Kuşadası

Kuşadası

İşte, Türkiye’nin gerçek bir turizm cennetlerinin başında bulunan bir cennet mekanı Kuşadası.
Kuşadası, Aydın İline bağlı bir ilçe. Aydın’a yaklaşık 60 km. uzaklıkta. Ankara yönünden gelecekler için: Ankara-Aydın: 530 km. İzmir üzerinden gelecekler için: İstanbul-İzmir arası: 561 km. İzmir-Selçuk: 76 km. ve Selçuk-Kuşadası ise: 12 km. Ulaşım sonunu yok, gerek Aydın üzerinden ve gerekse İzmir üzerinden gelirken, otoban yoldan, gayet rahat bir yolculuk yapacaksınız.

Yalnızca, dikkat etmeniz gereken tek şey: her iki yönden de gelirken, sakın “Kuşadası” tabelasını yani dönemeci kaçırmamak, yoksa tekrar geri dönmeniz imkansız. Bu tabelaya mutlaka dikkat edin.

“Selçuk-Kuşadası” tabelasını kaçırmamanız gerek. Bu tabeladan saptıktan sonra: yine düzgün bir yoldan Kuşadası’na ulaşıyorsunuz. Yalnız: Kuşadası girişinde, hemen sağınızda, tüm bölgenin en güzel panoramik manzarasını görebileceğiniz bir alan var.

Burada: duraklamayı, mola vermeyi ve panoramik manzarayı izlemeyi sakın ihmal etmeyin.

Bu arada: seyahatlerinizde hava yolu kullanıyorsanız, Kuşadası, size, bu konuda iki alternatif sunuyor. Şöyle ki: İzmir ve Bodrum hava alanları, buraya hava yolu ile ulaşımınız için gayet uykun mesafede. İzmir hava alanından Kuşadası’na transferiniz, 30-40 dakika civarında sürer. Bodrumdan ise, yaklaşık 1.5 saatlik bir yolculuk gerekir.

TARİHİ:

Büyük Menderes ve Gediz ırmakları arasında kalan bu bölge: antik çağlarda “İyonya” adını alır. Tüccar ve denizci olan İyonlar; denizaşırı ticaretinde zenginleşirler ve bölgede üstün bir politik güce sahip olurlar.

Tarihte: İyonya kolonileri adını alan, 12 şehir kurulur. Bu şehirlerden biri de: Kuşadası’ dır. İsmi ise: Neopolis. Ama; şu an yerleşilen yere değil, Kuşadası yakınlarındaki “Yılancı Burcu” denilen yerde kurulmuş. Antik çağlarda, Anadolu’nun Akdeniz’e açılan başlıca limanlarından biri olmuştur.

MÖ.7’nci yüzyılda: Lidyalılar bölgede egemen olurlar. MÖ.546 yıllarında ise, Pers’ler görülür. MÖ.334 yıllarında, Büyük İskender, bölgeden geçer. Ortaçağa gelindiğinde, Kuşadası, korsanlar tarafından kullanılan bir limandır. 15’nci yüzyılda: Venedikliler ve Cenevizliler zamanında; şehir “Scala Nuova” adını alır.

Daha sonra: Pilavtepe eteklerinde, Andıztepe denilen yere taşınmış. Ancak: ulaşım güçlükleri nedeniyle, bir süre sonra, Andıztepe mevkiinden de taşınmış ve bugünkü yerine gelmiş. Bugünkü yerinde, ilk kuruluş ismi ise: Yeni İskele.

1186 yılında: II. Kılıçaslan: bölgeyi, Selçuklular adına alır. Böylece: bölgede, Türk egemenliği başlar. Bu devirde: Kuşadası; kervan yollarının denize açıldığı bir ihraç kapısı olur. Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra ise; beylikler döneminde, Aydınoğulları Beyliği, bölgeye egemen olur.

15’nci yüzyılın ortalarında ise, Osmanlılar görülüyor. Osmanlılar zamanında: Kuşadası, surlarla çevrilir. Bu surlarda; şehre girmek için, üç kapı bulunur. Bu kapılardan: yalnızca biri günümüze ulaşır.

Yeri ise: Barbaros Hayrettin Paşa Caddesi ile Kahramanlar Caddesini birbirinden ayıran ve üst kısmı “Şehir içi Bölge Trafik Amirliği” olarak kullanılan yer.

Kuşadası

GENEL:

Konuya girmeden önce, küçük bir anekdot vermek istiyorum. Bir arkadaşımın oğlu Kanada da eğitim yapıyor. Kanadalı bir ailenin, tatil için Yunanistan’a geleceğini öğrenmiş. Sormuş, Niye Türkiye değil de Yunanistan diye?

Kanadalılar ne dese beğenirsiniz. Türkiye’de deniz var mı ki? İşte: tanıtım bu. Bunu umarım Turizm ile ilgili resmi yetkililer okur, duyar ve tanıtım da ne kadar geri kaldığımızı anlarlar ve önlem alırlar.

Evet, Kuşadası denilince, büyük olasılıkla sizin de aklınıza geldiği üzere; buraya bu ismin konulmasının amacı: burada bulunan ve aslen “Güvercin” adası olarak isimlendirilen bir yer.

Bizanslılar için: üstüne kale yapılarak önemli bir askeri üs olarak görev yapan bu yere: 1834 yılında, bugün görülen kale yapılır. Burada, yani kalede, pek çok kuş barınmaktadır. Bu nedenle: buraya, Kuşadası ismi verilir.

Birde: Kuşadası denilince, akla hemen: buraya gelen kruvaziyer gemiler var. Bu büyük yolcu kapasiteli gemiler: her seferinde, buraya büyük miktarda turist getiriyor. Bu turistler ise: gerek alışveriş ve gerekse Efes-Meryemana, evet özellikle Meryem Ana ziyaretine katılıyorlar.

Yani: Kuşadası’nın tüm hareketi, yerli turistten öte, yabancı turist yani gelen bu gemilerle bağlantılı. Birkaç gemi geldi mi, Kuşadası’nın havası değişiyor. Çünkü: bu gemilerle gelen binlerce, on binlerce turist, ilçeye ayrı bir hava getiriyor. Elbette, ilçe esnafı da bundan gereği kadar nemalanıyor.

Yani, sonuç olarak Kuşadası’nda, gözler, hep limanda. Limana herhangi bir yerden baktığınızda, birkaç gemi görürseniz, Kuşadası o gün hareketli ve canlıdır. Aksi halde: gözler hep bu büyük gemileri arar. Sabah olağan kalabalığın olduğu bir güne başlayıp, akşam saatlerinde limana yanaşan iki yolcu gemisiyle, bir anda iki-üç misli insan görüp nefes alamayabilirsiniz.

Gelen 6 gemi ile, 10500 yabancı turistin ilçeye geldiği görülmüş. Bunların büyük çoğunluğu ise: Efes ve Meryem Ana’yı ziyaret ediyor ve sonra ilçeden ayrılıyorlar.

Elbette bu gemilerin yanaşması için yapılan büyük bir liman var.

İstanbul’da, şehre gelen turistleri taşıyan gemilerin yanaştığı Karaköy Limanından çok daha güzel ve modern bir liman.

Kuşadası denilince: buranın en büyük özelliklerinden biri de: özellikle öğleden sonraları, denizden esen ve ortalığa tatlı bir serinlik veren rüzgardır. Yani: aynı anda, güney sahillerinden insanlar aşırı nemden bunalırken; Kuşadası’nda asla nem olmaz ve özellikle geceleri çok rahat uyuyabilirsiniz. Zaten, buranın tatil için tercih edilmesinin en büyük nedenlerinden biri de: nem olmaması.

Ayrıca: Kuşadası’nın deniz ve plajları gayet temiz. 2009 yılında: Kuşadası’nda bulunan 13 plaj ve 1 marina da; mavi bayrak dalgalanıyor. Bu güzel bir olay.

Bir diğer buraya has özellik: Sisam (Samos) adasının çok yakın olması. Bu ada ile Kuşadası arasında: sürekli olarak çeşitli boyuttaki tekneler hareket halinde. Bu teknelere binerek, yanınızda pasaportunuz varsa, vize almadan da, Samos adasına geçme şansınız bulunabiliyor. Düşünürseniz, limandan konuyu inceleyip, tatilinizde, küçük bir değişiklik yaratabilirsiniz.

Burada; belki de dikkatinizi çekmeyecek ve yurt dışından geldiklerini düşüneceksiniz. Ancak: buradan ev alarak veya site yaptırarak yerleşmiş, bir çok İngiliz turist var.

Ülkemizde, malum kuzey Avrupa ülkesi vatandaşları, güneye, Antalya-Alanya yöresine yerleşirken, daha çok buranın nemli olmaması deneniyle, İngiliz vatandaşları, buraya yerleşmeyi tercih ediyorlar.

Hatta; bazen, site halinde yani topluca konut yaptırarak yerleşiyorlar, ve hatta, bu sitelerinin bahçesine ülke bayraklarını dikmekten bile geri kalmıyorlar. Bunları göreceksiniz.

KUŞADASINDA NE ALINIR:

Kuşadası’nda: yabancı turistler için en ilginç alışveriş olanakları: halı. Türkiye’nin tüm önemli bölgelerinden toplanan halılar; burada turistlere pazarlanıyor. Ve hatta; satın aldıkları halılar, kargo hizmetiyle adreslerine gönderiliyor. Yani: yanlarında taşıma sıkıntısı yaratılmıyor. Bunun dışında: Kuşadası’nda; alınabilecek, buraya özgü herhangi bir şey yok.

Yine de, burada: tişört, kot, mayo, body, deri ürünler, abiye ve gece kıyafetleri satan, yüzlerce tekstil mağazası bulabilirsiniz. Bunun yanında: altın, pırlanta, gümüş satan kuyum mağazaları, küpe, kolye, toka, bileklik vb. gibi aksesuarları satan bijuteri mağazaları bulabilirsiniz. Bunların dışında: buradan, küçük ve üzerinde Kuşadası ismi bulunan hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz.

Yemek kültürü olarak da, yenebilecek özel bir menü yok. Yalnızca: malum deniz kıyısı, balık yemeniz önerilir. Ancak: fiyatları kontrol etmek şartı ile. Tüm bunların yanında: buraya gelirken, Ortaklar Mevkiinde yani Aydın’dan çıktıktan sonra, Kuşadası’na sapakta, mutlaka ve mutlaka, çöp şiş yemeği ihmal etmeyin. Buraya has yapılan çöp şişleri beğenmemeniz mümkün değil.

Eğer: antika el yapımı halı ve kilim görmek ve satın almak istiyorsanız: Selçuk-Kuşadası yolu üstündeki “Türkmen Halil Köyü” ne uğramanız gerekli.

GEZİLECEK YERLER:

ÇARŞI:

Kuşadası’nda: özellikle akşam saatlerinde çok hareketli, ışıl ışıl, insanların yoğunlaştığı bir bölge. Denize sırtınızı verip de, iç kısımlara yürüdüğünüzde, cıvıl cıvıl bir çarşıya girersiniz. Yaz mevsiminde: günün her saatinde kalabalıktır.

Ama özellikle akşam saatlerinde, tam bir mahşer yerine döner. İngilizler, biraları içip, televizyonda futbol maçlarını izlerken şarkılar söylerler. Bir başka mekanda ise, Türkler fasıl geçmektedirler. Postanenin arkasındaki dar sokaklı bölge, barlar sokağı.

Ancak, çoğu bar: İrlanda bayrağı asarak, sokağı tümünü, neredeyse “Irısh Pub”lara dönüştürmüşler.

Yani: yabancı turistlere hizmet etmeyi düşünen mekan sahiplerinin bulunduğu bir yer. İngiliz ve İrlanda türü barlarıyla meşhurdur.

Kuşadası Yat Limanı Marina

KUŞADASI YAT LİMANI-MARİNA:

650 yat kapasiteli liman, 24 saat hizmet vermektedir.

Limandan: Sisam (Samos) adasına, yaz sezonunda (1 Nisan-20 Ekim) her gün düzenli olarak motor seferleri düzenlenmektedir.

Ayrıca, yine Limanda, günübirlik ve Mavi tur tekneleri de bulunmaktadır.

Setur Kuşadası Marina: teknik destek ve kusursuz servisiyle öne çıkar.

Yaz döneminde: Marine bünyesinde dalış okulu vardır ve özel su altı dalma turları düzenlenir. Kış aylarında ise balık tutma turları düzenlenir.

Limanda, ayrıca turist gemilerinin yanaştığı iki adet iskele vardır. Bu yüzden, Kuşadası Türkiye’nin ikinci önemli deniz kapısıdır.

KUŞADASI AVM

Kuşadası-Söke karayolu üzerindedir. Kuşadası merkeze 7.3 km uzaklıktadır. 2014 yılında hizmete girmiştir.

Burada: amfi tiyatro, çocuk oyun alanları, sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlenen mekanlar ile alışveriş yerleri bulunmaktadır.

Kuşadası Kipa Avm

KİPA AVM

Kuşadası merkez Süleyman Demirel Bulvarındadır.

Burada birçok alışveriş mekanı ve hazır yemek üniteleri bulunmaktadır.

Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı

ÖKÜZ MEHMET PAŞA KERVANSARAYI:

Kuşadası iskelesi yakınındadır.

Yapının çevresinde, oldukça hareketli çarşı ve dükkanlar bulunmaktadır.

Öküz Mehmet Paşa, (Babası: öküz nalbandı olduğu için kendisine Öküz lakabı takılmıştır.) 1618 yılında Sadrazam iken bu yapıyı ve 50 metre ilerideki Kaleiçi Camiini yaptırmıştır.

Kendisi, 1615 yılında İran Seferine çıktığında, burada konaklamış ancak konaklayacak kışlak olmadığından, sefer sonrası dönüşte bu külliyeyi yaptırmıştır.

Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı içi

Neden? Çünkü: Kuşadası yöresi, 17’nci yüzyılda İstanbul ile Mısır arasında işleyen deniz haç yoludur. Mekke ve Medine’ye hacı götüren hac gemileri burada mola vermekte, bu yüzden Hıristiyan korsanlar tarafından baskınlar yapılmaktadır.

Yani: bu bölge hacca gelip giden Müslümanların güvenliklerinin sağlanması için Öküz Mehmet Paşa’ya temlik edilmiştir.

Külliyede: cami, mektep, han, hamam, çarşı, fırın, kahvehane, evler, mahzenler, odalar, dükkanlar ve değirmen bulunmasına rağmen, bunlardan günümüze sadece han ve cami gelebilmiştir.

Yapı, önceleri kale olarak yaptırılmış, daha sonra han olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı

Yapının dikdörtgen avlusunun (avlunun boyutları: 18.50 x 21.60 metredir.) çevresi, kalın ve yüksek duvarlarla çevrilidir. Yapıda malzeme olarak düzgün kesilmiş taş, molozlar ve tuğla kullanılmıştır. Üst katta bulunan pencerelerin hepsi, düşey dikdörtgen şeklindedir.

Avlunun çevresinde, iki katlı ve revaklı kapalı mekanlar vardır. Bu kapalı mekanlarda sıralanmış odalar bulunur. Alt katta ve avlu çevresinde bulunan revakların arasında, 28 farklı mekan vardır.

Bu mekanların hepsinde birer kapı ve pencere bulunur. Üst katta ise, toplam 29 mekan vardır. Üst kattaki mekanların mazgal pencereleri, alt kattakilerden fazladır.

Avlunun güneyinde kare bir havuz bulunur. Ancak orijinal yapıda, bu havuzun bulunduğu yerde, bir mescit bulunduğu söyleniyor.

Kuzeybatı ve güneydoğu köşelerde: arkadan üst kata çıkan iki merdiven vardır.

Yapının girişi: kuzeydedir. Kapı boşluğu 2.96 metredir ve mermerle örülmüştür. Kapı sade görünümlüdür.

Evet, günümüzde burada üst kata çıkıp tarihi dokuyu yakından görmek mümkündür.

Kurşunlu Han olarak da anılan kervansarayın alt katında, bir halı mağazası bulunmaktadır.

Yapı, 1966 yılında büyük ölçüde restore edilmiştir.

Kaleiçi Camii:

Kuşadası’nın en eski camisidir. Öküz Mehmet Paşa tarafından 1618 yılında yaptırılmıştır.

Caminin giriş kapısının kanatları: sedef kakmalar ve geometrik geçmelerle süslenmiştir.

Cami, moloz taştan yapılmıştır. Kare planlıdır. Son cemaat yeri, 1981 yılında yenilenmiştir, sivri kemerli açıklıklıdır ve üç kubbe ile örtülüdür.

Kubbe kurşun kaplıdır ve köşelerdeki ikişer payanda kemeriyle desteklenmiştir. Kubbenin eteğinde ve içinde, barok kalem işi süslemeler görülmeye değerdir.

Minare kuzey batı köşededir ve kare kaide üzerine, silindirik olarak yapılmıştır, tek şerefelidir, kurşun külahlıdır.

Cami avlusunda bir kütüphane bulunmaktadır, kütüphanenin kapısı üzerindeki kitabeye göre, 1812 yılında yapılmıştır.

Cami, 1830 yılında büyük onarım görmüştür.

Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Heykeli

Öküz Mehmet Paşa Anıtı-Heykeli:

Kervansarayın hemen yanında, Barbaros Bulvarının girişindedir. 2012 yılında açılmıştır.

Kuşadası Kuakmer

KUAKMER:

Kuşadası Fatma Özel Arabul Kültür Merkezi olarak düzenlenen yapı: Kent arşive ve müzesi olarak kullanılmaktadır.

Yapıya: 2014 yılında hayatını kaybeden Şair ve Yazar Fatma Özel Arabul’un ismi verilmiştir.

