Altındağ Beşik kaya Mahallesinde: 350 gecekondu yıkılarak burası yapılmıştır. Hüseyingazi 8 cadde veya Karapürçek tarafından ulaşılıyor.
Ankara-Samsun kara yolunda, Mamak Muhabere Okulu geçildikten sonra, sola Karapürçek istikametine dönülür ve 8 km sonra buraya ulaşılır. Saat: 10.00-19.00 arası açıktır.
Bölge tamamen açık hava olduğu için, havanın güzel yani yağışsız olduğu bir günü tercih etmelisiniz. Şunu da unutmamak gerek, burası peyzaj olarak sürekli inişli çıkışlı bir alan, mutlaka ve mutlaka spor ayakkabısı giymelisiniz.
Düz bir yer neredeyse çok azdır. Unutmadan, burada piknik yapılmasına izin verilmiyor. Tuvaletler ücretsiz.
Dışarıdan yiyecek getirmek yasak. Otopark var ama hafta sonu çok yoğun oluyor.
Bir dere yatağı ve çevresindeki yeşillik alan değerlendirilerek proje genişletilmiştir. Bu projede: yel değirmeni, su değirmeni, köy evleri, cami, çamaşırhane, okul, bakkal, köy kahvesi ve asma köprü bulunuyor. 500 dönüm arazi üzerindeki proje, yaklaşık 2 yılda gerçekleştirilmiş.
Gerek köy kültürünü tanımak ve gerekse tertemiz bir havada ve doğada bir gün geçirmek isteyenler için idealdir. Ancak özellikle rahat bir ayakkabı giymenizi öneririm. Buraya fotoğraf çektirmek için çok sayıda gelin-damat geliyor. Gelin-damat dış çekimleri burada ücreti karşılığı yine buranın fotoğrafçıları tarafından yapılıyormuş.
Burada: çeşitli hayvanlar bulunuyor, koyunlar, kuzular, inekler, öküzler, atlar, eşekler, köpekler, arılar, horozlar, tavuklar, kediler, kuşlar ve özellikle ceylanlar, karacalar ilgi çekiyor. Eski Cumhurbaşkanlığı Çankaya köşkünde bulunan ceylanlar da buraya getirilmiş, diğer ceylan ve geyiklerle birlikte yaşıyorlar. 3 ceylan Altınköye nakledilmiş.
Çamlıdere’de bulunan yaralı yavru alageyik te, gerekli tedavisi yapıldıktan sonra, Altınköye getirilerek diğer hayvanlarla birlikte yaşamaya başlamış.
Ayrıca: burası bir mesire alanı, ister piknik yapın, ister koşun oynayın, isterseniz konaklarda bulunan kafede kahvaltı (odun ateşinde gözleme yemelisiniz) yapın. İçeride kahvaltı verilen 2 konak vardır. Yürüyüş yapmak isterseniz, uzunca bir yürüyüş parkuru var.
Hatta: buğday tarlası, sebze ve meyve tarlaları, meyve ağaçları, ahırlar, kümesler, at ve öküz arabası var.
Köy kahveleri düzenlenmiş, taş fırından sıcak ekmekler çıkıyor. Köyde 100 yıl öncesine ait bazı eşyalar sergileniyor. Bunlar: dirgen, dibek, tırmık, tokat, havan, el değirmeni, keşkek tokmağı ve benzeridir.
Burada zaman zaman geleneksel uygulamalar da yapılıyor, örneğin: geleneksel bir köy düğünü canlandırılıyor.
Özellikle hafta sonlarında aşırı kalabalık oluyor, sıra beklemeyi göze almanız gerek, hatta önceden yer ayırtmak daha uygundur. Serpme kahvaltı veriliyor, fiyatlar nispeten uygundur.
Doğal ev yapımı ürünler de satılıyor.
İtfaiye Aracı
Bolu Dörtdivan’dan getirilen 1955 model itfaiye aracı, Belediye tarafından kullanıma hazır hale getirilerek Altınköy’e yerleştirildi. Olası bir yangına müdahale edecek duruma getirilen itfaiye aracı: kırmızı rengi, siren lambaları ve itfaiyeyi temsil eden 110 numaralı plakası ile Altınköy ziyaretçilerinin ilgisini çekiyor.
Altınköy Kına Evi
Kına evinde, geleneksel kına türküleri ve kına eğlenceleri düzenleniyor. Profesyonel organizasyon hizmetlerinin tümünün sunulduğu kına töreninde, geleneksel bindallılar, kına setleri, lezzetli ve zengin yiyecekler ve içecek menüleri hazırlanıyor.
Evet, yoğun talep üzerine Altınköy içinde 3 tane kına evi hazırlanmış, Kına daveti alırsanız, hangi evde olduğunu sormayı unutmayın. 120 kişi kapasiteli kına evleri, Pazartesi hariç her gün saat: 20.00-23.00 arasında açıktır.
Asma Köprü
Çelik halatlarla bağlanan ahşap asma köprünün uzunluğu 150 metre, yüksekliği ise 30 metredir. Köprünün tam ortasına geldiğinizde, Altınköy’ün muhteşem manzarasını izleyebilirsiniz.
Köy Kahvesi
Karabük ili Yortanazarı Beldesi Ova köyünden sökülerek buraya getirilmiştir. Çantı ev tekniği özelliklerine sahip köy kahvesi, hiç çivi kullanmadan geçme yöntemle yapılmıştır. Durmuş Kocakaya isimli şahıstan alınan konakta 68 yıl ikamet etmiştir.
11 yıl kapalı kaldıktan sonra, fırınlara odun olarak satılacak iken son anda kurtarılarak, gerekli izinlerle Altınköy Açık Hava Müzesine taşınmış, monte ve restore edilmiş, 2014 yılından bu yana köy kahvesi olarak kullanılmaktadır.
Köy parkta yerini alan köy kahvesi: 260 metre karelik kullanım alanına sahiptir. Kahvenin duvarları meşe ve gürgen ağacından yapılmıştır. Aynı anda 200 kişiyi ağırlayacak kapasiteye sahiptir. Köy kahvesinde bulunan 60 yıllık radyo ise, nostaljik sesleri ve ezgileri günümüze taşıyor.
Köy kahvesinden bakır kazandan mutlaka çay için. Ahşap iskemlelerde oturun, sedirlerde oturun, şöminede çatırdayan odun seslerini dinleyin, köy kahvesinin hemen yanında çay bahçesi var. Tahta sandalye ve masaların bulunduğu çay bahçesi önündeki manzara ile gerçekten ilgi çeker. Burada da yayık ayranı için.
Ova Camisi
1900’lü yılların başında inşa edilen Ova Camii, Yortan Pazarı Ova Köyünden sökülerek buraya getirilmiş ve yeniden kurulmuştur. Orman köyünde yaşayanların merkeze taşınması nedeniyle 10 yıldır cemaati bulunmayan ve kapalı durumda olan cami, muhtar ve muhtar heyetiyle anlaşılarak alınmış ve burada yeniden kurulmuştur.
Caminin parçaları tek tek numaralandırılmış, sökülmüş ve 2013 yılında kamyonlarla taşınarak buraya getirilmiş, yeniden kurulmuştur. Minaresi camiye uygun olarak yeniden yaptırılmıştır. Geçmişte tekke olarak da kullanılan cami, Altınköy Açık Hava Müzesinin simgelerindendir.
Kütük, gövde, şerefe, külah ve alem bölümlerinden oluşan cami minaresi 15 metre uzunluğunda ve tek şerefelidir.
Minarenin tasarımı, Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyor. Cami minaresi, 100 yıllık ahşap ve bakırın kaynaşmasıyla oluşan dizayna sahiptir. Minarede ses sistemi yoktur. Minarenin şerefe kısmına cami içindeki merdivenlerle çıkacak olan müezzin, ezanı çıplak sesle okuyor.
KONAKLAR
Çantı evler
Karadeniz bölgesinde, ormanlık bölgelerde ağaç gövdelerinin üst üste yığılarak yapılan evlere çantı evler denir. Yontulmamış ya da kereste haline getirilmemiş uzun ahşap kütükler, aralarına geçmeler geçirilerek birbiri üstüne oturtulur.
Bu yapım tekniği: Türkiye dahil tüm dünyada özellikle ormanlık bölgelerde görülür. Ancak kullanımı gitgide azalmaktadır. 1950’li yıllara kadar Doğu Karadeniz bölgesinde sıkça görülen bu evler, zamanla yok olmaya yüz tutmuştur.
Altındağ Belediyesi: çantı evlerinin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için, Karabük ve Kastamonu orman köylerinden satın aldığı çantı evlerini, tek tek söktürmüş, kamyonlara yükletmiş ve Altınköy Açık Hava Müzesi içinde yeniden kurdurmuş ve restore ettirmiştir.
