yılı Nisan ayında, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesine tahsis edilen tarihi yapı, rektörlük binası olarak kullanılmaktadır.

Binada bulunan Selçuklu ve Osmanlı motifleriyle turkuvaz çiniler ve mukarnaslar, Birinci ulusal mimarlık üslubuna işaret eder. İç mekanlarda sivri ve Bursa tipi kemer örnekleri vardır.

Bina, Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi mimari özelliklerini taşıması ve özgün dokusunu önemli ölçüde koruması açısından önem kazanmaktadır. 20’nci yüzyılın başında başlayıp 1930’lu yıllara kadar süren bu üslupun öncülüğünü Sanayi Nefise Mektebi hocalarından Mimar Vedat Bey ve Hendese-i Mülkiye Mektebi hocalarından Mimar Kemalettin Bey yapmışlardır.

Klasik Osmanlı dekoratif ve yapısal unsurların, özellikle yarım küre biçimli Osmanlı kubbeleri, geniş çatı konsolları, sivri kemer ve çini süslemeleri, modern inşaat teknikleri ile beraber kullanılmıştır.

Evet, tarihi binanın içinde “Hazine Kasa Dairesi” (Hazine Odası) bölümü vardır. Bu bölüm, Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet dönemi kıymetli evraklarının ve hazinenin saklandığı odadır.

Kasada tutulmuş belgelerden seçmeler ve iktisat tarihi açısından hazinenin önemine dair bilgiler, halkı eğitici ve kültürel katkı sağlayan modern bir tasarım çerçevesinde bir sergi alanı olarak ziyarete açılmak için hazırlanmaktaymış.

 

Ankara Ulus Merkez Bankası Binası
 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ MERKEZ BANKASI BİNASI

Konumuz tarih değil ama isterseniz, biraz Merkez Bankası kuruluşundan söz etmek istiyorum. 11 Haziran 1930 tarihinde, Merkez Bankası kurulmasına dair yasa tasarısı TBMM de kabul edilmiştir. Banka: 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyete başlamıştır.

Şehir bahçesi yanında, Ankaralıların “Tuz Nazırlığı” dedikleri “Düyun-u Ümumiye Binası” vardı ve bu bina yıkılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, milletvekillerinin ve Ankaralı kodamanların gittiği “Anadolu Kulübü” de bu binanın en üst katındaydı.

Tuz Nazırlığı binasının hemen yanında “Kızılbey Türbesi” ve camisi bulunuyordu. Bunlar da yıkılarak yerine Ziraat Bankası inşa edilmiştir.

Emlak ve Eytam Bankası için tasarlanan yapı için açılan proje yarışmasında Holzmeister’in projesi kazanmıştır.

Ancak 1931-1933 yılları arasındaki yapım aşamasında, Emlak Bankasının kaynakları yetersiz gelince, inşaat sırasında, yapı, Atatürk’ün istemi üzerine, hemen yandaki Ziraat Bankasının bir bölümünü kullanan Merkez Bankasına devredilmiştir.

Ankara Ulus Merkez Bankası Binası
 

 

3 katlı olan yapı: zeminde üstten aydınlanan bir orta holün çevresine yerleştirilmiş mekanlardan oluşur. Ayrıca bir bodrum katı vardır. En üst katta ise, çalışma alanları yine bu orta holün çevresine yerleştirilmiştir.

Yapıda dikkat çeken özellikler: simetrik düzen, anıtsal giriş, taş kaplama dış yüzeyler, eş büyüklükte yalın pencere dizileri, ince bordürle biten gizli çatılı yalın kütledir.

Ayrıca, bol mermer kullanılmış, masif ahşap mobilyalar, yalın çizgili avizeler, dönemin tipik özelliklerini gösterir.

Yapı, 1952 yılına kadar “Anadolu Kulubü” olarak da faaliyet göstermiş ve günümüzde, Merkez Bankası İdare Merkezi olarak kullanılmaktadır.

Ankara Ulus Belvü Palas
 

 

BELVÜ PALAS

Ankara Palas otelinin hemen yakınında ve onunla yaşıt olan bu otel, Mimar Kemalettin Bey eseridir. 1928 yılı yapımıdır. Ankara şehrinin ilk en büyük otelidir.

En büyük özelliği, Ankara’da maç yapmak için gelen İstanbul takımlarının burada konaklamasıdır. (Atatürk Spor Salonu ve 19 Mayıs Stadyumu hemen yakınındadır.)

Otel binası, 1970 yılında Merkez Bankası tarafından satın alınarak yıktırılır ve yerine, bir beton yığını olan Merkez Bankası hizmet binası yaptırılır. Otel olarak ise, yine aynı yere “Stad Otel” yaptırılır.

 

Ankara Ulus Millet Bahçesi-Şehir Bahçesi
 

 

MİLLET BAHÇESİ-ŞEHİR BAHÇESİ

Ulus meydanında, İttihat ve Terakki Binasının tam karşısında, köşede Meşrutiyet döneminde “Millet Bahçesi” (Şehir bahçesi) bulunuyordu. Bu yeşil alan, 1926 yılına kadar burada kaldı. Daha açıkça, heykelin hemen karşısında, köşededir.

1955 yılında ise, daha önce yanan Milli Eğitim Bakanlığı (Öğretmen Okulu) binasının enkazı kaldırıldı ve önündeki dükkanlar da yıkılarak, günümüzdeki Ulus Çarşısının yapımına başlandı. İş yerleri yıkılan dükkan sahipleri için, Şehir Bahçesinde yeni iş yerleri yapıldı.

Yeni yapılan bu dükkanlar, 1970 yılında yıkılarak, yerine “100. Yıl Çarşısı ve İş hanı” yapıldı. Aynı yerde, bugün 1982 yılında kurulan “100. Yıl Çarşısı ve iş hanı ” vardır.

Bugün burada bulunan 100 Yıl Çarşısı da, Ulus Tarihi Kent Merkezi projesi kapsamında yıkılması planlanıyormuş, sanırım bu yüzden, buraya gittiğinizde birçok dükkan ve mağazanın boş olduğunu görebilirsiniz.

Öğrendiğime göre, bu çarşı yıkılıp buraya 2-3 katlı otopark yapılacakmış. Oraya 2-3 katlı değil, 10 katlı otopark yapmak dahi çözüm olamaz, Ankara’nın her geçen gün araç sayısı ve trafik yoğunluğu artıyor.

Bir yandan da “Millet Bahçesi” deyiminin kaynağına ulaşmış oluyoruz, demek ki bir zamanla Ankara’da millet bahçeleri varmış.

2024 tarihi itibarıyla burada Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan büyük restorasyon projesi sürdürülmektedir. 

Ankara Ulus Osmanlı Bankası Binası
 

 

OSMANLI BANKASI BİNASI

Önce, biraz Osmanlı Bankası hakkında bilgi: 1854 yılında, Kırım savaşı sırasında, Osmanlı Hükümeti, ilk defa yurt dışından borçlanmıştır. Ancak bu borçların ödenmesinde aracılık edecek bir devlet bankasına ihtiyaç duyulur.

