Eminönü’nden, tramvay yolunu takip ederek, soldan yukarıya doğru çıkın. Zaten; bu çevreye yönelerek giden, turistleri göreceksiniz. Onları takip ederseniz, buraya ulaşırsınız. Muhtemelen 20 dakika kadar yürümeniz gerekecek veya tramvaya binerek de gidebilirsiniz.
Ayasofya’yı yaptıran, imparator Justinyen, onunla Hz. Süleyman’ın Kudüs’te yaptırdığı mabedi aşmak istemişti ve aşmıştı. Süleymaniye’yi yaptıran Sultan II. Selim, Ayasofya’yı aşmak istemişti ve aşmıştı. 6 minaresiyle, İstanbul’un her yerinden görülecek şekilde tasarlanmış.
Şimdide, Sultan I. Ahmet, onları aşacak bir cami yaptırmak istiyordu. Fakat, atalarına saygısızlık etmemek için, yalnızca Ayasofya’yı aşacak bir cami yaptırmak istediğini söylüyordu. Bunun sonucunda, bir cami yaptırmaya karar verince uygun bir yer aramaya başladı. Bugünkü yeri beğendi. Fakat, o yıllarda, burada Sokullu Mehmet Paşa Sarayı vardı ve sarayın satın alınması, yıktırılması, çevresinin iyice açılması gerekiyordu.
Padişah; Ayşe Sultana, “Otuz yük dinar halis ayar altın “ göndererek sarayı satın aldı. Yeni caminin yapım işini ise; mimarbaşı Mehmet Ağaya verdi. Mehmet Ağa; Mimar Sinan’ın öğrencisi. O çok yönlü bir sanatkar. Yalnız dahi bir mimar değil, aynı zamanda büyük müzisyen ve büyük şair idi. Bu büyük sanatkar; mimarlığı, ressamlığı, müzisyenliği, şairliği, sedefkarlığı özelliklerinin tümünü, aynı eserde toplamak istemişti.
Sedefkar mimar, Mehmet Ağa: hemen karşısında Süleymaniye, yanı başında Ayasofya gibi iki eşsiz anıtın arasında, onlarla yarışacak bir eser yapmak zorunda olduğunu biliyordu. 1609 yılında temel atıldı. Evliya Çelebi, temel atma törenini şöyle anlatır.” …. cümle mimar ve mühendisler toplanıp, Üsküdarlı Mahmut Efendinin ve üstadımız Evliya Efendinin dualarıyla esasinin kazılmasına başlandı. Evvela, Sultan Ahmet Han, eteğine toprak doldurup “ Ya Rab, Ahmet kulunun hizmetidir, kabul eyle “ diyerek, amelelerle birlikte, temelden toprak taşıdı.”
Camiyi gezmeye başlamadan önce, sizlere şunu hatırlatmak isterim ki, kapıda uzunca bir kuyrukla karşılaşacaksınız, yani burayı gezmek için makul süre olarak 3 saat ayırmanızı öneririm, çünkü içeri girmek için zaten muhtemelen 1 saate yakın bekleyeceksiniz. (Bu süreler yaz ayları içindir, Temmuz 2018 tarihinde orayı ziyaret ettim)
Caminin içine üç kapı açılır. Esas giriş; hipodrom tarafından. Kapılardan herhangi birinden girildiğinde; dış görünüşü tamamlayan; boyama, çini ve vitray camlarının zengin ve renkli süslemeleriyle karşılaşacaksınız. Bir dış avlunun çevrelediği iç avlu ve esas mekan: yüksek bir podyum üzerinde.
Ana girişin, hemen karşısındaki mihrap yanında; muhteşem oyma işçiliği olan; mermer minber var. Diğer tarafta ise; balkon şeklindeki sultanların locası bulunuyor. İç mekan; büyük bir bütün olarak dikkati çekiyor. İç avluya açılan kapıdan: ortadaki sembolik şadırvan ve etrafını çevreleyen galeriler üzerinde; birbiri üzerinde yükselen kubbeler görülüyor.
Ana ve yan kubbeler; geniş ve sivri kemerlerin dayandığı, dört iri sütun üzerinde yükseliyor. İç bölümü, üç taraftan çevreleyen balkonların duvarları; 20 bini aşan sayıdaki İznik çinileriyle bezenmiş. Bunların yukarısı ve bütün kubbe içleri ise; boyama. Boya süslemelere hakim olan renk; mavi değil.
Camiye isim olan mavi renk; sonraki tamirlerde yapılan boyamalarda kullanılmış. Hatta; 1990 yılında tamamlanan son restorasyonda; iç dekorun koyu rengi, orijinal açık renklere dönüştürülmüş.