Burada: Kuşadası’nın geçmişi ve kültürü tanıtılmaktadır. Her gün zenginleşen koleksiyon: bağış, satın alma ve araştırmalarla elde edilmiş ve edilmektedir.

Eserler: iki katlı binada, özel aydınlatmalı camlı dolaplarda sergilenmektedir.

Kuşadası Kesedağı Atatürk Heykeli

KESEDAĞI ATATÜRK HEYKELİ:

Heykelin yanına ulaşmak isteyenler için, parke bir yol ve merdiven bulunmaktadır.

Heykel, 1997 yılında inşa edilmiştir. Heykelin uzunluğu 12 metredir. 6 metre yükseklikteki kaidesi mermerdir.

Kuşadası Kese Dağı Atatürk Heykeline çıkan merdivenler

Heykelin ön ve arka yüzünde “Yurt Sevgisi ona hizmetle ölçülür” ve “Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir” yazıları bulunmaktadır.

Kuşadası Belediyesi tarafından heykelin bakımı yapılmaktadır.

Evet, heykel 1997 yılından bu yana her gece ışıklandırılmaktadır.

Kuşadası Çalıkuşu Kültür Evi

ÇALIKUŞU KÜLTÜR EVİ:

Merkezde Yıldırım Caddesindedir.

Burası: Kuşadalılar tarafından, Yazar Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” romanında geçen Feride Öğretmenin kaldığı ev olarak bilinmektedir.

Ev, 2006 yılında Kuşadası Belediyesi tarafından kamulaştırılmıştır.

Feride’nin hemşirelik yaptığı hastane binası ise, günümüzde İbramaki Sanat Galerisi olarak kullanılmaktadır.

Kuşadası’nda yöreye özgü eski evler “Çalıkuşu Evleri” olarak isimlendiriliyor. Bu evler: eğimli arazideki konumu, taşlık alanı ve bahçeli kullanımıyla öne çıkmaktadır.

Ahşap kırma çatısı ve saçaklarındaki kuş motifleri ilgi çeker. Pencereleri ahşap kafesli ve pancurludur.

Kuşadası Çalıkuşu Kültür Evi

Yapı: Osmanlı dönemine aittir.

2008 yılında Kuşadası Belediyesi tarafından restore edilerek kültür evi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca 1987 yılında tescil edilerek koruma altına alınmıştır.

Çalıkuşu evi, 2008 yılında ziyarete açılmıştır. Yapı, günümüzde Kuşadası Belediyesi Çalıkuşu Kültür Evi ve ÇEKÜL İletişim Merkezi olarak kullanılmaktadır.

Kuşadası İbramaki Sanat Galerisi

İBRAMAKİ SANAT GALERİSİ:

Sanat galerisi: Osmanlı Sadrazamı Öküz Mehmet Paşa tarafından 1550-1622 yılları arasında yaptırılmış sur duvarları kalıntılarının üzerindedir. Yani, günümüzde Kaleiçi olarak adlandırılan mevkidedir.

Sanat galerisinin bulunduğu bina: 1860 yıllarında Kuşadası eşrafından İbrahim Zeki Efendi tarafından “Gureba Memleket Hastanesi” olarak yaptırılmıştır. Hastane: 1’nci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında kullanılmıştır.

Kuşadası İbramaki Sanat Galerisi

1925 yılında Kuşadası Belediyesine bağışlanmış ve 1959 yılında yıkılıncaya kadar Pratik Kız Sanat Okulu olarak kullanılmıştır.

Yapı, 2009 yılında Kuşadası Belediyesi tarafından restore edilerek sanat galerisi, resim, fotoğraf, heykel, seramik sergileri, müzik ve şiir dinletileri, yaratıcı drama eğitimlerine ev sahipliği yapmaktadır.

İki katlı yapının önündeki çeşme, günümüze ulaşmıştır.

Kuşadası Fatma Şaban Alkış Müze Evi

FATMA-ŞABAN ALKIŞ MÜZE EVİ:

Cephane Sokak ve Yedi Eylül Sokak köşesindedir.

Ev, 1930’lu yıllarda Ahmet Şaban Alkış tarafından inşa edilmiştir. Evin inşaatında kullanılan tahtalar, Ahmet Şaban Alkış tarafından bizzat kendi elleriyle şekil verilmiştir. Ahmet Şaban Alkış, 1962-1967 yılları arasında Kuşadası Belediye Başkanlığı yapmıştır.

İki katlı yapı, yığmadır. Yapıldığı tarihten bu yana, orijinalliğini koruyarak günümüze ulaşmıştır. Eski Anadolu mimarisi özelliklerini yansıtır.

1996 yılına kadar konut olarak kullanılan yapı: 2000 yılında Dr Ali Alkış tarafından müze ve sanat galerisine dönüştürülmüştür.

Kuşadası Fatma Şaban Alkış Müze Evi

Alt katta: 2 oda, 1 salon ve 1 mutfak bulunur. Alt katta, özellikle yerdeki taşlara dikkat ediniz, bu taşlar tamamen orijinaldir. Alt katta bulunan avludaki manolya ağacı, 16 metre boyundadır ve 56 yaşındadır.

Bir merdivenle çıkılan üst katta: 4 oda, 1 banyo ve 1 salon bulunur. Merdiven başında bulunan ve misafirlerin kabul edildiği beyaz oda da, sedir ve oturma gurupları bulunur. Kuşadası’nın ilk radyosu, burada sergilenmektedir.

Kırmızı odada: Dr Ali Alkış’ın özel eşyaları ve orijinal mobilyaları bulunur. Evet, burayı gezebilirsiniz.

Ev, günümüzde Sit alanı bölgesindedir ve koruma altına alınmıştır.

GAZİBEĞENDİ TEPESİ:

İlçe merkezinden dolmuşlarla ulaşılabilen bir seyir tepesidir.

Söylenenlere göre, Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk: 9 Şubat 1924 tarihinde burayı ziyaret etmiş ve özellikle bu tepeyi çok beğenmiştir.

Bu yüzden her yıl 9 Şubat tarihinde, burada bulunan Atatürk heykeline çelenkler konulmakta ve ziyaret anılmaktadır.

Bunun üzerine tepe “Gazibeğendi Tepesi” olarak isimlendirilmiştir.

Evet, burası özellikle çevrenin muhteşem manzarasını izlemek için tercih ediliyor.

Buraya kendi arabanız ile gidebilir (otopark ücretsizdir) veya dolmuşları kullanarak buraya ulaşabilirsiniz.

Atatürk Heykeli:

Kuşadası Hastanesinin hemen yanındadır. Gazibeğendi tepesinde, Atatürk’ün heykeli bulunmaktadır. Heykel, heykeltıraş Tülin Atalay tarafından yapılmıştır. Heykelde, Atatürk oturmakta ve manzarayı izlemektedir.

Restoran-Kafe:

Tepede bulunan restoran-kafe, 18 Mart 2014 tarihinde, Kuşadası Belediyesi tarafından açılmıştır.

Kuşadası Kale Kapısı

KALE KAPISI:

17’nci yüzyılda, kent sur duvarlarının içine alınmıştır. Bu sur duvarları, Konevi Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.

Bu sur duvarlarında kente girmek için 3 kapı yapılmıştır.

Bu üç kapı şunlardır:

1-En büyük kapı: Kervansarayın güneybatı bölümündeki iskele kapısıdır.

2-İkinci büyük kapı: Sağlam olarak günümüze ulaşmış kale kapısıdır.

3-Üçüncü büyük kapı: küçüktür ve Beden Ardı mevkiindedir.

Bu kapılardan, Kervansarayın güneybatısında bulunan büyük kapı: Bu kapı, Evliya Çelebi tarafından Seyahatnamesinde “Varoş Kapısı” olarak isimlendirilmiştir.

Çünkü: Söke-Aydın tarafına gitmek isteyenler ve oradan gelenler, kente giriş için bu kapıyı kullanıyorlarmış.

Burada bulunan iki kanatlı kale kapısı, yakın zaman öncesine kadar yerinde duruyormuş. Hatta, 1930’lu yıllarda günümüzdeki Barbaros Hayrettin Caddesi ve Atatürk Bulvarı arasındaki sur duvarları ayaktaymış.

Ancak bu sur duvarları, şehir merkezinin gelişimini engelliyormuş ve iki caddenin birbirine bağlanması için, aradaki büyük kapının kaldırılması zorunluluk haline gelmiş ve sur duvarları yıkılmış, büyük kapı ise, parça parça parçalanmıştır.

Bunun üzerine, Belediye Başkanı mahkemeye verilmiştir. Duruşmanın olduğu günlerde, büyük kapı dinamitlenerek ortadan kaldırılmıştır.

Üçüncü kapı da günümüze ulaşmamıştır. Bu üçüncü kapı: Dağ mahallesinde oturanların bağ ve bahçelerine gitmeleri için kullandıkları kapıydı.

Kuşadası Kale Kapısı
Gelelim günümüze sağlam olarak ulaşmış, kent sur duvarları üzerindeki ikinci büyük kapıya.

Evet, bu kale kapısı günümüzde Kuşadası’nın simgelerinden birisidir.

Kuşadası merkezinde, Barbaros Hayrettin Paşa ve Sağlık Caddelerinin kesiştiği yerde, köşededir.

Güney kapı olarak da bilinir.

Bir zamanlar, üst katı Karakol olarak kullanılmıştır.

Günümüzde, kapının bulunduğu bölgede özellikle turistik hediyelik eşyalar satan dükkanların bulunduğu bir çarşı vardır.

Kule şeklindeki yapı, kare şeklindedir.

Daha önce burada bir kapı varmış. Çok kalın kalaslar üzerin geçirilerek perçinlenmiş kalın saçlarla kaplı olan kapı: gelip geçmeye engel olduğu için 1933 yılında Kuşadası Belediyesi tarafından yıktırılmıştır.

Mevcut kapının kanatları ise: buradan gelip geçen araçlar tarafından zedeleniyormuş ve bunun üzerine, yine Belediye tarafından bu kanatlar, 1954 yılında kaldırılmıştır.

Kale kapısının altında, köşede bulunan yuvarlak bir taş vardır. Rivayete göre: kale kapısından geçen ve bu yuvarlak taşa basanlar, bir daha Kuşadası’nı terk edemezlermiş.

Kuşadası Necati Korkmaz Mikro Minyatür Sanat Müzesi

Kuşadası Belediyesi Necati Korkmaz Mikro Minyatür Sanat Merkezi ve Müzesi:

Günümüzde yapı yani Kale Kapısının üst katı: “Kuşadası Belediyesi Necati Korkmaz Mikro Minyatür Sanat Merkezi ve Müzesi” olarak kullanılıyor. Müzeye giriş ücretlidir.

Kuşadası Necati Korkmaz Mikro Minyatür Sanat Müzesi

Müze: Tarihi Kentler Birliği tarafından düzenlenen Müze Özendirme Yarışmasında “Sanat ve Edebiyat Müzeleri” kategorisinde ödüle layık görülmüştür.

16 Ekim 2018 tarihinde açılan Mikro Minyatür Müzede: dünyanın üç mikro heykel tıraşlarından birisi olarak kabul edilen Necati Korkmaz’ın eserleri sergileniyor. Müze, dünya üzerinde bu konuda açılan 3’ncü müzedir, ancak eser sayısı bakımından yani eserlerinin çokluğu nedeniyle 1’nci sıradadır.

Kuşadası Necati Korkmaz Mikro Minyatür Sanat Müzesi

Müzede: 3 odadan oluşmaktadır. Dünyanın en küçük eseri olarak kabul edilen, 40 tane civarında mikro minyatür eser sergilenmektedir.

Bu eserler: büyüteç veya mikroskopla görülebilmektedir. Bunlar, insan eliyle yapılmış en küçük heykellerdir.

Müzede bulunan objeler arasında öne çıkanlar:

1-Toplu iğne başına yapılmış, dünyanın en küçük satranç takımı, (Bu satranç takımı, Dünyanın en küçük satranç takımı olarak kayıtlara girmiştir.)

2-Saç teli üzerine yapılmış yürüyen cambaz,

3-Üzerinde sadece mikroskopla görülebilen süslemeleri olan, dünyanın en küçük çini vazoları,

4-Bateri çalan gerçek yaprak biti,

5-İncir çekirdeğinden yapılma, dünyanın en küçük tespihi,

6-İncir çekirdeği içine yapılmış altın süslemeli mini vazo,

7-İğne deliğine yapılmış sema yapan semazenler,

8-Nükleer enerji karşıtı miting yapan gerçek pireler,

9-Toplu iğne başına yapılmış, ringde boks yapan boksörler,

10-İçinde Türk klasik hat sanatının örneklerinin bulunduğu, dünyanın en küçük hat kataloğu,

11-Toplu iğne başına yapılmış deve ve hurma ağacı,

12-Saç teline yazılmış, dünyanın en küçük el yazması olan Arapça “Besmele-i Şerif

13-Kalem ucuna kazınmış, İstanbul silüeti,

14-Dünyanın en küçük “Kuran-ı Kerim” i.

Sonuç, Kuşadası’na yolunuz düşerse, bence mutlaka zaman ayırın ve bu orijinal müzeyi gezin.

Kuşadası Güvercinada

GÜVERCİNADA-KÜÇÜK ADA

Kuşadası merkezinde, Hacıfeyzullah Mahallesindedir. Kuşadası körfezi ağzında, limanı koruyan bir konumdadır.

Güvercinada, günümüzde Kuşadası simgesidir. Geçmişte adada çok sayıda kuş ve özellikle güvercin bulunduğundan, adaya “Güvercinada” ismi verilmiştir.

Osmanlı döneminde, ada korsanlara karşı bir karakol görevi üstlenmiştir.

Bu yüzden, adada bulunan kaleye “Korsan Kalesi” de denilmektedir.

Adaya, bir zamanlar sadece denizden kayıkla ulaşılıyormuş. Çünkü ada anakaradan 200 metre açıktaymış.

Ancak, 1957 yılında Kuşadası rıhtımı yapılırken, yapılan bir mendirekle, ada karaya bağlanmıştır. Yani, günümüzde, uzun bir iskeleden yürüyerek adaya geçilebiliyor.

Kuşadası Güvercinada kalesi

Güvencinada Kalesi:

Öncelikle belirtmekte yarar var, adanın içindeki kale UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası geçici listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Ada üzerindeki ilk kale, 14’ncü yüzyılda Cenevizliler tarafından yaptırılmıştır. Kuşadası’nın eski ismi “Calanova” yani Yeni İskeledir. Cenevizliler, 13’ncü yüzyıl sonları ile 14’ncü yüzyıl başlarında gelip Kuşadası’nın bulunduğu yere yerleşmişlerdir.

Burada yeni bir şehir kurmuşlar, Kuşadası önünde küçük bir ada olan Güvercinada’da ise kale yapmışlardır.

Daha sonra: Barbaros Hayrettin Paşa tarafından, kalenin ortasına küçük bir kale yaptırılmıştır.

Kuşadası Güvercinada kalesi

Barbaros Hayrettin Paşa; 1534 yılında kurulan “Cezayir-i Bahr-i Sefid Eyaletinin Kapudan Paşa Eyaletinin” ilk Beylerbeyidir. Barbaros Hayrettin Paşa: günümüzdeki Güvercinada üzerindeki iç kaleyi ve şehir cephaneliğini yaptırmıştır.

Tabii bir kayalık üzerinde yapılan kalenin yapımında kullanılan taşlar: Yılancı burnundan çıkarılarak getirilmiştir.

Kale: 1613 yıllarında, Sadrazam Konevi Mehmet Paşa tarafından tamir ettirilmiştir.

1671 yılında, Kuşadası’nı ziyaret eden Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Güvercin ada kalesi hakkında bazı bilgiler vermektedir.

Kuşadası Güvercinada kalesi

Takip eden süreçte: 1826-1827 yıllarında, Subaşı İlyas Ağa tarafından, şehrin dış surları ve kale çevresindeki surlar tamir ettirilmiştir.

Çünkü: 1821 yılındaki Mora isyanında Güvercin ada kalesinin bir kısmı tahrip olmuştur. Surların yapılış amacı, Samos adası tarafından gelebilecek korsan saldırılarına karşı kenti korumaktır.

Surlar: adanın şekline uygun olarak kıyıdan biraz içeride ve kıyıya paralel olarak 3 metre yükseklikte inşa edilmiştir.

Kalenin giriş kapısı: surların güneyinde, iki yuvarlak kemerli kule ile korunmaktadır.

Kulelere: merdivenle çıkılmaktadır.

Bu iki kuleden: kuzeyde olan kule: beşgen ve güneyde olan kule ise, silindirik şekildedir. Kuzey kule üzerinde, surların inşa kitabesi vardır. Bu kitabe, 4 satır ve 20 mısradan oluşur. 1826 yılı tarihlidir.

Kuşadası Güvercinada kalesi

Kulelerden büyük olan kule, aynı zamanda depo alarak kullanılmıştır. Kuleye, güneydeki sivri kemerli bir kapıdan girilmektedir.

Kulenin ikinci katında: top ve tüfek mazgalları açılmıştır. Burada, biraz sonra sözünü edeceğim bir balina iskeleti sergilenmektedir.

Kapının üstünde bulunan kitabe boşluğu ise, günümüzde boştur. Ancak burada bir kitabe değil İlyaszadelere ait bir arma olabileceği de düşünülmektedir.

Bu boşluğun üst tarafından bulunan lento taşı, stel biçiminde bir mezar taşına aittir.

Güvercinada kalesi, anıt eser olarak tescil edilerek koruma altına alınmıştır. Sur içi alan 1’nci derece Sit alanıdır. 2013 yılında Güvercin adası kalesi surları tamir ettirilmiş ve kale içinde bazı yapılar onarılmıştır.

