Kral Kroisos

Kral Kroisos

 

Antik dönem tarihinde önemli bir yeri olan Lydia kralı Kroisos’un ismi birçok yerde karşımıza çıkar.

 

Kroisos, günümüzden 2600 yıl kadar önce, Salihli yakınlarındaki Sardeis’te oturan Lydialı Mermnad Sülalesinin hükümdarı Alyattes’in (MÖ 619-560) in; Karialı bir anneden olma en büyük oğludur.

 

Prenslik yıllarında Adramytteion (Edremit) valiliğinde bulunduktan sonra, 35 yaşında tahta çıktı. (MÖ 560)

 

O, gerçekten eski çağın en varlıklı hükümdarlarından biriydi. Zenginliği ve cömertliğiyle antik dünyanın en saygın kişilerinden biri durumuna geldi. Daha o zamanlar, çok varlıklı kişiler “Kroisos gibi zengin” nitelemesiyle anılıyordu, Atinalı zenginler çocuklarına “Kroisos” adını veriyorlardı.

 

Ona olan hayranlığın başlıca nedeni “cömertliği” idi.

 

Kroisos paha biçilmez hediyeler gönderdikçe, Yunanlar da ona daha önce hiçbir ölümlüye göstermedikleri saygı ve sevgiyi gösteriyorlardı.

 

En görkemli hediyeler, başta Delphi Apollon Tapınağı olmak üzere, Efes Artemis ve Didyma Apollon gibi kehanet merkezlerine gidiyordu.

 

Dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Efes Artemis Tapınağının inşasına büyük yardımlarda bulundu.

 

Kral Kroisos

 

Kroisos’un sonu

 

Kroisos’un sonu hakkında hangi öykü gerçek olursa olsun, Lydia krallığı MÖ 546 yılında, Büyük Kryors tarafından tarih sahnesinden silindi ve ülke MÖ 334’te Büyük İskender’in gelişine kadar, yaklaşık 200 yıl süre Pers Akhaimenid Krallığının egemenliği altında kalmıştır. Göründüğü kadarı ile, Lydia hazinesi olarak bilinen sanat eserleri, Kroisos’un zamanından günümüze ulaşan zenginliğin küçük bir yansımasını oluşturmaktadır.

 

Halen Uşak Müzesinde “Karun Hazineleri” (Lydia Hazinesi) başlığı ile sergilenen eserler: Uşak’a bağlı Güre köyündeki bir gurup tümülüs ile Manisa Kırkağaç ilçesindeki Harta tümülüsünde, kaçak kazılar sonucu ele geçirilmiş koleksiyondur.

 

450’nin üzerinde parçadan oluşan koleksiyon, büyük bölümü gümüş olmak üzere, altın, bronz, yarı değerli taşlar ve pişmiş toprak eserleri kapsar. 1960’lı yıllarda yağmalanan eserler, 1966-1968 yılları arasında, Jandarma tarafından el konulup Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesine teslim edilenler hariç, Amerika Birleşik Devletlerine kaçırılmıştır. Amerika’ya götürülen eserler, New York Metropoliten Museum of Art tarafından satın alınmış ve 1984 yılında düzenlenen bir sergiyle ilk kez tanıtılmıştır.

Kültür Bakanlığı, eserlerin Türkiye’ye getirilmesi için harekete geçmiş ve 1987 yılında New York Eyalet Mahkemesinde dava açılmıştır. Dava sürecinin sonlarına doğru Metropoliten Müzesi, hazineye ait tüm parçaların iadesini kabul etmiş ve eserler Ekim 1993 tarihinde Ankara’ya getirilmiştir.

Hazine Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilendikten sonra, 14 Şubat 1996 tarihinde, anayurdu Uşak’a nakledilmiştir.

 

Kral Kroisos Hazinesi

 

Dünyanın en mutlu insanı

 

Atinalı bilgin Solon, bir gün Kral Kroisos’u ziyarete Sarayına gelir. Zenginliğiyle gösteriş yapmayı seven Kral, Solon’u sarayında gezdirip hazinelerini, edindiği varlığı büyük bir keyifle gösterir. Sonra da, Solon’a sorar “Sevgili Atinalı bilge dostum Solon, senin engin bilgine dair çok şey duydum, bilginin peşinden tüm dünyayı dolaştığını biliyorum, peki söyle bana “Kimdir dünyanın en mutlu insanı?”