1856 yılında “Ottoman Bank” (Bank-ı Osmani) kurulur. Merkezi, Londra’da bulunan İngiliz sermayeli bu bankanın yetkileri: küçük miktarda kredi vermek, Hükümete avans sağlamak ve bazı Hazine bonolarını iskonto etmekle sınırlandırılmıştır.

1862 yılında, Ottoman Bank, kendisini fesheder, İngiliz-Fransız ortaklığı altında “Bank-ı Osmani-i Şahane” (Osmanlı Bankası) adını alır. Devlet bankası statüsünü kazanan bankaya, 30 yıllık bir süre için banknot basma ayrıcalığı ve tekeli verilir.

Ayrıca, devletin haznedarlığını üstlenerek, gelirleri tahsil etmek, hazine ödemelerini yerine getirip iskonto yapmak, iç ve dış borçlara ilişkin faiz ve anapara ödemelerini yapmakla görevlendirilmiştir.

Evet, Osmanlı bankasının ilk merkez binası: Atatürk Bulvarı ve İstanbul Caddesinin kesiştiği köşededir. 1926 yılında yapılan yapının tasarımı Giulio Mongeri tarafından yapılmıştır.

Ancak, Osmanlı bankasının buradan önceki yeri, Ankara kalesinde idi ve bu yeri, 1917 yılında çıkan yangında yanarak yok oldu.

Banka, Ulus merkezde yeni oluşturulan Bankalar caddesinde, binanın yapıldığı köşedeki 1000 metre karelik parseli satın aldı ve mimar Guilio Mongeri’ye teslim etti.

İnşaat 1926 yılında başladı. 1927 yılında, yana ek bina yapılmasına karar verildi. Şube, 1928 yılında hizmet vermeye başladı.

Yandaki ek bina ise, uzun yıllar müfettişlik lojmanı olarak işlev gördü, bölge müfettişleri aileleriyle birlikte burada yaşadı. 1970’li yıllarda ise, ek bina, şubenin bir uzantısı olarak kullanılmaya başladı.

Evet, şimdi ana bina hakkında bilgi vermek istiyorum. 3 katlı binada, iki kere basamakla çıkılan zemin katın ortasında, banka holü ve çevresinde çalışma alanları bulunur. Banka holünün üstü, karelere bölünerek camla kapatılmıştır.

Yapının 1’nci katı: iki lojman olarak planlanmıştır. En üstte, tüm katı kaplayan geniş bir teras bulunur. Ana giriş: yapının Atatürk Bulvarına bakan ana girişi üzerindedir.

Binanın giriş cephesi, eğimle gelen bozulmaya karşı simetriktir. Diğer cepheler, fonksiyonlarının gerektirdiği şekilde düzenlenmiştir.

Pencere düzenleri ve cephe bezemelerinde Osmanlı mimarlığı esintileri hakimdir. Ancak cepheler, daha yalın ve süsleme ölçülüdür.

Kemerlerin içleri, bal peteği desenli demirle kapatılmıştır. Kemer alınlıklarında, rozet vardır. Üst kat pencerelerinin kemer içleri ve alınlıklarında ise, kabartma olarak bitki motifleri işlenmiştir.

Bu pencerelerin üstleri, Selçuklu geometrik desenleriyle kaplı bir şeritle birleştirilmiştir.

Ankara Ulus Osmanlı Bankası Binası
 

 

Bankanın binası şu anda “Garanti Bankası” tarafından kullanılmaktadır. 16 Ekim 2001 tarihinde, Garanti Bankası, Osmanlı Bankasını her türlü hak, alacak, borç ve yükümlülükleriyle birlikte devir aldı.

Böylece, Türkiye’nin en eski bankası olan Osmanlı Bankası tarihe karıştı. Bu arada, yapının İstiklal Caddesi tarafındaki ek binası, Garanti Bankası burayı aldıktan sonra, “SALT Ulus” adlı bir kültür merkezine dönüştürülmüştür.

SALT Ulus adlı bu kültür merkezi, 2013 yılından itibaren sanat projelerine ev sahipliği yapmaktadır.

Ankara Ulus Eski Sayıştay-Yeni Turizm ve Kültür Bakanlığı Binası
 

 

ESKİ SAYIŞTAY-YENİ TURİZM VE KÜLTÜR BAKANLIĞI BİNASI

Yapı, Ulus’da 1’nci ve 2’nci Meclis binasının arasında, Ankara Palas otelinin hemen karşısındadır. Önce “Divan-ı Muhasebat Sarayı” olarak tasarlanmıştır.

Bina: mimar Nazım Bey tarafından projelendirilir. Müteahitliğini ise, Arif Hikmet Koyunoğlu yürütür. I’nci Ulusal Mimarlık uslübunda inşa edilir, Selçuklu ve Osmanlı mimarisinden alınan mimari öğeler, binanın tüm cephelerinde kullanılır.

Doğu-batı istikametinde, dikdörtgen planlı bina, bodrum üzerine yerleştirilen zemin ve birinci katlardan oluşur.

Binanın inşaatı 1925 yılında tamamlanır ve 1926 yılında Divan-ı Muhasebat (günümüzdeki Sayıştay) buraya taşınır. Ancak, bina yeni kurulan devletin politikasını yansıtmadığı düşünüldüğünden, yapıldıktan 5 yıl kadar sonra, büyük oranda değiştirilir.

Çünkü bu yapı kübik olarak tasarlanmış, iki yanındaki birinci ve ikinci meclis binaları ve hemen karşısındaki Ankara Palas binası ise, farklı üslupla yapılmıştır.

Bunun üzerine: Cumhuriyet döneminin önemli mimarlarından Alman Ernst Arnold Egli tarafından, yapının dış cepheleri, tamamen değiştirilir ve modern bir görünüm kazandırılır.

Çünkü, Divan-ı Muhasebat binası yani bu bina: Cumhuriyetin ilk yıllarında, bütün resmi törenlerin yapıldığı Ulus meydanındadır yani Ankara’ya gelen yabancı konukların kaldığı Ankara Palas otelinin hemen karşısındadır ve yeni kurulan devletin politikası gereği bu binanın da modern bir biçimde yapılması çok önemlidir.

1930 yılına gelindiğinde ise, bu kere Ankara için yeni bir kent planlaması yapan Alman Herman Jansen’in planları gereği, Divan-ı Muhasebat binasında da değişim yapılmasına karar verilir. Ernst Egli tarafından yapılan inşaat faaliyetlerinde, bina önceki görünümünden arındırılmış, Avrupa’daki mimari faaliyetlerde uygulanmaya başlanan, nesne ve varlıkların temel geometrik biçimlerle betimlenmesini hedefleyen Kübizm akımı içinde tasarlanmıştır.

İlk bina ile, Egli tarafından modernize edilen binanın planları arasında pek fark yoktur. Egli, sadece yeni binayı yanlara doğru genişletmiştir. Yan kollardaki bu genişleme nedeniyle, yeni binanın kuş bakışı görünümünde “U” şekli ortaya çıkmıştır.

İçerdeki girişin karşısındaki Bursa kemerli açıklık, yapının geçmişine ait önemli bir kalıntıdır. Ayrıca koridorlar ve yer döşemelerinde de geçmişin izleri görülebilir.

