Şırnak

Şırnak

Şırnak şehrinde havaalanı vardır. Şerafettin Elçi isimli havaalanı, şehir merkezine 17 km uzaklıktadır. Havaalanı ile şehir merkezi arasındaki ulaşım, otobüs ve taksilerle sağlanır.

Şırnak, Eruh arası uzaklık:  47 km. Şırnak, Cizre arası uzaklık: 40 km. Şırnak, Diyarbakır arası uzaklık: 285 km. Şırnak, Siirt arası uzaklık: 97 km.

Şırnak

TARİHİ

İl bölgesindeki yerleşimin MÖ 7000’lere kadar gittiği tahmin edilmektedir. Ancak kesin bir bilgi ve belge yoktur.

Bir rivayete göre: Tufandan sonra “Nuh’un gemisi, Cudi dağının üzerinde durdu” şeklinde anlatılır. O dağdan inen ilk gurup, önce Heştan (Yoğurtçular köyü) ve ikinci gurup (Nuh peygamber bu gurubun içindedir) ise Şırnak yerleşim yerini kurmuştur.

Buraya önceleri Nuh’un şehrin anlamına gelen “Şeh-i Nuh” ismi verilmiş, bu isim zaman içinde değişerek “Şernah”, “Şırnek” ve günümüzde “Şırnak” olarak gelmiştir.

Bunun dışında: Şırnak tarihi incelendiğinde, buranın Eskiçağlarda Asur ve Babil gibi Mezopotamya’da kurulan devletlere komşu olduğu, ardından Kimmer ve İskitlerin akınlarına maruz kaldığı görülür. MÖ 330 yılına kadar Pers hakimiyeti sürer.

Ardından Büyük İskender ve onun ardılları Selevkoslar görülür. 639 yılında ise, Doğu Anadolu’nun güneyi ve güneydoğu kısa sürede İyaz Ganm tarafından İslam topraklarına katılır.

1042 yılında bölgeye Türkmen akınları başlar. 1085 yılında ise bölge Büyük Selçuklu Devleti hakimiyetine girer. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim, bölgeyi Osmanlı topraklarına katar.

1925 yılında Şırnak köyü, Eruh’tan ayrılarak Siirt iline bağlı bir kaza olur. 1930 yılında belediye teşkilatı kurulur. 1990 yılında ise İl merkezi olur.

Şırnak

GENEL

Şırnak, 1990 yılında Türkiye’nin 73’ncü ili olmuştur. İl merkezi, Güneydoğu Toroslarda 1990 metre yükseklikteki Namaz Dağının güneybatısına bakan yamaçları eteğinde, eğimli bir arazi üzerinde kurulmuştur. Şehrin orta kesiminin rakımı, 1370 metredir.

Şırnak ismi: 19’ncu yüzyılın sonlarında, bir köy adı olarak geçer. Yani, daha büyük bir yerleşim kurulmamıştır. Şehrin günümüzde en canlı bölgesi: Atatürk caddesi, Siirt caddesi ve Cizre caddesinin ortasında kalan, üçgen biçimli alandır.

Şehrin, kuzeybatıya doğru yüksek kesimlerinde bulunan Şehrinur mahallesinde rakım 1500 metreye ulaşır. İlde yaşayanların başlıca geçim kaynağı hayvancılıktır. Bu yüzden göçerlik te yaygındır.

Göçerler ,koyunlarıyla birlikte yazın çayırların ve suların bol olduğu dağ zirvelerine, kışın ise, alçaklardaki daha sıcak ovalara göç ederler.

Erkekler sürüleri otlatırken, kadınlar da koyunlardan elde edilen yünlerden kilim ve halı dokurlar. Ancak son yıllardaki terör olayları nedeniyle göçerler, yerleşik hayata geçmişlerdir.

KUZU KIRMA VE YAYLA ŞENLİKLERİ

Şehirde, göçer kültürünün hatırlanması ve gelecek nesillere aktarılması için yapılan bir festivaldir. Şenlikler her yıl Beytüşşebap yaylasında, Ağustos ayında yapılır.

