Meksika Guanajuato

Meksika Guanajuato

 

Burası yerli dilinde “Kurbağalar Yatağı” anlamına gelmektedir. Yerliler bölgeye ilk geldiklerinde, bataklığa benzeyen zemini beğenmeyip “burada ancak kurbağalar yaşar” demişlerdir. Şehir başkent Mexico City şehrine otobüsle 5 saat uzaklıktadır.

1552 yılında İspanyol komutan Juan de Jaso; Guanajuato bölgesinde gümüş yataklarına rastlamıştır. 16. ve 17. yüzyıllarda İspanyollar bu kasabaya akın edince nüfus hızla artmıştır. Katolik kilisesinin gönderdiği papazlar, kasabalarda aralarında San Cayetano gibi görkemli yapıların bulunduğu 15’e yakın kilise ve manastır inşa etmişlerdir.

18. yüzyılda bölgedeki Valenciana madeni tek başına dünyanın gümüş üretiminin üçte ikisini sağlamıştır.

Daha sonra kasaba çevresinde altın, bakır, kurşun ve civa yatakları da bulununca, yerel halk bu gelişmelerden öyle memnun olmuş ki, mevcut refahları bozulmasın diye ülkelerinin bağımsızlık savaşına bile destek vermemiştir.

Meksika Guanajuato

 

Guanajuato bu bölgenin en güzel yerleşim yeridir. Kasaba, sinema yapımcılarının da dikkatini çekmiştir. 2003 yılında gösterime giren: Antonio Banderas ve Salma Hayek’li “Bir zamanlar Meksika’da” filmi burada çekilmiştir.

Birçok sokak trafiğe kapalıdır. Şehrin, biri gidiş biri geliş olmak üzere sadece iki ana caddesi vardır.

Guanajuato nehrini takip eden bu caddelerden biri yeraltındadır. Sokaklar küçük geçitlerle birbirine bağlanmıştır.

Bunların en ünlüsü yalnızca 68 cm genişliğindeki Öpücük geçididir. Zamanında iki aşık, geçidin iki yanındaki evlerinin balkonuna çıkar ve burada öpüşürlermiş.

Efsaneye göre: burada öpüşen çiftler 7 yıl mutlu olmayı garantiliyorlarmış. Guanajuato’nun rengarenk çiçeklerle dolu küçük, şirin meydanında gezinmek çok keyiflidir.

Şehir yıllık Cervantino Festivaline ev sahipliği yapmaktadır.

Şehir 1988 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Meksika Guanajuato

 

GEZİLECEK YERLER

Meksika Guanajuato San Cavetano Kilisesi

 

San Cayetano Kilisesi-Iglesia de San Cayetano

Bu dini yapı “La Valenciana” gümüş madeni girişine yakın “La Valenciana” köyündeki (bir zamanlar bu köyde 20.000 kişi yaşıyormuş) en etkileyici yapılardan birisidir.

Yapı 18. yüzyıla tarihlenmektedir. Şehir manzaralı bir tepenin üzerinde durmaktadır. Sömürge döneminde La Valenciana gümüş madeninin büyük zenginliğinin bir anıtı olarak durmaktadır.

Kilise: La Valenciana gümüş madeninin orijinal sahibi tarafından inşa ettirilmiştir. İnşaatına 1765 yılında başlanmış ve gümüş madenlerinden gelen kar ile finanse edilmiş ve 1788 yılında tamamlanmıştır.

Yapıda “cantera rosa” olarak bilinen yerel bir pembe taş kullanılmıştır. Cephe Meksika barok tarzında oyulmuş ve yan taraflar neo medejar tarzı kemerlerle süslenmiştir.

Kilise bitmiş denilse de, sağ tarafındaki ikinci çan kulesi ve saati eksiktir. Ama özellikle kilisenin içinde 18. ve 19. yüzyıla ait muhteşem güzellikler görmek mümkündür.

Günümüzde burası Guanajuato Üniversitesi Sanat Okuluna ev sahipliği yapmaktadır ve burada müzik odaklı farklı etkinlikler düzenlenmektedir.

