İngiltere Londra Westminster ve Whitehall

İngiltere Londra Westminster ve Whitehall

 

Whitehall ve Westminster bin yıldır İngiltere’nin politik ve dinsel merkezidir. 11. yüzyılın başında hükümdar olan Canute, Thames ile nehrin eski kollarından Tyburn’un birleştiği bataklık arazideki adacık üzerine bir saray yaptıran ilk kraldır.

Canute’un yanına sarayını inşa ettiği kilise, elli yıl sonra kral Edward tarafından genişletilerek İngiltere’nin en büyük manastırına dönüştürülmüş ve manastır daha sonra bölgeye adını vermiştir. (“minster”, manastır kilisesi demektir)

Bunu takip eden yüzyıllarda hükümet ofisleri de bu bölgede inşa edilmeye başlanmıştır.
Bütün bu gelişmeler Whitehall’daki kahraman heykelleri ve gösterişli hükümet binalarından da anlaşılabilir.

Öte yandan, bölgenin kuzeyinde bulunan Trafalgar Square; West End eğlence bölgesinin başlangıcını işaret eder.

Whitehall’ın ortasındaki bu anıt: I. Dünya Savaşında ölenlerin anısına Sir Edwin Lutyens tarafından 1920 yılında yapılmıştır. Her yıl 11 Kasım’a en yakın Pazar günü gerçekleştirilen Anma Pazarında kraliyet ailesi üyeleriyle yüksek rütbeliler “Cenotaph”a gelincik çelenkleri bırakırlar.

1918 ateşkesini anmak için düzenlenen törende I. ve II. Dünya Savaşlarında yaşamlarını kaybedenler anılır.

Westminster

Londra şehrinin tüm ihtişamı ve resmi hayatı Westminster çevresindedir. Thames’in kuzey kıyısından başlar, batıda Hyde Park’a, doğuda Regent Street’e kadar uzanır.

Parliament Square’den İngiliz toplumunun ikiz destelerini görebilirsiniz. Kralların ve kraliçelerin taç giydiği Westminster Abbey, seçilmiş hükümetlerin gelip gittiği, Houses of Parliament olarak da bilinen Palace of Westminster.

Yanındaki St James parkının ağaçları arasından Buckhingham Palace’ı görebilirsiniz. Özel durumlarda, kraliyet ailesinin üyelerini balkonda görmek mümkündür.

Parliament Square’den kuzeye gittiğinizde, Whitehall’un geniş caddesi yer altındaki Churchill War Rooms’un yakınlarından geçer. Whitehall’un batısındaki Horse Guard Parade, Trooping the Colour gibi resmi seramoniler için kullanılan alandır.

Politikadan ve geçit alaylarından uzakta, harika sanat koleksiyonlarının yanı sıra Londra’nın en iyi mağazaları bulunur.

İngiltere Londra Westminster ve Whitehall PARLİAMENT SQUARE
İngiltere Londra Westminster ve Whitehall PARLİAMENT SQUARE

 

PARLİAMENT SQUARE

Meydan: yeni Parlamento Binalarının önünde, açık bir alan yaratmak amacıyla: 1868 yılında Sir Charles Barry tarafından düzenlenmiştir. Londra’da ilk trafik sinyal ışıkları burada kullanılmıştır. Yine yoğun bir trafiğin hüküm sürdüğü bu meydanı: ünlülerin heykellerini görmek için mutlaka ziyaret etmelisiniz.

Evet: burası 1926 yılında ülkenin ilk resmi kavşağı olmuştur.

Burada bulunan ünlülerin heykellerinden bazılarından söz etmek istiyorum; Meydanda heykeli bulunan, İngiliz siyaset hayatının ünlüleri: Viscount Palmerston, Benjamin Disraeli, Derby Earl, Sir Robert Peel, George Canning ve kuzeyde, 1912 yılında tamamlanan gotik canlandırmacı tarzdaki Middlesex Esnaf Birliği Binasının önünde “Abrahim Lincoln” heykeli sayılabilir.

Bu heykel: İngilizce konuşan halklar arasındaki barış münasebetlerinin 100.yılı nedeniyle, 1920 yılında Amerika tarafından İngiltere’ye sunuldu. Heykel: Chicagoda yaşayan İrlandalı heykeltıraş Augustus Saint-Gaudens tarafından yapılmıştır.

Meydandaki bahçeler içinde, ayrıca: 2007 yılında dikilen “Nelson Mandela” heykeli de bulunmaktadır. 9 metrelik bronz heykel: Parlamento Binasına bakmaktadır ve 20.yüzyılda en büyük özgürlük savaşçısı anısına dikilmiştir.

David Lloyd George heykeli: 2007 yılında, granit ve bronz kullanılarak yapılmıştır. Granit kaide üzerinde kuzey bölümdedir.

Sir Winston Churchill heykeli: 1973 yılında Ivor Roberts-Jones tarafından yapılan bu bronz heykel: meydanın kuzey doğusunda, granit bir kaide üzerinde durmaktadır. Diğer devlet adamları ve askerlerin arasındaki heykelde: pardesösü içinde kendisini Avam Kamarasına bakarken görebilirsiniz.

1987 yılında Westminster Abbey ve Parlamento Meydanı; koruma alanı olarak belirlenmiş ve 1996 yılında hazırlanan UNESCO Dünya Mirası listesinde, İngiliz Mirası Listesine kayıt edilmiştir. Günümüzde bu bahçeler önemli törenler ve tarihsel olayların kutlanmasında kullanılmaktadır.

 

CENOTAPH

Whitehall SW1 adresindedir. Bu anıtın kelime anlamı boş mezardır. İngiltere’deki bu anıtın bir benzeri de “Kuzey İrlanda” Belfast şehrinde bulunmaktadır.

Whitehall’un ortasındaki bu anıt: I. Dünya Savaşında ölenlerin anısına Sir Edwing Lutyens tarafından 1920 yılında yapılmıştır. İlk olarak: Temmuz 1919 Barış Günü etkinliklerinin küçük bir parçası olarak Başbakan Lloyd George’un isteği üzerine Edwin Lutyens tarafından tasarlanmış ve ardından portland taşından inşa edilmiştir.

İngiliz Ordusu, Deniz Kuvvetleri ve Kraliyet Hava Kuvvetleri bayrakları: anıtın önünde asılı durur.

Her yıl 11 Kasım tarihine en yakın Pazar günü saat: 11.00’de, burada yapılan “İki Dünya Savaşı ve daha sonraki çatışmalarda ölen İngiliz ve Commonwealth askerleri ve kadınların anısına” düzenlenen anma Pazarında kraliyet ailesi üyeleri ile yüksek rütbeli askerler Cenotaph’a gelincik çelenkleri bırakırlar.

Tören, daha sonra savaş gazilerinin yürüyüşü ile biter. Bu yürüyüş sırasında: Kraliçe ve önde gelen politikacılar: kulenin dibinde töreni izlerler.

 

DOWNİNG STREET

Burası: Londra’daki en bilinen caddelerden birisidir.
Sir George Downing (1623-1684) gençliğinin büyük kısmını Amerikan kolonilerinde geçirmişti ve İngiliz iç savaşında parlamentocuların yanında savaşmak üzere ülkeye dönmeden önce Harvard’dan mezun olan ikinci öğrenciydi. Bu evde: kendi partisinin kampanyalarını yürütmüştür.

1680 yılında, Whitehall Sarayının yanındaki bu bölüme bir sıra ev yapıldı. Bunlardan dördü değişime uğrasa da hala ayaktadır.

II. George 1732 yılında No.10’u “Sir Robet Walpole”e verdi.

Walpole: görev süresi boyunca Downing caddesindeki evin bir birleşik evin yanı sıra seçkin ziyaretçileri ağırlamak için bir mekan olarak görev yaptı.

