2016 yılında; buradan geçtim ve bu şirin ilçede: bir gece, iki gündüz kaldım. Bu sürede: özellikle: Sayın Kaymakam tarafından; kayak tesisleri ve teleferik hattı çekilen ve hatta teleferik vagonu alınan bölgeye çıktık. Oraları gezdik. Kavak ağaçlarının gayet bol olduğu bir yöremiz.
ULAŞIM
Ağrı il merkezine uzaklık: 34 km. dir. Trabzon-Ağrı transit karayolu üzerinde bulunması ile, öne çıkıyor.
GENEL
Denizden yüksekliği: 1650 metredir. İlçe topraklarının üçte birini oluşturan Eleşkirt ovası, başlıca tarım alanıdır. İlçede: kara iklimi hakimdir. Kışları: soğuk ve kar yağışlı, yazları: sıcak ve kısmen yağışlı geçer. Bitki örtüsü: bozkırdır. Ağrı ilinde, ormanlık alan: yalnızca burada vardır. İlçe merkezi: ağaçlandırılmıştır.
Güzel bir ilçe. Gittiğimde: gayet modern evleri, sokaklarını gördüm. Bu ilçede: gittiğim dönemde, bir teleferik kurulmuştu. Kaymakamlık tarafından işletileceği söylenen bu teleferiğin: hatları çekilmiş ve hatta teleferik vagonu bile alınmıştı. Teleferik ile; kayak yapılabilen yüksekçe bir yere çıkılıyordu. Şu anda: bu teleferik kullanılıyormu, çalışıyormu bilmiyorum? Tesisin 1998 yılında kurulduğu:Güneykaya mevkiinde olduğu, kayak turizmine yönelik, 48 yataklı bir oteli de bulunan, mekanik sistemleri, günü birlik tesisleri, zirvesinde kafeteryası olan ve piknik alanları bulunan komplike bir yapılaşma vardı.
Buranın, daha sonra bitirilerek, Özel İdare tarafından işletildiği veya kiraya verildiğini düşünüyorum. Belki de, öylece bırakılmıştır.
TARİHİ
Bölgenin tarihi: Urartulara kadar gider. Çünkü: Pirabat ve Toprakkale: Urartular döneminden kalmıştır. Urartular zayıflayınca: bölge, Med’ler tarafından ele geçirilerek, İran topraklarına katılmıştır.
Evet: Eleşkirt’in konumu çok özel. Murat vadisinin, Erzurum tarafına geçit veren, batı ucunda, İran-Kafkaslar ve Anadolu arasında bir köprü. Bu yüzden: tarih boyunca, birçok güç, burada egemenlik kurma yarışına girmiş. Toprakkale ve verimli Eleşkirt ovası: Romalılar, Sasaniler, Araplar, Bizanslılar, Selçuklular Moğollar, Karakoyunlular ve Akkoyunluların hakimiyetinde; değişik süreler kalmış.
Takip eden tarihi süreçte ise: bölgede, Osmanlı egemenliği görülür. Osmanlı döneminde: İlçe, bir süre Van’a ve bir süre de Erzurum Eyaletlerine bağlı olarak yönetilir. 1828-1856-1877-78 yıllarında ise: Rus işgali görülür. Ancak: 1914 yılında Berlin Kongresi kararları gereği: 1918 yılında, Ruslar buradan çekilirler ve Osmanlılara teslim edilir.
Evet: Toprakkale: 1687 yılında ilçe olur. 1925 yılında ise, ilçe merkezi: Zedikan’a taşınır ve ismi “Eleşkirt” olur. 1927 yılında: Ağrı il merkezine bağlanır.
İlçenin: günümüze ulaşabilen tek yapısı: Mirza bin Abdi tarafından, 1687 yılında yatırılan: Toprakkale Camisidir. Cami: koruma altına alınmış ve 1967 yılında restorasyon görmüştür. Toprakkale köyünde: bir de kale vardır. Toprakkale ismiyle anılan kalede: Urartulardan günümüze kadar, birçok uygarlığın izleri görülür.
TOPRAKKALE
İlçe merkezine, 14 km. uzaklıktadır. Önceleri: İlçe merkezi burada iken, Cumhuriyet döneminde, ulaşımın yetersizliği nedeniyle, Eleşkirt’e bağlanmıştır.
Burada: kale ve cami, yapı olarak öne çıkar. Kalenin yapım tarihi bilinmiyor. Ancak: Urartular döneminde yapıldığı tahmin ediliyor. Urartuların: Ağrı bölgesindeki önemli yerleşimleri: Patnos ve Toprakkale bölgesinde olmuştur. 1879 yılında: İngiliz arkeologlar, kalede kazılar yapmışlar ve buldukları buluntuları, evet çok iyi tahmin ettiğiniz gibi, çalarak, ülkelerine kaçırmışlardır. Kaledeki: tapınak ve yerleşim yerleri, tamamen tahrip edilmiş durumdadır. Yalnızca: kale burçları ve bir kısım duvarlar, günümüze ulaşmıştır.
TOPRAKKALE CAMİSİ
Toprakkale köyünde, 1684 yılında, Mirza Bin Abdi Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami: 12.5 x 12.5 metre ölçülerinde, kare planlıdır. Tek kubbeli ve minaresizdir. Kubbesi: 8.20 metre çapındadır.
Taç kapı ve pencere kenarları kesme taştan, diğer kısımlar ise, moloz taşlardan örülmüştür.
Selçuklu mimari tarzına uygun olan cami, 1864 yılındaki depremde zarar görmüştür. 1963 yılında, SİT alanı olarak ilan edilmiştir. Cami: 1968 yılında: restore edilmiştir. Dış duvarlardaki derz, bu onarım sırasında yapılmıştır.
