Hong Kong şehrinin çevresindeki sularda, 235 civarında ada bulunduğu söyleniyor. Ancak, bunların birçoğunda yaşam yoktur ya da çok küçük yerleşim birimleri bulunmaktadır.
En büyük adalar ise: Lantau, Cheung, Lama.
Evet: şehirde yeterli zamanınız varsa, bu adaları gezmenizi öneririm. Adaları gezmek için: IFC’nin önündeki “Outlying Islands Ferry Piers” dan; yerli halkında kullandığı, ucuz ama konforlu feribotları kullanabilirsiniz.
LANTAU
Bu adaya, feribot yanında, karayolu ve MTR (teleferik) ile de gitmek mümkündür. “Disneyland” bölgesine gitmek isteyen ziyaretçiler: özellikle “Sunny Bay” ile “Disneyland Resort” istasyonları arasındaki, 3.5 kilometrelik hattı: özel MTR Disneyland Resort trenlerini kullanarak aşabilirler.
Adaya ulaşmak için teleferik te kullanılır. Ngong Ping bölgesindeki Tung Chung MTR istasyonundan teleferiğe binerseniz, adaya ulaşabilirsiniz. Bu teleferik hattı, 5.7 km. dir. Yolculuk, 20-25 dakika sürüyor.
Evet: adaya feribot: gün boyunca, her saat başı hareket etmektedir.
Adanın isminin kelime anlamı “aydınlatılmış” demektir.
Hong Kong’un en büyük adası olarak, Pearl River nehrinin ağzındadır. Adada 47 tane köy bulunmaktadır. Bunların yalnızca üç tanesi “Mui Wo, Tai O, Tung Chung” gelişme göstermiştir. Bunun dışında, adada 7.84 km. karelik “Vahşi Kırsal Park” bulunmaktadır.
Adanın: kuzeybatı kıyısında, 1990’lı yıllarda “Chek Lap Kok” denilen yerde: “Honk Hong İnternational Airport” açılmıştır. Aynı dönemde: “Tung Chung” denilen yerde, yeni bir kasaba inşa edilir. Bu gelişmeler üzerine: kara ve demiryolundan oluşan “Tsing Ma” köprüsü, adayı, ana karadaki “New Territories” denilen bölgeye bağlar.
Takip eden tarihi süreçte “Disneyland Resort” buraya açılınca, sakin bir hayat sürülen ada, milyonlarca ziyaretçiyi buraya çekmeye başlar. Ancak, yine de adanın günümüzde büyük kısmı, park alanı olarak koruma altındadır.
Ayrıca: yine ada içinde, 70 km. lik dairesel bir yürüyüş yolu bulunmaktadır.
Tung Chung
Burası: adanın kuzey-batı bölümündeki en büyük yerleşim yeridir. Bölge: 250.000 kişilik bir nüfusu barındırmak üzere hazırlanmış ve ilk aşama, 1994 yılında tamamlanmıştır. Günümüzde, burası bir konut, ofis ve otel alanı olarak kullanılmaktadır.
Tung Chung Fort
Bu kale yapısı, 1817 yılında yapılmıştır. Qing hükümeti: korsanlıkla ve afyon ticareti ile mücadele için, bu kaleyi yaptırmıştır. Yapı: 1979 yılında “Ulusal anıt” olarak ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Burada: özellikle 6 eski top ilgi çekmektedir. Takip eden dönemde, kale: önce bir polis karakolu, daha sonra ise okul olarak kullanılmıştır.
Hau Wong Temple
Bu tapınak, 1765 yılında, Song hanedanı döneminde inşa edilmiştir. Yakın zamanda restore edilen tapınağın özellikle iç dekorasyonu ilgi çekmektedir. Saçaklardaki minyatür insan figürleri de görülmeğe değerdir. Ay takvimine göre, her yıl, sekizinci ayın, 18’nci günü, burada Çinli opera sanatçısı Hau Wong’un doğum günü kutlama etkinlikleri düzenlenmektedir.
Çin Beyaz Yunuslar
Lantau adasında, Tung Chung denilen kapalı sularda “Çin Beyaz Yunusları” yaşamaktadır. Bu yunuslar: doğal pembe renktedirler. Ancak, günümüzde, burada 100-200 arasında yunus bulunduğu ve nesillerinin yavaş yavaş tükendiği bildiriliyor. Bu pembe yunusları görmek için, bir tekne turuna çıkabilirsiniz.
Lantau Peak-Tepe
Ada üzerinde, 934 metre yükseklikteki bu alan: en sıcak günlerde bile serin esintisiyle önem kazanmaktadır.
Cheung Sha Beach
Ada üzerinde plaja gitmeyi isteyenler, harika beyaz kumsalı ve her türlü olanaklarıyla, 3 km. uzunluğundaki burayı tercih ederler.
Po Lin Temple-Big Buddha
Adanın en önemli özelliklerinden birisi de, “dünyanın en yüksek oturan Buda heykeli” nin burada bulunmasıdır. Heykel: Ngong Ping yaylasında bulunan Po Lin Manastırındadır. Manastır 1906 yılında 3 rahip tarafından kurulmuştur.
Heykel: kuzeye, Çin’e doğru bakar. Bir lotus taht üstünde, 26.4 metre oturur ve taban dahil 34 metre yüksekliğindedir. Bronzdan yapılmıştır. Ağırlığı 250 ton üzerindedir.
Heykelin bulunduğu yere yani “Po Lin Monastery” tepesine çıkmak için, 268 basamak merdiven tırmanmanız gerekir. Bu muhteşem heykeli yakından görmek için bu zahmete inanın değer. Ayrıca: tepenin üzerinde muhteşem bir manzara bulunduğunu unutmamak gerekir. Manastır: katı vejateryanları barındırır ve bu yüzden, ziyaretçilerin de yanlarında et getirmemeleri veya bulundurmamaları, özellikle belirtilir. Burası, özellikle Budist hacıları için bir ziyaret yeridir. Çünkü, heykelin hemen karşısındaki “Po Lin” manastırı, Hong Kong’un en önemli Budist kutsal yerlerinden birisidir.
Ngong Ping
Burası bir köydür ve “Po Lin” yakınlarındadır. Köyün hemen yanında “MTR” yani teleferik istasyonu bulunuyor. Bu köyün mükemmel manzarası öne çıkmaktadır. Burada: geleneksel Çin çayı dükkanları ve Buda’ya adanmış, iki multimedya sinema bulunan “Buda Parkı” bulunmaktadır.
Tai O
Yüksek “Tung Chung” bölgesinden ayrıldıktan sonra, tepelerin arasında kalan karayolunu takip ederek, bu köye ulaşabilirsiniz. Adanın kuzeybatısındadır.
Köy, sevimli bir balıkçı köyüdür. Köydeki “Kwan Tai” tapınağının ilk kuruluşu, 1530 yılına kadar uzanmaktadır. Köylülerin çoğu: balıkçılıkla geçinen “Tanka” soyundandır ve suyun üzerinde, deniz üzerinde, kazıklarla yükseltilmiş evlerinde yaşarlar.
Burada: denizde, nesli tükenmekte olan “pembe yunuslar” ı görebilirsiniz. Köyde: ayrıca geleneksel Çin savaş sanatının temsilcisi “Hong Hong Shaolin Wushu Centre” bulunmaktadır.
Burayı ziyaret edenler, yerel lezzetlerden de tadarlar ki, bunların başında “tuzlu balık” ve “karides” gelmektedir.
Bu adada bulunan “Disneyland” konusunda, yine bu sitede, “Hong Kong Disneyland” başlığı altında, ayrıntılı bir yazı bulabilirsiniz.
CHEUNG CHAU
Burası, Hong Kong adasının güneybatısında, 10 km. uzaklıktadır. Ada, aslında 2.5 km. kare yani küçük olmasına rağmen, kalabalıktır ve yaklaşık 20 bin nüfus barındırmaktadır.
Ada: Ming hanedanı (1368-1644) döneminden bu yana balıkçılıkla uğraşmaktadır. Tüm gün boyunca, limanda balıkçı tekneleri görülür. Akşamları ise, güneşin batışı, büyük bir keyf ile izlenir. Evet, bu ada, şehir hayatının gürültüsünden kaçmak için hoş bir yerdir.
Bun Festival
Bir yıllık sezonda, dört kez festival düzenlenir. Festivallerde: yüzlerce yıllık geleneklere uygun olarak: tütsü çubukları yakılır ve sanatçılar etkinliklere katılırlar. Bu muhteşem ve eğlenceli festivale katılmak isterseniz, 15 veya 16 Nisan tarihlerinde (Çin takvimine göre) burada bulunmanız gerekir. Antik çağda: adada salgın bir hastalık çıkar.
Ada sakinleri, bu salgın hastalığı yenmek için, büyük bir mücadeleye girişirler ve salgın hastalık yok olur. Bu mücadele “Bun Festivali” olarak günümüze kadar süregelmiştir. Festival zamanında, büyük bir geçit alayı düzenlenir ve bu geçit alayı, tüm cadde ve sokakları dolaşarak, izleyenlere hoş anlar yaşatır.
Plajlar
Adada önemli plajlar var. Bunlar: “Tung Wan” ve “Kwun Yam Wan” plajlarıdır. Bu plajlara, özellikle yaz aylarında, çok sayıda turist akın etmektedir.
Tung Wan
Burası: ziyaretçiler için harika bir yerdir ve burada güzel turistik tesisler bulunmaktadır. Burada rüzgar sörfü yapılabilmektedir.
Kwun Yam Wan
Burası, su sporları rekreasyon alanıdır.
Park Tai Temple
“Pak Tai” kelimesi “kuzeyin hakimi” anlamına gelmektedir. Bu tasvir: genellikle bir ayağı bir kaplumbağanın ve diğer ayağı bir yılanın üzerinde, oturur olarak betimlenir. Özellikle, yöre insanı “Pak Tai” nin bu heykelinin, 18 nci yüzyılda bölgeyi kasıp kavuran bir salgın sırasında, köyü koruduğunu söylemektedirler.
Evet, tapınak yapısı, 1783 yılında inşa edilmiştir. Burada güzel oymalar ve 600 yıllık olduğu söylenen bir kılıç bulunmaktadır.
San Wai
Adanın merkezindeki bir köydür. Köyde “Tin Hau” isimli bir tapınak bulunmaktadır. Bu tapınağın: deniz tanrıçası ve balıkçıların koruyucusu adına yapıldığı söylenir. Buraya ulaşmak isterseniz, feribot iskelesinin yanından, bir deniz taksisine binebilirsiniz.
Praya
Burası, feribot iskelesinin önündeki yürüyüş yoludur. Bu yürüyüş yolunda yürürseniz: limandaki jongları ve balıkçı teknelerini görebilirsiniz. Ayrıca, yine bu bölgede, taze deniz ürünlerinin sunulduğu restoranlar bulunmaktadır.
Cheung Po Tsai Mağarası
Burası, 19’ncu yüzyıldan kalma, bir korsan gizlenme mağarasıdır. Adanın güneybatı ucunda bulunan mağara: eski efsanelere göre:”Po Tsai” isimli, kötü üne sahip bir korsan tarafından, Cheung bölgesinden çaldığı paraları saklamak için kullanılmıştır. Hazine, daha sonraki süreçte bulunamamıştır.
Birçok kişi: el fenerleri ile, burayı ziyaret ederler. Ziyaretin nedeni: belki de “Po Tsai” nin hazinesini bulmak umudu.
LAMMA
Bu ada; şehir merkezinde “Cenral” bölgesinden hızlı feribot ile, yaklaşık yarım saatte ulaşılabilecek uzaklıktadır. Yani, Hong Kong adasının, güneybatısındadır. Adanın uzunluğu 7 km. dir. Toplam alanı ise, 13.5 km. karedir. Adada: birkaç tane köy var. Bunlar: “Yung Shue Wan” ve “Sok Kwu Wan” dır.
Ada: yüzmek, yürüyüş yapmak, piknik yapmak, kuş gözlemlemek veya kafa dinlemek için idealdir.
Evet, şehrin üçüncü büyük adası, yaklaşık 12 bin kişilik nüfus barındırır. Ancak, adanın büyük kısmı, gelişmemiştir.
Adanın diğer ilginç bir yönü: burada yapılan arkeolojik kazılarda, yaklaşık 4 bin yıllık geçmişe ait objeler tespit edilmiş olup, bu yüzden, adaya “Honk Hong’un Taş Dönemi Adası” da denilmektedir.
Ada: hafta sonları ve tatil günlerinde, dolup taşmaktadır.
Bu yüzden, bu adayı ziyaret etmek isterseniz, diğer adalarda olduğu gibi hafta arası günleri tercih etmenizi öneririm. Adada: “Yung Shue Wan” ve “Sok Kwu Wan” isimli iki yerleşim yeri bulunmaktadır. Her iki yerleşim yerinde ise, taze deniz ürünlerinin sunulduğu restoranlar mevcuttur.
Adada ayrıca: yürüyüş mesafesinde, denize girilebilecek yerler de bulunmaktadır. “Yung Shue Wan” köyü: hareketli kafeleri ve Çin, Japon, Tay, Hint, İtalyan yemekleri sunulan restoranları ile ünlüdür.
Son bir not: 1 Ekim 2012 tarihinde, burada bir feribot ve yolcu gemisi çarpıştı ve bu çarpışma sonucunda 39 ölü ve 100 den fazla yaralı oldu.
Yung Shue Wan
Adanın en büyük yerleşim yeridir. Burada, yaklaşık 6 bin kişi yaşamaktadır. Köyde: dükkanlar ve restoranlar bulunmaktadır. Yerli sakinler, balıkçılıkla uğraşmaktadırlar. Bunun dışında, bu bölge, plastik sektörünün merkezidir ve birkaç fabrika bulunmaktadır.
Tin Hau Tapınağı
Hong Kong adasında, bu ismi taşıyan 70 civarında tapınak bulunmaktadır.
Hung Şing Yeh Beach
Burada, temiz deniz ve kumsaldaki toz kum insanların ilgisini çekmektedir. Barbekü alanında, kum üzerinde, akşamları nefis partiler yapılabiliyor.
Kamikaze Mağarası
II. Dünya savaşı sırasında, Japonya, Hong Kong merkezli “Kamikaze Ekibi” burada bulunuyor ve faaliyetleri buradan düzenleniyordu. Onlar, müttefik gemilerine karşı, intihar saldırıları düzenlemek üzere, burada, gizli yerde konuşlandırılmışlardı.
Ling Shan Kok Yürüyüş Yolu
Yol: eski köy ve keyifli sahil yolu takip edilerek sürer ve yaklaşık 2.5 saatte biter. Hareket noktası: merkez feribot iskelesidir.