Daha sonra ise, özellikle Başbakan William Pitt döneminde: burada önemli restorasyon yapılmıştır. 19.yüzyıla gelindiğinde ise: bazı başbakanlar burayı hala ofis olarak ve kabine toplantıları için kullanmışlardır.

Takip eden dönemde: bakımsız kalan ev: bir kez daha yaşanabilir hale getirilmek ve modernleştirilmek üzere özellikle 1902-1905 yılları arasında büyük onarıma tabii tutulmuştur.

20.yüzyılda binanın artan önemi: 1991 yılında İrlanda Cumhuriyet Ordusu üyelerinin saldırılarına hedef olmuş ve bombalanmıştır.

Bunun üzerine 1989 yılından sonra: Margaret Thatcher döneminde sokağın “Whitehall” çıkışına demir kapılar yerleştirilmiştir.

Günümüzde: burası başbakanlık evi olarak kullanılmaktadır. Bina: mütevazi siyah tuğlalı dış cephesi ve siyah ön kapısı ile tanınabilir ve “Kabine Odası”nde 275 yıldır hükümet politikaları belirlenir.

Ancak burayı gezmek mümkün değildir, yalnızca uzaktan görebilirsiniz.

 

CABİNET-CHURCHİLL WAR ROOM

Parliament Square kuzeyinde, hükümet binalarının altındaki mahzende bulunan bu odalar: 20.yüzyıl tarihinde önem kesitler sunmaktadır.

Ünlü siyaset adamı Churchill: 1874 yılında doğdu ve 1965 yılında 90 yaşında öldü. Onun cenaze töreni, televizyondan dünya çapında 400 milyon kişi tarafından izlendi ve onun tabutu üzerine örtülü “Birlik Bayrağı” burada muhafaza edilmektedir.

Peki burada neler bulunuyor.

Churchill Müzesi ve Cabinet Warr Rooms: II. Dünya savaşı sırasında gizli bir yer altı sığınağı olarak kullanılmıştır. Çünkü: II. Dünya savaşı sırasında, Londra şehri Almanlar tarafından yoğun şekilde bombalanıyordu.

Önce “Neville Chamberlain” ve ardından “Sir Winston Churchill” kendi kabinelerini ve askeri birlikleri bu yer altı sığınağından yönettiler. Sığınak: 1 metre kalınlığında duvarlarla çevrelenerek koruma altına alınmıştır.

Günümüzde burada 3 bölüm bulunmaktadır. Bunlar

1.Undercover
2.Churchill Museum
3.Cabinet War Rooms.

Undercover

Burası: Churchill’in gizli karargahında çalışmış personelin yüzlerce hikayesinin anlatıldığı bir mekandır. Burada birçok film, röportajlar ve kişisel nesneler bulunur.

Bölüm: 1938 yılında George Rance tarafından düzenlenmiştir. Memur William Dickson: savaş döneminde Churchill’in yeraltındaki bu karargahtaki konuşmalarını not etmiştir.

Şubat 1945 yılında bir stenograf: Yalta Konferansında Churchill’e nezaret etmiştir. Evet, burası ünlü siyasetçinin hayatında kendisiyle birlikte çalışanlar hakkında bilgi ve belgelerin ve kişisel nesnelerin bulunduğu bir yerdir.

Churchill Museum

2005 yılında açılan müze: Sir Winston Churchill’in yaşamı ve mirasına adanmış, dünyadaki tek müzedir. Müze için ayrı bir giriş bulunur. Burayı ziyaret etmek isterseniz: King Charles Caddesi üzerinde, bir dizi merdiven yanında kurulmuş küçük bir girişi kullanmanız gerekir. Bu giriş: Dünya Savaşı sırasında bulunmamaktadır.

Çünkü, o dönemde insanlar buradaki sığınağa girmek için, bunker üzerinde bulunan bir binanın içindeki merdivenleri kullanıyorlardı.

Burada üstün teknoloji ve multimedya görüntüler kullanılarak: 10 Mayıs 1940 tarihinde Başbakan olan Churchill’in hikayesi ve kariyeri: en üst noktadan başlayarak izleyiciye gösterilir.

Burada: Churchill’in yaşamının her yılını kapsayan: belgeler, fotoğraflar ve film klipleri, gizli animasyonlar bulunur.

Cabinet War Room

1984 yılında açılan burası: Churchill ve onun bakanları ve askeri komutanların buluştuğu “Savaş Kabinesi” odasıdır. 1939-1945 yılları arasında, II. Dünya savaşı boyunca, Churchill ve onun hükümeti tarafından kullanılmıştır. O dönemde tarihi kararların alındığı odaları burada görebilirsiniz.

Bu odalarda: şefler ve elemanlar kararlar verirdi. “Map Room” yani “Harita Odası” bölümünde ise: ordu, donanma ve hava kuvvetleri görevlileri: “Battle of Britinian” denilen yerde vurulan uçakların kayıtlarını tutmak ve savaş bölgelerindeki durumun gidişatını takip etmekteydiler.

Günümüzde: Map Room: haritalar, grafikler ve notlarla kaplıdır ve Curchill: II. Dünya savaşını buradan yönetmiştir.

Harita odasının hemen bitişiğinde: Churchill’in ofisi bulunmaktadır. Kendisi, burada sadece 3 gece uyumuştur. Ama onun savaş konuşmalarının birçoğu ve özellikle 11 Eylül 1940 tarihindeki yaptığı konuşma: buradaki masadan yapılmıştır.

Burada: ayrıca Churchill’e ait bir yatak ve çalışma masası bulunur. Ancak, Londra ağır şekilde bombalanırken, ünlü savaş stratejilerinin çoğunu burada tasarlamış olsa da, bu yatakta yalnızca 3 gece yatmıştır.

Yatağın hemen yanında kül tablası bulunmakta ve Churchill, o ünlü purolarını içerken, odayı daha henüz terk etmiş gibi bir izlenim yaratılmıştır.

Churchill: Amerika-Beyaz Saray ile iletişimi: bir süpürge dolabından, telefon odasına çevrilen ufacık bir yerde bulunan “transatlantik telefonu” ile yapmıştır.

Mahzende bulunan diğer odalar ve mobilyalar; mümkün olduğu kadar, o çatışma dönemindeki durumlarıyla korunarak günümüze ulaştırılmışlardır.

 

BANQUETİNG/WHİTE HOUSE

Whitehall SW1 adresindedir.

Burası: mimari ve tarihi açıdan büyük önem taşımaktadır.
İnigo Jones’un İtalya gezilerinde gördüğü klasik Palladio tarzının Londra’daki ilk örneğidir.
Kral I.Edward tarafından yaptırılan ve 1622 yılında tamamlanan binanın ön cephesi, Elizabeth döneminin çok kullanılan küçük kuleleri ve dış cephe süslemelerinden sonra büyük bir devrim yaratmıştır.

Bina, aynı zamanda, eski Whitehall Sarayı’nın büyük bir kısmını yok eden 1698 yangınından geriye kalan tek yerdir.

Yapının içinde: 1622 yılında tamamlanan “Ziyafet Salonu” abartılı eğlenceler ile önem kazanmıştır. Bu abartılı eğlencelerde: maskeler, şiir, propaganda, müzik, dans ve tuhaf kostümler kullanılır ve bazen Kral ve Kraliçe de bu eğlenceler içinde yer alırlardı.

Yapının Peter Paul Rubens’e ait olan tavan resimleri; 1630 yılında kralın oğlu I. Charles tarafından sipariş edilmiştir. Tavandaki başyapıt: Sir Peter Paul Rubens tarafından yapılmıştır. Resminin altın çağının en ünlü eseridir.

İki resmin boyutları: 9 x 6 metre ve 13 x 3 metredir. Tuvaller: Rubens tarafından boyandıktan sonra 1636 yılında salona monte edilmiştir. Bu tuvallerde: Taçlar Birliği, James I Apotheosis ve I. James Barışçıl Reign tasvir edilmiştir.