GÜNEYKAYA KAYAK TESİSLERİ
Ağrı’ya 36 km. ve Eleşkirt ilçesine ise, 6 km. uzaklıktadır. E-23 Karayolunun 500 metre yakınındadır. Kayak için en uygun kar yapısına sahiptir. Bu kayak pistini: çığ ve sis gibi olumsuz tabiat olayları etkilememektedir. Kayak merkezindeki pistler: orta ve zor pistlerdir. Zemin alpin çayırı.
Kasım ayı ortalarından, Mart ayı sonuna kadar kayak yapılabilmektedir. Slalom ve mukavemet için ayrı pistler bulunmaktadır. Genelde, pistteki kar kalındığı: 1.50 metre ve bazen yer yer 2 ile 2.5 metre arasında değişmektedir. Ayrıca: kayakçılar ve turistler için, zirvede bir de restoran bulunmaktadır.
Tüm bunların yanında: konaklamak için bir otel var. Kkarayoluna 500 metre uzaklıkta; 4 suit oda, 24 oda, 33 yatak, 300 kişilik restoran, kondisyon salonu, sauna vs. Günübirlikçiler için tesisler ve son teknolojilerle donatılmış, 1227 metre uzunluğunda bir telesiyej bulunmaktadır. Telesiyejin 50 koltuğu mevcut olup (bu telesiyej alttan ısıtmalı) , bunlardan 10 tanesi kapalıdır. Telesiyej: saatte 1200 kişiyi, zirveye taşıma kapasitesine sahip.
Evet, son aldığım habere göre: bu kayak tesisleri, atıl durumda imiş. Özel bir işletmeye: 49 yıllığına kiralanmış. Ancak, hem de öyle bir atıl durumda imiş ki: okuduklarımı sizinle paylaşmadan geçmek istemiyorum. Buyurun: Güneykaya Kayak Merkezinin hikayesi: öyle bir yapılaşma ki: bir benzerini Sarıkamış bölgesinde yapmak için yapılan keşif sonucunda çıkan maliyet hesabı: tam 10 milyon dolar. Çünkü: buradaki tesislerin yapımında: son teknoloji kullanılmış. Tamamen elektronik, uzay çatılı, alttan ısıtmalı telesiyejli, beş yıldızlı otel düzeyindeki spor ve turizm yuvası; harabe haline gelmiş. Birileri: ellerine kazma-kürek alıp, bu güzelin tesisi, teleferik bölümünün kumanda odasını, bu odadaki makara takımlarını, elektronik panoyu zevk için olsa gerek; kırıp parçalamışlar.
Saatte: 600 kayakçıya konforlu bir şekilde hizmet verebilecek tesisin; işletmeye sokulabilmesi için, bugün için 2 milyon dolar gerektiği söyleniyor. Sözüm ona bakım parası. Keşke: akıllıca hareket edilip, tesisin başına bir-iki bekçi tutulsaydı, inanın bu kadar zarar-ziyan söz konusu olmazdı. Özellikle: Ağrı gibi bir yerde, yörenin kayağa tutkun gençlerine hizmet vermesi amacıyla yapılan böyle bir tesisin; nasıl olur da korunmadan, elden çıkmasını anlamak mümkün değil. Son durumunu görmedim ama görenler içler acısı bir durumda olduğunu söylüyorlar.
Buranın en büyük özelliği: Synnada denilen antik kentin bulunması, ancak bu antik kent ile ilgili hiçbir araştırma yok, tanıtım yok, hatta bu kentin varlığını bilen bile yok. Bu kent, bir zamanlar, Frigyalılara başkentlik yapmıştır. Tabii bir de daha yakın geçmiş var, Kocatepe ve Zafer Yolu. İlçe Merkezindeki Atatürk Evi.
ULAŞIM
İl merkezine 30 km uzaklıktadır.
GENEL
Batı Anadolu’yu İç Anadolu’ya bağlayan eşik arazi üzerindedir. Rakımı 1200 metredir, Afyonkarahisar il merkezinden daha yüksektedir. Kaynağını Kumalar dağından alan Kali çayı üzerinde, ilçe merkezinden 15 km uzaklıkta Selevir barajı kurulmuştur. İlçe merkezi ve çevresi Ege bölgesine dahil olmakla birlikte, burada İç Anadolu’nun karasal iklimi görülür. Şuhut; 1862 yılında, büyük bir deprem geçirir ve sonucunda, birçok bina ve tarihi anıt yok olur. Şuhut’un isminin kelime anlamı; tanıklar/şehitler demektir.
TARİHİ
Hitit döneminde, Afyonkarahisar ve Kütahya illerinde hüküm süren Mira krallığına bağlı bir prenslik olan Kuvalya’nın başkenti Şuhut olmuştur. Bu bölgedeki ilk yerleşim: Akamos, Truva savaşına katılmış, yenilince birliklerini buraya kadar çekmiş ve MÖ 1180 yılında, bölgede “Synnada” şehrini kurmuştur. Şehir takip eden dönemde, Lidya, Pers, Roma ve Bizans egemenliğine girer. Bizans döneminde şehrin ismi değişmiş ve “Cfut” ve sonrasında “Çıfut” olmuştur. 1219 yılında ise yörede Türk hakimiyeti görülür. Bu dönemde, İslam askerleri arasında bulunan Şeyh Şuhudi Ömer Efendiye izafeten şehrin ismi “Şuhut” olmuştur. Şuhut, Kurtuluş Savaşı sırasında, kısa süre Atatürk ve Başkomutanlık karargahına ev sahipliği yapmıştır. 1946 yılında ilçe olur.
PATATES
Şuhut ilçesinin Atlıhisar beldesinde yetişen patates, Türkiye’nin en iyi patatesi olarak ün kazanmıştır. Patatesin rengi oldukça sarıdır ve normal patates ile karşılaştırıldığında lezzeti de farklıdır.
NE YENİR
Buraya yolunuz düşerse kesinlikle “keşkek” yemelisiniz.
