Tarihin derinliklerinde, Hititlerin önemli şehirlerinden birinin kalıntılarını görmek isterseniz, işte Sarissa. Tarihin en büyük dördüncü imparatorluğunu kuran Hitit ulusunun, en büyük dini merkezlerinden biri.
KUŞAKLI (SARİSSA) ANTİK KENTİ KALINTILARI
Altınyayla İlçesi, Başören köyünde, Ak kuzulu mezrasında bulunmaktadır. Burası: Sivas il merkezine, yaklaşık 60 km. uzaklıktadır. Sivas-Şarkışla yolu üzerinden gidebilirsiniz.
Yapılan arkeolojik kazılar sırasında, ele geçen amorf vaziyetteki bir seramik parçası üzerindeki hiyeroglif yazının okunması ile, kentin adının “Sarissa” olduğu öğrenilmiştir.
Bu isim: kazılar sırasında şehirde ele geçen tabletlerde de; sekiz yerde geçmekte ve kentin Hitit dönemindeki adını doğrulamaktadır. Yöre halkının, buraya kuşaklı demesinin sebebi ise, burada bulunan surlardır.
Höyük: geniş ve büyük, dairesel şekilli bir doğal tepe üzerine kurulmuş, çevresi surlarla çevrilmiş bir Hitit şehridir. Ama; dünya tarihinde, dördüncü büyük imparatorluğu kuran Hititlerin önemli şehirlerinden biridir.
Dünyanın devletler arasında ilk antlaşması olan ve Mısırlılarla Hititler arasında yapılan Kadeş Savaşı (MÖ.1285) sonunda yapılan antlaşmada: Sarissa’nın Fırtına Tanrısının şahitliğinden söz edilir.
MÖ. 1500 ve 1400’lü yıllarda, önemli bir yerleşim merkezi olan ve Hitit krallarının: Başkent Boğazköy’den gelerek, yazlık çalışmalarını yürüttükleri “Sarissa Yerleşimi”: Anadolu’da tablet buluntusu veren, beşinci merkezdir.
Ele geçen 52 tabletin bir kısmı sağlam durumdadır. Bir bölümü ise kırılmış ve parça halindedir. Tabletler üzerindeki metinlerin çözümlemelerine göre: 3 tanesinin bayramla ilgili, 12 tanesinin kült envanteri ile ilgili ve diğerlerinin ise fal metinleri oldukları saptanmıştır.
Bayram şenliklerinin anlatıldığı bir metinde: “Kupit dağında şenlikler yapıldığı anlatılmakta”, bu da o dönem coğrafyası hakkında bilgi vermesi açısından önem taşımaktadır.
Sarissa şehri
1650 metre yüksekliktedir. 1950 adımlık sur kalıntısı ile, önemli bir yerleşim yeridir. Şehre giriş: sur üzerinde bulunan 4 kapıdan sağlanır.
1992 yılından bu yana, Almanya’nın Marburg Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Andreas Müler Karpa Başkanlığında; Sivas Müzesi Müdürlüğü adına kazı çalışmaları sürdürülmektedir.
Bu kazılarda
Günümüze kadar bilinen en büyük Hitit Tapınaklarından biri, kralın sarayı ve şehrin güney-kuzeybatı sur kapıları ortaya çıkarılmıştır. Bu tapınak: Hitit başkenti Hattuşaş’taki tapınakla benzer olup, Boğazköy dışında Hitit imparatorluk çağına ait Anadolu’daki tek (MÖ.1460-1190) tapınaktır.
Şehir kalıntılarında, C yapısının büyük ölçüde dörtgen bir plana sahip olduğu ve sadece çok az sayıda odanın cephede çıkıntı oluşturduğu görülür. 76 x 73 metre ölçülerindeki bu yapı, halen bilinen en büyük Hitit Tapınağıdır.
Bu ölçüleriyle, Kuşaklı C yapısı: başkent Hattuşa’daki 1 Numaralı Tapınak yada Büyük Tapınak olarak adlandırılan ve muhtemelen Fırtına Tanrısı ile Arinna’nın Güneş Tanrıçasına adanmış olması nedeniyle: Hitit ülkesinin en önemli kutsal alanı kabul edilen yapıyı bile geride bırakır.
Ayrıca: bu kazılarda: o dönemde kutsal sayılan, yan yana durmuş, iki boğa figüründen oluşan “İkiz Boğa-Ryhton” heykeli de bulunmuştur. Ele geçirilen kalıntılar ise: Sivas Müzesinde bulunmaktadır.
Bunun bir örneği ise, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor. Bunun dışında: kazılarda, bir mektup ve çeşitli tabletler bulunmuş.
Kuşaklı höyüğünün güneyinde: Hitit barajı ve açık hava tapınağı var. Mezra yaklaşık 1.5 km. uzaklıktadır. Kuşaklı höyüğünün içme suyunun karşılandığı ve dinsel ayinlerin yapıldığı bir alandır.
Güney kısmı: kayalık ve dik yamaçlardan oluşan bir düzlükte, taşlarla set yapılarak, gölet oluşturulmuştur.
Göletin batı tarafı: Hitit yazılı metinlerinde geçen Huwaşi Taşının bulunduğu tapınma alanının mimari öğeleri, kuzeyde suyun tahliye edildiği taştan örülen kanallar, doğu ve batı yönde, bazı mimari kalıntı izleri görülür.
Kuşaklı bölgesi; Hitit Kralının, başkent Boğazköy’den gelerek, burada bazı dini törenlere katıldığı; Hitit yazılı metinlerinden anlaşılmaktadır. Ele geçen tabletlerdeki bir metinde şöyle denilmektedir.”
Kral, ilk baharda bayram yapmak için, Sarissaya gittiği zaman, Kral şehre yaklaştığında, Şerha yukarı gitmez, Bilakis yukarı yola gider, Yukarıya Fırtına Tanrısı Huwaşi taşına.”
Bu metin: açık hava kutsal alanının, Hititler için ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Tüm bunların yanında: Sarissa’da ortaya çıkan yazılı belgelerde: Sarissa Hitit Bey’inin: her ay, tapınağa “bira” armağan ettiği yazılıdır.
Ön Asya’nın en büyük bira imalathanesinin burada bulunması, Sarissa’da bira üretilmesinin ve tüketilmesinin yoğun olduğunu da kanıtlamaktadır.
Sarissa: Hitit devletinin yıkılışı ile bağlantılı olarak, büyük bir yangınla yok olmuştur. Yapılan arkeolojik kazılarda: burada Hitit yerleşiminin ardından yalnızca Frig döneminde bir iskan daha olduğu ve daha sonra yerleşimin tamamen terk edildiği ortaya çıkmıştır.