Sham Wan
Burası, Hong Kong ülkesinin en önemli arkeolojik alanlarından birisidir. 1970 yılında yapılan çalışmalarda, burada “Tunç Çağı” döneminde bir yerleşim bulunduğu anlaşılmıştır. Yani, buradaki ilk yerleşimcilerin “MÖ.3800-3000” yılları arasında yaşamışlardır.
Burada: aynı zamanda “yeşil deniz kaplumbağaları” üreme alanları bulunmaktadır. Nesli tükenmekte olan, bu yeşil deniz kaplumbağaları: burada mevcut yuvalarına yumurtlamaktadırlar.
Sintra: 1995 yılında: UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Çünkü: 19’ncu yüzyılda, Sintra, Avrupa Romantik mimarisinin ilk merkezi olmuştur. Ferdinand II, dönemindeki bu yeni duyarlılık: Gotik, Mısır, Fas ve Rönesans elemanlarının bir karışımı olarak gündeme gelmiştir.
Kale içindeki manastır, ağaçların yerel ve egzotik türleri, aynı çizgide inşa edilen yapılar Avrupa’da peyzaj mimarisinin gelişimini olumlu etkilemiş, parklar ve bahçeler ile benzersiz bir kombinasyon yaratılmıştır.
Tarihi süreç incelendiğinde, buranın ilk yerleşimcilerinin “Romalılar” olduğu görülür. Romalılar: burayı bir kült ayin ve ibadet yeri haline getirip, ay tanrıçasının ismini yani “Cynthia” adını verdiler.
Ayrıca: yemyeşil bitki örtüsüne hayran oldular ve tepenin üstüne bir saray ve şehrin çevresinde ise birçok yerde havuzlar yaptılar. Bölge, takip eden süreçte ise, Portekiz kraliyet ailesinin yazlık ikametgahı olarak seçildi ve aristokratlar için büyük bir konak ve villalar inşa edildi.
Lizbon şehrinde: Rua Augusta sonundaki Praça Dom Pedro VI meydanındaki “Rossio” istasyondan trene binerseniz, yaklaşık 40 dakika sonra buraya ulaşırsınız. Karayolu ile giderseniz yaklaşık 30 dakikada ulaşırsınız.
Gidiş-dönüş tren bileti, 4.5 Euro’dur.
Tren yolculuğunun bitiminde Sintra bölgesinde trenden indiğiniz yer: Sintra ilçesinde yaşayanların ikamet alanıdır.
Burada gezebilecekleriniz:
Ancak buraya turla giderseniz, sadece Ulusal Sarayı gezebiliyorsunuz. Diğer yerler, zamanınız ölçüsünde gezmenizi önereceğim yerlerdir.
SİNTRA MUSEU DE ARTE MODERNA-MODERN SANATLAR MÜZESİ
Müzede, olağanüstü Berardo koleksiyonunun bir parçası bulunmaktadır. Koleksiyonun diğer büyük bölümü: Belem Kültür Merkezindeki müzede sergilenmektedir. Sintra’da bulunan bu müzede: Andy Warhol, Pollock, Francis Bacon, Miro ve Picasso’nun eserleri bulunmaktadır.
Evet: tren istasyonunun önündeki otobüs durağından kalkan 434 numaralı otobüs, Sintra bölgesinde gezilecek yerler arasında ring seferleri yapıyor, yani buradan otobüse binerseniz, gezilecek yerlerde inip, sonra yine aynı otobüse binebiliyorsunuz. Ancak: eğer Cabo de Roka bölgesine, yani Avrupa’nın en batı ucuna gitmek isterseniz, farklı bir otobüse binmeniz gerekiyor ve yolculuk yaklaşık 45-50 dakika sürüyor.
Biz: 434 numaralı otobüs güzergahı üzerinde gezilecek yerlerden söz edelim.
CASTELO DOS MOUROS-MOORİSH CASTLE
Burası: bir tepe üzerinde, dağlık bir uçurumun kenarında, 9’ncu yüzyılda yapılmış ve Arap dönemi kalesidir. Kalenin surlarından: muhteşem bir manzara izlenmektedir.
Kale, ilk olarak 9’ncu yüzyılda: Arap işgali döneminde yapılmıştır. 1147 yılında ise, Lizbon şehri teslim olunca, kale, bölgeyi ele geçiren Hıristiyanlara, teslim edilmiştir.
1383 yılında kale terk edilmiş, ancak kale içinde bulunan şapel kullanılmış ve şapel de, 1493 yılında terk edilmiştir. Sintra şehrini ziyaretimde kaleye çıkmadım.
PENA SARAYI
Buraya ulaşmak için, Pena Bahçelerinin aşağı girişinde bulunan otobüs durağında inmek gerekiyor. Bu bahçe: 1995 yılında UNESCO tarafından koruma altına alınmıştır. Park alanı ve saraya giriş ücreti 11 Euro’dur.
Bahçe içinden ister yürüyerek, isterseniz 2 Euro ücret ödeyerek küçük bir tren ile tepe üzerine çıkılıyor. Ancak: ben sizlere, burada mutlaka trene binmenizi öneriyorum, çünkü tepeye çıkış bir hayli zorludur.
Evet: 1840 yılında kral Ferdinand II tarafından başlatılan çalışmalar sonucunda: bahçe içinde: çeşitli tarihsel figürler, özel bitki türleri, küçük gölcükler, farklı mimari stildeki havuzlar, çeşmeler, mağaralar, şapeller, 1840 yılı yapımı bronz bir kral heykeli ve en tepedeki gözlem alanında, 529 metre yüksekliğe konulmuş bir büyük “haç” görülüyor. Park alanı ve kale dahil olmak üzere, bütün park alanı: taş bir duvar ile çevrilidir.
Park alanının, yaklaşık 2200 hektar olduğu söyleniyor. Yerli bitki örtüsü yanında, pek çok egzotik türler bulunmaktadır. Kral: park alanında dikilen ağaçların, uzak sömürgelerden getirilmesini sağlamıştır.
Bunlar arasında: Avustralya ve Yeni Zellanda’dan getirilen eğrelti otları ve ağaçlar, Çin’den Ginkgo, Japonya’dan Cryptomeria sayılabilir.
Ayrıca: park alanı içinde, doğrudan saraya bağlanan labirent benzeri yollar, patikalar ve tüneller de bulunmaktadır. Yüksek alanlar ise: meşe, selvi, çam ormanları ve daha klasik bahçelerle kaplıdır.
Bu bahçelerin en önemli özellikleri arasında: Kamelyalı Bahçe ve İngiliz Bahçesi bulunmaktadır. Park alanındaki bütün yapılar; 1755 yılındaki depremde tahrip olmuştur.
Park ve saray: aynı dönemde oluşturulmuştur.
Portekiz ulusal anıtlarından biri olan Pena Sarayı: parkın tam ortasında bulunuyor ve Portekiz ülkesinin yedi harikasından biri olarak kabul ediliyor.
Park alanında bir tepe üzerinde bulunan saraydan, açık havada, Lizbon şehrinin görülebildiği söyleniyor.
Saraydan önce, buradaki manastırda: yüzyıllar boyunca az sayıda rahip yaşamış, sakin ve küçük bir dini ibadet yeri olarak kullanılmıştır. 1755 yılındaki depremde manastır harabeye dönüşünce, 1838 yılında, kral Ferdinand II: eski manastır ile Magribi kalesi arasındaki bölümü, yeniden düzenlettirmiş ve buraya, kraliyet ailesi için bir yazlık saray yaptırmaya karar vermiştir.
Disneyland’daki masalımsı şatolara benzeyen sarayda, mimari stil olarak: manulin yani Portekiz mimari tarzının bir kopyası gibi: kubbeler, mazgallar, kuleler ve karmakarışık pastel renklere sahiptir. Avrupa’da bulunan diğer ortaçağ şato ve sarayları ile karşılaştırıldığında: burası, Avrupa’nın en muhteşem sarayı olarak seçilmiştir.
Sarayın içi ise: 1840 yılında: kral Ferdinand tarafından, Alman mimar Baron Eschewege’ye yaptırılmıştır. 1940 yılında, kraliyet ailesi Portekiz’den kaçtıktan sonra, saray, olduğu gibi, yani o günkü haliyle korunmuş olarak günümüze ulaşmıştır.
Bu iç bölümde: abartılı Victoria ve Edward dönemi mobilyaları bulunmaktadır. Zengin süs eşyaları, resimler ve paha biçilmez porselenler korunmuştur.
Son Portekiz kraliçesi Amelia: sürgüne gitmeden önce, son gecesini burada geçirmiştir. Saray, 1910 yılında Cumhuriyetin ilanının ardından, ulusal anıt kategorisine alınarak koruma altına alınmıştır.
Gelelim sarayın ayrıntılarına: Saray karmaşık görüntüsüne rağmen, çok büyük değildir. İki geniş iç avlu bulunmaktadır. Cephesinde: tam bir karmaşa hakimdir. Ancak: konumu iddialıdır. Yukarıda da sözünü ettiğim gibi, bulunduğu konum nedeniyle geniş bir ormanlık alana hakimdir ve buna bağlı olarak muhteşem bir manzaraya sahiptir.
Sarayın iç dekorasyonunda: Magribi etkisi hakimdir. Ziyaretçiler tarafından: rehberli turlar ile: sarayda; Kraliçe ve kralın odaları, aile odaları, teras, çalışma odası, şapel, büyük salon ve mutfak gezilebilmektedir.
Bu gezide: en ilgi çekenler ise: türbanlı Magribi heykelleri tarafından tutulan elektrikli avizelerdir. Bu heykellerin türban benzeri kafalarına takılanlar: Osmanlı kavuklarına da benzemektedir.
Sarayın: diğer muhteşem bölümleri: geniş balo salonu, Arap room ve etkileyici 16’ncı yüzyıl kilisesidir.
Evet: saray gezimizden sonra, yine küçük trene binerek aşağıya park alanının kapısına gidiyoruz. Duraktan otobüse binerek, bu kez tarihi Sintra Merkezine gidiyoruz.
PALACİO NACİONAL-ULUSAL SARAY
Sintra şehrini ziyaret ederseniz, bence burayı mutlaka görmelisiniz. (Zaten turlar, ekstra ücret karşılığı ziyaretçilerini buraya mutlaka götürüyorlar, bence gidin ve görün.)
Burası dünyanın en büyük sırlı çini ve azilejo koleksiyonunu barındırır. Ancak, özellikle yaz döneminde kapıda büyük kalabalıklar olduğunu unutmayın ve sabah erken saatlerde gitmeye çalışın.
Rehberli turlarda genellikle yerel rehberler kullanılıyor. Yine de aşağıda yazdıklarımı özellikle sarayı gezerken mutlaka yanınızda bir not olarak bulunmasını öneriyorum. Çünkü, aşırı kalabalıkta zaten rehbere yakın olamıyorsunuz.
Portekiz ülkesinin en eski ve en iyi korunarak günümüze ulaşmış saraylarından biridir.
Tarihi geçmişi
10’ncu yüzyılda Magribi coğrafyacı Ali Bakri, sarayı şöyle anlatır. Tepelerin yüksek zirvelerine yerleştirilen ve bugün Magribi kalesi olarak adlandırılan kale ile sarayın bağlantısından söz eder.
1147 yılında Lizbon Kralı Afonso Henriques, bölgeyi ele geçirir ve Sintra yöresinde 300 yılı aşkın süren Magribi egemenliği biter, teslim olurlar.
Sarayın bulunduğu yerde bulunan yapıda: o zamanlar, muhtemelen Magribi valilerin ikamet etmektedir. Ancak o dönemden kullanılan yapının kalıntıları günümüze ulaşmamıştır.
Evet, 13 ve 20’nci yüzyıllar arasında birçok kral ve kraliçe burada yaşarlar. Çünkü, bölgede avlanma bolluğu, yaz aylarında iklimin serinliği ve veba dönemlerinde başkente yakın bir sığınma yeriydi.
Portekiz kral ve kraliçeleri, Sarayda, kendi yaşamlarına dair, kendi izlerini ve anılarını geride bırakmışlardır.
1281 yılında burada sarayın varlığına ait yazılı kayıtlar var.
O dönemde, Kraliyet Sarayı, mevcut sarayın sadece üst kısmına ve Sintra’da ibadet edilen kutsal bir şapele kadar uzanıyordu.
Sintra sarayı ve kasaba ile çevresindeki topraklar, 1287 yılında, Kral Dinis tarafından Kraliçe Elizabeth’e bağışlandı.
Takip eden 100 yıl boyunca, Sintra’nın Kraliçelere hediye edilmesi geleneği devam etti.
1356-1433 yılları arasında, Kral Joao döneminde, sarayda oldukça geniş kapsamlı yenileme yapıldı.
Yeni saray, merkez avlu çevresinde yapılandırıldı. İki devasa konik baca ile tamamlanan mutfak yapıldı.
15’nci yüzyılda, Kraliyet ailesi sarayda daha fazla zaman geçirmeye başladı. Sintra kasabasındaki saray, Portekiz krallarının evi haline geldi.
1822 yılında meşrutiyetin kaldırılmasının ardından, birkaç oda, kraliyet ailesinin yeni işlevlerini barındıracak şekilde yeniden düzenlendi. Sarayda yaşayan son Portekiz kraliçesi Maria Pia’dır.
Saray 1910 yılında Ulusal Anıt olarak ilan edilerek koruma altına alındı.
Mimari özellikleri
Sarayın mimari stili: görkemli bir gotik-manulin karışımıdır. Yapının en ilgi çeken özelliği: dış cephesinde, ne olduğu konusunda net fikir sahibi olunamayan iki konik bacadır.
Bunların muhtemelen: mutfak bacası olduğu tahmin ediliyor. Sarayın odalarında: renkli sırlı çiniler kullanılmış olup, bunlar ilgi çekmektedir. Saray içinde, rehberli turlarla geziler düzenleniyor ve bu gezilerde: sarayın için ve tablolarla kaplı odalarını görebilirsiniz. Sintra Müzik Festivali burada yapılmaktadır.
Sala Dos Archeiros-Okçular Odası
16’ncı yüzyıl öncesinde, bu alan, Saray’ın en büyük salonundan önce gelen, üstü kapalı bir varendaydı. Burası bir oturma odasıdır. Zeminde, üç farklı renk kullanılmıştır. Birkaç ahşap ve cam kapı var. Burada eskiden okçular olarak adlandırılan tören muhafızları bulunurmuş. Saray muhafızları, seçkinlik sembolü olan bir tür silah “teberle” dururlarmış.