Kuşadası Güvercinada kalesi Balina iskeleti
Balina İskeleti:

Kalede kule kısmında; 14.5 metre boyundaki Fin Balinası iskeleti sergileniyor. Bunun hikayesine gelince:”1998 yılı Şubat ayında, Dilek Yarımadası kıyılarına vuran balina cesedi, yapılan incelemeler sonucunda ülkemiz kıyılarında çok nadir görülen bir Fin Balinasına ait olduğu anlaşılmıştır.

Balina cesedi koruma altına alınmış, bozulması önlenen balina iskeleti 2000 yılından sonra burada sergilenmeye başlamıştır.” Bu balina iskeleti oldukça önemlidir, çünkü bu tür bir balinaya ait, günümüzde sadece İngiltere’de başına ait iskelet bulunmaktadır, yani tüm balina iskeleti yoktur.

Kuşadası Güvercinada Deniz Feneri

Deniz Feneri:

Adanın batı ucundadır.

Görüş mesafesi 20 mil olan deniz feneri, denizden 20 metre yüksekliktedir.

Deniz fenerinin yanından geçip ilerlerken, bir mezar ve bunun ilerisinde üzerine çaputlar bağlanmış dilek ağaçları görülmektedir.

Kuşadası Güvercinada Papaz Plajı

Papaz Plajı:

Güvercin ada girişinde, sol yandadır. Ada girişinde bulunan restoranın önünden merdivenle buraya iniliyor.

Plajın uzunluğu 150 metre, genişliği ise sadece 5 metredir.

Kumsal ve kum ve çakıl yok ama deniz oldukça güzeldir. Burada bulunan restoran: teras, şezlong ve şemsiye sağlamaktadır. Deniz oldukça güzel ve kayalıktır.

Mavi Bayraklıdır.

Kuşadası El Heykeli

EL HEYKELİ:

Sahilde İsmail Cem Dostluk ve Barış Meydanındadır. Kuşadası Liman ve Kuşadası Setur Marina ortasındadır.

Sahilde yürürken heykeli görebilirsiniz. Ancak ilk yapıldığında, heykel burada değilmiş, daha sonradan buraya denizin tam yanına sahile taşınmıştır.

Kuşadası El Heykeli

Beyaz, kocaman bir el, içinde bir beyaz güvercin ve birkaç siyah güvercin bulunuyor. Bu kuşlar, özgürlüğü simgelemektedir.

Bu yönü ile oldukça anlamlıdır, özellikle sanat sevenler tarafından ziyaret ediliyor. Heykelin özelliği: Atatürk’ün Türk gençliğiyle el ele olmasını ifade etmektedir. Heykelin mesajı ise “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” dur.

Kuşadası Pygela

PYGELA:

Ören yeri, günümüzde Kuşadası merkeze bağlı Bayraklıdede Mahallesi, Clup Pigale ve Kuştur Tatil Köyünün Diskosu ve Restoranının bulunduğu tepededir.

Tarihçi Strabon tarafından yazılan “Geographika” isimli kitapta yazılanlara göre: “Argos kralı Agamennon’un Truva savaşı sonunda kaba etlerine hastalık bulaşır. Bunun üzerine kahinlere danışır, kahinler bu bölgede tedavi edilerek iyileşebileceğini söylerler.”

Bunun üzerine, Agamennon ve askerleri burada bir süre tedavi olurlar ve bu esnada bir antik kenti, Pygela antik kentini kurarlar.

“Pygela” kelimesi, antik Yunan dilinde “Kalça” demektir.

Bir diğer söylentiye göre: Argos kralı Agamennon: 10 yıl süren Truva savaşının ardından, yorgun düşen askerlerini dinlendirmek ve savaş gemilerini onarmak için, İzmir yöresinde “Agamennon” ve Kuşadası yöresinde “Pygela” şehirlerini kurdurmuştur.

Yani: şehir, antik dönemde dünyanın ilk sağlık şehri olarak kurulmuştur.

Şehir yakınlarında bulunan şifalı sular: askerlerin bozulan sağlıklarının düzeltilmesi ve yıpranan morallerinin yerine getirilmesinde kullanılmıştır.

Pygela şehrinin limanı ve gemilerin bakım yeri: günümüzde Pine Bay Tatil köyünün bulunduğu “Çam Limanı” ve Tusan otelinin arkasındaki “Gölet-bataklık” bölümüdür.

Takip eden dönemde, kent, İskender’in askerleri tarafından da aynı amaçla kullanılmıştır.

Bölgede: MÖ 3000 ile 2500 yılları arasında kesintisiz yerleşim olmuştur. Bu bilgiye dayanılarak, bölgede Truva savaşından çok daha önce bir yerleşim bulunduğu anlaşılmaktadır.

Şehir: uzmanlar tarafından, ünlü Miken seramiğinin bulunduğu merkezler arasında sayılmaktadır.

Arkeolojik Araştırmalar:

Bölgede ilk arkeolojik araştırmalar: 1974 ve 1978 yılları arasında yapılmıştır.

Ancak, kazılar sonrasında bırakılmış ve Pygela antik kenti, günümüzde bir sır olarak gizliliğini muhafaza etmektedir.

Günümüzde, ören yerinde: villa, üç nefli bir kilise ve su kemeri kalıntıları bulunmaktadır.

Kuşadası Anaia Kadıkalesi

ANAİA-KADIKALESİ:

Kuşadası merkeze 8 km uzaklıktadır. Kuşadası-Davutlar yolu üzerindedir.

Anaia antik kenti: günümüzde Kadıkalesi olarak bilinmektedir.

Anaia kenti: Samos adasının karşısına düşen Carta bölgesindedir. Çünkü Ege deniz ticaretinde çok önemli bir role sahip olan Samos boğazını denetlemek için yapılmıştır.

Bir ticaret merkezi ve korsan gemileri tarafından sığınmaya elverişli bir liman olarak kurulmuştur.

Atina-Sparta savaşları sırasında, Samos adasından sürgün edilenler, kaçanlar, oradaki yönetime karşı düşman olanlar kente yerleşmişlerdir. Böylece kentte yaşayanlar: Atinalılara karşı Spartalıları tutuyorlardı.

1304 yılında: Anaia kentinin Nekropolis alanında bir Ceneviz kolonisi vardır. Burada yaşayan Cenevizliler: Nif (Kemalpaşa) Anlaşmasından sonra, yerli Rumlarla birlikte, ticaret gemilerine karşı korsanca saldırılar düzenlerler.

1317 yılında, yörede Türk hakimiyeti görülür.

Arkeolojik Araştırmalar:

2005 yılında yapılan resmi arkeolojik araştırmalara göre: ören yerinde 12’nci yüzyılda kalenin içinde yapılmış bir kilise-manastır kompleksi ortaya çıkarılmıştır.

Yapı: görkemli boyutları ve altyapısı ile önem göstermektedir.

Orta Bizans dönemine ait şapelin bulunduğu yerde, bir kadın ve çocuklara  ait 14 gömü bulunmuştur.

Şehir kapısı ve kare planlı kule de restorasyon yapılmıştır.

Ören yerinde yapılan araştırmalarda: Miken seramikleri, kurşun mühür, mimari heykel parçaları bulunmuştur. Ayrıca: Roma-İslam dönemi sikkelerine de rastlanılmıştır.

Kuşadası Aslanlı-Yaren Mağarası

ASLANLI-YAREN MAĞARASI:

Kirazlı köyünde Dereboğazı mevkiindedir. 3 km uzaklıktaki bu mesafeyi yürüyerek gidebilirsiniz.

Mağaranın inişi, 60 derece eğimlidir. Bu yüzden, sadece ip yardımı ile inilebilir.

Mağaranın “Yaren” ismi, yakınlarında bulunan “Yaren Dede” mezarından gelir.

Mağaranın “Aslanlı” ismi ise, mağara içinde bulunan dikitlerden birinin bir aslan görünümünde olmasından gelir.

Mağaranın uzunluğu 110 metredir. Derinliği ise 36 metredir.

Kuru bir mağaradır.

Mağara duvarlarında: küçük odacıklar oluşmuştur.

Duvarlarında bulunan sarkıt ve dikitler ilgi çeker.

Kuşadası  Yılancı Burnu

NEOPOLİS-YILANCI BURNU:

Güvercinada’nın güneyindedir.

Denize doğru uzanan ikinci bir yarımadadır.

Sahilde: plaj bölümü taşlık, deniz berrak ve genellikle dalgasızdır. Ancak deniz aynı zamanda derin ve kayalıklıdır. Yani yüzme bilmeyenler ve çocuklu aileler için uygun değildir.

Plajda: ahşap platolar ve kıyıda iskele vardır.

Yılancı burnunda denize girmek isteyenler için, iki tane lüks beach club bulunmaktadır. Ayrıca: büyük ve lüks bir restoran, büyük bir bar ve disko bulunmaktadır.

Sonuç: burada her türlü lüksü yaşamak mümkündür, eğlence ve su sporları ve bol bol müzik.

Kuşadası Neopolis

Neopolis:

Kuşadası bölgesinin, antik dönemlerdeki ilk yerleşim yeridir ve İyonlar tarafından kurulmuştur.

Kente ait kalıntıların bir kısmı, günümüzde deniz altındadır.

UYDUKENT:

Kuşadası denilince, burayı görmemek ve sinirlenmemek mümkün değil. Davutlar beldesine giderken, solunuzda kalacak.

Birçok ve çok yüksek ve de bitirilememiş yapılar göreceksiniz. Yıllardır bitirilemiyor. Bir turizm beldesi içinde, 20 katlı bloklardan oluşan, dev bir site. Plansız yapılaşmanın en büyük örneği.

 

ADALAND-AQUAPARK:

Kuşadası girişinde, Tusan Otelin arka tarafındaki yamaçlarda kurulmuş. Avrupa’nın en büyük su parkı. 24 saat açık tesiste; çeşitli su kaydırakları, dalga ve aktivite havuzları, çarpışan botlar, animasyon, bar, restoran türü faaliyetler var.

Çocuklu aileler için; ilginç ve eğlenceli bir gün olabilir. Ancak: giriş ücreti bir hayli yüksek.

PAMUCAK MEVKİİ:

Kuşadası’nda, ayrı bir bölüm. Kuşadası’na 10 km. uzaklıkta, 5 km. lik bir sahil şeridi var. Plajın genişliği ise: 80 metre kadar. Plaj boyunca: kaliteli su sporları aktivitelerinin bulunduğu oteller görebilirsiniz.

Türkiye’nin en büyük Aqua park’lı Hoteli ile bir tatil beldesi oluşturan Türkiye’nin bir numaralı su parkı; Aqua Fantasy burada. Kuşadası-Selçuk sınırında. Bataklıkta kurulan muhteşem tesisler bunlar. Bölgeye gelen turistlerin yoğunluğu: buraları tercih ediyorlar.

Özellikle: yine su parklarının bulunduğu; yapı olarak uzaktan da olsa büyük ilgi çeken (Moskova Kızıl Meydan yapısı benzeri) yapılar var. Yanlarındaki otellere ait bu su parklarına: ücret ödeyerek girebilirsiniz.

Gerçekten muhteşem, mutlaka girmenizi öneriyorum. Her ne kadar ücretleri (Euro bazında belirleniyor) yüksek olsa da; gerçekten en azından bir kez de olsa girilmesi gereken yerler. İçeride çok güzel zaman geçireceğiniz kesin.

Dünyanın en eğlenceli işini yaptığını söyleyen bir İngiliz denetçi: yaptığı 48 bin km. lik yolculuk ve incelediği binlerce su parkı arasında, en yüksek puanı: Aqua Fantsy su parkına vermiş. Haber İngiliz gazetelerinde uzun süre yer aldı. Ülkemizde, bu tür su parklarının bulunması, gurur verici.

Evet: Pamucak sahilinin karşısında, Küçük Menderes ırmağı denize akıyor. Bu deltada yapılmış o kocaman otelleri görünce, sanırım sizlerin de aklınıza gelecektir. Bu zemin üzerine, bu ölçüde büyük inşaatlar sağlıklı mı?  Gerçekten değil, zaten buraya yapılan oteller, uzun süre, bu yüzden iskan alamamışlar, yani zemin pek sağlam değil. Deniz ve nehrin birleşme noktasında, kıraç ve tuzlu su nedeniyle kurak bir toprak tabakası oluşmuş. Bu dezavantaj. Halen, bölgede turizme açılan alan çok sınırlı.

Bu arada: Pamucak sahillerindeki plajlarda: at ve deve binme olanakları var. Turistlerin ilgisini çekiyor. Develerin üzerinde resim çektiriyorlar, sonra gidip kendi ülkelerinde bu resimleri gösterdiklerinde, insanlar bizim ülkede halen develerin kullanıldığını sanıyorlar.

KUŞADASI PLAJLARI:

KUŞADASI ŞEHİR İÇİ HALK PLAJI:

Kuşadası merkezinde, Marina yanındadır.

Daha önce plaj olarak kullanılmayan bu alan, Belediye tarafından plaj olarak düzenlenmiştir.

Kuşadası’nda merkezi konumu nedeniyle yoğun tercih edilir. Özellikle merkezdeki otellerin müşterileri tarafından kullanılmaktadır.

Buranın en büyük özelliği, engelliler için uygun düzenlemelerin yapılmış olmasıdır. Bu düzenlemeler sayesinde, engelliler rahatlıkla denize girebilirler.

Plajda, sahil kumluk, deniz ise sığdır. Bu yüzden yüzme bilmeyenler ve çocuklu aileler için uygundur.

Plajda: duş, soyunma kabinleri ve tuvalet bulunmaktadır. Şezlong ve şemsiye ücretlidir.

Plajın çevresinde: restoran, kafeterya, pansiyonlar, 3 ve 4 yıldızlı oteller bulunmaktadır.

Kuşadası Kadınlar Denizi

KADINLAR DENİZİ-PLAJI:

Türkiye’nin en eski plajlarından birisidir. Şehir merkezine uzaklık 3 km dir ancak ulaşım sorunu yoktur, şehir merkezinden buraya dolmuşlarla ulaşım mümkündür.

Plaj: “Mavi Bayraklı” dır.

Bölgede birçok yazlık site ve otel bulunmaktadır. Ancak bu oteller, süper lüks değildir ve uygun fiyat seçenekleriyle tercih edilir.

Yani ismi her ne kadar “Kadınlar Denizi” olsa da, sadece kadınların girebildiği, girdiği bir yer değil, eskiden öyleymiş, şimdi buraya erkekler de gidiyor.

Tüm sahil boyunca: hurma ağaçları, dükkan ve restoranlar bulunuyor ve bu sahil boyunca yürüyüş oldukça keyiflidir. Geceleri de canlılık devam ediyor.

Sahil yolundan plaja 3 metrelik bir merdivenle iniliyor.

Plajın uzunluğu 500 metredir. Genişliği 20 metredir. Çakıl ve beton yoktur.

Duşlar ve soyunma kabinleri vardır. Şezlong ve şemsiye kiralayabilirsiniz.

Kuşadası Kadınlar Denizi

Plaj: kumludur ve bu kumlu olması özelliği nedeniyle yoğun tercih edilir.

Deniz ise: suyu berraktır ve Türkiye’nin en güzel denizlerindendir. Bazen deniz dalgalı ve yosunlu olabiliyor. Denizin derinliğine gelince, deniz içinde 50 metre sonra ortalama derinlik 150 ile 160 cm arasında değişir.

Ancak özellikle sezonda hafta sonlarında aşırı kalabalık olduğunu bilmeniz gerek.

Gece saat 22.00’den sonra sabah saatlerine kadar plaja girmek yasaklanmıştır, çünkü gece boğulma olayları oluyormuş.

YEŞİL PLAJ-GREEN BEACH:

Kuşadası merkeze 5 km uzaklıktadır. Kadınlar denizinden 2 km daha ileridedir.

Plaj: Blue Sky otelin karşısındadır.

Plaj, ismini çevresinde bulunan yeşillik alandan almıştır. Plajda palmiye ağaçları bulunmaktadır. 100 metre uzunluğundaki plaj oldukça küçüktür ve teraslar düzenlenerek ziyaretçilerin bu terasların üzerinde güneşlenmesi sağlanmıştır. Şemsiye ve şezlonglar bu terasların üzerinde bulunmaktadır.

Mavi Bayraklıdır.

Sessiz ve sakin bir yerdir, sadece hafta sonlarında kalabalık olmaktadır.

KUŞTUR PLAJI:

Kuşadası merkeze 5 km uzaklıktadır. Giriş ücretli değildir, bu yüzden özellikle hafta sonlarında aşırı kalabalık olur.

Plajın bulunduğu bölgede: antik dönemde “Pygela” antik şehri bulunuyormuş ve bu yüzden plaja bazı kaynaklarda “Pygela Plajı” ismi de verilmektedir.

Plaj: “Mavi Bayraklı” dır.

Plaj ismini, hemen yakınlarında bulunan Kuştur Tatil Köyünden almıştır.

Kumlu olan plaj: 1 km uzunluğundadır.

Plajın bir bölümü, Belediye tarafından işletilmektedir.

Plajda: şezlong, şemsiye, duş, tuvalet, otopark ve kafeterya vardır. Ayrıca: su sporları ve plaj voleybolu sahası bulunmaktadır.

Deniz: berrak ve sığdır.

PAMUCAK PLAJI-KUM TEPECİKLERİ:

Kuşadası merkeze 10 km uzaklıktadır.

Plaj: Küçük Menderes nehri deltası ve deniz arasında uzanmaktadır.

Plaj, “Mavi Bayraklı” dır.

Plajın uzunluğu 7 km dir.  Genişliği ise 60 metredir. Plaj alanında sağ veya sol yandan girmek fark etmemektedir.