Evet, 1967 yılına gelindiğinde, Divan-ı Muhasebat yani yeni ismiyle Sayıştay Başkanlığı, yıllar geçtikçe artan çalışan sayısına bağlı olarak bu binanın yetmediğini belirterek ek bina talebinde bulunmuş ve hemen arkadaki araziye ek bina yapılmıştır.

Ancak, 1990’lı yıllara gelindiğinde, ek binaya rağmen burası yeterli gelmemiş ve Sayıştay Başkanlığı, 2002 yılında Eskişehir yolunda yapılan yeni binasına taşınmış, bu bina ise Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilmiştir ve halen Bakanlık tarafından kullanılmaktadır.

 

 

DEFTERDARLIK BİNASI


Üniversiteye tahsis edilen Defterdarlık Binası, 1920’li yıllarda önce Diyanet İşleri Reisliği ve ardından Türkiye Hukuk tarihinin kritik aşamalarından birisi olan İstiklal Mahkemeleri dönemine tanıklık etmiştir.

Ankara İstiklal Mahkemesi, bu binada kurulmuştur. Dönemin önemli alimlerinden İskilipli Atıf Hoca idamdan önce bu binada hapis yatmıştır. Osmanlı döneminde ise, burada Ali Fuat Paşa’ya bağlı 20’nci Kolordu Komutanlığının karargahı ve bir hapishane varmış. Ankara Defterdarlığı binayı 2015 yılında üniversiteye devretmiştir.

Ankara Latife Hanım Mektebi
 

 

GAZİ MUSTAFA KEMAL VE LATİFE HANIM MEKTEBİ


1924’te Anafartalar caddesi üzerinde Mimar Kemalettin Bey tarafından ilk kız ve erkek mektepleri olarak yapılmış, yanına da Adliye Binası inşa edilmiştir. Aynı cadde üzerinde bir de Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye-i Etfal) binası yapılmıştır.

Bu her iki okul; önceleri erkek ve kız okulu olarak ayrılırken, kası bir zaman sonra karma eğitime geçilmiştir. Adı “Gazi 1” ve “Gazi 2” olarak değiştirilmiştir.

Gazi Mustafa Kemal’e, “Atatürk” soyadı verildikten sonra ise, “Atatürk 1” ve “Atatürk 2” ilkokulu adını almıştır. Halen: Atatürk İlköğretim okulu adıyla eğitim verilmektedir. Her iki yapıda 2 katlıdır ve girişleri ortadandır.

Alt katta ve giriş kapısında basık, üst kat pencerelerinde ise sivri kemerler kullanılmıştır. Kemerler, Osmanlı mimarisinde olduğu gibi, iki ayrı renk taş ile inşa edilmiştir. İç mekanda, geniş koridorlar, sınıf ve idari amaçlı odalar ile çevrelenmiştir.

Yapıların kagir olan duvarları dıştan sıvanmış, sınıflarda üst kat koridoru zemin ve tavanı, ahşap malzeme ile kaplanmıştır. Yüksek tavanlı geniş koridorlar, sergi düzenlenmesi için uygun olduğundan, özellikle okulun kapalı olduğu zamanlarda çeşitli sergiler düzenlenmiştir.

Atatürk, 8 Kasım 1925 tarihinde okulu ziyaret etmiş, Kız Numune İlk Mektebine: Kuran-ı Kerim ve piyano hediye etmiştir. Atatürk, hediye ettiği bu Kuran tercümesinin üstüne “Gazi Kız Numune Mektebine, dikkatle okunmak için, hediye ediyorum” diye not düşmüş ve imzalamıştır.

 

Ankara Ulus Çocuk Esirgeme Kurumu Binası
 

 

ÇOCUK ESİRGEME KURUMU BİNASI-HİMAYE-İ EFTAL CEMİYETİ

Anafartalar caddesi üzerindedir. Yapı, yan yana iki binadan oluşur. Hatta bir zamanlar, binaya “Çocuk Sarayı” ve önünden geçen caddeye ise “Çocuk Sarayı caddesi” denilmiştir.

İdare binası olarak görülen bölüm: 1926 yılında mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından, 3 blok halinde, dikdörtgen planlı ve 3 kat olarak yapılmıştır.

Binada kuzeybatı blok, 1964 yılında yıkılmış ve yerine iş hanı dikilmiştir.

Ankara Ulus İller Bankası Binası
 

 

İLLER BANKASI BİNASI

Evet, bu binayı sizlere tanıtacağım ama bu bina yakın zaman önce yıkıldı, yani göremeyeceksiniz, sadece resimlerini görebilirsiniz.

Evet, İller Bankası binası, 1937 yılında, Atatürk’ün mimarı olarak tanınan Seyfi Arkan tarafından inşa edildi. İller bankası, 1933 yılında Belediyelerin imar faaliyetlerini finanse etmek için kurulurken, ihtiyacı olan binanın yapılması için bir proje yarışması yapıldı.

Yarışmaya katılan 18 farklı proje arasından, Mimar Seyfi Arkan’ın projesi seçildi ve projenin uygulanması için inşaat 1937 yılında tamamlandı.

Ancak binanın yakınlarında, 2013 yılında bir cami inşaatı başladı. Seyfi Arıkan’ın İller Bankası binası, korunması için tescilli olmasına rağmen, 2016 yılında tescil kaldırıldı ve 2017 yılında bina yıkıldı.

Yıkım sebebi, hemen yan ortaya yapılan caminin uzaktan görülebilmesinin sağlanmasıdır. Binanın yıkıldığı yere çim ekilmiştir.

Adliye Vekaleti Binası
 

 

ADLİYE VEKALETİ BİNASI

Anafartalar caddesi üzerindeki bu yapı: 1925-1926 yılları arasında 3 katlı olarak inşa edilmiştir. Yapım yıllarında, dış görünüşü yanında, yüksek tavanı, ilk girişten sonra her iki tarafda sağlı-sollu bulunan geniş merdivenleri ile haklı bir ün kazanmıştır.

Halk arasında, Adliye binasının büyüklüğü ve görkemini anlatmak için “Öyle merdivenleri var ki, üç kişi yan yana çıkabiliyor” diye tarif edildiği söyleniyor. Binanın giriş katında bir vestiyer, yarım kat üstte karşılıklı iki küçük oda, biri postane ve diğeri baro vestiyeri olarak görev yapıyordu.

Baro ise binanın en üst katı olan 3’ncü katta, kendisine ayrılan iki odada çalışıyordu. Odalardan birinde Baro Başkanı ile yönetim kurulu üyeleri bulunur, diğer geniş odada ise baro kalemi görev yapardı.

Kalın duvarları, ahşap çift kanatlı pencereleri ve şimdinin iki kat yüksekliğindeki tavanları olan binanın birinci ve ikinci katlarında, bulunan Ağır Ceza Mahkemelerinin, anfi şeklindeki geniş salonları, yüksek tavanı ve hafif loş aydınlatması ile ayrı bir görkemli görünüşü vardı.

İlk yapıldığında okul olarak yaptırılan bina, daha sonra sırasıyla, Adliye Vekaleti, Şeriye ve Evkaf Vekaleti, Tan Gazatesi Matbaası, Hukuk Mektebi yemek ve yatakhanesi gibi işlevleri üstlenmiş ve 1940 yılında ise, Anafartalar Polis Karakolu olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Bina; 1983 yılından bu yana ise, Ulus Oteli olarak kullanılıyor.