Sala dos Cisnes-Kuğular Odası
Burası, büyük oda olarak adlandırılır. Sarayın ana odalarından biridir. Burası, 19’ncu yüzyılda saray mensuplarının toplandığı ve ziyafetlerin verildiği, umumi davetlerin, dini bayramların ve hatta cenaze törenlerinin yapıldığı bir odadır. Adını tavan panellerinin dekorasyonundan alır. Ancak yapılış tarihi bilinmez.
Muhtemelen 14’ncü yüzyılda, Kraliçe Filipa de Lencastre tarafından yönetimi sırasında yapıldığı düşünülüyor.
Kuğuların boyunlarında taç var. Taçlı kuğu: Kraliçenin kardeşi İngiltere kralı IV Henry tarafından kullanılan bir amblemdi. 1755 yılındaki Lizbon depreminde duvarlar ve tavanın bir kısmı yıkılmış ve çökmüştür.
Ancak kısa süre sonra yeniden inşa edilir. Bu sırada, tavanın tamamı boyanmış ve çeşitli konumlarda kuğu resimleriyle süslenmiştir.
Duvardaki şömine
15-16’ncı yüzyıllara tarihlenir.
Avize
17-18’nci yüzyıllara tarihlenir. Bronzdur.
Kuğular odasının diğer ucuna kadar takip edip gidin.
Patio Da Audıencıa
Burada, önde 15’nci yüzyıldan kalma Rönesans sütunlar var. Magribi çinileriyle süslenmiş bir bank ve taht var. Burası, muhtemelen 16’ncı yüzyılda toplantılar veya seyirciler için kullanılmıştır. Başlangıçta tamamen açıktı, sonradan kapatılmıştır.
Sala Das Pegas-Saksağanlar Odası
Burası saraydaki ikinci odadır. Kral ve seyirciler için kullanılmıştır.
Duvarlar
Sevilla’da yapılmış, 16’ncı yüzyıldan kalma çinilerle süslüdür.
Tavan
Bu odanın tavanındaki tablo, 136 saksağanın (dünyadaki en zeki türlerden biri olarak kabul edilen, karga ailesinden kuşlar) resmedildiği, sarayın en eski tablosudur. Her tabloda, bir gül bulunur ve iyilik ifadesidir. Çünkü Kraliçe Dona Filipa de Lencestre’nin evinin simgesi güldür.
Efsane
Kral Jaoa I (1385-1433) sarayda, bir gün, düşmek üzere olan bir hanımın elini tutar ve öper. Herkes kralın bir fahişeyi öpmesine şaşırır ve sarayda hızla dedikodu yayılır. Kral, iyi niyetli olduğu bahanesiyle kraliçeyi ikna eder ve kendini haklı çıkarır.
Sonra, buranın tavanını, saygı duyulması gereken sağduyu düzeyini unutmamaları için, 136 kollu (o sırada saraydaki hanımların sayısı kadar) saksağan resmiyle boyatır.
Yer halısı
Sandalye ve gölgelik bulunan odanın, kralla birlikte seyirciler yani saray efradı tarafından kullanıldığı sanılıyor. 19’ncu yüzyılda, kraliyet seyircileri önemini kaybetmiş ve bu salon ziyafetler için kullanılmaya başlanmıştır.
Devasa halı, 16 ve 17’nci yüzyıllar arasında, en lüks halıların üretildiği günümüz İran’da üretilmiştir.
Bu halı, Kral ve kraliçenin seyircilere tahsis ettiği odada, kraliyet majestelerinin alanını işaretlemeye hizmet ediyordu. Yani, sadece kral ve kraliçe bu halının üstüne çıkabiliyordu. Halıya çıkmak, hiyerarşinin tepesindekilere yaklaşmak anlamına geliyordu.
Şömine
Mermer şömine, 1515 yılında Papa X Leon tarafından Kral D. Manuel I’e hediye edilmiştir. Eski Paço de Almeriim’de yapılmıştır. Şömine, 1898 yılında bu odaya yerleştirilmiştir. Çünkü burası ziyafet salonu olarak kullanılmaya başlanmıştır.
CAMARA DO OURO-ALTIN ODASI
Burası Sarayın üçüncü odasıdır. Avusturya Kraliçesi Catarine (1507-1578) ve kral, önemli kişileri burada kabul etmişlerdi. Burası aynı zamanda, kralın yatak odası olarak kullanılıyordu ve D. Sebastio odası olarak da bilinir.
Adını: 15 ve 16’ncı yüzyıllarda, odanın altınla kaplanmış olmasından alıyor. 19’ncu yüzyılda mekan, yemek odası olarak kullanılmıştır.
Yatak
17 ve 18’nci yüzyıl başlarında üretilen yatak başlığı, mitolojik sahnelerin resmedildiği madalyonlarla süslenmiştir. Kırmızı gölgelik var. En üstte, gümüş kaplı pirinçten, eski sahipleri olan Sabugal Kontlarının arması görülüyor. Yatak eski sahipleri Sabugal Kontlarının bir armağanı olarak, 20’nci yüzyılda buraya getirilmiştir.
DENİZ KIZI ODASI-GARDROP-SALA DAS SEREİAS
Sarayın dördüncü odasıdır. Kral ve kraliçeler için, giysiler, mücevherler, gümüş eşyalar ve diğer eşyalar gibi önemli eşyaları sandıklarda saklamakta kullanılıyordu. Odanın mavi duvarları, 16’ncı yüzyıldan kalma mavi ve yeşil renkte çinilerle dekore edilmiştir. Yerler, kabartmalı karolarla döşenmiştir. Tavan, deniz kızı tasarımıyla dekore edilmiştir.
GİYİNME ODASI
Burası giyinme odası olarak kullanılıyordu.
Sezar ve Spurina Goblen-Tepeçaria de Julio Cesar:
17’nci yüzyıl Flaman duvar halısı, yün ipektir. Halıdaki resimde: kahin Spurina’nın Roma İmparatoru Julies Ceasar’ı, suikasta kurban gideceği tarih olan Mart ayına dikkat etmesi konusunda uyarması resmedilmiş.
Duvar halıları, soylu bir hanedeki en gösterişli ve pahalı tasarımlardı. Klasik tarih ve mitolojiden bölümler bulunurdu. Goblen halı, 1939 yılında saraya getirildi.
Gök küre-Globe da Camara do Ouro
Yer küreyi temsil eden bu obje, iki tane olarak yapılmıştır. Ancak diğeri kayıptır. Sarı metal ve demirden yapılmıştır. Evrenin 16’ncı yüzyılda anlaşıldığı şekliyle görülür. 1575 yılında Almanya’da Christopher Schissler tarafından yapılmıştır. Aynı dönemde, evren hakkındaki en gelişmiş bilgileri ortaya koymaktadır. Bu 16’ncı yüzyıl küresi, Portekiz’de bulunan en eski küredir.
Çalışma masası
Fildişi ve kaplumbağa kabuğu işlemelidir. Masa üzerindeki sahneler: müjde, Babil kulesi, İsabet ve Joaquim ve bir baş melek vardır. 17’nci yüzyıl İspanya yapımıdır.
Duvardaki Tablolar
Bunlar 17’nci yüzyıl İtalyan, Portekiz ve Hollanda yapımı yağlı boya tablolardır.
Vazo
Çin porselenleri 1662-1722 King hanedanı dönemine aittir. 16’ncı yüzyılda bu tür malzemeler, Portekiz’e sömürgelerden gelmeye başladı.
Yürümeye devam ediyoruz ve merdivenlerden yukarı çıkıyoruz.
TAÇ ODASI
Oda, mavi tonda çinilerle ve yeşil ve sarı detaylarla dekore edilmiştir. Küçük oda, adını boyalı ahşap tavandan alır.
Bu tavanda bulunan merkezi arma, 18’nci yüzyıl sonlarında yapılmıştır.
SALA GRANDE-SALA DAS GALES-YÜRÜYÜŞ ODASI
16’ncı yüzyılda, Kral Jaoa III tarafından yaptırılmıştır. Torunu Kral Sebastio, buraya şekerleme yapmak ve efendileriyle sohbet etmek için gelmiş olmalıdır.
Tonozlu tavan ve gemiler
Portekiz, Osmanlı imparatorluğu ve Hollanda kadırgalarını gösteren tavan, 19’ncu yüzyıldan kalmadır. Bu kadırgalar, uzun ve kapaksız savaş gemileriydi. Bu kadırgalar, önemli bir olayı anmak için yapılmış olmalıdır, ancak anlamı bilinmiyor.
Duvardaki tabaklar
Bunlar, İspanya’nın Valensiya bölgesinde 15 ve 18’nci yüzyıllar arasında üretilen Magribi seramik parçalarıdır. Bu örneklerin çoğu, Kral II Fernando (1816-1885) tarafından bir araya getirilmiş ve aslen Pena Sarayında sergileniyordu. Sonradan buraya taşınmıştır.
Bir araya toplandıkları dönemde, Hıristiyan ve Müslümanlar arasındaki birkaç kültürün buluşmasının olumlu bir ürünü olarak tanımlanan Portekiz kültürünü özdeştirdikleri görülmüştür.
Bu aradaki bölümde, 15’nci yüzyıldan kalma Portekiz kraliyet silahları ve Flaman duvar halısı var. Bu goblen halının önü camla kaplıdır.
SALA DOS BARASOES-ARMALAR ODASI
Burası, Sarayın en etkileyici odasıdır. Avrupa’nın sanatsal açıdan en önemli hanedan odalarından biridir. Bir söylentiye göre, buranın Magribi döneminde cami olduğudur.
Oda: 16’ncı yüzyılda, Kral Manuel I tarafından yaptırılmıştır. Kulenin alt katını tamamen kaplar. Bir kenarı 12 metre olan, kare şeklindedir.
Kubbe
Kral Manuel I’in, hükümdarlığındaki ideal monarşinin en yüksek ifadesini temsil ediyor. Oda, 1517-1518 yılları arasında inşa edilirken, bu kubbe yapılır.
Kubbede, tepede, Kral Manuel I’in arması var. Kendisini hiyerarşik bir yapının merkezi ve tepesi olarak tasarlamıştır. Bunun çevresinde Kralın 8 çocuğunun arması bulunur.
Gücü soyluların desteğine bağlıydı ve onlar, konumları için gerekli olan sosyal ayırımı kraldan aldılar. Aşağısında ise, Portekiz soylularından 72 ailenin arması var. Armalar, ilişkili bireylerin kimliklerini aktarır ve açık bir sosyal ayırım biçimi sağlar.
Kral, en yüksek yargıç olarak ortaya çıkar ve bu düzeni sağlamakla yükümlüdür. Aile armalarından bir tanesi silinmiştir. Çünkü Tavore ailesinin arması, Kral I Joseph’e karşı komplo kurduktan sonra silinmiştir.
Yazıt
Odanın çevresini dolaşan yazıtta: ataları tarafından sağlanan hizmetlerin anıları hatırlatılır.
Karolar-Çiniler
Oturma odasının duvarları, 1710 ile 1715 yılları arasında boyanmış, mavi ve beyaz çinilerle kaplıdır. Çinilerde, geyik ve ayı avı ile soylular boş zamanlarında ve dışarıda eğlenirken görülüyor.
LEİTO DA CAMARA DE AFONSO VI-AFONSO VI ODASI
Sarayın en eski kısmıdır. 1430-1440 yılları arasına tarihlenir. Kral, Sintra topraklarını Kraliçenin yetkisine devrederek, köyün yönetimini ona bırakır. Kraliçelerin odası, Sarayın en ulaşılmaz olan bu bölgesindeydi.
Odanın zemini 15’nci yüzyıldan kalma, sarayın en eskisi olan seramik zemindir.
Sürgündeki Kral
17’nci yüzyılda, Afonso VI, erkek kardeşi tarafından sürgüne gönderilir. Afonso VI, 1647 yılına kadar, 9 uzun yıl, ölümüne kadar, bugün hala adını taşıyan bu odaya hapsedildi ve 300 asker tarafından korunarak hapsedildiği bu odada zamanını geçirdi.
Sadece bir yardımcısı vardı ve başka bir kimse ile konuşması yasaktı. Sadece bir gün, ayin günü kiliseye gitmesine izin veriliyordu.
Odanın zemini oldukça aşınmış görünür, söylenenlere göre, kral sürekli odada yürümekten zemin aşınmıştır.
Yatak
Odada sergilenen yatak, 17’nci yüzyıldan kalmadır. Gül ağacından ve yaldızlı metalden yapılmıştır. Lizbon şehrindeki Ajuda Ulusal Sarayından, 1939 yılında buraya nakledilmiştir.
ŞAPEL
Şapelin orijinali, 13’ncü yüzyılda D. Dinis ve Aragonlu İsabel döneminde yapılmıştır. 15’nci yüzyılda Afonso V döneminde, Kral şapeli genişletti. Şapelin tavanı, karmaşık geometrik desenlerle, İber-Müslüman tarzı unsurları bir araya getiren Mudejar mimari tarzına sahiptir.
Zemin seramik ve poligonal mozaik tekniğiyle yapılmıştır. Çeşitli renklerde, geometrik desenlere sahiptir. 18 ve 19’ncu yüzyıllarda şapel değiştirildi.
SALA DOS ARABES-ARAP ODASI
Kral I Manuel döneminde (1495-1521) duvarlara geometrik çiniler yerleştirilmiştir. Merkezinde, ortada Magribi tarzı beyaz mermer bir kurna var. 16’ncı yüzyıldan kalma bu havuzun üzerinde, içinden suyun aktığı, mitolojik deniz figürlerinin bulunduğu, geç döneme ait bir heykel takımı bulunuyor.
Burası yargıçlar ve danışmanlar için, toplantı odasından önce gelen bekleme odasıdır.
Takip eden oda, toplantı odası. Burada, kralın koltuğu, danışmanlardan daha yüksektedir.
MUTFAK
Merdivenlerden aşağı katta bulunan mutfağa iniliyor. Mutfak, Kral Joao I tarafından, tüm saraya hizmet etmek için yaptırılmıştır. Yani, sarayı oluşturan ve ziyafetlere katılan yüzlerce kişiye hizmet etmek için, sürekli hareket halindeydi.
Avusturya Kraliçesi Catarina’nın tüm yardımcı personel, şekerlemeciler, fırıncılar ve peynircilere ek olarak 29’dan fazla aşçısı vardı. Mutfakta sürekli su, yakacak odun ve yiyecek bulunuyordu. 15’nci yüzyılın başından beri, borulu su kullanılmıştır.
Bir küçük demir ocak var. Bu demir ocak, yiyecekler hazırlandıktan sonra servis edilmek üzere masalara götürülene kadar sıcak tutmak için kullanılmıştır. Burada kocaman bakır tavalar ve büyük ahşap mobilyalar görülür.
Avlanan bütün geyikler, şişlerde kızartılarak yeniliyordu.