Evet, park alanı içinde bu çantı türü evleri de görebilirsiniz.
Berberler konağı
Burası: Karabük Yortanpazarı Berberler köyünden sökülmüş, buraya getirilip yeniden monte edilmiştir. İsmail Berber’den alınan ve hiç çivi kullanmadan, 1950’li yıllarda yapılan ahşap çantı konak: kayın ve meşe ağacındandır.
Ağırlık 125 tondur. 1970’li yıllarda heyelan geçirmesi nedeniyle, yıllarca kapalı kalmıştır. Konağın parçaları yerinde tek tek numaralandırılmış, sökülmüş ve Açık Hava Müzesinde yeniden monte edilmiştir.
Sökümü, nakliyesi, montaj ve restorasyonu 3 ay süren konak, 2014 yılında hizmete açılmıştır.
Emdiler konağı
Karabük ili Tır köyünden sökülerek buraya getirilmiş, yeniden kurulmuştur. Maden işçisi Selahattin Emdi tarafından 1940’lı yıllarda hiç çivi kullanmadan köknar ve meşe ağacından yaptırılan konak, 2012 yılında ev sahibi ve varislerinden satın alınarak tek tek numaralandırılmış, sökülmüş, kamyonlarla Altınköy’e nakledilmiş ve burada yeniden monte edilmiştir.
Tüm nakil işlemleri 4.5 gün süren konak, 2014 yılında hizmete açılmıştır.
Hacı Osmaanoğlu Konağı
Karabük ili Yortanpazarı beldesinden sökülerek Altınköy Açık Hava Müzesine getirilmiş, yeniden kurulmuştur. İsmail Hacıoğlu isimli kişiden alınan bu konak, bulunduğu yerde farklı bir üne sahiptir. En büyük çantı konaklarından biridir.
Konak, hiç çivi kullanılmadan, geçme yöntemle yapılmıştır. Konağın bulunduğu mevkiin sarp olması nedeniyle, zor şartlarda sökülerek 20 kamyonla taşınan meşe ve kaya gürgeni ağaçlarından yapılan konağın sökümü, montajı ve restorasyonu 6 ay sürmüş, 2014 yılında Altınköy’de hizmete açılmıştır.
Döngeller Konağı
Burası, kahvaltı mekanı olması nedeniyle yoğun tanınıyor. Konak, Karabük ili Yenice ilçesi Yortanpazarı Beldesinden sökülerek buraya getirilmiştir.
1975 yılında Muhittin Karadöngel tarafından yaptırılan ve çantı ev özelliğine sahip konak, hiç çivi kullanmadan, meşe ve köknar ağaçlarından yapılmıştır.67 ton ağırlığında ve 230 metre kare büyüklüğündeki konak, 2012 yılında kamyonlarla buraya nakledilmiş, 4 ay süre sonunda tamamlanarak 2014 yılında hizmete sokulmuştur.
Köy Konağı
Altınköy açık hava müzesinde, köy konağı konseptiyle hizmet veren 5 butik otel var. Bu otellerde konaklama ve yemek hizmetleri, Altındağ Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencileri tarafından sağlanıyor.
Konaklarda uygulamalı eğitim gören öğrenciler hem staj yapıyor hem de gelir elde ediyorlar.
5 konağın 28 yatak kapasitesi var. Otellerde kalan konuklar, 100 yıl önceki Anadolu köyüne geri götürülüyorlar. Açık hava müzesi, pazartesi günleri kapalı olmasına rağmen konaklar açık bulunduruluyor.
Ahşap konaklar: köy havası almak, şömine başında nostalji yapmak ve eskiye özlem duyanlar için muhteşem bir fırsat. (günkü: fiyatlar, kahvaltı dahil kişi başı 110 TL.dir.
Değirmen
Altınköy’de iki tane değirmen var, su değirmeni ve yel değirmenidir.
Yel değirmeni, köyün yüksek bir yerine konumlanmıştır, bu yüzden gitmek istediğinizde 3-4 km kadar yürümeniz gerekir. Önünde, buğday tarlası var. Yel değirmeni çalışıyor ve ziyaretçilere buğdayın nasıl una dönüştüğünü gösteriyor.
Bizans döneminde Kağıthane deresinin ismi “Barbisos”tur.
Evliya Çelebi’nin “Seyahatname” sine göre: Kağıthane, ismini İstanbul’un fethi sırasında, dere kıyısında bulunan kağıt imalathanelerinden almıştır.
Roma ve Bizans’ın ardından Osmanlı döneminde de Kağıthane: gerek doğal güzellikleri ve gerekse medeniyetlerin sembollerinden olan kağıtların el değmeden üretilmesiyle önem kazandı.
Ancak teknolojik gelişmeler sonucunda: el yapımı kağıt atölyeleri kapanır ve seri üretim yapan kağıt fabrikaları dönemi başlar. Daha sonra şehirleşme ve göçlere bağlı olarak Kağıthane’de bulunan kağıt fabrikaları, şehir dışına taşınır ve yöredeki kağıt üretimi biter.
İstanbul Kağıthane
Kağıthane bölgesinde Osmanlı döneminde oldukça meşhur olan bahçe ve kasırlar, halk arasındaki türlü dedikodular nedeniyle, Patrona Halil isyanında yıkılarak yok edilmiştir. Böylece “Lale Devri” biter.
Daha sonraki yıllarda da halk tarafından tercih edilen mesire alanı: Haliç ve çevresinin sanayi merkezi olarak yapılanmaya başlamasıyla yoğun bir doğa kirlenmesine maruz kalır ve 1940’lı yıllarda Kağıthane mesireliği tamamen biter.
Gelelim yakın tarihe: Kağıthane, 1987 yılında müstakil ilçe olmuştur. 1989 yılında ise Belediye teşkilatı kurulmuştur.
İstanbul Kağıthane
GENEL
Engebeli arazi vadiler ve derelerden oluşmaktadır. Kağıthane deresinin döküldüğü Haliçte küçük bir kıyısı bulunmaktadır. Kağıthane: Tem, Büyükdere Caddesi, E-5 karayolu gibi İstanbul-Avrupa bağlantı yolları arasında kaldığı için, tüm bu hatlara hızlıca bağlanılabiliyor. Bu yüzden, konum olarak avantajlı bir yerdedir. İlçede 19 tane mahalle bulunmaktadır. En büyük mahalleleri: Seyrantepe, Hamidiye, Merkez ve Talatpaşadır.
İstanbul Kağıthane Deresi
KAĞITHANE DERESİ
Derenin toplum uzunluğu 12 km dir. Terkos gölünün yakınında bir kaynaktan doğar ve Haliç’e dökülür. Havzası büyük olmasına rağmen, yazın suları kurur.
Günümüzde yoğun bir yerleşimin ortasında kalan derenin çevresinde, eskiden geniş çayırlar bulunuyordu. Bu çayırlar, İstanbul halkı için piknik amaçlı kullanılıyordu, derede ise kayıklarla geziliyordu.
Ancak Kağıthane deresi bölgesinde bulunan tüm kasır ve konaklar: 1730 yılındaki Patrona Halil isyanında isyancılar tarafından yok edildi.
İstanbul Kağıthane
Sonraki süreçte, 1950’li yıllarda İstanbul’a dışarıdan olan göç nedeniyle, bölge yine hızla dolmaya başladı ve dere yatağında gecekondular yapıldı.
Zamanla bu konutlar ve çevresindeki sanayi tesisleri nedeniyle dere yoğun şekilde kirlendi ve bu kirlilik Haliç ve dolaylı olarak Marmara Denizini de etkiledi.
1990’lı yıllarda yapılan ıslah çalışmaları sonucunda, derenin kötü kokular yayması ve taşması engellendi. 2012 yılında, Kağıthane deresinin temizlenmesi için, dereye deniz suyu verilmiştir. İstanbul boğazından pompalanan deniz suyunun Haliç’e hayat vermesi çalışmaları yapılmıştır. Böylece Haliç’e temiz deniz suyu akıtılmıştır.
Kağıthane deresiyle ilgili son bir not: bazı kaynaklara göre, Osmanlı döneminde bölgeye gelen tüccarlar, gemileriyle Kağıthane deresi çamurunu saklıca çalıp, Avrupa’ya kaçırıyorlarmış. Çünkü yine o dönemde top sanayiinin en önemli hammaddesi çamur imiş ve buna en uygun ve kaliteli çamur Kağıthane deresinin çamuru imiş.
ÇAĞLAYAN MAHALLESİ
Semtin ismi: Kağıthane deresi üzerindeki oyma mermer kaidelerle sağlanan çağlayandan gelmektedir. Ancak bu bir tür suni çağlayandır. Yani, Batılıların deyişiyle “kaskat” dır. Ancak bu mermer kaideler zaman içinde sökülmüştür. Evet Osmanlı döneminde sulak çağlayanlarıyla ünlü bu yöre, 1950’li yıllardan sonra gecekondularla dolmuştur.