ŞUHUT MESLEK YÜKSEK OKULU
Afyon Kocatepe Üniversitesine bağlıdır. 1993 yılında kurulmuş ve İşletmecilik ile Dericilik programları ile eğitime başlanmıştır. 2017 yılında ise, ilçe merkezinde kendi binası tamamlanarak yeni binasına taşınmıştır. Okul bünyesinde 4 ayrı bölüm vardır.
Bunlar: Muhasebe ve Vergi uygulamaları, Gıda Teknolojisi, Laborant ve Veteriner Sağlık bölümleridir. İlçe merkezinde Kredi Yurtlar Kurumunun 350 öğrenci kapasiteli 2 ayrı bloktan oluşan yurdu vardır.
GEZİLECEK YERLER
ULU CAMİ
İlçe merkezindeki bu cami, Cami-i Kebir ve Büyük Cami isimleriyle de tanınır.
Caminin günümüze ulaşan kitabesi yoktur. 1415 tarihli bir vakfiye örneğine göre, yapı Sarı Demirtaş Paşa oğlu Hamza Bey tarafından yaptırılmıştır. Cami, önünde şadırvanı ve ahşap medrese odaları ile bir külliye halinde idi. Caminin yanına yapılan ve tarihi bilinmeyen Şuhudi Medresesi günümüze ulaşmamıştır. Şuhut Ulu Camii, 1885 yılı salnamesine göre, o dönem kasaba durumundaki ilçede bulunan iki önemli camiden biridir.
Caminin güney cephesinde bir kitabe bulunmaktadır. Batı cephesine yakın yerde saçak altında bulunan bir niş içine yerleştirilmiş olan kitabede şunlar yazılıdır “^Maşallah Tarih-i zelzele. Sene 1279” Buna göre Şuhut Ulu Camii, 1862 yılında meydana gelen depremden sonra onarılmıştır. Şuhut Ulu Camii doğusunda yer alan geniş bir avlu tarafından çevrelenmiştir. Avlunun orta kısmında bir şadırvan, kuzeydoğu köşesinde ise abdestlik yer alır.
Sütunlu ve ahşap tavanlı camiler t ipindeki yapı, kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Caminin batı duvarı doğu duvarına göre daha uzundur. Bu durum yapıda özgün olmayan bir planı meydana getirir. Cami üstünü örten kırma çatı kiremit kaplı olup tepe noktasında alemi bulunmaktadır. Caminin içindeki kıbleye dikey, her sırada dörder tane olmak üzere dört sıra sütun bulunmaktadır. Yapı beden duvarlarında moloz taş kullanılmıştır.
Caminin güneydoğu köşesinde tek şerefeli minaresi yer almaktadır. Kürsü ve papuç kısmı tamamen mermer bloklardan oluşmaktadır. Gövde, şerefe ve petek kısmı tuğla örgülüdür. Gövdenin bitiş ve başlangıç kısımlarında birer taş bilezik bulunmaktadır. Gövdeye göre ince olan petek kısmının üzerinde külah ve alem yer almaktadır. Yapını çeşitli kısımlarında görülmekle birlikte devşirme malzemenin en yoğun kullanıldığı yer minaredir. Bu devşirme malzemeler Bizans dönemine ait mermer bloklardır.
Avlu ortasında yer alan şadırvan sekizgen bir alanın ortasına inşa edilmiştir ve üstü kapalıdır. Her bir köşede bulunan ahşap sütunlar tarafından taşınan ahşap çatının üzeri metal kaplamadır. Ahşap sütunların oturduğu kaideler birbirinden farklı işlenmiştir.
Afyonkarahisar İli Şuhut İlçesi İplik Mahallesinde kayıtlı bulunan Ulu Cami, Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunun 1993 tarihli kararı ile 1’nci Gurup Korunması gerekli kültür varlığı olarak tescillenmiştir. Caminin son olarak restorasyonu 2013 yılında yapılmış ve 2015 yılında ibadete açılmıştır.
TARİHİ HAMAM
İlçe merkezinde yaklaşık 600 yıllık olduğu öne sürülen tarihi Şuhut hamamı; 2012 yılı başlarında kapanmış ve yapılan restorasyon ardından tekrar açılmıştır.
3 kısımdan oluşan Şuhut Hamamı, benzerlerine nazaran son derece kullanışlıdır. Hamamın girişinde, soyunma odalarının da bulunduğu selamlık bölümü bulunur. Selamlık kısmında, 9 tane ahşap soyunma kabini vardır.
Yine bu bölümde, ortada mermer bir süs havuzu ve havuzun tam üstünde ise havalandırma kubbesi bulunur. Buradan sonra, ılıklık denen bölüme geçilir. Sonra dar bir koridordan sıcaklık denen hamamın iç kısmına geçilir. Bu bölümde, kurna bulunan genel yıkanma salonu bulunur. Ortada ise 4 metre karelik sedir vardır.
ATATÜRK EVİ
İlçe merkezinde; Yalı Mahallesi İsmail Bey Sokakta bulunan Hacıvelioğlu Konağı, Atatürk’ün Büyük Taarruz öncesinde Şuhut’ta kaldığı konaktır. Konak 1897 yılında Şuhutlu Hacı Veli tarafından Taşçı Yahni ustaya yaptırılmıştır.
25 Ağustos 1922 sabahı Afyon-Şuhat doğrultusunda Akşehir’den hareket eden Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Başyaver Salih ve ikinci yaver Muzaffer ile birlikte, Sultandağı-Çay üstünden Şuhut’a gelen Gazi Mustafa Kemal, Hacı Velioğlu Evinde, İsmet ve Fevzi Paşalar ise bu evin karşısındaki evde, karargahın bir kısmı da Mollazade Hacı Hüseyin Ev’inde misafir edildiler.
Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana genel taarruz icra olunacaktır emrini verdiği 93 nolu cephe emri, 25 Ağustos 1922 günü, Şuhut’daki karargahtan verilmiştir. Gazi Mustafa Kemal, konakladığı Hacı Velioğlu Ev’inde silah arkadaşlarıyla önemli bir toplantı yapmış ve Anadolu ile dış dünya arasındaki bütün haberleşmelerin kesilmesi emrini verdikten sonra, 26 Ağustos’un ilk saatlerinde saat 00.30’da Kocatepe’de olmayı düşündüğünden, at arabası, kağnı gibi ilkel araçlarla Kocatepe’ye hareket etmiş, burada yatmamıştır. (Bazı kaynaklar, burada birkaç saat yattığını yazarlar.)
Evet, bu 2 katlı ev: 24 Aralık 1999 tarihinde Kültür Bakanlığı adına Hazine tarafından kamulaştırılmış ve 2003 yılında restore edilerek 2005 yılında ziyarete açılmıştır. 20’nci yüzyıl sivil mimari özellikleri taşır. Ancak asıl önemli tarafı, Büyük Taarruzdan önce, Mustafa Kemal Paşa tarafından karargah olarak kullanılmasıdır.
Evet, Atatürk evi hakkında sizleri gezerken aydınlatacak notlarım
Atatürk evinde, dışarıdan 3 büyük ve arka bahçeden 2 küçük kapı vardır. Binanın ana kapısından, sadece hane sahibi girer çıkarmış. Batı tarafındaki iki kapının birinden hayvanlar girip çıkarmış, diğerinden ise hizmetkarlar girip çıkarmış. Arka bahçede bulunan iki kapıdan ise, konağa gelen misafirler girip çıkarmış.
Evde bulunan yüklük kısımlarına eski yer yatakları, yorgan ve benzeri eşyalar konulduğunda, bir odadan diğerine ses geçmez.
Konakta hane halkı ve hizmetkarlar ayrı ayrı yaşarmış. Hane halkı ile hizmetkarları ayıran bölüm, güney tarafta bulunan iki kapılı bir geçittir. Hane halkından birisi, hizmetkarları çağıracak olduğunda, kendi kapılarını tıktıklar, hizmetkarlar da kendi kapılarından gelirlerdi.
Evin içi
Alt katta
Burada: hole açılan 4 oda vardır.
Evin içinde, alt katta, bugün yağlı boya tabloların bulunduğu bölüm, eskiden ahır olarak kullanılmış. Buranın tavanı, kamış ve kerestedir. Çünkü kamışlar, hayvanların kokusunu alır ve çevreye koku salgılamazmış. Diğer odalarda, tavan alçı ve ahşap kaplamadır.
Mutfak olarak kullanılan bölümde, şömine yakıldığında ve ocakta herhangi bir şey pişirildiğinde: şömine üstünde bulunan su deposundaki suyu ısıtır ve hamamda kullanılacak sıcak su elde edilirmiş. Zaten, konağın hamamı da, şöminenin hemen arkasındadır. Dar bir koridordan geçilerek 2 metre karelik hamama geçilir.
Alt katın bir bölümü: kültürel amaçlı kurslar için ayrılmış, 50 m. Karelik bölümde ise, bağımsızlığın panoraması, yağlı boya 11 tablo ile canlandırılmış. Tablolarda: “Kuvay-ı Milliye Destanı” anlatılıyor.
Üst kat
Bu katta: 1 salon, 4 oda ve 1 selamlık vardır.
Buradaki ilk oda: haremliktir. Eve gelen misafir ya da hane halkı, ayrı ayrı oturur, kadınların oturduğu bölüme haremlik denirdi.
Soldaki ilk oda: Selamlık bölümüdür. Hane sahibi, oğlu ile birlikte bu odada hem oturur, hem de gelenleri ağırlardı. Haremliğe erkekler, selamlığa kadınlar girmezdi. Hizmetkarlar içinde bu geçerliydi. Haremliğe kadın hizmetkarlar, selamlığa erkek hizmetkarlar girerdi.
Atatürk burada bulunan cumbalı odada çalışmış ve dinlenmiştir. Atatürk’ün kaldığı odada ilginç bir detay var. Tavan işlemesinde 2 adet tabutu hatırlatan figür bulunuyor. Osmanlı döneminde, akşam yatmaya çekilen ev ahalisinin, ölümü düşünerek, kendi hayat muhasebesini yapması için tabut biçiminde figürler yapılmıştır. Yine bu tabut figürlerinin ayrı ayrı olmasının sebebi, o dönemde aile eşrafının ayrı yatmasından ve herkesin ayrı ayrı hesaba çekileceğinin göstergesi olarak ayrı yapılmıştır.
Bahçe bölümü
Atatürk evinin arka bahçesinde yan yana 2 kapı bulunur. Bunlardan birisinden bayanlar, diğerinden erkekler girer. Solda bulunan kapı açıksa, eve erkek geldiği, sağdaki kapı açıksa, bir bayan geldiği bilinir. Onu karşılayacak hizmetkarında erkek erkeğe, bayan bayana karşılayıcı çıktığı bilinmektedir.
Evin bahçesinde iki tane birbirinden farklı tuvalet taşı vardır. Bunlardan mermer olan taş hane sahiplerine aittir. Diğer yani taştan yapılmış taş ise, hizmetkarların kullandıkları tuvaletin taşıdır.
Evin bahçesinde hamam yapısı vardır. Bu yapı, ev yapısından farklı olarak: kiremit ve dayanaklı tuğladan yapılmıştır. Evin yapısında ise, taş ya da balçık kullanılmıştır. Çünkü, ocak sürekli yandığı için sıcağa dayanması için farklı bir taş ve tuğla kullanılarak yapılmıştır.
Bahçede, bodrum kapısı gibi bir kapı vardır. Bu kapı evin aşağısına iner ve aslında burası gizli bir geçit kapısıdır. Bu kapıdan, dışarıdaki 2 eve gizli bir geçiş yolu vardır. Atatürk, bu evde gizli toplantıyı yapmak için, bu gizli geçidi kullanarak gelmiştir. Günümüzde, o geçitten sadece 5-6 metre uzunlukta bölümü kalmıştır.
Evet, günümüzde burası “Şuhut Atatürk Kültür ve Sanat Evi” olarak kullanılıyor.