Sivas Altınyayla hakkındaki gezi yazım için Altınyayla
Futbol gerçekten: büyük kitleleri peşinden sürükleyen, muhteşem bir olay. Sivas ve bu şehrin futbol takımı, bir yıl içinde zirve yaptı ve büyük kitleler tarafından, şehir bir anda büyük bir ilgi ve cazibe merkezi haline geldi. Elbette: Sivas denilince yalnız futbol akla gelmiyor, Sivas’ın bir çok özellikleri ve güzellikleri var. Buyurun: kışları karlı ve soğuk geçen, bu güzel ilimizi, birlikte gezelim.
ULAŞIM
Hava yolu ile ulaşmak mümkün. THY ve bir özel firmanın: Sivas’a hava yolu ulaşımı var. Hava meydanı: sivil askeri kategoride olup, 1957 yılına hizmete girmiştir. Şehre uzaklığı: 23 km. dir. 33 araçlık otoparkı vardır. Şehir merkezine ulaşım: otobüs, servis ve taksilerle sağlanmaktadır.
Otobüs terminali: il merkezinde olup, münibüs ve belediye otobüsleriyle ulaşım sağlanmaktadır. Sivas’ın bazı merkezlere uzaklıkları şöyledir. Sivas-Ankara arası uzaklık: 442 km. Sivas-İstanbul arası uzaklık: 893 km. Sivas-İzmir arası uzaklık: 1021 km. Sivas-Yozgat arası uzaklık: 224 km. Sivas-Erzurum arası uzaklık: 435 km. Sivas-Kayseri arası uzaklık: 195 km. Sivas-Trabzon arası uzaklık: 423 km. dir.
Sivas’a demir yolu ile de rahatlıkla ulaşmak mümkündür. Özellikle yakında bağlanacak hızlı tren ile ulaşım gayet kolay olacaktır.
TARİHİ
İL ADININ TARİHÇESİ
Sivas’ta farklı dönemlerde hakim olan devletler: şehre, kendilerine özgü isimler vermişlerdir. Bunlar: Sebaste, Sipas, Megalopolis, Kabira, Diaspolis, Talaurs, Danişment ili, Eyalet-i Rum, Eyalet-i Sivas ve Sivas.
Bugün kullanılan Sivas isim kaynağı hakkında ise, farklı görüşler bulunmaktadır. Bunların içindeki Sebaste: eski Pontus kralı Polemon’un karısı Pitodoris tarafından verilmiştir ve eski Yunancada “August şehri” olarak geçer.
İkinci bir varsayım: Romalılar: şehri ele geçirdiklerinde, şehrin idaresini “Pont krallığı”na bırakırlar. Pont kralının hanımı: Roma kralı August’un sevgisini kazanmak ve ona bir şükran ve sadakat ifadesi olarak: şehre, Yunancada “Ogüst şehri” anlamına gelen “Sebaste” ismini verir.
Sebaste isminin, zamanla “Sivas”a dönüştüğü düşünülmektedir. En son olarak: şu görüşte önü sürülmektedir. Şehrin ilk kurulduğu yıllarda: bugünkü şehrin merkezinin bulunduğu yerde, büyük çınar ağaçlarının altında: 3 adet su kaynağının bulunduğu söylenir. Bu kaynaklardan: bir tanesi “Allaha şükür”, ikincisi “ana ve babaya saygı”, üçüncüsü ise “küçüklere sevgi” ifade edermiş.
Bu bölgede yaşayan insanlar, zamanla bu özelliklerini koruyamayınca, bu üç 3 kaynak kurur. Şehrin isminin de “3 göze/kaynak” anlamına gelen “Sipas” tan geldiği ve zamanla bu gün kullandığımız “Sivas” a dönüştüğü ileri sürülmektedir.
TARİHÇE
Sivas: eski bir yerleşim yeri olmasına rağmen, ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu hakkında kesin bilgiler yoktur. Asur hükümdarı Sargon: MÖ.710 yılında, Anadolu içlerine yaptığı bir akında: Sivas içlerine kadar gelmiştir. Kapadokya bölgesinde: Asurlara karşı, direnecek güç kalmayınca, Medler ve Lidyalılar; MÖ. 585 tarihinde, Kızılırmak sınır olarak kalmak üzere anlaşırlar.
Ancak: MÖ. 550 yılında, Persler, Med egemenliğine son vererek, Sivas ve yöresini ele geçirirler. MÖ.332 yılında, Büyük İskender, bölgedeki Pers egemenliğine son verir. Sivas; bir süre: Makedon komutanlardan “Sabistes” yönetiminde kalır.
Daha sonra ise: MS. 17 yılında, Roma imparatoru Tiperius, Sivas ve çevresini ele geçirmiştir. Böylece, Sivas Roma imparatorluğu egemenliğine girer ve “Eyalet-i Rum” olarak isimlendirilir.
1075 yılında, Sivas’ta Danişmentli Beyliği kurulur. 1175 yılında ise; II. Kılıç Arslan, Sivas’ı Selçuklulara bağlar. 1220 yılında, Moğol istilası korkusu ile, şehrin çevresi surlarla çevrilir. 1243 yılında, Kösedağ savaşını kazanan Moğollar; Sivas’ı işgal ederler.
1322 yılında, İlhanlılar, Sivas’ın da içinde bulunduğu bölgede bağımsızlıklarını ilan ederler. 1398 yılında: Sivas’ta, kentin ileri gelenlerinin isteğiyle, Osmanlı egemenliği tanınır.
1400 yılında, Anadolu’ya giren Timur: az sayıdaki Osmanlı askeriyle savunulan Sivas’ı uzun bir kuşatmadan sonra alarak; yakıp yıkar ve geri çekilir. 1408 yılında, Yıldırım Beyazıt’ın oğullarından Çelebi Mehmet, Sivas’ı ele geçirerek Osmanlı topraklarına katar.
Osmanlı egemenliğinde, eyalet merkezi haline getirilen Sivas: Amasya, Çorum, Tokat şehirler ile Malatya ve Kayseri illerinin bir kısımları, kendisine bağlanan bir sancak haline gelir. Evliya Çelebinin de belirttiği gibi: Sivas, zamanın en önemli eyaletlerinden biridir.
GENEL
Türkiye’nin en uzun nehri: Kızılırmak, Sivas-Kızıldağ (Zara ilçesi sınırları içinde)dan doğmaktadır.
TEDAŞ’ın 2003 yılı raporlarına göre, Sivas: tüm Türkiye genelinde, Kütahya’dan sonra, en az kaçak elektrik kullanılan 2. şehir olmuştur. Ne mutlu, kaçak elektrik kullanan hırsızlara duyurulur.
Sivas: çok sert bir karasal iklime sahiptir. Kışları: çok soğuk ve sert geçer. Kış aylarında: bol kar yağışı görülür ve bölge; ortalama 4-5 ay karla örtülüdür. Yazları: sıcak, kurak ve kısa süreli; ilkbahar ve sonbahar yağmurları ile geçer.
Evet: Sivas’ta mükemmel düzenlenmiş ve hala da düzenlemesi devam eden: merkez de, yerleşim birimleri ve merkezin içinden geçen “Kızılırmak” etrafında yapılan çevre düzenlemesini göreceksiniz.