Bu gerçek, Portekiz krallarının 15’nci yüzyılda sahip oldukları yaşam tarzı hakkında fikir veriyor ve onların büyük şövalyeler ve avcılar olarak ünlerini doğruluyor.
Arma
Sarayda yaşayan son kraliçe D. Maria Pi ( 1847-1911) nin arması, 1895 yılında buraya yerleştirildi. Üzerinde Portekiz ve Savoy’un kraliyet arması bulunuyor.
Bacalar
Sarayın dıştan görüntüsünde en dikkati çeken, iki bacası işte buradan çıkıyor. Mutfağın üzerinde, Kral Joao ve Kral Filipa de Lencaster döneminde yapılmış iki baca var.
Bunların uzunluğu 33 metredir.
Çünkü, özellikle geyikler pişirildiğinde yoğun dumanın saraydan uzaklaşması böyle sağlanıyordu. İki beyaz baca, saray mimarisinin en dikkat çekici özelliklerindendir.
MUSEU DO BRİNQUEDO-OYUNCAK MÜZESİ
Burası, çocuklu ziyaretçiler için ilgi çekicidir. Müze: Jao Arbue Moreira isimli bir şahıs tarafından toplanan ve kendi ürettiği oyuncaklardan oluşmaktadır.
Müzenin birinci katında, özellikle: 3000 yıllık, Mısır taş oyuncaklarını görmelisiniz. Ayrıca: 1930’lu yıllardan kalma trenler ve Alman oyuncak arabaları, oyuncak askerler, sömürgelerden gelen tahta oyuncaklar ilgi çekmektedir. Müzede, toplam 20 binde fazla oyuncak bulunduğu söyleniyor.
Tarihin merkezin biraz dışına doğru yürürseniz, bu kez, bir saray daha göreceksiniz.
Palacio da Regaleira
Burası, Sintra bölgesinin en süslü yapılarından birisidir. 19’nci yüzyılda, zengin bir Brezilyalı için yapıldığı söyleniyor.
Tarihi şehir merkezinden sonra: tren istasyonunun önündeki otobüs durağından: 435 numaralı otobüse binerseniz, bu kez: başka bir saraya gidebiliyorsunuz.
Monserrat Sarayı
Burası, Sintra şehir merkezinin bayağı dışında kalıyor. Saray: 1793 tarihinde, ünlü İngiliz mimar Sir Francis Cook için tasarlanmıştır.
Sarayın bahçesi, 1000’den fazla farklı bitki türü ile bezenmiştir ve bu bahçeler daha ünlüdür. Bahçeler: yarı doğal meşe ormanı ile çevrilidir.
Saray: bazen burada kalan İngilizler tarafından ünlü hale gelmiştir. Mimari stil olarak: yapı Hindistan mimarisi ve neo-gotik mimari özellikleri birleştirmektedir.
Evet: tren istasyonunun önündeki otobüs durağından: 403 numaralı otobüse binerseniz: Cabo de Roca’ya gidebilirsiniz. Yolculuk sırasında: park alanındaki ormanlık alandan geçtikten sonra, okyanusa yaklaştıkça, iklimin sertleştiğini ve bitki örtüsünün değişerek: ormanlık alanın: yosun, liken, çalılık tipine dönüştüğünü görebilirsiniz.
Cabo de Roca
Cascais ve Sintra arasında yer almaktadır. Sintra şehrine 18 km ve Lizbon şehrine 40 km uzaklıktadır.
Evet, burası Lizbon kayası olarak da bilinir. Atlantik Okyanusuna bu kadar yakın olmanın tek sıkıntısı, kuvvetli rüzgardır.
Burası: “Karaların bitip denizlerin başladığı yer” olarak tanımlanır.
14’ncü yüzyıl sonlarına kadar, buranın dünyanın ucu olduğuna inanılıyordu.
Portekiz’in en ünlü şairi Luis Vaz de Camoes, burayı ölümsüzleştirmiştir.
Burada: bir kafe, bir restoran, hediyelik eşya mağazası ve bir deniz feneri ile turizm ofisi var. Bu turizm ofisine müracaat ederek, 11 Euro karşılığında, Avrupa’nın en batı ucunda bulunduğunuzu gösteren, adınız yazılı bir sertifika alabilirsiniz.
En uç nokta, Okyanus kıyısından 140 metre yüksekliktedir. Derin bir yar üzerindedir. Buradan Okyanusu seyrederken, her ne kadar okyanus sakin görünse de, aşağıda kıyıdaki kayalara vuran dalgalar, okyanusun gücünü ve şiddetini hissettirir.
Burayı ziyaret edenlerin en merak ettikleri konu: hemen karşıda Amerika’nın olup olmadığıdır, hatta Amerika’yı görmeyi düşünenler bile olabiliyor ama elbette karşıda Amerika olmasına rağmen, arada oldukça fazla bir uzaklık var.
Deniz Feneri
1772 yılında faaliyete geçmiştir. Deniz seviyesinden 160 metre yüksekliktedir. Kulenin yüksekliği ise yerden 22 metredir. Son derece parlak ışığı, denizde 46 km uzaktan fark edilir.
Taş Anıt
Üstünde haç işareti bulunan taş anıtın ön cephesinde: ünlü Portekizli şair Camoes’in kısa bir şiiri kazınmıştır. Portekizce “Burası karanın bittiği ve denizin başladığı yer” yazılıdır.
Taşta ayrıca, Cabo da Roca’nın koordinatları, deniz seviyesinden yüksekliği ve Avrupa’daki en batı noktası olduğu yazılıdır.
Taşın üzerinde bulunan armada, iki yanda ay-yıldız göreceksiniz. Bu ay-yıldız, buranın bağlı bulunduğu Sintra ilçesinin simgesidir.
Sintra ilçesinde bulunan kalede, sık sık gökyüzünde ay ve yıldız bir araya geliyormuş ve bu yüzden şehrin simgesi ay-yıldız imiş ve buraya da o yüzden kazınmış.
Praia da Adraga
Kuzeydeki bu plaj: Avrupa’nın en güzel ve bozulmamış, en büyük 20 plajından birisidir.
Son bir not: Sintra bölgesinde, buraya has bir tür yiyecek olan “quaijades” denemelisiniz. Bu, Sintra’ya özgü bir tür pastadır.
Portekiz Lizbon Gezilecek yerler; Lizbon şehri idari bakımdan, 5 bölgeye ayrılmaktadır. Ben, burada sizlere her bölgede gezilecek, gezilmesini önerdiğim yerler hakkında ayrıntılı bilgi vereceğim.
Siz: kaldığınız otel veya turizm ofislerinden bir şehir haritası alıyorsunuz, aşağıda ilginizi çeken yerleri harita üzerinde işaretliyorsunuz ve şehirde güzel bir gezi rotası çiziyorsunuz.
BAİXA-DOWNTOWN
Burası, şehrin merkezini oluşturmaktadır. Buranın çevresinde: “Rossio” ve “Praça de Comercio” (Ticaret Meydanı) bulunmaktadır.
Lizbon City Hall-Praça do Municipio-Belediye Meydanı
Comercio meydanının batısındadır. Küçük ve huzurlu bir meydandır. Burada: Belediye binası, Temyiz mahkemesi ve Deniz Kuvvetleri binası bulunmaktadır.
Belediye binası: dört sütunla desteklenen üçgen alınlık üzerinde yükselir. Dış cephede heykeller dikkati çeker. Pazar sabahları, ücretsiz rehberli turlarla, bina gezilebilmektedir.
Rossio Meydanı-Praça de Dom Petro IV
Burası: 4’ncü Petro meydanı olarak da bilinir. Lizbon şehrinin kalbidir.
Meydan: “Pombalina” bölgesine yakındır ve 19’ncu yüzyıla kadar, şehrin başlıca eğlence ve kültür merkezi olarak kullanılmıştır.
Günümüzde ise, meydanda küçük kafeler bulunur. Özellikle, meydanın batı tarafında bulunan “Cafe Nicola” tercih edilmektedir. Burada: otantik bir ortamı gezmek ve yaşamak isterseniz, “Ginjinha” barlarına uğramalısınız. Burada: yüzyıllara tanıklık etmiş ve kendisiyle aynı ismi taşıyan içkiler sunulmaktadır.
Evet: Rossio: Ortaçağdan günümüze kadar olan süreçte: şehrin ana meydanı olarak kullanılmış ve buna bağlı olarak, burada birçok ayaklanmalar, direnişler, gösteriler yapılmış, yani Portekiz halkının tarihine ev sahipliği yapmıştır.
Meydanın tam ortasında: 27 metre yükseklikte, Portekiz kralı ve Brezilya İmparatoru olarak bilinen IV. Petro’nun heykeli bulunmaktadır. Heykelin kaidesi: adalet, bilgelik, güç ve moderasyonu betimlemektedir.
Ayrıca: meydanın iki yanında, iki barok havuz bulunmaktadır. Meydan: 19’ncu yüzyılda: kare-kare parke taşlarla döşenmiş ve bu kaldırım tasarımı: buradan Çin, Brezilya başta olmak üzere bütün Portekiz sömürgelerine yayılmıştır.
Dona Mana II. Ulusal Tiyatrosu
Meydanın kuzey tarafındaki bu yapı: 1840 yılında inşa edilmiştir. Neoklasik bir yapıdır. Revak altı, İon sütünları ile süslenmiştir ki, bu sütunlar, aslında 1755 yılındaki depremde yakılan St. Francis kilisesinden buraya getirilmiştir. Alınlık bölümünü taçlandıran heykel: oyun yazarı Gil Vicente’ye aittir.
Restauradores Meydanı
Şehir merkezindeki bu meydan; 1640 yılında, ülkenin İspanyol hakimiyetinden kurtuluşu anısına yapılmıştır. Meydanın merkezinde: 30 metre yükseklikteki dikilitaş anıtta: kaide üzerinde: zafer ve özgürlüğü betimleyen iki bronz figür görülür.
Meydanın batı tarafında; günümüzde ulusal bir turizm ofisi olan “Foz Palace” bulunur ki, burası “Foz Marquis” in eski ikametgahıdır. Burası: 18’nci yüzyılda inşa edilmiş bir saraydır ve özel izinle ziyaret edilebilir.
Sarayın içindeki mobilyalar, Paris-Versailles sarayındakileri andırmaktadır ve Rönesans tarzı soba odası, ayna odası ve şapel ilgi çekmektedir.
Sarayın hemen yanındaki apart yapı ise, Eden Sinema olarak hizmet vermektedir. Yapı 1929 yılında inşa edilmiştir ve iç mekanı ile, bir art-deco harikası olarak kabul edilmektedir. Hard Rock Cafe meraklıları, Lizbon şehrinin ünlü kafesi, bu meydandadır.
Rossio İstasyonu
Restauradores meydanındaki bu yapı: anıtsal bir tren istasyonudur. Yapı: bir zamanlar, tren istasyonlarının teknolojik tapınak gibi görüldüğü dönemde inşa edilmiştir. Bolca süslü bir saray görünümündedir.
Carmo Rahibe Manastırı-Convento da Ordem do Carmo
Largo do Carmo’dadır.
Bu Gotik kilise kalıntıları, 1755 yılındaki büyük depremin bıraktığı yıkıntıları sergilemektedir. Deprem zamanında, Lizbon şehrinin en büyük kilisesi iken, günümüzde, gökyüzüne çatısız bir nef ile açılıyor. Kemerli ve moloz kalıntılar görülüyor.
Ana sunak olarak kullanılan günümüzdeki mezarlık ( burada kral Ferdinand I ve bazı kişilerin mezarları bulunmaktadır), heykel, seramik ve mozaiklerden oluşan koleksiyonun bulunduğu bir küçük arkeoloji müzesi bulunuyor.
Müzenin hemen girişinde: Papa Clement VI’nın bu kiliseyi ziyaretine ait gotik bir yazı bulunan taş görülür.
Comercio Meydanı-Praça de Comercio
Tagus (Tejo) nehri kenarındadır ve bir “Zafer Takı” ile süslüdür. 1755 yılındaki büyük depremde: meydanda bulunan kraliyet sarayı tahrip olur ve devam eden 200 yıllık süreçte, meydan, “Saray meydanı” olarak bilinir hale gelir.
Kraliyet ailesi, depremin ardından, başka yere taşınır ve Belem bölgesi: şehrin yeni yerleşim yeri olarak gündeme gelir.
Evet: Comercio meydanının kuzey tarafında bir zafer takı bulunuyor. Ayrıca: yine aynı yerde, şehrin çok ünlü bir kafesi “Cafe Martinho da Arcada” görülüyor. 1782 yılında, şair Fernando PESSOA VE Almeida Garrett ve romancı Queiroz: burada bulunmuşlardır.
Meydanın ortasında bir heykel görülüyor. Heykelde: Kral Jose I: at sırtındadır ve kaide ile birlikte heykelin yüksekliği 14 metredir.
Meydanın batı tarafında ise: geleneksel Portekiz ürünlerinin satıldığı bir mağaza bulunuyor ki, şehri ziyaret eden turistler buraya mutlaka uğramaktadırlar.
Zafer Takı-Rua Agusto Kemeri
Eşsiz bir manzara için, bu ikonik kemerin tepesine tırmanın, 9 Ağustos 2013 tarihinden itibaren halka açık olan mekanda, Lizbon ayaklarınızın altında olacaktır.
Evet, Zafer Takı, en işlek yaya caddesinde yoldan geçenleri her zaman etkilemiştir. Zaten Lizbon şehir merkezinde gezerken, mutlaka bu kemeri göreceksiniz.
1755 yılındaki büyük Lizbon depreminde onu yerle bir eden toprağın, ateşin ve denizin öfkesinden sonra, yeniden doğan şehri simgeliyor.
Latince de “en büyüklerin erdemlerini” yani Portekiz halkının gücünü, dayanıklılığını ve fetihlerini onaylıyor. En üstte: Celestin Calmels muhteşem heykelleri görülür.
Zafer, Dahi ve Değeri taçlandırır. Victor Bastos’un diğer heykelleriyse Portekiz tarihinden figürleri temsil eder. Solda Pombal Markisi görülür. Sonrakiler Vasco da Gama, Viriato ve sağda Nuno Alvares Pereira var.
Rua Augusta
Burası, Lizbon şehrinin ana yaya caddesidir. Comercio meydanı zafer takından ileriye yürüdünüz zaman buraya ulaşırsınız.
Cadde üstünde: mozaik kaldırımlar, açık hava kafeleri, uluslar arası mağazalar, sokak sanatçıları, seyyar satıcılar ve birçok yaya görebilirsiniz.
Özellikle: Afrikalı göçmenler bu cadde üzerindeki tezgahlarda: Afrika temaları bulunan ahşap, metal ve deriden objeler satarlar. Ayrıca: kitaplar, hediyelik eşyalar, güneş gözlükleri, resimler, tişörtler de satılmaktadır.