Tavan resimlerini sipariş eden Charles I: hemen ardından 1649 yılında: Banqueting House önünde bir iskele üzerinde asılarak idam edilmiştir.

Çünkü: Kraliyet ailesinin abartılı yüceltilmesi: Oliver Cromwell ve Parlamenterler tarafından uygun karşılanmamıştır. Ayrıca, kendisi iç savaşı kaybetmişti. Düşmanları, onu vatana ihanetle suçladılar.

20 yıl sonra ise, bu kez II. Charles aynı yerde tahta çıkışını kutlamıştır.  Bina, resmi kutlamalarda kullanılmaktadır.

 

HORSE GUARDS PARADE-ATLI MUHAFIZLAR

Whitehall.SW1 adresindedir.
Whitehall’dan Trafalgar Square’e doğru “Downing Street” den geçtiğinizde göreceğiniz binalar topluluğu: 1666 yılındaki büyük yangında yanarak yıkılan “Palace of Whithall” un yerine yapılmıştır.

16.yüzyılda Kral VIII Henry; Palace Whitehall’u esas konutu olarak kullanmıştır.
Daha sonra York House olarak da bilinen yer: daha önceden ise kardinal Wolsey’e aittir.

Kral Henry: buranın ismini değiştirip genişletmiş ve atlı mızraklılar için bir alan yaptırmıştır.
Bir zamanlar: VIII Henry’nin mızrak dövüşü turnuvaları sahası olan bu alanındaki bu bahçe, günümüzde “Gurad Parade” olarak isimlendirilir.

Bölge: “William Kent” tarafından tasarlanmış ve 1755 yılında yapılmıştır. Sol tarafta, yine “Kent” tarafından tasarlanan eski Hazine Binası ve 1758 yılında tamamlanan ve günümüzde “İskoçya Bakanlığı” olarak kullanılan “Dover House” ın arka kısmı görülür.

Hemen yakınlarda ise, yine önemli bir yer bulunur. Burası: tenis ile ilgili ilk adımların atıldığı yerdir. Kral VIII Henry: bu gerçek tenis sahasında, tenisin ilk adımlarını atmıştır.

Hemen karşı tarafta ise, sarmaşıklarla kaplı bir iç kale bulunur. 1940 yılında Denizcilik Bakanlığının yanında, bombalara karşı korunaklı olarak inşa edilen bu bina, II. Dünya Savaşında haberleşme karargahı olarak kullanılmıştır.

Burada, her yıl Kraliçenin doğum günü gibi “Trooping the Colour” olarak bilinen seramoniler yapılır. Ama buranın en çok ilgi çeken yönü: muhafız değişim törenleridir.

 

Guard Museum

Londra merkezinde, Whitehall’da şehrin en tarihi binalarından olan Horse Guard içinde süvari müzesi bulunmaktadır. Wellington Barrack’s tören alanının altındadır. Girişi ise “Birdcage Walk” tadır.

Askeri tarihe meraklı olanların bu müzeyi mutlaka gezmelerini öneririm.

Müze: 1750 yılından kalma binanın içinde 350 yıldır değişmeden kalmıştır. Müzede: Afganistan’da devriye görevi yapan iki askerin, son derece gerçekçi sahneleri heykellerle figüre edilmiştir.

Ayrıca: II. Dünya Savaşından bir “Zırhlı Keşif Süvari Alayı” betimlenir. Waterloo Savaşı da canlandırılır. Müze girişi ücretlidir, 15 paund. Burada: camlı bölmede orijinal 18.yüzyıl ahırları ve buralarda çalışan askerleri görebilirsiniz.

Ayrıca müzenin koleksiyonunda: tarihi müzik aletleri, Faberge mobilyaları, gümüş tören üniformaları, ödüller gibi eşsiz hazineler bulunmaktadır. Her sergi: özel bir hikaye betimlemektedir.

Ayrıcı: 1831 yılında William IV tarafından verilen iki gümüş madalya görülür. 1982 yılında Hyde Park bombalandığında yaralanan atın dizginleri görülür.

 

Süvari Alayı

Alay: Kral Charles II tarafından verilen emir gereğince 1661 yılında kurulmuştur ve günümüzde: İngiliz Ordusu içinde 2 Alay düzeyindedir. Bunlar: Yaşam Muhafızları ve Blues and Royals Alaylarıdır.

Bunların iki rolleri bulunmaktadır. Londra ve İngiltere genelindeki törenlerde: Kraliçeyi korumak ve Kraliyet ahırlarının önemli bir parçası olmaktır. Ayrıca: operasyonel bir Alay olarak, zırhlı araçlarla gerektiğinde dünyada hizmet vermeye hazırdırlar.

Alayların: günümüzde Irak ve Afganistan’da konuşlandırılmış üniteleri bulunmaktadır. İnsani operasyonlarda barışı koruma adına bu rolü üstlendiklerini belirtmektedirler. Evet: Household Cavalry bölükleri: 350 yıldır kraliçenin hizmetindedir.

 

Ahırlar

“Cavalry Museum” un bir parçası olan “Household” denilen ve 18. yüzyıldan kalma ahırlarda: atların bakımını izlemek mümkündür. Ziyaretçiler: büyük bir camlı bölme arkasından çalışma ahırlarını görebilirler.

Tüm atlar burada bulunur ve günün farklı zamanlarında: atları beslenirken veya toynakları kontrol edilirken yani bakımları yapılırken veya göreve hazırlanırken görebilirsiniz.

Burada: gerek atlar ve gerekse biniciler titiz ve zorlu bir eğitimden geçirilirler. Müzede: bu eğitimler hakkında bilgiler de ziyaretçilere sunulur.

 

Törenler

Horse Guard Parade denilen burada, yıl boyunca çeşitli askeri törenler yapılır. Her gün saat: 08.00-18.00 arasında burası ziyaret edilebilir.

Günümüzde: “Household Cavalry” den gelen atlı muhafızlar: tüylü şapkaları ve kalçalarına kadar çıkan çizmeleriyle burada nöbet tutarlar.

İki nöbetçi: her gün saat: 10.00-16.00 arasında burada nöbettedirler ve her gün düzenlenen muhafız değişimi törenleri, özellikle turistlerin ilgisini çekmektedir. Nöbet değişim töreni: saat: 11.00’de yapılmaktadır.

Özellikle: Kraliçenin resmi doğum günü etkinlikleri çok renklidir. Whitehall merkezindeki ve diğer Kraliyet Sarayları (Buckingham Sarayı ve St James Sarayı) : günümüzde de hala bu nöbetçiler tarafından korunmaktadır.

Cumartesi ve Pazar günleri saat: 10.00’da ve Pazartesi günü saat: 11.00’de her sabah nöbet değişim törenleri yapılır ve bu törenler 30 dakika sürer. Bu törenlerde, Hyde Park Kışlasından geleneksel kostümleri ile gelen 12 asker tarafından yapılır. Her gün saat: 16.00’da attan inme töreni yapılır.

2012 Londra Olimpiyatlarında: “plaj voleybolu” karşılaşmaları burada yapılmıştır.

 

TRAFALGAR STUDİO

14 Whitehall.SW1 adresindedir.

Trafalgar Studio: Londra’nın en heyecan verici yeni bir mekanıdır. Eski adı ile 2004 yılına kadar “Whitehall Tiyatrosu” olarak kullanılmıştır. Whitehall Tiyatrosu: 17.yüzyılda Marc-Henr ve Laverdet tarafından, Art Deco tarzında düzenlenen iç mekanlarla birlikte, Edward A. Stone tarafından tasarlanmıştır. Tiyatro: 1930 yılında açılmıştır.