Meksika Guanajuato Kıss Allev

 

Kıss Alley-Callejon del Beso

Eğer eşiniz veya sevgilinizle romantik bir zaman geçirmek istiyorsanız “Kiss Alley” denilen “Callejon del Beso” sokağına gitmelisiniz. Bu sokak: Alley Plaza de los Angeles yakınındadır. Burası iki genç sevgilinin dramatik bir hikayesine tanıklık etmesiyle tanınır.

Buradaki dar bir sokakta iki balkon bulunmaktadır. Bu balkonlardan birine çıkıp öpüştüğünüzde, yörenin yerlileri küçük bir ücret karşılığında fotoğrafınızı çekerler. Öte yandan bu geleneği yaparsanız, 7 yıl boyunca kötü şansın sizden uzak kalacağı söyleniyor.

Evet burası hakkında anlatılan efsaneyi de bilmelisiniz: Dona Carmen: inatçı ve öfkeli bir babanın tek kızıdır. Dona Carmen: evlerine yakın bir kilisede Don Luis ile tanışır ve birbirlerine aşık olurlar.

Ancak babası, azalan serveti nedeniyle Dona Carmen’i zengin ve soylu bir İspanyol ile evlendirmek ister. Evlenmediği takdirde kendisini kilitli bir manastırda tecrite göndermekle tehdit eder.

Dona Carmen ve arkadaşı Dona Brigida ağlarlar ve birlikte dua ederler. Daha sonra Dona Brigida: Don Luis ile arasında mesaj alıp götürmeye başlar. Dona Carmen: evindeki bir pencereden dışarı eğildiğinde karşı taraftaki duvara dokunabilmektedir.

Yani ev mümkün olduğu kadar dar bir sokaktadır. Bunun üzerine, sokağın diğer tarafındaki ev: genç sevgili fakir madenci Don Louis tarafından alınır. Böylece iki genç sevgilinin konuşmaları mümkün olacaktır.

Don Luis: o evin sahibi öğrenir ve evi satın alır. Evin balkonuna çıkıp, Dona Carmen hayalleriyle yaşamaya başlar. Dona Carmen de buna çok sevinir çünkü hayallerindeki adam çok yakındadır.

Bu iki aşığın konuşmaya başlamasının üstünden birkaç dakika geçmiştir ki, odanın arkasından Dona Carmen babasının bağırmalarını duyar. Arkadaşı Dona Brigida, babasının odaya girmesini engellemeye çalışsa da başaramaz ve babası Dona Brigida’yı iterek odaya girer ve hançeriyle tek bir darbede Dona Carmen’i öldürür.

Don Luis: sessizlik içinde şok olur. Dona Carmen’in tuttuğu eli yavaş yavaş soğur ve Don Luis: bu pürüzsüz, soluk ve cansız sevgilisine bir öpücük bırakır. Evet tam bu nokta: günümüzde “Kiss Alley” olarak bilinmektedir.

İki evin iki balkonu arasındaki mesafe, yalnızca 69 cm. dir. Don Luis: bu ayrılık sonrasında “La Valenciana” madeninde intihar etti.

Meksika Guanajuato Don Kişot Müzesi

 

Don Kişot Müzesi-Museo Iconografico del Quijote

Burası Allende Plazada Don Kişot ve onun yaratıcısı Sancho Panza’ya adanmış bir müzedir. 1987 yılının sonlarında açılan müzede 17 oda ve avlularda: Salvador Dali, Jose Guadalupe Posada gibi sanatçıların resim, baskı, heykeller ve el sanatlarını kapsayan 800 parça eser sergilenmektedir.

Öte yandan bu eşsiz koleksiyonda Don Kişot figürleri ilgi çekmektedir. Ayrıca: Honore Daumier, Pablo Picasso ve Miguel de Cervantes Savedra gibi sanatçıların eserlerine isimlerini veren kahramanların figürleri de bulunmaktadır.