Aynı zamanda “Taşçıoğlu Konağı” olarak da bilinen yapının alt katlarında, günümüzde Taşçıoğlu Hac malzemeleri satan mağaza vardır.

Yapı, günümüzde Adalet Bakanlığı bir birimi tarafından kullanılmaktadır.

Ankara Opera Binası
 

 

OPERA BİNASI

Şevki Balmumcu tarafından 1933-1934 yılları arasında yapılmıştır. Proje, Cumhuriyet tarihinde açılan ilk uluslararası yarışma ile belirlenmiştir.

Milli İktisadi ve Tasarruf Cemiyeti tarafından açılan yarışmada finale kalan diğer projenin sahibi Paolo Vietti Violi’nin dir ama çok pahalı bulunduğu için tercih edilmemiştir.

İlk yapıldığında “Sergi evi” olarak tasarlanmış, ancak 1946 yılında Milli Eğitim Bakanlığı kararı sonrasında, 1947-1948 yılları arasında ise Alman Mimar Paul Bonatz tarafından “Opera” ya dönüştürülmüştür.

Binanın mimarı Şevket Balmumcu, bu olayın sonrasında çok üzülmüş ve mesleki yaşamını bitirmiştir.

Caddeye doğru paralel uzanan yapı, birbirini dik olarak kesen iki kütleden oluşur. Uzun olan eksende, yapının uçları yarım daire olarak sonlandırılmıştır.

Bu uzun kütleyi kesen diğer kısa kütle, paralel yerleştirilmiştir.

Ankara Opera Binası
 

 

Binanın ana kütlesi: giriş, seyirci salonu ve sahne olmak üzere, başlıca 3 yapıdan oluşur. Caddeye bakan cephesindeki revaklar bütünlüğü sağlar.

Temiz bir işçilik ve tamamen yerli malzeme ile gerçekleştirilen bina içinde, çoğunlukla geleneksel Türk konut mimarlığının başarılı yorumları görülür.

Bunların başında, fuayenin asma katındaki alçı şebekeli, vitraylı pencereler ve fuaye ve seyirci salonundaki ahşaptan yapılmış duvar ve asma tavan uygulaması gelir.

Ankara Opera Binası
 

 

Evet, binanın içi labirent gibidir. Yer altında da, yer üstündeki kadar kat vardır. Dekorlar, 3 metreye 10 metrelik asansörlerle taşınır.

Üst katlarda, operacıların çalışma odaları vardır.

Alt katta ise, aynalarla çevrili bale salonu bulunur. Ayrıca, yine bina içinde, marangozhane, peruk, elbise, ayakkabı atölyeleri vardır.

Binanın ön cephesinde, Ankara taşı renginde suni taş, diğer cephelerde ise fildişi renkli sıva kullanılmıştır.

Ankara Opera Binası
 

 

Ana girişin ortasında Muhsin Ertuğrul, sağında Cüneyt Gökçer ve solunda ise Leyla Gencer heykelleri bulunur. Muhsin Ertuğrul: Türk tiyatro ve sinemasına çok büyük emekler veren ve Türk Tiyatrosunun batılı anlamda kurucusu olan sanatçıdır.

Uzun yıllar Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü yapmıştır. 1979 yılında İzmir’de vefat etmiştir.

Ankara Opera Binası önü Muhsin Ertuğrul Heykeli
 

 

Cüneyt Gökçer: 1958 yılında Devlet Tiyatroları Genel Müdürü oldu ve 1983 yılına kadar, 23 yıl bu görevde kaldı. 23 Aralık 2009 tarihinde vefat etti.

Ankara Opera Binası önü Leyla Gencer Heykeli
 

 

Leyla Gencer ise, dünyaca ünlü, en önde gelen sopranolardan birisidir. 1950-1958 yılları arasında, Ankara Devlet Operasında, devlet konuklarına verilen resitallerde görev aldı. 10 Mayıs 2008 tarihinde, İtalya Milano’da hayata gözlerini yumdu.

 

Ankara Radyo Evi Binası
 

 

RADYO EVİ BİNASI

Ankara radyosu, 1927 yılında yayınlarına başlamıştır. 1936 yılında ise, yayınlarına başlayan Ankara radyosu için büyük bir radyoevi kurulması düşünülmüştür ve Londra merkezli Marconi firması da konu ile ilgilenir.

1936 yılı sonuna doğru firma yetkilisi R.D. Bangay Türkiye’ye gelir ve işin nasıl yürütüleceği konusunda görüşmeler yapar. İşin iki boyutu vardır. bir yandan teknik bir hizmet alınacak, bir yandan da bu hizmetin alınacağı yapının inşaatı gerçekleştirilecektir.

Projenin tamamı içinde inşaat kısmı “alt yüksenici” nin sorumluluk alanıdır. Nitekim bina için yapılan harcama toplam yatırımın yaklaşık dörtte biri kadardır. Bina 327 bin TL, teknik alt yapı ise 907 bin TL mal olmuştur.

Firma bu “birinci sınıf” olması gereken yapı için İstanbul ve Ankara’daki mimar ve müteahhitlerin isimlerini toplamaya girişir.

Bu süreçte Osmanlı Bankasının Londra merkeziyle İstanbul’daki şube arasında yazışmalar olur. Bunlar arasında yer alan, İstanbul’da hazırlanan bir listede, mimar olarak Giulio Mongeri ve Burhaneddin Tamcı, müteahhit olarak ise Nuri Demirağ gibi isimlerin verildiği görülür.

Ayrıca, Bangay’ın Türkiye’ye gelmeden önce, İngilizce bilen birisiyle çalışmanın önemli olduğu düşüncesiyle Osmanlı Bankasının Türkiye’deki teknik danışmanı Osborne Mance’dan bilgi topladığı ve böylelikle Ankara’da Kanada’lı bir yüklenicinin varlığından haberdar olduğu anlaşılmıştır ki, bu Kanadalı yüklenici Aggiman’dır.

Ankara Radyo Evi Binası
 

 

Hollanda’dan Philips, Amerika’dan Radio Corporation of America ve Almanya’dan Telefunken firmalarının davet edildiği ihale, İngiliz Marconi firması tarafından alınır. İhale kapsamında: Etimesgut’da bir verici istasyonu ve şehir merkezinde, içinde büyük, orta ve küçük stüdyoların yanında spiker stüdyosu da olan bir ana stüdyo binası vardır.

Aggiman, inşaat zemininin kayalık olması nedeniyle ciddi boyutta kazı yapmak zorunda kalır. 1938 başında, Marconi yetkilileri, Türkiye’ye gelip inşaatı kontrol ederler ve zaten inşaat, aynı tarihte son durumuna gelmiş, binanın dışı bitmiştir.

İlk haberlerde, radyo evinin açılışı Atatürk tarafından yapılacağı bildirilmesine rağmen, ağır hasta olması nedeniyle Atatürk açılışı yapamaz, Ekim 1938 tarihinde, radyo evi açılışı, Başbakan Celal Bayar tarafından yapılır.

Binanın kullanıma geçmesi sırasında, Londra’dan gelen BBC uzmanları, yapının eksikliklerinin tamamlanmasında, Aggiman ile temasta bulunurlar, danışmanlık yaparlar.