1930’lardan kalma tiyatro binasının beyaz ön cephesi, sokağın diğer ucundaki Cenotaph’ı yansıtır gibidir.

İç mekan mükemmel Art Deco ayrıntılarla süslenmiştir. Burada iki küçük sahne bulunur. 1.Nolu sahne: 380 koltukludur ve 2004 yılında açılmıştır. 2.Nolu Sahne ise 100 koltukludur ve 2005 yılında açılmıştır. Londra şehrinde yeterli zamanınız ve merakınız varsa, burada bir oyun izlemenizi öneririm.

İngiltere Londra Westminster ve Whitehall QUEEN ANNE’S GATE

 

QUEEN ANNE’S GATE

St James’s Park.SW1 adresindedir. Kraliçe Anne Konakları olarak bilinen bu apartman bloğu: gayet iyi korunarak günümüze ulaşmış olup, binanın batı ucunda: 1704 yılından kalma gösterişli bir kapı görülmektedir. Çünkü: daha önce yapılan orijinal yapı: 1973 yılında yıkılmıştır ve orijinal plan muhafaza edilerek yeniden yapılmıştır.

Binanın diğer ucunda: 70 yıl sonra yapılmış evlerin dış cephelerinde: Victoria dönemi başbakanı Lord Palmerston gibi burada yaşamış ünlülerin adlarının yazılı olduğu mavi plakalar görülür.
No 13 ve 15’i ayıran duvarın önünde: Kraliçe Anne’in küçük bir heykeli durur.

Batıda, Petty France’ın köşesinde mimari uyumsuzluğun bir örneği olarak Sir Basil Spence’in İç İşleri Bakanlığı Binası yer alır. Birdcage Walk’a inen cockpit merdivenleri, 17.yüzyılda kanlı horoz dövüşlerinin yapıldığı alan olarak biliniyor.

Evet, burası günümüzde “Adalet Bakanlığı” merkezi olarak kullanılmaktadır. Hatta söylenenlere göre: ünlü İngiliz gizli servise M15’in merkezi burada bulunmaktadır.

 

WESTMİNSTER CATHEDRAL

Ashley Place SW1 adresindedir.
Burada bulunan ve 1834 yılı yapımı cezaevi kompleksi: 1884 yılında Katolik kilisesi tarafından satın alınmıştır. Ardından: yapı: mimar John Francis Bentley tarafından erken Hıristiyanlık dönemi-Bizans tarzında dizayn edilmiştir.

Bu mimari stil önemlidir çünkü Londra şehrinde benzer mimari stilli başka yapı bulunmamaktadır.

Bu çalışmalar 1895 yılında başlamış ve 8 yıl sonra 1903 yılında bitirilmiştir. Çan kulesi: 82 metre yüksekliktedir. Üstünde beyaz taşların oluşturduğu yatay çizgiler bulunan kırmızı tuğladan yapılmış kule: yakındaki Abbey ile tam bir tezat oluşturmaktadır.

Buraya asansörle çıkılmaktadır ve Westminster Abbey ve St Paul Katedralinin muhteşem manzarasını izlemek isterseniz, buraya çıkmanızı öneririm. Kuzeydeki sakin “Plazza”da bölgenin yapılarından birisidir.

Özellikle: katedralin iç bölümündeki ince mermer ve mozaik işçiliği görülmeye değerdir. Rengarenk mermerler ve ince mozaiklerden oluşan iç dekorasyon nefin üzerinde yükselen kubbelerle zıtlık içindedir. Katedral için ayrılan paranın bitmesi üzerine: kubbeler çıplak bırakılmıştır.

Yine içi mekanda: heykeltıraş Eric Gill tarafından yapılan eserler: dünyaca ünlüdür. Kudüs şehrindeki 14 Haç durağını gösteren ve I. Dünya Savaşından kalma bu rölyefler: nefin ayağını süslemektedir.

Yine iç mekandaki org: Avrupa’nın en iyilerinden biri olarak bilinir.
Katedralde: her Pazar günü öğleden sonra konserler düzenlenmektedir.

 

Mozaikler

Katedral mimarı John Bentley: Mart 1902 yılında öldüğünde katedralin mozaikleri bitmemişti ve kendisinin çizim ve tasarımlarına göre mozaikler, katedral sanat komitesi tarafından 1936 yılından itibaren geleceğin mimarlarına ve tasarımcılarına yaptırıldı. Özellikle: Bentley’in etkisi hissedilen “kutsal ruhlar” mozaiğini mutlaka görmenizi öneririm.

 

Mermerler

Katedralde 100 den fazla mermer işleme görülmekte olup, bunlar beş kıtadan ve çoğu antik Yunan ve Roma’dan gelmiştir.

İngiltere Londra Westminster ve Whitehall

 

Haç İstasyonları

Yukarıda da belirttiğim gibi: Haç İstasyonları: Eric Gill çizimleri ışığında hazırlanmış ve Mimarlar Odası tarafından hazine olarak nitelendirilmektedir. Gill: Nisan 1914 tarihinde, mimar Bourne tarafından onaylanan istasyonları için halen British Museum’da bulunan tasarımlarını üretti.

Bu 14 panel: ahşap kireçtaşına, alçak kabartma olarak oyuldu. Haziran 1915 tarihinde yalnızca 4 istasyonu görüntüsü vardı.

İngiltere Londra Westminster ve Whitehall ST JOHN’S SMİTH SQUARE

 

ST JOHN’S SMİTH SQUARE

Bu eski kilise; St John Smith Square adresindedir.

Yapı ilk olarak: Thomas Archer tarafından bir kilise olarak tasarlanmış ve 1728 yılında tamamlanmıştır.

Aynı dönemde, Kraliçe Anne’nin; 1711 tarihli “50 Yeni Kilise” kanunu bulunmaktadır. Ancak: kilisenin tarihi kazalarla doludur. 1728 yılında tamamlandıktan sonra: 1742 yılında yanarak kül olmuştur.

1773 yılında üstüne bir yıldırım düşmüştür. 1941 yılında ise, II. Dünya savaşında bombalanmıştır.

İngiliz Barok mimarisinin en güzel eseri olarak kabul edilir. Ressam ve sanat tarihçisi Sir Hugh Casson: Thomas Archer’in bu eserini: İngiliz Barok mimarisinin en önemli örneği ilan etmiştir.

Kilise: iki köşesindeki küçük kuleleri ve yuvarlak hatlarıyla, meydanın dışına taşmak ister gibi kuzeyde 18.yüzyıl evlerinin üstünden gökyüzüne yükselir.

Dört köşe kuleleri ve anıtsal kırık özellikli alınlık dikkati çeker. Mimar Archer kiliseyi tasarlarken: Kraliçe Anne’ye danışmıştır ve yapıyı bir tabure gibi düşünmüş ve dört köşesine taburenin ayaklarını betimleyen kuleler yerleştirmiştir. Ama aslında, kuleler binanın çökmesini önlemek için yerleştirilmiştir.

Londra’nın merkezinde, benzersiz bir müzik mekanı ve İngiliz Barok mimarisinin başyapıtıdır. Yapı: St John tarafından tasarlanmış ve inşa edilmiştir.

Binanın güzelliği ve olağanüstü akustiği dikkat çekmektedir. Yapı: II. Dünya Savaşında bombalandığında harabe haline gelmiş ve daha sonra bir kişi tarafından satın alınarak bir konser salonu olarak restore edilmiştir.

Yani: 1960’lı yılların ardından burası hem kilise ve aynı zamanda konser salonu olarak kullanılmaya başlanmıştır. Burada: canlı resitaller, oda konserleri ve çeşitli klasik programlar düzenleniyor.

Yapının bodrumunda: konser olsun veya olmasın, sürekli açık olan, tenha, tuğla tonozlu ve şarap içilebilen bir restoran bulunuyor. Bu kafe/restoran, her gün saat: 08.00-17.00 arasında açıktır. Konser günlerinde ise, burası akşam yemekleri için de açıktır ve fiyatları makuldür.