Ayrıca: muhteşem soğuk ve kurak olan bölgede, yetişen ağaçları göreceksiniz. Türkiye’nin çoğu yerinde göremeyeceğiniz ölçüde, büyük genişlikte caddeler ve sokaklar göreceksiniz.
AŞIK VEYSEL
Aşık Veysel: 1894 yılında, Şarkışla İlçesinin Sivrialan köyünde doğmuştur. Çocukluğu ve gençliği köyde geçmiştir. İki gözü de görmeyen aşık: günlerini babasının Ortaköy’deki Mustafa Abdal tekkesinde, kendisine aldığı, üç teli kırık saz ile geçirmeye başlar.
Yirmi yaşlarına geldiğinde: artık iyi saz çalan ve iyi şiir okuyan bir halk sanatçısı olur. Gözünün kör olması, şiirlerindeki tabii söyleyiş ve ezgilerinin orijinal oluşu, seçtiği konular ve sentezci yapısı Veysel’in şöhret kazanmasını sağlayan en önemli faktörlerdir.
Yıllarca çeşitli nedenlerle, yurdun değişik yörelerinde düzenlenen programlara katılan Veysel, son konserini 15 Ağustos 1971 tarihinde Hacıbektaş’ta verir ve 21 Mart 1973 tarihinde vefat eder.
Usta ozanın ölüm yıl dönümü olan: 9-11 Temmuz tarihlerinde, Sivas’ta ve Şarkışla ilçesi Sivrialan köyünde, anma törenleri ve festivaller düzenlenmektedir.
SİVAS KONGRESİ
Mustafa Kemal Paşa: 2 Eylül 1919 tarihinde: Sivas’a gelir. Sivas halkı: şehre 5 km. uzaklıkta, çadırlar kurarak ve büyük bir coşkuyla Atatürk’ü karşılarlar. 4 Eylül 1919 günü: Sivas kongresi, Mekteb-i Sultani önünde toplanır, çarşıda dükkanını kapayan, daireden ayrılan, işini gücünü bırakan tüm Sivaslılar, sel halinde bu mahşeri kalabalığa katılırlar ve Mustafa Kemal Paşa’yı, coşkun tezahüratlarla karşılayıp, bağırlarına basarlar.
Evet: Sivas kongresi, yaklaşık 10 gün kadar sürmüştür. Ben bu kongre ile ilgili ayrıntılı bilgi vererek, tarihi sürece girmek istemiyorum. Ama: elbette bu kongre, Türk siyasi tarihi açısından büyük önem arz etmektedir.
Şöyle ki: Atatürk’ün, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’da Anadolu’ya ayak basmasını takip eden süreçte, Sivas ile birlikte, ok yaydan çıkmış ve Padişah hükümeti ile şiddetli bir çatışmaya girilmiştir. Yani: Sivas kongresi: Atatürk’ün kendisinin de ifade ettiği gibi: Cumhuriyetin temelini teşkil eder. Bu temelde: Sivaslıların şeref payı büyüktür.
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ
Türkiye Cumhuriyetinin 14. üniversitesi olan Cumhuriyet Üniversitesi; 1974 yılında, il merkezinin 7 km. güneyinde, Kızılırmak kıyısında, Kayseri yolu üzerinde kurulmuştur. İlk kurulduğu zamanlar: Anadolu’daki dört üniversiteden biriydi.
Üniversite bünyesinde: 9 fakülte, 3 enstitü, 12 meslek yüksek okulu ve 3 yüksek okul bulunmaktadır. Öğrenim gören öğrenci sayısı: 18.118’dir. Akademik personel sayısı ise: 1297’dir. Üniversite yerleşkesinde ve şehir merkezindeki yurtlarda: 1648 kız ve 1152 erkek olmak üzere, toplam 2790 yatak kapasitesi bulunmaktadır.
Fakülte ve yüksek okullar bünyesinde: 50 eğitim ve araştırma laboratuvarı ile malzeme üretimi ve bakım-onarım atölyeleri bulunmaktadır. Kültür Merkezi içinde ise: 500 kişilik, ana konferans salonu, 2 toplantı salonu ve sanat galerisi var.
KANGAL KÖPEĞİ
Kangal çoban köpekleri: çok cesur, gayet hızlı ve çeviktirler. Kadın ve çocuklara karşı gayet muhlis, kötü ve kötü niyetli kişilere karşı: son derece caydırıcı bir silahtırlar. Ayrıca: çok zeki, önsezileri kuvvetli ve sahiplerine aşırı bağlıdırlar.
Sahibi tarafından azarlandığı zaman: suçlu bir çocuk gibi, başını öne eğer, sahibinin gözlerine mahsun mahsun bakarak af edilmesini bekler. Hislerini yalnız: hal, hareket, mimik ve jestlerinde değil, çıkardıkları çeşitli tonlardaki havlamaları ile belli ederler.
Evet: kangal köpeklerinin diğer özelliklerinden de söz etmek istiyorum. Görevlerine çok sadıktırlar. En büyük özelliklerinden biri de: kurt boğmalarıdır. Bu özellikleriyle, diğer köpekler arasında ön plana çıkarlar. Kan asaletine çok bağlıdırlar. Serbestken bile: başka bir köpekle çiftleşmezler.
Vücut rengi: bozdan, çelik rengine kadar olabilir. Kısa ve yoğun bir tüy yapısı vardır. Ağırlık: erkeklerde: 50-60 kg. ve dişilerde ise 41-59 kg. arasındadır.
Sivas’ta bulunduğunuz sürede: kangal köpeklerinin üretildiği bir yer görmek isterseniz: Meraküm Tepesindeki kangal üretim çiftliğini gezebilirsiniz. Hatta, merakınız varsa, buradan kangal köpeği yavrusu satın alabilirsiniz. Meraküm Tepe: 1600 metre yükseklikte bir yer.
Yoğun kar yağışı ve soğuk hava etkili olduğunda: burada, kar kalınlığı zaman zaman bir metreyi geçiyor. Ama yine de, tepedeki merkezde üretilen köpekler, özellikleri gereği soğuk hava ve kardan olumsuz etkilenmeden yaşamlarını sürdürüyorlar.
MADIMAK OTELİ
Her ne kadar Sivas denilince, Madımak Oteli, turistik bir tercih değilse de, maalesef Sivas’ın içinde bir otel var, adı: Madımak oteli ve bu otelde; yakın geçmişte, hazin bir olay cereyan etti. Fazla uzak değil, yalnızca 16 yıl önce, 2 Temmuz 1993 tarihinde, bu otelin içinde barınan, 2’si otel görevlisi ve 33’ü konuk: 35 insan yanarak ya da dumandan boğularak hayatlarını kaybettiler.
Bunların: kim oldukları, ne iş yaptıkları, isimlerini yazmıyorum, çünkü önemli olan bunların insan olmaları, evet 35 insan öldürüldü ve 51 insan ise, yaralı olarak kurtarıldı.