Uzun sahilde, aralarında bataklık alanlar bulunan küçük kum tepecikleri vardır.

Kuzeye doğru yürüdüğünüzde, kumların arasından geçen küçük bir dere görülür. Sahilde, duş ve tuvaletler derenin bulunduğu bu bölgedeki tesislerdedir.

Dereyi geçtikten sonra yine, uzun bir sahille karşılaşılır.

Plaj kumluk, deniz sığdır. Plajın çevresinde kafeterya ve restoranlar bulunmaktadır. Ayrıca: oteller ve Aqua Park vardır.

Kuşadası Dilek Yarımadası Milli Parkı gezisi için. 

Kuşadası Davutlar gezisi için.

Kuşadası Güzelçamlı gezisi için. 

 

 

 

Romanya Bükreş

 

Romanya Bükreş

Bükreş: Romanya ülkesinin en büyük şehri ve başkenti, en hareketli bir metropolüdür. Ama: Romanya ve Bükreş denilince ilk akla gelenler: “yoksulluk” ve “Çingeneler” dir. Ayrıca: şehirde “komünizm” in bütün uygulamalarını görmek de mümkündür.

Komünizmin ilk yıllarında, muhteşem ve hızlı gelişim sağlayan ülke: Çavuşesku’nun Çin gezisinin ardından, egosunun artması nedeniyle, saçma-sapan yatırımlara girmiş ve ülkenin bütün kaynakları, buralara heba edilmiştir. Tabii ardından gelen “yoksulluk” olmuştur.

Günümüzde bile, bu yoksulluk patlamasının sonuçlarını sokaklarda görmek mümkündür. Evet: şehrin sokaklarında ve caddelerinde gezerken: Romenlerin Avrupa Birliğine üye olduklarını ve bizim gibi, bunlardan kat be kat gelişmiş bir ülkenin hala Avrupa Birliğine üye edilmemesinin nedenini anlamak mümkün değildir. Öte yandan: şehirde görebileceğiniz bir çok kilise; sanırım bunun nedeni olarak düşünülecektir.

Şehir, deniz seviyesinden 55-90 metre yüksekliktedir. Tuna nehri şehrin ortasından geçer, nehrin sağ tarafına “bük” ve sol tarafına “reş” diyorlarmış. Tuna nehrinin kollarından olan “Dambovita”: tarihi merkezin çevresinde sakince akıyor.

Nehrin kuzeyinde kalan tarihi merkez, oldukça iyi korunmuş durumda, güneyinde ise binlerce bina Çavuşesku döneminde buldozerlerle yıkılarak: Paris şehrindeki Champes de Elyesse benzeri ve “Unirii” Bulvarı olarak anılan bir cadde bulunuyor.

Şehir nüfusu, 2012 yılı sayımlarına göre: 2.2 milyon kişidir.

Şehirde, ilginç bir özellik daha var, bu şehirde, sokaklarda çok sayıda sokak köpeği bulunuyor. Özellikle: parklarda gezinirken, birçok sokak köpeği ile karşılaşabileceğinizi unutmayın. Özellikle: akşamları kimsesiz-sessiz sokaklarda dolaşmayın, bırakın gasp edilmeyi, başıboş köpeklerle ürkütücü dakikalar geçirebilirsiniz. Bükreşliler tarafından söylenenlere göre, bir zamanlar Çavuşesku, burada köpek katliamı yaptırmış, ardından ise, Çavuşesku’nun gidişiyle birlikte köpek nüfusu bir anda patlamıştır.

Parklar dedim de, bu şehirde, her yerde büyük parklar bulunuyor. Bu parklar içinde, her türlü sporu yapmak mümkündür.

Romanya Bükreş

TARİHİ SÜREÇ

Bir zamanlar: mimari ve sanatın başkenti olan şehir: Nikolay Çavuşesku’nun komünist yönetimi ve diktatörlüğü ülkeye getirmesinin ardından: bütün görkemini yitirmiştir. Şehrin tarihi bölümündeki alanda bulunan binlerce bina, yine aynı dönemde buldozerlerle yıkılmış ve yerine beton bloklar yükselmiştir. Yıkılan tarihi binalar arasında, özellikle Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinin de bulunduğu bellidir.

Evliya Çelebi’ye göre: şehir “Ebu Kureyş” isimli bir Arap tarafından kurulmuş ve ismini buradan almaktadır.

Çavuşesku ve komünist yönetimin bitmesi ve ardından Avrupa Birliğine üye olunmasıyla birlikte: Bükreş eski güzelliklerine kavuşmaya başlamıştır. Zaten: şehre “Doğunun Parisi” lakabını veriyorlar, çünkü: şehirde “Zafer Takı” bile bulunuyor.

Hatta: “Unirii Bulvarı” yine “Paris-Şanzelize” bulvarı örnek alınarak inşa edilmiştir ve farklılığını ortaya koymak için, yalnızca 1 metre daha geniş yapılmıştır.

Çavuşesku o kadar ilginç insanmış ki: Bükreş şehrinden Karadeniz’e yat ile gitme fantezisi için emrettiği kanal kazısı çalışmalarında, binlerce kişi telef olmuş, proje de yarım kalmıştır. Hatta: kendisi için yaptırdığı, dünyanın en büyük ikinci binası olan Parlamento Binasının bile bitimini görememiştir.

Hani: Bükreş sokaklarında çok köpek var diye duymuş veya duyacaksınız ya, Çavuşesku kendi iktidar döneminde söylenenlere göre, 200 bin civarında köpeği telef ettirmiş, ancak daha sonra köpekler yine hızla çoğalmışlardır.

 

ULAŞIM

İstanbul-Bükreş uçak seferi, yaklaşık 45-50 dakika sürmektedir.  Bükreş havalanı: şehir merkezine 16 km. uzaklıktadır.

Havaalanı ile şehir merkezi arasındaki ulaşım için: taksi düşünürseniz, mutlaka pazarlık yapmanızı öneririm. Şehir merkezine gitmek için muhtemelen 13-15 Euro ödemeniz yeterli gelecektir. Bükreş şehrinde taksiler ucuz ama havaalanındaki taksiler pahalıdır. Taksilerin kapısında, kilometresinin kaç para olduğu yazılıdır ki, siz en ucuz olanını seçebilirsiniz.

Otobüs düşünürseniz: “783” numaralı otobüse binmeli ve dönüş biletinizi de almalısınız. Çünkü her zaman otobüs bileti satan yer bulmak mümkün olmuyor. Otobüs, havaalanı ile şehir merkezi arasındaki mesafeyi, 35 dakikada alıyor.

Tüm biletler, tek karta yükleniyor. Otobüse kartı okuttuğunuzda: 1 yada 2 kişi seçeneğini seçerek, ödeme yapabiliyorsunuz.

Ekspres otobüslerin biletleri pahalı olduğu için, bu otobüslerde kontrollerde daha sık oluyor ve biletsiz veya yanlış biletle binme durumlarında anında cezalı bilet kesiyorlar.

Trenle bu ülkeye gitmek isteyenler için: İstanbul’dan kalkan trenlerin, 20 saat sonra Bükreş şehrine vardığını söyleyebilirim.

 

İKLİM

Bükreş şehrinde, ilkbaharda: hava, hızla yağmur ve güneş arasında geçiş yapabilir. Haziran-Temmuz-Ağustos ayları: en sıcak aylar olarak bilinir. Sonbaharda, yapraklar renk değiştirmeye başlayınca: birçok parklarda veya Calea Victoriei bölgesinde güzel yürüyüşler yapmak mümkündür.

Kışın ise: şehir kar yağışlı ve oldukça soğuktur. Victoriei caddesi, aynı zamanda şehrin en gözde alışveriş caddesidir ve buranın sokaklarında da rahatlıkla gezebilirsiniz.

 

İNSANLAR

Romanya ve başkent Bükreş şehrinde: erkekler genellikle bizim yanık tenli delikanlılara benzemektedirler. Ancak: kızlar olağanüstü güzeller. Özellikle “Türk” lere karşı kızların ilgisi var. Gerçekten Romen kızları güzeller.

Genelde ise: evet burası sıcak kanlı insanların diyarıdır denilebilir.

Nüfus dağılımında, kadınların sayıca üstünlüğü hemen göze batıyor. Şehirdeki birçok yerde, çeşitli hizmetlerde (otobüs şöförü, taksi şöförü, çöpçü vs.) kadınların çalıştıkları görülüyor.

 

PARA

Ülkede, 1000 Türk Lirası: 159 TL. Rumen parası Rom’a karşılık gelmektedir. Yani, Rumen parası, bizim paramızdan maalesef daha değerlidir.

1 Euro=4.105 Ron
1 Dolar= 2.903 Ron

Romanya Bükreş

TOPLU TAŞIMA

Bükreş şehrinde, toplu taşıma ağında: otobüs, tramvay, troleybüs ve metro bulunur. Otobüs, tramvay ve troleybüs faaliyetleri: her gün saat: 05.00-23.59 arasındadır. Metro ise: her gün saat: 05.00-23.00 arasında çalışır.

Bunlarda kullanılacak biletler ve kartlar: önceden satın alınır ve araca binerken okutulur. Ayrıca: yine seyahat ederken, kontrolörler tarafından, bilet-kart kontrolleri yapılmaktadır yani bilet-kartınızı yolculuk süresince saklamanız gerekir. Bilet veya kartlar: “RATB” logosu bulunan gişelerden satın alınır.

Manyetik seyahat kartı: 1.05 dolardır.
Bir gidiş-dönüş bileti: 0.37 dolardır.
Bir günlük pass bileti: 2.27 dolardır.
Bir haftalık pass bileti: 4.84 dolardır.
Geçerli bir bileti olmayanlara: 15 dolar para cezası kesilir.

Şehirde: 4 metro hattı bulunmaktadır ve metro istasyonları “M” (mavi renkli) harfi ile gösterilir. Metro trenleri her istasyona yaklaştığında: istasyonun ismi anons edilir. Her metro istasyonu arasındaki uzunluk 1 mildir. Şehirde, 4 metro hattı bulunmaktadır. Metrolarda, özellikle akşam saatlerinde güvenlik görevlileri dolaşıyor, çünkü eskiden metrolarda güvenlik sıkıntısı oluyormuş.

Şehirde, ulaşım için taksi kullanabilirsiniz. Taksiler ucuz ancak, özellikle gece taksiye biniyorsanız mutlaka önceden gideceğiniz yeri söyleyin ve fiyatı sorun, aksi halde muhteşem bir ücret ödemek zorunda kalabilirsiniz. Ama, genel olarak bu şehirde taksilerin çok ucuz olduğunu bilmeniz lazım, hatta şöyle denebilir ki, taksiler İstanbul’daki taksilerin yarı fiyatıdır.

Öte yandan, taksilerin hepsi değişik şirketlere bağlıdır. Bazı şirketlere göre taksi seçiliyor, şirket isimleri taksinin arkasında yazıyor. Taksi şirketleri arasında en uygun fiyat verenler “meridian” ve “ass” simli şirketlerdir.

 

NE YENİR-NE İÇİLİR

Bükreş şehrinde: yemekler güzel ve ucuz, porsiyonlar büyüktür. Özellikle: ülkemizden giden insanlarımız, yine bu şehirde birçok yeri ele geçirmiş durumdalar ki, özellikle yemek sektöründe ön plandalar. Şehirde en iyi iş yapan yerlerden biri olan “Dristor Kebap” adından da belli olduğu üzere, Türkler tarafından işletiliyor.

Romen yemeklerini denemek için “Caru cu bere” restoranını seçebilirsiniz, ancak önceden rezervasyon yapmanız gerekiyor.

Tatlı bir şeyler tatmak isterseniz “chocolat” denen yeri düşünebilirsiniz.

Ne içilir konusuna gelince, Bükreş şehrinde içki inanılmaz ucuzdur. Alkollü içki dışında, Romanya ve Bükreş şehrinde, birçok yerde, yerli halkın “limonata” içtiğini görebilirsiniz. Limonata: sürahi ile servis ediliyor ve “ballı-naneli-gazlı” gibi çeşitleri bulunuyor. İçki düşünürseniz, bir gece kulübüne gittiğinizde, içkinizin yanında “nacho” denen çerezi denemelisiniz.

İçki konusunda son ve önemli bir not: sokaklarda içki içmek yasaktır. Sokaklarda, caddelerde, banklar üzerinde ve parklarda alkollu içki içmeye kalkarsanız, hemen polis geliyor, bilginiz ola.

 

ALIŞVERİŞ

Bükreş şehrinde: 1990’lardan sonra, her marka ürünün satıldığı alışveriş merkezleri açılmıştır. “Piata Romana Piata” ve “Universitatii” ve “Magheru” alışveriş merkezleri içinde öne çıkanlardır.

Özellikle, yöresel el sanatları satın almak isterseniz: Artizanat tercih edilmelidir. Burada: işlemeli giyim ve keten, boyalı veya boncuklu giysiler, halılar, seramikler, tahta oymacılığı ürünleri bulup satın alabilirsiniz. Çok iyi seçimler için “Romanya Köylü Müzesi” hediyelik eşya reyonları tercih edilmelidir.

Bunlar dışında önerebileceğim birkaç alışveriş merkezi:

Timisoara Bulvarında bulunan “Afi Palace Cotroceni Mall” olabilir. Ayrıca: Bucuresti Sok.Ploiesti bölgesinde bulunan “Baneasa Shopping Citty” de deneyebilirsiniz.

Özetlemek gerekirse: şehirde kuzeye çıktıkça mağazaların ve restoranların kalitesinin arttığını görebilirsiniz. “Magheru” şehrin şık ve alışveriş düşkünlerine hitap edebilecek ünlü caddelerinden birisidir.

Alışveriş düşkünleri: “Bucharest” ve “Plaza Romania AVM” ve “Orhideea Outlet” merkezleri gibi yerleri de düşünebilirler.

 

EĞLENCE-GECE HAYATI

Bükreş şehrinin en büyük özelliklerinin başında gece hayatının hiç durmadan devam etmesidir. İstediğiniz müzik tarzına ait her türlü bar ve kulüp bulabilirsiniz. Yaz mevsimi boyunca, şehirde, birçok yerde ücretsiz konserler de yapılıyor. Şehrin önemli yerlerine konulan dev stantlarda, ücretsiz tiyatro gösterileri izleyebilirsiniz.

Gece hayatı denilince, Bükreş şehrinde kumar oynamak için birçok “Casino” bulunduğunu da söylemem gerekir. Merkezdeki birçok kumarhanede, ne kadar para birimiyle oynarsanız oynayın: ücretsiz yemek ve içki servisi yapılıyor. Yani, sırf ücretsiz yemek ve içki servisi için, kumarhaneye gidenler bile olduğunu düşünmemek elde değildir.

Rock müzik seviyorsanız, şehirdeki en tanınmış gece kulübü olan “Club-A” ya gidebilirsiniz. Bunun dışında önerebileceğim birkaç yer şunlar olabilir:

St.Patrick

İyi bir gece hayatı için burayı da seçebilirsiniz.

Club Banboo

Ramuri Str. Üzerindedir. Romenlerin en güzel ve en zenginleri, bu mekanda eğlenirler.

Music Club

Baratiei Str. Üzerindedir. Şehirde canlı müzik dinlemek isterseniz burayı tercih etmelisiniz. Ünlü Romen şarkıcı ve gurupları burada sahne alırlar.

Cluj-Napoca

Diğerlerine göre daha küçük olmasına rağmen, gece hayatı bakımından daha keyifli özellikleri bulunduğu bir gerçektir ve burayı tercih edebilirsiniz.

Romanya Bükreş

TURİZM TURU

Bükreş şehrinde: turizme yönelik otobüs turları yapılmaktadır. Yaz sezonunda: çift katlı bu otobüslerle seyahat edenler: Bükreş’in büyüleyici mimari karışımını görebilirler ve 1.5 saatlik yolculuk sırasında: şehir merkezindeki birçok mahalle ve ilgi çekici yerleri ziyaret edebilirler.

Bu otobüsler: her gün, saat: 10.00-22.00 arasında çalışmaktadırlar ve her 15 dakikada bir hareket ederler. Yolculuk uzunluğu, 9.5 kilometredir ve 14 durak bulunmaktadır. Ücretlere gelince: yetişkinler 8.5 dolar, 7 yaşından küçük çocuklar ücretsiz, 7-18 arasında yaştaki çocuklar 3.5 dolardır.

 

GEZİLECEK YERLER

 

LİPSCANİ-TARİHİ ŞEHİR MERKEZİ

Bükreş şehri: 1459 yılında “Dambovita nehri” kıyısında; “Prens Valad” (Kont Drakula olarak da bilinmektedir) tarafından kurulmuştur. Daha sonra ise: yine “Prens Valad” ın sarayının duvarları çevresinde büyümüş ve bugünkü tarihi şehir merkezi ortaya çıkmıştır.

Günümüzde, tarihi şehir merkezi “Lipscani” olarak adlandırılıyor, çünkü buranın en ünlü caddesinin ismi “Lipscani” dir. Trafiğe kapalı olan bu alanda: kafeler, barlar, antikacılar, galeriler bulunmaktadır.

Ayrıca: Çavuşesku döneminde birçok bina yıkılmış olmasına rağmen, yine de burada, bir kısım Barok mimarinin güzel örnekleri bulunmaktadır. Yakın zamanda, burada restorasyon yapılarak, tarihi şehir, tüm ihtişamı ile ortaya çıkarılmıştır.

Özellikle: “Calea Victoriei Bulvarı” ve çevresindeki ara sokaklarda yürüyüş yapabilirsiniz. Bölgenin önem kazanan yerleri: Bratianu Bulvarı, Regina Elisabeta ve Dambovita nehridir.

