Ülkemizde, 3 tane Sorgun var. Yozgat-Sorgun, Tatvan-Sorgun ve Manavgat-Sorgun. Burası: Yozgat ilinin Sorgun kazası, hatta bazı söylenenlere göre il merkezinden daha yoğun, kalabalık ve geniş bir yer.
1980’li yılların başında, yaşantımın dört yılı burada geçti. Sorgun’da ilk uyandığım sabah, Cumhuriyet Caddesi üzerinde at ile dörtnala ilerleyen birini görünce şok olmuştum.
Daha sonra: Ankara’ya yakın olması nedeniyle, özellikle Ankara’ya gitmenin bu kadar kolay olması nedeniyle, burada yaşamanın zorluklarını kısa sürede giderdim.
Yurt dışında çalışan birçok Sorgunlu: yaz geldiğinde, buraya izinli döndüğünde, Sorgun sokaklarının ve köylerinin, tam bir Avrupai görüntüye büründüğüne şahit oldum.
Evet, belki de, en büyük ve keyfi anım: nikahım burada kıyıldı. O yıllarda, Belediye Su İşleri Memuru tarafından, Belediye’deki küçük bir odada.
Yemyeşil Sorgun’da, derelerde balık tuttum.
Spor alanında (İmam Hatip Lisesi önündeki) : tüm Sorgunlular tarafından aşırı sevgi duyulan futbol oynamanın, Kaymakamlık Futbol Turnuvalarına katılmanın keyfini yaşadım. (Bu arada, hala düzenleniyor mu bilmem, ama, Sorgun Kaymakamlık Futbol Turnuvalarının, ikinci kupası, bir zamanlar tarafımdan kurulan “Askarşıyaka” futbol takımı ile kazanıldı ve hala evimin en güzel köşesinde saklanıyor, bu vesile ile “Karşıyaka Mahallesi” oturanlarına, özellikle, 1980’li yılların başında, futbol aşığı dostlarıma selamlar)
Sorgun kaplıcalarında, gerçekten tüm sıkıntıları ve stresi üzerimden atıp rahatladığım anları yaşadım.
Arabaşı yemeye çalıştım, beceremedim, çorbasını kaşıkladım.
Evet, aklıma gelenler bunlar. Bunun dışında, elbette Sorgun ile ilgili bilgilerden oluşan, bir demet, aşağıda sizlerle birlikte olacak.
Tarihi, antik yerlere merakı olan ziyaretçilerim için: Sorgun’da bulunan “Kerkenes” harabelerinin mutlaka ziyaret edilmesini öneririm.
Son olarak: ülkemizde 3 tane Sorgun isimli yerleşim yeri var. Bunlar: Yozgat-Sorgun, Tatvan-Sorgun ve Manavgat-Sorgun. Umarım Sorgun diye arattırdığınızda: şu an aradığınız Sorgun sayfasındasınızdır.
ULAŞIM
İl merkezine, 33 km. uzaklıktadır. Sorgun-Sarıkaya arası uzaklık: 37 km.
TARİHİ
İlçede bulunan Alişar höyüğünde yapılan kazılarda, bu bölgede, MÖ.3000 yıllarından itibaren yerleşim bulunduğunu ortaya koymuştur.
Bunun dışında: 1071 Malazgirt Savaşından sonra, bölgenin Türkler tarafından ele geçirildiği görülmektedir.
1905 yılında, Belediye hüviyetini kazanır.
1926 yılında ise İlçe olur. 1928 yılında “Köhne-i Kebir” (Büyük Köhne) olan ismi; “Sorgun” olarak değiştirilir.
GENEL
İl merkezinin doğusunda, E-88 kara yolu üzerinde kurulmuştur. Deniz seviyesinden, 950 metre yüksekliktedir.
İklim: karasal iklim hakim olup, yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve sert geçer. İlçe merkezi özellikle lodos ve poyraz rüzgarlarına tamamen açıktır.
İlçenin ortasından geçen “Eğriöz” ve “Delibaş” dereleri, ilçeyi ikiye böler.
