Ankara Gecik Cami

Ankara Gecik Cami

Nazım Bey mahallesi, Ulucanlar caddesindedir.

Kitabesinde, 1443 yılında yapıldığı kaydedilmekte ise de kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Ulucanlar caddesinin seviyesi alçaltılmış olduğundan, Mescit, cadde yanında teşkil olunan bir platform üzerinde kalmaktadır. 9.70 x 6.60 metre ebadında, dıştan taş temeller üzerinde, ahşap hatıllı ve kerpiç duvarlı, çok basit ve ufak bir yapıdır.

Dış görünüş itibarıyla, hiçbir sanat değeri bulunmayan mescidin, kıble duvarındaki alçı mihrabı, tetkike değerdir.
İki sıralı, dikdörtgen pencerelerle aydınlatılan mekanı örten ahşap tavan da, pek fazla değer taşımıyor.

Tavan hizasına kadar yükselen bir sıra palmet ile nihayetlenen alçı mihrabı, beden duvarlarından hafif çıkıntı teşkil etmekte olup, niş yarım silindirik ve üzeri mukarnaslıdır.

Niş üzerindeki kısımlar ise, kabartma olarak geometrik motiflerle süslenmiş ve bütün çevresi, Kelime-i Tevhit yazılı bir kitabe ile çevrilmiştir. Kuzey kısmında, sonradan ilave edilmiş kadınlar mahfilinin ortası, ileri doğru bir çıkma meydana getirir.

Güney Afrika Cape Town Tarih

Güney Afrika Cape Town Tarih

 

Ülkede: Cape Town şehrinin bulunduğu bölge: on binlerce yıl önce: göçebe ve avcı-toplayıcı “Sanlar” ın ülkesidir. “San” kültürüne ait kaya resimleri, şehir çevresinde özellikle “Cederberg Wildenerss Area” (Cederberg Yaban Adası) da görülmektedir. Şehir merkezindeki “The South African Museum” denilen yerde, bunların gayet güzel korunmuş ve günümüze ulaşmış örnekleri sergilenmektedir.

“San” ların ardından, bölgeye günümüzden yaklaşık 2000 yıl öncesinde: bu kez “Koiko” denilen sığır çobanları yerleşmişlerdir. Koikoiler: hayvan sürüleriyle ilgilenip, çevredeki komşu halk ile sığır ticareti yaparlar ve bu sırada daha kuzeye çekilen Sanlar ise: avcılık yaparlardı.

İşte: ilk kaşifler bölgeye geldiklerinde, böyle bir ortam bulunuyordu. Ama, bu ortam, 200 yıl geçmeden kısa sürede değişmek durumunda kaldı. 15. yüzyıl sonlarında: Hindistan’a ulaşmak için, en kısa deniz yolunu ararken, buraya ulaştılar.

1488 yılında, Baharat yolunu keşfetmek için denize açılan Portekizli denizci Bartomoleu Dias: buraya yani Güney Afrika topraklarına ayak basan ilk yabancı olarak tarihe geçti. Gemisiyle buraya ulaşan Dias: çok uzaklardan bile görülebilen Masa dağının çekimine kapılarak, karaya içme suyu bulmak üzere yanaştı ve körfeze demirledi, bölgeye “Aguado de Sao Bras” adını verdi. Günümüzde burası: “Mossel” körfezidir ve Diasın anısına bir müze, burada bulunmaktadır.

Evet: Dias: Hindistan’a giden baharat yolunu bulamamıştır, ama “The Cape of Good Hope” yani “Ümit Burnunu bulan ilk kişi olarak tarihe geçmiştir.

Takip eden süreçte, 10 yıllık bir sürecin ardından: yine bir Portekizli denizci Vasco da Gama: Ümit Burnu’nun çevresinden dolaşarak Hindistan’a ulaşmış ve Baharat Yolunu keşfetmiştir. Bu sırada: bölgenin yerli halkı Koikolar: buraya uğrayan gemi çalışanları ile iyi ilişkiler kurmuşlar ve Hint adalarına seyahat eden gemiler, uzun seyahatlerinde burayı sık kullanır hale gelmişlerdir.

Hatta: gemiciler bu seyahatlerinde, evleriyle temas kurmak için, eve dönüş yolundaki gemiler tarafından alınmak üzere: yazdıkları mektupları, buradaki “postane taşları” altına koyarlarmış. Günümüzde bu taşların birkaç örneği “South African Cultural History Museum”de sergilenmektedir.