İstanbul Kağıthane Çağlayan Gençlik ve Bilim Merkezi
ÇAĞLAYAN GENÇLİK VE BİLİM MERKEZİ
Rümeysa Sokaktaki merkez 13 Ekim 2015 tarihinde hizmete açılmıştır. Yaklaşık 6500 metre karelik bir alana kurulmuştur. Merkezde: 360 derece dönen bir kule ve kulenin üst kısmında kule ile birlikte dönen bir restoran bulunmaktadır.
İstanbul Kağıthane Çağlayan Gençlik ve Bilim Merkezi
Döner kule restoranda yemek yerken, manzarayı 360 derece izlemek mümkündür.
İstanbul Kağıthane Çağlayan Gençlik ve Bilim Merkezi
Tamamen camla kaplı bu alan, özel bir mekanizma sayesinde kendi ekseni etrafında dönüşünü kesintisiz ve belli bir hızla tamamlıyor.
İstanbul Kağıthane Çağlayan Gençlik ve Bilim Merkezi
Ayrıca otopark, konferans salonu, spor salonu, sergi salonu, derslik, çatı terası, giriş terası, tam donanımlı bilgisayar odası vardır.
İstanbul Kağıthane Çağlayan Gençlik ve Bilim Merkezi
Bilim Merkezinde 40 ayrı ünite vardır ve çocukların bu 40 ayrı ünitede çalışma imkanı bulunmaktadır.
İstanbul Kağıthane Karakolhane Koğuşu
KARAKOLHANE KOĞUŞU
Yine Osmanlı döneminden kalma, uzun süre kaderine terk edilmiş ve harabe halde iken 2015 yılında Kağıthane Belediyesi tarafından restore edilen bir yapı. Bu yapı: mesire alanının güvenliğinden sorumlu Yeniçerilerin, atları ile birlikte kaldıkları yerdir. İlk yapıldığında iki katlıdır. Üstte çatısı ve çatı katı vardır. Ancak sonradan tek katlı yapılmıştır.
İstanbul Kağıthane Nurol Tower
NUROL TOWER
Proje 42 katlı ve 160 metre yüksekliğindedir. Burası ev-ofis-ev konseptinden oluşan bir blok şeklinde düzenlenmiştir. Ayrıca restoran ve dükkanlar ile kafeler de bulunmaktadır.
ÇELİKTEPE MAHALLESİ
İstanbul Kağıthane İstanbul Sapphire
İSTANBUL SAPPHİRE
Eski Büyükdere caddesindedir. Burası rezidans ve AVM dir. 2011 yılında tamamlanan binanın yüksekliği 236 metredir. Anten ile birlikte yükseklik 261 metredir.
Seyir Terası
236 metre yüksekliktedir. Burada: Vista cafe restoran, davet ve organizasyon salonu, showtime pictures ve SkyRide 4D Simülasyon yerleri bulunmaktadır.
Showtime Picture
Seyir terasının hemen girişindedir. Burada İstanbul manzarasına karşı, kostümlü fotoğraf çekimleri yapılmaktadır.
Skyride 4D İstanbul Simülasyonu
Burada, seyir terasından görülenlere yaklaşma ve onları hissetme olanağı yaratılmıştır. Seyir terasından hareket eden simülasyon helikopter: Sapphire Alışveriş Merkezi ziyaretçilerini, Boğaz’ı, Kız kulesini, Ayasofya’yı, Topkapı Sarayını, Yerebatan Sarnıcını izlime şansı yaratıyor.
Mağaza
Bu bölümde en sevilen markalar satılmaktadır.
GÜRSEL MAHALLESİ
İstanbul Kağıthane Gürsel Kültür Merkezi
GÜRSEL KÜLTÜR MERKEZİ-GÜRSEL MAHALLE KONAĞI
Eski Beşiktaş caddesindeki merkez, 13 Ekim 2017 tarihinde hizmete açılmıştır. Burada, sinema ve konferans salonu, muhtarlık, aile sağlık merkezi, bilgi evi, kütüphane ve idari birimler ile otopark bulunmaktadır.
İstanbul Kağıthane Balassi Enstitüsü Macar Kültür Merkezi
BALASSİ ENSTİTÜSÜ MACAR KÜLTÜR MERKEZİ
İmrahor Caddesinde Polat Ofis binasının zemin katındadır. 2013 yılında faaliyete başlamıştır. Macaristan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna bağlı olarak çalışmaktadır. Macaristan dışında açılan ilk kültür merkezidir. Burada: Macaristan’da Üniversite eğitimi, Burslar ve Türk-Macar Kültürel İlişkileri konusunda bilgiler verilmekte, sergiler düzenlenmektedir.
HAMİDİYE MAHALLESİ
Mahallede, İSKİ’nin genel merkez binası bulunduğu için, halk arasında “Sular İdaresi” olarak tanınır.
İstanbul Kağıthane Hamidiye Gençlik Merkezi
HAMİDİYE GENÇLİK MERKEZİ
Girne Caddesi Sezer Sokaktadır. 2 Aralık 2015 tarihinde hizmete girmiştir. Merkezde: kütüphane, derslik, çok amaçlı salon, revir, dinlenme odası ve yaşlılar evi vardır.
İstanbul Kağıthane Hamidiye Sosyal Tesisi
HAMİDİYE SOSYAL TESİSİ
Söyler Caddesi Fethi Okyar Parkındadır. Kağıthane Belediyesi tarafından işletilmektedir.
MEHMET AKİF ERSOY MAHALLESİ
İTTİFAK ÇEŞMESİ-POLİGON ÇEŞMESİ
İmrahor Caddesindedir. Günümüze ulaşamayan Poligon Sarayının önünde bulunuyordu yani Poligon Sarayının çeşmesiydi. Çeşme 1914 yılında, üç saray görevlisi subay tarafından kendi paralarıyla yaptırılır ki, bu durum çeşmenin üzerinde bulunan kitabede yazılıdır.
Çeşmeye bu ismin verilmesinin sebebi, sanırım burada Çağlayan Kasrında, 1808 yılında Sultan II Mahmut döneminde, Sened-i İttifak’ın imzalanmış olmasıdır.
1970’li yılların başına kadar akmaya devam eden çeşme, sonradan devreden çıkarılmıştır. Ardından: süslemeleri ve kitabeleri sökülür, iki istinat duvarı arasında sıkışmış ve yarıya kadar toprağa gömülü iken, restore edilir ve günümüzde görünür halde bulunmaktadır.
MERKEZ MAHALLESİ
KAĞITHANE KÖYÜ
Günümüzde Merkez Mahallesi olarak isimlendirilen bölgede bir zamanlar “Kağıthane Köyü” bulunuyordu. Kağıthane deresinin, Bizans dönemindeki ismi “Barbyzes” dir. Derenin kenarındaki köyün ismi ise “Pissa” dır. Köydeki yerleşimin, Bizans öncesinde de var olduğu yani köyün Roma dönemi ve hatta daha önceki dönemlerde kurulduğu, burada yerleşim bulunduğu tahmin edilmektedir.
Çünkü bu yörede, Roma dönemine ait mezar taşları bulunmuştur. Hatta günümüzde bu bölgede yapılan arkeolojik kazılarda: antik döneme ait büyük bir mabet kalıntıları bulunmuştur. Bu kalıntılar İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.
Bizans döneminde, dere kenarında kağıt atölyeleri vardır. Bu yüzden, Osmanlı döneminde bu yöreye “Kağıthane” isim verilmiştir. Bizans dönemindeki bu kağıthaneler, Osmanlı döneminde de kullanılmış ve Sultan II Beyazıt dönemine kadar varlıklarını sürdürmüştür. 1655 yılında Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde, burada kağıt atölyelerinin bulunduğunu yazar.
Evet, gelelim daha yakın geçmişe: 20’nci yüzyılın başlarında, köye, Balkan göçmenleri yerleştirilir. 1934 yılında, köyde büyük bir yangın çıkar. Köyde halen o dönemden kalma: bazı yapılar günümüze ulaşmıştır.
SADABAT BAHÇELERİ VE MESİRE ALANI
Evet, bu yöreler, bu bölgeler: Sadabat bahçeleri gelişmeden önce, gerek hükümdarların ve gerekse İstanbulluların bir araya geldikleri mesire yerleri olarak önem kazanmıştır. Osmanlı döneminde ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman döneminde önem kazanmış olan Kağıthane yöresi, daha sonra Sultan III Ahmet döneminde yapılan Sadabat Kasrı ile yapılaşmaya başlamıştır. Halkın kullandığı geniş mesire alanların çevreleri, zamanla kasırlar topluluğu ile kuşatılmıştır.