Sözleşmeye göre, radyo evinin fenni sorumluluğu, 3 yıl boyunca Marconi tarafından üstlenilir. Marconi de, bu sürede ortaya çıkabilecek sorunları Aggiman aracılığı ile daha kolay çözebileceğini düşünür.

Halen, bu radyo evi binası, günümüzde de kullanılmaktadır.

Türk Hava Kurumu Binası
 

 

TÜRK HAVA KURUMU BİNASI

1934-1937 yılları arasında, mimar Ernst Egli tarafından projesi çizilerek yapılmıştır. Türk Kuşu Binası olarak yapılan yapı: mimar Egli’nin simetrik düzenlemeden vazgeçtiği nadir sayıdaki yapılardan biridir.

Giriş kanadının sadece cadde tarafındaki cephesi, kendi içerisinde hiçbir şekilde vurgulanmayan bir yansımayı gösterir. Bina, üç tane basit eklentiyle birleştirilmiş, iki veya üç katlı bir yapı bölümünden oluşan, kuvvetli bir şekilde biçimi bozulmuş bir “H” dir.

Ön cephesi tamamen cam kaplıdır. Girişe, caddeden birkaç basamak merdivenle ulaşılır. Bu girişin hemen arkasında, yan taraftan büro kanadına ait hacim içerisine entegre edilmiş ama merdivene ulaşılan bir koridor bulunur.

Giriş kanadı, zemin katta kapı görevlilerinin kulübesi ile birlikte fuayeyi barındırır. Üst katta, bir tarafta kütüphane, toplantı odaları ve diğer ortak alanlar, diğer tarafta ise yönetim ofisleri ve iç kısımda merkezi bir salon bulunur.

Binanın ön cepheleri materyallerden önemli bir fark olmaksızın, tamamen farklı tasarlanmıştır. Giriş kanadının ön cephesi, ince bir dikey şeride sahiptir. Pencereler, birer delik şeklinde, eşit olarak dikey şekilde yerleştirilmiştir.

Alttan ve üstten pencere pervazlarına bağlı kesintisiz düşey çıkıntılar bulunur. Gösterişli iç mekanlar (müdür odası, kütüphane ve katlardaki fuayeler) koyu renk ahşap parkeler, ahşap kaplamalar ve tavandaki alçı kabartma havası verilen, yüzyıl başındaki Viyana yapılarında görülen bir tasarıma sahiptir.

Ofislerin bulunduğu kanat, daha katı işlevsel bakış açılarına göre tasarlanmıştır. Işıklık tarafından aydınlatılan bir koridor vardır.

Büro mekanlarının yazın soğutulmasında, kışın ısıtılmasında kullanılan bir havalandırma sistemi de tasarlanmıştır.

Zübeyde Hanım Mektebi
 

 

ZÜBEYDE HANIM MEKTEBİ

İlk olarak “İsmet Paşa Kız Enstitüsü” olarak hizmete giren okulun binası, 1925 yılında, Alman asıllı mimar Egli tarafından yapılmıştır.

Okulun açılmasından 3 yıl sonra, Ankara’nın terzi ihtiyacını karşılamak için, okulda döner sermaye atölyesi açılmıştır.

1969-1970 yılları arasında, okul, İsmet Paşa Kız Enstitüsü ve Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu olarak faaliyetini sürdürmüştür. 23 Eylül 1969 tarihinde ise, Bakanlık onayı ile, büyük Türk anası olan Atatürk’ün annesinin ismine ithafen “Zübeyde Hanım Kız Enstitüsü” olarak ismi değiştirilmiştir.

1979-1980 yılları arasında Olgunlaşma Enstitüsü binasında bulunan Ankara Kız Meslek Lisesi, 14 Ağustos 1979 tarihinde, bugün bulunduğu binaya aktarılmış ve Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi adı altında eğitime devam edilmiştir.

 

Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
 

 

DİL VE TARİH COĞRAFYA FAKÜLTESİ

Ankara Üniversitesine bağlı bu fakülte, 1 Ekim 1935 tarihinde kurulmuş ve Evkaf Apartmanının bir bölümünde eğitime başlamıştır.

Daha sonra ise yeni fakülte binasını geçilmiştir. Yeni fakülte binası: 1937-1939 yılları arasında; Bruna Taut tarafından yapılmıştır ve halen aynı işlevini sürdürmektedir.

Yapının mimarisi: kübik estetiğe uymaz, Orta Avrupa geleneği ve Türk etkilerinin bir sentezidir.

Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
 

 

Yeni fakülte binası, görkemli bir binadır. Ana kütlesi, bulvar boyunca uzanır. Bodrum üzerine yüksek bir zemin ve dörder katlı kütlelerin birleşmesiyle oluşmuştur.

Zemin kat: köşeleri yuvarlatılmış girişi ve mermer döşemeli büyük holü ile, üst katlardan farklıdır. Buradan görkemli bir merdivenle, üstteki dört kata çıkılmaktadır.

Katlarda, fakültenin çeşitli birimlerine ait sınıf ve idari mekanlar, uzun bir koridor boyunca dizilmiştir.

Yapının girişinin bulunduğu orta bölüm, dışarı taşar. Üstte ise, Atatürk’ün özdeyişinin harflerinin bulunduğu kısım, hafif bir kavis yaparak yükselir.

Burada eş büyüklükte ve aralıkta dizilmiş pencereler bulunur. Ön cephe taş kaplamalı, arka ve yan cepheler ise sıvalıdır.

Giriş holü taşıyıcı kaplamalarında turkuaz renkli çini kullanılmıştır. Bu durum, mimar Taut’un, Mimar Sinan’a ve Türk kültürüne duyduğu ilgi ve hayranlığı ifade eder.

Yapının korkuluk ve benzeri demir aksamın tasarımı da, diğer ayrıntılar gibi mimar Taut elinden çıkmıştır.

Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesindeki Atatürk Maskı
 

Atatürk Maskı

Fakültede, 1937 tarihinde, heykeltıraş Josef Thorak tarafından yapılan bir Atatürk maskı vardır.

Thorak, kamuya ait birçok binada sergilenen muhtelif Atatürk portreleri yapmıştır. Bunlardan birisi de, Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin giriş holündedir.

Thorak tarafından granit yontularak yapılmıştır. Bu büstte Atatürk, dinamik, neredeyse kızgın bir yüz ifadesiyle birlikte, hemen hemen sadece gür kaşlarını vurgulayarak resmedilmiştir.

Büstte ağırlık noktası: enerjik ağız bölümü ile sert ve çatılmış kaşlar üzerinde toplanmıştır.

Baş kısmı sıkı bir şekilde çevreleyen kabartma blok, baskınlığı, azmi, irade gücünü birleştirmekte ve Atatürk’ü enerjik bir şahsiyet olarak ortaya çıkarmaktadır.

Ankara Olgunlaşma Enstitüsü
 

 

ANKARA OLGUNLAŞMA ENSTİTÜSÜ BİNASI

Bina, 1927 yılında, Maarif Vekaleti tarafından, modern bir okul binası olarak, İsviçreli mimar Ernst Elgi’ye yaptırılmıştır.