16 Haziran 2000 tarihinde, bu olaydan yargılanan 33 sanık: Devlet Güvenlik Mahkemesince idam cezasına çarptırıldı. Ancak: 2000 yılında, idam cezasının yürürlükten kaldırılmasıyla, idam cezaları infaz edilmeyip müebbet hapse çevrildi.
Sivas Davası: İstiklal Mahkemeleri sonrasında, tek bir davada, bu kadar çok idam cezasının verildiği ilk dava olarak, tarihteki yerini almıştır.
NE YENİR
Sivas halk mutfağında: yemekte, çorbalar ön sırada yer alır. Sivas’ta bulunduğunuz sürede: tandır ekmeğinin kokusunu metrelerce uzaktan duyabileceksiniz. Ardından: fırın yakınlarından geçerken: mutlaka ve mutlaka, tandır çöreği alın ve tadına bakın.
Bu aperatifler yanında: bir lokantaya oturduğunuzda ise: Sivas kebabı deneyebilirsiniz. Bu arada: içli köfteyi, Sivas’ta olmaz diye düşünmeyin, isteyin ve deneyin, beğeneceksiniz.
Yiyecek yerleri olarak: yaygın tatlardan; hani belki reklama girecek ama, Kirli Ahmet’in köftesini, Kirli Mehmet’in dönerini yemenizi öneririm. Bunlar hoşunuza gitmedi ise: etli pide deneyebilirsiniz. Bunun dışında: Sivas’ın geleneksel tatlarının ayrıntıları şöyle:
PESKÜTAN
Kış çorbalarının başında gelir. Un ve yoğurdun pişirilmesiyle yapılır. Kış günlerinin lezzetli ve besleyici bir yemeğidir.
FIRIN KATMERİ
Her zaman yapılabilecek ve yolluk olarak hazırlanan bir yiyecektir. Çarşı fırınlarında, hazır kat-mer ve çörekler satılmaktadır.
NE SATIN ALINIR
Alışveriş yerleri: Şifaiye, Buruciye, Selçuklu Parkı. Bunun dışında: şehirde alışveriş yapılabilecek başlıca merkez: İstasyon Caddesi ve Atatürk Caddeleri. Bilemiyorum; aslında burada yazmak istiyordum ama Sivas’ta bulunduğum sürede, buraya özgü, alacak herhangi bir şey bulamadım, Sivas’ta, buraya özgü, hediyelik eşya yok.
GEZİLECEK YERLER
ATATÜRK KONGRE VE ETNOGRAFYA MÜZESİ
Sivas kongresinin toplandığı binadır. Sivas valisi Memduh Paşa tarafından; 1892 yılında, o zamanki adıyla “Mülki İdadi” olarak hizmete açılmıştır. Binanın ön cephesi; 1930 yılında yapılan büyük onarım ile, yeni açılan İstasyon Caddesine çevrilmiş ve bir giriş kapısı yapılmıştır. Bina: 1924 yılında “Sivas Lisesi” adını almıştır. Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsilinin, 3.5 ay süre ile karargah olarak kullandıkları ve o tarihlerde Sultani olan binanın, toplantı salonunda: 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında, Sivas Kongresinin oturumları yapılmıştır.
Tarihi kongre salonu ve Mustafa Kemal Paşa’ya ait: çalışma ve yatak odası: kongrenin yapıldığı günlerdeki hali ile muhafaza ediliyor. Üst katta: Sivas kongresi öncesindeki olayların, Mustafa Kemal Paşa’nın kongre hazırlığı ile ilgili tamimlerinin ve bildirilerinin sergilendiği salon, o zamanki haberleşmenin temelini oluşturan telgraf odası, Sivas kongresi ile ilgili tutanakların yer aldığı salon, merkezi Sivas’ta bulunan “Anadolu kadınları Müdafa-i Vatan Cemiyeti” ne ait bildirileri ve haberleri içeren belgeler ve irade-i Milliye Gazetesinin basıldığı matbaa ve gazeteye ait nüshaların sergilendiği salonlar var.
Bu binanın: zemin katının tamamı, Etnografya Bölümü olarak düzenlenmiştir. Bu bölümde: silahlar seksiyonu, Hacı Beslen odası, Halı seksiyonu, Sivas Baş odası, Bakır eserler, Tekke eşyaları, Giysi-El işlemeleri, Gömme vitrinler, kilim seksiyonu var.
ARKEOLOJİ MÜZESİ
Sivas’ta bulunduğum sürede henüz açılmamıştı. Ancak: hizmete girdiğinde, Orta Anadolu’nun en büyük Arkeoloji Müzesi olarak hizmet vereceği söyleniyordu. Çevre düzenlemesi çalışmaları yapılıyordu. Sivas Endüstri Meslek Lisesi bahçesinde bulunuyor. Sivas’ta bulunduğunuz sürede: 29 Nisan 2009 tarihinde açılan bu müzeyi, mutlaka ziyaret etmenizi öneririm.
5965 metrekarelik bir alan üzerine kurulan müzede: 2487 arkeolojik eser, 5805 sikke bulunuyor. Bunlar: kronolojik bir sıraya göre sergileniyorlar. Bunun yanında: kum havuzu, iki tablet çalışması, resim çalışmaları, arkeolojik kazı alanları gibi, çocuk eğitimine yönelik stantlarda yapılmış. Bu müzede: yalnızca burada sergilenen: Osman Gazi büstü var.
Bunun dışında müzede sergilenen eserler: Sarissa kazı buluntuları, Hitit dönemine ait: sunak, tablet ve çeşitli toprak kaplar. Helenistik döneme ait eserler. Demir çağ dönemine ait eserler. 10 milyon yıl önceki fosil buluntuları. Asur dönemine ait eserler. Roma ve Bizans dönemine ait eserler. Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait eserler.
ŞİFAİYE MEDRESESİ
Selçuklu Parkı içinde, Çifte minareli medresenin hemen karşısındadır. 1217 yılında, Selçuklu Sultanı I. İzzettin Keykavus tarafından yaptırılmıştır. Anadolu Selçuklu Tıp Okullarının ve hastanelerinin en eski ve en büyüklerindendir. Hastane: 50 x 70 metre ölçülerinde olup, iç avlusu: 22 x 32 metre ölçülerindedir.
Binada: taş ve tuğla malzeme karışık olarak kullanılmıştır. Selçuklu yapılarında olduğu gibi: taç kapısı süslemelerine önem verilmiştir. Dışarıya doğru taşıntılı taç kapı alınlığının: sağında ve solunda, aslan ve boğa kabartmaları yapılmıştır. Gerek taç kapı cephesi, gerekse pencereler, gerekse ana eyvan cephesi: iç içe geçmiş yıldız biçiminde zarif motiflerle kaplıdır.