Suudi Arabistan Meidan Salih

Suudi Arabistan Meidan Salih

 

Suudi Arabistan ülkesinin kuzeyinde “El ula” şehrinin 30 km. kuzeyinde bulunan ve “El hicr” olarak da isimlendirilen burası: 2008 yılında, Suudi Arabistan ülkesinde bir ilk olarak: UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmış, son derece etkileyici bir tarihi alandır. Arkeolojik alan, Medine şehrinin 400 km. kuzey batısındadır. Ürdün-Petra arkeolojik şehrinin ise, 320 km. güneydoğusundadır.

Suudi Arabistan ülkesinin kadim ve modern kültürü, dün ve bugünü, çöl ve denizin tüm zıtlıkları, burada birliktelik ve uyum oluşturuyor ve etkileyici bir görünüm ortaya çıkıyor. Yani: köklü gelenekler ve modernlik bir arada yaşıyor.

Kadim bir Arap uygarlığı olan Nebati krallığının Ürdün Petradaki merkezinin ardından, ikinci büyük şehri olan Meidan Salih’te: kayalara ve dağlara oya gibi işlenmiş evler ve tapınaklar bulunmaktadır.

Suudi Arabistan Meidan Salih

TARİHİ SÜREÇ

Bölgede ilk olarak “Lihyan” isimli eski bir Arap krallığının bulunduğu tahmin edilmektedir. Çünkü: burada, MÖ.4 ve 6’ncı yüzyıllara ait Arapça yazıtlar bulunmuştur. Lihyanites şehri, takip eden dönemde Nabataens şehriyle müttefik olur. Bunun dışında, küçük Lihyans krallığı hakkında fazlaca bilgi bulunmamaktadır.

MÖ.3 ve 2’nci yüzyıllara gelindiğinde, Athleb dağının üzerinde mağara sanatının yani oymacılığın geliştiği gözlenir. Kuzey ve güney arasındaki ticaret yollarının buradan geçmesi, tatlı su kaynakları ve verimli topraklar, buradaki insan yaşamını yoğunlaştırmıştır.

1’nci yüzyıla gelindiğinde ise, yerleşimin iyice genişlediği görülür. Burası: Nabatean krallığının ikinci başkenti haline gelir. Kral Al-Haris IV (MÖ.9-40) kuzeyde Petra ve daha sonra burayı hakimiyeti altına alarak: Nabatean kaya mimarisinin karakteristik özelliklerini buraya getirmiş, mükemmel ortamda, jeolojik anıtsal oyma teknolojisi hızla ilerlemiştir.

Bunun dışında: kaya ve yağmur suyu su tankları, kumtaşı ibadet yerleri, tarım arazileri oyularak elde edilmiştir.

106 yılına gelindiğinde, Nabatean krallığı, Roma imparatorluğu tarafından ele geçirilmiş ve Hicaz bölgesi, Roma parçası haline gelmiştir. Takip eden dönemde, güney-kuzey arasındaki ticaret karayolu, Kızıldeniz üzerinden deniz yoluna kaymıştır. Bu nedenle: bölge, bir ticaret merkezi olma özelliğini kaybetmiş ve terk edilerek yavaş yavaş önemini kaybetmeye başlamıştır. Geç Antik dönemde ise, özellikle çölleşme süreci nedeniyle, kentsel tüm fonksiyonlarını kaybetmiştir.

Evet, tarihi süreç hakkında konuşurken, şimdi “Kur’an” da Meidan Salih hakkında yazılanlara. Kur-ana göre: MÖ.3 bin yıllarında, burada “Semud” kavmi yaşıyormuş. Bu kabilede: zulüm ve baskının yaygın olduğu, Salih Peygamberin bunlarla birlikte yaşadığı belirtilmektedir. Salip Peygamber: bölgede yaşayan, zulüm ve baskının egemen olduğu ve liderleri Thamudis olan toplumu: tek tanrıya inanmaya davet etti.

Thamudis: bu uyarıları göz ardı etti. Salih Peygamber: bunun üzerine dağın arkasındaki insanlara haber gönderdi ve ancak, sadece bir azınlık onun sözlerini dinledi. Thamudis: bu insanları öldürdü ve bunun üzerine Salih peygamber ve inananları şehri terk ettiler. Ama Thamudis: Allah tarafından, bir felaket ile cezalandırıldı. Bu felaket, bazılarına göre bir deprem, bazılarına göre ise bir yıldırım düşmesidir, ancak kanıtlanamamıştır.

Daha yakın geçmişe dönülürse: 19’ncu yüzyılda: bölgedeki kuyular “El-Hicr” vahasındaki köylüler tarafından tarım yapılırken kullanılmıştır. Osmanlı imparatorluğu tarafından yapılan Hicaz Demiryolu ise, 1901-1908 yılları arasında sitenin üzerinden geçer. Hicr kuzeyinde, bu demiryolu için bir tren istasyonu inşa edilir. Bu tren istasyonunda, demiryolu personeli için yurtlar, ofisler ve lokomotiflerin bakım yerleri yapılır.

Tarihi süreci fazla uzatmaya gerek yok. 1930’lu yıllara gelindiğinde, Suudi Arabistan Krallığı, bölgedeki arkeolojik araştırmaları başlatır. Arkeolojik bölgede yaşayan Bedevi kabileleri: Hicr üzerine yerleştirilirler, burada yeni kuyular kurulur ve sitenin tarımsal özellikleri düzenlenir. Ancak: 1972 yılında, Bedevi göçebeler, yeni yerleşim yerlerine yerleşirler ve arkeolojik site, yukarıda da sözünü ettiğim gibi, 2008 yılında, UNESCO tarafından koruma altına alınır.

Suudi Arabistan Meidan Salih
Suudi Arabistan Meidan Salih
Suudi Arabistan Meidan Salih

 

Evet, burada günümüzde, 131 kaya kesme anıt mezar bulunmaktadır ki, bunların özellikle süslü cepheleri ilgi çekmektedir. 1’nci yüzyılda inşa edilen yerleşim bölgesi ve vaha çevresindeki yapılar; kumtaşından nekropol yani mezar oluşturmak için oyularak elde edilmiştir.

Dört nekropol alanını: toplam 13.4 km. karelik bir alana yapılmıştır.

Bu mezarların: cephelerinin güzelliği, yapının büyüklüğü ve süsleme: gömülen kişinin sosyal statüsünü ve zenginliğini belirlemektedir. Birçok mezarda: tabanlarda askeri rütbeleri gösteren işaretler bulunmaktadır ki, bunlar, muhtemelen yerleşimin ticari faaliyetlerini korumak için özellikle koyulmuştur.

Nabatean krallığı: yalnızca ticaretin kesiştiği bir yer olarak değil, aynı zamanda: Asur, Fenike, Mısır ve Helenistik dönemlere ait sanat tarzının özelliklerini de çeşitli motiflerle yansıtırlar. Roma imparatorluğu burada egemen olduktan sonra: Roma dekorasyon örnekleri de görülür.
Kayalara oyulan mezarlar dışında, yerleşim alanlarında ise “kerpiç” kullanılmıştır.

Yerleşim alanında, 20 metre derinlikten su çıkmaktadır ki gevşek zemin rahatlıkla kazılabilmektedir. Bunun sonucunda, özellikle batı ve kuzeybatı kesimlerinde toplam 130 su kuyusu bulunur. 4-7 metre çapındaki bu kuyuların bazıları, kumtaşı ile takviye edilmiştir. Zaten, şehir gelişmiş su toplama teknikleriyle de ünlüydü.

 

Jebel el-Mahjar

Kuzeydedir. Mezarların cephe süslemelerinin boyutu diğerlerine nazaran nispeten küçüktür.