İstanbul Kağıthane Sadabat Sarayları
SADABAT SARAYLARI
Sadabat Caddesindedir. Sadabat Sarayları günümüzde yok, çünkü yıktırılmıştır. Günümüzde Sarayların bulunduğu yerdeki yeni tarihli binada Kağıthane Belediyesi binası olarak kullanılmaktadır. Ancak, elbette “Sadabat Sarayları” hakkında biraz bilgi sahibi olalım.
Birinci Sadabat Sarayı
Osmanlı İmparatorluğunda, ilk büyükelçi olan Paris Büyükelçisi 18 Mehmet Çelebi: görev yaptığı Paris’ten saray ve bahçe planları getirir. Bu planları kullanarak 1722 yılında Kağıthane Deresi kenarında yazlık bir saray yaptırır.
Saray: Şark mimari unsurları ile kaynaştırılır. Saray ile birlikte: bir kanal (Cevdel-i Sim), iki havuz, bir çadır köşkü (Kasr-ı Neşat) ve bir çeşme yapılır. Tüm bu yapım işlemleri, 60 günde tamamlanır. Sarayın açılışı Sultan III Ahmet tarafından yapılır. Sultan: “mutluluk veren mamur yer” anlamında buraya “Sa’d-abad” ismini verir.
Bu saray 1730 yılında Patrona Halil isyanında tahrip edilir ancak yıkılmaz. Ayaklanma bastırıldıktan sonra Sultan I Mahmut, Sarayı tamir ettirir, ancak kullanmaz. Kullanılmayan saray, zaman içinde iyice tahrip olur ve ardından Sultan III Selim döneminde, baş mimar Krikor Amira Balyan tarafından onarılır. Sonuçta, 1809 yılında Sultan II Mahmut ahşap sarayı yıktırır. Çünkü sarayın eskimiş olduğunu düşünür, ayrıca zevkine uygun bulmaz.
İkinci Sadabat Sarayı
Sultan II Mahmut tarafından yaptırılan yeni saray, 1809-1814 tarihleri arasında yapılır. Bu yeni sarayın mimarı Balyan ailesinden Krikor Kalfadır.
Sultan II Mahmut: “Sened-i İttifak”ı burada imzalar. Evet, bu ikinci saray, 50 yıl kullanılır. Ancak: takip eden süreçte, Sultan Abdülmecid, buraya hiç gelmez. Muhtemelen sarayı sevmemiştir, sonuçta bakımsız kalan ikinci Sadabat Sarayı harap olur.
Üçüncü Sadabat Sarayı-Çırağan Kasrı
Tahta çıktıktan sonra Sultan Abdülaziz; Sultan Mahmut tarafından yaptırılan sarayı yıktırır ve 1862-1863 yılları arasında; aynı yere tamamen Batı Avrupa Saraylarının mimari bir benzerini yaptırır. Bu yeni sarayın mimarı Sarkis Balyandır. Bu yeni sarayın ismi ise Çağlayan Kasrıdır.
Çünkü önünde “Çağlayan Kaskadları (kaskad: suni çağlayanlardır)” bulunmaktadır.
Sultan Abdülaziz, sık sık Çağlayan’da yapılan bu yeni saraya gelmiştir.
Ardından tahta geçen Sultan II Abdülhamit’te şehzadelik yıllarını burada geçirmiştir. Tahta geçtikten sonra ise, Yıldız Sarayında yaşamayı tercih etmesine rağmen, buraya da uğramayı ihmal etmemiş ve bazı köşkler yaptırmıştır. Hatta, orduya alınan yeni tüfekleri denemek için, yine buraya bir “Atış Poligonu” yaptırır. Bunun önüne ise “Poligon Kasrı” yaptırır. Buradan atışları izlemiştir.
Gelelim Çağlayan Kasrı’na: Evet burası 2 katlı olarak yapılmıştır. Ancak, yapıldıktan sonra kış döneminde Kağıthane deresinin suları yükselince, Çağlayan Kasrı da sular altında kalmıştır. Bunun üzerine Kasır yapısı, 1 metre yükseltilmiştir.
Takip eden süreçte, II Meşrutiyet döneminden sonra yapı kullanılmaya başlanmış ve ihmal edilmiştir. Sultan Reşat, tahta çıktığında, buraya sadece bir kere gelmiştir.
Bu son saray: 1917 yılında “Erkan-ı Harp Mektebi” yani “Harp Akademisi” olarak kullanılır.
I Dünya savaşı sonrasındaki yıllarda ise, Fransızlar 1919 tarihinde 1 general ve 400 subayın ikameti için bir saray istemişler, Beylerbeyi Sarayını kurtarmak için onlara burası yani Çağlayan Kasrı önerilmiştir. Ancak Fransızlar bu teklifi kabul etmemişlerdir.
Bunun üzerine, 1918-1928 yılları arasında: saray bu kere: öksüz ve yetim kız çocukları için yurt yapılır. İsmi “Çağlayan Dar-ül Eytami” yani Yetimhanesidir. 1928 yılında yapı boşaltılır ve 1934 yılına kadar yine boş kalır.
1930 yıllarında Sarayın kurtarılması ve restore edilmesi için çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Ancak restore giderlerinin ücretinin fazla olması nedeniyle, 1943 yılında İstanbul Kumandanı Orgeneral Fahrettin Altay emriyle, çatısı çökmüş olan Çağlayan Kasrı tamamen yıktırılmıştır.
Sarayın boş kalan arsasına 1950-1953 yılları arasında “İstihkam Okulu Komutanlığı” binası yapılır.
1956 yılı kış döneminde, Kağıthane deresinin akışını kolaylaştırmak için, dere üzerindeki mermer suni çağlayanlar bile sökülmüştür.
İstihkam Okul Komutanlığının buradan ayrılmasının ardından, yeni bina göçmen misafirhanesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Son olarak, yeni bina, 1998 yılında Kağıthane Belediyesine devredilir.
KASR-I NİŞAT-KASR’I CENAN
Günümüzde çok az parçası kalan bu yapının civardan toplanan parçaları, Kağıthane Açık Hava Müzesinde sergilenmektedir.
Gelelim bu yapının hikayesine
Birinci Sadabat Sarayı yapılırken: Sultan III Ahmet döneminde: bir köşk yaptırılır ve “Kasr-ı Neşat” ismi verilir. Suyun çanaklardan (suni çağlayandan) akışın görmek ve sesini dinlemek için yapılmıştır.
Kasr-ı Neşat: bütün dönemlerde, hep aynı yerde kalmıştır. Yeri: Sadabat Sarayında, Valide Sultan Odalarının önündedir. Bu durum: rıhtım duvarlarından anlaşılmaktadır.
Köşk: bu çağlayanların başında olan bir çıkma set üstünde kurulan, çevresi açık kameriye şeklinde bir yapıdır. Büyük taş konsollar üzerine oturtulmuştur.
Su seviyesi üzerine taşkın şekilde yerleştirilmiştir. Böylece bütün kanala hakim bir konumdadır.
Bu zarif yapının çatısı, ince zarif mermerlerin taşıdığı, geniş saçaklı bir çatıya sahiptir.
Ortasında fıskiyeli bir havuz bulunuyordu.
Ahşap kubbesi, içeriden zengin kalem işi nakışlarla süslenmişti.
Köşk: Sultan III Ahmet ve Sultan III Selim zamanında bu şekilde kullanılır ve daha sonra boş kalır.
Sultan II Mahmut: harap köşkü yıktırır ve yerine “Çadır Köşkü” nü yaptırır. Çadır köşkü: eski usul ve geleneklere göre yaptırılmıştır.
Çadır Köşkü: Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamit dönemlerinde kullanılmıştır.
Ancak “Çadır Köşkü” ise, 1918 yılında üzerine devrilen büyük bir ağaç nedeniyle yıkılır. Daha sonra köşkün çevreye dağılan parçaları toplanmış ve yukarıda belirttiğim gibi, Kağıthane Açık Hava Müzesine kaldırılmıştır.
İstanbul Kağıthane Çeşme-i Nur-III Ahmet Çeşmesi
ÇEŞME-İ NUR (III AHMET ÇEŞMESİ)
Bölgede bulunan gerek Sadabat Sarayları ve gerekse Kas-ı Neşat günümüze ulaşmamıştır. Ancak “Çeşme-i Nur” çeşmesi günümüze ulaşmıştır. Bu çeşmeye başka isimler de verilmektedir. Bu isimler: “Çeşme Nevpeyda”, “Çeşme-i Pakize”, “III Ahmet Çeşmesi”.
Çeşme: ikiyüzlüdür. Ön yüzünde: süslemeli bir kemer vardır. Ayna taşı üzerinde, bir kase ve iki hurma ağacı; zemine çizilerek yapılmıştır. Çeşmenin kitabesi ise: dönemin şairlerinden Seyyid Vehbi tarafından yazılmıştır.