17.yüzyıla gelindiğinde: birçok ticaret şirketinin birleşmesiyle kurulan: kendi donanması ve ordusu bulunan dünyanın en güçlü kuruluşlarından olan “Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası”: Ümit Burnu’na gözünü koymuştu.

Hatta “gemilerin personeli için yiyecek yetiştirilen ve aynı zamanda gemiler için bir onarım merkezi ve hastane olarak çalıştırılmak üzere, “Masadağı” körfezi üs olarak seçilmiştir. Üssü kurma görevi ise: 23 yaşındaki Riebeeck’e verilmiştir.
Riebeeck: karada, çamurdan bir kale inşa ettirir ve taze meyve ve sebze yetiştirmeye başlar. Hatta: buralarda çalıştırılmak üzere, Hint adalarından köleler getirilir.

1666 yılına gelindiğinde ise: burada, “Castle of Good Hope” isimli daha büyük bir şato yapılır. Yerleşim çevresindeki kırsal alan yayılır, tahıl tarımı başlar. Uzun yıllar boyunca: Sanlara ve Koikoilere ait arazi: 1658 yılında bölgeye ilk büyük çaplı üzüm bağlarının dikilmesiyle, Hollandalıların mülkü haline gelir.

Cartoon map of World

18.yüzyıl başlarında ise, bölgeye: Alman ve Fransız göçmen akınları yoğunlaşır ve bölge yerli toplumları parçalanmaya başlar ve hatta 1713 yılındaki “çiçek” salgınında birçoğu ölür. Kalanlar ise, gerek Sanlar ve gerekse Koikoiler birbirlerine karışırlar ve günümüzdeki nüfusun melez kısmını oluşturur.

Bu sırada: bölge valisi Simon van der Stel: bölgede: olağanüstü zarif Flemenk tarzı büyük malikaneler ve köşkler kurdurur ve bir yandan da Güney Afrika şarap sanayini kurar.
Yine aynı dönemde: bölgeye Avrupalı dindar mülteciler de gelmeye devam ederler. Bunlar arasında Fransa’dan gelen ve Huguenotlar olarak isimlendirilenler: Franschoek olarak bilinen yerde, üzüm bağları dikerler. 1750 yılına gelindiğinde: ilk olarak Riebeceeck tarafından oluşturulan ve sonra geliştirilen bu ufacık yerleşim yeri: 3000 kişilik bir nüfusa sahip olur ve bu yerleşkenin ismi “Kaapstad-Cape Town” olarak anılmaya başlanır.

1795 yılına gelindiğinde: Muizenberg Savaşı sonunda kazanan İngilizler: Cape Town ve Baharat Yolunun kontrolünü ele geçirirler. Böylece: bölgede Hollanda-Doğu Hindistan Kumpanyası tarafından uygulanan tekeller kaldırılır ve ticaret serbest hale getirilir.

Bunun sonucunda: Cape Town şehri: uluslar arası öneme sahip bir deniz limanı haline gelir. 1814 yılında, burası kazanılan bir savaşın ardından resmen İngiliz sömürgesi olmuştur. Başlıca şirketler burada bürolar açarlar ve kısa zamanda şehrin alt yapısı oluşturulur.

Aynı dönemde, şehrin çevresindeki küçük yerleşim yerleri de gelişmeye başlamıştır. Simon körfezi: donanmaya ev sahipliği yapar. Burada bulunan kasaba “Simon kasabası” ismini alır ve sürekli gelişen balıkçılık ve balina avcılığının merkezi olur.

Güney Afrika’nın doğusunda altın ve elmas bulunmasıyla: 19.yüzyılın sonuna gelindiğinde: Cape Town şehrinin iyice geliştiği görülür. Caddeler, ticaret binaları, bankalar, güzel konaklar ve büyük mağazalar sıralanır.

1910 yılına gelindiğinde: 8 yıl süren, Britanyalılar ve Flemenkçe konuşan Boerler arasındaki kanlı “Boer savaşları” sonunda: karşıt taraflar “Güney Afrika Birliği”ni oluşturmak için bir araya gelirler ve “Cape Town”: yeni birleşen ülkenin resmi başkenti olur.

Afrikalılar: işbirliği yaparak İngilizlerin zaferinde pay sahibi olmuşsalar da; birleşmeden yarar sağlayamamışlardır. Yeni oluşturulan hükümet: “Cape Town Houses Parliament” de: beyaz olmayanların haklarını gitgide kısıtlayan yasalar çıkarmaya başlarlar. 1913 yılında “Mülk edinme” hakkı kısıtlanır ve 1936 yılında ise “oy vermeleri” yasaklanır.