Yine, aynı mimarın eseri olan ve 1930 yılında yanına inşa edilen İsmet Paşa Kız Enstitüsü binası ile bütünlük içindedir.

1936 yılına kadar ülkemizde kalan İsviçreli mimar Ernst Elgi: 1927-1928 yılları arasında Devlet Konservatuvarı (Musiki Muallim Mektebi), 1928-1930 yılları arasında Erkek Ticaret Lisesi, 1933 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Şarap ve Süt Enstitüleri ve Rektörlük Binası, 1935 yılında Mülkiye Mektebi ve 1936 yılında Gazi Lisesi binasını yapar.

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk Ankara Olgunlaşma Enstitüsü Binası

 

1958 yılında eğitim öğretime başlayan Ankara Olgunlaşma Enstitüsü, geleneksel Türk giyim ve el sanatlarını araştıran, geliştiren, tanıtan ve çağdaş tasarımlarla asılları bozulmadan gelecek kuşaklara emanet eden bir kurumdur.

Çeşitli yerlerde faaliyetini sürdüren okul, 1962 yılında bugünkü binasına geçer.

Okul binası içinde, 1981 yılında bir de müze açılmıştır. Müzede, geç Osmanlı dönemi eserleri sergileniyor.

 

Kızılay Meydanı ve Kızılay Binası
 

 

KIZILAY MEYDANI VE KIZILAY BİNASI

Kurtuluş savaşında “Kızılay Taburu” burada konaklamıştır. Ankara halkının yardımları sonucu, bu merkeze: kıyafetler, çoraplar gibi giysiler ve ekmek, kuru üzüm gibi gıda maddeleri ve bir kısım sağlık malzemesi toplanmıştır.

Ardından, 1925 yılında, Lörcher ve sonrasında Jansen planında, Sıhhıye’de planlanan bir alana bakanlıkların yerleştirilmesi ve kentin gelişiminin bu yönde olması kararlaştırılmıştır.

Ardından, 1930 yılında buraya, Hilal-i Ahmet (Kızılay) binası ve bahçesi yapılmıştır. (Kızılay Genel Müdürlüğü binasının kurulmasıyla ilgili ayrıntı, aşağıdadır.)

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk Kızılay Meydanı ve Kızılay Binası

 

Yine aynı dönemlerde: Kızılay’da en önemli kamusal alan “Havuzbaşı” dır ve burası yine Lörcher planında, Cumhuriyet Meydanı olarak planlanan alandadır. Ulus meydanı, resmi kullanımlar için düzenlenmiş ancak Cumhuriyet meydanı sivil kullanım için düzenlenmiştir.

Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında, Yenişehir’de yaşayan halk, bu havuz başını yoğun olarak kullanmıştır. Takip eden dönemde, burada Güvenpark da kurulmuş ve Kızılay Ankaralılara modern yaşama dair özel yerler sunan sivil kullanıma uygun bir alan haline gelmiştir.

1952 yılında, binaların zemin ve bodrum katlarının pasaj olarak düzenlenmesi ve bitişik nizam apartmanlara izin verilmesiyle Kızılay bir ticaret merkezi haline dönüşmeye başlar. 1959 yılında, Türkiye’nin ilk gökdeleni (Emek İşhanı) yapılır.

1960 yılında meydanın ismi, Belediye Encümeni tarafından “Hürriyet Meydanı” olarak değiştirilir. Ancak, Ankara halkı, bu ismi benimsemedi ve meydanın ismi yine “Kızılay meydanı” olarak anılmaya devam edildi ve kısa bir süre sonra Hürriyet Meydanı ismi kararı iptal edildi.

Kızılay parkı, trafik yükünü karşılayabilmek için genişletilen Atatürk Bulvarı ve Ziya Gökalp Caddeleri nedeniyle, önemli ölçüde küçültülmüş ve bir kurum bahçesi niteliğini almıştır.

 

Parktaki havuz ve heykel taşınmıştır.

Heykel “Su perileri” heykeli olarak bilinir.

Bu bronz heykel, Cumhuriyetin ilk yıllarında İtalya’da yapılarak getirilmiştir. Uzun yıllar boyunca, Ankara’nın çeşitli yerlerinde bulunmuştur.

Kızılay’dan sonra Hacettepe Parkı ve sonrasında Tandoğan Meydanında bulunmuş. 1992 yılında inşaat sebebiyle buradan kaldırılan heykel, bir süre bilinmeyen bir yerde çürümeye terk edilmiş iken, 2010 yılında Cer Modern Müzesi bahçesinde kendine yer bulabilmiştir.

Heykelin diğer kardeşi ise, günümüzde Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinin Ulus’daki binasının bahçesindedir.

Evet, devam edelim: Sonrasında Kızılay meydanında, artık heykeli olmayan küçük bir havuz, çocuklar için oyun yeri ve Kızılay kurumuna gelir getirecek ürünlerin satıldığı bir büfe kalmıştır.

1970 yılına gelindiğinde ise, bir park olarak fiziki özelliklerini kaybeden Kızılay parkı tamamen ortadan kaldırılır.

Kızılay binasının önünde, sadece küçücük bir bahçe kalır. Satış büfesi durmaktadır ama artık daire biçimli bir çiçek tarhı ve yaya yollarından arta kalan alandaki çim zeminden başka bir şey kalmaz.

Bu çim zeminin Ziya Gökalp caddesi tarafında ise, ülkemizde böyle bir sağlık ve yardımlaşma kurumunun oluşumu ve kurumsallaşmasına katkı sağlayanların büstleri vardı.

1979 yılında Kızılay binasının yıkılmasıyla, adıyla öz deşen simgesi de yok olmuştur. 1990’lara gelindiğinde ise, şehir dışı yeni konut yerleşim alanlarının yapılmasıyla, birçok ticaret ve ofis işlevleri çevrelere kaymış ve Kızılay meydanı giderek köhneleşmeye başlamıştır.

Aynı zamanda, meydan tamamen bir trafik kavşağına dönüşmüştür. Yıkılan Kızılay binasının yerine, 1980 yılında; “Kızılay Sosyal ve Rant Tesisleri Mimari Projesi” ismiyle bir yarışma açılmış ve yarışmayı kazanan projenin 1988 yılında uygulanmasına başlanmıştır.

Ölçeğiyle eleştirilen bu yeni yapı, fiziksel ve anlamsal yönden meydan üzerinde olumsuz etki yaratmış (Kızılay AVM) ve Kızılay binasının yakılmasından 30 yıl sonra tamamlanabilmiştir.

Günümüzde bulunmayan bu bina, bir zamanlar Ankara’nın en hareketli ve popüler meydanına ismini vermiştir, bu yüzden, Kızılay binasından biraz söz etmek istiyorum.

Kızılay Meydanı ve Kızılay Binası
 

 

Kızılay binası, 1929 yılında mimar Robert Oerley tarafından tasarlanmış yapılmış ve Kızılay Genel Müdürlüğü olarak hizmete açılmıştır.

Bina: Cumhuriyetin ilk yıllarında: Atatürk Bulvarı ve Ziya Gökalp Caddesinin kesiştiği yerdedir. 3 katlı bina, başkentin simgelerinden biriydi.