Kasr el walad

Mezarların cephe süslemelerinde kullanılanlar: ince yazılar, kuşlar, insan yüzleri ve hayali varlıklardır. Burada toplam 31 mezar görülür. Kaya mezarlarının boyutları 16 metreye kadar çıkmaktadır ve anıtsal özellikler gösterirler.

C alanı

Burada 19 mezar bulunmaktadır ve alanın güneydoğusundadır. Mezarların cephelerine süslemeler oyulmuştur.

Jebel el-Khraymat

Alanın güneybatısındadır. Burada toplam 48 mezar bulunur. Ancak: hakim rüzgara maruz kalması ve kalitesiz koruma nedeniyle, bunların cephe süslemelerinin çoğu harap olmuştur.

Cebel İthlib

Burası, dini alan olarak bilinir ve sitenin kuzeydoğusundadır. Buranın: Nabatean tanrısı “Dushara” ya ithaf edildiği düşünülmektedir. Dar bir koridor, yüksek kayalar arasında uzanan 40 metrelik bir yol ile ulaşılır ki, bu düzen, Petra kentini anımsatır. Bu dini alanda: bir konsey odası, mahkeme salonu ve bir kaya çevresinde, yazıtlı küçük bir dini alandan oluşmaktadır.

 

Meksika Guanajuato

Meksika Guanajuato

 

Burası yerli dilinde “Kurbağalar Yatağı” anlamına gelmektedir. Yerliler bölgeye ilk geldiklerinde, bataklığa benzeyen zemini beğenmeyip “burada ancak kurbağalar yaşar” demişlerdir. Şehir başkent Mexico City şehrine otobüsle 5 saat uzaklıktadır.

1552 yılında İspanyol komutan Juan de Jaso; Guanajuato bölgesinde gümüş yataklarına rastlamıştır. 16. ve 17. yüzyıllarda İspanyollar bu kasabaya akın edince nüfus hızla artmıştır. Katolik kilisesinin gönderdiği papazlar, kasabalarda aralarında San Cayetano gibi görkemli yapıların bulunduğu 15’e yakın kilise ve manastır inşa etmişlerdir.

18. yüzyılda bölgedeki Valenciana madeni tek başına dünyanın gümüş üretiminin üçte ikisini sağlamıştır.

Daha sonra kasaba çevresinde altın, bakır, kurşun ve civa yatakları da bulununca, yerel halk bu gelişmelerden öyle memnun olmuş ki, mevcut refahları bozulmasın diye ülkelerinin bağımsızlık savaşına bile destek vermemiştir.

Meksika Guanajuato

 

Guanajuato bu bölgenin en güzel yerleşim yeridir. Kasaba, sinema yapımcılarının da dikkatini çekmiştir. 2003 yılında gösterime giren: Antonio Banderas ve Salma Hayek’li “Bir zamanlar Meksika’da” filmi burada çekilmiştir.

Birçok sokak trafiğe kapalıdır. Şehrin, biri gidiş biri geliş olmak üzere sadece iki ana caddesi vardır.

Guanajuato nehrini takip eden bu caddelerden biri yeraltındadır. Sokaklar küçük geçitlerle birbirine bağlanmıştır.

Bunların en ünlüsü yalnızca 68 cm genişliğindeki Öpücük geçididir. Zamanında iki aşık, geçidin iki yanındaki evlerinin balkonuna çıkar ve burada öpüşürlermiş.

Efsaneye göre: burada öpüşen çiftler 7 yıl mutlu olmayı garantiliyorlarmış. Guanajuato’nun rengarenk çiçeklerle dolu küçük, şirin meydanında gezinmek çok keyiflidir.

Şehir yıllık Cervantino Festivaline ev sahipliği yapmaktadır.

Şehir 1988 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Meksika Guanajuato

 

GEZİLECEK YERLER

Meksika Guanajuato San Cavetano Kilisesi

 

San Cayetano Kilisesi-Iglesia de San Cayetano

Bu dini yapı “La Valenciana” gümüş madeni girişine yakın “La Valenciana” köyündeki (bir zamanlar bu köyde 20.000 kişi yaşıyormuş) en etkileyici yapılardan birisidir.

Yapı 18. yüzyıla tarihlenmektedir. Şehir manzaralı bir tepenin üzerinde durmaktadır. Sömürge döneminde La Valenciana gümüş madeninin büyük zenginliğinin bir anıtı olarak durmaktadır.

Kilise: La Valenciana gümüş madeninin orijinal sahibi tarafından inşa ettirilmiştir. İnşaatına 1765 yılında başlanmış ve gümüş madenlerinden gelen kar ile finanse edilmiş ve 1788 yılında tamamlanmıştır.

Yapıda “cantera rosa” olarak bilinen yerel bir pembe taş kullanılmıştır. Cephe Meksika barok tarzında oyulmuş ve yan taraflar neo medejar tarzı kemerlerle süslenmiştir.

Kilise bitmiş denilse de, sağ tarafındaki ikinci çan kulesi ve saati eksiktir. Ama özellikle kilisenin içinde 18. ve 19. yüzyıla ait muhteşem güzellikler görmek mümkündür.

Günümüzde burası Guanajuato Üniversitesi Sanat Okuluna ev sahipliği yapmaktadır ve burada müzik odaklı farklı etkinlikler düzenlenmektedir.

Meksika Guanajuato Kıss Allev

 

Kıss Alley-Callejon del Beso

Eğer eşiniz veya sevgilinizle romantik bir zaman geçirmek istiyorsanız “Kiss Alley” denilen “Callejon del Beso” sokağına gitmelisiniz. Bu sokak: Alley Plaza de los Angeles yakınındadır. Burası iki genç sevgilinin dramatik bir hikayesine tanıklık etmesiyle tanınır.

Buradaki dar bir sokakta iki balkon bulunmaktadır. Bu balkonlardan birine çıkıp öpüştüğünüzde, yörenin yerlileri küçük bir ücret karşılığında fotoğrafınızı çekerler. Öte yandan bu geleneği yaparsanız, 7 yıl boyunca kötü şansın sizden uzak kalacağı söyleniyor.

Evet burası hakkında anlatılan efsaneyi de bilmelisiniz: Dona Carmen: inatçı ve öfkeli bir babanın tek kızıdır. Dona Carmen: evlerine yakın bir kilisede Don Luis ile tanışır ve birbirlerine aşık olurlar.

Ancak babası, azalan serveti nedeniyle Dona Carmen’i zengin ve soylu bir İspanyol ile evlendirmek ister. Evlenmediği takdirde kendisini kilitli bir manastırda tecrite göndermekle tehdit eder.

Dona Carmen ve arkadaşı Dona Brigida ağlarlar ve birlikte dua ederler. Daha sonra Dona Brigida: Don Luis ile arasında mesaj alıp götürmeye başlar. Dona Carmen: evindeki bir pencereden dışarı eğildiğinde karşı taraftaki duvara dokunabilmektedir.

Yani ev mümkün olduğu kadar dar bir sokaktadır. Bunun üzerine, sokağın diğer tarafındaki ev: genç sevgili fakir madenci Don Louis tarafından alınır. Böylece iki genç sevgilinin konuşmaları mümkün olacaktır.

Don Luis: o evin sahibi öğrenir ve evi satın alır. Evin balkonuna çıkıp, Dona Carmen hayalleriyle yaşamaya başlar. Dona Carmen de buna çok sevinir çünkü hayallerindeki adam çok yakındadır.

Bu iki aşığın konuşmaya başlamasının üstünden birkaç dakika geçmiştir ki, odanın arkasından Dona Carmen babasının bağırmalarını duyar. Arkadaşı Dona Brigida, babasının odaya girmesini engellemeye çalışsa da başaramaz ve babası Dona Brigida’yı iterek odaya girer ve hançeriyle tek bir darbede Dona Carmen’i öldürür.