ATİYE SULTAN SARAYI-KAĞITHANE KASRI HÜMAYUNU-KÜÇÜK ZABİT MEKTEBİ
Bu yapı günümüzde “Kağıthane Kaymakamlığı” olarak kullanılmaktadır.
Köşk yapısı: Sultan II Mahmut kızı Atiye Sultan için: Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılmıştır.
Mimari tarzı: batı üslubundadır ve kagir olarak yapılmıştır. Toplam 5 ayrı bölümden oluşan bir yapılar topluluğudur.
Atiye Sultan öldükten sonra, Sultan II Abdülhamit, tahta çıkmadan önce şehzadeliğinin büyük bölümünü burada geçirmiş ve buradan tahta çıkmıştır.
Sultan II Abdülhamit, tahta çıktıktan sonra sarayı tamir ettirir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, iktidara geldiğinde ise, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa tarafından saray binalarına el konulur ve “Küçük Zabit Mektebi” yaptırılır. Ayrıca: Yıldız Polis Okulu buraya nakledilir.
Cumhuriyetin ilanından sonra ise, bu binalar askeriyeye tahsis edilir. Ancak 1970 yılına gelindiğinde, yapılar askeri birlik tarafından terk edilir. Boş kaldığı dönemde, saray binası ve çevresindeki yerler, zaman zaman çevredekiler tarafından yağmalanarak tahrip edilir.
1968 yılında ise, tescil edilerek koruma altına alınır. Ancak yine bazı yapılar (okul, lojmanı, spor salonu, prefabrik bir bina) yapılır.
Bunun üzerine: 1996 yılında bölge “Tarihi Sit Alanı” olarak tescil edilerek koruma altına alınır.
Daha sonra uzunca bir süre süren çalışmalar neticesinde, Saraydan günümüze ulaşan binalar restore edilir ve 2007 yılında restorasyonun bitmesinin ardından, Kağıthane Kaymakamlığına devredilir.
İstanbul Kağıthane Yeni Çeşme-II Abdülhamit Çeşmesi
YENİ ÇEŞME-II ABDÜLHAMİT ÇEŞMESİ
Sultan II Abdülhamit tarafından, Sadabat camisinin yan tarafına yaptırılmıştır. Kitabesi: şair Fevzi tarafından hazırlanmış ve Hattat Nuri tarafından yazılmıştır. 1970’li yılların başında, çeşme tahrip edilir. Mermer aynaları ve kitabesi çevreye atılır.
2 tane mermer ayna: Kağıthane merkezde bulunan Daye Hatun Camii önündeki parkta bulunur ve 1974 yılında buradaki çeşmeye getirilerek yerine takılır. Kitabesi ve diğer 2 ayna ise: Atiye Sultan Sarayı önündeki çeşmede kullanılmıştır. Sonuçta, bütün parçalar toplanmış ve yıllar sonra II Abdülhamit çeşmesi yeniden toplanmıştır.
İstanbul Kağıthane Aziziye Camii-Sadabat Camii
AZİZİYE CAMİİ-SADABAT CAMİİ-ÇAĞLAYAN CAMİİ
Eyüp Sultan Caddesindedir. İstihkam okulunun yapıldığı eski kasr yanındadır. Kağıthane deresinin kıyısındadır.
Bölgedeki ilk cami, 1722 yılında yapılmış ve Sultan III Ahmet tarafından ibadete açılmıştır.
Patrona Halil isyanında, bu cami harap olur. Ancak, Sultan III Selim döneminde cami onarılır ve yeniden ibadete açılır. Sultan II Mahmut döneminde ise, Sadabat Sarayı ile birlikte, cami de yıkılıp yeniden yaptırılır.
Sultan Abdülaziz döneminde ise, 1863 yılında Saray ve cami yıkılıp yeniden yaptırılır. Günümüzde görülen bu cami: Saray Baş mimarları Sarkis ve Agop Balyan kardeşler tarafından batı mimari özellikleri kullanılarak yapılır.
Kubbenin üstü kurşun kaplıdır. İçi ise çiçek desenleriyle bezenmiştir. Caminin kapısı üstünde bulunan tuğra, 1863 yılı Sultan Abdülaziz tuğrasıdır. Tuğranın altındaki şiir ise Kamil’e aittir ve Abdülfetteh Efendi tarafından hat ile yazılmıştır.
Cami, 1904 yılında onarım görür. 1939 yılındaki depremde ise minare alemi düşer ve kubbeyi delerek hasar verir. II Dünya savaşında ise, caminin kapı ve pencere kanatları ile kandilleri, camları, kristal avizeler, kubbe ve kurşunları parçalanarak sökülür ve yağmalanarak çalınır.
1974 yılında ise, bahçesindeki mermer süs havuzu yok edilir. Havuzdan geriye kalan parçalar ise, 1997 yılında koruma altına alınır.
Evet, bu oldukça güzel tarihi eserimiz, tüm insan eliyle ve doğa tarafından yapılan tahribata rağmen, 1998 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilir.
II MAHMUT NİŞANTAŞI
Nişantaşı, Sultan II Mahmut’un bir testiye yaptığı top atışının hatırasına buraya dikilmiştir. Mermer bir kaideye oturmaktadır. Dikdörtgen mermer bir bloktan oluşur. Bu mermer blok dönemin taş işçiliğinin güzel bir örneğidir. Kitabenin üstünde: mermerden yapılmış bir tuğra görülür. Bu tuğra, süslü taşın iki yüzünde de bulunur. Bu tuğranın işlendiği mermerin iki yanında, mermer süs saksıları bulunur. Mermer levha üzerindeki yazıt ise, dönemin ünlü şair ve siyaset adamı Halet Mehmet Sait Efendi tarafından yazılmıştır.
DAYE HATUN YAPILARI
Daye Hatun: Kanuni Sultan Süleyman’ın Şehzadesi Mehmet’in sütannesidir. Kendisi: 1531 yılında: Kağıthane köyüne: 1 mescit, 1 hamam ve 1 okul yaptırmıştır. Mescit: “Daye Hatun Camii” olarak günümüze ulaşmıştır ve halen kullanılmaktadır. Hamam: günümüze ulaşmamıştır.
İstanbul Kağıthane Daye Hatun Camii
Daye Hatun Camii
Sadabat Caddesi üzerindedir. Belediye Meydanına bakmaktadır. Bölgenin ilk camisidir. Batı ucunda: hazire bulunmaktadır. Hazirede: Daye Hatun mezarı ve camide çeşitli dönemlerde imamlık yapmış olanların mezarları bulunmaktadır. Caminin minaresi, ilk yapıldığında camiden ayrı yerdedir. Ancak zaman içinde minare çeşitli yapılarla kuşatılmıştır. Caminin restorasyonu, 2012 yılında Kağıthane Belediyesi tarafından yaptırılmıştır.
İstanbul Kağıthane Daye Hatun Sıbyan Mektebi
Daye Hatun Sıbyan Mektebi
Okula gelince: zaman içinde okulun önüne çeşitli eklemeler, duvarlar ve tabelalar yapılarak kapatılmıştır. Sonradan oluşturulan bu perdenin arkasındaki okul binası, çürümeye terk edilmiş ve cami ile okulun bütünlüğü bozulmuştur. Okulun önündeki törenlerin yapıldığı alan ise, sokağa dönüştürülmüş, dükkanlar ve taksi durağı oluşturulmuştur.
Sonuç: Okulun mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belediyesine aittir. Belediye tarafından 2002 yılında yapılan çevre düzenlemesi projesi, onaylanmış ve 2007 yılında restorasyon faaliyetleri başlanmış, restorasyon bitirildiğinde ise, binanın bir bölümü “Kağıthane Şehir Müzesi” ve diğer bölümü ise “Kurs Merkezi” olarak kullanılmaktadır.
İstanbul Kağıthane Şehir Müzesi
KAĞITHANE ŞEHİR MÜZESİ
Topatan Caddesindeki tesis, 4 Mayıs 2011 tarihinde ziyarete açılmıştır. Müze, Pazartesi günleri hariç her gün saat: 09.00-16.00 arasında ziyarete açıktır. Burası: Kağıthane bölgesinin tarihi yapılarından birisi olan “Sıbyan Mektebi Binası” dır. Bina, uzun yıllar yaşanan sahipsizliğin sonucunda, müze ve kütüphane olarak restore edilmiştir.
İstanbul Kağıthane Şehir Müzesi
Binada: İsmek kursları, Şehir Müzesi, Bilgi-Belge merkezi ve Kağıthane tarihi ile ilgili çalışmaların yapıldığı bir yer olarak kullanılmaktadır. Şehir müzesinde: bölgede bulunan tarihi eserler ve tarihi fotoğraflar sergilenmektedir.