Burada büyük meydana doğru açılan bir park da vardır. Havuzbaşı olarak anılan bu park: şehrin en temiz ve bakımlı parklarından birisidir ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankaralılar tarafından yoğun olarak kullanılmıştır.

Havuzbaşı’nın açıldığı bu meydan, 1927 yılında “Kurtuluş Meydanı” ismini alır. 1929 yılında burada Kızılay Genel Merkezi binası inşa edildikten sonra ise, Havuzbaşı, Kızılay Parkı ismini almış, meydan ise, Kızılay meydanı ismini almıştır.

Yenişehir semti ise, Kızılay olarak anılmaya başlanmıştır.

Bu yıllarda, Ankara Belediye Bandosu, ilkbahar akşamlarında havuz başında konserler verirdi.

1970’li yıllarda bu park fiziksel özelliklerini yitirdi ve ardından ortadan kaldırıldı. Kızılay binasının önünde, sadece küçücük bir bahçe kaldı.

1979 yılında ise, tarihi eser olmasına rağmen (1930 yılı öncesinde yapılmış tüm binalar “tarihi eser” olarak tescil edilmiştir.) Kızılay binasının bu durumu Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından bir toplantıda kaldırıldı ve Kızılay binası yıkıldı ve bu araziye, günümüzde görülen “Kızılay Alışveriş Merkezi” yapıldı.

Kızılay Alışveriş Merkezi
 

 

Kızılay Alışveriş Merkezi

Kızılay Genel Müdürlüğü tarafından 1980 yılında açılan proje yarışmasını, Affan Yatman’ın projesi kazanmıştır. Ancak çeşitli anlaşmazlıklar nedeniyle, binanın temeli 1993 yılında atılabilmiştir.

1999 yılında bina bitirildiğinde ise, işletme hakkı, yap-işlet-devret formülü ile 25 yıllığına bir mağazaya verilmiştir. Ancak, 2001 yılında ekononik sorunlar yaşayan mağaza yönetimi, ödemelerde sorunlar yaratmış ve inşaat devam edememiş, Kızılay Genel Müdürlüğü ile anılan mağaza yönetimi arasında dava açılmıştır.

2003 yılında taraflar arasındaki sözleşme iptal edilmiş ve yeni bir yatırımcı bulunmuş, bu yatırımcı gerekli ödemeleri yapmış ve bina, aynı yatırımcıya 25 yıllığına kiraya verilmiştir.

Evet 23 Aralık 2011 tarihinde hizmete açılır. 20 bin metre kare alana sahip binada, 110 mağaza ve çocuk oyun alanları, eğlence merkezleri, yeme alanları ve 300 araçlık kapalı otopark bulunmaktadır.

Evet, Kızılay meydanı yazısını bitirmeden önce, elbette belirtmek gerekir ki, günümüzde bu meydanın ismi 26 Temmuz 2016 tarihinde “15 Temmuz Kızılay Demokrasi Meydanı” olmuştur.

Yargıtay Binası
 

 

YARGITAY BİNASI

Kızılay merkezde, meydandan Çankaya istikametine giderken sağ yanda görülür. Yapı: 1933-1935 yılları arasında, Avusturyalı mimar Prof. Clemens Holzmeister tarafından tasarlanan projeye göre yapılmıştır. Yargıtay 10 Hiziran 1935 tarihinde buraya taşınmıştır.

Alman Neo-Klasizm tarzına yaklaşan mimari uslüpla yapılan yapı: bodrum üzerine üçer katlı kütlelerin, U biçimi yapacak şekilde birleşmelerinden oluşur. U’nun güney yönündeki ayağına, dik bir kule yerleştirilmiştir.

Yapı, çevresindeki diğer binalardan ayrılmakta ve Alman neo-klasisizmine yaklaşır. Çünkü: girişte merdivenlerle ulaşılan ve krişlerle üstten bağlanan taş kaplama yüksek ayaklar düzeni diğer binalardan farklıdır.

Mimar Holzmeister’in Devlet Mahallesindeki bu son yapısının cephe ve kütleleri, önceki bakanlık binalarına nazaran, girinti ve çıkmaları ve yivleriyle daha hareketlidir ve üzerinde daha çok uğraşılmış izlenimi vermektedir.

Yapıda malzeme kullanışlı mekanların önemine göre değişir. İki kat ve girişin zemini, tavana dek duvarları ve merdivenlerin kapalı korkulukları beyaz mermerle kaplanmıştır. Mermerin bu denli fazla kullanımı, soğuk bir etki yapar.

Buna karşılık yan koridorlarda karo, balkonlarda ise döşeme malzemesi olarak mozaik kullanılmıştır. Cephelerdeki pencere ve kapı çerçeveleri, girişteki ayaklar, subasman ve kütlelerin üst katının yaptığı çıkmalar: Ankara taşındandır.

Diğer yüzeylerde serpme sıva kullanılmıştır. Bodrum pencerelerinde, karelerden oluşan ilginç demir korkuluk, mimarın aynı yıl tasarladığı Emlak Bankası binasında da görülür.

Bina ilk yapıldığında: Yargıtay’dan başka Adalet Bakanlığı ve Askeri Yargıtay tarafından birlikte kullanılmış, ancak daha sonra yetersiz kalınca Bakanlık ve Askeri Yargıtay, kendi binalarına tanışmıştır.

Yine de mevcut bina yetersiz kalınca: 1956-1958 yılları arasında, orijinali 2 kat olan binaya 3’ncü bir kat ilave edilmiştir.

Yargıtayda iş hacmi artınca, Holzmeister’in 1955 yılında; mimarlık şaheseri olan “Adli yıl açılışı ve Yüce divan yargılamaları” için yaptığı “Kubbe altı” olarak adlandırılan bölüm, 1960’lı yıllarda, orta bina konferans ve Genel kurul binalarının yapımı için yıkılmıştır.

O yıllarda, Adli yıl açılış törenleri: Kubbealtı denen yerde askeri bandonun çaldığı İstiklal Marşı ve askeri marşlar eşliğinde başlar, gelen konuklar karşılanır, ana binanın giriş protokolünün ihtişamı ve kubbe altının genişliği birleştiğinde, muhteşem bir görüntü ortaya çıkardı.

Kubbealtı bölümüne: mimari olarak diğer binalarla uyum göstermeyen Genel Kurul ve Konferans salonlarının bulunduğu bir bina yapılmıştır.

Ancak 1967 yılında bu yeni bina da yetersiz kalmıştır.

Sıhhıye Orduevi
 

 

SIHHIYE ORDUEVİ

Sıhhıye semtinde, Atatürk Bulvarı üstündeki bu bina, 1930-1931 yılları arasında mimar Clemens Holzmeister tasarımı ile inşa edilmiştir.

Zamanın Milli Savunma Bakanı Abdülhalik Renda önderliğinde temelleri atılan yapı, kuruluş aşamasında “Zabitan Yurdu” olarak öne çıkmıştır.

Zabitan yurdu, bitirilmesinin ardından 22 Aralık 1932 tarihinde dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından açılır.

Törene, Başbakan İsmet İnönü de katılır. Atütürk Zabitan Yurdunun açılışına gelmemesine rağmen, 3 gün sonra burayı ziyaret eder ve bu ziyaret esnasında verdiği direktif doğrultusunda buranın ismi “Ankara Orduevi” olarak değiştirilir.