1220 yılında: genç yaşta vefat eden I. İzzettin Keykavus; vasiyeti üzerine, çok sevdiği Sivas’taki Şifaiye Medresesinin güney bölümündeki eyvanda bulunan türbesinde, ailesiyle birlikte yapmaktadır. Türbe cephesi: Selçuklu sanatının zengin çini süslemelerine sahiptir. Süslemelerde: geometrik geçmeler, yıldızlar, kufi yazıları, mavi-lacivert-firuze-beyaz renkler kullanılmıştır.
Bu durumuyla türbe: şifahanenin en önemli bölümünü oluşturmaktadır. Bu çini süslemeleri yapanın Ahmet Bekirül Marendi olduğu, sağ pencere üzerindeki alınlıkta yazılıdır.
Üstteki büyük çini kabartma kitabede: muhteşem bir yazı var, umarım bu satırları okuyan çok olur ve bu yazının yaşamımızdaki önemini anlar: “ BİZ GENİŞ SARAYLARDAN DAR KABİRLERE ÇIKARILDIK. MALIM-MÜLKÜM BANA FAYDA VERMEDİ. SALTANATIM MAHVOLDU”
GÖK MEDRESE
Selçuklu veziri Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından, 1271 yılında yaptırılmıştır. Mimarı ise: Konyalı Kaluyan’dır.
Gök medrese: açık avlulu, dört eyvanlı planın uygulandığı ve iki katlı olduğu iddia edilen bir medresedir.
Taç kapı üzerinde yükselen tuğla örtülü iki minaresindeki mavi çinileri nedeniyle: Gök medrese adını almıştır. Plastik sanatların şaheserlerinden olan taç kapıda: mermer malzeme kullanılmış olup, taç kapının üst iki köşesinde, iç içe girmiş, hayvan başları var.
Koç, domuz, aslan, yılan, ejder başlarının tanındığı bu kompozisyonun: burç işaretlerini kastettiği öne sürülmektedir. Türklerin, 12 hayvanlı takvimlerinde de, bu hayvanların bir kısmı görülmektedir. Türk takviminin hayvanları şunlardır: fare, sığır, pars, tavşan, ejder, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek, domuz.
Medreseye girişte: sağda mescit, solda ise Dar-ül Hadis bölümleri görülüyor. Mihrabın büyük kısmı: günümüze kadar gelebilmiştir. Mihrap: çini ile kaplı olup, üzerinde Ayet-el kürsi yazılıdır. Üçgenler ile, kubbeye geçişin sağlandığı mescidin kubbesi ve etekleri de, çini bezemelidir.
Girişin solunda bulunan: Dar-ül Hadis bölümünün ise: duvarları sıvanmıştır. Üzeri açık dikdörtgen planlı, iç avlunun ortasında bir havuzu olması gerekir. Bugün yapının içinde, bu havuzun mermer taşları görülüyor. Anadolu’da bilinen en büyük Selçuklu havuzudur. 22 köşeli, poligonal bir plana sahiptir.
Avlunun: kuzey ve güneyinde, altı sütun üzerine inşa edilmiş bir revak kısmı bulunur. Bu revakların gerisinde, küçük kapılardan hücrelere girilir. Doğu yönündeki ana eyvanı yıkılmış, yerine mevcut taş ve kitabelerle bir duvar örülmüştür. Kuzey ve güneydeki eyvanın içi: çini teyzinatla süslüdür.
Bu medresenin diğer öne çıkan bölümü şudur. Cephenin solunda bulunan çeşmenin: üç dilimli kemer, iki satırlık kitabe ve üç yönü dolaşan geometrik bordürü bulunmaktadır.
ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE
İlhanlı veziri Şemsettin Mehmet Cüveyni tarafından, 1271 yılında yaptırılmıştır. 17. yüzyılın ikinci yarısında: bölgede meydana getirilen ; Gök medrese ve çifte minareli medrese gibi: taş, tuğla ve çini sanatının Anadolu’daki önemli yapıtlarından biridir.
Günümüzde: doğu yönünde bulunan medrese girişinin dış süslemeli cephesi: büyük boyutları ve tuğla-çini örgülü iki minaresi görülüyor. Bu durumu ile: Gök medrese ve Erzurum Çifte Minareli Medrese ile benzerlik gösteriyor. Ön yüz: ortada iki minareli taç kapı, iki yanındaki pencere ve köşe kuleleri ile oluşturulmuş. Ön yüzündeki süslemeli pencereler yerleştirilirken: simetri aranmamış.
Cephedeki taş süslemelerde: tekrarlardan kaçınılan bir anlayış hakim. Bunun sonucunda: daha canlı, hareketli ve ışık-gölge oyunlarının kuvvetlice hissedildiği bir cephe elde edilmiş.
Minareler: taşın yanı sıra, tuğla ve çinilerle bezenmiştir. Taç kapının solunda: 3 dilimli küçük bir niş içinde, bugün okunmayacak kadar tahrip olunmuş bir yazı görülüyor. Bu yazıda: mimarın isminin yazılı olduğu düşünülüyor. Kesin olmamakla birlikte: Konyalı Kaluyan veya Bin Abdullah olduğu sanılmaktadır.
BURUCİYE MEDRESESİ
1271 yılında, Anadolu Selçuklu Sultanlarından III. Gıyasettin Keyhusrev tarafından yaptırılmıştır. İlmiye çalışmaları için medrese olarak yaptırılan yapıda, dönemin pozitif ilimleri, uzun yıllar boyunca okutulmuştur.
Sarımtırak renkli taşlardan oyma olarak yapılan giriş kapısı ve avlu karşısındaki iç cephe: devrin Selçuklu taş oymacılığının en güzel örneklerindendir. Yapı: kareye yakın, dikdörtgen planlı olup, üzeri açık avlu çevresindeki sütunlu revaklar ve bunların gerisinde bulunan hücrelerden oluşmaktadır.
Giriş kapısının sol yanında: mavi ve siyah çinilerle süslü türbe hücrede: medrese binasını yaptıran Burucerdioğlu Muzaffer Beyin ve çocuklarının mezarları bulunmaktadır.
Taş işlemeciliğinde ağırlığın: taç kapıda bulunduğu görülüyor. Yıldız, rumi ve geometrik motifler, yüzeysel olarak bir dantel gibi işlenmiştir.
SİVAS KALESİ
Ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Aşağı ve yukarı kale olmak üzere iki kısımdan oluşur. Aşağı kalenin çevresi: 7500 metre ve yüksekliği: 25 metredir. Kalede: kesme taştan yapılan sur duvarları, kuleleri ve Kayserikapı, Palaş, Tokmakkapı, Cancun, Salpur gibi şehre giren; demir kapıları görülebilir.
Yukarı kale ise: şimdiki Kale Park diye bilinen yerdedir. Çelebi Sultan Mehmet tarafından, büyük çapta onarılan kalede: günümüzde; sur duvarları, iki kapı, üzerinde bir cami, zahire ambarları, sarnıç ve cephaneliği bulunmaktadır. Bunun dışında: herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır.