İlçe ekonomisi: tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Ayrıca, ilçe toprakları, tuğla yapımına elverişli olduğundan, son yıllarda briket ve tuğla imalat sanayi işletmelerinin sayısı artmıştır. İlçedeki en önde gelen sanayi kuruluşu ise, Yozgat-Sorgun Şeker Fabrikasıdır.
Tüm bunların yanında: Sorgun denilince, Linyit kömürü yer altı kaynakları da öne çıkmaktadır. Özellikle: kaplıca bölümünde, yani Yozgat il merkezinden gelişte, şehir çıkışında, sağ yanda, büyük linyit kömür ocakları görülebilmektedir.
Bu ocaklarda, üç özel kömür işletmesi tarafından, linyit kömürü üretimi yapılmaktadır.
Evet, Sorgun’a yolunuz düşerse (aslına bakarsanız: Ankara ve batıdan, Sivas yani doğu istikametine gidenler, mutlaka Sorgun’dan geçiyorlar) veya buradan geçerseniz: kısa bir süre ayırıp, bu şirin yöremizi gezebilirsiniz. Tarih meraklısı iseniz: Kerkenez Harabelerine ve Alişar Höyüğüne zaman ayırın.
Yorgunluğunuzu: kaplıca tesislerinde giderebilirsiniz. İlçe merkezinde: arabaşı yemeği tadabilirsiniz. Her ne kadar tamamen bir söylentiden ibaret olduğunu düşünsem de, Yozgat şehir merkezi uzun süre gelişemez iken, Yozgat’ın ilçeleri olan Sorgun ve Yerköy; hızla gelişmiş.
Özellikle: Sorgun benim yaşadığım dönemden sonra: yeni kurulan Şeker Fabrikası, Devlet Hastanesi, yenilenen Kaplıca tesisleri gibi yerleri ile, iyice ileri gitmiş.
Bu arada: değerli Sorgun insanının birçoğu hala dış ülkelerde ve özellikle Almanya’da. Ama büyük bir kısmının da kesin dönüş yaptığını ve Sorgun’da, kendilerine sakin ve rahat bir hayat seçtiklerini öğrendim.
Elbette, yılların yorgunluğunu atmak, toprakla uğraşmak için Sorgun ideal bir yer. Gezginler yani ziyaretçiler için ise: yukarıda sözünü ettiğim gibi, Sorgun’un güzel yerleri var.
MEHTERAN BÖLÜĞÜ
Sorgun Belediyesi bünyesinde, Mehteran Bölüğü kurulmuş. Burada görev yapan 49 kişinin tümü, Belediye personeli. Çevre il ve ilçelerinde, sürekli konserler vermeye başlayan Mehter bölüğü, halkın yoğun ilgisini çekmiştir. Türk kültürüne katkı sağlaması açısından, güzel bir oluşum.
NE YENİR.NE İÇİLİR
Sorgun bölgesinde, tatmanızı önereceğim, başlıca mahalli yemek: arabaşı. Her ne kadar yenilmesi biraz maharet istese de, mahalli yemek düşüncesindeki ziyaretçiler için, buraya has bir yemek olması nedeniyle, mutlaka tadılması gerek.
GEZİLECEK YERLERİ
SORGUN KAPLICALARI
Kaplıca sularında: klorlu sülfat, sodyum klorür, sodyum sülfat bulunmaktadır. Sıcaklığı ise: 50-61 derece arasındadır. Kaplıca sularının şifalı geldiği hastalıklar şunlardır: kronik iltihaplı hastalıklar, spazm benzeri hastalıklar, kırık-çıkık sekelleri, ağrılı kadın hastalıkları, romatizmal ağrılar.
Kaplıca bölgesinde konaklama tesisi var.
ALİŞAR HÖYÜĞÜ
Sorgun-Sarıkaya yolu üzerinde, sol yanda kalmaktadır. Karayolu üzerindedir.