KAĞITHANE KÖYÜ KARAKOLU
Sultan II Abdülhamit döneminde yapılmıştır. Tek katlı ve dikdörtgen planlıdır. Cumhuriyet döneminde Jandarma Karakolu, 1970 yılından sonra ise Polis Karakolu olarak kullanılmaya başlanmıştır. Halen: Sadabat Polis Merkezi olarak kullanılmaktadır.
İstanbul Kağıthane Açık Hava Müzesi
KAĞITHANE AÇIKHAVA MÜZESİ
Müze, Kağıthane Belediyesi önündeki bahçededir. Müzenin İstanbul Arkeoloji Müzesine kayıtlı olan envanterinde; Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait 141 parça eser bulunmaktadır.
İstanbul Kağıthane Açık Hava Müzesi
Bu eserler: çeşitli saraylara ait sütunlar, yapı parçaları, farklı dinlere ait mermer kaskadlar ve nişantaşlarıdır.
İstanbul Kağıthane Kültür Merkezi
KAĞITHANE KÜLTÜR MERKEZİ
Hasbahçe Caddesindedir. Burası bir kompleks yapılar topluluğudur. Bu toplulukta bulunanlar:
İstanbul Kağıthane Kültür Merkezi
1-Kağıthane Belediyesi Sadabad Kültür Merkezi,
2-Nikah Salonu.
İstanbul Kağıthane Kültür Merkezi İBB Şehir Tiyatroları Sadabat Sahnesi
3-İ.B.B. Şehir Tiyatroları Sadabad Sahnesi. 601 koltuk kapasitelidir.
İstanbul Kağıthane Kağıt Atölyesi
KAĞIT ATÖLYESİ
Hasbahçe Caddesi Sadabat Camii yanındadır. İlçeye ismini veren el yapımı kağıt üretimi geleneğinin yaşatılması için geliştirilen projeler kapsamında: 30 Mayıs 2012 tarihinde Kağıthane Belediyesi tarafından El Yapımı Kağıt Atölyesi açılmıştır.
İstanbul Kağıthane Kağıt Atölyesi
Atölyede: atık kumaş ve kağıtlardan yeni kağıt üretilmektedir. Atölyede üretilen kağıtlar: ebru, origami, karikatür, baskı, rölyef, karakalem, zarf, tebrik kartı, davetiye ve benzeri gibi kağıdın kullanılabileceği her alanda üretim yapılmaktadır. Evet, burası her yaştan öğrenci guruplarına el yapımı kağıt eğitimi verilen bir yerdir.
İstanbul Kağıthane Axis Avm
İSTANBUL KAĞITHANE AXİS AVM
Cendere Caddesindedir. 2012 yılında hizmete giren merkez, modern mimarisiyle dikkat çekiyor.
İstanbul Kağıthane Axis AVM
Alışveriş merkezinde 110 perakende mağazası bulunuyor. Ayrıca: 2000 metre karelik Playland çocuk oyun alanı ve bowling salonu vardır.
İstanbul Kağıthane Axis AVM
Hazır yemek bölümü, merkezin 3’ncü katındadır. Kapalı ve açık otoparklar bulunuyor.
İstanbul Kağıthane Hasbahçe Mesire Alanı
HASBAHÇE MESİRE ALANI
Eyüp Sultan Caddesinde Kağıthane Belediyesinin yanındadır. Giriş ücretsizdir. Burası Kağıthane Belediyesinin eski Sadabat etkinliklerini canlandırıp yeniden hayata geçirmek için düzenlediği bir yerdir.
İstanbul Kağıthane Hasbahçe Mesire Alanı
Bu alanda: zaman zaman cirit, yağlı güreşler, okçuluk gibi yarışmalar düzenleniyor. Kır Kahvesi Kağıthane Belediyesi tarafından işletilmektedir. Merkezde çok güzel bir havuz bulunuyor. Ayrıca: bir kafe, çocuk parkları, piknik alanları, yürüyüş yolları ve koşu yolları bulunuyor. Özellikle hafta sonlarında yüzlerce kişi burada piknik yapmaktadır.
NURTEPE MAHALLESİ
İstanbul Kağıthane Nurtepe Sosyal Tesisi
NURTEPE SOSYAL TESİSLERİ
Sınır Sokaktadır. Burası Kağıthane Belediyesine bağlı olarak restoran hizmeti veren bir sosyal tesistir.
İstanbul Kağıthane
Tesiste; kafeterya ve kır bahçesi bulunuyor. Burada: genellikle düğün ve nişan gibi etkinlikler düzenleniyor. Burası oldukça güzel bir yer, yolunuz düşerse çay veya kahve içmeyi denemelisiniz.
SEYRANTEPE MAHALLESİ
İstanbul Kağıthane Seyrantepe Kültür Merkezi
SEYRANTEPE KÜLTÜR MERKEZİ
Çelikay Caddesi Çamözü Sokaktaki merkez, 3 Kasım 2017 tarihinde hizmete açılmıştır. Burada: sinema ve tiyatro salonu, seyir terası ve muhtarlık, spor salonu ve otopark bulunmaktadır.
İstanbul Kağıthane Galatasaray Tesisleri
GALATASARAY TESİSLERİ
Galatasaray Spor Kulübünün Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Stadyumu, her ne kadar adresi “Seyrantepe” olarak geçse de, Sarıyer Huzur Mahallesinde bulunmaktadır.
SULTAN SELİM MAHALLESİ
Mahallenin eski ismi “Sanayi Mahallesi” dir. Ancak 2015 yılında mahallenin en büyük caddesi olan “Sultan Selim caddesi” nin ismi, mahalleye isim olarak verilmiştir.
İstanbul Kağıthane Sultan Selim Gençlik Merkezi
SULTAN SELİM GENÇLİK MERKEZİ
Sultan Selim Caddesinde Şenkardeşler Sokaktadır. Merkezde: çok amaçlı salon, fittnes salonu, seminer salonları, yeşil alan, çocuk parkı, kafeterya, otopark, sinema salonu, animasyon salonu, İski ve Ptt şubeleri ile Mahalle Muhtarlığı bulunmaktadır.
TALATPAŞA MAHALLESİ
İstanbul Kağıthane Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı
TC CUMHURBAŞKANLIĞI DEVLET ARŞİVLERİ BAŞKANLIĞI
İmrahor Caddesi Sadabat Mevkiindedir.
Sultanahmet’de bulunan başkanlık binası, Haziran 2013 tarihinde Kağıthane’deki yeni binasına taşınmıştır. Yeni yapılan yerde 13 blok bulunmaktadır. Projede: 1 kongre merkezi (800 kişilik), 200 çalışma odası, 120 depo alanı, 3 genel amaçlı toplantı salonu, 5 seminer odası ve 10 toplantı odası bulunmaktadır.
Ayrıca: araştırma enstitüsü, kütüphane ve müze, dijital arşivleme ünitesi, restorasyon ünitesi, yayın hizmetleri ve tanıtım hizmetleri ünitesi, tasnif çalışmaları üniteleri ve sosyal hizmetler üniteleri bulunuyor.
Depo girişlerinde kartlı ve parmak izi okuyuculu sistemler ve yaklaşık 800 kamera ile her türlü güvenlik önleminin alındığı belirtiliyor. Ayrıca; 6 bin yangın algılama alarm sistemi ve 260 tane yangın söndürme paneli bulunuyor.
Bu bloklarda: yaklaşık 100 milyon belge ve 370 bin defterin bulunmaktadır. Bu belgeler arasında özellikle öne çıkanlar: Fatih Sultan Mehmet’in Bosna Fermanı (Avrupa topraklarındaki ilk insan hakları bildirgesi), Karlofça Antlaşması, Baltalimanı Sözleşmesi gibi belgeler paha biçilmezdir.
Yeni yapılan bu arşiv binasının Kağıthane deresine yakın olması nedeniyle ortamda oluşan veya oluşacak nemin arşiv evraklarına zarar vereceği iddia edilmektedir. Ancak, benim amacım elbette sadece binayı fiziksel özellikleriyle genel hatlarıyla tanıtmak diyorum ve devam ediyorum.
TELSİZLER MAHALLESİ
İstanbul Kağıthane Gültepe Kültür Merkezi
GÜLTEPE KÜLTÜR MERKEZİ
Talatpaşa Caddesindedir. 8 Kasım 2013 tarihinde hizmete girmiştir. Merkezde; 1 çok amaçlı salon, 3 sinema salonu, fuaye ve etkinlik alanları ile kapalı otopark bulunmaktadır.
YEŞİLCE MAHALLESİ
SU TERAZİSİ
Eski Büyükdere caddesi kenarında görülmektedir. Hamidiye Su Terazisi, 2250 metre uzaklıktaki Cendere Terfi istasyonundan basılan suyu, borularla Balmumcu deposuna ve oradan da Yıldız Sarayına pompalıyordu. Kulenin yüksekliği 8.75 metredir.