Meksika Guanajuato Yer altı Sokağı

Yer altı Sokağı

Burası da şehirde kaçırılmaması gereken bir yerdir. Calle Miguel Hidalgo olarak bilinen, şehrin içinde çalışan eski bir nehir alanıdır. Günümüzde ise şehir trafiğini hafifletmek için kanal yol olarak inşa edilmiştir.

Meksika Guanajuato Plaza Mayor

Plaza Mayor-La Paz

Burası şehrin merkezinde, şehrin en güzel binalarıyla çevrili, yarı üçgen kare bir meydandır. Meydanda bulunan bronz anıt, mermer ocağı bazlı ve kurtuluş savaşının sonunu anmak için yapılmıştır. Anıt Başkan Porfirio Diaz tarafından 27 Ekim 1903 tarihinde açılmıştır.

Meksika Guanajuato Teatro Juarez

Teatro Juarez

Bu yapı 1872-1903 yılları arasında inşa edilmiş ve Meksika’nın en güzel tiyatrolarından birisidir. Tiyatro Başkan Diaz tarafından 27 Ekim 1903 tarihinde açılmıştır. Özellikle: 8 tane Roma Dor sütunları ilgi çekmektedir. Konumları arasında bir art nouveau fuaye bulunmaktadır.

Meksika Guanajuato Hidalgo Pazar

Hidalgo Pazar

Burası da Başkan Diaz tarafından 1910 yılında açılmıştır. Onun cephesi yöreye özgü pembe taştır. İnce demir kulesinin tepesinde dört yüzlü bir saat bulunur. Metal kubbede 30 pencere bulunur ve 35 metre genişliğinde ve 70 metre uzunluğundadır. Burada özellikle yöresel tatlılar ve el sanatları satın alabilirsiniz.

 

Mumya Müzesi-Museo de los Momias

Şehre gelen turistlerin ilk uğrak yerlerden birisidir.
19. yüzyılda şehirde uygulanan bir mezarlık vergisi varmış. Her mezar için yıllık vergi ödeniyormuş. Eğer ölünün yakınları bu vergiyi ödemezse, mezar yeri hakkını kaybeder ve merhumun naşı mezarından çıkarılırmış.

Sonunda, kimse bu vergiyi ödemeye yanaşmayınca gömülenlerin % 90’ının mezarları Belediye tarafından boşaltılmıştır. Bu arada 1833 yılında Guanajuato’da kolera salgını baş göstermiştir. Ölüler, salgın yayılmasın diye aceleyle gömülmüştür. Salgında ölenlerin yakınları mezarlık vergisini ödemeyince mezarlar açılmış ve bazı ölülerin bedenlerinin bozulmadan kaldığı fark edilmiştir.

Bölgenin kuru havası ve topraktaki mineraller bir nevi doğal mumyalama işlevi görmüştür. 1865 yılında Santa Paula mezarlığında yatan ilk mumyalanmış vücut ayıklanır ve yüzden fazla beden mezarlıktan alınıp sergilenmeye başlamış ve böylece 1865 yılında Mumya Müzesi resmen açılmıştır.

Ölülerin açıkça sergileniyor oluşu ürkütücülüğü bir yana, mumyaların yüzünde de korkunç ifadeler vardır. Mezarlar boşaltıldığında, mumyaların yüz ifadelerinden salgının yayılmasını engellemek isterlerken merhumların bazılarının diri diri gömüldüğü anlaşılmıştır.

Alman yönetmen Werner Herzog, bu mumya görüntülerini “Vampir Nosferatu” filminde kullanmıştır.

Ölülerin bedenlerinin bu şekilde sergilenmesinin etik olup olmadığı sorusu, yıllık bir milyona yakın ziyaretçi sayısı göz önüne alınınca boşlukta kalmıyor olabilir. Müzenin, kasabanın turizm bütçesine katkısı yadsınamaz.

Mumyalar bu müzede camlar arkasında, vitrin benzeri yerlerde sergileniyor. Kimisinin üzerinde halen yırtık pırtık elbiseleri duruyor, kimisinde ise sadece çorapları vardır.