Mustafa Kemal Paşa’nın konakta kaldığı çalışma odası, özgün haliyle düzenlenmiştir. Ayrıca konağın birinci katında, Kurtuluş savaşını konu alan yağlı boya tablolardan oluşan sergi vardır.
BİNİNLER VE YERALTI ŞEHRİ
İlçe merkezine bağlı Senir köyünün 4 km batısında, oldukça yüksek, yayla özellikli bir alandadır.
Burada insanların konaklamak için kayalara oyarak yapmış oldukları yerlerin sayısının çokluğuna atfen “Bininler” olarak isimlendirilmektedir. Anadolu’da nadir derli toplu kaya yerleşim alanı olarak önem kazanır. Burada kayalıklarda bir yerleşim kurulmuştur. İlk yerleşimin tarihi ise, MS 800’lü yıllara uzanıyor. Yani burada Geç Roma döneminden itibaren yerleşim olduğu düşünülmektedir. Ören yerinin sokakları belirgin ve yapılaşma temelleri görülür.
Yer yer 5-6 metre yüksekliklerdeki andezit türü kayalar: tek, iki ve üç katlı evler biçiminde, yan yana uzanır. Ayrıca, kiliseler, küçük şapeller de bulunuyor. Evlerin alt katı hayvanlar için, üst katlar ise insan barınması için düzenlenmiştir. Çünkü yörede hem bir yerleşme görülür hem de bölgede daha çok hayvancılıkla geçim sağlanır. Bazı kayalar ise mezar teknesi veya mezar odası şeklinde düzenlenmiştir. Arazinin sarp olması nedeniyle, bölgedeki kaya evlerinin hepsine ulaşılamıyor.
Sonuç, maalesef burada gerekli ve yeterli arkeolojik araştırmalar yapılmadığı için ayrıntılı bilgi yok, bu yüzden burayı ziyaret ederseniz, sadece buranın muhteşem yapısını görüp etkilenebilirsiniz, ama ayrıntılı bilgi yok. Günümüzde, burası yayla barınağı olarak kullanılıyor.
KOCATEPE
Kocatepe; Afyon ovasına hakim, 1874 metre yükseklikte bir hakim tepedir. Burası ilçe merkezine 11 km, Çakırözü köyüne 6 km uzaklıktadır.
Başkomutan Tarihi Milli Parkının, Afyonkarahisar tarafında kalan kısmı “Kocatepe” bölümüdür. Kocatepe bölümünde: Kocatepe anıtı ve kitabesi, Yüzbaşı Agah Efendi şehitliği, Zafer Müzesi, Büyük Taarruz şehitliği ve Başkomutan Mustafa Kemal Anıtı, Albay Reşat Çiğiltepe şehitliği bulunmaktadır. Büyük Taarruzun ilk karargahı Kocatepe’de kurulmuştur. 26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruz, Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından buradan yönetilmiştir.
Bu tepeye iki yoldan ulaşılır.
Yollardan birincisi: Şuhut ilçe merkezinden geçer derenin hemen yanından ayrılır ve “Zafer Yolu” olarak adlandırılır.
İkinci yol: Afyon şehir merkezinden, Konya yolu üzerinden ayrılan yoldur.
Her iki yolda Kocatepe’de birleşir.
Büyük önder Atatürk, 25 Ağustos 1922 günü gecesi, Kurtuluş savaşı planlarının son şeklini, Atatürk evinde vermiş ve Çakırözü köyünden geçen Zafer Yolundan orduları nakletmiştir.
Bugün Kocatepe üzerinde: boy çukuru, Atatürk Anıtı, Kitabe ve Seyir Terası vardır.
Kocatepe Anıt
25 Ağustos 1922 ünü akşamı Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal; Kalecik sivrisi dağı arka sırtlarından şu anda anıtın bulunduğu noktaya geldi. Taşlarla örülmüş siperlere yerleşti. 26 Ağustos 1922 tan yeri ağarırken, hazırlıklar tamamlandı. Görülen tepeler aydınlanırken bütün cephelerde büyük taarruz başladı. Büyük Taarruz, Türk tarihinde bir dönüm noktası ve Türk milletinin ebediyen hür, bağımsız yaşama azminin muhteşem bir sembolüdür.
Evet, anıtın kaidesinde yazan bu cümleye son harfine kadar katılmamak mümkün mü “Eşsiz Kahraman Atatürk, Vatan sana minnettardır.”
Anıt 1953 yılında Milli Savunma Bakanlığı tarafından, kesme taştan yaptırılmıştır. Üzerine çiçek kabartmalı mermer yazıt konulmuştur. 1993 yılında ise Kültür Bakanlığı tarafından Atatürk Anıtı ve çevre düzenlemesi yapılarak, ziyarete açılmıştır. Kocatepe anıtı 4 ton ağırlığında, bronzdan yapılmıştır. Kaidesiyle birlikte yüksekliği 7.5 metredir.
Anıtın mermer kaidesinde: Büyük Taarruza katılan bütün komutanların ve birliklerin isimleri, diğer yüzündeki mermer bloğa ise, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın emri ve direktifleri yazılıdır. Anıtın her iki yanında, savaş sahnelerini canlandıran 45 metre karelik iki büyük rölyef vardır.
Alandaki haritalar, ziyaretçilere savaşla ilgili bilgi veriyor. Toplar ise, savaştan çok sonraki dönemlere aittir. Süs olarak konulmuştur. Taarruz hedefleri olan tepelere hücum eden tümenlerin numarası, büyük olarak Kocatepe’den görülecek şekilde yazılmıştır. Bu sayede alanın önemi de vurgulanıyor.
Gazi Paşa Çeşmesi
İlçe merkezine 6 km uzaklıkta, Çakırözü köyündedir. 25 Ağustos 1922 günü gecesi, Büyük Taarruzu sevk ve idare etmek üzere, Şuhut’tan Kocatepe’ye giden Atatürk, gece saat 02.30 civarında bu çeşmede durur, bir süre dinlenir ve su içer. Atatürk’ün bu suyu çok sevdiği söylenir.