 

CALEA SEPTEMBRİE BÖLGESİ

Romanya Bükreş Parlamento

Romanya Bükreş Parlamento

Parlamento

Calea, Septembrie bölgesindedir.
Yapının inşaatı: 1984-1989 yılları arasında sürdürülmüştür. Mimari stil olarak: Washington-Pentagon ve Tibet-Potala Sarayı’na benzemektedir. Zaten: bu iki binadan sonra, dünya üzerinde üçüncü en büyük ikinci binası olarak geçmektedir. Yapımında: 800 bin ton çelik, 4000 ton kristal ve 1 milyon metreküp mermer kullanıldığı söyleniyor.

Öte yandan, bu devasa binanın: Çavuşesku’nun komünist yönetim sırasındaki megaloman kişiliğini yansıttığı söyleniyor. Öte yandan, Çavuşesku, bu binanın yapımı sırasında insanlara zülum uygulamamış ve çalışmalarının karşılığında tek kuruş ödememiştir.

Ama: bir gerçek daha var, en büyük hayali olan yapının bitmiş halini göremeden ülkeden kaçmak zorunda kalmıştır.

Evet, dünyanın en büyük üçüncü binasında, 12 kat ve 1100 oda bulunmaktadır. Mükemmel bir yapıdır. Gezmek istiyorsanız önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Standart bir gezi turu, yaklaşık 2 saat sürüyor. Giriş ücretlidir. Cidden çok büyük bir binadır.

Romanya Bükreş Muzeul National de Arta Contemporana-Ulusal Çağdaş Sanat Müzesi

Romanya Bükreş Muzeul National de Arta Contemporana-Ulusal Çağdaş Sanat Müzesi

 

Muzeul National de Arta Contemporana-Ulusal Çağdaş Sanat Müzesi

Calea Septembrie bölgesindedir. Giriş ücretlidir, 4 Euro’dur.
Burada: genellikle uluslar arası sanatçıların ve Roman çağdaş sanatçıların eserleri sergilenmektedir. Müze binası olarak kullanılan yer: Parlamento Sarayında: Nicolae ve İleano Çavuşesku’nun özel dairesi olarak kullanılan bölümdedir.

 

PİATA PRESEİ LİBERE BÖLGESİ

Romanya Bükreş Casa Presei Libere-Free Press Home

Casa Presei Libere-Free Press Home

Bu etkileyici yapı, 1956 yılından bu yana: şehrin kuzey bölümünde ayakta durmaktadır. Binanın: 1953 yılında Moskova’da açılan “Lomonosov Üniversitesi” binasının daha küçük bir kopyası olduğu söyleniyor. 1956-1989 yılları arasında: tüm Romanya ülkesinin baskı makineleri ve baskı medya şirketleri, burada bulunmuştur. Yapı: günümüzde aynı işlevleri yürütmüyor, ancak güney bölümünde “Bükreş Menkul Kıymetler Borsası” bulunmaktadır.

 

PLATA ARCUL DE TRİUMF BÖLGESİ

Romanya Bükreş Arcul de Triumf-Triumph Arch

Arcul de Triumf-Triumph Arch

1922 yılında burada bulunan ahşap bina: I. Dünya Savaşında savaşan Romen askerleri cesaretlendirmek için yapılmıştır. Ancak: 1936 yılında: granit yılında, 85 metre yüksekliğinde, mimar Petro Antonescu tarafından, günümüzdeki şekliyle yeniden tasarlanmıştır.

Anıtın dekorasyonunda kullanılan heykeller: Romen sanatçılar tarafından oluşturulmuştur.
Anıtın ortasında, içinde bir merdiven var, bu merdivenle anıtın üstüne tırmanırsanız, şehrin güzel panoramik manzarasını izleyebilirsiniz.

 

REGİNA ELİSABETA

 

Gradina Cismigiu-Cismigiu Bahçesi

Bükreş Belediyesi karşısındadır.
Bu bahçe: 1860 yılında Alman peyzaj mimarı Carl Meyer tarafından tasarlanmış ve halka açılmıştır. Burada: Viyana’daki botanik bahçesinden ithal egzotik bitkiler ve ağaçlar ve Romanya dağlarından getirilen çiçekler, bitkiler bulunmaktadır ki, bunların sayısının 30 binden fazla olduğu söyleniyor.

Evet: Bükreş şehrinin kalabalıklarından kurtulmak isteyenler: parkın eski yürüyüş yollarını tercih ediyorlar. Yemyeşil çimenler ve dolambaçlı yollar arasında parkta gezinti yapabilirsiniz. Ayrıca: çocuklar için oyun alanları, banklar ve bir de göl bulunmaktadır.

 

CALEA SERBAN VODA BÖLGESİ

Romanya Bükreş Parcul Carol I-Carol I Park

Parcul Carol I-Carol I Park

Bu büyük park: şehrin en güzel parklarından birisidir ve park alanı içinde: Komünist lider Gheorge Gheorgiu Dej’in mezarı, meçhul asker anıtı bulunur. Anıtta: sürekli yanan meşale ilgi çekmektedir.

Park alanı: 1900 yılında, Fransız peyzaj mimarı Eduard Redont tarafından tasarlanmıştır. Ağaçlıklı yollarda, keyifli yürüyüşler yapılabilir. Yaz aylarında, parkın “Arenele Romane” Açıkhava tiyatrosunda konserler düzenlenmektedir.

 

SOS KİSELEFF BÖLGESİ

Parcul Herastrau-Herastrau Park

Herastrau gölü kenarındadır.
Triumph Arc Baneasa köprüsü yakınlarında 400 dönümlük alana yapılan park alanında: tenis kortları ve eski panayır gibi ilgi çekici yerler bulunmaktadır. Ayrıca: yine park alanı içinde bir tekne kiralayarak, göl kıyısında güzel zaman geçirmek mümkündür. Kemerli köprüden parkın diğer tarafındaki adaya geçip, sandal gezintisi yapabilirsiniz.

30 binden fazla ağacın bulunduğu söylenen park alanında: “Monte Carlo Restoranı” denilen yerde, güzel bir akşam yemeği yiyebilirsiniz. Evet, gayet büyük olan park alanı, bir günde gezilemeyecek kadar büyüktür. Pazar günleri: her yaştan şehirliler tarafından, panayır alanına çevrilir.

Biraz önce de söylediğim gibi, tam ortasında büyük bir göl bulunur. Park alanını ziyaretinizde bir şeyler yemek isterseniz “Quattro Stagioni” deneyebilirsiniz ki, şehirde en iyi lazanya burada yenilebilir.
Park aynı zamanda “Köy Müzesi” ne de ev sahipliği yapmaktadır.

Romanya Bükreş Muzeul Tranului Roman-Romen köylü Müzesi

Muzeul Tranului Roman-Romen köylü Müzesi

Giriş ücretlidir.
1906 yılında açılan müzede, Romen halkının kültürel yaşamına ait, 90 binden fazla obje bulunduğu söyleniyor. Müzede bulunan “Çömlekçilik” koleksiyonu: ülkenin en önemli seramik koleksiyonudur ve yaklaşık 18 bin parça eseri barındırmaktadır. Müzede bulunan en eski seramik eser ise, 1746 yılından kalmadır.

Bunların yanında, müzede etkileyici “giysi” koleksiyonu, Romanya köylülerinin geleneksel giysilerinin tanıtılması açısından ilgi çekmektedir.

Yalnız bunlar da değil, müzede: Romanya kırsal yaşamının tüm yönlerini anlatan: tarım aletleri, halı, mobilya, fotoğraflar, film sergileri de bulunmaktadır. Hatta: galerilerden birinde “ahşap bir kilise” ve diğer bir galeride ise “ahşap bir köylü evi” görülmektedir. Müzenin girişinde, hediyelik eşyalar, el sanatları ve tekstil ürünleri satılan bir mağaza bulunuyor.

Müzenin özel bir bölümü var. “Komünist İkonografi Müzesi” denilen ve kiler odasından oluşan bu bölümde: komünist dönemden kalma büstler ( Lenin de dahil olmak üzere), resim ve hatıra koleksiyonu bulunmaktadır.

Son bir not: bu müze, 1996 yılında “Avrupa Yılın Müzesi” ödülüne layık görülmüştür.

 

Muzeul National de Istorie Naturala-Grigore Antipa Doğal Tarih Müzesi

Giriş ücretlidir. Pazartesi hariç her gün açıktır ve saat: 10.00-20.00 arasında gezilebilir.
Yakın zamanda yenilenmiş olan bu müzede: sürüngenler, balıklar, kuşlar ve memeliler koleksiyonu sergilenmektedir ki, bu koleksiyon Romanya’nın en büyük koleksiyonudur.

Sergilenen objelerin 300 binden fazla olduğu söyleniyor. Özellikle: bir dinozor fosili ilgi çekmektedir. Ayrıca: deniz yaşamına ait balinalar, yunuslar ve fok örnekleri bulunur. Ayrıca: güzel bir kelebek koleksiyonu da bulunmaktadır.

 

Muzeul Satului-Köy Müzesi

Bu büyüleyici açık hava müzesi: 1936 yılında kraliyet kararnamesiyle kurulmuştur.
Herestrau Park Lake Herestrau kıyısında: yaklaşık 30 dönümlük bir arazi üzerinde kuruludur ve Avrupa’nın en büyük açık hava müzesidir. Müze koleksiyonunda 50 bina bulunmaktadır. Dik çatılı köy evleri, sazdan ahırlar, kiliseler, ülkenin tüm bölgelerine ait su değirmenleri; burada yeniden inşa edilerek ziyaretçilere sunulmaktadır.

Burada, aynı zamanda: seramik, dokuma ve diğer el sanatları branşlarında, geleneksel becerilerini göstermek isteyen halk: özel etkinlikler düzenlemektedir. Müzenin hediyelik eşya satan bölümünde: geleneksel el ve halk sanatı ürünleri bulup satın alabilirsiniz.

 

PİATA DEVOLUTİEİ BÖLGESİ

Romanya Bükreş Piata Devolutiei-Devrim Meydanı

Piata Devolutiei-Devrim Meydanı

Bu meydanın en büyük özelliği: 21 Aralık 1989 tarihinde, Nikolay Çavuşesku’nun iktidardan düşürülmesi eylemlerinin dünya televizyonlarında yayınlanmasıyla ortaya çıkmıştır.
Çünkü: Çavuşesku’nun başında bulunduğu Komünist Parti merkezi buradaydı; binanın balkonundan halka son konuşmasını yaparken, halk galeyana gelince, Çavuşesku: binanın çatısından beyaz bir helikopter ile ülke dışına kaçmıştır.

Evet meydanda günümüzde bulunan diğer binalar:

 

Palatul Regal-Kraliyet Sarayı

Yapı: 1927-1937 yılları arasındaki 10 yıllık süreçte, neo-klasik tarzda inşa edilmiş ve 1947 yılında: monarşi yani krallık ülkeden kaldırılana kadar, kraliyet ailesine ikametgah olmuştur. Burayı son kullananlar: Kral Carol II ve oğlu Kral Mihai.
Kral Mihai: 18 yaşında iken:; II. Dünya Savaşı sırasında, Müttefiklerin baskısı ile, Nazi yanlısı hükümet tarafından ülkeden kovulmak üzere bir darbe yapılmış, darbe sarayın salonlarında olmuştur.
Günümüzde: Kraliyet Sarayı “Romanya Ulusal Sanat Müzesi” olarak kullanılmaktadır.

 

MNAC-Muzeul National de Arta-Ulusal Sanat Müzesi

Burası: Romanya’nın önde gelen sanat müzesidir. 15-20’nci yüzyıllar arasında: Romanya ve Avrupa sanatına ait, eski kraliyet koleksiyonu: 1948 yılında yapılan bu binada sergilenmektedir.
2 bölüme ayrılmış müzede: 100 bin üzerinde eser bulunduğu söylenmektedir. İki müze için de ayrı bilet almanız gerekiyor. Ama kombine bilet almak daha avantajlıdır.

Özellikle: Grigorescu ve Andreescu gibi ünlü Romen sanatçıların eserleri bulunmaktadır. 15 odada yerleşik Avrupa galerisinde ise: El Greco, Rubens, Monet, Rembrand, Renoir, Cezanne gibi sanatçıların çeşitli eserleri görülmektedir.

 

Sala Palatului-Kraliyet Sarayı Büyük Konser Salonu

Kraliyet sarayı yanında bulunan bu bina: 1960 yılında, Komünist parti kongreleri için yapılmış ve 3000 kişi kapasitelidir. Günümüzde ise, burası: çeşitli konferanslar ve etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır.

Romanya Bükreş Ateneul Roman/Romanya Athenaeum

Ateneul Roman/Romanya Athenaeum

Yapı: 1888 yılında, tamamen halkın bağışları ile yapılmış ve Romanya Ulusal Bankası olarak tasarlanmıştır. Tasarım Fransız Mimar Albert Galleron tarafından yapılmıştır. Bükreş’in en kalabalık meydanında: barok kubbesiyle ilgi çekmektedir.

Yüksek kubbeli ve dor sütunlu yapı: eski bir tapınağa benzemektedir. Lobi: altın varak ile dekore edilerek boyanmıştır. Pembe mermer sütunlar, pirinç fenerler, kemerler: ilgi çekmektedir. Oturma kapasitesi 1000 kişidir.

Günümüzde, burası “konser salonu” olarak kullanılmaktadır. Salonun duvarlarında, muhteşem güzel freskler görülür. Ayrıca: olağanüstü akustik dikkat çekicidir. Burada: Romen George Enescu Flarmoni orkestrası konserler vermektedir.

 

Athenee Palace Otel

Yapı: 1914 yılında, Fransız Mimar Teophile Bradeau tarafından tasarlanmış ve inşa edilmiştir. I. Dünya savaşı sırasında, otel, entrika ve casusluk faaliyetlerinin merkezi olmuştur. İngiliz ve Alman diplomatlar: otelin lobisinde, büyük casusluk mücadelelerinde bulunmuşlardır. Ancak: 1945 yılında otel ağır bir bombardıman sonucu yıkılmış ve sonra yeniden inşa edilmiştir. Günümüzde: Hilton Oteli olarak kullanılıyor.

 

Kretzulescu Kilisesi

Meydanın güney tarafından, son bölümde bu güzel küçük kilise ziyaret edilebiliyor. Kilise: 1722 yılında: Lordache Kretzulesco ve eşi tarafından yaptırılmıştır. İç freskler, ünlü Romen ressam Gheorge Tattarescu tarafından yapılmış olup, ressam 1860 yılında idam edilmiştir.

 

CALEA VİCROTİREİ BÖLGESİ

Palatul Cantacuzino-Cantacuzino Sarayı

Giriş ücretlidir.
1899 yılında, Grigore Cantacuzino’nun: Romanya’nın en zengin vatandaşı olduğu bilinmektedir. Mimar İyon Berindei tarafından tasarlanan, Bükreş şehrinin en şık ikametgahı; 1898-1900 yılları arasındaki 12 yıllık sürede inşa edilmiştir. Yapının: ferforje balkonları, uzun kemerli pencereleri, iki aslan ile çevrili zarif dövme demir kapısı önem kazanmaktadır. Günümüzde: saray “George Enescu Müzesi” olarak kullanılmaktadır.

Romanya Bükreş Muzeul Ulusal George Enescu-George Enescu Müzesi

Muzeul Ulusal George Enescu-George Enescu Müzesi

Calea Victoriei bölgesindedir.
Giriş ücretlidir. Pazartesi hariç her gün açıktır ve saat: 10.00-17.00 arasında gezilebilmektedir.
Biraz önce söylediğim gibi, müze: Cantacuzino Sarayı içindedir. Müzede: özellikle büyük Romen bestecisi kemancı George Enescu (1881-1955) ya ait çeşitli nesneler görülmektedir. Ayrıca: Romanya kraliçesi Elisabeta hediye edilen bir Bach müzik koleksiyonu da sergilenmektedir.

George Enescu: döneminde dünya standartlarında bir kemancı olarak: Alman bestecisi Brahms ile bir araya gelmiş ve ilk konserini vermiştir. Onun en iyi bilinen çalışmaları “Romanya Rhapsodies” dir. Her iki yılda bir: Romanya’da “George Enescu Uluslar arası Festivali” düzenlenmektedir.

Romanya Bükreş Muzeul National de Istorie Al Romaniei-Ulusal Tarih Müzesi

Muzeul National de Istorie Al Romaniei-Ulusal Tarih Müzesi

Giriş ücretlidir.
Müzenin bulunduğu bina, bir zamanlar Bükreş şehrinin ana postane binası olarak kullanılmak üzere, 1900’lü yılların başında yapılmıştır.

Müze: 41 odadan oluşmaktadır. Sergiler: tarih öncesi çağlardan, 20’nci yüzyıla kadar uzanan sürece aittir ve ülkenin gelişimini anlatır.

Sergilenen eserler arasında: 3000 altın küpe, özellikle ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir. 4’ncü yüzyıldan kalma “Pietroasele Hazinesi” koleksiyonu ise, 12 parçadan oluşmaktadır. Bu parçalar: 1867 yılında Paris şehrinde sergilendiğinde, dünyanın en değerli hazinesi olarak kabul edilmiştir. Ancak, daha sonra Mısır’da Tutankamon mezarının bulunması ve hazinelerinin ele geçirilmesiyle, bu onur, yeni hazineye verilmiştir.

Burada bir ayrıntıdan söz etmek istiyorum. Müzenin hemen yakınında “Odeon Tiyatrosu” önündeki küçük meydanda “Mustafa Kemal Atatürk” ün bir büstü bulunuyor ve altında, Türkçe ve Romence “Yurtta Barış, Dünyada Barış” yazıyor.