Avlunun batı girişinde; demirden, ağır bir kordon var. Bu kordon; avluya atı ile giren padişahın; kafasını çarpmaması için eğilmesini gerektiren bir önlem. Yani; Padişah bile, camiye girerken, kendisine çeki-düzen vermek zorunda, camiye saygı ifadesi olarak başını eğmek durumunda.
Her camide olduğu gibi; yerler halılarla kaplı.
Yapının; mimari ve sanatsal açıdan, dikkati çeken en önemli yanı; 20 bini aşkın İznik çinisiyle bezenmesidir. Bu çini süslemelerinde: sarı ve mavi tonlarda; geleneksel bitki motifleri kullanılmış. Bunun sonucunda ise, yapı yalnızca bir ibadethane olmaktan öte, tam bir sanat eseri olarak ortaya çıkmış. Mavi, yeşil ve beyaz renkli bu göz alıcı çinilerle bezendiği için, Batılılar tarafından, Mavi Cami (Blue Mosque) olarak isimlendiriliyor.
İnşaat sürerken; dönemin padişahı I. Ahmet; “minarelerin altından yapın “ diye emreder. Ama; kaplamada kullanılacak olan altının değeri, padişahın bütçesini aşar. Bunun üzerine; mimar Mehmet Ağa; güya, padişah tarafından verilen emri yanlış işiterek, (altın sözcüğünü altı anlayarak) camiyi, altı minareli olarak yapar. Ancak; bu altı minare yine sorun çıkarır.
Çünkü; bu durum, Kabe ye saygısızlık anlamına gelmektedir ve itirazlar yükselir. Altı minaresi olan tek mabet, Mekke’dedir. Padişah, bu sorunu da, bütün İslam alemini memnun edecek şekilde çözer. Mekke’ye, yedinci minareyi yaptırır.
Evet, burası, Türkiye’nin ilk 6 minareli cami. Minarelerin şerefeleri de anlamlıdır. Minarelerde; dördü üçer, ikisi de ikişer şerefelidir. Toplam, 16 şerefe vardır. Bu şerefe sayısı, Sultan I. Ahmet’in, 16’ncı Padişah olduğuna işaret denilir. Ancak; bu bilgi yanlıştır. Çünkü: Sultan I. Ahmet, 16 değil, 14’ncü padişahtır. Peki; niye, 16 şerefe. Bilmiyorum? Bilen varsa, lütfen yazsın. Evet, halen bu konuda herhangi bir bilgimiz yok, bekliyoruz.
Bu minarelere; spiral merdivenlerle çıkılıyor. Kubbeler ve minarelerin üstü: kurşunla kaplı. Bunların uçlarındaki alemler, altın kaplamalı ve bakırdan yapılmış.
Caminin ibadethane bölümü: 64 x 72 metre boyutlarında. Merkez kubbenin yüksekliği: 43 metre Çapı : 23,5 metre İç mekanı örten kubbede: 260 tane pencere var. Bu pencerelerin renkli canlarından süzülen ışık, içeriye şiir gibi, beste gibi doluyor. Başka mabetlerde, hafif hüzün veren loşluk yerine, burada, coşkulu bir iç aydınlık var ve insana huzur veriyor. Sedefler ve çiniler; bahar güzelliğini yansıtıyor ve yaşatıyor.
Öyle ki, pencerelerden bazılarının camları kırıldığında ve değiştirildiğinde, camın yapılışındaki zamana göre farklılık oluştuğundan, renk ve ışık kayıpları olmuş. Cami içindeki yazılar ise ; Seyyid Kazım Gubari tarafından hazırlanmış.
Evet; inşaat 7 yılda tamamlanır. 2 Haziran 1616 günü, cami ibadete açıldı. Maliyet ise; yaklaşık olarak 1.510.000 altın. Çinilerin maliyeti ise; toplam 21.043 çini kullanılmış ve her bir çini için: 18 akçe ödenmiş.
Ayasofya’nın, 1934 yılında camiden müzeye dönüştürülmesiyle, burası, İstanbul’un ana cami konumuna girer.
Bugün, cami yapısına ilaveten, caminin külliyesi içinde; doğuda bulunan arasta çarşısı; Türk el sanatları, çini, dokuma, halı, kilim gibi ürünlerin satıldığı bir mekan. Bu çarşıda bulunan taban mozaikleri, Bizans’ın en önemli saraylarından biri olan, büyük saraya ait. Camide ayrıca, Padişah. I. Ahmet’in türbesi de var. Kuzeyde, Ayasofya tarafından. Tek kubbeli bir yapı.
Evet; özellikle yabancı turistlerin büyük bir beğeni ile gezdikleri bu muhteşem güzellikteki camimizi, mutlaka gezin. Buradaki güzellikler, kesinlikle hoşunuza gidecek. Mutlaka görün.
İstanbul Sultanahmet meydanı tanıtım ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.