Şenliklerde giyilen elbiseler, oynanan oyunlar, söylenen türküler, çevrilen kuzular bereketin ve cömertliğin sergilendiği yer sofraları, yöre kültürü ve misafirperverliğini gösterir.

Şırnak

ŞIRNAK ÜNİVERSİTESİ

Üniversite, 22 Mayıs 2008 tarihinde kurulmuştur. Üniversite bünyesinde: 4 meslek yüksek okulu, 2 yüksek okul, 5 fakülte, 2 enstitü ve rektörlüğe bağlı 3 bölüm ile 73 açık bölüm vardır.

Açık olan 73 bölümün 37’sinde fiilen eğitim öğretim sürdürülmektedir.

Halen Kredi ve Yurtlar Kurumu bünyesinde il merkezinde 450 kişilik kız ve 450 kişilik erkek öğrenci yurdu vardır. Yine Şırnak il merkezinde çok sayıda özel öğrenci yurdu ve kamu kurumlarına ait misafirhaneler, oteller ve apart daireler bulunur.

Şırnak

CUDİ DAĞI

“Cudi” kelimesi, “cömertlik” anlamındaki “cud” kökünden gelir. Dağın tepesinin avuç içi gibi olması, tufandan sonra geminin konmasına ve gemidekilerin barınmasına elverişli durumu nedeniyle, bu adın verildiği düşünülmektedir.

Cudi dağı, Türkiye-Irak sınırına 15 km uzaklıktadır. Cizre’nin 33 km kuzeydoğusunda, Şırnak il merkezinin ise 17 km uzağındadır. Elip biçiminde olan dağın 2000 metreyi geçen dört ana zirvesi vardır. Bunların en yükseği 2115 metredir.

2017 metre yükseklikte olanı “Nuh Peygamber Ziyaret Tepesi” olarak isimlendirilir. Yüksekliği fazla olmamakla birlikte, batı ve güney yönünden oldukça görkemli görünür. 1500-2000 metre yükseklikteki bölgelerde çam ve meşe ormanları bulunur.

Tüm bu sayısal özellikleri dışında, Cudi dağının en önemli özelliği dinsel yönüdür. Kur’an da Hz Nuh’un gemisinin tufandan sonra, Cudi dağına oturduğu belirtilir. Bazıları tarafından ayet farklı yorumlanmış ve Nuh’un gemisinin indiği yer “Ararat” dağı denilmiştir.

Esasen Ağrı dağı çok yüksek ve sarp olup insan hayatı için önemli olan su, ağaç, barınacak yer gibi imkanlardan yoksundur.

Bu yüzden geminin oraya inmesi mümkün görülmemektedir. Cudi dağında ise, barınacak birçok mağara vardır. Tepesinin geminin inişine uygun bir yüzey oluşturması ve beslenme imkanlarına sahip olması da geminin oraya inmesi için uygun ipuçlarıdır.

Geminin oturduğu yerin, Yeşildağ adını alışı da önem gösterir. Sonuç: bu yazdıklarım bir varsayım, kesin kanıt yok, bu yüzden daha fazla ayrıntıya girmek gereksiz.

NE YENİR

Şırnak yöresine yolunuz düşer ve yöresel lezzetlerden tatmak isterseniz: Kutlık, serbidev, perde pilavı, kipe, şimşipe, meyre, birinzer önerilir.

 

GEZİLECEK YERLER

Şırnak yeni bir yerleşme yeri olduğundan, burada tarihi eser bulunmamaktadır.

ULU CAMİ

İsmet Paşa mahallesindedir. 1960 yılında yapılmıştır. Güzel bir minaresi vardır.

CUDİ CAMİSİ

İsmet Paşa mahallesindedir. Kimin tarafından ve ne zaman yaptırıldığı bilinmemektedir.