 

Solon, Kral’a hitaben “kendisinin, dünyanın en mutlu kişisinden sadece bir tanesi olduğunu” söyler.

 

Kral Kroisos bu cevaptan rahatsız olur. Diğer ölümlüler, nasıl muhteşem bir sarayı, devasa bir krallığı olan Kroisos’tan daha mutlu olabilirler?

 

“Neler diyorsun Atinalı dostum. Nasıl oluyor da beni bu basit ve ölümlü insanlardan daha az mutlu buluyorsun”

 

Solon şöyle der “Bugün işler iyi gidiyor diye, yarın da iyi gideceğini farz etme. Her an başına talihsizlikler gelebilir, bugün mutlu iken yarın da mutsuz olabilirsin. Senin mutlu bir insan olup olmadığını ancak ölünce anlayacağız.”

 

Bana ilginç geldi, paylaşmak istedim, demek ki mutluluk sadece zenginlikle bağlantılı değil denmek isteniyor, ama yoruma açık bence farklı düşünceler de olabilir, fakirlik, yoksulluk mutluluk getirir mi?

 

 

 

 

Şili Tarih

Şili Tarih

Şili “Dünyanın bittiği yer” ya da “Aymara” yerlilerinin diline göre “denizin başladığı yer” dir.

Geçimini denizden kazananlar, ülkenin kıyılarında yaşıyorlar. Kuzeyde “changolar” vardı. Güneyde ise, güneyin soğuk sularının balıkçıları “chono, alacalufe” ve “yaganlar” bulunuyorlardı.

Tarımla uğraşan topluluklar “İnka imparatorluğu” ile yakınlıklarına bağlı olarak az ya da çok kalkınmışlardı. Tıpkı “Atacamenolar” ve “Diaultalar” da olduğu gibi, tarım tekniğinde “teras” sistemleri sayesinde, önemli gelişmeler elde etmişlerdi.

Orta ve Güney kesimlerde “Picunche, Hulliche ve Cuncolar”: hububat ve baklagiller elde etmek amacıyla toprağı işliyorlardı. Bu gurubun, en kalabalık ve en yayılmış ırkı “Mapucheler” di.

Mapuche kelimesinin anlamı: “toprağın insanı” demektir. Ayrıca “Mapucheler” de tıpkı bu kelimenin anlamına uygun olarak, yaşamlarını hayvancılık ve tarımla idame ettiren yerleşik bir toplumdu.

Diğer İspanyol dönemi öncesi toplumlar kadar ilerleme kaydetmemiş olmalarına rağmen, ayin ve inanışlarında bugüne kadar zengin bir çeşitlilik göstermişlerdir.

Bu yerlilerin savaşçı ruhu bazı şairlerde hayranlık yaratmış, nitekim İspanyol şairi !Alosso de Ercilla Zuniga!; 16’ncı yüzyılda yayınladığı “La Araucana” adlı epik şiirinde (destan) onların kahramanlıklarından, örf ve adetlerinden bahsetmiştir.

“And dağları”ndaki zorlu bir yolculuğun ardından: Peru’yu ilk fethedenler arasında bulunan “Diego de Almagro”; 1536 yılının Mart ayının son günlerinde; Şili-Copiapo vadisine ulaşır.

Oradan: Aconcagua ve Maipo vadilerine varana kadar, bölgeyi dolaşır. Her ne kadar “Almagro” Şili kaşifi olarak kabul edilse de Portekizli denizci “Hernando de Magallanes (Macellan)” 1520 yılında, adını verdiği Büyük Okyanus ile Atlas Okyanusu arasındaki geçidi bulmuştur. Aslında, o ülkenin en güneyinde yer alan, sonraları onun anısına “Macellan” adı verilmiş olan boğazı keşfetmiştir.

Başlangıçta “Pizarro” ve “Almagro” arasındaki uyuşmazlıklar; Yeni Toledo diye tanınan yeni toprakların iskanının Asilzade Pedro de Valdivia tarafından gerçekleştirilmesine imkan sağlamıştır. 12 Şubat 1541 tarihinde “Mapocho vadisi”nde, “Santiaga del Nuevo Extremo” adıyla şehri kurmuş ve o günden sonra, ülkenin bugünkü başkenti gelişerek adını korumuştur.