Naziler: Polonya’yı 1939 yılında işgal etmelerinin ardından, 1945 yılına kadar, bu ülkede 7 tane ölüm kampı kurdular. Bu kamplara kapatılan, yaklaşık 7.5 milyon Yahudi ve Naziler için aşağılık ırk olarak kabul edilen Çingeneler ve özürlülerden; 6.7 milyon tanesi: hastalık, yorgunluk, açlık, aşırı çalışma, işkence ve gaz odalarında öldürüldüler ve yakılarak yok edildiler.
Tüm bu vahşet sırasında: “Wagner” isimli bestecinin klasik eserlerinin çalındığı söyleniyor. Yazının en başında bir şeyden daha söz etmek istiyorum.
Milyonlarca insanın esir tutulduğu ve büyük çoğunluğunun öldürüldüğü bu kamplardan: batı ülkeleri uzun süre gerçek anlamda bilgi sahibi olamamışlar.
Almanların yaptıkları propaganda neticesinde: bu kampın bir çalışma kampı olduğuna onlarda inanmışlar ve bu kamp; bir çalışma kampı olduğu düşünülerek, savaş süresince hiç bombalanmamış.
Kamp alanı: 2012 yılında, 1 milyon 400 bin ziyaretçi tarafından ziyaret edilmiştir. Özellikle: İsrail ülkesinde, bütün genç neslin burayı ziyaret etmesinin sağlandığı söyleniyor.
Zaten, siz de burayı gezerken, ellerinde İsrail bayrakları olan ve İsrail’den geldikleri belli olan guruplarla karşılaşacaksınız, ancak bu insanların: atalarının yaşadıkları o vahşeti gördükçe, ziyaretçilere dahi kin ve nefretle baktıklarını hissetmek hiç te hoş olmuyor.
Polonya ülkesinde kurulan bu 7 kampın en ünlüsü: yaklaşık 1.5 milyon insanın öldürüldüğü ve 1940 yılında kurulan “Auschwitz” kampıdır.
Bu kamp alanı: UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Auschwitz: II. Dünya savaşından önce, yani Naziler burayı ele geçirmeden önce: yaklaşık 15 bin Yahudi’nin yaşadığı sakin bir kasaba olarak biliniyordu.
Kampın bulunduğu yer ise: “Konzentrationslager Auschwitz” olarak isimlendirilen Polonya ordusunun bir kışlası imiş.
Hatta: buranın ilk yapılış amacının: Polonyalı rejim karşıtları, komünistler ve Sovyet esirlerinin tutulması içindir. Ancak: Naziler burayı ele geçirdikten sonra, Mart 1942 tarihinde ilk insan dolusu vagon buraya ulaştı.
Ardından ise: Avrupa’nın birçok şehrinden: vagonlar dolusu insan ama özellikle ırkları seçilerek (Çingeneler, Yahudiler, sakatlar, özürlüler, homoseksüeller, komünistler gibi) buraya taşınmaya başladılar.
Peki: milyonlarca insan: nasıl ses çıkarmadan buraya taşınmayı kabullenmişlerdir?
Söylenenlere göre: Naziler, öyle bir propaganda faaliyetinde bulunmuşlar ki, kampı anlatan milyonlarca broşür bastırarak: burada Almanya’nın geleceğini yönlendirecek iş gücü potansiyelinin yaratılacağı yalanı öne çıkarılmıştır.
Yahudilerin, bu propagandanın etkisinde kalarak, kamp alanına getirilerken ses çıkarmadıkları söylenmektedir. Evet: bu toplu taşıma yaşanırken: kamp alanı olarak kullanılan eski kışlanın yakınlarında: “maidaneck” ve “birkenau” olarak isimlendirilen iki kamp alanı daha inşa edilir.
Yani: ana kamp alanı “Auschwitz-1” olarak isimlendirilirken: 1944 yılında 90 bin esirin hapsedildiği yer “Auschwitz-2” olarak isimlendiriliyordu ve kampın en büyük imha bölgesiydi.
Biraz önce söylediğim gibi: Avrupa’nın birçok yerinden kamp alanına getirilenlerden, yalnızca 400 bin kişi kaydedildi.
Çünkü: bunlar çalışabilecek durumdaydılar. Bunlardan: Yahudi 200 bin, Polonyalı 140 bin, Çingene 20 bin ve Sovyet savaş suçlusu 10 kişi bulunuyordu. Kalan 10 bin kişi ise farklı uyruklardandılar.
Hatta: kampın kapısında, halen görüldüğü üzere “Arbeit macht frei” yani “Çalışmak Özgürlüktü” ibaresi bulunmaktadır.
Burada: “Arbeit” kelimesindeki “b” harfi, bir Yahudi tarafından, burada işlerin ters gittiğini ifade edecek şekilde, ters yani “p” şeklinde yazıldığı söyleniyor.
Evet; çalışamayacak olanlar, yaşlılar, çocuklar, hastalar ve sakatlar: daha kamp kapısından içeri girmeden öldürüldüler, eşyalarına, takılarına ve hatta altın dişlerine ve ne acıdır ki, daha sonra kullanılabilecek her şeylerine el konuldu.
Vahşet kampında: Naziler tarafından her konu araştırmalar yapılarak belirlenmişti. Kampa getirilenlere öncelikle: kollarına yazılı birer “kimlik numarası” veriliyor ve bu kimlik numarasına göre: ırklar ve daha birçok özellik ayrıştırılıyordu.
Küçücük odalarda barındırılan esirlerin, bu dar yerlerde kaç kalori alarak hayatta kalabilecekleri ve bunun karşılığında kaç saat çalışabilecekleri ve çalışırken kaç ay sonra eriyip yok olacakları hesaplanmıştı.
Bu araştırmalar sonucunda: esirlerin muhtemelen 6 aylık çalışma hayatı sonunda ölerek yok olacakları tahmin ediliyordu ve ağır şartlarda, günde 10 saat çalıştırılan esirlerin en vahşi faaliyetleri ise: gaz odasına gönderilirken saç kesme, sonrasında ceset toplama ve yakma işlemlerinin yine kendilerine yaptırılmasıydı.
Evet, tam bir insanlık dramı. İnsan hayatının bu kadar ucuz olduğu dünya üzerinde bir başka yeri görmek: sanırım pek mümkün olmasa gerek.
Hani: gaz odalarında öldürülmüş dedim de: savaşın sonlarına doğru “ölüm gazı” maliyetleri artınca: söylenenlere göre, çocukları ayrı kamplarda toplamaya başlamışlar ve yaklaşık 1.3 milyon çocuk: öldürülmeden kaynar su bulunan kazanlara atılarak işkenceye tabi tutularak telef edilmişlerdir.
Burayı ziyaret ettiğinizde: giriş kısmı olarak belirttiğim bu vahşetin yaşandığı yerleri görecek ve kesinlikle çok etkileneceksiniz, bu insanlık dramını mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Özellikle: ne yazılsa, ne söylense anlamsız, mutlaka görmelisiniz ki, gördüğünüzde inanın bana, çok etkileneceksiniz.
Yaşanan katliamın ne kadar organize ve iğrenç olduğunu göreceksiniz. Kamp komutanı: Rudolf Franz Hoess’tir. Kamp: 27 Ocak 1945 tarihinde: Sovyetler Birliği Kızıl Ordusu tarafından ele geçirilmiştir.
Aslında: Naziler, Sovyet ordusunun çok yakınlarda olduğunu öğrenince: tüm belgeleri imha etmişler ve 56 bin mahkumu serbest bırakmışlardır.
Bu serbest bırakılan mahkumlar: özgürlüğe kavuşacaklarını umut ederek yola çıktılar ama hepsi bu ölüm yürüyüşünde öldüler.
ULAŞIM
Buraya gerek Warşova ve gerekse Krakow şehrinden trenle ulaşabilirsiniz. Tren yolculuğu: Varşova şehrinden toplam 5.5 saat kadar sürüyor. Krakow şehrinden ise 2 saat sürüyor. Mesafe olarak, Krakow şehrinin 60 km. güneybatısındadır.
Buraya ulaştığınızda, trenden inince, gar kapısından çıkın ve tam karşıdaki caddeden yürümeye başlayın.
Yaklaşık 15-20 dakikalık bir yürüyüşten sonra; bir park alanı içinden geçtikten sonra “Auschwitz” tabelasını görüyorsunuz ve o istikamete sapıyorsunuz.
Kamp alanına vardınız. Giriş ücreti olarak 3 Euro ödemek gerekiyor. Burada: her yarım saatte bir İngilizce bilen rehberler eşliğinde tur düzenleniyor.