1990’lı yıllarda: her ne kadar kara yolunun kenarında denilse de, kara yolundan biraz içeride bulunan bu höyüğün bulunduğu yere gittim. Araba ile gittiğimde, höyüğün tam ortadan ikiye bölünecek şekilde kazıldığı, bunun dışında, yer yer birçok küçük kazıların bulunduğunu gördüm.
Yani, defineciler buraları haddinden fazla kazmış ve sanırım bir şeyler bulmuş ve götürmüşler.
Yani, şu an için, Alişar Höyüğü anlatacağım sizlere ama, bu höyükte şu an için görülecek bir şey yok. Yalnızca: biraz önce söylediğim çukurların yarattığı rezillikleri görüp, benim gibi, bu duruma müsaade edenler hakkında kötü şeyler düşünüp, bölgeden ayrılırsınız.
Bunun dışında, görülecek bir şey yok, ama yinede, ilk yerleşimin binlerce yıl önce söz konusu olduğu bu topraklarda dolaşmak, aynı havayı teneffüs etmek isterseniz, elbette höyüğün bulunduğu yere gitmek size keyif verecektir, gidin, yol sıkıntılı değil.
MÖ.3000 yıllarında, Alişar’ın surlarla çevrili bir kent haline geldiği görülüyor. Daha sonra ise: güneyindeki Kaniş (Kültepe) şehri gibi, Asurlu tüccarların geldiği bir ticaret merkezi haline gelmiş. Sonra ise, Hitit kralı Anitta tarafından, şehir yok ediliyor.
Hititler, daha sonraki dönemde, kuzeyde bulunan “Hattuşaş”ı, başkent yaparlar. Bu dönemde: Alişan höyüğünün bulunduğu yerde, “Ankuwa” isimli, küçük bir Hitit kasabası vardı.
Daha sonra, Frigler burayı ele geçirdiler.
Evet, höyük bir çukura kurulmuş. Ölçüleri ise, 520 x 350 metredir. Yüksekliği: 30 metredir. Bu bölge: 1927 yılında, Alman Wonder Osten tarafından kazılmış ve merkeze yakın yerde, Alişar höyük meydana çıkarılmıştır.
Höyüğün ilk kuruluşundaki halinde, bir kısım evler görülüyor. Bu evler: dörtgen planlı, kerpiç duvarlı, düz damlı, basit köy evi.
Daha sonraki devirde: şehrin iç kalesi olduğu, evlerin belli bir plana göre yapıldığı ve bazılarında, duvarların içten ve dıştan sıvandığı görülüyor.
Bu devirde, şehir, surla çevrilmiş. Üçüncü devirde: iç ve dış kale kuvvetlendirilmiş, iç kalenin alanı genişletilmiştir. Bu devir: Hitit çağına kadar sürer. Dördüncü devir: gelişmeler iyice seçilir.
MÖ.2000-1500 yılları arasına denk gelen bu dönemde: Alişar, büyük bir şehir hüviyetine kavuşur. Hititler: alt şehri yurtlanırlar.
Ayrıca, buraya, yani alt şehre, büyük bir sur yaptırırlar. Şehir: geniş planlı kale kapıları, yer altı yolları ve yer yer kulelerle kuvvetlendirilerek, savunmalı hale getirilir.
Büyük Hitit çağı bitince, şehir yine önemini kaybeder ve küçük bir yerleşim yeri haline gelir.
Beşinci devir: bu devirde, bölgede Hitit-Frig kültürü görülüyor. Bu dönemde: alt şehir, yani Hititlilerce yerleşilen alt şehir önemini kaybeder.
Bu dönemde, şehirde, daha çok Frig eserleri ortaya çıkar. İç kale, eski temelleri üzerine yeniden inşa edilir. Frig döneminden sonra: Alişar önemini iyice kaybeder.
Med, Pers, Helenistik dönem, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde de, şehirde yerleşim görülür. Ancak, bu yerleşim dönemlerindeki egemen kültürlere ait herhangi bir kalıntı yoktur.