 

STRADA FRANCEZA BÖLGESİ

Palatul si Biserica Curtea Veche-Eski Princely Court Kilisesi

Strada Franceza bölgesindedir ve giriş ücretlidir.
Tarihi şehir merkezinde: 15’nci yüzyılda inşa edilmiş, eski Princely Mahkemesi yani Curtea Veche kalıntıları bulunmaktadır. Yapının altındaki geniş zindanlarda, esirler tutulmuştur. Günümüzde ise, yapı ile ilgili olarak: yalnızca birkaç duvar, kemerler, mezar taşları ve sütunlar görülmektedir.

Bölgede yapılan arkeolojik çalışmalarda: Dacian yani Bükreş’in ilk sakinleri dönemine ait seramikler, Roma sikkeleri ve kalenin kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Bunlar: 1972 yılında yapılan Old Court Müzesinde sergilenmektedir. (Bükreş Tarih ve Sanat Müzesi-Muzeul Municipiului Bucuresti)

Hatta: yine aynı müzede: “Bucureski” yani “Bükreş” adı altında, şehrin kökenini doğrulayan en eski belge, burada bulunmuş ve müzede sergilenmektedir. Bu belge: 20 Eylül 1459 tarihinde yayınlanmış ve Prens Vlad Tepes tarafından imzalanmıştır.

Sarayın hemen yanında: 1559 yılında inşa edilen “Old Court Kilisesi” (Biserica Curtea Veche) bulunmaktadır ve şehrin en eski yapısı olarak bilinir. 200 yıllık kilise: Romen prenslerinin taç giyme törenlerinde kullanılmıştır. Yapıdaki 16’ncı yüzyıldan kalma fresklerin bazıları görünmektedir.

Romanya Bükreş Manuc en Inn-Hanul lui Manuc

Manuc en Inn-Hanul lui Manuc

Strada Franceza Str. Bölgesindedir.
Burası: zengin Ermeni tüccar Emanuel Marzaian için 1804-1808 yılları arasında yapılmıştır. Han: 1812 yılında, Türk-Rus savaşının sona erdirilmesi görüşmelerine ve barış andlaşmasına ev sahipliği yapmıştır.
Burası, günümüzde: Bükreşliler için favori bir buluşma yeri olarak kullanılmaktadır. Çünkü: burada bir restoran, şarap mahzeni ve pastane ve otel bulunmaktadır.

 

SOS. COTRECENİ BÖLGESİ

Gradina Botanica-Botanik Bahçe

Cotroceni Sarayı karşısındadır. Giriş ücretlidir.
1891 yılında halka açılan bahçe: Romanya ve dünya bitkilerinden 5 binden fazla çeşidi barındırmasıyla önem kazanır. Bahçe içinde: güzel bir binada, Botanik bahçesi müzesi bulunuyor. Burada: el yazmaları, eski botanik araştırma cihazları, bitkisel malzemelerden yapılmış eserler sergilenmektedir.

 

CALEA VİCTORİEİ: ZAFER CADDESİ

Burası, şehrin en eski ve güzel caddesidir. Cadde: 1692 yılında, meşe kirişler döşenerek yapılmış ve Mogosoaia Sarayı ve Eski Princely Mahkemesini bağlamak üzere inşa edilmiştir.
1878 yılında ise; Romanya Kurtuluş Savaşının ardından, sokak “Calea Victoriei” olarak isimlendirilmiştir. İki dünya savaşı arasında ise: cadde, şehrin en gözde caddelerinden biri haline gelmiştir.

Romanya Bükreş CERCUL MİLİTAR CLUB-ASKERİ KULÜBÜ

CERCUL MİLİTAR CLUB-ASKERİ KULÜBÜ

1912 yılında yapılan ve Romen mimar Dimitrie Maimaroiu tarafından tasarlanan yapı: Romanya ordusunun: sosyal, kültürel ve eğitim ihtiyaçlarını karşılamak için yapılmıştır.
Binanın ana bölümü sivil ziyaretçilere yasak olmasına rağmen: görkemli restoranı ve terası: yaz aylarında ziyaretçilere açıktır.

Romanya Bükreş ÜNİVERSİTE MEYDANI-PİATA ÜNİVERSİTATÜ

ÜNİVERSİTE MEYDANI-PİATA ÜNİVERSİTATÜ

Burası: Bükreş şehrinin en popüler buluşma yerlerinden birisidir ve özellikle geç saatlere kadar kalabalıktır. Meydanın ortasında ise: 10 tane taş haç bulunur ki, bunlar 1989 yılındaki devrimde ölenler için yapılmıştır. Meydanın altında ise: dükkanların bulunduğu bir yer altı geçidi ve metro istasyonu bulunmaktadır.

 

SPİTALUİ COLTEA-COLTEA HASTANESİ

Burası 1704 yılında yapılmıştır ve şehrin en eski hastanesidir. Orijinal bina: 1802 yılındaki depremde yıkılmış ve günümüzde görülen bina 1888 yılında yapılmıştır. Hastane, günümüzde halk sağlığı merkezi olarak kullanılmaya devam etmektedir.

 

Kilise

Hastanenin hemen yanındaki kilise: 1701 yılında inşa edilmiştir ve ziyarete açıktır. Özellikle: aziz silüetleri ve tavan bölümü ilgi çekmektedir.

 

PALATUL SUTU-SUTU PALACE

Burası: 1900’lü yıllarda, burada düzenlenen toplantılar ile ünlüdür. Mimar Johann Veit ve Konrad Schwinc tarafından tasarlanan yapı: 1832-1834 yılları arasında inşa edilmiştir. 1862 yılında yeniden dekore edilmiş ve eski yapıdan yalnızca: tavan, sıva, parke döşeme ve fayans bölümler korunmuştur.
1959 yılından bu yana: burada “Bükreş Tarih ve Sanat Müzesi” bulunmaktadır.

 

Bükreş Tarih ve Sanat Müzesi-Muzeul Municipiului Bucuresti

Müzede sergilenen eserler arasında: 300 bin civarındaki para koleksiyonu, kitaplar, haritalar, gravürler, resimler, silahlar ve eski geleneksel kostümler ilgi çekmektedir.
En değerli eserler arasında bulunan obje: 1459 yılında, Vlad Tepes tarafından verilen “Bükreş” şehrinin adına ait bir belge ve 1688-1714 yılları arasında hüküm süren Prens Constantin Brancoveanu’ya ait değerli taşlarla süslü bir kılıçtır.

 

BÜKREŞ ÜNİVERSİTESİ-UNİVERSİTATEA BUCURESTİ

Üniversite meydanına yakındır. Bükreş Üniversitesi: 1864 yılında Alexandru İoan Cuza tarafından kurulmuştur. II. Dünya savaşı sırasında, Üniversitenin kütüphaneleri ve koridorları, birçok ünlü Romen kişiliklere ev sahipliği yapmıştır.

 

MUZEUL ULUSAL COTROCENİ-COTROCENİ SARAYI VE MÜZESİ

Saray: Prens Serban Cantacuzino tarafından 1679-1681 yılları arasında inşa edilmiştir. Kral Carol I’de burada yaşamıştır.
19’ncu yüzyıl sonunda ise: Kral Ferdinand tarafından, saray yıktırılmış ve neo klasik tarzda, Fransız mimar Paul Gottereau tarafından yeniden yaptırılmıştır. 1977 yılında, Komünist lider Nikolay Çavuşesku: saraya yeni bir kanat ilave ettirerek, kendi konutu olarak kullanmaya başlamıştır.

1990 yılında, bu sonradan ilave edilen kanat: Romanya Başkanı ikametgahı olarak kullanılmaktadır. Saray ise müze olarak kullanılmaya başlanmıştır. Burayı ziyaret etmeyi düşünürseniz, rehberli turlar var. Bu turlarda: özellikle “Oriental Hall, Norveç Hall ve Kraliçe Odası” görülmeye değerdir. Ayrıca: Ortaçağ dönemine ait büyük bir sanat koleksiyonunu da görebilirsiniz.

ŞEHİR DIŞINDA GEZİLECEK YERLER

Romanya Bükreş PALATUL MOGOSOAİA VE MUZEUL BRANCOVENESC-MOGOSOAİA PALACE-BRANCOVENESC MÜZESİ

PALATUL MOGOSOAİA VE MUZEUL BRANCOVENESC-MOGOSOAİA PALACE-BRANCOVENESC MÜZESİ

Bükreş şehir merkezine 9 km. uzaklıkta, Valea Parcului Str üzerindedir. Giriş ücretlidir.
Mogosoaia gölü kıyısında, aynı adı taşıyan köyde bulunan bu saray: mimari olarak geleneksel Romen mimarisi özelliklerini yansıtmaktadır. Merdivenler, balkonlar ve eğlenceli sütunlar ilgi çeker.
Yapı: bir yazlık konut olarak, Walachian prensi Constantin Brancoveanu tarafından, 1698-1702 yılları arasında inşa ettirilmiştir. Özellikle: göl ve ana avluya bakan karmaşık Brancovenesc tarzı oymalar ve balkon, Venedik tarzı sundurma ilgi çekmektedir.
Günümüzde saray içinde bulunan müzede: taş heykeller, ahşap heykeller, el yazmaları, nadir eserler, altın ve gümüş nakışlar sergilenmektedir.

Romanya Bükreş MANASTİREA SNAGOV-SNAGOV MANASTIRI

MANASTİREA SNAGOV-SNAGOV MANASTIRI

Bükreş şehir merkezinin 25 km. kuzeyindedir. Manastır: Snagov gölündeki bir ada üzerindedir ve bir yaya köprüsü veya tekne ile buraya ulaşılabilir.
Manastır: 1364 yılında inşa edilmiştir. 1458 yılında ise Romanya Prensi Vlad Tepes ( Kazıklı Voyvoda) tarafından, buraya kalın savunma duvarları ve bir zindan eklenmiştir.

İtalya Venedik Genel

venedik.maskeler.1
İtalya Venedik Genel

İtalya Venedik Genel: Kendinizi, bu şehirde kesinlikle bir rüya aleminde yaşıyor sanacaksınız.

Çünkü: gerçekten mimari ve yerleşim açısından: geçmişi bütünüyle yaşayan ve yaşatan bir şehir.

Bunun yanında: pahalı, turist o kadar çok ki, artık turistik reklamları kesmişler, turizmin şehri öldürdüğünü düşünüyorlar, bir anlamda da, doğa ve iklim şartları zaten pek fazla uzun olmayan bir süre sonra bu şehri ortadan kaldırabilir, bu yüzden, mutlaka gidin ve görün.

Doyumsuz bir güzellik, mutlaka gidin ve bu güzelliği yaşayın.

Yalnız: gerek aşırı yüksek fiyatlar ve gerekse bol bulunan yankesicilere dikkat.

Kaldığınız yerin mutlaka kartını alın, kaybolmak çok kolay, harita ile uğraşmayın, çünkü harita sizin kaybolmanızı önlemiyor, şehir karışık.

ULAŞIM

İtalya Venedik Genel: Bu şehirde: araç kullanmak yasak. Hatta: bisiklet kullanmak bile yasak. Ulaşım yalnızca: kanallar üzerinde hareket eden, su araçları ile yapılıyor.

HAVAALANI

İtalya Venedik Genel: Venedik’e tarifeli bir seferle uçuyorsanız: Venice Marco Polo Havaalanına inersiniz. Marco Polo Havaalanı: şehir merkezine, yaklaşık 13 km. ve 25 dakika uzaklıktadır. Hava alanından; yarım saatte bir kalkan otobüsler ( 5 numaralı otobüs) şehre ulaşmanın en kolay ve ucuz yoludur.

Ayrıca: tren veya taksi de kullanabilirsiniz. Bazı charter seferi yapan şirketler ve ucuz fiyatlı şirketler: Treviso havaalanını kullanırlar. Treviso, Venedik’in 30 km. kuzeyindedir. Venedik’e gitmeden önce, seyahat şirketinizle görüşüp, hangi havaalanına inileceğini sormanızda yarar var.

 

BELEDİYE OTOBÜSLERİ

Bunlar “ACTV” olarak işaretlenirler. Yazın: yarım saatte bir ve kışın ise, saatte bir havaalanından kalkıp: Piazzale Roma’ya kadar giderler. Havaalanı otobüsleri: “ATVO” hemen hemen aynı tarifeyle işler. İkisi de, pahalı değildir.

ACTV daha ucuzdur, ancak bagajınız varsa, biraz zorlanabilirsiniz. Piazzale Roma’ya varmak, yaklaşık 30 dakika sürer. Biletinizi varış terminalindeki ATVO bürosundan satın alabilirsiniz.

İtalya Venedik Genel Tekneler

TEKNELER

Cooperativa San Marco motorları, bütün yıl boyunca havaalanı ile Venedik merkezi arasında sefer yapıyor. Fiyat: 40 Euro’dur ve vaporetto bağlantılı ATVO seferlerinin iki katıdır. Gene de pahalı sayılmaz. Eğer vaporetto kalabalık ve bagajınız çoksa ekstra ücret ödemeye değer.

Havaalanı binasının hemen önünden: 04.45’ten gece yarısına kadar, saatte bir motor kalkar. Ticari kanal taksileri (matoscafi) çok pahalıdır.

Bitişik olarak inşa edilmiş olan Ponte Della Ferrova demiryolu köprüsü ve Ponte Della Liberta karayolu köprüsü: anakaradan, Venedik’e bağlantı sağlar.

Eğer, şehre otomobil ile geldiyseniz: arabanızı: Pıazalle Roma Meydanındaki otoparka bırakmak zorundasınız. Otobüsle geldiyseniz de aynı meydanda inip, otelinize, Büyük Kanal üzerinden ulaşabilirsiniz.

Demiryolu ile Venedik’e geldiyseniz: Pıazzale Roma’nın karşı kıyısında bulunan istasyonda inip, yolunuza yine Büyük Kanal üzerinden devam edebilirsiniz.

1801-1846 yılları arasında inşa edilen demiryolu köprüsü: 3601 metre iken, 1931-1932 yılları arasında yapılan onarımlar ile, uzunluğu: 4070 metreye çıkarılmıştır.

Büyük Kanal’a ulaşımınızı, önce bir bilet alarak “Vaporetto”larla (1.Nolu) sağlayabilirsiniz. Ayrıca: aceleniz varsa, “motoscafi”leri tercih edebilirsiniz. Motoscafiler, küçük kanallarda da ulaşımı sağlar.

Gondollar; daha çok çevre gezileri için tercih edilir.

Gondollara binmeden önce, güzergah, fiyat, süre konusunda gondolcu ile anlaşma yapmalısınız. Şehirde ise, yürüyerek dolaşmak çok kolay ve Venedik’i tanımanın en iyi yoludur.

Evet, şehir içinde, ulaşım konusunda mümkün olduğunca yürümeye çalışın.

Hem ara sokakların tadına varmak hem de vaporetto fiyatlarının el yakması bunun için yeterli sebeplerdir. Tabii, yorucu bir günün ardından, San Marco Meydanından, tren garına kadar yürümek, haritada göründüğü kadar kolay değil.

Motorlar için ve 72 saatlik abonman kartlar mevcut. Bu kartlar: aldığınız andan itibaren, bahsedilen saate kadar tüm motorlarda geçerli. (Havaalanı motoru hariç)

Bu kartın fiyatı 10 Euro. Bununla: sürekli olarak her motora ücretsiz binebiliyorsunuz.

 

KONAKLAMA:

Venedik’te: Lido Bölgesinde konaklamak mümkün. Burada göreceğiniz 4 yıldızlı oteller inanın bizim ülkemizdeki

2 yıldızlı otellere eşdeğer personel ve işletmeciliğe sahip. Kahvaltıda: genellikle: bal ve bol bol domuz jambon bulacaksınız. Üstelik: çay niyetine verdikleri de, berbat. Yani: sakın beklentileriniz çok olmasın.

Eski Venedik merkezinde ise, oteller çok pahalı imiş. Buradaki tüm binalarda, hala yaşam devam ediyor. Yaşayanlar da, evlerin aile içinde, kuşaktan kuşağa geçmesiyle sahip olmuşlar. Yoksa, bu evlere, binalara para yetmeyeceği, metre karesinin 1 milyon Euro olduğu söyleniyor.

Dolayısı ile, eskiden kont, dük ve soylu olarak yaşayanların torunları buralarda şimdi oturuyorlar. Aslında: çok bunaltıcı bir atmosfer var.

Muhteşem nem bir yandan. Üstelik: yazın kanalların kokusu rezalet. Dolayısı ile merkezde kalmamak bir kayıp değil gibi.

Şehir çok pahalı. Eğer gece konaklayacaksanız, yarım saat uzaklıktaki: Trivignano’da yarı fiyatına kalınması tavsiye edilir.

 

 

NEREDE YENİR

San Marco çevresinde: hiçbir Venediklinin denemeyi bile düşünemeyeceği kadar pahalı turist restoranları dolu. Şehrin en pahalı ve gözde restoranları: Dorsoduro, San Polo, Santa Croce bölgelerinde ve San Marco’nun karşı yakasında bulunur.

Kabaca ristorante kelimesi yüksek kalite ve pahalı bir servis demektir.

Trattoria; küçük ve sıcak aile işletmelerini, osteria ise basit bir atmosferde sunulan sade yiyecekleri ifade eder.

Ama her sınıf, kendi içinde çeşitlilik gösterebilir. O yüzden, en doğrusu: mönüye ve fiyatlara göre karar vermenizdir. Fiyatlar, kalitenin göstergesi değildir. Pahalı bir restoran, güzel yemekler sunabilir ama daha çok mekan için para ödemiş olursunuz.

San Marco civarındaki restoranların çoğunda, sabit bir ücret karşılığında, sınırlı bir listeden üç veya dört çeşit yiyecek seçebileceğiniz mönü turistico sunulur.