Conceicao Velha Kilisesi
Comercio meydanının doğusundadır. 15’nci yüzyılda Yahudi tapınağı olarak yapılan yapı: 16’ncı yüzyılda kiliseye çevrilmiştir.
Ancak, orijinal yapıdan günümüze yalnızca nef bölümü gelmiş olup, kalanı 1755 depreminde yıkılmış ve sonradan yeniden inşa edilmiştir. Kapı da, depremi atlatmıştır ve erken Manuelin mimarisinin en güzel örneklerinden birisidir.
Kapı: hayvanlar, melekler, çiçekler, küreler ile dekore edilmiştir. Ayrıca: Kral Manuel I ve kraliçe Leonor da görülmektedir.
Avenıda da Liberdade
Burası, şehirde Paris-Champs Elyssee tarzında inşa edilmiş bir bulvardır, yani şehrin ana caddesidir. Cadde, 1.6 km. uzunluğunda ve 90 metre genişliğindedir. Caddede: havuzlar, kafeler bulunur ve ağaçları gölgesinde yürüyüş yapılabilir.
Caddede “Büyük Savaş Kahramanları Anıtı” bulunuyor; bu anıt: I. Dünya savaşında ölen 50 bin Portekiz askeri için dikilmiştir. Ayrıca, yine cadde üzerinde: birçok ünlü markanın butikleri, görkemli oteller, bankalar, hava yolu şirketleri ve tasarım mağazaları bulunmaktadır.
Sao Domingos Kilisesi
Baixa bölgesinde, Largo de Sao Domingos bölümündedir.
Sağında ulusal tiyatro, doğusunda Rossio bulunur. 1755 yılındaki büyük depremde yıkılmayan ve 1950 yılındaki yangında da pek fazla tahrip olmayan kilisenin: kutsal olduğuna veya lanetli olduğuna inanılıyor. Kilisenin en ilgi çeken bölümü: kırmızı mermer sütunlu yüksek sunak bölümüdür.
Ayrıca, Kral Afonso III’ün mezarı buradadır. Diğer özel bir durum: kilisenin rahibi siyahtır. Çünkü: Afrika toplumu üyeleri ibadet etmek için buraya gelirler. Ayrıca: kilisenin önündeki barda: kirazlı, brendili likör içmeyi denemelisiniz.
BAİRRO ALTO-CHİADO BÖLGESİ
Burası, şehirdeki “Yukarı Mahalle” olarak anılan yerdir. Burası: Lizbon şehrindeki geleneksel sanatçı ve yazarların, şehrin bohem hayatı için uğrak yeri olmuştur.
Gündüz saatlerinde nispeten sakin olan mahalle: gece ise, gece hayatının farklı yüzlerini barındırmaktadır.
Çünkü: her zevke, her keseye hitap eden, turistik barlar ve restoranlar, bu mahallede bulunur. Burası, gece olunca, renkli ve grafiti dolu cepheler arkasında geleneksel ve uluslar arası restoranlar ve turistik fado evleri ve çok sayıda bar ve gece kulubü ile hareketlenir.
Özellikle: hafta sonlarında, bölge, Lizbonlular tarafından işgal edilir. Ellerinde içki bulunan insanları, Arnavut kaldırımlı yollar üzerinde görebilirsiniz.
Sokaklarda amaçsızca yürüyebilir, şehrin panoramik manzarasını seyredebileceğiniz “teras bahçeleri” yani “Mirador de Sao Pedro de Alcantara” bölgesine ulaşabilirsiniz.
Bu teras bahçelerinde: seramikten yapılmış, şehrin belli başlı yerlerini gösteren harita ilgi çekmektedir. Ayrıca: yine bu bahçe içinde, Yunan ve Roma mitolojisinin tanrılarının büstleri bulunmaktadır.
Ayrıca, yine bu mahallenin sokaklarında;“Fado” müziğinden örnekler dinleyebileceğiniz pek çok yer bulunuyor.
Gelelim hemen komşu Chiado bölgesine:
Burada: ince porselen mağazası Vista, tiyatro, kitapçı, eski tarz kafeler, mücevher mağazaları, Hermes gibi uluslar arası markaların satıldığı yerler, restoranlar bulunur. Zarif bir semttir.
Bölgenin birçok kısmı, 1988 yılındaki yangında yok olmuş, ancak daha sonra yeniden doğmuştur. Lizbon şehrinin en sevilen semtlerinden birisidir.
Sao Roque Kilisesi ve Müzesi
Bairro Alto bölgesinde, Largo Trindade Coelho’dadır.
Burası, dünyanın en pahalı şapeli olarak bilinir.
Çünkü: sade cepheli bu yapının içi, çok zengindir. Şapelin içi: fildişi, akik, porfir, lapis lazulli, altın ve gümüş dahil olmak üzere, mevcut en pahalı malzemeler kullanılarak, Roma’da tasarlanmış ve Papalar tarafından kutsanmış ve 1747 yılında Lizbon şehrine sevk edilmiştir.
Özellikle: kıyamet sahneleriyle boyalı olağanüstü tavan ilgi çekmektedir. Günümüzde, şapel: Avrupa sanat şahaseri olarak kabul edilir.
Chiado Müzesi-Museu do Chiado
Rua Serpa Pinto bölgesindedir.
Yapı: Fransız mimar Jean-Michel Wilmotte tarafından tasarlanmıştır.
Müzede: 19 ve 20’nci yüzyıllara ait, çağdaş sanat eserleri sergilenmektedir. Özellikle: Rodin’in eserleri ilgi çekmektedir. Ancak: genellikle Portekizli sanatçıların eserlerine yer verilmiştir.
Müzenin çevresinde: kafeteryalar, dükkanlar ve tiyatrolar bulunuyor.
ULUSAL ANTİK SANAT MÜZESİ
Orta çağdan 19’ncu yüzyıla kadar ülkedeki en büyük kamu koleksiyonuna ev sahipliği yapmaktadır.
Portekiz, Avrupa, Afrika ve Doğu resim, heykel, kuyumculuk ve dekoratif sanat eserleri sergileniyor.
Müze koleksiyonu: özellikle 15’nci yüzyıl ressamlarından önde gelenler olan Nuno Gonçalves’in Saint Vincent panolarını, Gil Vicente tarafından Kral I Manuel tarafından yaptırılan Belem Canavarını ve 16’ncı yüzyıldan kalma Flaman resimlerinin örnekleri var. Müzenin terasından, olağanüstü bir Tagus nehri manzarası izlenebilir.
ALFAMA
Burası: Tagus nehrinin kıyısında kurulmuş, şehrin ilk mahallesidir. Tarihi, 12’nci yüzyıla kadar uzanmaktadır. Bölge, adını, Arapçada “hamam” anlamına gelen “Al Hamam” dan almaktadır. Zaten, günümüzde dahi, burada Arap kültürü etkisi yoğun olarak görülür.
Buranın bir diğer özelliği: 1755 yılındaki büyük depremde, şehrin yıkılmayan tek yeri olmasıdır. Mahallenin dar sokaklarında yürürken, Portekiz’in geleneksel müziklerinin ezgilerini duyabilirsiniz.
Mahallenin tepesine çıktığınızda ise: Alfama ve Tagus nehrinin muhteşem güzel manzarasını izleyebilirsiniz.
Casa dos Bıcos
Rua dos Bacalhoeiros bölgesindedir. Yapı, 16’ncı yüzyıldan kalma mimari bir harikadır. 1125 tane elmas şeklindeki taşlarla yapılmış olup, Spike evi de denilmektedir. Hindistan-Portekiz valisi Afonso de Albuquerque’ye aittir. 1755 yılındaki büyük depremde, hasar görmeyen ender binalardan birisidir. Mimari stilde, Venedik saraylarının örnek alındığı düşünülmektedir. Sarayın içindeki bir bölümde: Nobel ödüllü Portekizli yazarın bir kütüphanesi ve eserleri sergilenmektedir.
Evet, bu yapının çevresinde: geleneksel ızgara balık yemekleri ile tanınan, ucuz restoranlar ve turistik hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlar bulunuyor.
Jardım do Tabaco
Burası, Lizbon şehrinin özel bir sahil kesimidir. Bir zamanlar, buradaki depolarda “tütün” depolanırmış. Burada bulunan eski depolar: günümüzde şık gece kulüpleri ve moda mağaralarına dönüştürülerek şehrin en gözde yerlerinden biri haline getirilmiştir. Özellikle gün batımında, Targus nehri kıyısında Alfama sokaklarında yürüyüş yapabilir ve kafeteryalarda küçük molalar verebilirsiniz. Buradaki restoranlar, Lizbonlular tarafından çok tercih edilmektedir.
Santa Engracia Kilisesi-Pantheon Nacional
Campo de Santa Clara bölgesindedir.
Burası, Portekiz ülkesinin İtalya-Roma-Pantheon benzeri kilisesidir. Ulusal Pantheon olarak da bilinir. Yapı: 1630 yılında: yağmalanıp talan edilmiştir. O dönemde, bu suçla ilgili olarak bir Yahudi yakalanmış ve idam edilmiştir. Ancak, daha sonra temyize gidilmiş ve idam edilen Yahudi’nin suçsuz olduğu anlaşılmıştır.
Daha sonra, talan edilen kilisenin yerine yeni bir kilise yapımına başlanılmıştır. Bu yeni yapıda, ünlü taş ustası Joao Antunes çalışmış, yapının Roma şehrindeki Aziz Peter adına yapılan Peruzzi’nin planlarında olması sağlanmıştır. Ancak, yeni yapılan bu kilisenin tamamlanması yüzyıllarca ertelenmiş ve ancak, 1966 yılında tamamlanabilmiştir.
Tabii bu gecikmenin en büyük nedeninin ise, suçsuz yere idam edilen Yahudi’nin laneti olduğuna inanılmıştır. Binanın mimarisine gelince: yapı Yunan haç planı şeklindedir. İçi cilalı mermerler ve çok renkli döşemelerle kaplıdır. Kubbeden ise, şehrin 360 derecelik muhteşem bir görüntüsünü izlemek mümkündür.
Günümüzde: kilise içinde birçok ünlüye ait mezarlar bulunuyor. Bunlar arasında: bazı Portekiz Başkanları, yazarlar, Fado müzik kraliçesi olarak kabul edilen “Amalia Rodrigues” sayılabilir.
Feira da Ladra
Lizbon şehrinin en ünlü “bit pazarı” her hafta Salı ve cumartesi günleri burada kuruluyor.
St.Anthony Kilisesi
Largo Santo Antonio a Se bölgesindedir.
St Anthony: çöpçatanların, genç gelinlerin koruyucusu ve kayıp eşya hamisi olarak tanınır ve saygı görür. Bu kutsal kişinin, Lizbon şehrinde, kilisenin bulunduğu yerde doğduğu söyleniyor.
Kilisenin inşaatına, 1757 yılında başlanmıştır. Stil olarak: cephe neoklasik ion sütunları ile süslenmiş, Barok tarzı karıştırılmıştır. Yapının içinde: sunak bölümü ve 18’nci yüzyıl çinileriyle süslenmiş yerler ilgi çekmektedir.
Kilise içinde küçük bir müze bulunmaktadır. Bu müzede: altın ve gümüş kilise süslemeleri ve çeşitli el yazması dini eserler sergilenmektedir.
Kilisenin diğer önem kazanan bir yönü ise: her yıl HAZİRAN ayında, “St Anthony Düğünleri” olarak, kitlesel düğünlerin ve kutlamaların yapılmasıdır.
Miradouro Das Portas
Burası bir alandır. Burada: bir balkon üzerinde gerçekten nehrin muhteşem bir manzarası izlenmektedir. Ayrıca: Dekoratif Sanatlar Müzesi ve Sao Vicente de Fora kilisesi’nin en güzel görüntülerini izlemek mümkündür. Ayrıca: yine meydanda, şehrin koruyucu azizi St Vincent’in bir heykeli görülüyor.
St.George Castle-Castello de Sao Jorge
Burası şehrin tarihi kalesidir ve şehrin en yüksek tepesi üzerine kurulmuştur. Bu yüzden, kale, şehrin hemen hemen her yerinden görülmektedir. Kalede: Romalılar, Vizigotlar ve daha sonra Portekiz izleri görülür.
Portekiz kralı Afonso Henriques: kutsal topraklara giden haçlıların yardımı ile 1147 yılında bu kaleyi yaptırmış ve uzun yıllar Magribi kraliyet ikametgahı olarak kullanılmıştır.
Daha sonra ise, 1371 yılında, Anglo-Portekiz ittifakı anısına, kale, İngiltere’nin koruyucu azizi St.George için adanmıştır. 1755 yılında ise, kale büyük hasar görmüş ve sonra yeniden inşa edilerek, kraliyet sarayı haline getirilmiştir.
Günümüzde: kalede, geçmiş döneme ait ana kapı, kral Afonso Henriques’in bir heykeli, orijinal toplar bulunmaktadır. Ayrıca: Ortaçağ döneminde kral sarayı olarak kullanılan yapının kalıntıları görülür.
Bir taş bina ise konut ve restoran olarak kullanılıyor. Bu taş binanın yer altı odalarında: Vasco do Gama’nın: Kral Manuel tarafından ilk kabul edildiği yer olarak bilinir ki, günümüzde burada küçük bir arkeoloji müzesi görülür.
Kaleyi gezmeyi düşünürseniz: özellikle büyük kuleye tırmanabilir ve iç surlar boyunca yürüyüş yapabilirsiniz. Elbette, bu yürüyüş sırasında, çevrenin muhteşem manzarasını izleyebilirsiniz.
Lizbon Cathedral-Se de Lisboa-Santa Maria Maior de Lisboa
Largo de Se bölgesindedir.
Lizbon şehrinin en eski yapısıdır. Şehrin ilk piskoposu Hastings tarafından: 1150 yılında şehir Araplardan ele geçirilince, eski caminin yerine, Portekiz’in ilk kralına yaptırılmıştır.
Yapı: ağırlıklı olarak Romanesk görüntü içerir. Dışarıda: 2 çan kulesi ve gül pencere bulunur, bu görümü nedeniyle bir ortaçağ kalesine benzetilmektedir. Girişteki kapıda, Arap tarzı görülmektedir ve bunun sebebi, daha önce burada bulunan camiden kalmış olmasıdır.
Yapının girişinde, sola yakın bölümde: 1195 yılında Saint Anthony için kullanılan bir vaftiz yeri bulunur. Yapının, 14’ncü yüzyıldan kalan dehlizleri ve bahçelerinde yapılan kazılarda ise: Roma ve Vizigot dönemine ve eski camiye ait duvar parçaları ortaya çıkarılmıştır.