O yıllarda: bu topraklardaki İspanyolların ilerlemelerini güçleştiren birtakım engeller ortaya çıkmıştır. Çeşitli entrikalar, ilk yerli saldırıları, İspanyol nüfusun az olması, Peru’daki fatihler (İspanyol komutanlarına verilen ad) arasında çıkan iç çatışmaların uzun sürmesi, bunlardan en önemlileridir. Buna rağmen “Pedro de Valdivia” büyük bir azimle, ülkenin kuzey ve güneyine doğru, yavaş yavaş şehirler kurarak ilerlemiştir. 1544 ve 1553 yılları arasında: sonraları birçok bakımdan önemli şehirlerin çekirdeklerini oluşturacak en az 7 tane yerleşim yeri kurmuştur.

“Valdivia” başlattığı bu ilk hareket “Mapuche” halkının, İspanyol ve Criollo varlığına karşı sürekli bir direniş göstermesine rağmen, sonraki yüzyıllarda hatta 19’ncu yüzyıla girene dek halefleri tarafından büyük bir kararlılıkla devam ettirilmiştir. Aynı zamanda barış adına yapılan ortak çabaların bir sonucu olarak ilan edilen ateşkes dönemleri (Parlamentolar olarak bilinen) ilişkilerin dönüm noktaları olarak tarihe geçmiştir.

Genel olarak 17’ncu yüzyıl keşifleri ve nüfusun yayılmasına imkan sağlamıştır. 18’nci yüzyılda ise ekonomik gelişmelerde önemli bir artış olmuştur. Bu yüzyıldaki ekonomik gelişmeler, 19’ncu yüzyılda ortaya çıkan ve oluşan politik sınıf ile tamamlanan süreç, geleceğin Şili’sinin, Cumhuriyet olarak doğuşunun temelini atmıştır.

19’ncu yüzyılın sonlarına doğru: tüm dünyada, yaklaşan yeni 1000 yılda belirgin olacak bir dizi olay meydana gelmiş, Şili toplumunun bir kesimi de, aydınlanma fikirlerinin etkilerine ya da Amerika Birleşik Devletlerinde, bağımsızlığın ilan edilişi gibi olaylara kayıtsız kalmamıştır. O dönemin tarihsel gerçekliği, gözle görülür değişimlere dayalı olduğundan; Şili’de bu durum, 18 Eylül 1810 yılında, Santiago’da, açık bir şehir meclisinde, ilk hükümet meclisinin kurulması şeklinde gerçekleşmiştir.

Bu olay: Hükümet Meclisi’nin üyelerinin “kanlarının son damlasına kadar bu krallığı savunacakları ve “Kral VII. Fernando adına bu krallığın muhafaza edilmesi gerektiğini beyan etmeleriyle” İspanyol Monarşisi’ni karşılarına almadan, ülkenin kendi hükümetini ilan etmesi anlamına geliyordu.

4 Temmuz 1811 tarihinde, ilk Millet Meclisi kurulmuştur. Bir süre sonra, bir dizi olaylar zinciri, bir asker olan “Jose Miguel Carrera” nın, iktidarın başına geçmesine ve 1811-1813 yılları arasında ülkeyi yönetmesine yol açacaktır. Bundan dolayı: Peru kral naibi Fernando de Abascal, Şili sömürge düzeninin dışına çıkılmış olmasından dolayı, Santiago üzerine 2000 askerden oluşan bir ordu yollanmasını emretmiştir. Bu olayla birlikte, savaşanlarla dolu ve “Reconquista” (Yeniden fetih) evresi olarak bilinen (1814-1817) bir dönem başlayacaktır.

1817 yılında: General Bernando O’Higgins’in, şehir Meclisinde yeniden “Üstün Milli Başkan” olarak seçilmesine kadar devam eden savaşlar, aslında eski düzenin yeniden oluşturulması çabalarının beraberinde getirdiği bir durumdu. 12 Şubat 1818 tarihinde, O’Higgins Şili’nin bağımsızlığını ilan etmiştir.

Sonraları; yeni Cumhuriyetin gelişimi her kurumun başlangıçtaki doğal dalgalanmaları ile devam eder, ancak ilk anlardan itibaren, ülkenin kültürel gelişimine öncelik verilmiştir. 1843 yılında: kurulan Şili Üniversitesi rektörlüğüne, Güney Amerika’nın o yıllardaki en önemli aydınlarından biri olan, Venezuella’lı Andres Bello getirilir. Daha sonra, 1888 yılında Şili Katolik Üniversitesi de kurulacaktır.

1828 ve 1833 Anayasalarının düzenlenmesiyle 19’ncu yüzyılın sonlarına doğru, Şili oturmuş bir Anayasal düzeni olan bir ülke olarak karşımıza çıkar.