A la carte fiyatları ile kıyasladığınızda, daha ucuz bir seçenek olarak görünse de, turistik mönüde porsiyonlar çok küçüktür ve yemek seçenekleri sınırlıdır.

Eğer bütçeniz kısıtlı ise, en iyisi pizzanın yanı sıra geleneksel balık ve et yemeklerinin de sunulduğu bir pizzeria bulmanızdır.

İtalyan restoranları: yemek mönülerini ve fiyatlarını cama asmak ya da kapı önünde sergilemek zorundadırlar. Bu da, içeriye girmeden önce, fikir sahibi olmanızı sağlar.

Kanunen bütün restoran ve barlar: KDV’nin de dahil olduğunu gösteren yazar kasa fişi vermek zorundadırlar. Restoranların büyük bir bölümü: % 10 veya % 15 servis ücreti alır.

Bu yüzden: bahşiş vermenize gerek kalmaz. Ancak emin değilseniz yine de sorun.

Öğün saatleri: öğlenden 14.30 veya 15.00’e kadar ve akşam 19.30’dan 22.00’ye kadardır.

NE YENİR

Venedikliler, güne piccola colazione ile başlarlar. Bu genellikle: bir kahve ve yanında hamur işi veya kuruvasandan oluşur.

Bu tip bir kahvaltı için: en iyi yer, bir caffedir. Herhangi bir barda, masaya oturarak yiyeceğiniz şeylerin fiyatının, barda ayakta durarak yemekten iki kat daha fazla olacağını unutmayın.

Kahvaltınızı bir otelde yapıyorsanız, İngiliz ya da Amerikan tarzı açık büfeler bulabilirsiniz. Öğlenleri atıştırmak için: yanınıza alıp götürebileceğiniz sıcak ve soğuk yiyecekler sunan, ayaküstü barları tercih edin.

Uzun yemekler için, öğle ve akşam yemeklerinde, genellikle dört çeşit yemek seçeneği vardır.

APERATİFLER

Tranttoriaların zeytinyağı ile süsleyip sundukları vejateryan aperatifler: balıklı ya da etli aperatifler denemeye değerdir. Yerel aperatifler arasında en popüler olanlar şunlardır: vejateryanlar için: carciofi (enginar), sarde in saor (kuşüzümü ve kuru üzümle birlikte terbiye edilmiş sardalye ve soğan); üzerine limon ve zeytinyağı gezdirilmiş jumbo karides, ahtapot, midye ve kalamardan oluşan frutti di mare (karışık deniz ürünleri), bazen makarnanın yanında ikram edilerek primi piatti adını alan, ama genellikle beyaz şarap sosuyla sunulan vongole veya caparozzoli veya cozze (midye).

Etli aperatifler arasında: mayonezle servis edilen ince dilimlenmiş biftek (carpaccio), incirle (fichi) birlikte çok lezzetli olan prosciutto crudo con melone (kavunlu jambon), affetteri veya baharatlı salsicce (şarküteri ve salam tarzı sucuk) bulunur.

GİRİŞ YEMEĞİ:

Primo piatto makarna, risotto veya çorbadır. Kuzeye doğru, makarnanın yerini pirinç alır ve risotto Venedik’in klasik yemeği olarak görülür.

Pirinç, genellikle taze sebze veya deniz ürünleriyle pişirilir. Venedik’in en meşhur makarna yemeği: bigoli in salsa’dır.

Bu yemek: hamsi veya sardalya sosunda pişirilen eriştedir. Bunun yanında: zuppa di pesce denilen balık çorbası da güzeldir.

ANA YEMEK

En popüler et yemeği: fegato alla venezianadır. Yani: soğanlı dana ciğeri. Salatalarda ise, ana malzeme olarak: rucola (roka) ve radicchio (hindiba) kullanılır.

TATLILAR

Tatlı seçenekleri oldukça azdır. Gelato (dondurma) ile çikolata, kahve, krema veya tatlı mascarpone peyniri ve kaynakla yapılan tiramisu en bilinenlerdir. Bir kadeh tatlı şarap yanında tatlı bisküvi veya bademli kek ikram edilir. Bu bir Venedik geleneği.

Evet, sonuç olarak, bu deniz kentinde, doğal olarak önerilecek en iyi yemek balık olacaktır. Ama fiyatlar da, özellikle turistlerin yoğun olduğu meydanlarda (St. Marco civarında) bulunan lokantalarda, turistiktir.

Ancak, ara sokaklardaki restoranlarda daha ucuz yerler bulmak mümkündür. Balığınızı sipariş vermeden önce, sizin için hazırlanacak balığı görmenizde fayda var. Hesabı ödemeden önce de, mutlaka kontrol edin.

Grand Kanal kenarında oturup, bol zeytinyağlı pizza margarita yiyebilirsiniz.

Venedik’te yemek ne çok özel ne de ucuz. Ana yemekler: 7 Euro’dan başlıyor. Pizza: bir kişi için biraz büyükçe gelebilir. Ama salata alacaksanız, menüdeki ya da vitrindeki resimlere aldanmayın. 7.5 Euro ödediğiniz: marul, domates ve mozarella için gelen mamul: 7 parça mozarella peyniri, 7-8 dilim domates ve 3 küçük marul yaprağı

oluyor. O yüzden, verdiğiniz siparişin ne büyüklükte geleceğini sormanızda yarar var.

Ülkemizde de tanınan: tiramisu isimli tatlı, Venedik’e özgü bir tatlı. Ama; bunu burada yiyip yememek konusunda size bir şey söylemek istemiyorum, çünkü: sanırım biz tadına baktığımızda, asıl yerini mi bulamadık bilmiyorum, pek hoş değildi tat.

 

İÇECEKLER

Birçok restoranda, ev yapımı açık şarap bulabilirsiniz. Bunlar: çeyrek, yarım veya 1 litrelik sürahilerde servis edilir ve seçkin şaraplar kadar iyidir. Şehrin kafelerinde en çok içilen iki içki: Veneto dışında nadir bulunabilen ve köpüklü bir beyaz şarap olan prosecco ve campari, şarap ile maden suyunun karışımından yapılan karışımdır. 

Campari ve Punt e Mes gibi serinleticiler: soda ve limonla sunulur. Bira sevenler: Nastro Azzuro içebilirler. Bu bira: Kuzey Avrupa biraları kadar sert değildir ve buzul servis edilir.

Alkolsüz içecekler ise: köpüklü sıcak çikolata ve buzlu çay. Venedik’in musluk suyu içilebilir. Şehrin çeşitli yerlerindeki çeşmelerden çekinmeden su içebilirsiniz. Musluk suyunun içilemez olduğu yerlerde, yazı bulunur.

İtalya Venedik Genel

GENEL

Venedik genel; Venedik’in diğer adı da: Serrennissima (huzurlu)’dur. Bunun sebebi: tüm sosyal ve politik yaşamın kanunlarla belirlenmiş olmasıdır. Adalet: en önemsenen kuraldır. Örneğin: hakimler, hiçbir kulübe, partiye ve benzeri kuruluşa üye olamaz, hatta yakınlık bile kuramazlar. Venedik: bir şehir devleti iken, sembolü: kılıç ve kanunların yer aldığı bir kitaptır.

Kanunların, bu kadar önemsenmesinin sebebi: kentin, Ortaçağ sonlarında başlayan ve tamamen ticaret üzerine kurulu olan yaşamıdır. Kent: güvenli bir liman olarak kurulmuştur. Özellikle: Doğu’dan gelen mallar (kumaş, değerli taş ve madenler, halılar, baharatlar vs.) buradan; burjuva ve aristokrat ailelere dağıtılmıştır.

Dolayısı ile, uluslar arası ticaretin yapıldığı bir şehir devletinin kanunlarının çok sıkı uygulanıyor alması, tüccarların bu güvenli ortamı tercih etmesini sağlamıştır.

Venedik: Adriyatik’in mücevheridir. Bu bölgede: kesintisiz 1100 yıl boyunca, bağımsız bir imparatorluk ve cumhuriyet olarak, idari yapısıyla günümüze kadar gelmiş ve bu özellikleri nedeniyle, araştırmacıların ilgisini çekmiştir.

9’ncu yüzyılda, çoğu Avrupa şehri, surların arkasına gizlenirken, Venedik, kendi lagununun korumasından çıkmış ve dünyaya açılmayı başarmıştır. Doğu ile batının bu sentezi: ne tamamıyla Avrupalı ve ne de tamamıyla İtalyan olabilmiştir. Kentin dört bir yanında: Bizans izleri ve egzotik Asya etkisi görülür.

Belli bir uzaklıktan bakıldığında, şehir:

Adriyatik Denizinin üzerinde yüzüyormuş gibi görünen, zarif ve gösterişli evleriyle, bir masal diyarını andırır. Şehrin dar sokaklarında (cali) yürüyüp, kanalları boyunca dolaşmaya başladığınızda, asırlar boyu sanatçıları ve gezginleri kendisine hayran bırakan zarif ve egzotik, bir o kadar da romantik mimariden gözünüzü alamazsınız.

Dünya üzerindeki büyük şehirler, otoyolları ve yüksek bina bloklarını bir yara izi gibi taşırken, Venedik, modernite tarafından lekelenmeden, bundan 300 yıl önceki parlak devirlerindeki halini, günümüze kadar taşımış ve hala korumaktadır.

AZİZ MARCOS:

Aziz Marcos’un naşı, MS.829 yılında, Venedik’e getirildiğinde: Dükler Sarayının yanına, bir şapel inşa edildi. Bu ilk: San Marco Bazilikası idi. Azizin simgesi: kanatlı aslan, şehrin sembolü oldu.

MARCO POLO:

Venedik’in en ünlü vatandaşı: Marco Polo. 13’ncü yüzyılda: Avrupa’nın gözlerini, egzotik Asya gizemine çevirmişti.

Zamanımızın bazı bilim adamları: hikayesinin gerçekçiliği konusunda şüpheler dile getirse de; Marco Polo:20 yıl süresince, Moğol İmparatoru Kubilay Han’a hizmet etmişti. Ayrıca: Çin’de özgürce gezmesine izin verilen ilk Batılıdır.

Çin’den döndüğünde: efsaneye göre, hikayelerine kimse inanmamış, kıyafetinin dikiş yerlerine sakladığı mücevherleri ortaya çıkarınca, haklı olduğu anlaşılmıştı.

MÜZELERE GİRİŞ:

Müzelere giriş için tek tek para vermek yerine: “Musei Civici Veneziani” müzelerinden herhangi birinden, “Museum Pass” alın. Çünkü: her müzenin girişi 3-5 euro iken, bu kartı kullanarak, 13 müzeye, 10 Euro karşılığında girebiliyorsunuz.

KUMARHANE:

Venedik’in resmi kumarhanesi, bahar ve yaz aylarında Lido’da açılır ve yılın geri kalan bölümlerinde, Büyük Kanal’daki Palazzo Vendramin Calergi’ye taşınır.

Sabahın ilk ışıklarına kadar: rulet, bakara ve 21 oynamak mümkün. Kumar oynanan odalara giriş yapabilmek için pasaportunuzu yanınızda bulundurmanız şart. Erkeklerin ceket giymesi ve kravat takması şarttır.

DÜNYANIN EN ÇOK İNTİHAR EDİLEN YERİ ;

Evet: bunun sebebini, şehri görünce hemen anlıyorsunuz. Ömrünüzde göreceğiniz en hüzünlü, en tekinsiz atmosfere sahip yer. Güzel olmasına güzel de, geçmişte çok görkemli olan, şimdiyse, çoktan ölmüş ve ağır ağır yürüyen bir güzelliğin kalıntısı. İnsana: gerçek dışı bir his veriyor, masallardan çıkmış gibi.

Her köşesi: son derece estetik, koca bir açık hava müzesi ve inanılmayacak kadar çok görülecek şeyi var. Ama: nemli. Çürümüşlüğün hakim olduğu, tuhaf, tekinsiz bir yer aynı zamanda. Normal yaşam da göremiyorsunuz.

Şehir, yalnızca turistler için ayakta gibi. Onlar da günden güne, kemirip kirletiyorlar şehri. Sakın yalnız başınıza gitmeyin, şehir, iki katı hüzün veriyor insana o zaman.

 

COĞRAFYA:

İtalya Venedik Genel: Venedik, Kuzey İtalya’nın doğusunda ve Adriyatik Denizinin kuzey batı ucunda bulunuyor. Karaya: 4 km. uzunluğunda: kara ve demiryolu köprüsü ile bağlanıyor. Şehir: 50 km. uzunluğunda, bir hilal şeklindeki lagünde bulunan takımada gurubu üzerinde uzanıyor.

Büyük Venedik: deniz seviyesinin 1 metre üzerindeki, 118 adacıkta kurulmuş. Binaları; sıkışmış kil tabakasına çakılan, milyonlarca karaçam kazığı ile desteklenmiştir.

Kent: 170 kanal ve yaklaşık 600’den fazla köprü ile, bir labirenti andırır. Kanallar: lagünü çevreleyen kumluk bölgelerden (lido) geçerek, iç taraflara ilerleyen üç derin suyolundan gelen Adriyatik denizi sularıyla dolar.

 

ADRİYATİK DENİZİ

Deniz her zaman Venedik’in varlığı ile birlikte anılır. Çamurlu, sığ lagün gibi denizin kendisi de, şehrin bir parçası olarak kabul edilir.

Deniz seviyesinin yükselmesiyle; yer altı su seviyesinin düşmesi sonucunda oluşan çökme yüzünden, Venedik, her kış giderek daha çok su baskınına maruz kalmaktadır.

Uzmanlar: önlem alınmadığı takdirde, Venedik’in 22’nci yüzyılda, sular altında kalacağı uyarısında bulunmaktadırlar.

Ne var ki, kent sakinleri; Venedik’in, varlığını borçlu olduğu lagünün, ekolojik dengesinin bozulacağı gerekçesiyle, Londra’daki Thimes Nehri’nde olduğu gibi, su bentleri yapılması projesine karşı gelmektedirler.

 

ŞEHİRLE ANLAŞMAK

Venedik’in ziyaretçileri: şehrin özel koşullarına hazırlıklı olmalıdırlar. Şehir hakkını vererek gezebilmek için; sokakların zorluğuna katlanmak (trafik gürültüsünden uzak yürümek keyifli olsa da) ve kanallar üzerindeki pek çok köprüyü tırmanmak gerekir.

Burası: aşırı yükle gezilebilecek bir yer değildir. Bagajlarınızı, kalabalık sokaklardan ve köprülerden geçirerek otelinize taşımak zorunda kalabilirsiniz.

Yürümekten yorgun düştüğünüzde: vaporetto’ya (deniz otobüsü) binebilirsiniz. Ana vaporetto güzergahları: Büyük Kanal üzerinde sefer yapar.

Fakat: bu sistemle; Venedik lagününün en uzak köşelerine kadar gidebilirsiniz. Lido Sahilleri ve rengarenk boyalı evleri bulunan: Barano Adasından, duvardan duvara cam ürünlerinin sergilendiği ve cam üretim alanlarının bulunduğu: Murano Adasına ve Torcello Adasındaki tuz ovalarının üzerinde kurulu sevimli katedrale kadar.

 

TURİZM

Venedik’te her yıl, yaklaşık 12 milyon turist, en az bir gününü geçiriyormuş. Bu güne kadar tespit edilen, bir günlük turist rakamı: 150.000 dir.

Turist sayısının bu kadar çok olması ve her şeyin deniz yolu ile taşınması nedeniyle, buradaki fiyatlar, İtalya’ya nazaran yüzde 10 daha pahalıdır. Venedik’te turizm: hem en önemli gelir kaynağı ve hem de en büyük düşman olarak görülüyor. Bu yeni bir şey değil. “Venedik’te Ölüm” romanında, Thomas Mann, şehri “yarı peri masalı, yarı turist tuzağı” diye tarif etmektedir.

Venedik’te turiste doygunluk artık yüzlerinden okunuyor. Nitelik, turizm reklamları da yapmıyorlar artık. Turizm ile birlikte: sanayi ve tarım geliri de yüksekmiş. Gerçekten de, her yer yemyeşil ve ekili. Çok verimli bir toprağı var. Mussolini burada, toprakların büyük bir kısmını bataklıkları kurutarak verimli tarlalar haline getirmiş. Hala, bu olaydan Mussolini’nin yaptığı en iyi şeyler diye anlatıyorlarmış.

Turistler, kendilerini kazıklanmış hissederler. Benzerleriyle karşılaştırıldığında, otel fiyatları burada hayli yüksektir. Vaporettolarda ve Piazza San Marco çevresindeki restoranlarda; Venediklilerin ödediklerinden daha fazla hesap ödeyeceksiniz. Yiyecek ve içeceklere, hayli şişirilmiş fiyatlar ödemek zorunda kalacaksınız.

Bu: yalnızca turistlerin sıkıntısı değil. Yazın şehir o kadar kalabalık oluyor ki; Piazza San Morco civarındaki dar sokaklarda yürümek imkansız hale geliyor. Tek yönlü yaya trafiği, bir zorunluluk haline geliyor.

Venedikliler: turist akını karşısında: o kadar mağdur olmuşlar ki: şehrin alt yapısı yetersiz kalınca: ziyaretçilerin şehre girişine günlük kota uygulamak veya otel rezervasyonu olmayan ziyaretçilerin girişinden ücret alınması gibi kenti korumaya yönelik önlemler tartışılmaya başlanmış.