Yapıda bulunan en önemli kalıntı: Lizbon şehrinin resmi koruyucu azizi olan St Vincent’in kalıntılarının bulunduğu tabut’dur.
Dekoratif Sanatlar Müzesi
Largo das Portas Sol mevkiindedir.
Burada: Ricardo Espirito Santo Vakfı koleksiyonu sergilenmektedir. Müze: 17’nci yüzyılda yapılan, kırmızı boyalı, Azurara Sarayındadır.
Müzede: Hint-Portekiz kültürü ağırlıklı mobilyalar, gümüş ve Çin porselenleri, Flaman duvar halıları bulunmaktadır. 16-18 yüzyıllar arasından kalan bu objeler, ziyaretçilerin beğenisini kazanmaktadır.
Sarayın içi: 17’nci yüzyılda ilk yapıldığı andaki orijinalliğini muhafaza etmektedir ve ahşap zemin, boyalı tavanlar ve olağanüstü mobilyalar ve duvar halıları ile, mavi-beyaz çini panolar ile güzelleştirilen bir ortam göreceksiniz.
En büyüleyici alanlar ise: eski bir saat bulunan ve boyalı tavanı ile ilgi çeken yatak odası ve üst kattaki yemek odasıdır.
Müzenin hemen yanında, dışında ise: geleneksel el sanatlarının yapıldığı çeşitli atölyeler bulunuyor.
Roma Tiyatrosu Müzesi
Patio de Aljube bölgesindedir. Katedralin hemen arkasındaki bir sokaktadır.
Lizbon şehrinin geçmişine ait kalıntılar burada sergileniyor.
Tiyatro, imparator Augustus tarafından, MÖ.1’nci yüzyılda inşa edilmiş, 5000 seyirci kapasitelidir. MS.57 yılında genişletilmiştir. Ortaçağ döneminde ise terk edilmiş ve büyük deprem sonrasında, şehir yeniden yapılanana kadar, yeraltında kaybolmuştur.
Müzede: çeşitli sütunlar, Silenus bir heykel, tiyatro için yazılmış bir yazı ve diğer buluntular sergilenmektedir.
Fado Müzesi
Largo Chafariz de Dentro bölgesindedir.
Müze: evrim ve görsel-işitsel sunumlar, çok dilli bilgi panoları, müzik arşivleri ile Portekiz ülkesinin en ünlü müzikal müzesidir.
Fado: kültürel ve sosyal bir etki sunar. Aydıca: Fado evleri: Portekiz’de gitar teknikleri ve tarihsel gelişimi açıklar. Kısacası, burası bir müzik müzesi, yani Portekiz’de geleneksel Fado müziğinin gelişimi hakkında bilgi almak isterseniz, burayı ziyaret edebilirsiniz.
Seramik Müzesi-Azulejo Museum-Museu Nacional do Azulejo
Rua Madre de Deus’dadır. Yani, şehir merkezinden biraz uzakta kalıyor. Ancak, önemli bir müze, gitmenizi öneririm. Buraya ulaşmak için, Comercio meydanından taksi veya otobüs kullanabilirsiniz. Müze, pazartesi günleri kapalıdır.
Bu müzede: Portekiz’de önemli bir yeri olan seramik sanatına ait, 500 yıllık örnekleri bulabilirsiniz. Zaten, kendi tarzında, müze, dünya üzerinde tektir. Müzede: seramikler yanında, seramiklerin nasıl yapıldığına dair detaylı bilgiler bulmak ta mümkündür.
Müzenin en ilgi çeken objesi ise: 1300 parça seramikten oluşan ve “Lizbon Tablosu” denilen 23 metre uzunluğundaki eserdir. Bu eser: 1738 yılında yani depremden önce yapılmış, Lizbon şehrinin o dönemdeki silüetini vermektedir ve depremde etkilenmemiş, ülkenin en uzun mavi-beyaz renklerden oluşan seramiği olma özelliği taşımaktadır.
İgreja de Sao Vicente de Fora-Sao Vicente de Fora Kilisesi
Largo de Sao Vicente’dedir.
“De fora” kelimesinin anlamı, Portekizce de “dışarıda” demektir. Yani, bu kilise, adını, şehir dışında yapılmış olmasından almaktadır. Burası olağanüstü bir 16’ncı yüzyıl anıtıdır.
Kilise, 1582 yılında inşa edilmiştir. Ancak, yeri özeldir.
Çünkü: 12’nci yüzyılda Araplarla savaşan Kral Afonso’nun istediği yere yapılmıştır. 1755 depreminde, kilisenin: ana kubbesi ve duvarları ağır hasar görmüştür. Ancak daha sonra tekrar onarılan kilisenin duvarlarında, özellikle, “La Fontaine” masallarının resmedildiği 18’nci yüzyıla ait seramikleri mutlaka görmelisiniz.
BETHLEHEM-BELEM MEYDANI
Tagus nehri kıyısında, batıya doğru yürüdüğünüzde: Belem meydanına ulaşırsınız. Yürümeyi düşünmeseniz: Baixa’dan buraya, tramvay ile yarım saatte ulaşabilirsiniz.
Meydan: şehrin en eski ve görkemli meydanıdır. Çünkü: zamanında, birçok denizci savaşa ve keşfe, buradan uğurlanmıştır.
Özellikle Vasco da Gama’nın Hindistan deniz yolunu keşif yolculuğuna buradan uğurlandığı söylenmektedir. 1940 yılındaki Portekiz sergisi Expo, Belem bölgesinin hızla gelişmesine neden oldu.
Anıtsal yapılar sahili işgal etmeye başladı. Bir de 1755 yılındaki büyük deprem ve ardından gelen tsunami, burada şehirdeki birçok yerden ayrı olarak yıkıma sebep olmadı.
Meydanın hemen yanındaki park ta bir uçak görülüyor. Bu uçak: Gago Countinho isimlidir.
Gago Countinho
Anıtın hemen önünde, uçağın izlediği rotayı gösteren granit bir pano var.
Bu çift kanatlı anıt uçak, erken dönem Portekizli bir havacılık öncüsüdür. Gago Countinho, Sacadura Cabral ile birlikte Güney Atlantik Okyanusunu geçen ilk pilotlardır. 8400 km lik uçuşları, 24 Mart 1922 tarihinde Lizbon’dan kalkarak başladı ve 79 gün sonra 6 Haziran 1922 günü, Brezilya Rio de Janeiro şehrinde tamamlandı.
Uçuş etkinliğinin sebebi, Brezilya’nın bağımsızlığının 100’ncü yıl kutlamalarıdır. Belemdeki bu deniz uçağı anıtı, bu tehlikeli yolculuğu hatırlatıyor ve Fairey deniz uçağının tam bir kopyasıdır. Santa Cruz çift kanatlı uçağın anıtı, uçağın kalktığı bu park alanında olduğu için, Belem semtinde, Torre de Beleme yakın bir yerde bulunuyor.
Countinho ve Cabral tarafından transatlantik uçuşları için kullanılan Santa Cruz Fairey uçağı tüm yolculuğu yardımsız yapabilecek yakıt kapasitesine sahip değildi. Bu yüzden rota boyunca çeşitli duraklar gerekiyordu.
Havacılar Republica adlı bir destek gemisi tarafından takip edildiler. Brezilya kıyılarından aşağı yolculuk sırasında şiddetli bir yağmur fırtınası, uçağın motorunun arızalanmasına neden oldu ve Pasifik Okyanusuna inmek zorunda kaldılar.
Bir şeylerin ters gittiğini anlayan destek botu, Republica bölgesindeki diğer gemilerden, deniz uçağına göz kulak olmalarını isteyen imdat sinyali gönderdi. Suda endişe verici bir sürenin ardından, pilotlar bir İngiliz yük gemisi tarafından bulunup kurtarıldılar.
Kurtarılan Countinho ve Cabral, uçaklarını son varış noktasına çok yakın kaybettikleri için perişan haldeydiler ve daha sonra yolculuklarını tamamladılar.
Çünkü, 3’ncü bir uçak gönderilmişti ve o uçağı kullanarak Rio de Jenairo şehrine uçak yolculuklarını tamamladılar. Pilotlar yolculuk boyunca üç uçak kullandılar, bu üç uçaktan bugüne kadar sağlam kalarak gelen tek uçak, şu anda Lizbon Denizcilik Müzesinde sergileniyor.
Belem Kulesi-Torre De Belem
Avenida da Hindistan bölgesindedir. Pazartesi günleri kapalıdır. Giriş ücreti, 5 Euro’dur.
Kule: 1983 yılında UNESCO tarafından: “modern dünyanın temellerini atan büyük deniz keşiflerini hatırlattığı için”; “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Kule: Kaşifler anıtının 300 metre ilerisindedir.
Kule: 1514-1519 yılları arasında Kral I Manuel döneminde, Lizbon’un koruyucu azizi Sao Vicente onuruna inşa edilmiştir.
İlk olarak, Tagus nehrindeki küçük bir ada üzerine inşa edilmiştir. Kuleye, Avenida de Brasilla üzerinden ve su üzerinden yapıya uzanan küçük bir köprü ile erişilir. Tagus nehrinin diğer tarafında, Cascais ve Caparica arasındaki üçlü bir savunma sisteminin parçasıydı. Çünkü Lizbon, o dönemde uluslararası ticaret yollarının deniz yolculuğu yapanlar için, zorunlu bir durak haline geldi ve bu nedenle şehri koruma ihtiyacı doğdu.
1755 yılındaki Lizbon depreminde kule, şehirde nadir olarak kurtulan yerlerden biridir.
Yüzyıllar boyunca, Torre de Belem, savunma işlevini kaybetti ve Napolyon işgalinden sonra sığınaklar yerini zindanlara bıraktı.
Yapı, kireçtaşından inşa edilmiş bir burç ve 30 metrelik, 4 katlı kuleden oluşur. Kale bölümü çokgendir. Dış dekorasyonu oldukça sadedir. İç bölümde cephelerde Arap ve Venedik etkileri görülür. Kulenin nehre bakın bölümünde, denizcileri koruduğuna inanılan Homecoming Our Lady heykeli var.
Kulenin 4 katında, aynı odalar günümüze kalmıştır. Bunlar: Vali odası, Kral odası, Seyirci odası ve 15’nci yüzyıldan kalma geleneksel tonozlarıyla bir şapel.
Ayrıca: burada, bir Afrika hayvanının (gergedan) ilk heykeli bulunmaktadır. Çünkü: 1513 yılında Hintli bir kral, Portekiz kralına sunulmak üzere, Lizbon şehrine bir gergedan gönderir ve bu hayvan, Avrupa çapında büyük bir merak ve hayranlık uyandırır.
Kulenin: her yöne bakan balkonları bulunmaktadır. Her katta, küçük bir balkon görülür. Ama, güneye bakan, nehir manzaralı balkonların görüntüsü muhteşem güzeldir. Kulenin içindeki top yerleştirme bölümlerinde, Lizbon savunması için kullanılan 16 top deliği bulunmaktadır.
En alt bölümde, kulenin tonozlu bodrumunda, ayağa kalkmanın neredeyse imkansız olduğu bölüm: siyasi tutuklular için zindan olarak kullanılmıştır. Kulenin kuzey cephesinin iki tarafında, 2 aziz heykeli bulunuyor. Bunlardan bir tanesi, 1498 yılında, Hindistan’a Vasco da Gama’nın koruyucu azizi ve diğeri St.Vincent yani Lizbon şehrinin koruyucu azizidir.
Genel olarak, Portekiz’e özgü bir stil olan “Manueline” tarzı mimarinin egemen olduğu kule: sefere çıkan gemicilere yol göstermek için yapılmıştır. Öte yandan, sefere çıkan gemicilerin, vatanlarına ait son manzaraydı.
Son bir not: kule, çocuklu ziyaretçiler için pek uygun değildir. Çünkü: spiral merdivenler dar ve iniş-çıkış için kullanıldığından, çocuklar için sıkıntı yaratmaktadır.
BELEM PASTANESİ
Lizbon şehrini ziyaret ederseniz, mutlaka Belem Pastanesinde, Pasteis de Belem yani Belem turtası yemelisiniz. Bu turta, Lizbon şehrinin uluslararası simgesi haline gelmiştir.
Pastanenin tarihi geçmişi:
19’ncu yüzyılın başında, Belem’de Mosteiro dos Jeronimos Manastırının yanında, küçük bir markete bağlı bir şeker kamışı rafinerisi vardı. 1820 yılı Liberal Devriminin sonucu olarak, Portekiz’deki tüm manastırlar, 1834 yılında kapatıldığında, din adamları ve çalışanlar sınır dışı edildi.
Hayatta kalma girişimindeki manastırlardan biri, dükkanda tatlı hamur işleri satmaya çalıştı. (Pasteis de Belem olarak bilinen hamur işlerini)
O dönemde Belem bölgesinin Lizbon şehrinden uzak olduğu ve çoğunlukla buharlı gemilerle ulaşıldığı düşünülüyordu. Aynı zamanda manastırın Torre de Belem’in (Belem kulesinin) ihtişamı, kısa sürede manastırdan çıkan lezzetli hamur işlerinin tadını çıkarmaya alışan ziyaretçileri cezbetti.
1837 yılında manastırdan gelen eski gizli tarifin ardından, rafineriye bağlı binalarda Pasteis de Belem pişirilmeye başlandı.
Sadece gizli ada da hamur işleri yapan usta şekercilerin bildiği ve aktardığı bu tarif, günümüze kadar değişmeden kaldı. Aslında tek gerçek Pasteis de Belem, titiz bir malzeme seçimi aracılığıyla, bugün bile eski Portekiz tatlı yapımının lezzetini sunmayı başarmaktadır.
1838 yılında Monteiro dos Jeronimos’tan eski bir tarifi izleyerek orijinal Pasteis de Belem’i yapmaya başlamışlardır. O gizli tarif, fırında her gün el işçiliğiyle, sadece geleneksel yöntemlerle yeniden yaratılıyor.
Ancak, şunu da belirtmek gerek. Pasteis de Belem’in puf böreği yapılırken, tereyağına biraz domuz yağı karıştırıldığı ve bu yüzden çok çıtır olduğuna dair bir söylenti var. Ama tarif sır gibi saklandıı için bunun doğru olup olmadığı belli değil.
Jeronimos Manastırı-Mosteiro Dos Jeronimos
Praça do İmperio bölgesinde: Portekiz’in: keşif dönemlerinin güç ve zenginliğinin en etkileyici sembolü olan manastır: “mimari mükemmelliği” nedeniyle: UNESCO tarafından 1983 yılında “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Çünkü: deniz motifleriyle karakterize edilmiş tasarımı ile, Gotik mimari stilde, Avrupa’nın en büyük sanat eseridir.