20’nci yüzyılın başlarına gelindiğinde ise: dünyada gelişen bir takım olayların etkisiyle, Şili toplumu bir kez daha köklü değişimler yaşamıştır. Sanayinin gelişmesi, bir orta sınıfın ve işçi guruplarının ortaya çıkışı, ülkenin siyasi haritasını yeniden biçimlendirmiştir. 1920 yılında, “Arturo Alessandri”nin Cumhurbaşkanı olarak seçilmesinden sonra, çeşitli politik guruplar arasında kutuplaşmalar ortaya çıkmasına rağmen “Alessandri” plebisit yoluyla Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesine imkan sağlayan bir anayasa hazırlamayı başarmıştır.

Bununla beraber, giderek artmakta olan gerginlik ve sonraki yıllarda zaman zaman da anarşik olaylar şeklinde tezahür eden sosyal çalkantılar eksik olmayacaktır. Alessandri’nin tekrar görevi devralması (1932-1938) ile günümüze kadar muhafaza edilen Cumhurbaşkanlığı sistemi sayesinde tekrar normal hukuk düzenini sağlamak mümkün olmuştur.

Kültürel dünyada; politik ve sosyal çatışmalardan uzak, 1920 ve 1938 yılları arasında ilk yapıtları yayınlanan yazarlardan, yeni bir kuşak oluşmuştur. Bunlar arasında: Pablo Neruda, Gabriela Mistral, Vicente Huidobro gibi şairler ve Eduardo Barrios, Gonzales Vera, Pedro Prado, Manuel Rojas ve Maria Luisa Bombai gibi romancıları saymak mümkündür.

1970’lerde: radikaller, komünistler, sosyalistler, MAPU ve sol Hıristiyan Partilerden oluşan Halk Cephesi (Unidad Popular), tarafından desteklenen sosyalist “Salvador Allende” Devlet Başkanı seçilir. Allende hükümetinin ülkede derin bir sosyal ve siyasi içerikli kutuplaşmaları beraberinde getirmesine rağmen, bakır madeninin kamulaştırılması, tarım reformunun genişletilmesi gibi önemli icraatlar gerçekleştirebilmiştir.

1973 yılında: Silahlı Kuvvetler anayasal ve politik kısıtlamalar getirip bir askeri cunta ile fiilen hükümete el koyar. Bu cunta sonraları General “Augusto Pinochet” in devlet başkanı olarak iktidara gelmesine yol açacaktır. O’nun, iktidarda olduğu dönemde neoliberal bir ekonomi politikası uygulanmıştır.

1980’li yıllarda: sonlara doğru, General Augusto Pinochet’nin 17 yıl süren hükümetinin son dönemlerinde, 1980 Anayasasına dayanarak, mevcut Pinochet hükümetine karşı “Hayır” cevabı ile çeşitli partilerin koalisyonunun galip çıkacağı bir halk oylaması yapılır.

Demokratik sistemin yeniden oturmasının ardından kurulan Patricio Aylwin Azocan’ın başkanlığındaki (PDC) ilk hükümet: sağlık ve eğitim hususlarında iyileştirme ve yoksulluk oranını düşürme konusunda önemli çalışmalar yapmıştır.

11 Mart 2006 tarihinde, Şili Cumhuriyetinde ilk defa bir bayan, Cumhurbaşkanlığı görevine getirilir. Doktor Michele Bachelet Jeria. İlk icraat olarak, ülkenin karşı karşıya kaldığı acil çözüm bekleyen sorunlar için 40 maddelik bir önlem paketi hazırlar.

Maldivler Tarih

Maldivler Tarih

Maldivler Tarih;

Adalar, ortaçağ döneminde: dünya ticaretinde para birimi olarak kullanılan “deniz kabukları” nın bol miktarda bulunduğu bir yer olarak önem kazanmaktadır.

Adaların oluşumu: 50 milyon yıl önce, yerkabuğunun kabarması iledir. Hindistan ve Afrika civarında, okyanus altındaki volkanik dağların kırık parçaları da, atolleri meydana getirmiştir.