 

KALABALIKTAN UZAK DURMAK

Ek masraflar ve harcayabileceğiniz çaba, bu göz alıcı hazinenin keşfi için ödeyeceğiniz küçük bir bedeldir. Eğer: San Marco Meydanının dışına çıkarsanız, sakin ve büyüleyici civar semtlerde; Venediklilerin Venedik’ini bulabilirsiniz.  İlgi çekici dükkanlar, uygun fiyatlı güzel restoranlar, kafeler ve şarap barları var.

Ama, elbette dünyanın en güzel meydanı olan San Marco’nun muhteşem Bazilikası ve görkemli Palazzo Ducale’nin (Dükler Sarayı) güzelliği tartışılmaz. Sezonun en yoğun olduğu dönemlerde bile: günün erken ya da geç saatlerinde, izdihamla karşılaşmadan buraları gezebilirsiniz.

 

VENEDİKLİLER

Venedik şehri: en parlak dönemlerinde: 200.000 nüfusa sahipti. Cumhuriyetin sonlarında: 90.000’e düşen bu rakam, halen 65.000 civarındadır. Yaşlı nüfusun yoğunlukta olduğu Venedik, artık anakarada bulunan “Mestre” adı verilen yeni şehre doğru kaymaktadır.

Bu göç: şehirde kiralık evlerin çok az ve satın alınamayacak kadar pahalı olmasından kaynaklanır. Venedikte’ki binaların restorasyon masrafları: ana karada bulunan: Mestre Banliyösündeki evlerin değerinden, neredeyse iki katı daha fazladır. Özellikle: genç kuşak Venedikliler, Mestre’de oturup; Venedik’e çalışmaya gelip gitmektedirler.

Venedikliler, ziyaretçilere karşı misafirperverdirler. Şehirlerinin kıymeti konusunda da duyarlıdırlar. Hem İtalyanca ve hem de Venedik diyalektiyle yazılmış tabelalar yüzünden; kanal ve bölge isimleri konusunda karışıklık yaşamak mümkündür.

Bu yüzden: Venedik’te kaybolabilirsiniz. Adres soracak olursanız: “Kısa yolu mu, güzel yolu mu tercih edersiniz?” karşılığını alabilirsiniz. Ama, aslında: Venedik’te, güzel olmayan bir yola rastlamak da mümkün değildir.

İKLİM

Venedik’te, ısı sonbahar ve ilkbahar aylarında 15 derece civarındadır. Kış mevsimi ise oldukça soğuk geçer. Venedik’te yaz mevsimi çok sıcak değildir. Kasım ve Mart ayları arasında, seller ve Adriyatik’ten esen rüzgarlar nedeniyle: Venedik serin ve nemli olur. Mayıs ayında, Adriyatik’ten esen kuvvetli rüzgarlar (bora) sırasında, deniz seviyesi yarım metre kadar yükselir.

Yani: St. Marco Meydanına gondol ile girmeniz mümkündür. Bu iklim hareketi, önemli ölçüde erozyona sebep olduğu gibi binalara da zarar verir. Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında hava boğucu olabilir. Rahat bir uyku uyuyabilmek için, yılın bu aylarında klima şarttır.

Evet, bu güzel şehre: özellikle, Şubat ayında gidilmeli. Çünkü: Şubat ayında, karnaval düzenleniyor. İlk başta: karşınıza çıkan, maskeli gençlerden korkabilirsiniz. Ama, caddeye doğru yürüdüğünüzde, herkesin maskeli olduğunu göreceksiniz.

Hemen bir koşu gidin ve maske alın ve sizde eğlenceye ortak olun. Çünkü, maskeli gezdiğinizde, hiçbir yabancılık çekmesiniz. Zaten, amaç da budur. Sınıf ve ırk ayrımını kaldırmak. Ama, inanın çok eğlenirsiniz. Bunun dışında: Eylül ayında film festivali var.

Venedik’te Mayıs ayı, Türkiye’ye göre daha sıcak olur diye bekleyebilirsiniz. Ancak: yanınızda mutlaka kalın üst giysileri bulunması şart.

Bu arada: kıyafet çok önemli. Özellikle: yağmur yağdığında su geçirmeyen bir ayakkabınız olması şart. Çünkü: bol yağmur yağan bir yer. Ayrıca: sakın iklime aldanmayın, yanınızda mutlaka biraz kalınca üst giysileri götürün. 

 

VENEDİKLİ SANATÇILAR

Jacopo Bellini: (1400-1470);

Bellini ve oğulları Giovanni ve Gentile, 15’nci yüzyılda Serenissima’da yeni bir dönem başlatmışlardır. Venedik’in Yüksek Rönesansı, genç yaşta ölmesine rağmen, Accademia’da sergilenen “Fırtına” adlı eserinde büyük dehası görülen Giorgione ile başlamıştır.

Vittore Carpaccio: (1445-1526);

Ardında şehri detaylı şekilde betimlediği resimler ve Azize Ursula’nın hayatına dair anlaşılmadık bir dizi anlatımcı resim bırakmıştır.

Tiziano: (1490-1576);

Döneminin en büyük ressamı kabul edilir. Resimleri: Avrupa’nın büyük müzelerinde sergilenmesine rağmen, Venedik’te çok az eseri bulunur.

İlk başyapıtlarından biri olan “Meryem’in Göğe Çıkışı”, Frari kilisesindeki altarın üzerindedir.

Jacopo Tintoretto (1518-1594):

Sessiz ve dindar olan bu sanatçı, Venedik’in dışına bir kez çıkmıştır. Birçok çalışması:Venedik’te kalmıştır. Scuola di San Rocco ve mensup olduğu Madonna dell’Orto Kilisesindeki resimleri dehasını yansıtır.

Paolo Veronese (1528-1588):

Resimleriyle süslenmiş bir kilise vardır. San Sebastiano. Birçok çalışması, Accademia’dadır.

Antonio Canaletto: (1697-1768);

Venedik konulu resimleriyle ünlüdür. İngiliz sanat hamisi Josef Smith’in eserlerini, yurt dışına satması nedeniyle, Venedik’te sadece 3 resmi kalmıştır.

Giovanni Battista Tiepolo (1696-1770);

Venedik’in en iyi dekoratif ressamlarından biridir. Scuola Grande dei Camini’nin üst salon tavanını; 9 muhteşem resim ile bezemiştir.

 

VENEDİK ASLANLARI

Barışçı, oyunca ya da savaşçı olsun, aslan motifi Venedik’te birçok resim, heykel ve resimli el yazmasında hakim unsurdur.

San Marco ve Castello bölgelerinde daha yoğun olmak üzere aslanlar, birçok binayı, köprüyü ve balkonu süsler. Oturan aslan, devletin azametini, yürüyen aslan ise Venedik’in sömürgeleri üzerindeki hakimiyetini temsil eder.

Aziz Marcos Aslanı; barışın simgesidir ve savaş zamanlarında defteri kapalı bir şekilde tasvir edilir. (Örneğin: Arsenal’in giriş kapısındaki takta). Az sayıda aslan ise, pençesinde kılıç taşır.

Napolyon’un kuvvetleri: aslanların bu sembolik değerleri nedeniyle birçoğunu tahrip etmişlerdir. Bu nedenle: Dükler Sarayının Gotik Kapısındaki gibi bazı aslanlar: röpradüksiyondur.

venedik.alışveriş.vitrin.1
Venedik alışveriş

ALIŞVERİŞ

Venedik, hediyelik eşya almak için en uygun şehirlerden biri. San Marco Meydanına ulaşan ara sokaklar: cam eşya ve maske satan rengarenk dükkanlarla dolu. Murano ve Brano’da, dünyanın en kaliteli camlarının yapıldığı bir gerçek. Ancak: seramik maskeleri de es geçmeyin. Oralara kadar gitmişken, bir maske alın ve salonunuzun duvarına asın.

Venedik’te tatmin edici bir alışverişin sırrı: gerçek hazinelerin saklı olduğu dükkanlar ile, turist tuzaklarını birbirinden ayırmaktır.

Pahalı mağazalar (mücevher, cam işi, deri vb.) Piazza San Marco ve çevresindeki sokaklarda yoğunlaşıyor. Bu bölge, aynı zamanda yapışkan satıcıların turistlere pahalı hediyelikler satmaya çalıştığı dükkanlarla doludur.

Turist yoğunluğundan uzak alışveriş için: Ca’ d’Oro’nun arkasında, tren istasyonundan çıkan Strada Nuova boyunca uzanan mağazalara bakmanızı öneririm.

Giudecca’da, Zathare arkasındaki Dorsudora’da ve Frezzeria’da zanaatkarların atölyelerinden pazarlıkla alışveriş yapabilirsiniz. Moda dünyasına göz atmak için, kaliteli butikleriyle ünlü Mercerie alışveriş merkezine gidebilirsiniz. John Evelyn 1645 yılında burası için: “Dünyanın en nefis caddesi” demiştir.

CAM ÜRÜNLERİ:

Venedik cam ürünleri kaliteli ve son derece pahalıdır. Bir o kadar da kırılgandır. Dikkatli olun. Murano’daki atölyelerdeki fiyatlar, Venedik’teki dükkanlara göre, daha pahalıdır. Ancak, ücretsiz tanıtım gösterileri ve adaya taşıma hizmeti sunarlar. Nakliye gerektiren hediyelikler seçerseniz, kırılgan olanları tercih etmeyin. Ayrıca, nakliye ücretini ve sigorta bedelini mutlaka sorun.

DANTEL İŞLERİ:

Geleneksel usullerle dokunan girift dantel işlerini görmek için en güzel yer: Burano’daki küçük müzedir. Gerçek danteller muhteşemdir, ancak fiyatları yüksektir. Daha az kaliteli ve makine işleri, yerel el yapımı dantellerin yerine geçmiştir. Burano’yu ziyaret etmeye zamanınız yoksa, San Marco civarında, modern röprodüksiyonları ve geleneksel modellerin taklitlerini bulabilirsiniz.

EBRULU KAĞIT ÜRÜNLER:

İtalya Venedik Genel: Venedik, legotaria olarak bilinen, ebrulu kağıtları ve ciltciliğiyle de ünlüdür. Bu kağıtlarla ciltlenmiş kitaplar çok popülerdir. Ayrıca evrak sahteciliğine karşı bir önlem olarak, çeşitli dökümanların arka planı olarak da kullanılmıştır. Günümüzde daha çok resim albümü, defter, kutlama kartları yapımında kullanılmaktadır.

VERGİLER:

İtalya Venedik Genel: Yüzde 19’lara kadar çıkabilen katma değer vergisi fiyatlara dahildir. Avrupa Birliği dışındaki ülkelerden gelenler: tek bir alışverişte 180 Euro ve daha fazlasını ödedikleri takdirde, katma değer vergisini geri alabiliyorlar.

Bu nedenle, yaptığınız tüm alışverişlerde fatura isteyin ve Avrupa Birliği ülkelerine başka gezi yapacaksanız, son ülkeye kadar bu faturaları saklayın. Turistlere vergisiz satış teklif eden dükkanlara bakın. Çünkü genellikle vergiyi fiyattan düşerler.

 

MASKELER

İtalya Venedik Genel: Maskelerin çıkış noktası veba hastalığı olmuş. 1348 yılında yaşanan veba salgını, nüfusun neredeyse yarısının ölmesine neden olmuş. İşte o dönemlerdeki giyim tarzı da bu salgından etkilenmiş.

İnsanların birçoğu hastalıklı görüntülerini ve yara-berelerini gizlemek için pelerinler, uzun eldivenler ve maskelerle, hiçbir yerlerini göstermeyecek şekilde giyinmeye başlamışlar. İşte hüzünlü bir ifadeye sahip olan maskeler, bu veba salgını dönemini sembolize ediyormuş.

Bundan yaklaşık 200 yıl sonra ise Venedik Cumhuriyetinin en şaşalı ve sefaya düşkün dönemlerinde de maske kullanımı yeniden yaygınlaşmış.

Ancak, bu kez amaç farklı. Bu sefahat dönemi, devleti çöküntüye götürürken, bu gidişi tersine çevirecek hiçbir şey yapılmadığı gibi, kumarhaneler, genelevler ve insanların bolca zaman ve para harcadıkları, bu tür merkezler, gayet iyi iş yapıyorlarmış.

Genel gidişat bu kadar kötüyken, aynı safahatı sürdürmek yüz gerektireceğinden; yine maskeler devreye girmiş. Yani, bu kez, insanların zevk-ü sefa merkezlerine gittiklerini gizlemek için. Pis pis sırıtanlar, mutlu maskeler, bu sefa dönemini simgeliyormuş.

 

GONDOL

İtalya Venedik Genel: Gondol kelimesi, muhtemelen “Cymbulo (küçük kayık)” kelimesinden gelmektedir. Bu küçük. Asimetrik, alt kısmı düzce olan kayık, bir kişi tarafından, o da ayakta olarak kullanılır. Gondolculuk: babadan oğula geçen bir meslektir.

Genellikle: boyu 4 veya 5 metre, genişliği ise 1 metre civarındadır. İlk gondollar: 13’ncü yüzyıl sonlarında ortaya çıkmıştır. Ama; kimin fikridir bilinmez.

1562 yılında çıkan yasa ile, tüm gondolların siyah renge boyanması zorunlu hale getirilmiştir.

Veba gelip te ölümler başladığında, cesetleri gondollarla taşımışlar ve o günden beri, matemin rengi olan siyaha boyanmış tüm gondollar.

Evet: San Marco Meydanının bittiği yerde, Belediyenin işlettiği gondollar var. Normalde: bu gondolların 45 dakikalık turu, 120 Euro ve 6 kişi biniyor.

Tanıdığınız veya tanımadığınız kişilerle, bu gondollara kişi başı 20 Euro vererek binebilirsiniz. Ayrıca: gondolcular, şarkı da söylüyorlar. Yani: tam bir romantizm yaşanıyor.

 

EĞLENCE HAYATI

İtalya Venedik Genel; Kültürel etkinlik arayan ziyaretçiler: Venedik’te hayal kırıklığı yaşamazlar. Yıl boyunca, kentte klasik müzik konserleri, operalar, tiyatrolar, sergiler ve festivaller eksik olmaz.

Venedik’te yaş ortalaması 45 olduğu için gece kulüpleri ve barlar daha azdır. Gecenin geç saatlerinde eğlence hayatı piyano barlarında, San Marco civarındaki tarihi kafelerde ve şık otel barlarında yoğunlaşır. Bacari denilen Venedik’e özgü geleneksel barlar, özellikle görülmeye değerdir.

 

KARNAVAL VE FESTİVALLER

İtalya Venedik Genel: Venedik’in daha çok maskeleri ile ünlü bir karnavalı var. Bu aslında: dini bir kutlama imiş. Şubat ayında: “Karem” yani büyük perhiz öncesi (paskalyadan 40 gün önce): pazar, pazartesi, salı (perhiz öncesi üç etli gün) eğlenceler düzenleniyor. Eğlenceler: Çarşamba günü doruğa ulaşarak sonlanıyor.

Katolik dünyasında: önem verilen bu kutlamalar, karnaval geleneğinin devamıdır.

Venedik karnavalı ile özdeşmiş olan siyah pelerinler, üç boynuzlu şapkalar, beyaz masklar ve diğer kıyafetler; 18’nci yüzyılda ortaya çıkan cammedia dell’arte’ye dayanır. Cumhuriyetin sürüklediği yıkılış döneminin son yüzyılında, karnaval altı aya uzatılmıştı.

Venedikliler, Aralık’tan Haziran’a kadar, bu kostümleri giyerlerdi. Tanınmayı imkansız kılan kıyafetler sayesinde halk ile aristokratlar karışıyor, evliler rahatlıkla aşk maceraları peşinden koşuyor ve her türden hafif suç, rahatlıkla işleniyordu.

Bu dönemde: günlük yaşam kuralları kalkar, eğlence hat safhaya çıkar. Bu karnavallarda sosyal statülere bağlı kalmamak ve sınıf farklarını ortadan kaldırmak için maske takma geleneği, Venedik’te hala sürüyor.

Ayrıca: tarihi kıyafetler giyiyorlar, dükler, düşesler gibi oluyorlar. Kutlama her yerde yapılıyor ama, yalnızca Venedik’te maske takılıyormuş. Sokak tiyatrocuları: utandıklarından maske ile dolaşırlarmış.

Ancak, işler o kadar çığırından çıkmıştı ki, sonunda Karnaval yasaklandı. 1979 yılından itibaren Şubat/Mart aylarında tekrar kutlanmaya başlanan Karnaval, artık daha kontrollüdür. Sokak partileri, maskeli balolar, gösteriler ve Avrupa’nın her yerinden buraya akın eden turistlerle şehir canlılık kazanır.

Bu tip bir çekim merkezi olmasının dışında, iki yılda bir çağdaş sanatçıların bir araya geldiği “bienal” ile, bir de film festivali var.

 

VENEDİK TEHLİKEDE

1966 yılında yaşanan sel felaketinin ardından; şehirde bulunan sanat eserlerinin ve yapıların restorasyonu amacıyla yerel ve uluslar arası organizasyonlar kurulur.

O tarihlerde: Porto Marghera sanayi kompleksinin, lagün sularından milyonlarca varil su çekmesi nedeniyle; şehir batma tehlikesi geçirir. Bu problem çözülür, ancak şehirde giderek büyüyen diğer sorunlar günümüzde hala çözüm beklemektedir.

Kış aylarında oluşan: acqua alta (su yükselmesi): tehlikenin belirtilerinden yalnızca biridir.

MOSES (Musa) sistemi su taşkın duvarları inşa edilmeye başlanmış. 2011 yılında bitirilmesi planlanan sistem; çevresel etkilerinin göz ardı edildiği kısa dönemli bir çözüm olarak düşünülüyor.

Yani: özetle ve sonuç olarak; en kısa zamanda Venedik şehrini görün, yoksa gelecekte Venedik kalmayacak galiba.