Portekiz’in keşif dönemlerinin güç ve zenginliğinin en etkileyici sembolüdür. 2015 yılında Portekiz’de en çok ziyaret edilen anıt olmuştur ve bu dönemde yaklaşık 1 milyon kişi anıtı ziyaret eder.
Pazartesi günleri ziyarete kapalıdır. Giriş ücreti, 6 Euro’dur.
Manastır, 1496 yılında Kral D. Manuel I tarafından yaptırılmaya başlanır. İnfante Henry’nin bir kilise inşa ettirdiği yerin yakınında, Kral I Manuel, Belemli Aziz Meryem için büyük bir manastır inşa ettirir. Kral I Manuel, aynı zamanda Aziz Jerome’ye bağlıdır. Manastır, Aziz Jerome tarikatı mensubu keşişlere hediye olarak sunulur.
Bu dönem Portekiz’in en muhteşem çağıdır. Zaten, inşaat, doğu baharatlarından alınan bir vergiyle finanse edilmiştir.
Anıt: 100 yıl sonra tamamlanır.
Anıt, ismini denizcilerin yol göstericisi olduğuna inanılan St Jerome’den alır. Aziz Jerome Tarikatı rahipleri, 1834 yılına kadar burada yerleşiktir.
Mimari özellikleri:
Yapının heybetli cephesi, 300 metre boyunca uzanır ve kilisenin Güney Kapısını vurgular.
Yapı, gotik tarzda, denizcilik motifleriyle süslenerek yapılmıştır. Güzel ve eşsiz kubbesi ve zarif sütunları dikkat çeker.
Özellikle: güneş ışığı vurduğunda, vitray pencerelerden geçen ışık: olağanüstü güzellikler yaratmaktadır.
Manastırın dehlizlerinde: birbirinden farklı deniz canavarları, mercanlar ve deniz dünyasının keşfinin ardından yapılan deniz motifleri ile oyulmuş sütunlar büyük ilgi çekmektedir.
Manastır: “Vasco Da Gama” ya adanmış olup, aynı zamanda, ünlü kaşifin mezarı da buradadır. Vasco da Gama ve ekibi: Hindistan için şehirden ayrılmadan önce, son gecelerini burada dua ederek geçirmişlerdir.
Bir mezar daha var, ki bu da ünlü şair Luis de Camoes.
Arkeoloji Müzesi
Praça do İmperio bölgesinde, Jeronimos manastırının batı kanadındadır. Müze: ülkenin ana arkeolojik objelerine ev sahipliği yapmaktadır.
Burada: demir çağına ait takı ve süs eşyaları, Roma mozaikleri, erken 8’nci yüzyıl Magribi eserleri ve Greko-Romen ve mezar sanatı üzerine, güçlü bir Mısır bölümünü içermektedir.
Hazine bölümünde ise: Portekiz ülkesindeki kazılarda ele geçirilen: bilezik, küpe, yüzük gibi altından yapılmış zengin bir koleksiyon bulunur.
Deniz Kuvvetleri Müzesi
Praça do Imperio bölgesinde, eski manastırın hemen yanındadır ve Portekiz deniz tarihi ve arkeolojik özellikler taşımaktadır.
Müze: denizlerdeki Portekiz hakimiyetini çağrıştıran, Avrupa’nın en önemli müzelerinden birisidir. Özellikle: keşifler döneminde kullanılan gemi modelleri ilgi çekmektedir. En eski parça ise: Hindistan’a yaptığı yolculukta, Vasco da Gama’ya eşlik eden “Başmelek Raphael”i temsil eden ahşap bir rakamdır.
Diğer önemli bir parça: 18’nci yüzyılda kullanılan tören mavnasıdır.
Kaşifler Anıtı-Padrao dos Descobrimentos
Belem meydanında, Jeronimos Manastırının hemen karşısındaki bir alt geçitten buraya ulaşılır. Tagus nehrinin kıyısındadır.
Pazartesi anıtın içindeki müze ve asansör kapalıdır.
Anıt, 15’nci yüzyılda kaşif ve keşiflere adanmıştır.
1940 yılında Portekiz Dünya Sergisi için, mimar Cottinelli Telmo ve heykeltıraş Leopoldo de Almeida tarafından, geçici biçimde inşa edilmiştir.
Bozulabilir malzemeden inşa edilen anıt, hafif bir demir ve çimento yapısına sahipti. Çünkü fuardan sonra sökülmesi amaçlanmıştı.
İlk olarak dayanıksız bir şekilde yapılan anıt, 1960 yılında Portekiz’in coğrafi keşiflerindeki en önemli isimlerden Prens Henry’nin (Denizci Henry) ölümünün 500’ncü yılı anısına betondan yeniden yapılmıştır.
Denizci Henry: bir denizci olmamasına rağmen, hükümdarlığı sırasında Batı Afrika kıyı şeridindeki keşif gezilerini finanse ederek, tarihsel itibarını kazandı. Bu masraflı yolculuklar, soyluları fazlasıyla korkuttu ancak altın ve ne yazık ki köle ticareti yapıldığında yumuşadılar. Henry’nin sonraki yaşamının çoğu, Portekiz’in güneybatı ucunda ve anakara Avrupa’da bulunan Sarges’te geçti.
Anıt, arkadan bakıldığında bir Latin Haçı şeklindedir. Ancak daha yakından bakıldığında, haç içinde aşağıya dönük bir kılıç görülür. Bu sembolizm: kılıç ve haç arasındaki yakın ilişkiyi gösterir. 16’ncı yüzyıl kaşifleri, Hıristiyanlığın yayılmasına yardımcı olmak için rutin olarak kılıcı kullandılar.
Sayısal Bilgiler
Anıt zeminden yukarı doğru 52 metre yüksekliktedir. Genişlik 20 metre, uzunluk 46 metre, temeller 20 metre, yan figürler 7 metredir.
Yelkenleri açık bir karavele benzeyen, beton blok şeklindedir.
(Karavel: 15’nci yüzyılda ortaya çıkan iki ya da üç Latin yelkeni olan bir yelkenli gemi türüdür. Sonraki dönemlerde Latin ve Kare yelkenlerin bileşimi ile hareket edenler de üretilmiştir. Sığ sularda seyredebilme yetenekleri ve görece üstün manevra yetenekleriyle, orta çağ denizciliğinde en önemli gemi türlerinden biri olmuştur.)
Karşı Tarafta
Bir defne çelengi üzerinde “NO V CENTENARIO DO INFANTE D. HENRİQUE 1460-1960” yazılıdır.
Anıt: iki paralel yüzlü, platform üzerinde 2 silahlı metal süre ile çevrelidir.
Heykeller
Tüm heykeller Lioz kireçtaşından oyulmuştur. (Belem kulesi de aynı malzemeden yapılmıştır.) Bu nadir kireçtaşı, sadece Sintra bölgesinin tepelerinden geliyor.
Kuzey-güney yönelimli, stilize bir direğin, her iki tarafında, 12 laleli bir bantla çevrili, 5 köşeli iki Portekiz kalkanı var.
Direk, her iki tarafta, rüzgarda dalgalanan yelkenler yansıması veren üç üçgen, kavisli yapıyla taçlandırılmıştır.
Kuzey yüzü: metalik harflerle yazıları görebileceğimiz iki dev taş işçiliğinden oluşur.
Sol tarafta
Bir çıpa üzerinde, D. Henrique ve deniz yollarını keşfeden Portekizlilere ayrılmıştır.
Dümenci: en öndeki, D. Henrique figürü 9 metre boyunda, diğer figürlerin hepsi 7 metre boyundadır.
Bu figürler: Lusiads, Vasco da Gama, Magellan, Cabral ve diğer bazı Portekizli kaşifler, şair Camoes, küçük bir gemi puruvası, haçlılar, rahipler, haritacılar var.
Anıttaki tek kadın figür: Lancaster Kraliçesi Felipa’ya aittirki kendisi keşiflerin beyni, kaşiflerin annesi olarak tanınır.
Mozaik
Anıtın önündeki boş alanda yerde, büyükçe bir mozaik var. Yere işlenen bu mozaik, 1960 yılında Güney Afrika Hükümeti tarafından buraya yerleştirilmiş, hediye edilmiştir.
Burada, Portekizli kaşifler tarafından gidilen yolların, dünya haritası üzerindeki rotaları ve bir pusula var. Yerleşik gemiler ve karaveller, Portekiz genişlemesinin ana rotalarını işaretler.
Tasarımın yazarlığını mimar Cristino da Silva (1896-1973) yapmıştır.
Rüzgar Gülü
Güney Afrika Cumhuriyeti, Padrao’nun giriş bahçesinin dekorasyonu için 14 metrelik bir planistel içeren, siyah ve kırmızı toz kireçtaşından yapılmış, 50 metre çapında bir rüzgar gülü hediye etmiştir.
3 euro ücret ödeyerek anıtın içindeki küçük müzeyi gezebilirsiniz. Ayrıca, asansörle anıtın tepesine çıkmak mümkündür, buradan çevrenin muhteşem manzarasını izleyebilirsiniz.
Belem Palace
Hafifçe eğitmi bir tepede, bahçeler içindeki Belem Sarayı: 1910 yılından bu yana, Portekiz Başkanının resmi konutu olarak kullanılmaktadır. Yapı: 1559 yılında inşa edilmiş, 18’nci yüzyıla gelindiğinde ise, Kral V Joao tarafından değiştirilmiştir.
1755 yılındaki büyük depremde ise: hafif hasar görmüştür. Günümüzde yapının: zengin döşenmiş salonları, oymaları, fayansları görülmeye değerdir ve yalnızca Cumartesi günleri, belli yerleri ziyarete açıktır. Saray içinde bir de müze bulunmaktadır.
Başkanlık Müzesi: sarayın bir parçasıdır ve Pazartesi hariç, her gün ziyaret edilebilmektedir. Burada: vatandaşların sembolleri, bayrak ve milli marş, tarih ve fotoğraflar, başkanların rolünün açıklanması, Portekiz Cumhuriyeti ve Başkanlarının hikayeleri bulunmaktadır.
Ayrı bir galeride ise bütün Portekiz Başkanlarının portreleri ve dünya liderlerinden alınmış hediyeler sergilenmektedir.
Sarayın hemen önünde ise: 20 metre yükseklikteki bir kaide üzerinde “Alfonso de Albuquerque” (Hindistan valisi) nun heykeli bulunmaktadır.
Centro Culturel de Belem-CCB
1992 yılında, Avrupa Birliği Portekiz Başkanlığını barındırmak için inşa edilmiştir.
Burada: kültürel faaliyetler düzenlenmektedir.
Ayrıca: “Berardo Koleksiyonu” müzesi bulunur. Yapı: geniş bahçelerin yayıldığı alandadır ve geniz bahçelerde dolaşırken, nehrin güzel manzarasını izlemek mümkündür.
Berardo Müzesi
Praça do İmperio bölgesindedir. 2007 yılı Haziran ayında açılmıştır.
Müzede bulunan sanat koleksiyonu içinde eseri bulunan sanatçılar: Picasso, Dali, Duchamp, Miro, Bacon, Pollock. Eserler: Portekizli patron Berardo tarafından: Paris ve Miami gibi şehirlerden satın alınarak toplanmıştır. Eser sayısının 4000 olduğu söyleniyor.
UPTOWN BÖLGESİ
Burası: olağanüstü sanat ve bir alışveriş bölgesidir.
Lizbon şehrinde, özellikle 20’nci yüzyıl büyük ofis binaları ve apartmanlar, iş ve yerleşim alanları bu bölgededir.
Geniş caddeler üzerinde, pek turistik aktiviteler olmasa da, özellikle Gulbenkian müzesi ilgi çekmektedir. Ayrıca: Colombo ve Amoreiras gibi büyük alışveriş merkezleri de bu bölgededir.
Gülbenkyan Müzesi-Museu Calouste Gulbekian
Uptown-Avenida de Berna bölgesindedir. Yani: Baixa’nın kuzeyinde, Sao Sebastio bölgesinde, 2 katlı Modern Sanat Merkezindedir.
Burası: Portekiz ülkesindeki en güzel, sanat müzelerinden birisidir. Calouste Gulbenkian Vakfı bölümünde: Mısır, Yunan, Roma, İslam, Asya ve Avrupa sanatına ait muhteşem bir koleksiyon bulunmaktadır.
Modern sanat merkezinin diğer bölümlerinde: Portekiz ve yabancı sanatçıların eserlerinden oluşan, yaklaşık 10 binden fazla öğe bulunmaktadır.
Gelelim müzenin hikayesine: İstanbul-Üsküdar doğumlu “Gülbenkyan”: 1955 yılında: 86 yaşında iken ölmeden önce; sahip olduğu muhteşem sanat koleksiyonunu: önce Türkiye’ye verilmek istenmiş, ancak yine o dönemde, Irak petrollerinden aldığı komisyonlar nedeniyle, adı “Bay yüzde 10”olarak bilinen kendisinin, bu teklifi, Türkiye tarafından kabul edilmemiştir.
Bunun üzerine, koleksiyon: “evim” dediği Portekiz’e bırakılmıştır. Evet: 20’nci yüzyılın en zengin adamlarından biri olan petrol patronu Calouste Gulbenkian tarafından 40 yıllık süreçte toplanan, dünyanın en iyi özel sanat koleksiyonu burada sergileniyor.
Müzede: günümüzde, antik dönem sanatı ve Modern sanatın birçok örneğini görebilirsiniz ki, özellikle “İznik çinileri” muhteşem ilgi çekmektedir.
Ayrıca: altın Mısır mumya maskesi, 2700 yıllık su mermeri kase, Mısır bölümündeki bronz kedi, Yunan çarpıcı sikke koleksiyonu, Yunan-Roma bölümündeki 2400 yaşındaki vazo, Çin porselenleri, Japon baskıları ve 16-17’nci yüzyıllara tarihlenen İran halıları büyük ilgi çekmektedir.
Tablolara gelince: Rembrant, Rubens, Claude, Monet, Van Dyck, Renoir gibi sanatçıların tabloları bulunuyor.
Lizbon Kent Müzesi
Uptown bölgesinde, Campo Garende’dedir.
Müzede: Roma, Vizigot, Magribi ve Ortaçağ kalıntıları ile Lizbon şehrinin uzun bir geçmişi anlatılmaktadır.
Müzenin bulunduğu yapı ise: 18’nci yüzyılda, kral Joao V tarafından metresi için yaptırılmış Pimenta sarayındadır. Müzede bulunan diğer objeler: 1755 büyük depremi öncesinde, şehri gösteren haritalar ve baskılar, çini panolar. Müzenin avlusunda tavus kuşları dolaşıyor.