Şırnak İdil hakkındaki gezi yazım için  İdil

Şırnak Silopi hakkındaki gezi yazım için  Silopi

Antalya Tarihi Kuruluş Öyküsü

Antalya Tarihi Kuruluş Öyküsü

Antalya, Türkiye’de, bugüne kadar bilinen en eski yerleşimlerin bulunduğu bölgelerden biridir. Şöyle ki; Antalya’ya 20 km. uzaklıkta ve Toros dağlarının Akdeniz’e bakan yamaçlarındaki Karain Mağarasında yapılan kazılarda; Paleolitik yerleşmenin varlığı ortaya çıkarılmıştır. Yani; MÖ.220 bin yılına kadar inilmiştir.

Evet, daha sonra antik çağ. Homeros’un İlyada destanında, bu bölgede, bazı yer isimleri geçmekte. Dolayısı ile, antik çağlarda, Pamphylıa denilen bu bölge; MÖ.1200 yıllarında, bir yerli halkın varlığını ortaya koyuyor.

Bölge; ilk çağlarda, Lidya Krallığının, Persler’in ve Büyük İskender’in egemenliğine girmiş. MÖ.2’nci yüzyılda ise, Pamphylıa’nın batı kesimi olan bu bölge , Bergama Kralı II. Attalos’un eline geçer. Kral II. Attalos;” bana bir yeryüzü cenneti bulun ” diye emir verdiğinde, adamları, kendisine, Anadolu’nun en bereketli coğrafyası üzerindeki burayı gösterirler.

Bunun üzerine, Akdeniz’in batı kıyısında, kendi adı ile anılan (antik çağlarda, kentler, kurucusunun adı ile anılırdı) “Attalıa” kentini, yani bugünkü Antalya şehrini kurar. Attalıa ismi: “Attalos’un yurdu” anlamına gelir.
Arap kaynaklarında, şehrin adı: Antaliye olarak geçer. Türk kaynaklarında şehrin adı olarak ise: Adalya geçer. Şehir; 20’nci yüzyılın başından itibaren ise, Antalya olarak anılmaya başlanır.

Antalya’nın ilk surları; Kral II. Attalos zamanında inşa ettirilir. Ancak: III. Attalosun ölümünden ve Bergama Krallığının sona ermesinden (MÖ.133) sonra; kent, bir süre bağımsız kalır, daha sonra ise korsanlar tarafından ele geçirilir.

Daha sonraki dönemde, kent; MÖ.77 de, Komutan Servilıus Isaurıcus tarafından Roma topraklarına katılır. MÖ.67’de, Pompeıusun donanmasına üs olur. MS.130’da, Roma İmparatoru Hadrıanus’un, Attaleıa’yı ziyaret etmesi, şehrin gelişimini sağlar. Hadrıanus kapısı yaptırılır, surların doğu bölümü onarılır.

Roma imparatorluğundan sonra, MS.4’ncü yüzyılda ise, bölgede, Bizans egemenliği dönemi başlar. Şehir, piskoposluk merkezi olur. 1096 yılında ise; Selçuklu Sultanı I. Rüknettin Süleyman Şah tarafından, şehit fethedilir.1096 yılında haçlı seferleri başlayınca, şehir, Türklerin elinden çıkar.

Antalya Tarihi Kuruluş Öyküsü: Bu dönemde; Selçuklular; kara yolu ticaretini geliştirmeye çalışmaktadırlar ve en önemli hedeflerinde biri de, Akdeniz ticaretini ele geçirmektir. Stratejik öneminin yanı sıra, ticari açıdan da, Anadolu’yu diğer Akdeniz ülkelerine bağlayan bir liman olması nedeniyle, Antalya’yı almalarının gerekliliğine inanırlar. Mısır ve Suriye’den gelen tacirlerin, Antalya’yı geçiş yolu olarak kullanmaları da, onların Antalya’yı ele geçirme yönündeki isteklerini güçlendirir.

Nitekim; 1182 yılında, Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan, Antalya’yı kuşatır, ancak ele geçiremez. Takip eden dönemde, 1207 yılında ise; Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev, yerli halkında yardımı ile, iki aylık kuşatma sonunda, Antalya’yı ele geçirir.