Meksika Guanajuato Hidalgo Pazar

Müze turunun sonunda, asıl etkileyici sahneye tanık oluyorsunuz. “Dünyanın en küçük mumyası” etiketiyle sergilenen altı aylık cenin.

Sezaryan sırasında annesiyle birlikte ölmüş, bedeni şu an neon ışıklar altında sergileniyor. Yapılan araştırmalara göre kadının ölüm yaşının 40 olduğu yani 19. yüzyılda anne olmak için çok fazla yaşlı olduğu düşünülüyor.

Böyle ileri bir yaşta gebelikte gerekli besinleri alamadığı ve o nedenle kötü beslenme yüzünden öldüğü veya aynı dönemde bir kötü kadın (fahişe) olduğu düşünülüyor. Bu dünyanın en küçük mumyası, başlangıçta annesinin kollarında sergilendi, şimdi ise ayrı sergileniyor. 5 yada 6 aylık bir gebelik sürecinde olduğu düşünülüyor. Muhtemelen ölü doğmuş ya da doğum sırasında ölmüş olabilir.

Müzeye gelen bazı anne-babaların yanlarında çocuklarını da getirmeleri bence bu görüntüler nedeniyle hiç hoş olmuyor.

Meksika Guanajuato Ölüler Günü

Dia de los Muertos-Ölüler Günü

Nobel ödüllü Meksikalı yazar Octavio Paz: yurttaşlarının ölüme yaklaşımlarını şöyle değerlendirir “Meksikalılar için ölüm bilindik bir şeydir.

Ölümün şakasını yapar, onu kucaklar ve hatta onu kutlarlar. Doğrudur, onlar da herkes gibi ölümü ancak en azından ölümle yüzleşince bilirler. Ölümü bazen küçümserler”

Octavia Paz “Meksikalılar ölümü kutlar” derken aslında mecazi anlamda söylemiyor.
Meksikada 28 Ekim tarihinde “Ölüler Günü” kutlamaları, resmi tatil ilan edilen 2 Kasım’a kadar sürüyor. 2 Kasım’da: ölülerin ruhlarının ilahi izinle dünyaya indiğine inanılıyor.

Böylece merhum, arkadaş ve akrabalarını ziyaret etme, dünya zevklerini yılda bir kez de olsa tatma olanağı buluyorlar. Angelito denen küçük meleklerin, yani bebeklerin ve çocukların ruhlarıysa büyüklerden bir gün önce, 31 Ekim gecesi iniyor ve ertesi günü ailesiyle birlikte geçiriyor.

Ölüler günü öncesinde mezarlıklar çiçeklerle süsleniyor. O sabah aileler, yitirdikleri yakınlarının mezarlarını ellerinde mumlar, kadife çiçekleri, içecek ve yiyeceklerle ziyaret ediyorlar. Çocuk mezarlarına oyuncaklar, büyüklerinkine ise tekila şişeleriyle gidiliyor. Ruh mezarını bulabilsin diye ağır kokulu tütsüler yakılıyor.

Ardından mezarın yanına piknik örtüleri seriliyor ve merhumun sevdiği yiyecekleri hep birlikte yiyorlar. Ölüm yakın zamanda gerçekleşmiş ise, aileler bazen mezarlığa arkalarında müzisyenlerle birlikte geliyorlar ve yakınlarının sevdiği parçaları çaldırıyorlar.

Ruh önce mezarlığa sonra da eve geliyor. Azteklerin ölülerini hatırlamak için yetiştirdikleri sarı/turuncu renkli kadife çiçekleri, ruhun evi bulmasına yardımcı oluyor. Evde “ofrendas” denen sunaklar, yani üzeri delikli, renkli kağıt örtülerle kaplı küçük masalar ruhun gelmesini bekliyor.

Sunakların üzerinde merhumun resimleri, mumlar, tütsüler ve bu güne özel yapılan tatlımsı “pan de muertos” (ölü ekmeği) bulunuyor.