Lizbon Su Kemeri
Uptown bölgesinde, Praça das Amoreiras’dadır.
1746 yılında şehrin ilk temiz içme suyunun getirilmesi için inşa edilmiştir. 109 taş kemerden oluşur ve inşa edildiğinde, dünyanın en yüksek taş kemerleri olarak dikkati çekmiştir. Toplam uzunluğu 58 km. dir.
Ama en görünür kısmı “Alcantara vadisi” bölgesindedir. Campolidere tren istasyonunun bulunduğu bölgedeki 14 kemer de, gayet sağlamdır.
Bu kemerlerin yerden yüksekliği 65 metredir ve en uzun olanı 29 metre uzunluğundadır.
En ilginç olanı, bu su kemerleri, 1755 yılındaki büyük depremi hasar görmeden atlatmış olmalarıdır ki, bu bir mühendislik harikası olarak anılmaktadır.
Mae de Agua denilen rezervuar alanında, su müzesi bulunmaktadır ki, burası 1990 yılında Avrupa Müzesi ödülüne layık görülmüştür. Buranın serin taş odasında, sık sık sanat sergileri düzenlenmektedir.
PARQUE DAS NAÇOES-MİLLETLER PARKI
Şehrin diğer bölümüne nazaran, bu bölümde, modern tarzdaki mimari görülmektedir. Bölümdeki, bu park alanı ise: Vasco Da Gama’nın: Hindistan’a varışının 500’ncü yılı anısına, 1998 yılında, Expo 98 Fuarı için inşa edilmiştir.
Yani, Milletler Parkı denen bölüm, Expo 1998 fuarı için yapılmıştır. Zaten bu fuar için yapılan yapılaşma, daha sonra şehrin mimarisini olumlu yönde etkilemiş ve hızla gelişmiştir.
Lisbon Oceanarium
Lizbon şehrindeki en popüler cazibe merkezlerinden biridir ve yılda yaklaşık 1 milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir. 1998 Dünya Sergisi için açılmıştır. Mimar Peter Chermayelf tasarlamıştır. Yaklaşık 8 bin hayvan ve bitki içeren, Parque das Naçoes’de bulunur.
Toplamda 7 milyon litre tuzlu suda yaşayan 5 binden fazla tür vardır. Bir köprü ile birbirine bağlanmış iki binadan oluşur.
Ana bina, serginin ev sahipliğini yapmaktadır ve su ile çevrilidir. Yelkenli bir gemiye benzer. Bu binanın cephesinde 55 bin fayanstan yapılan, dev boyutta deniz hayvanları paneli bulunuyor.
Merkez, 5 bin metre küplük dev bir tankla başlar. 7 metre yükseklikteki bu devasa akvaryumda, vatozlar, köpek balıkları, ton balıkları ve güneş balığı yaşıyor.
Çevresinde farklı doğal ortamların ve okyanusların atmosferinin yeniden yaratıldığı diğer küçük akvaryumlar var.
Su samurları, köpekbalıkları, penguenler ve mercan resifleri arasında Oceanario de Lisboa’nın güzelliklerine doymak mümkün değil.
Avrupa’nın en iyi akvaryumu olarak kabul edilen akvaryum, aynı zamanda gençleri deniz kaynaklarını korumanın önemi konusunda bilinçlendiriyor.
Casino Lisboa
Hemen akvaryumun önündedir ve eğlencenin başkenti konumundadır. Burada bulunan 3 katlı mekanda: 1000 slot makinesi ve 22 oyun masası bulunduğu söyleniyor. Ayrıca: barlar, restoranlar ve eğlence alanları da vardır. Yani, sadece kumarhane olarak değil, aynı zamanda sanatsal ve kültürel etkinliklerin de düzenlendiği bir yer olarak tasarlanmış.
Ciencia Viva-Bilgi Pavillion
Burada: bilim ve teknoloji alanında, düzenli olarak sergiler düzenlenmektedir. Ziyaretçiler, burada bilim ve teknoloji alanındaki deneyimlerde bulunabilirler. Milletler parkında bulunan bu pavyon: mimar Joao Luis Carriho tarafından tasarlanmış ve tasarım nedeniyle, Büyük Jüri Ödülüne layık görülmüştür. Evet, bu yapı da, Expo 98 sırasında yapılmıştır.
Meo Arena
Burası, Avrupa’nın en modern ve en büyük pavyonlarından biridir. 20 bin kişi kapasiteli bu mekanda, yıllardır birçok kültürel etkinlik düzenlenmiştir. Günümüzde de, burada birçok sportif etkinlik düzenlenmektedir.
Marina Park
Şehir merkezindeki bu marina, Havaalanından yalnızca 5 dakika uzaklıkta olması ile dikkat çekmektedir. Marina; 230 metre uzunluğundadır ve 602 tekne bağlanabilmektedir.
Gare do Oriente-Doğu İstasyonu-Estaçao do Oriente
Burada: cam ve çelik bir araya gelerek, bir zerafet gösterisi yapılmaktadır. Burada: gündüz, gün ışığının yaptığı yansımaları, gece olunca ışıklandırma ile yapıyorlar ve ortaya, seyrine doyulmaz bir görüntü çıkıyor. Binanın içinde: otobüs terminali, metro ve tren istasyonu bulunuyor. Binanın mimarı İspanyol Santiago Calatrava’dır.
Portekiz Pavyonu
Expo 98 fuarı sırasında, fuar alanı buradan yönetiliyormuş. Binanın proje sorumlu mimarı Eduardo Sourto de Moura’dır. Binanın giriş alanı: çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır.
Teleferik
Teleferik hattı, 1230 metredir ve bu hat üzerinde yapılacak yolculukta: gerek Tagus nehri ve gerekse Milletler Parkı, büyük bir keyifle izlenir. 40 kabin var ve her kabin 8 yolcu kapasitelidir. Seyahat süresi 8 dakika sürmektedir.
Teleferik biniş ücreti: yetişkinler için 3.95 euro, çocuklar için 2 eurodur. Teleferik kullanıcı elemanlarının tatili nedeniyle, her gün 13.30-14.45 saatleri arasında kapalıdır.
Vasco da Gama Köprüsü
Parques das Naçoes bölgesindedir.
Lizbon yakınlarında, Tagus nehri boyunca uzanan viyadükler ve manzaralarla çevrili, askılı bir köprüdür. Ana köprü için 0.829 km, viyadüklerle 11.5 km dahil olmak üzere, toplam uzunluğu 17.2 km dir. Bu ölçülerle, Avrupa’nın en uzun köprüsüdür.
Dünya sıralamasında ise 5’ncidir. Köprünün inşaatı sırasında, birçok mühendislik faktörleri denenmiştir. Yaklaşık 1 milyar dolarlık maliyetle inşa edilen kuleler ile desteklenmiştir.
Amacı, Lizbon’un diğer köprüsündeki (25 Nisan köprüsü) tıkanıklığı hafifletmek ve Lizbon’dan yayılan daha önce bağlantısı olmayan otoyolları birleştirmektir.
Köprü inşaatının başlamasından 18 ay sonra, 29 Mart 1998 tarihinde Expo 98 Dünya Fuarı zamanında hizmete girmiştir. (Yani Avrupa’dan Hindistan’a uzanan deniz yolunun Vasco da Gama tarafından keşfinin 500’ncü yılı)
Köprüde günlük trafikteki araç ortalaması 52 bin civarındadır.
DİĞER YERLER
Santa Justa Asansör
Lizbon şehrini ziyaret ederseniz, burada mutlaka “asansör” e binin. Çünkü bu asansör şehrin sembollerinden biridir.
Bu asansör: Portekiz doğumlu Fransız mimar Raoul de Mesnier du Ponsard (Paris-Eyfel kulesini yapan Gustave Eiffel’in çırağıdır) tarafından tasarlanmıştır. Bu yüzden, Paris’te bulunan Eiffel kulesine benzerlikler göstermektedir. Asansör başlangıçta Ouro-Carmo asansörü olarak bilinir. Rua do Ouro’yu, Largo do Carmo’ya şehirdeki diğer asansörlerden tamamen farklı, neogotik tarzda bir yapı üzerine bağlar.
“Santa Justa Bairro Alto” ile “Chiado” denilen şık alışveriş merkezini birbirine bağlamaktadır. Başlangıçta buhar ile çalışan asansör, 45 metre e sonrasında, Eiffel demir mimarisinin ilginç bir örneği olarak gündeme gelmektedir. Ahşap ve pirinçten yapılmış zarif kabinler var.
Kulenin, neo-gotik üstüne, asansörden indikten sonra, 25-30 basamaklı bir sarmal merdiven ile ulaşılır. Burada: muhteşem manzaralı bir kafe bulunur ki, buradan Rossio meydanı, kale ve nehir manzarasını izlemek mümkündür.
Zaten: asansöre giden yolda “Lisbon Meeting Point” denilen buluşma yeri var. Şehirliler, burada sözleşip buluşuyorlar. Evet: asansörün dünya üzerinde başkaca bir örneği bulunmuyor.
25 Nisan Köprüsü
Lizbon şehrinde Tagus nehrinin sol kıyısındaki Almada Belediyesine bağlı bir asma köprüdür. 6 Ağustos 1966 tarihinde açılmış ve 1999’da tren platformu eklenmiştir.
Benzer renklendirmesinden dolayı, genellikle ABD San Francisco’daki Golden Gate köprüsüne benzetilir. Aslında Golden Gata’i değil San Francisco Oakland körfezi köprüsünü inşa eden aynı şirket tarafından yapılmıştır ve bu da tasarımdaki benzerliği açıklar.
2277 metre toplum uzunluğu ile dünyanın en büyük 21’nci asma köprüsüdür.
Üst platform 6 araba şeridi taşır ve alt platform ise 2 tren yolu taşır.
1974 yılına kadar köprünün adı “Salazar Köprüsü” idi.
İsa Heykeli
Köprünün devamında: Brezilya-Rio şehrindeki İsa heykelinin küçük bir benzeri bulunuyor. Heykel: II. Dünya savaşı sırasında Portekiz’in kurtulmuş olmasının anısına yapılmıştır. Heykelde, İsa, 28 metre yükseklikte ve kollarını açar şekilde tasvir edilmiştir. Köprüden 82 metre yükseklikte bulunan heykelin üstüne, asansör ile ulaşılır.
Basilica Da Estrela
Estrela bölgesinde, Largo da Estrella’dadır.
Bu büyük neoklasik anıt, Lizbon şehrinin en göz alıcı yerlerinden birisidir.
18’nci yüzyıldan kalma bazilikayı, şehirde gezerken her yerden görmek mümkündür ve yanına gittiğinizde, gerçekten yapının “ulu” kelimesini hakkettiğini göreceksiniz.
Kraliçe Maria: bir oğul ve krallık varisi doğurduktan sonra ettiği yemini yerine getirmek için, 18’nci yüzyılın ikinci yarısında burayı inşa ettirmiştir.
Yapının kubbesi: büyük ve rokoko tarzıdır. Kuleleri, aziz heykelleri ve dini objelerden oluşan süslemeleri ile, izleyenleri büyüler.
Özellikle: aziz heykelleri, dekore ikiz çan kulesi ve büyük rokoko kubbe ve cephesi ilgi çekmektedir. Geniş pembe ve siyah mermerden yapılan iç bölümde, Kraliçe Maria I’in mezarı bulunmaktadır.
Şehir manzarasını izlemek isterseniz: kubbede bulunan seyir terasına çıkabilirsiniz.
Tasarım ve Moda Müzesi
Rua Augusta bölgesindedir.
Bu müzede: 20’nci yüzyılın en iyi tasarım ürünleri sergilenmektedir ve Avrupa’nın tasarım konusundaki en iyi koleksiyonu burada sergilenmektedir. Daha önce, 1999 yılında, Belem Kültür Merkezi içinde açılan müze, daha sonra kapatılmış ve Ağustos 2006 tarihinde burada yeniden açılmıştır.
Müzede sergilenen tasarım koleksiyonu: dünyanın dört bir yanından, tasarım eğilimlerini temsil eden 230 tasarımcının eserlerinden oluşmaktadır. Bunların, müzede yaklaşık 200 tasarımı, cam ve takılar bulunuyor. Bunlar: 1937 yılından günümüze kadar olan süreçte toplanmıştır.
Antik Sanat Müzesi
Lapa bölgesinde, Rua das Janeles Verdes’dedir.
Burası, Portekiz’in ulusal galerisidir. Müzede: Durer ve Raphael gibi sanatçılar tarafından yapılan, 20’nci yüzyıla ait 14 eser sergilenmektedir. Bunlar arasında en değerli olanı ise “Temptation St Antony” isimli tablodur.
Portekiz resimlerinde, en önemli tema “St Vincent” e saygı üzerine yoğunlaşır. Ayrıca: müzenin en ilgi çeken eserleri: Japonya’ya gelen Portekizlileri gösteren, 16’ncı yüzyıl Japon resimleridir. Bu resimlerde: Japonlar, Avrupalılar ile ilk kez temas etmişler ve onlara özel önem vermişlerdir.
Ayrıca, yine müzede Hint-Portekiz sanat eserleri, Vasco da Gama tarafından Portekiz’e getirilen altının ilk sevkiyatının yapıldığı Belem de dahil olmak üzere, dekoratif sanatlara ait güzel bir koleksiyon bulunuyor.
Coaches Müzesi
Belen bölgesinde, Praça Afonso de Albuquerque’dedir.
Burası, Lizbon şehrinin en çok ziyaret edilen yerlerinden birisidir. Dünyada türünün en büyük ve en değerli koleksiyonuna sahiptir.
Burada: özellikle 18’nci yüzyılda, Belem Sarayı içindeki kraliyet sürme okulunda dekore edilmiş, Portekiz’in en elit ve gösterişli, şaşırtıcı zenginliği yansıtan arabaları görülmektedir.
O dönemde, her coach: kendi aracının öne çıkması için olağanüstü çaba göstermiştir. Müzede bulunan arabalardan en muhteşem olanı ise, maalesef yine bize çaktırmadan taş atıyor.
Evet, en muhteşem arabanın panosundaki figürlerde: şöhret ve bolluk yansıtılırken, bir ejderha tarafından, Müslümanlığı temsil eden bir “hilal” ayaklar altında ezilmekte, bagaj kapağı üzerinde yaldızlı rakamlar bulunmaktadır.
Portekiz büyükelçisi için, 1716 yılında yapılan bir örnekte ise: Portekiz askeri ve denizcilik zaferleri temsil ediliyor.
Son bir güzel örnek ise: Kraliçe II Elizabeth tarafından, ülkeyi ziyaretinde kullanılan ve Londra’da inşa edilmiş olan kraliyet üyeleri tarafından kullanılan arabadır.