1960 yılında: düzenlenen barışçıl bir gösteride: üç göstericinin polis tarafından öldürülmesinin ardından; baskıya karşı silahlı mücadele tetiklenir. Nelson Mandela ve Walter Sisulu gibi önde gelen ırk ayırımcılığı karşıtları: Cape Town açıklarında bir ada olan “Robben Island” denilen yerde uzun süreli hapis cezalarına çarptırılırlar.

1966 yılında yayınlanan “Nüfus Kayıt Yasası” ile: Afrikalı ve Melez topluluklar: zorla evlerinden çıkartılıp, şehir dışındaki yerlere gönderilirler. 1972 yılına gelindiğinde ise, şehir konseyi: Melez ırkın konseyde temsilini iptal eder.

1980’lerde ise: Cape Town: Güney Afrika’nın birçok yerinde olduğu gibi: ırk ayrımcılığına karşı mücadelenin yoğunlaşmaya başladığına tanık olur. Bir çok ülke: beyaz olmayanların karşılaştığı şiddeti protesto etmek için Güney Afrika’ya sert ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlarlar.

Bu baskılar sonucu, kargo ve ticaret gemilerinden mahrum kalan Cape Town sıkıntı içine girer. Hatta: Güney Afrikalılar, birçok spor organizasyonlarına alınmazlar. 1986 yılında gelindiğinde ise: bu baskılar sonuç verir ve Güney Afrika’nın ilk başpiskoposu olarak bir siyah olan “Desmond Tutu” seçilir.

1990 yılında ise: Başkan F. W. Kierk’in sürpriz girişimi ile, 27 yıl hapis yattıktan sonra, Nelson Mandela serbest bırakılır ve dünyanın gözleri, bu şehir üzerine çevrilir. Mandela: serbest bırakılmasının ardından: Cape Town City Hall balkonundan: Grand Prade meydanında toplanan 100 binden fazla insana hitap eder. Bu tarihi olay televizyonlar aracılığı ile bütün dünyadan izlenir.

1994 yılında, Mandela, Güney Afrika’nın ilk siyahi başkanıdır ve yüzyıllarca süren ırkçılık çatışmalarının ardından, Cape Town şehrinde barışçıl uzlaşı için hassas bir dönem başlar.

Evet, günümüzde: Cape Town House of Parliament denilen parlamendodan çıkan yasalar: ülkenin refahında önemli rol oynamaya devam etmektedir. 2004 yılında Olimpiyat düzenlemek için yapılan girişim başarısız olmuşsa da 2006 Futbol Dünya Kupası ülkede düzenlenmiştir. 1652 yılında: Riebeeck tarafından kurulan küçük yerleşim yeri, günümüzde Güney Afrika kıtasının önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir.

İrlanda Dublin Tarih

İrlanda Dublin Tarih

İrlanda tarihi: MÖ.6.yüzyılda Keltlerin buraya gelmeleriyle başlamıştır. Keltler: yanlarında getirdikleri demir silahlar ve at arabaları ile, ülkede hakim olan kendi geleneklerini de birliklerinde getirmişlerdir.

Evet, bu gelenekleri: yönetim tarzında da etkindi. Klan sistemi şeklinde örgütleniyorlardı ve bunun sonucunda İrlanda’da bir dizi bağımsız krallık kuruldu. Bu krallar: seçilmiş bir Lord kralı, en büyük olarak tanıyor ve saygı gösteriyorlardı.

Yine aynı dönemde: şehirler yoktu ve ticarette değişim birimi “inek” kullanılıyordu. Hukuk ise; bir kısım uzmanlar tarafından yazılan ve yorumlanan kararlar ile düzenleniyordu. Brehon yasaları denilen bu kurallar: kadınlara meslek edinme, mülkiyet hakkı ve boşanma hakkı vererek onları toplumda üst konumlara yerleştirmişti.

Takip eden süreçte: MS.432 yılında, Aziz Patric, Britanya’dan misyoner olarak İrlanda topraklarına gelir ve 465 yılında, ölümüne kadar burada kalarak: ülkeyi Hıristiyanlaştırmayı başarır. Ancak: bu çabasında: ikna yeteneğini kullanır ve barışçıl usuller uygular.