Zafer Yolu
Her yıl Belediye tarafından “Zaferyolu Kültür ve Sanat Etkinlikleri” adı altında Şuhut’tan hareketle başlatılan Büyük Taarruz anılmaktadır.
Etkinlikler: İlçe merkezinde Büyük Taarruz Karargahı olarak kullanılan Atatürk Ev’inde başlayıp, Şehir Stadyumunda halk konseri ve askeri gösterilerle devam eder. Stadyumdaki programın ardından Çarkıözü köyüne intikal edilir ve buradan Kocatepe’ye hareket edilir.
İlçeye bağlı Çakırözü köyünde, her yıl geleneksel olarak 25 Ağustos tarihini 26 Ağustos tarihine bağlayan gece, Zafer yolu yürüyüşü yapılır. Gece saat 24.00 de başlayan yürüyüşte 16 km lik yol geçilir ve saat 05.30 sıralarında Kocatepe’ye ulaşılır.
Yürüyüşün en güzel tarafı: gece zifiri karanlıkta, meşaleler eşliğinde yürüyüp, sabaha karşı güneş doğarken Kocatepe’ye varmaktır.
Yürüyüşün sonunda Kocatepe, 1874 metrelik rakımı ile, tüm Afyonkarahisar ovasına hakimdir.
SYNNADA ANTİK KENTİ
Antik kent kalıntıları, ilçe merkezindedir.
Synnada, Hititler döneminde, Afyon ve Kütahya yörelerinde hüküm sürmüş olan Kuvala Prensliğinin başkentidir. Phrygia bölgesinin “Büyük Phrygia” denilen merkezi kısmında önemli kentleri arasında yer almıştır. Kentin içinde bulunduğu alan, Pisidia dağlarının sınırında bulunması nedeniyle “Phrygia Paroreia” olarak da adlandırılmıştır. 3’ncü yüzyıl sonlarında, kent ve çevresi, yapılan yeni eyalet reformu sonucunda oluşturulan “Phrygia Salutaris” bölgesine dahil edilmiştir.
İlk olarak 19’ncu yüzyılda bazı araştırmacılar, antik kaynaklara dayanarak, Synnada şehrinin, bugünkü Afyonkarahisar il merkezinde veya çok yakınında olabileceğini ileri sürerler. Ancak yine 19’ncu yüzyılda bu bölgede araştırma yanan Choisy, eski adı “Çıfut Kasabası” olarak tanınan bugünkü Şuhut ilçesinin bulunduğu yerde, Synnada kentinin adının geçtiği bir yazıt bulmuş ve antik Synnada şehrinin yerinin Şuhut ilçesinin bulunduğu yer olduğunu belirlemiş ve ilan etmiştir.
19’ncu yüzyıldan yani şehrin yerinin tespitinden sonra, Şuhut ilçesi ve çevresinde saptanan kalıntılar, çeşitli müzelere ve koleksiyonlara yayılmış muhtelif eserlerde haricinde, günümüze kadar olan süreçte resmi ve sistematik bir arkeolojik araştırma yapılmamıştır. Sadece, ilçe merkezinde bulunan ve “Hisar” olarak isimlendiren höyükte, Afyon Müze Müdürlüğü tarafından bir yüzey araştırması yapılmıştır. Bu araştırmada, MÖ 3’binli yıllara ait seramik örnekleri ele geçmiştir. Yani, Hisar höyüğündeki ilk yerleşimin Erken Tunç çağına kadar gittiği anlaşılmıştır.
Günümüzde, bu höyük üstünde “Şuhut Belediye Parkı” vardır.
İlçe merkezinde bugüne kadar bulunan çeşitli objeler, Afyon müzesi açılmadan önce İstanbul ve Ankara Müzelerine ve sonrasında Afyon Müzesine götürülmüştür. Ayrıca, yine ilçe merkezinde bulunan eski tarihli yapıların birçoğunda, antik döneme ait mimari parçaların devşirme malzeme olarak kullanıldığı görülür.
Synnada şehrindeki yerleşimin tarihini, MÖ 3’binli yıllara kadar götüren Şuhut (Hisar) höyüğüdür.
Bu höyüğün yüksekliği 20 metre ve çapı 200 metredir. İlçenin bulunduğu ovadaki en yüksek höyüktür. Bu höyük üzerinde: Erken Tunç çağı ve Hititlerin Anadolu’ya hakim oldukları MÖ 2’binli yıllara kadar giden döneme ait objeler bulunmuştur.
Hitit imparatorluğu döneminde yani MÖ 1500-1200 yılları arasında, bu bölgede Mira-Kuvalya prensliğinin bulunduğu düşünülmektedir.
Ardından bölgeye Frigler gelir. Bunun ispatı olarak: Şuhut yakınlarında bulunan, Sandıklı ilçesinin kazası Çepni köyü yakınlarında, MÖ 7-6’ncı yüzyıllara tarihlenen bir Phryce kaya yazıtı bulunmaktadır.
MÖ 545 yılında, Persler Lydia kralı Kroisos’u yenince, tüm Anadolu ile birlikte Phrygai bölgesi de Pers hakimiyetine girer. Pers kralı I. Kyros döneminde, Synnada’nın da içinde bulunduğu Büyük Phrygia Bölgesi, Satrap Artakames tarafından yönetilmiştir.
MÖ 334 yılında Büyük İskender, Perslerin Anadolu’daki hakimiyetini bitirir.
Antik dönem yazarlarından Stephanus Byzantius: Synnada şehrinin kuruluşu hakkında verdiği bilgiye göre, şehir Theseus’un oğlu Akamas tarafından kurulmuştur. Truva savaşından sonra Phrygia’ya gelen Akamas, burada yerel bir prensliğe yardım ederek ülkelerini geri vermiştir. Ayrıca Hellas’tan gelen Makedonyalıları toplayarak kent halkını oluşturmuştur. Bu yüzden, kent adı önce “Synnaia” dır, ancak zamanla “Synnada” ya dönüşmüştür.