Bunların yanında, yine merhumun sevdiği yiyecekler ve şekerden yapılan, alnına merhumun isminin yazıldığı bir kurukafa var. Ruh eve gelince bu yiyeceklerin özünü ve aromasını alıyor. Ruh evi terk edince bu yiyecekler ve şekerden kurukafa, akrabalar, arkadaşlar ve komşular arasında paylaşılarak yeniliyor.

Kurukafa geleneği ise, Azteklerden geliyor. Aztekler ve diğer Mezoamerika toplumları, esirlerin kafataslarını zaferlerinin sembolü olarak saklar, törenlerinde sergilerlermiş. İnanışlara göre kurukafa ölümü ve yeniden doğuşu simgeliyor.

Yaşamın sadece bir rüya olduğuna, ancak öldükten sonra bu rüyadan uyanıldığına inanan Aztekler ölümü bir son gibi görmezlermiş.

İspanyol işgalciler bu törenleri Katolik inanışına saygısızlık diye nitelendirerek barbar dedikleri yerlileri bu geleneklerinden vazgeçirmek için çok çabalamışlardır.

Çabaları sonuçsuz kalınca da bu törenleri biraz olsun Hıristiyan dinine uygun formata sokabilmek amacıyla “Ölüler günü” tarihini kendi Azizler Günüyle çakışacak şekilde değiştirmişlerdir.

Daha önceleri Azteklerin güneş takvimine göre, Ölüler Günü Ağustos başında kutlanıyormuş.

Ölüler günü gecesinde aileler yakınlarının ruhlarıyla yine mezarlıkta buluşuyor.Ruhları dansa davet etmek için mezarlığın girişindeki çanlar çalınıyor. Azteklerin güneşe hürmet danslarının bir benzeri olan The Danza de los Viejitos’ta (Yaşlı adamın dansı) hep beraber dans ediliyor.

Daha sonra kadınlar ve çocuklar karanlıkta ellerinde mumlarla yakınlarının mezarlarını buluyorlar. Dua ve ilahiler söylemeye ölen yakınlarının sonsuz huzura kavuşması için Tanrıya yakarmaya başlıyorlar. Erkeklerse sessizce olup biteni izliyorlar.

Sosyologlar, Meksikalıların bu geleneklerine halen sıkı sıkıya bağlı kalmalarını ve ölülerine yas tutmaktansa insanoğlunun varoluşunun devamını kutlamayı yeğlemelerini Meksika’nın fırtınalı geçmişiyle açıklıyorlar.

İspanyol işgalcilerin yerli katliamları ve kanlı Meksika Devriminin yanı sıra son dönemdeki kartellerin yarattığı şiddet, ister istemez “doğal olmayan ölümlerle yüzleşmeyi gerektiriyor.

Meksikalı entelektüellerin devrim sonrasında ölüm kavramını sürekli işlemeleri, bu konunun insanların zihninde iyice yer etmesine yol açmış. Diego Rivere bir konuşmasında bu konuyla ilgili olarak şöyle söyler “Bir bakın atölyeme. Her yerde ölümü göreceksiniz. Her boyutta ve her renkte ölümü”

Meksika Guanajuato Diego Rivera

Diego Rivera-Museo Casa Diego Rivera

Mumya müzesini gezdikten sonra Diego Rivera’nın müzeye dönüştürülen evine gitmelisiniz.
Diego ve ikiz kardeşi 1886 yılında bu evde doğmuştur. Anneleri doğum sırasında komaya girince öldü sanılmış.

Neyse ki, bir hizmetli nefes aldığını fark etmiş de kadıncağız canlı canlı tabuta konmaktan kurtulmuştur. Bir sene sonra Diego ikiz kardeşini kaybetmiş ve tek çocuk olarak büyümüştür.

Daha küçük bir çocukken ilk sergisini açan Diego aldığı bursla Madrid’e gitmiş, Avrupa’nın çeşitli ülkelerini dolaştıktan sonra, 1911 yılında Paris’e yerleşmiştir. Burada Cezanne’dan çok etkilenmiş kübizme yönelmiştir.