“Teslis” inancını Kral Laoghaire ve Tara Meclisine anlatmak için “üç yapraklı yonca” örneğini ilk kullanan Aziz Patric’dir. Kral Hıristiyanlığı kabul etmiştir ve ardından, o günden bu yana İrlanda ülkesinin sembolü “üç yapraklı yonca” dır.

Hıristiyanlık ve Kelt kültürünün birleşmesiyle, İrlanda ülkesi 500-800 yılları arasında altın çağını yaşamıştır. Bu dönemde, İrlanda manastırları okuma-yazmanın başlıca merkezi olmuştur. İrlanda bilgin ve azizleri: Avrupa’nın birçok yerine giderek “bilinen dünyanın ışığı” haline gelmişlerdir.

Bu dönemde: yine şehirler tam olarak ortaya çıkmamış, Dublin şehrinin bulunduğu yer ise “Baile Atha Cliath” ( yani Engeller Şehri) olarak bilinen bir kavşak olarak görülmektedir.
Günümüzde de, İrlanda dilinde kullanılan bu ifadeye otobüslerde ve bazı yol işaretlerinde rastlamak mümkündür.

MS.795 yılında: İrlanda Vikinglerin saldırısına uğrar. Vikingler: öğrenim merkezlerini yağmalarlar ve 9. yüzyılda Lifley üzerine bir kale inşa ederek: İrlanda’nın bilinen ilk şehri olan “Dubh Limn” yani “Kara Gölcük” şehrini kurarlar. Beraberlerinde ise: gemi yapımı ve madeni para kullanımı kültürünü getirirler.

MS.988 yılında: İrlanda kralları, Munster kralı Brian Boru komutası altında birleşirler ve yapılan savaş sonucunda Vikingler: Lifley şehrinin kuzeyine sürülürler. Bu yenilginin ardından, ülkede Vikinglerin etkisi azalır ve ülke nüfusu içinde erimeye başlarlar.

İrlandalılar ise, artık Dublin şehrine sahiptirler ve 1038 yılında şehirde ilk dini yapı olan “Christ Church Cathedral” kurulur.

1168 yılında: Normanlar, Wexford şehrine ayak basarlar. Çünkü: Leinster kralı Strongbow; krallığını yeniden ilan etmek için kendilerinden yardım istemiş ve Normanları İrlanda’ya çağırmıştır. Normanlar: İrlanda’ya, feodal sistem, savaşta atların kullanılması ve zırhlı birlik kültürünü getirdiler. İrlandalılardan farklı olarak merkezi yönetimi tercih ettiler ve kaleler inşa ederek güçlerini pekiştirdiler.

1171 yılında İngiliz kralı Henry II: Dublin şehrine geldi. 1204 yılında Dublin Castle: İrlanda’daki İngiliz idari gücünün merkeziydi. Şehirde: 1229 yılında ilk piskopos seçildi ve 1298 yılında ilk parlamento oluşturuldu.

15. yüzyıla gelindiğinde. İngiltere, Dublin içinde Pale (yani İngiliz mıntıkası) olarak bilinen çok küçük bir bölüme sahipti. Ancak: Tudor krallarıyla birlikte durumlar değişti. İngiltere kralı Henry VIII ve Elizabeth I: İrlanda’yı boyunduruk altına almaya kararlıydılar ve kalabalık ordular ile askeri harekatlar düzenlediler.

İngiliz Kralı Henry VIII’in: Roma Katolik kilisesinden ayrılmasıyla: 1558 yılından sonra Dublin şehrindeki iki katedral Protestan oldu ve günümüzde de bu böyle devam etmektedir. Şehirdeki “Trinity College”: Kraliçe Elizabeth I tarafından, Protestan eğitimi amacıyla kuruldu ve günümüzde de eğitime devam etmektedir.

1649 yılında, İrlanda’nın en çok nefret edilen fatihi Oliver Cromwell: Dublin şehrine geldi. Kendisiyle birlikte gelen ordusu: 600 binden fazla İrlandalının ölümü ve sınır dışı edilmesini sağladı. İrlandalıların toprakları ellerinden alındı ve batıya sürüldüler. (Günümüzde bazı İrlandalılar, Cromwell’in adını duyduklarında nefretle tükürürler)

1690 yılında: Katolik kral James II: başa geçtiğinde, Dublin kuzeyinde yapılan Boyne savaşında İngilizlere yenildi ve İngiliz Parlamentosu: 1703 yılında, İrlandalıları Katoliklerin haklarından mahrum bırakan Ceza Yasasını çıkardı.