Burada yapılan kazılarda: kalkolitik döneme ait küplere gömülmüş iskeletler, pişmiş topraktan yapılmış çanak-çömlekler, mühürler, taş ve kemik üzerine işlenmiş insan ve hayvan figürleri bulunmuştur. Buluntular, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir.
ÇADIR HÖYÜK
Peyniryemek köyünün, yaklaşık 2 km. güneyinde, Esenli-Gelingüllü Baraj havzasında bulunmaktadır. Höyük: 32 metre yüksekliğinde ve 220 metre çapındadır.
Bölgede, 1994 yılından bu yana arkeolojik kazılar yapılmaktadır. Bu kazılarda: burada, Hitit, Frig, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde yerleşimlerin bulunduğu tespit edilmiştir. Araç ile ulaşmak mümkün. Merakı olanların görmesini öneririm.
KERKENES (KESKAVUS) HARABELERİ
İlçe merkezine, yaklaşık 10 km. uzaklıkta, Şahmuratlı köyü sınırları içindedir. Şahmuratlı köyüne ise, 5 km. uzaklıktadır.
Bölge hakkında yazılı kaynaklardaki ilk bilgiler: Heredot tarafından işlenmiştir. Şöyle ki: Heredot’un anlattıklarına göre: MÖ.600 yıllarında, Perslerin bir kolu olan Medler, Batıya doğru büyük bir sefer başlatırlar.
Bu bölgeye geldiklerinde: Friglere ait şehrin surlarını aşmakta büyük zorluk çekseler de, sonuçta kanlı savaşı kazanırlar ve bölgeyi ele geçirirler.
Daha sonra, burada, yani Kerkenes dağı ve çevresinde: biraz önce söylediğim gibi, MÖ.600 yılında, Medler tarafından, bir şehir kurulur. Şehrin ismi hakkında ilk anda “Kerkenes” ismi kullanılır.
Üzerinde kurulduğu dağa verilen isim: Kerk/Enes.
Tam olarak bilinmemekle birlikte:; Kerk=baş, Enes= insan anlamını taşır. Yani: Kerkenes; insan başı veya baş insan anlamına gelmektedir.
Bu şehir: önceleri bu isimle anılmasa da, daha sonra Med İmparatorluğunun başkenti Piterya olarak isimlendirilir.
Uzun yıllar kayıp olarak değerlendirilen, Piterya şehrinin, burada bulunduğu konusunda, son yıllardaki kazılarda, büyük deliller ortaya çıkmıştır.
Evet: burası, Helenistik dönemden önce, Anadolu platosunda kurulmuş, en büyük “Demirçağ” kenti olarak öne çıkar.
Şehrin kurucuları; burayı, savunma ve yol güzergahı olması açısından önemli olacağını düşünerek seçmişlerdir. Şehrin kuruluş amacının çok farklı olduğu düşünülmektedir.
Çünkü: planı, mimarisi, büyüklüğü ve benzersiz kültürü ile çok farklı bir şehir oluşturulmaya çalışılmış.
Bu şehir belki bir üniversite şehri, belki bir insanlık akademisi, belki çok renkli bir evrensel kent, bilim, sanat ve felsefenin ölümsüz zenginliklerin yolunda kurulmuş bir kent.
Şehirdeki: idari, dini ve askeri yapıların büyüklüğü ve gösterişleri, şehrin geçici amaçla değil, sürekli ikamet için kurulduğunu ortaya koyar.
Tamamen sıfırdan, yepyeni bir şehir kurarlar. Şehrin planı: insan silüetinde oluşturulmuştur.
Bunun nedenini, günümüzde anlamak mümkün değil, insan modelli bir şehir planının sembolik anlamı ve mesajı ne olabilirdi?
Diğer özelliklerinin çoğunda olduğu gibi, bu da şehrin gizemlerinden biridir. Ama büyük olasılıkla, kentin biraz önce söz ettiğim isim anlamında, belki bir yaklaşım bulunabilir.
Yerleşim alanının tamamı: kamu yapıları ve sivil yapılarla, bir yönetim planı oluşturacak şekilde düzenlenmiştir.