Tura katılanlara kulaklık dağıtılıyor ve böylece rehberin söylediklerini rahatlıkla duyabiliyorsunuz. Yani: rehberi bir para kazanma aracı olarak düşünmeyin.
Rehberli turu tercih edin çünkü rehber, verdiği bilgilerle geziyi daha somut hale getiriyor.
Önce: küçük bir sinema salonunda film gösterimi yapılıyor. Bu gösterimde: Rus Kızıl Ordusunun, 1945 yılında burayı ele geçirdiğinde çektiği görüntülerden oluşan bir siyah-beyaz film, 20 dakika boyunca gösteriliyor.
Sonra: kamp alanına yani “Auscwitz 1” bölümüne giriliyor.
Buraya girişte: özellikle kapının üstündeki “Arbeit mach frei …. “ yazısı ilgi çekiyor. Bu yazı ile ilgili: yukarıda biraz söz etmiştim. Kampın hemen dışında, kapının ilerisinde: bir darağacı var.
Burada: kamp dışında çalıştıkları için kamptan ayrılabilen az sayıdaki esirlerden olan 12 mühendis: isyan planı yaptıkları iddiası ile, yan yana asılarak öldürülmüşlerdir.
Polonya Krakow Auscwitz
AUSTCWİTZ-1 KAMP ALANI
Günümüzde bile, halen duman kokusunun hissedilebildiği kampın içi: düzenli bir şekilde inşa edilmiş, hep aynı tip binalardan oluşuyor. Bu binalar arasında dolaşırken: bir zamanlar Hitler’in, diğer Nazilerin ve katledilen insanların bastığı yerlere basmak, insanda bambaşka duygular yaratıyor.
Polonya Krakow Auscwitz
Evet: kamp alanı içinde, tura katılanlara 10 bina gezdiriyorlar. Tur yaklaşık 2 saat sürüyor.
Binalardan iki tanesinin arasında: 3-4 metre yüksekliğinde kırmızı tuğladan bir duvar bulunuyor. Bu duvarı mutlaka görmelisiniz. Bu duvara “ölüm duvarı” deniliyor.
Çünkü: o dönemde, bazı günlerde, kampta bulunan Nazi subayları tarafından, bu duvarın önünde, bazen 1000 kişiye varan Yahudi kurşuna dizilerek öldürülüyormuş. Amaç, yeni gelecek olanlara yer açmakmış.
Katledilen insanlar arasındaki çocukların oyuncaklarını, annelerin çantalarını, babaların bavullarını ve valizlerini görebiliyorsunuz.
Gezinin son durağı: “gaz odası” oluyor. Gaz odasında; siklon-b gazı kapsüllerinin kutularını görebilirsiniz. İnsanlar: banyo odası adı altındaki bu odalara götürülürler, duşlardan su yerine “ziklon” gazi verilir ve öldürülürlermiş.
Gaz odasının hemen yanında ise “krematoryum” bölümü bulunuyor. Burada, gazlanan esirler yakılarak yok ediliyormuş. Hatta: yakıldıktan sonra, yakılan insanların kemikleri, burada bulunan aletlerle parçalanıp ufalanıyormuş.
Hemen yanında ise: Doktor Mengele’nin muayenehanesi görülüyor. Burada: kendisi, çocukları parçalayarak sözüm ona bilimsel araştırmalar yapıyormuş.
Kamp alanında: Nazilerin katliamlarını kolaylaştıran ünlü barlarını da göreceksiniz.
Polonya Krakow Auscwitz
Tarih Müzesi
Kamp alanının giriş kısmına 5 dakika uzaklıktadır ve yürüyerek ulaşabilirsiniz. Kamp alanında bulunan Tarih Müzesinde: burada öldürülen insanların öldürülmeden önceki resimlerini görebilirsiniz. Ne gariptir ki: bu insanları öldürenler, katliamı yapmadan önce, bu insanların resimlerini çekmişler ve yaptıkları katliamı böylece belgelemişlerdir.
Ancak, ilginç olan şu: Alman SS subayları: bu görüntüleri kendi üst kademelerine verecekleri raporlarda kullanmak üzere çekmişler ve bu görüntüler ve fotoğraflar, bir esir tarafından yanlışlıkla bulunmuştur. Yoksa: SS Subayları: bu vahşetin gelecek nesiller tarafından görünmesinin engellenmesi için, kamptan çekilirken, kampları yıkmaya bile çalışmışlardır.
Bu fotoğraflara baktığınızda mutlaka değişik duygulara kapılacaksınız. Ancak: özellikle dikkat etmenizi istediğim bir husus var, o fotoğraflardaki insanların yüzlerine, gözlerine bakın, sanırım gözlerinde korku olmadığını, yalnızca öfke, gurur ve umursamazlık gibi bir duygu yansıttıklarını hissedeceksiniz.
Çünkü: fotoğraflarda görülen insanların hepsinin gözleri açık, kaşları çatıktır. Kadınların: saçları kazınmış, kıyafetleri alınmış ve işkence edilmiş olmalarına rağmen, yüzlerinde herhangi bir korku ve tedirginlik hissedilmiyor.
Ayrıca: katledilen insanların saçlarından yapılan kumaş parçalarını ve son günlerde kesilen ve zaman kalmadığı için ilgili firmalara gönderilemeyen saçları görebilirsiniz. Bütün bunların yanında; gaz odasına gönderilmeden önce kesilen saçların: firmalara gönderildiğinde kesilen faturalarını ve yapılan anlaşma metinleri de görülüyor.
Polonya Krakow Auscwitz
AUSCHWİTZ-2 KAMP ALANI-BİRKENAU
Krematorium gezildikten sonra: ücret alınmayan otobüsler ile: yaklaşık 6-7 dakikalık bir yolculuktan sonra: Birkenau denilen kamp bölümüne ulaşılıyor. Aradaki uzaklık, yaklaşık 3 km. dir.
Burada: rayların bittiği yerde trenle getirilen mahkumların indirildiği yerde bir tabela bulunuyor ve bu tabelanın üstündeki fotoğrafa dikkatle bakmanızı öneriyorum. Bu siyah-beyaz fotoğrafta, binalar aynı yer aynı.
Burada insanlar iki guruba ayrılmışlar. Yukarıda da sözünü ettiğim gibi: birinci gurupta olanlar çalışabilecek olanlar, ikinci gurupta olanlar ise, çalışamayacak durumdaki yaşlılar, engelliler, çocuklar ve hastalar.
Bunların gidecekleri yer belli: gaz odaları ve ölüm. Ancak: dikkatle bakıldığında, gerçekten yüzlerinde herhangi bir korku ifadesi yok, açık gözler ve çatık kaşlar, yalnızca öfke hissediliyor.
Çünkü: onlara söylenenler farklı, yukarıda da belirttiğim gibi, onlara söylenenler: burada yıkanıp temizlendikten sonra, kendilerine yeni bir ev ve iş verileceği.
Çünkü: böyle propaganda yapılmış ve hatta: trenden indikten sonra gittikleri gaz odalarına kadar olan bölümde gayet güzel çevre düzenlemesi yapılmış, yani ölüme giden en güzel yol mu demek gerekir bilmiyorum. Çünkü, bu güzel yolun sonu malüm, önce gaz odasında ölüm ve ardından cesedinin yakılarak yok edilmesi.
Kampın bu bölümünde: baraka kısımları geziliyor. Bunlar arasında: 4 tane gaz odası ve 11 tane krematorium yani ölenlerin yakıldığı fırınlar dikkat çekiyor.
Bu kamp alanında, aynı anda 140 bin mahkumun barındırıldığı söyleniyor. Daha sonra “sauna” denilen bölüm görülüyor. Burası: kadın mahkumların: temizlendikleri ve kıyafetlerinin sterilize edildiği bir hijyen kompleksi olarak önem kazanıyor.
Burada: yerler cam kaplamalarla döşeliydi ama bunlar aynı hizada olmayan, 50 x 50 cm. ebadında kaplamalardı.
Burada, tuvaletler de rezilliğiyle ilgi çekiyor. Betondan yapılmış bir bölümde, onlarca yan yana delik bulunuyor. Kampta kalanlar, günde yalnızca iki kere bu tuvalete gidebiliyorlarmış ve her seferinde, tuvaletlerin önünde uzun kuyruklar oluyormuş.
Yani, saniyeler içinde, insanlar işlerini bitirmek zorunda kalıyorlarmış. SS askerleri, bu tuvaletlere asla girmezlermiş, çünkü mikrop kapacaklarını düşünürlermiş. Tuvaletler: kampta kalan esirler tarafından temizlenirmiş.
Evet: yaklaşık 3 saatlik gezi: burada sona eriyor ve Krakow şehrine gitmek için, Auschwitz-1 bölümüne geri dönülüyor.