İlk yerleşimcilerin, bu adalara nasıl geldikleri meçhuldür. Ancak, büyük olasılıkla, bunların denizci oldukları ve deniz yolu ile buraya geldikleri kesindir. Tarihçiler, günümüzdeki araştırmalarında, adalardaki ilk yerleşimin 2500 yıl öncesine kadar gittiğini düşünürler. Sri Lanka üzerinden gelen göçmenler: MÖ.500 yılında, buraya yerleşmişlerdir. Bunlar adaya kendi kültürlerini de getirmişlerdir. Bunun sonucunda: adada, Budacı ve Hindu inançları ve mimari tarzına ait kalıntılar görülmektedir. Ancak, bunların bir kısmı ortaya çıkarılmıştır.

1150 yılında,

Maldivler ülkesinde, İslam dini kabul edilmiştir. Büyük olasılıkla, bu dönemde, Araplar, buranın insanını İslam ile tanıştırmış olmalıdırlar. Ancak, bölgede Arap kültürüne ait herhangi bir mimari kalıntı bulunmamaktadır.

Maldivlerde İslam’ın kabulü hakkında anlatılan bir efsane şöyledir: “Her ay: adada bulunan kızlar arasından, kura ile seçilen bir genç bir kız, deniz şeytanını yatıştırmak için, tapınakta kendisini krala sunmak zorundadır. Bu kız, ertesi gün ölü bulunur.

Bir gün: Faslı bir tüccar olan Abul Yusuf: kurban olarak seçilen ve ertesi günü tapınağa gidecek olan bir kızın evine konuk olur. Bu geleneği öğrendiğinde, dehşete düşer ve kızın kılığına girerek, o gece tapınağa gider. Sabah olduğunda ise: kız kılığındaki tüccar Yusuf’un halen sağ olduğu ve Kuran’dan ayetler okuduğu görülür. Gece boyunca: kral, kendisine İslam’dan çeşitli sorular sormuş ve aldığı cevaplardan çok etkilenmiştir. Bunun üzerine, kral Müslüman olmuş ve İslam’ı ülkenin resmi dini olarak ilan etmiştir. Aynı zamanda, kral ismi kullanılmaya başlanmış, ülkeyi yönetenlere “Sultan” denilmeye başlanmıştır.

1499 yılına gelindiğinde: Hint Okyanusunda, Portekiz sömürge dönemi başlar. O zamana kadar, dindar balıkçılar ve denizcilerden oluşan Maldivler halkı; Male adasına; özellikle bir ticaret merkezi haline gelmesi sonucu; Portekizli sömürgeciler tarafından göz koyulmuştur. Ayrıca: gemi ipi yapımında kullanılan Hindistan cevizi lifinin bol bulunması ve uluslararası para birimi olarak kullanılan deniz kabuklarının bolluğu da etkendir.

Bunun üzerine,

Portekizliler, bölgeyi işgal ederler. 1559 yılındaki işgal edilse de, 15 yıl sonra Maldivliler bağımsızlıklarına kavuşurlar. Bu bağımsızlık mücadelesinde: Ada başkanı ve tüccar bir babanın oğlu olan “Muhammed Thakurufaan” ın, önemli rolü bulunur. Maldivlerin ulusal kahramanı olarak kabul edilen bu kişi: 16’ncı yüzyılın ortalarında, kuzeydeki Utheem adasında yaşamıştır. Din ve savaşçılık konusunda eğitim alması için, Hindistan’a gönderilmiştir. Daha sonra, babasının gemilerinde kaptanlık yapmak üzere, yeniden Utheem adasına döner. Bu sırada: ada halkı, Portekizliler tarafından, İslam’dan uzaklaştırılarak, Hıristiyanlığa geçmeye zorlanmaktadırlar. Bunun üzerine, bir halk ayaklanması çıkarmak için, işgal altındaki adalardan birine, yanında küçük bir vatansever gurupla birlikte girer. Klasik bir gerilla taktiği olan vur-kaçla, Portekizlileri birçok kez uykularında öldürüp izini kaybettirir. Bunun üzerine, Portekizli işgalcilerin moralleri bozulur ve ada sakinlerine “Ya Hıristiyanlık Ya Ölüm” tercihin sunarlar ve verilen sürenin dolmasına 1 gün kala, yerel direnişçiler, Male ve diğer işgal altındaki adalara girerek, bağımsızlıklarını ilan ederler.

Bu olay: her yıl, ay takviminin 3’ncü ayının, ilk günü “Ulusal Gün” olarak kutlanır.