KALE CAMİ
Selçuk Parkı içindedir. III. Sultan Murat’ın vezirlerinden Sivas Valisi Mahmut Paşa tarafından, 1580 yılında yaptırılmıştır. Sivas’ta bulunan Osmanlı camilerinin en güzeli olmasıdır. Asıl ibadet alanı: kare planlı, üzeri yüksek bir kurşun kaplı, tek bir kubbe ile örtülüdür. Beden duvarları: kesme taştan inşa edilen caminin, kuzeybatı köşesinde yer alan tuğla örgülü minaresi, altıgendir.
Mihrap ve minberi: mermerdir. Caminin her iki yanında bulunan ve örneği az görülen: 2 taş dikkati çekmektedir. Taşlardan birinin içi oyuktur. Yapıldığı dönemlerde: yardımlaşmanın önemini gösteren bu taşlara: sadaka ve yitik taşı deniliyor.
Sadaka taşı: cami minaresinin altında, oyuk şeklindedir. O dönemde: sadaka vermek isteyenler, sadakalarını bu taşın içine yerleştirirlerdi. Sadakaların yerleştirilmesinde, özellikle gece yarısı zamanları seçilirdi. İhtiyaç sahipleri de, bu taşın içinden, yalnızca ihtiyaçları bulunduğu kadarını alırlardı.
Yitik taşı: cami avlusunun doğusundadır. Kaybolan eşyalar: bu taşın üzerinde teşhir edilir ve kaybedenlerin, kayıp eşyalarını bulmaları sağlanırdı. Okudukça şaşırıyorsunuz, evet, gerçekten bizim insanlık anlayışımız işte bu, muhteşem bir karakter yapımız, uzun geçmişten geliyor.
PAŞA CAMİ
Çarşı içinde, Nalbantlarbaşı caddesindedir. Süleyman Bey, 1421 tarihinde küçük bir mescit yaptırmıştır. Süleyman Beyin soyundan gelen ve Sultan I. Abdülhamit’in damadı, Sivas valisi Alettin Paşa; 1805 yılında bu mescidi yıktırarak, daha büyük bir cami yaptırmıştır. Bu nedenle: camiye, bu isim verilmiştir.
Cami: sarı kesme taştan, dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. 19.yüzyıl, batı etkisindeki Osmanlı camilerinin bir örneğidir. İbadet bölümünü: dört payenin yuvarlak kemerlerle birbirine bağlandığı, merkezi bir kubbe örtüyor. Bu kubbe: yüksek bir kasnak üzerinde olup, dört yandan, çeyrek kubbelerle destekleniyor. Mihrap, içten yuvarlak niş şeklinde olup, devrinin kalem işleriyle bezenmiş.
İbadet bölümü: 3 sıra halinde pencereler ile aydınlatılıyor. Bunlardan alt sıra pencereler: dikdörtgen, üst sıradakiler ise yuvarlak kemerli. Minaresi: 1950 yılında, tek şerefeli ve taştan yapılmış. Daha sonraki yıllarda, caminin yanına ikinci bir minare daha eklenmiş. Minareler taş kaide üzerine, yuvarlak gövdeli ve ikişer şerefelidir.
ULU CAMİİ
Kitabesi: Sivas Müzesinde bulunmaktadır. Buna göre: 1196-1197 yıllarında, Kızıl Arslan Bin İbrahim tarafından yaptırılmıştır. Ulu cami mahallesindedir. Anadolu’nun en eski camilerinden biridir. 1212 yılında, I. İzzettin Keykavus döneminde onarılmıştır.
Dikdörtgen planlı caminin üst örtüsü: düz dam şeklindedir. Silindirik gövdeli minaresine: 116 basamakla çıkılmaktadır. Sekizgen kaidesi: firuze renkli sırlı tuğladandır. Kaide: gövde ve şerefe altı: firuze renkli çinilerle süslenmiştir. Minare: 13’ncü yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiştir. Caminin güneydoğu köşesinde, yaklaşık 3 metre uzaklıktadır. Minare kaidesi, tuğla örgülü, sekizgen kaidelidir.
TAŞ HAN
Atatürk Bulvarı ile Dörtyol mevkiinin kesiştiği noktadadır. Kaynaklardan: 19. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı anlaşılmaktadır. Han içinde: güzel bir çeşme var, aslanlı çeşme. Bir taş havuza akıyor. İki katlı hanın, üst katında: nargile keyfi yaparak, şehri izleyebilirsiniz.
AKSU PARKI
2007 yılında, Aksu çayı ıslah edilerek bu park yapıldı. Şehrin simgesi gibi bir park. Güzel bir yaz akşamında mutlaka zaman ayrılması ve gidilmesi gerek. Yaz aylarında: cıvıl cıvıl ve her yandan müzik sesleri gelen bir yer. Burada bir amfi tiyatro var, zaman zaman güzel gösteriler düzenleniyor.
PAŞABAHÇE
Paşabahçe mesire alanı: şu anda 160 dönüm arazi üzerine kurulmuş bir alanı kapsıyor. 105 dönüm daha eklenecekmiş. Yapılacak yeni sosyal tesisler: düğün salonu ve diğer açık alan düzenlemeleriyle birlikte, toplam 265 dönüm olarak park bütünlenecekmiş. Bu ölçüsü ile: Orta Anadolu’nun en büyük mesire alanı olacak.
Sivas Belediyesi: bir zamanlar şehre elektrik veren, şelalesi olan, doğal güzelliği ile göz kamaştıran Paşa Bahçeyi, tekrar eski günlerine çevirmek ve günümüz insanının doğa ihtiyacını karşılamak için; modern bir piknik alanı yapmış. Alanda: 300 tane kameriye bulunuyor.
Evet, Divriği denilince akla hemen, Ulu cami geliyor. Bu yapı hakkında söylenecek tek şey şu: “ Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir taş, böylesine bir ruhla işlenmemiştir.” Buralara yakınsanız veya buraların yakınlarından geçerseniz, bu muhteşem eseri mutlaka gidin ve görün.
ULAŞIM
Sivas-Ulaş-Kangal üzerinden, Divriği İlçesine ulaşmak mümkün. İl merkezi olan Sivas’ a olan uzaklığı: 174 km. dir.
TARİHİ
Sivas İlinin büyük ilçelerinden biri olan Divriği: eski bir tarihe sahiptir. Hititler zamanından bu yana yerleşim alanı olarak bilinen Divriği’nin adı: eski Yunan yazmalarında “Apbrike” olarak geçer. Bizans devrinde: Tepbrike olarak yaygın bir hal almış ve Türklerce “Divrik” adıyla anılmıştır.
Malazgirt Meydan Savaşından sonra, Divriği: Türk egemenliğine girmiştir. Divriği: Alpaslan’ın komutanı Mengücek Gazi’ye verilir. Mengücek Gazinin oğlu İshak’ın; 1142 yılında ölümü üzerine: Mengücek Beyliği, ikiye ayrılır.