Bunun üzerine: Antalya’ya: kadı, imam, hatip, müezzinler tayin edilir. Kale ve burçları onarılır, silah ve erzak depolanır. Böylelikle; Selçuklulara Akdeniz yolu açılmış olur. Antalya, Avrupa ve Mısır’la yapılan ticaretin merkezi olması yanı sıra, Selçuklu donanmasının da üssü haline gelir.

1212 yılında, Antalya’da yerli halk isyan eder ve yöneticileri öldürür. Bunun üzerine, Selçuklu Sultanı I. İzzettin Keykavuz, 1216 yılında, şehri yeniden ele geçirir.

Hıristiyan ve Müslümanların birlikte yaşama deneyimi, başarısızlıkla sonuçlanınca, güvenliği sağlamak için, şehir ikiye bölünür. Müslümanlarla, Hıristiyanların yaşadıkları mahalleleri birbirinden ayırmak için, iç sur yapılır. Hıristiyanlar şehrin doğusuna, Müslümanlar batısına yerleştirilir. Kentin batısındaki Türk nüfusunun artmasıyla, yeni bir sura gereksinim duyulur.

Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat döneminde, 1225 yılında, daha doğuda, denize doğru, ikinci bir sur yapılır. Böylelikle, şehir, Selçuklu Sultanlarının kışlık merkezi konumuna gelir. Kışları, çoğu zaman, Antalya’da ve 1223 yılında fetih edilen Alanya’da geçirmeye başlarlar. Hıristiyan nüfus ise, kentten ayrılıp, Tarsus ve Mersin çevrelerine yerleşir.

1389 yılında, Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt; Antalya ve çevresini Osmanlı topraklarına katar. Bu dönemde, surlarda fazla bir değişiklik olmaz. Bazı kapılar açılır, bazıları onarılır. Antalya, birinci dünya savaşına kadar, bir Osmanlı sancağı olarak görülür.

1917-1921 tarihleri arasında, şehir, İtalyanların işgali altında kalır. 1921 yılında ise; Cumhuriyet Hükümeti’ne bağlanır.

Modern şehir; antik yerleşmenin üzerine kurulduğundan, Antalya’da antik çağ kalıntılarına çok az rastlanır.

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk; 1930 tarihinde ilkbaharda, Antalya’ya ilk kez geldiğinde gördüğü; mavi deniz ve ardındaki dağların renk değişimlerini izlerken: ” Antalya, hiç şüphesiz ki Dünyanın en güzel yeridir ” sözünü söyler. Bu söz, halen: şehir girişinde, varyanttan inerken, görülmekte olup, gerek söyleyenin büyüklüğü ve gerekse şehrin büyüsü açısından, önem arz etmektedir.

Antalya şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

 

Ankara Hazine Müzesi

Ankara Hazine Müzesi

Önce müzenin yerinden söz edeceğim; Müzeye, Ulus semtinde eski Sümerbank binasının hemen sol yanında bulanan kapıdan girilerek ulaşılır.

Yani, Ulus meydanına yürüyerek sadece birkaç dakika uzaklıktadır.

Müzenin açık olduğu günler ve saatler: Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma günleri, saat: 13.30 ile 16.00 arasında ziyarete açıktır.

Ankara Hazine Müzesi

Evet, şimdi gelelim müzenin bulunduğu bina ve müze hakkında bilgiler vermeye:

Erken Cumhuriyet döneminin ilk binalarından olan ve halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörlüğü tarafından kullanılan yer, 1926 yılında inşa edilmiştir.

Başvekalet ve Maliye Vekaleti binası olarak yapılmıştır.

Bu bina, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Hazine Dairesine de ev sahipliği yapmaktadır.

 

Rektörlük Binası

Hazine Müzesine ev sahipliği yapmakta olan ve Üniversitenin Rektörlük biriminin olduğu bina, 1926 yılında inşa edilmiştir.

Cumhuriyetin ilk bakanlık binasıdır.

Mimar Halim Mehmet ve Mühendis İrfan tarafından tasarlanmıştır.