18. yüzyıl: Protestan hanedanlığının yükseldiği dönemdir. Ancak: bunlar da, kendilerinden öncekiler gibi, İrlanda’nın kendi kendini yönetmesi gerektiğini düşünüyorlardı.

1781 yılında: Hery Grattan’ın çabaları ile, Dublin’de bir İrlanda Parlamentosu kuruldu, ancak kısa ömürlü oldu. 1800 yılında rüşvet ve yozlaşma nedeniyle Parlamento kendisini dağıtma kararı aldı.

Bu arada Fransız Devriminin etkileri hızla yayılıyordu. 1791 yılında: Wolfe Tone öncülüğünde: Katolik ve Protestan İrlandalıların özgürlüğünü savunan “Birleşik İrlandalılar Örgütü” kuruldu. Ancak: Wolfe Fransız yardımı kendisine ulaşmadan tutuklandı ve öldürüldü. (Wolfe: İrlanda tarihinde çok saygı duyulan bir kişidir)

Parlamentonun İrlandalı üyeleri, artık Londra şehrinde çalışıyorlardı. 1803 yılında, ünlü İrlandalı kahraman Robert Emmet’in öncülük ettiği isyan başarısızlıkla sonuçlandı ve idam edildi. Ardından Daniel O’Connel mücadeleye devam etti. Kendisi: barışçıl ama güçlü “Katolik Birliği”ni kurdu. 1841 yılında İrlanda Parlamentosu yeniden kuruldu.

1845 yılında, ülkede yoksulların yemeği olan “patates” üretimindeki hastalık nedeniyle kıtlık yaşandı. 1848 yılında kıtlık sona erdiğinde, ülkede 1 milyondan fazla insan ölmüş ve bir o kadarı da kargaşadan kaçarak başka yerlere göç etmişlerdi. 1800’lü yılların sonunda İrlanda nüfusu, yarıya düştü.

1879 yılında: İrlanda Toprak Yasası yürürlüğe konularak: toprakta kiracılık sistemi değiştirilmiş, ezilmiş kiracı köylülerin topraklarını satın almaları sağlanmıştır. Parlamentonun İrlandalı üyesi Charles Stewart Parnell’in bir diğer hedefi ise: özerklik talebiydi. Ancak: bir takım siyasi oyunlar nedeniyle, yönetsel özgürlük yasası tasarısı “I.Dünya Savaşı”nın patlak verdiği sırada kanunlaşmasına rağmen, düşmanlık bitene kadar yürürlüğe konulmadı.

1916 yılında: James Connoly ve Padraig Pearse önderliğinde toplanan silahlı milliyetçiler: Dublin şehrinde birkaç binanın kontrolünü ele geçirdiler ve Pearse: General Post Office denilen yerde “Bağımsızlık Bildirgesi”ni okudu. Paskalya ayaklanması olarak isimlendirilen bu olay: liderlerin idam edilmesi ve ardından 500’den fazla İrlandalının öldürülmesiyle sonuçlandı. Ancak bu ayaklanma: İrlanda tarihinde şöyle bir yorum yapılması sonucunu doğurdu “her şey değişti, artık insanlar özerk yönetimden tatmin olmamakta, tam bağımsızlık istemekteydiler.”

1919 yılındaki genel seçimlerde Cumhuriyetçi Sinn Fein partisi çoğunluğu kazandı, ancak onlar Londra’ya gitmek yerine ilk İrlanda Meclisini (Dail Eirann) kurarak bağımsızlık ateşini yakmayı tercih ettiler.

Gerilla savaşları: 1921 yılında, Kuzey İrlanda’daki 6 eyalet dışında, İrlanda’nın tamamına bağımsızlık veren antlaşmanın imzalanmasına kadar devam etti. Bu 6 eyalette: Protestanlar, ezici çoğunlukla İngiltere kraliyetini desteklediler. Ancak: bu durumda ülke bölünüyordu. Ülkenin bölünmesini istemeyenler ile aralarında iç savaş çıktı. Ardından, bir yıl sonra iç savaş bitti ve “Serbest İrlanda Devleti” doğdu.

1937 yılında: İrlanda, İngiliz Milletler Topluluğunun bir parçası olmaktan çıktı. 1938 yılında, Douglas Hyde; ilk Başbakan olarak seçildi. II. Dünya savaşında, Dublin şehri, Alman savaş uçakları tarafından iki kez bombalandı. Ancak, İrlanda Cumhuriyeti tarafsız kalmayı tercih etti ve 1948 yılında İngiltere ile bağlarını tamamen kopardı.