Divriği kolunu: Süleyman Bey kurar. Bu beylik: kültürel bir gelişim gösterirken, bir yandan da: Anadolu Selçuklu Sultanlığına bağlı olarak, Hıristiyanlara karşı sürmekte olan savaşlara katılır. Bu dönemde: Süleyman Bey; 1224 yılında: kale yaptırır.
Oğlu Ahmet Bey ise: 1228 yılında: Ulucami’yi yaptırır. Ayrıca: Ahmet Bey’in karısı Turan Melek tarafından: Ulucami’ye bitişik olan “Darüşşifa” yaptırılır.
Takip eden dönemde: Yıldırım Beyazıt: Divriği kalesini, Mısır Valisi İbrahim Şuhrinin oğlundan teslim alır, ancak 1401 yılında Timur’a yenilince, Osmanlılar yine buralardan çekilmek zorunda kalırlar.
Ancak: Mercidabık zaferinden sonra: Yavuz Sultan Selim tarafından, bölge Osmanlı imparatorluğunun egemenliğine katılır. Divriği: Harput, Arapkir ve Zara yolu üzerinde, önemli bir konak olarak işlev görür.
DİVRİĞİNİN ÖZELLİKLERİ
Türkiye’nin ilk kaymakamlığı: Divriği’de kurulmuştur. İlk “Sivil Havacılık Okulu”, Divriği’de öğrenime açılmıştır. Bunların yanında: Türkiye nüfusuna göre: en çok memur, politikacı, öğretim üyesi, asker, sanayici ve iş adamı yetiştiren yer, Divriği olmuştur.
GEZİLECEK YERLER
DİVRİĞİ KALESİ
Şehrin: kuzeyinde, ırmağa bakan yüksek bir kayalık üzerinde kurulmuştur. MS. 9.’ncu yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır. Sur uzunluğu: 1.5 km. kadardır. Büyük bir kısmı: Mengücekoğulları tarafından, 13.yüzyılda yaptırılmıştır.
Kale içinde: cami, sarnıç, zahire ambarı, kaya kovuklarının izleri görülmektedir. Kale içindeki cami: 1180 yılında, Süleyman Şah oğlu Emir İshak tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Maragalı Firuz oğlu Hasan’dır. Kale cami: Türklerin, en eski yapılarından biri olması nedeniyle, büyük önem taşır.
Yakın zamana kadar: kalenin aşağısında küçük bir mahalle varmış. Mahalle sakinleri: aşağı şehre çekilmişler. Ulu camiye yakın olan yukarı şehrin mahalleleri, hemen hemen boşalmış. Kale surunun batı yüzünde: 2 kapı açılmış.
Biri, günümüzde tamamen duvarla örülerek kapatılmış, güneyde bulunan diğer kapının ise, bir kısmı yıkık halde, yüksekliğinin dörtte üçü, toprakla doldurulmuş. Bu kapı: kırık bir kemerle biten çok yüksek bir kapı boşluğuna açılıyor.
ULU CAMİ
Yöre: Mengüçoğullarının yönetimi altında iken: Ulu cami; Turan Melek Şah tarafından: 1228-1229 yıllarında yaptırılmıştır. İslam mimarisinin başyapıtı konumundaki bu camide: iki kubbeli bir türbe ve ona bitişik hastane vardır. Bu darüşşifanın mütevelli heyetindeki 6 kişinin hepsi kadınlardan oluşmuştur. Ayrıca: bu darüşşifa; dünyanın ilk tıp fakültesi olarak kabul edilmektedir.
Tüm bu yapılar: mimari özellikleri yanında, Anadolu geleneksel taş işçiliğini de sergilemektedirler. Bu nedenle: 1985 yılında: UNESCO Dünya Miras Listesine alınmışlardır.
Cami: Iğımbat Dağının eteklerindedir. Caminin en güzel tarafı: kapılarda ve sütunlarda işlenmiş olan motiflerdir. Bunlar: birçok araştırmacının dikkatini çekmiş ve görenleri hayran bırakmıştır. Caminin yapımında çalışan mimarların, kendi geleneklerine ve sanatsal anlayışlarına göre yaptıkları bu karışık motiflerle, özgün ve harika bir şaheser ve ibadethane ortaya çıkmıştır.
Caminin dikdörtgen bir planı vardır. Güneyinde, bitişik olarak: Darüşşifa bulunur. Uzaktan ve yakından, bu iki yapı, birbirinden ayırt edilemez. Kuzeyinde: genel bir giriş kapısı olup batıya bakan ikinci bir kapıdan ise çıkış yapılır.
Kuzey taç kapısı: Selçuklu yapılarının kapılarında olduğu gibi, yapıya göre daha yüksek ve dışa taşkın biçimdedir.
Barok stilde tasarlanmış olan bu taç kapı: 14.5 metre yükseklikte, 11.5 metre eninde ve 4.5 metre derinliğindedir.
Portal duvar çevresinde, ileriye doğru 1.6 metre dışa doğru taşırılmıştır. Anıtsal bir giriş olan kıble kapısı: büyük camiler için geçerli olan taç kapı deyimiyle adlandırılmıştır.
Caminin batı yönünde bulunan çarşı kapısı üzerinde: 1228 tarihini veren bir kitabe bulunmaktadır. Kapının bütün yüzeyini: ince ayrıntı ve zengin bitkisel motifler örtmektedir. Bu süsleme: adeta bir halı ve eşsiz desenlerle bezeli bir kumaşa benzetildiğinden, bazı bilim adamları tarafından “tekstil kapı” denilmiştir.
Kapı çıkıntısının sağ ve solunda, çift başlı birer kartal, nişin yan yüzeyinde ise, tek başlı bir kartal bulunur.
Çift başlı kartal: Alaattin Keykubat’ı (Anadolu Selçuklularını), tek başlı kartal ise: Ahmet Şah’ı (Mengücekleri) temsil ediyor. Çift başlı kartal: başı dik ve azametli duruyor. Tek başlı kartal ise, boynu bükük ve bir ayağı havada duruyor. Bu durum: Mengüceklerin, Anadolu Selçuklularının tabiyetini kabul ettiklerini ifade ediyor.
Pek çok hanedan tarafından: kudret ve egemenlik simgesi olan bu sembol, hiçbir yerde bu kadar zarif işlenmemiştir. Doğu yönündeki Şah kapısı, fonksiyonuna uygun olarak “Taht kapısı” olarak bilinmektedir. Yüzeyi: bitkisel, geometrik, yıldız, düğüm, saç örgüsü motifleriyle bezelidir.
Darüşşifanın merkezindeki havuz: öyle bir şekilde detaylandırılmış ki, gördüğünüzde inanamayacaksınız. Havuzdan taşan fazla su, havuzun çevresindeki kare planlı kanaldan, havuzun çevresini dolaşıp, daire çizerek tahliye ediliyor.