Ancak askeri camia içinde, buranın ismi “Atatürk’ün Orduevi” olarak anılmaya başlanmıştır.

Bu arsaya orduevi yapılmadan önce, burada “Hale” adında bir alışveriş ve eğlence merkezi bulunuyordu.

Adının binanın içinde bulunan “Hale Bar” dan almıştır. 1926 yılında, şehir merkezinden çok uzakta, park-bahçe düzenleme alanlarının dışında, herhangi bir yapılaşma olmayan ve hatta ulaşımın bile mümkün olmadığı buradaki eğlence mekanı, Ankara halkı tarafından ilgi çeken bir mekan olarak tanınıyordu.

Evet, gelelim Orduevi binasının özelliklerine: Ana kütlesi, zemin üstüne, 3 katlı ve “U” biçimindedir. Doğu-batı yönünde, U’nun ayaklarından birinin uzatılmasıyla oluşturulmuştur.

Bu uzayan kısım, özgün durumda, zemin üzerine teras katı oluşturur. Giriş katında: ortak mekanlar bulunur. Üst katlarda: koridor boyunca banyolu konuk odaları vardır.

Birinci katın düz olan yüzeyi, ikinci katta balkon girintileriyle değişir. Pencereler ve hatta balkon kapıları, eş büyüklüktedir ve eşit aralıkla dizilmiştir.

Dışa bakan yüzeylere derinlik ve gölge ışık efektleri kazandırılmıştır ve bu ceple düzenlemesi özellikle Milli Savunma Bakanlığı binasında da kullanılmıştır.

Zemin katta pencereler oldukça büyüktür. Kütlenin kübik görüntüsünü bozmamak için, kiremit kaplı eğimli çatı, arkada gizlenerek düz çatı görünümü verilmiştir.

Zemin kat, dışarıdan taşla ve üst katlar ise serpme sıva ile kaplanmıştır. Holzmeister’in çıkmalı cephe tasarımları, Viyana kübik mimarlık geleneğinin sürdürülmesidir.

İlk yapılan binanın ihtiyaca cevap vermemesi üzerine, 1960 yılında, B Otel bölümü yapılıp hizmete sokulur. 1962 yılında, A Otelin üzerine 2 kat ilave edilir. 1968 yılında, B Otel binasına sinema/konferans salonu ilave edilir.

Yapı, halen Ordu evi olarak kullanılmaktadır.

 

Milli Savunma Bakanlığı
 

 

MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk:

Yapı, mimar Clemens Holzmeister tarafından tasarlanmış ve 1927-1931 yılları arasında yapılmıştır.

J.H.Lambert: Ankara’da yükselen önemli kamu yatırımlarından söz ederken, bu yapı için şunları söyler “mimari özellikleri-kombinasyonları bir Türk hususiyeti olup bir diğer örneğine de Ordu evinde rastlanmaktadır”

Yapı: büyük bir dikdörtgen avlu çevresinde yerleşir. Koridorlar boyunca dizilen mekanların oluşturduğu bir yapıdır. Yüzey çıkmaları ile tekdüzelikten kurtulup, hareket kazanmıştır.

Bu çıkmalar ya iki katın 3-4 penceresini içine alacak gibi ters “T” biçiminde ya da kuzey cephesinde görüldüğü gibi tek pencereli çıkmalar şeklindedir.

Ön cephesindeki üst iki kata çıkma yapılmamıştır. Simetrik olan yapının anıtsal girişinin bulunduğu orta kısım, 9 akslı bir kat eklenmesiyle yükseltilmiştir.

Eş büyüklükteki pencereler, eşit aralıklarla yerleştirilmiştir. Giriş üstündeki çıkmalar, kesme taşlarla kaplıdır. Yapının gerisi, gri sıvalıdır.

Üst örtüsü, düz çatı izlenemi veren, geriye çekilmiş kırma kiremit çatılıdır.

Genelkurmay Başkanlığı
 

 

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI BİNASI

Devlet Mahallesinin ilk yapılarından olan bu bina, yeni TBMM binasının karşısındadır. 1928-1930 yılları arasında, Mimar Clemens Holzmeister’in tasarladığı projeye göre yapılmıştır.

Karargah binasının bulunduğu yer, inşaat çalışmaları başlamadan önce tarla konumunda bir arazi parçasıdır. Genelkurmay Başkanlığı, o yıllarda, Ankara Ziraat Mektebinde faaliyet göstermektedir.

Yeni bir bina yaptırmak için, belirlenen bugünkü binanın olduğu yerdeki araziler, sahipleri tarafından bağışlanmak istenilse de, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, ileride hukuksal sorunlar çıkabileceği nedeniyle bunu kabul etmemiş ve arazileri para karşılığı satın aldırmıştır.

Binanın projesinde “Erkan-ı Harbiye” kelimelerinin baş harfleri esas alınmıştır. Bu yüzden bina “Büyük Erkan-ı Harbiye” olarak isimlendirilmiştir.

1929 yılında inşaata başlanmış ve 1930 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır.

Mimarın Türkiye’deki yapılarında uyguladığı cumba görünümündeki kuzey çıkmaları, caddeye dik iki bloğun ön cephesinde de görülür.

Genelkurmay Başkanlığı
 

 

Ayrı binalarda hizmet veren, Genelkurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı, 1959 yılında birleştirilmiştir.

Mevcut binaların ihtiyaçları karşılamaması üzerine, 1970 yılında ek binalar yapılmıştır.

Ankara Kara Harp Okulu
 

 

ANKARA KARA HARP OKULU

Ankara Ulus ile Kızılay arasında Tarihe Yolculuk:

1935 yılında, mimar Clemens Holzmeister tarafından tasarlanan projeye uygun olarak inşa edilmiştir.

Binanın plan ve cephe tasarımı simetrik anlayışla tasarlanmıştır.

Yapının giriş cephesi: Holzmeister mimarisinin genel karakteristiğine uygundur.

Ancak, az da olsa 19’ncu yüzyıl mimarlığının izlerini taşır. Yapı, doğu-batı doğrultusunda uzanır, dikdörtgen bir avlu çevresinde yerleşir, yarım bodrum üzerine 3 kat olarak düzenlenmiştir.

Oldukça yalın bir düzenlemeye sahiptir. Ana giriş, yapının Ankara’ya bakan kuzey kanadının ortasında yer alır.

Yapıdaki: yönetim, derslik, büro, öğrenci koğuşu gibi işlevler uzun kanatlara yerleştirilmiştir. Binanın kuzeye bakan ana cephesi, diğer cephelerden daha özenli biçimlendirilmiştir.

Bu cephenin birinci kat pencereleri, altta ve üstten yatay taş kuşaklar ile çevrelenmiştir.

Bütün cepheler, su basman seviyesine kadar Ankara taşı ile kaplanmıştır.

Diğer bölümler ise, sıvalıdır.

Kolonlarda, girişlerin çerçevelerinde ve merdivenlerde Ankara taşı kullanılmıştır.

Ankara Kara Harp Okulu
 

 

Ankara Sıhhıye Hitit Anıtı hakkındaki yazım için.

Ankara gezi planı hakkındaki yazım için.

Ankara tarihi hakkındaki yazım için.