Meksika’ya döndükten sonra duvar resimleri yapmaya başlayan Diego 1929 yılında, Frida Kahlo ile evlendiği yıl, Meksika komünist partisiyle ters düşerek partiden atılmıştır.

Komünist parti, Diego’nun devletin hizmetinde çalışmasını kabul edilemez bulmuş. Diego devletten aldığı maaşla yetinemeyince Frida’yı da alarak Amerika’ya taşınmıştır. Detroit şehrinde çalışırken Rockefeller’in daveti üzerine New York şehrine gitmiş ve yeni RCA binasında devasa bir duvar resmi yapmaya başlamıştır.

İlk yaptığı işlerden biri Moskova’daki 1 Mayıs kutlamalarını resmetmek olunca, Rockefeller bu konuda rahatsız olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine bir de Lenin’in portresini eklemesi, Diego’nun çok geçmeden işten kovulmasına neden olmuştur. Frida ile birlikte 1934 yılında Meksika’ya dönmek zorunda kalmıştır.

Yaptığı fresklere siyasi görüşlerini yansıtan Diego halk arasında politik bir lider gibi saygınlık kazanmıştır. Meksika tarih ve geleneklerini, toprak, çiftçi ve işçileri resmettiği canlı renklere sahip eserleri, Diego’yu sadece Meksika’nın değil, dünyanın 20. yüzyıldaki en büyük sanatçılarından biri yapmıştır.

Bugün birçok Meksikalı Diego’nun Frida’dan daha büyük bir sanatçı olduğunu düşünüyor ve onun haksız bir biçimde Frida’nın gölgesinde kaldığını iddia ediyorlar.

1954 yılında Frida’yı kaybettiğinde Diego yıkılmış “Artık söylemek için çok geç ama anladım ki hayatımdaki en harika şey Frida’ya olan aşkımdı”.

Frida’nın ölümünden bir yıl sonra: kendisine kanser teşhisi konmuştur. Diego’nun 1957 yılında kalp rahatsızlığından ölmeden önce, küllerinin Frida’nınkilerle karıştırılması vasiyetinde bulunmuş, bu vasiyeti devlet tarafından yerine getirilmemiş ve başkentteki Panteon Civil de Dolores mezarlığına gömülmüştür.

Bugün bu müzede, Diego’nun kişisel eşyalarının yanı sıra kübizm dönemi eserleri ve erken dönem çalışmaları görülebilir.

Tunus Bardo Müzesi

Tunus Bardo Müzesi

Burası: ulusal bir müzedir. Tunus şehrinin, batı bölümünde: 19’ncu yüzyılda yapılan Beyikal Sarayında bulunmaktadır. Saray binası: 19’ncu yüzyılda yapılmıştır.

Bina: güzel sütunları, çinileri, seramiklerle süslenmiş revaklı avluları ile geleneksel Mağribi mimarisini yansıtırken, aynı zamanda yaldızlı kemerleri ve mermer merdivenleriyle, Avrupa klasik mimarisini yansıtmaktadır.

Tunus Bardo Müzesi

Müzede

Kartaca zamanından, günümüze kadar olan dönemlere ait, zengin kültürün izlerini görebilirsiniz.

Sergilenenler arasında öne çıkanlar: Fenikelilerin, çocukları kurban ettikleri dinsel törenlere ilişkin parçalar, Roma heykelleri ve erken Hıristiyanlık  dönemine ait vaftiz kurnaları ilgi çekiyor.

Tunus Bardo Müzesi

Müzenin en önemli bölümü ise,  mozaiklerin bulunduğu bölümdür.

Burası bir zamanlar Dünyanın en büyük mozaik müzesi olarak geçmekte iken, ülkemizde Gaziantep şehrinde açılan Zeugma mozaik müzesi, Dünya birinciliğini buradan almıştır, evet günümüzde Dünyanın en büyük mozaik müzesi, Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesidir.