Minare: caminin kuzeybatı köşesindedir. Silindirik gövdeli bu minare, caminin asıl minaresinin yıkılmasından sonra, Kanunu Sultan Süleyman tarafından, 1523 yılında yenilenmiştir.
Son olarak
Caminin giriş kapısında güneş vurduğunda oluşan bir gölgeden söz etmek istiyorum. Güneş caminin giriş kapısına vurduğu zaman: giriş kısmında oluşan gölge “namaz kılan bir adam” gölgesi olarak gayet belirgin bir şekilde oluşuyor.
Bu durumun: caminin yapım aşamasında tasarlandığı söyleniyor. Çünkü: bu gölge, caminin giriş kısmına her güneş vurduğunda oluşuyor. Yani: bir kereye has bir olay değil, sürekli oluşuyor. Bilinçli yapıldığı düşünülüyor.
KESDOĞAN KALESİ
Kesdoğan kalesini anlatmadan önce, buraya ait bir efsane var. “Kesdoğan Efsanesi”. Bu anlamlı efsane umarım ilginizi çeker. Divriği kalesinin sahibi Şahin Şah’ın; Ertuğrul isimli bir oğlu vardır. Ertuğrul; günün birinde, geyik avına çıkar ve av izlerken, karşı yakaya geçer.
O sırada adamlarıyla birlikte oradan geçmekte olan: Ermeni kralının kızı “Belkıs” ile karşılaşır. Kız; öyle güzeldir ki, içine ateş düşer. Belkıs da, bu yiğit delikanlıdan hoşlanır.
Ertuğrul; atını sürer ve babasının yanına gider.
Belkıs ile evlenmek istediğini söyler. Kızın babası: din ayırımı gösterip, kızını vermese, savaş açmasını ister.
Şah: Ermeni kralına, adamları ile durumu bildirir. Kral; Şahın elçilerini güler yüzle karşılar, ikramlarda bulunur. Şah’ı ret etmeyi hemen göze alamadığından “Savaş da neymiş, hiç Şahlar şahı kızımı ister de, ben vermez miyim? Yalnız, kızımla bir konuşayım, öyle cevaplayayım” der.
Belkıs: çoktan razıdır. Ertuğrul Bey: gün batımında, kalenin burcuna çıkar, okunun ucuna bağladığı mektubu: Belkıs’a fırlatır. Belkıs: 2 gün sonra, aynı yolla cevabını yollar. Zamanla: Belkıs’ın cevabı gecikmeye başlar. Ertuğrul Bey: babasından bir kez daha: Ermeni krala, elçiler göndermesini ister.
Bu kez kral; kızımla konuştum, o da istekli, ama kızım çok gururludur. Erkek çocuğum olmadığından onu bir erkek gibi yetiştirdim, şimdi o da: “Ben şahın oğluna varmak isterim, dillerini de dinlerini de kabul ederim, ancak, evleneceğim erkeğin de ne denli yiğit olduğunu görmeliyim” diyor. Der.
Elçiler: bir ağızdan “Şahımızın oğlu dilediğinizden de yiğit, dilediğinizden de merttir. Dileğiniz nedir?” derler.
Ermeni kral: “kalenin burcundan bir halat gerile, bu halat 3 gün 3 gece iç yağıyla yağlana, Şahımızın oğlu huzurumuzda bu halata tutunarak boğazı geçip bizim kalemize vara. Bunu başarırsa, kızımı veririm” der. Elçiler durumu, Şaha anlatırlar. Şah: bunu kabul etmek istemez ve oğlunu vazgeçirmek için çok yalvarır, ancak fayda etmez.
Ertuğrul Bey: Belkıs’a kavuşmak için her şeyi kabul eder. Hazırlıklar tamamlanır. Ertuğrul; halata tutunarak, karşıya geçmeye çalışır, Belkıs’ın yüreği ağzındadır. Ertuğrul Bey: büyük bir gayretle karşıya geçmeye çalışırken, tam kale burcuna tutunacağı sırada, Ermeni kral, yanındaki pehlivana “kes Doğan” diye seslenir.
Pehlivan’ın halatı kesmesi ile, Ertuğrul Bey, uçuruma yuvarlanıp parçalanır. Durumu gören Belkıs’da kendini burçtan aşağıya atar. Şahin Şah: ordusuyla Belkıs kalesine yürür. Kaleyi alır. Kral kaçmayı başarır. Olaydan sonra: kalenin adı “Kesdoğan” olarak anılır. Günümüzde: kalenin duvarlarında kan lekesine benzeyen lekeler görülür. Bunun: Belkıs ve Ertuğrul’un kanı olduğuna inanılır.
Evet: Kesdoğan kalesinin efsanesi bu. Gerçekte bu kalenin: Divriği kalesinin bir karakolu olarak yapıldığı sanılıyor.
HÜSEYİN GAZİ TÜRBESİ
İlçeye hakim, Igımbat adı verilen dağın zirvesindedir. Taşlarla örülü, 3 metre uzunluğundaki mezar ve türbenin, 1959 yılında onarıldığı yazılıdır. Hüseyin Gazi: savaşarak, Divriği’ne kadar gelir. Korkusun Koyu civarındaki korulukta; kolundan ok yarası alır, bakımsızlıktan koru kangren olur ve düşer.
Hüseyin Gazi’nin ok yarası aldığı yer: günümüzde “Gazili” ziyaret yeri olarak, ziyarete açılmıştır. Bu yer: Korkusun Koyu Koruluğu içindedir. Hüseyin Gazi’nin: bakımsızlıktan kopan kolu da; Komek koyu civarındadır. Bu ziyaret yerinin adı da: Gokkolu’dur.
DİVRİĞİ KONAKLARI
AYANAĞA KONAĞI
1838 yılında yapılmıştır. Divriği’nin eski evlerinin, en dikkate değerlerindendir. Konağın orijinal şekli: selamlık, arkada avluya bakan mabeyn, daha arkada ara sokak boyunca uzanan harem olmak üzere, üç ana bölümden meydana gelmiştir.
Ancak: bu orijinal plan şekli korumadığı gibi, günümüzde, yalnızca selamlık bölümünün sır kısmı restore edilerek ziyarete açılmıştır. Bu üç bölüm: alt ve üst katta birbirine sofalar, dehlizler ve kapılarla bağlıdır.
Ancak: günümüzde bir bütünlük ve bağlantı kalmamıştır. Avlular da birer ara duvarla bölünmüştür. En büyük tahribat ise: selamlık ve mabeyn daireleri arasındaki bağlantılarda olmuştur. Burada bulunan büyük divanhane ve dört oda ile alttaki ahır; tamamen yıkılmıştır.
Günümüzde: ön cephesindeki boşlukta: kış odası, kahve odası, ikinci yaz odası ve arka odalardan bir tanesi kalmıştır. Baş odanın pencere ve tavan süslemeleri: Divriği içindeki en dikkat çekici süslemedir. Eski konaklara/yapılara karşı merakınız varsa, ilginizi çekecektir, zaman ayırabilirsiniz.