Şehir: düzenli bir şekilde planlanır ve inşa edilir. Denizden 1500 metre yükseklikte, geniş bir granit dağ kütlesinin üzerine kurulmuştur.
Özellikle: saray yapısı gurubu içinde, İran’da rastlanan bir yapı tipi olan “dikmeli bir salon” bulunmuştur.
Bu da, Heredot tarafından sözü edilen Piterya isimli kentin, burası olduğunun en büyük kanıtlarından biridir. Diğer bir kanıt ise: bölgede, bronz bir plaka bulunması olmuştur.
Bu bronz plaka üzerinde, Medler tarafından yoğun olarak kullanılan keçi ve geyik resimleri görülür. Ayrıca: bu bölgede yapılan kazılarda bulunan, benzersiz fildişi bir plaka, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir.
Bu muhteşem şehri çevreleyen surlar; 7.5 km. dir. Estetik yapıları ile büyüleyici nitelikteki bu surların genişlikleri ise: 5 metredir. Bu surların, 7 giriş kapısı bulunmaktadır.
MÖ.650 yıllarında, Med ve Babil birliktelikleri sonucu, Asur imparatorluğu yıkılır ve dengeler bozulur. MÖ.590 yılında ise: Medler ve Lidyalılar arasında, 6 yıl süren bir savaş başlar.
Bu savaş; MÖ.585 yılına gelindiğinde, sürmeye devam ederken: bir gün, savaş sırasında, güneş tutulması yaşanır.
Medler ve Lidyalılar, güpegündüz savaşırken, savaş alanı birden gece karanlığına bürünür.
Her iki tarafta, bunun üzerine “Tanrı savaşmamızı istemiyor” diyerek, savaşa son verirler.
Piterya şehrinin dünyaca tanınmasında, bu güneş tutulması olayı ve savaşın bitirilmesinin de büyük önemi vardır.
Zaten: Anadolu’da, havadaki nem oranının en düşük olduğu yer olması nedeniyle: gündoğumu, günbatımı ve tam güneş tutulması, buradan gayet net şekilde görülmektedir.
Zaten: 2006 yılındaki güneş tutulması, ilgili uzman topluluğu tarafından, burada izlenmiştir. Tüm bunların yanında, dünya tarihinde, savaş karşıtı olarak kimlik bulan bir şehir, ilk barış kalesi.
Derken barış dönemi başlar.
Bu dönemde ise: Medler ve Lidyalılar arasında, dostluk gelişir. Lidya kralı Alyettesin kızı Aryenis, Med kralı Kyarsarın oğlu Astyag ile evlenir ve akrabalık ilişkileri geliştirilir.
Piterya şehri: kuruluşundan yalnızca 50 yıl sonra, Lidya kralı Krezüs tarafından yağmalandıktan sonra ateşe verilir ve yakılarak yok edilir.
Şehir halkı, Lidyalılar tarafından köleleştirilir. 5 metre genişliğindeki benzersiz estetik anlayışı bulunan büyüleyici surlar, tamamen tahrip edilir.
Evet, Pitere şehri hiçbir zaman tamamlanamamıştır. Yakılarak yok edildiğinde, şehir surlarının şehirdeki önemli yapı guruplarının temellerinin, büyük kısmı yapılmış olsa da bitirilmediği görülmektedir.
Zaten o dönemde, mevcut binaların çoğunun iç bölümlerinde ahşap kullanılmış ve yangın sırasında, bu durum yangının kısa sürede büyüyerek yayılmasını ve tüm kentin yanmasını sağlamıştır.
Daha sonraki dönemlerde, burada herhangi bir yerleşim söz konusu olmamıştır. Zaten bu nedenle, mevcut Med kültürünün ayak izleri günümüze kadar ulaşmıştır.
SONUÇ
Evet, bu şehir: adı ister Kerkenes ve isterse Piterya: yapıldığı dönemde, dünyanın en büyük kalesi olarak öne çıkıyor.