Don Luis: sessizlik içinde şok olur. Dona Carmen’in tuttuğu eli yavaş yavaş soğur ve Don Luis: bu pürüzsüz, soluk ve cansız sevgilisine bir öpücük bırakır. Evet tam bu nokta: günümüzde “Kiss Alley” olarak bilinmektedir.

İki evin iki balkonu arasındaki mesafe, yalnızca 69 cm. dir. Don Luis: bu ayrılık sonrasında “La Valenciana” madeninde intihar etti.

Meksika Guanajuato Don Kişot Müzesi

 

Don Kişot Müzesi-Museo Iconografico del Quijote

Burası Allende Plazada Don Kişot ve onun yaratıcısı Sancho Panza’ya adanmış bir müzedir. 1987 yılının sonlarında açılan müzede 17 oda ve avlularda: Salvador Dali, Jose Guadalupe Posada gibi sanatçıların resim, baskı, heykeller ve el sanatlarını kapsayan 800 parça eser sergilenmektedir.

Öte yandan bu eşsiz koleksiyonda Don Kişot figürleri ilgi çekmektedir. Ayrıca: Honore Daumier, Pablo Picasso ve Miguel de Cervantes Savedra gibi sanatçıların eserlerine isimlerini veren kahramanların figürleri de bulunmaktadır.

Meksika Guanajuato Yer altı Sokağı

Yer altı Sokağı

Burası da şehirde kaçırılmaması gereken bir yerdir. Calle Miguel Hidalgo olarak bilinen, şehrin içinde çalışan eski bir nehir alanıdır. Günümüzde ise şehir trafiğini hafifletmek için kanal yol olarak inşa edilmiştir.

Meksika Guanajuato Plaza Mayor

Plaza Mayor-La Paz

Burası şehrin merkezinde, şehrin en güzel binalarıyla çevrili, yarı üçgen kare bir meydandır. Meydanda bulunan bronz anıt, mermer ocağı bazlı ve kurtuluş savaşının sonunu anmak için yapılmıştır. Anıt Başkan Porfirio Diaz tarafından 27 Ekim 1903 tarihinde açılmıştır.

Meksika Guanajuato Teatro Juarez

Teatro Juarez

Bu yapı 1872-1903 yılları arasında inşa edilmiş ve Meksika’nın en güzel tiyatrolarından birisidir. Tiyatro Başkan Diaz tarafından 27 Ekim 1903 tarihinde açılmıştır. Özellikle: 8 tane Roma Dor sütunları ilgi çekmektedir. Konumları arasında bir art nouveau fuaye bulunmaktadır.

Meksika Guanajuato Hidalgo Pazar

Hidalgo Pazar

Burası da Başkan Diaz tarafından 1910 yılında açılmıştır. Onun cephesi yöreye özgü pembe taştır. İnce demir kulesinin tepesinde dört yüzlü bir saat bulunur. Metal kubbede 30 pencere bulunur ve 35 metre genişliğinde ve 70 metre uzunluğundadır. Burada özellikle yöresel tatlılar ve el sanatları satın alabilirsiniz.

 

Mumya Müzesi-Museo de los Momias

Şehre gelen turistlerin ilk uğrak yerlerden birisidir.
19. yüzyılda şehirde uygulanan bir mezarlık vergisi varmış. Her mezar için yıllık vergi ödeniyormuş. Eğer ölünün yakınları bu vergiyi ödemezse, mezar yeri hakkını kaybeder ve merhumun naşı mezarından çıkarılırmış.

Sonunda, kimse bu vergiyi ödemeye yanaşmayınca gömülenlerin % 90’ının mezarları Belediye tarafından boşaltılmıştır. Bu arada 1833 yılında Guanajuato’da kolera salgını baş göstermiştir. Ölüler, salgın yayılmasın diye aceleyle gömülmüştür. Salgında ölenlerin yakınları mezarlık vergisini ödemeyince mezarlar açılmış ve bazı ölülerin bedenlerinin bozulmadan kaldığı fark edilmiştir.

Bölgenin kuru havası ve topraktaki mineraller bir nevi doğal mumyalama işlevi görmüştür. 1865 yılında Santa Paula mezarlığında yatan ilk mumyalanmış vücut ayıklanır ve yüzden fazla beden mezarlıktan alınıp sergilenmeye başlamış ve böylece 1865 yılında Mumya Müzesi resmen açılmıştır.

Ölülerin açıkça sergileniyor oluşu ürkütücülüğü bir yana, mumyaların yüzünde de korkunç ifadeler vardır. Mezarlar boşaltıldığında, mumyaların yüz ifadelerinden salgının yayılmasını engellemek isterlerken merhumların bazılarının diri diri gömüldüğü anlaşılmıştır.

Alman yönetmen Werner Herzog, bu mumya görüntülerini “Vampir Nosferatu” filminde kullanmıştır.

Ölülerin bedenlerinin bu şekilde sergilenmesinin etik olup olmadığı sorusu, yıllık bir milyona yakın ziyaretçi sayısı göz önüne alınınca boşlukta kalmıyor olabilir. Müzenin, kasabanın turizm bütçesine katkısı yadsınamaz.

Mumyalar bu müzede camlar arkasında, vitrin benzeri yerlerde sergileniyor. Kimisinin üzerinde halen yırtık pırtık elbiseleri duruyor, kimisinde ise sadece çorapları vardır.

Meksika Guanajuato Hidalgo Pazar

Müze turunun sonunda, asıl etkileyici sahneye tanık oluyorsunuz. “Dünyanın en küçük mumyası” etiketiyle sergilenen altı aylık cenin.

Sezaryan sırasında annesiyle birlikte ölmüş, bedeni şu an neon ışıklar altında sergileniyor. Yapılan araştırmalara göre kadının ölüm yaşının 40 olduğu yani 19. yüzyılda anne olmak için çok fazla yaşlı olduğu düşünülüyor.

Böyle ileri bir yaşta gebelikte gerekli besinleri alamadığı ve o nedenle kötü beslenme yüzünden öldüğü veya aynı dönemde bir kötü kadın (fahişe) olduğu düşünülüyor. Bu dünyanın en küçük mumyası, başlangıçta annesinin kollarında sergilendi, şimdi ise ayrı sergileniyor. 5 yada 6 aylık bir gebelik sürecinde olduğu düşünülüyor. Muhtemelen ölü doğmuş ya da doğum sırasında ölmüş olabilir.

Müzeye gelen bazı anne-babaların yanlarında çocuklarını da getirmeleri bence bu görüntüler nedeniyle hiç hoş olmuyor.

Meksika Guanajuato Ölüler Günü

Dia de los Muertos-Ölüler Günü

Nobel ödüllü Meksikalı yazar Octavio Paz: yurttaşlarının ölüme yaklaşımlarını şöyle değerlendirir “Meksikalılar için ölüm bilindik bir şeydir.

Ölümün şakasını yapar, onu kucaklar ve hatta onu kutlarlar. Doğrudur, onlar da herkes gibi ölümü ancak en azından ölümle yüzleşince bilirler. Ölümü bazen küçümserler”

Octavia Paz “Meksikalılar ölümü kutlar” derken aslında mecazi anlamda söylemiyor.
Meksikada 28 Ekim tarihinde “Ölüler Günü” kutlamaları, resmi tatil ilan edilen 2 Kasım’a kadar sürüyor. 2 Kasım’da: ölülerin ruhlarının ilahi izinle dünyaya indiğine inanılıyor.

Böylece merhum, arkadaş ve akrabalarını ziyaret etme, dünya zevklerini yılda bir kez de olsa tatma olanağı buluyorlar. Angelito denen küçük meleklerin, yani bebeklerin ve çocukların ruhlarıysa büyüklerden bir gün önce, 31 Ekim gecesi iniyor ve ertesi günü ailesiyle birlikte geçiriyor.