1928 yılında İş Bankası binasına doğru ikinci ve üçüncü bloğu Mühendis İrfan ve Mütahit Mimar Yahya Ahmet tarafından eklenmiştir.

Bu tarihten sonra orta bloğu Başbakanlık, sağ bloğu Gümrük Müsteşarlığı ve sol bloğu Maliye Bakanlığı olarak hizmet vermiştir.

1950’li yılların sonlarına kadar Başbakanlık makamının bulunduğu bina bunu takip eden yıllarda Maliye Bakanlığına ev sahipliği yapmıştır.

2001 yılında sonra Gümrük Müsteşarlığınca kullanılmıştır.

Türk mimari üslubundan öğeler barındıran bu eşsiz bina, yeşilliklerle ve heykel süslemeli havuzlarıyla arka cephesinde geniş ve keyifli bir bahçeye sahiptir.

Müzenin bulunduğu Maliye Vekaleti, setler halinde Çankırı Caddesine inan yeşilliklerle kaplı bir bahçe içinde yer alır.

Yaklaşık olarak 1929’da düzenlendiği düşünülen bahçede heykeller ile süslü elips biçimli iki havuz bulunur.

Ankara Hazine Müzesi

Yapılması

Hazine Dairesi, Yeni Cumhuriyetin altın ve para rezervlerini güvende tutmak için yapılmıştır.

Almanya menşeli Ostertag firmasına Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle verilen sipariş doğrultusunda 1928 yılında Maliye Bakanlığının ek binasının yapılı ile eş zamanlı olarak çevresinde bir güvenlik çemberi kurularak inşa edilmiştir.

Ankara Hazine Müzesi

Müzede

Geç Osmanlı Dönemi ile Erken Cumhuriyet Dönemi iktisadi belgelerin, Uluslararası hükümet ve şirket istikrazları ve poliçelerin tıpkı basımları sergilenmektedir.

Hazine Kasa Dairesinin memurları tarafından tutulan Hazine-i Evrak’a ait defter örnekleri, burada altın ve para dışında Geç Osmanlı Dönemi ile Erken Cumhuriyet döneminden iktisadi belgelerin korunduğunu gösterir.

Ankara Hazine Müzesi

1930 yılında Merkez Bankasının kurulmasıyla, Hazine Dairesi, önemli evrak ve nesnelerin korunduğu bir mekana dönüşmüştür.

Ankara Hazine Müzesi

Diğer özellikleri

Evet, Hazine kasa dairesinin girişinde sürekli bir muhafızın beklediği demir parmaklıklı kapı bulunmaktadır.

Hazine dairesinin 6 tane farklı anahtarı bulunuyor.

Kasa dairesinin kullanıldığı dönemde bu altı farklı anahtar, altı farklı kişiye verilerek güvenlik sağlanıyordu.

Bir kişinin kasayı açabilmesi için 5 kişiden izin alması gerekiyordu.

Ayrıca, kasa dairesine girebilmek için de üç aşamalı giriş sisteminin tamamlanması gerekiyordu.

Evet, Hazine Kasa Dairesi, Cumhuriyet dönemindeki tüm ekonomik işlemlerin yürütüldüğü, paraların basıldığı ve kıymetli eşyaların saklandığı bir yapıdır.

Böyle bir mekanda olmak, insana tarihle iç içe olmayı hissettiriyor.

Ayrıca Cumhuriyetin nasıl kurulup ve ne şekilde bu günlere geldiği görülüyor.

Bu kapının açılmasının ardından, kasa dairesinin etrafında sürekli nöbetçilerin gezdiği bir koruma şeridinden geçiliyordu.

Bu şerit sayesinde yangın, sel ve benzeri durumların, hazineye ulaşması engelleniyordu.

Son bir not: burası Müze haline getirilmeden önce, buradaki evrak, belge ve diğerleri ne oldu? Bu soru elbette kafanızı meşgul edecektir. Burada bulunan her şey, paketlenmiş ve Milli Kütüphaneye gönderilmiştir.