Surlarının uzunluğu nedeniyle, dünyanın en uzun ikinci surlarına sahip. Tüm bunların yanında: medeniyetin, Yunandan önce, Anadolu’da başladığının en büyük kanıtlarından biri.
Türklerin bir kolu olan Medlerin ve dolayısıyla Türklerin Anadolu’ya ilk gelişleri olarak MÖ.585 yılı ele alınabiliyor.
Zaten, bu tez, Atatürk tarafından ortaya atılmıştır.
KAZI ÇALIŞMALARI
Evet, yanmış ve terk edilmiş, bu Demirçağ kentinde, uzun süredir kazı çalışmaları sürdürülüyor. Kapalı ve açık alanları dolduran, erozyon ve tünel kazan hayvanların yok edemediği, yanmış döküntüler arasında: keramik kaplar, aletler, süs objeleri, yiyecekler, hayvan yemleri, pire, kene ve böcek kalıntıları bulunuyor.
Hafif eğimli arazi üzerinde, tam orta yerde “Sülüklü Göl”(Büyük Göl) olarak anılan yerde, yaklaşık çapı 20 metre olan su birikintisi bulunuyor.
Araziyi saran sur kalıntıları, batıda yaklaşık 4 metrelik bir boşluk bırakmaktadır ve burada sur kapısı bulunduğu düşünülmektedir.
Kerkenes bölgesine gittiğimde, ilk dikkatimi çeken, düz bir ovada, dik bir tepe. Birkaç kişi, bu tepeye, tamamen tırmanarak, büyük zorlukla çıktık.
Bayağı yüksek bir eğim vardı.
Tepeye çıktığımızda ise, burada, şehrin kral sarayının bulunduğunu öğrendik.
Ama, tepeden baktığınızda, aşağıda yani ovada, muhteşem bir şehir manzarası ortaya çıkıyor.
Şöyle ki, aşağıda, ızgara planlı, yalnızca temel yerleri belli, ama yüksekten baktığınız için, cadde ve sokak düzeni ve evlerin durumu sezilebilen, harika bir görüntü vardı.
Ayrıca: bu görüntünün çevresinde, üst üstü bulunan taşları devrilmiş olsa da, muhteşem bir duvar kalıntısı.
Biraz daha ileri de, bir göl ve ileriye doğru uzayan ova. Tepeden bakıldığında gerçekten bu muhteşem manzaranın tadına doyum mümkün değil.
HAPİS BOĞAZI (KARAKIZ HİTİT HEYKEL ATÖLYESİ)
İlçenin, Karakız Beldesi sınırları içindedir. Araplı ve Ahmetfakıllı beldeleri arasındadır. Ahmetfakıllıya, yaklaşık 2.5 km. uzaklıktadır.
Burası: Hitit döneminde (MÖ.1800-1200) granit yapı malzemeleri ve plastik eserlerin imal edildiği bir taş ocağı ve heykel atölyesidir. Bu taş ocağından elde edilen yapı taşları: Hitit başkenti Hattuşaş ve Alacahöyük kentlerindeki ihtişamlı yapılarda, yapı taşı olarak kullanılır.
Burada: günümüzde, yarı işlenmiş haldeki aslan kabartmaları, köylülerce kazankaya olarak bilinen sarnıç ve yakınındaki dev ibrik görülüyor.
Özellikle: kazankaya olarak isimlendirilen sarnıç: 2 metre iç çapı, 4.5 metre dış çapı
İle, tek parça granitten yontulmuş, muhteşem bir eser olarak karşınıza çıkıyor. Yani, kayaların en sertinden, hangi teknoloji kullanılarak, bu kadar kusursuzca oyulmuş, büyüleyici bir kazan ortaya çıkarılabilir. Düşünün ki, binlerce yıl önce.
Kazanın hemen yanındaki ibrik ise daha muhteşem. Kazandan daha büyük, tek parça.
Bu kadar büyük granit kayalarının, tek parça olarak bu denli muhteşem işlenmesi, gerçekten gözlerinize inanamayacaksınız.