Ölüler günü öncesinde mezarlıklar çiçeklerle süsleniyor. O sabah aileler, yitirdikleri yakınlarının mezarlarını ellerinde mumlar, kadife çiçekleri, içecek ve yiyeceklerle ziyaret ediyorlar. Çocuk mezarlarına oyuncaklar, büyüklerinkine ise tekila şişeleriyle gidiliyor. Ruh mezarını bulabilsin diye ağır kokulu tütsüler yakılıyor.

Ardından mezarın yanına piknik örtüleri seriliyor ve merhumun sevdiği yiyecekleri hep birlikte yiyorlar. Ölüm yakın zamanda gerçekleşmiş ise, aileler bazen mezarlığa arkalarında müzisyenlerle birlikte geliyorlar ve yakınlarının sevdiği parçaları çaldırıyorlar.

Ruh önce mezarlığa sonra da eve geliyor. Azteklerin ölülerini hatırlamak için yetiştirdikleri sarı/turuncu renkli kadife çiçekleri, ruhun evi bulmasına yardımcı oluyor. Evde “ofrendas” denen sunaklar, yani üzeri delikli, renkli kağıt örtülerle kaplı küçük masalar ruhun gelmesini bekliyor.

Sunakların üzerinde merhumun resimleri, mumlar, tütsüler ve bu güne özel yapılan tatlımsı “pan de muertos” (ölü ekmeği) bulunuyor.

Bunların yanında, yine merhumun sevdiği yiyecekler ve şekerden yapılan, alnına merhumun isminin yazıldığı bir kurukafa var. Ruh eve gelince bu yiyeceklerin özünü ve aromasını alıyor. Ruh evi terk edince bu yiyecekler ve şekerden kurukafa, akrabalar, arkadaşlar ve komşular arasında paylaşılarak yeniliyor.

Kurukafa geleneği ise, Azteklerden geliyor. Aztekler ve diğer Mezoamerika toplumları, esirlerin kafataslarını zaferlerinin sembolü olarak saklar, törenlerinde sergilerlermiş. İnanışlara göre kurukafa ölümü ve yeniden doğuşu simgeliyor.

Yaşamın sadece bir rüya olduğuna, ancak öldükten sonra bu rüyadan uyanıldığına inanan Aztekler ölümü bir son gibi görmezlermiş.

İspanyol işgalciler bu törenleri Katolik inanışına saygısızlık diye nitelendirerek barbar dedikleri yerlileri bu geleneklerinden vazgeçirmek için çok çabalamışlardır.

Çabaları sonuçsuz kalınca da bu törenleri biraz olsun Hıristiyan dinine uygun formata sokabilmek amacıyla “Ölüler günü” tarihini kendi Azizler Günüyle çakışacak şekilde değiştirmişlerdir.

Daha önceleri Azteklerin güneş takvimine göre, Ölüler Günü Ağustos başında kutlanıyormuş.

Ölüler günü gecesinde aileler yakınlarının ruhlarıyla yine mezarlıkta buluşuyor.Ruhları dansa davet etmek için mezarlığın girişindeki çanlar çalınıyor. Azteklerin güneşe hürmet danslarının bir benzeri olan The Danza de los Viejitos’ta (Yaşlı adamın dansı) hep beraber dans ediliyor.

Daha sonra kadınlar ve çocuklar karanlıkta ellerinde mumlarla yakınlarının mezarlarını buluyorlar. Dua ve ilahiler söylemeye ölen yakınlarının sonsuz huzura kavuşması için Tanrıya yakarmaya başlıyorlar. Erkeklerse sessizce olup biteni izliyorlar.

Sosyologlar, Meksikalıların bu geleneklerine halen sıkı sıkıya bağlı kalmalarını ve ölülerine yas tutmaktansa insanoğlunun varoluşunun devamını kutlamayı yeğlemelerini Meksika’nın fırtınalı geçmişiyle açıklıyorlar.

İspanyol işgalcilerin yerli katliamları ve kanlı Meksika Devriminin yanı sıra son dönemdeki kartellerin yarattığı şiddet, ister istemez “doğal olmayan ölümlerle yüzleşmeyi gerektiriyor.

Meksikalı entelektüellerin devrim sonrasında ölüm kavramını sürekli işlemeleri, bu konunun insanların zihninde iyice yer etmesine yol açmış. Diego Rivere bir konuşmasında bu konuyla ilgili olarak şöyle söyler “Bir bakın atölyeme. Her yerde ölümü göreceksiniz. Her boyutta ve her renkte ölümü”

Meksika Guanajuato Diego Rivera

Diego Rivera-Museo Casa Diego Rivera

Mumya müzesini gezdikten sonra Diego Rivera’nın müzeye dönüştürülen evine gitmelisiniz.
Diego ve ikiz kardeşi 1886 yılında bu evde doğmuştur. Anneleri doğum sırasında komaya girince öldü sanılmış.

Neyse ki, bir hizmetli nefes aldığını fark etmiş de kadıncağız canlı canlı tabuta konmaktan kurtulmuştur. Bir sene sonra Diego ikiz kardeşini kaybetmiş ve tek çocuk olarak büyümüştür.

Daha küçük bir çocukken ilk sergisini açan Diego aldığı bursla Madrid’e gitmiş, Avrupa’nın çeşitli ülkelerini dolaştıktan sonra, 1911 yılında Paris’e yerleşmiştir. Burada Cezanne’dan çok etkilenmiş kübizme yönelmiştir.

Meksika’ya döndükten sonra duvar resimleri yapmaya başlayan Diego 1929 yılında, Frida Kahlo ile evlendiği yıl, Meksika komünist partisiyle ters düşerek partiden atılmıştır.

Komünist parti, Diego’nun devletin hizmetinde çalışmasını kabul edilemez bulmuş. Diego devletten aldığı maaşla yetinemeyince Frida’yı da alarak Amerika’ya taşınmıştır. Detroit şehrinde çalışırken Rockefeller’in daveti üzerine New York şehrine gitmiş ve yeni RCA binasında devasa bir duvar resmi yapmaya başlamıştır.

İlk yaptığı işlerden biri Moskova’daki 1 Mayıs kutlamalarını resmetmek olunca, Rockefeller bu konuda rahatsız olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine bir de Lenin’in portresini eklemesi, Diego’nun çok geçmeden işten kovulmasına neden olmuştur. Frida ile birlikte 1934 yılında Meksika’ya dönmek zorunda kalmıştır.

Yaptığı fresklere siyasi görüşlerini yansıtan Diego halk arasında politik bir lider gibi saygınlık kazanmıştır. Meksika tarih ve geleneklerini, toprak, çiftçi ve işçileri resmettiği canlı renklere sahip eserleri, Diego’yu sadece Meksika’nın değil, dünyanın 20. yüzyıldaki en büyük sanatçılarından biri yapmıştır.

Bugün birçok Meksikalı Diego’nun Frida’dan daha büyük bir sanatçı olduğunu düşünüyor ve onun haksız bir biçimde Frida’nın gölgesinde kaldığını iddia ediyorlar.

1954 yılında Frida’yı kaybettiğinde Diego yıkılmış “Artık söylemek için çok geç ama anladım ki hayatımdaki en harika şey Frida’ya olan aşkımdı”.

Frida’nın ölümünden bir yıl sonra: kendisine kanser teşhisi konmuştur. Diego’nun 1957 yılında kalp rahatsızlığından ölmeden önce, küllerinin Frida’nınkilerle karıştırılması vasiyetinde bulunmuş, bu vasiyeti devlet tarafından yerine getirilmemiş ve başkentteki Panteon Civil de Dolores mezarlığına gömülmüştür.

Bugün bu müzede, Diego’nun kişisel eşyalarının yanı sıra kübizm dönemi eserleri ve erken dönem çalışmaları görülebilir.