Evet, Portekiz işgalinin bitirilmesinin ardından: Sultan, ülkede çeşitli yargı ve yürütme reformları yapmıştır. Düzenli ordu kurulmuş, deniz kabukları yerine, ticarette madeni para kullanılmaya başlanmıştır. Bunun yanında, yabancı ülkelerle ticaretin geliştirilmesi için girişimlerde bulunulmuştur. Ancak, bu gelişen ticari durum, özellikle Hintli korsanların dikkatini çekmiştir.

1610 yılında, Hintli korsanlar, Male adasına baskın düzenleyerek Sultanı öldürürler. Ancak, daha sonra geri püskürtülürler.

Maldivler Tarih;

17’nci yüzyıla gelindiğinde:

Bu kez, Hint okyanusunda Flemenkler görülür. 1672 yılında, Maldivliler, onlarla iyi ilişkiler kurarlar. Daha sonraki dönemlerde, Hindistan üzerinden gelen işgal girişimleri ve saldırılar, Maldivler yönetiminin Fransızlarla kurduğu ilişkiler ile önlenmeye çalışılır.

18’nci yüzyılın sonlarına gelindiğinde: Hint okyanusundaki güç dengeleri İngilizler lehine değişmeye başlar. Sultanlar, bu kez İngilizlerle yakın ilişkiler kurarlar. 1835 yılında, ilk kez, İngilizler adada görülürler ve bölgenin deniz haritasını çizerler.

1887 yılında: Sultan, İngilizleri adadan uzaklaştırmak için çeşitli girişimlerde bulunur. İçişlerinde bağımsız ancak dış ilişkilerinde İngilizlere bağlı bir toplum konumuna gelirler.

1932 yılına gelindiğinde: yazılı Anayasa ilan edilir. 1935 yılında, Sultan Nuruddin İskender: Deniz ve Karanın Sultanı, 12.000 adanın Hakimi ve Maldivlerin Sultanı” olarak ilan edilir. Ancak, 1944 yılında, Sultan tahttan indirilir. 1945-1954 yılları arasında, ülkenin ilk Cumhurbaşkanı olarak “Emin Didi” seçilir. 1965 yılına gelindiğinde, bu kez, İngiltere’nin korumasını sarsan bağımsızlık görüşmeleri başlatılır. 11 Kasım 1968 tarihinde, İkinci Cumhuriyet kurulur ve bu gün, günümüzde de “Cumhuriyet Günü” olarak kutlanır.

Maldivler Tarih;

1979 yılında:

Ulusal referandumla, Gayyum, Cumhurbaşkanı seçilir. Bu dönemde: turizm gelirlerinde büyük artış yaşanır ve Maldivler, kalkınma dönemine girerler. 1988 yılında, Sri Lankalı, Tamil gerillaları yani teröristler: Maldivlerde, darbe girişiminde bulunurlar ve bu sıradaki çatışmalarda, birçok Maldivli hayatını kaybeder ve bir süre Hint askeri güçleri, Male şehrinde konuşlandırılırlar.

1998 yılına gelindiğinde ise, yeni bir Anayasa ilan edilerek, yeni bir dönem başlatılır. 2003 ve 2004 yıllarında, ülkede yine çeşitli gösterilerin düzenlendiği görülür. Bunun üzerine siyasal reformlar yapılır. 2004 yılı Aralık ayında: tsunami felaketi yaşanır. Bu felaket sırasında: 19 tatil köyü ve 50 ada, sular altında kalır. Dev dalgalar, 110 kişinin ölümüne ve binlerce Maldivlinin evsiz kalmasına neden olur.

Gelelim sonuca: özellikle son bölümlerde anlattıklarımı dinleyen okurlar, büyük olasılıkla, “ya ben burayı tatil cenneti olarak düşlüyordum, özellikle son yıllarda burada birçok terör eylemi, gösteri düzenlenmiş ve 2004 yılındaki tsunami bunların üzerine tuz-biber ekmiş. Ya, ben güzel bir tatili düşleyerek buraya gittiğimde, yine aynı şeyler olursa?” şeklinde duygulara kapılabilir.

Şunu unutmamak gerekir: Maldivli, şunun bilincinde dir “turist yani yabancı ziyaretçi kendi ülkesinin geleceği, ekmeğidir, bu ziyaretçi ürkütülür ve ülkeden uzaklaştırılırsa, Maldivli aç kalır” Bunun bilincindeler ve karışıklık anlarında, yabancı ziyaretçilerin etkilenmemesi için her türlü önlem alınıyor ama elbette doğal afetlere önlem almak mümkün değil, yine de içiniz rahat olarak bu ülkeye gidip güzel bir tatil yapabilirsiniz.