Tunus Bardo Müzesi

Neyse, biz bu müzeden söz etmeye devam edelim. Burada: MÖ.2’nci yüzyıldan, MS.7’nci  yüzyıla kadar uzanan döneme ait mozaik koleksiyonunda bulunan Roma mozaikleri, iki kata yayılmıştır. Mozaikler: Suse, Dugga ve El-Cem gibi ülkenin birçok yerinden getirilmiştir.Bu mozaiklerin bulunduğu panolarda, Roma yaşamını anlatan etkileyici sahneler bulunmaktadır. Romalıların: çiftçilik, avcılık, balıkçılık gibi gündelik etkinlikleri yanı sıra, tanrılara adanmış ve belli başlı mitolojik olayların anlatıldığı mozaikler de muhteşem güzellikleriyle dikkat çekiyor.

Biraz daha ayrıntıya girerek, mutlaka görmenizi önereceğim mozaiklerden kısaca söz etmek istiyorum.

15 Nolu Oda

Buradaki

1’nci mozaik

Odysseus konu edilmektedir. Odysseus: Kalypso adasına doğru giderken, Seirenler’in şarkılarından etkilenmemek için, gemisinin direğine bağlanmış olarak tasvir edilmiştir. Odysseus’un adamları ise, kulakları tıkalı olarak kürek çekmektedirler.

2’nci mozaikte

Şair Vergilius görülüyor. Onun iki yanında, iki Musa yani su perisi var. Ayrıca: sol yanda Clio ve sağ yanda: elinde bir mask tutan Melpomene var.

3’nci bir mozaik

Perseus’un: Andromeda’yı, bir deniz canavarından kurtardığı sahnenin betimlendiği mozaiktir.

4’ncü mozaik

MS.4’ncü yüzyılda yapıldığı düşünülen zemin mozaiğinde: balıklarla dolu bir denizde yüzen, 23 gemi, isimleri yazılarak betimlenmiştir.

Meksika Mayalar ve Aztekler

Meksika Mayalar ve Aztekler

Meksika gezimize başlamadan önce: burada antik dönemde büyük uygarlık kuran ve bazı sırları hala keşfedilmemiş, İspanyol sömürgeciler tarafından yok edilmiş Maya ve Aztek kültürleri hakkında bazı bilgiler vermek istiyorum.

Zaten gezi süresince genellikle Meksika’da Maya ve Aztek kültürlerinin yoğun olduğu yerleri tercih ettim ve sizlere de buralar hakkında ayrıntılı bilgiler vereceğim, malüm benim sürekli okurlarım, özellikle tarihe ve tarihi yerlere meraklı olduğumu bilirler.

Meksika Mayalar ve Aztekler
Meksika Mayalar ve Aztekler

 

MAYA DÜNYASI

Mayalar, bugünkü Guatemala, Honduras, Belize ve Meksika’da yaklaşık 3000 yıl önce ortaya çıkmışlardır. Ancak özellikle Yucatan yarımadasında olmak üzere Meksika’nın güneydoğu bölgesinde, antik çağda, kayıtlı tarihin en gelişmiş kültürlerinden birini kurmuşlardır.

Mayalar: ayı, güneşi ve Venüs gezegenin hareketlerini gözlemleyerek bu göksel gözlemlerinde kendi matematik bilgilerini kullandılar, anıtlar oluşturdular.

Onlar: yıldızları ve dünyanın döngülerini, ayrıntılı mimari çizimler ve titiz matematik hesapları ile birleştirmişler ve yetenekli sanatçılar bunları yapılara dökmüşlerdir.

Antik çağda: Mayalar uzun boylu tapınaklar inşa ettiler ve tanrılarının yüzlerini heykellerde betimlediler. Onlarda yağmur suyunun korunması için sistemler vardı ve hatta suların taşmasını önlemek için uyumlu şehirler inşa ettiler.

Günlük yaşamlarını yönetmek için son derece hassas takvimler yaptılar. Tarım ve fennin sırlarını deşifre ettiler.

Öte yandan Mayalar çok yetenekli çiftçilerdi ve aynı zamanda birçok sofistike yazılı dil yaratmışlardır. Hatta bu dilin, Amerika’daki ilk yazılı dil olabileceği düşünülmektedir.