Akamas’ın burada yerel bir prensliğe yardım ettiğini biraz önce belirtmiştim. Bu prenslik: Synnada şehrinin MS 3’ncü yüzyılda bastığı sikkelerde görülen, başı diademli ve sakallı olarak tasvir edilmiş kişi olmalıdır. Bu sikkelerle birlikte ilçe yakınlarında bulunmuş olan ve Roma imparatorluk dönemine ait “Thynnaros oğulları” ibareli yazıt da, kentin yerel kahramanı olarak “Thynnaros”u işaret eder. Yine Roma imparatorluğu dönemine ait sikkelerin bazılarının ön yüzünde “Akamac” ismi ve Akamas’ı temsil eden tasvir vardır. Böylece kentin kurucusunun Atinalı kahraman Akamas olduğu kesindir.
Roma dönemi
Kilikya (Çukurova) Valisi Proconsul Marcus Tullius Cicero, Efes’ten Kilikya’ya giderken Synnada şehrinden geçtiğini ve şehirde 3 gün kaldığını belirtiyor.
Bu geçişi sırasında, MÖ 51 yılında, şehirde yağ bitkisi olarak haşhaş ekildiğini gördüğünü yazar. Cicero’nun çok sayıda yazışma metni, Kilikya Eyaletinin politik, idari ve sosyo-ekonomik durumuna ışık tutar.
Augustus’un imparator olmasıyla, Synnada kenti gelişmeye başlamış ve önem kazanmıştır.
Şehir, Roma döneminde de yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. Diocletian döneminde, iki büyük yolun kesiştiği noktada, şehir Asya eyaletinin metropol başkenti oldu.
Yazılı kaynaklara göre, Roma konsolosu Gnaeus Manlius Vulso, MÖ 189 yılında, Galatyalılara karşı yaptığı seferde, bu şehirden geçmiştir.
Şehir, Roma dönemi boyunca, yakındaki Dokimeion taş ocaklarından gelen ve genellikle “Synnadic mermeri” olarak adlandırılan güzel bir mermerin ticaretini yaparak, zenginleşti. Bu mermer, açık renkli, mor lekeler ve damarlarla bezeliydi. Bu mermerler, MS 1’nci yüzyıldan başlayarak eyaletin diğer şehirlerine ve asıl Pazar olarak Roma’ya kadar gönderilmiştir.
Dokimeion’daki (günümüzdeki İscehisar) mermer ocaklarını yöneten Romalı memurların yerleri, Synnada şehrindeydi. Mermerler Roma şehrine deniz yolu ile ve büyük olasılıkla Efes şehri üzerinden gönderiliyordu. Ephesos şehrinde basılan bir Homonia sikkesinde, mermer sevkiyatı ile ilişkili olarak Ephesos ve Synnada şehirleri arasında ticari bir ilişki bulunduğu görülmektedir.
Roma döneminde şehir kendi adına sikkeler bastırmıştır. Helenistik dönemden başlayarak İmparator Gallienus dönemi sonuna kadar sikke basımı devam etmiştir.
Bu sikkelerde, özellikle haşhaş resimlerinin kullanılmış olması, haşhaş kültürünün ne kadar eski olduğunun kanıtıdır.
Synnada şehrinde basılmış bir sikke: başı örtülü kadın figürünün (Tanrıça Demeter) sağ elinde buğday başakları ve haşhaş bulunduğu, sol elinde tuttuğu asa olarak yorumlanan nesnenin ise, yere dayalı uzun meşale olduğu anlaşılmaktadır. Buğday başakları ve haşhaş, toprak ve bereket tanrıçası Demeter’i simgeler. Aynı tanrıça resmi amorium (Emirdağ Hisarköy) sikkesinde de vardır. Bunlardan anlaşıldığına göre: MÖ yıllarda, Afyonkarahisar yöresinde haşhaş yani afyon bitkisi ekimi yapılıyordu.
Gallienus’un hükümdarlığından sonra kaybolan sikkelerinde, şehir sakinleri kendilerine “Dorian” ve “İyonyalı” diyorlardı.
Bizans dönemi
Synnada şehri, Erken Hıristiyanlık ve Bizans dönemlerinde de önemini korumuştur.
Hıristiyanlık, Synnada’ya erken tarihlerde geldi. Latin (Katolik) ve Yunan (Ortodoks) kiliseleri tarafından aziz olarak kabul edilen St Trophimus için, Schifout kasabasında, bu kişinin kemiklerinden bazılarını içeren bir lahit şeklinde rölyef bulunmuş ve Bursa şehrindeki müzeye taşınmıştır. 230-235 yıllarında, yeni bir konsey düzenlendi. Synnada piskoposu olarak Aziz Agapetus, konseye katıldı.
Şehir, MS 4’ncü yüzyıldan itibaren, yeni idari bölge Phrygia Salutaris’in baş şehri ve Piskoposluk merkezi olmuştur.
Şuhut’ta yapılan bir inşaat temel kazısı sırasında ortaya çıkan ve Bizans dönemine ait mermer parçası üzerindeki yazıtta, Aziz Trophimos adına yapılmış bir kilisenin varlığından söz edilmektedir.
Türk hakimiyeti dönemi
1277 yılında, sultan II. Kılıçaslan döneminde, bölge Türk hakimiyetine geçer.
Osmanlı yönetimi döneminde, şehir, Broussa (Bursa) vilayetinde bulunan Schifout kasabasına bağlandı.
Hisar Tepesi kalıntıları
Gelelim günümüze; Hisar tepesi eteklerindeki kalıntıların birçoğu sağlam olarak günümüze ulaşmıştır. Bu kalıntılar arasında: insan tasviri olan heykeller, çiçek motifli bezemeler, sütunlar ve geometrik şekilli taşlar, haç sembolleri olan mezar taşları görülür.