Mayalar aynı zamanda gelişmiş sosyal sınıf sistemini yarattılar ve kurdukları şehirler ağı üzerinde ticaret yaptılar. Matematikçiler, onların sayı sistemi konusunda uzman olduklarını ve sıfır kavramını onların yarattıklarını ileri sürmektedirler.

Güneydeki bu imparatorluk MÖ.900 yılında çöktü. Ancak niye çöktüğü sırdır. Bilginler: büyük olasılıkla hastalık, politik kargaşa, aşırı nüfus veya kuraklık etkenlerini bu çöküş için düşünmektedirler. Ancak güneydeki imparatorluk, özellikle Yucatan kuzeyinde, 16. yüzyılda İspanyol fatihler bölgeye gelene kadar gelişti.

Meksika Mayalar ve Aztekler

AZTEKLER

Aztekler 14. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar Meksika’nın kuzeyini kontrol altında tutmuşlardır. Asıl saltanatları ise 1427 yılında Tepaneklere karşı kazandıkları savaştan sonra başlamıştır. Mezoamerika’nın Meksika’dan Honduras’a kadar olan bölümüne yaklaşık 100 yıl hükmetmişlerdir. Farklı kültürlerden öğrendikleri tekniklerle “Tenochtitlan”ı, yani şu anki başkenti kurmuşlardır.

Şehrin içinde gerektiğinde caddeler yerine kanallar inşa edip kanoyla ulaşım yapılabilmesini sağlamışlardır. Öyle ki İspanyollar buraya ilk geldiklerinde, şehre Yeni Dünya’nın Venedik’i ismini vermişlerdir. Tenochtitlan: en kalabalık zamanında 200.000 nüfusa ulaşmış. O zamanlar Avrupa’da bile bu kadar büyük şehir yoktur.

Savaşmak Aztekler için günlük yaşamın bir parçası sayılır ve her erkek çocuğu okula gidip silah kullanmasını ve savaş tekniklerini öğrenir. Askerler öğrencileri savaşa götürüp onlara düşmanın nasıl esir alınacağını gösterir ve öğrenci ilk esirini aldığında erkekliğe adım atmış sayılırdı. Azteklerin sürekli savaşmalarının bir diğer nedeni de; düşman esir almak olduğu söyleniyor.

Azteklerin, en önemlisi güneş tanrısı olmak üzere bine yakın tanrısı vardır. Kendilerine verilen nimetler için bu tanrılara kurbanlar sunuyorlarmış ki bunlar da savaş esiri olurmuş. Eğer tanrılara kurban vermezlerse, o gün güneşin doğmayıp kıyametin kopacağını düşünürlermiş.

Dolayısıyla Aztekler yaşama nedenlerinin kopacak bu kıyameti geciktirmek olduğuna inanıyorlarmış.

Aztek din adamları: dillerini, el ve ayaklarını, hatta cinsel organlarını kanatarak tanrıları memnun ettiklerini düşünürlermiş. Aztekler’e göre, tanrıların en çok hoşuna gidecek şeyse, canlı insan kalbidir.

Dini törenlerde, uyuşturucu verilen kurban ellerinden kancalara asılıp tören platformuna çıkarılırmış. Burada kurban henüz canlı iken kalbi sökülür ve önce kalbi, sonra da tüm bedeni ateşe verilirmiş.

Aztek savaşçılar daha fazla esir alabilmek için, savaşta düşmanlarını mümkün olduğunca öldürmemeye, onları sadece dizlerinden yaralamaya çalışırlarmış. Kıtlık zamanlarında, tanrıların kendilerine çok kızdığını düşünüp 10.000 esiri birden öldürdükleri olurmuş.

Aztekler için yaşama biçimlerinden çok nasıl öldükleri önemlidir. Bir erkek savaştayken ya da bir kadın hamileyken ölürse, doğrudan güneş tanrısının yanına gidiyormuş.

Ölüm normal yollardan gerçekleşirse, bu çok kötü. İşte o zaman, yer altı dünyasında 9 hayat yaşadıktan sonra ölüler diyarına ulaşabiliyorlarmış.