Ancak burada bulunan kalıntılar, çevresine bir dikenli tel hattı çekilerek koruma altına alınmış sayılmaktadır, hava şartlarına ve doğal etkilere açık olan bu kalıntıların ne kadar süre korunabileceği meçhuldür ve bir yandan da kaçak kazılar devam etmektedir. Umarım, en kısa sürede, burada resmi arkeolojik kazı çalışmaları başlar ve bir zamanların bu büyük kenti, Efes kenti ile birlikte dönemin en büyük kenti ortaya çıkarılır. Zaten höyüğün üstünde bugün bir park alanı var. Burayı ziyaret ederseniz, inanın sağa sola saçılmış güzel kalıntılar görebilirsiniz.
TOPRAKKALE
Şuhut’un 6 km. batısındadır. Senir köyü yakınlarındadır. Burada bulunan 2000 metre yüksekliğindeki bir tepe üzerine yapılmıştır. Ne zaman ve kimler tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Günümüze yalnızca duvar kalıntılarını pek azı gelebilmiştir.
Adı üstünde, antik döneme ait, bölgede öne çıkan “Topkakkale” ile tanınıyor. Buralardan geçerken, çok uzaklardan bile görünebilen bu kale, tarihi yer meraklılarının mutlaka ilgisini çekecektir.
ULAŞIM
Toprakkale: Adana-Osmani-Gaziantep Otoyolu ve karayolu üzerindedir. Osmaniye iline 8 km. uzaklıktadır. Akdeniz sahiline 23 km. uzaklıktadır.
TARİH
İlçenin tarihi gelişimi, Çukurova tarihiyle paralellik gösterir.
Çukurova’ya ilk gelen kavim: Luviler. MÖ.17-16.yüzyıllarda: Çukurovalılar, güneydoğudan gelen göç dalgalarından korunmak için, bir krallık kurarlar.
Kizvatno isimli bu krallık, MÖ.12.yüzyılın sonlarında, Hitit devleti ve denizci kavimler tarafından çökertilir. Ancak, MÖ. 612 yılında, Kilikyalılar olarak, yeniden eski krallıklarını diriltmişlerdir.
Kilikya ismi: Finike hükümdarı “Kilik”in adından gelmektedir. MÖ. 6.yüzyılda, bölge, Persler’in işgaline uğrar. MÖ. 333 yılında, Büyük İskender bölgeye hakim olur.
Orta çağın ilk yarısında, bölge etnik yönden büyük değişikliklere uğrar. Çünkü, şiddetli depremler sonucu, bölgedeki köy ve şehirlerin büyük bölümü yıkılır ve buraların halkı, çevreye dağılır.
7.yüzyılda, İslam orduları, bölgede görülmeye başlanır. 11.yüzyılda ise, Türkler, bölgeye yerleşmeye başlarlar. 14.yüzyıldan itibaren, Mısır Memlukları ve Ramazanoğulları bölgede üstünlüğü ele geçirirler.
1608 yılında ise, Osmanlılar egemen olurlar. Bu dönemde, Toprakkale ilçesi, Osmanlı idaresi altındaki “Cebel-i Bereket” vilayetinin içinde yer alır.
I. Dünya Savaşından sonra, bölge İngiliz ve Fransız askerleri tarafından işgal edilir. 1920 yılında, ilçe, işgalden kurtulur. Daha önce Adana’ya bağlı olan Osmaniye ilçesinin bir kasabası olan Toprakkale, 1996 yılında, Osmaniye’nin il haline getirilmesiyle, Osmaniye iline bağlanır.
GENEL
Toprakkale, adını: sınırları içinde bulunan bir kaleden alır. İlçenin, güneybatısı dağlarla çevrilidir. Bunun dışında, kuzey ve doğu yönleri, büyük ovalardır. Çeşitli meyve ağaçları ve tabii bitki örtüsüyle, şirin bir ilçedir.
İlçenin rakımı: 123 metredir. Yörede, tipik Akdeniz iklimi görülür. Yazları: sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı geçer. Yağışlar sonbaharda başlar ve ilkbahara kadar sürer.
Amanos dağlarının denize bakan yamaçları, gür ormanlarla kaplıdır. Karaçay, ilçenin en önemli akar suyudur. Sulamada kullanılır ve Akdeniz’e dökülmektedir. Ancak, taşıdığı su miktarı genelde yetersiz.
Tarım ürünleri olarak ise: en çok, buğday, mısır, soya ve yer fıstığı yetiştirilir. Hayvancılık ise, tarımdan sonra, bölge insanının en büyük geçim kaynağıdır.
GEZİLECEK YERLER
TOPRAKKALE
İlçe sınırları içinde, D-400 ve D-817 karayollarının kavşağında, 65 rakımda, bir Tunç çağı höyüğü üstünde konumludur. İlçe merkezine, 10 km. uzaklıktadır. 1966 yılında restorasyon yapılmış ve çevre ağaçlandırılmıştır.
Osmanlılar tarafından, bu kaleye “Kınık Kalesi” adı verilmiştir. Kale: ilk çağlarda, Çukurova’yı, Suriye’ye bağlayan yolu kontrol altında tutmak için yapılmıştır.
İlk olarak: 786 yılında Abbasi Halifesi Harun Reşit zamanında yapılmış ve sonra Bizans ve Memlüklar zamanında esaslı değişikliklere maruz kaldığı düşünülmektedir. Kalenin 12 burcu var. Dikdörtgen planlıdır.
Yaklaşık 105 x 66 metre boyutlarındaki bir iç kale ve onu çevreleyen bir dış kaleden oluşur.
Duvarları bazalt blok taşlarla örülü kalenin, iç kale ve dış kale olarak düzenlenmiş olması, dış kale surlarında beşgen burçların varlığı, bir Bizans yapısına işaret etmekteyse de kalenin lik yapıldığı tarih kesin değildir.