Antalya Serik Sillyon

Antalya Serik Sillyon

Antalya-Alanya kara yolundan, yaklaşık 29’ncu kilometrede, Perge’yi; Side yönünde: 10 km. kadar geçince, kuzeye dönülür ve 5 km. sonra, Sillyon antik kentine ulaşılır. Yani: Perge ile Aspendos arasında kalıyor. Yol üzerinde, yeteri kadar tanıtıcı levha var.

Kent; düz bir ovada, ovada masa gibi yükselen, 80-90 m. yükseklikteki bir plato üzerinde kurulmuş. Yamaçların neredeyse tamamı dik, üzeri ise düzlük bir tepe. Antalya ovasına, tamamen egemen bir konumda. Görüş alanı; Akdeniz’e kadar uzanıyor. Tepe: olağan dışı fiziki yapısı ile, uzaklardan bile görülebilmekte. Antik kent bölgesine giriş ücretsiz. Günün, her saatinde burayı gezebilirsiniz.

TARİHİ SÜREÇ

Antalya Serik Sillyon; Kentin tarihi hakkında, çok az bilgi mevcut. Kentin kuruluşunun: MÖ.4’ncü yüzyılda olduğu tahmin edilmekte. Kimler tarafından kurulduğuna gelince; Truva savaşından sonra, bu bölgeye gelen Helen ordusundan ayrılan; Mopsos ve Calchas isimli kahramanlar tarafından kentin kurulduğu öne sürülmekte.

Sillyon’da bulunan bir heykel kaidesinde; “Mopsos” ismi yazılı olması, bu düşünceyi güçlendiriyor. MÖ.3’ncü yüzyılda, kentte, kentin adını taşıyan madeni para bastırılır. Bu paralar üzerinde ise, kentin ismi: “Sylviys” olarak yazılı.

Tarihte, Sillyon ismine: ilk kez yazar Arrianos’un notlarında rastlanır. Bu notlarda: Perge halkının aksine, Sillyon halkının, Büyük İskender’e karşı, düşmanca davrandığı ve kenti savunduğu yazar.

Askerlerin yanı sıra paralı askerlerden de destek alarak, kent halkı, kendilerini savunurlar ve Büyük İskender, kenti ele geçiremez. Sanırım, bunda; kentin bulunduğu coğrafyanın da büyük etkisi olsa gerek, çünkü, gerçekten bulunduğu yer, tam bir hani derler ya, ” kartal yuvası ” gibi.

Pers’ler döneminde de, kent bir “askeri üs” olarak kullanılır. Helenistik, Roma, Bizans ve Selçuklu dönemlerinden kalan surlar ve harabeler, kentin, askeri kimliğini uzun süre koruduğunu göstermekte.

Evet; “Yanköy” isimli köyden, tepeye doğru, düz patikayı tırmanarak, oldukça tatlı bir meyilli, kentin kurulduğu tepeye çıkıyoruz. Karşılaşacağımız ilk şey; aşağı giriş kapısı. Yalnız; bu taşlı yolu tırmanmak için, yanınızda, mutlaka sağlam bir çift ayakkabınızın bulunması şart.

Evet; bu kapı, iki dikdörtgen kule ve at nalı şeklindeki bir avludan oluşur. Planı ve güzel duvar işçiliğiyle, Perge’nin Helenistik kapısına benziyor ve yapılışı MÖ.3’ncü yüzyıla tarihleniyor. Kent; sarp kenarlı bir tepe üzerine kurulduğundan, surlarla çevrilmeye gerek duyulmamış.

Yalnızca, tepe üzerinde, eğimin az olduğu, batı ve güneybatı yönlerinde; surlar, kuleler ve siperler yapılmış. Bunlar; özenli taş işçiliğinin ve büyük teknik uzmanlığın ürünü.

Kentin; en eski kalıntıları, ana giriş kapısının kuzeydoğusunda. Burada: ilk karşılaşacağımız yapı: Bizans döneminden kalma, iki katlı, yüksek duvarlı bir bina. Yapı: iyi durumda da olsa, işlevi günümüze kadar tam olarak anlaşılamamış.

Bu yapının devamında; kentin en önemli yapılarından biri olan, Helenistik döneme ait 5 x 55 m. boyutlarındaki, bir palaestra (spor salonu ) görülebilir. Bunun; bölgenin kaya taşlarından, gayet güzel bir taş işçiliğiyle yapılmış batı duvarında: 10 tane, değişik boyutta ve yükseklikte pencere var.

Bu pencereler, muhtemelen; kuzey kısmındaki rampaları gözaltında bulundurmak için yapılmış. Bu pencerelerden bakıldığında, büyük bir alanı görmek mümkün.

Biraz daha ileride; zarif bir kapısı olan ve duvarları özenle yapılmış, küçük Helenistik bir yapı var. Yapının ünü; kapının üzerindeki, yerel pamphylia lehçesiyle yazılmış yazıttan geliyor. 30 satır uzunluğundaki yazıt, günümüzde, bu lehçe ile yazılmış ve bilinen en uzun ve önemli belge.

Ne yazık ki; daha sonraki tarihlerde, kapıda bir delik açılmış ve yazıtın bir bölümü yok edilmiş. Yunan harfleriyle yazılan bu lehçe, MS.1’nci yüzyıla kadar, Pamyhylia’nın genişçe bir kısmında kullanılmış. Bu tarihten sonra ise, giderek unutulmuş ve yerini Yunancaya bırakmış.

Antalya Serik Sillyon: Platonun güney ucunda; Avusturyalı araştırmacı Lanckoronski’nin, 1884 tarihli seyahat notlarında, devlet tarafından çok iyi korunduğu yazılan kent tiyatrosu ve onun hemen yanındaki odeon (alışveriş merkezi). Ancak; burada üzücü bir manzara ile karşılaşıyoruz.

Çünkü: tiyatronun sahne ve orkestra kısmı, 1969 yılındaki toprak kaymasında, hemen önündeki tepeden koparak düşen kayalar ile yıkılmış ve yalnızca seyircilerin oturdukları sıraların toplam 50 bölümünden yalnızca 11 bölümü, günümüze kalmış. Ayrıca; tiyatronun ortasında, şiddetli bir depremin meydana getirdiği, büyük bir yarık var. Odeonda ise, güneydeki duvarlar düzgün ve ayakta.

Tiyatrodan hemen sonra, yanlarında trabzan taşları ile taş merdivenleri olan, kare veya dikdörtgen planlı, dönemin tipik taş işçiliğiyle yapılmış, Helenistik dönem evleri görülüyor.

Doğu’ya doğru gidilince, küçük bir Helenistik tapınak var. Bir podyumun üzerinde yükselen tapınak; ana salon duvarları ve dış kolonları ile, tabandaki duvar halen ayakta. Var olan mimari kalıntılardan, yapıldığı dönemde, tapınağın ön cephesinin sütunlu ve Dor tarzında olduğu anlaşılıyor.

13’ncü yüzyılın başlarından itibaren, Selçuklular, tıpkı diğer bazı kentlerde yaptıkları gibi, buraya da, küçük guruplar halinde gelir ve yerleşirler. Geleneklerine bağlı olarak; Akropolis’te, küçük ve ince duvarlı ve mazgallı bir kale inşa ederler.

Bunun yanında, Selçuklu döneminden, günümüze gelen en ilginç yapı, Akropolis’in kuzeybatı bölümündeki, kare ve kubbeli camidir.

Üst kapıdan, köye dönerken, önce mezarlardan oluşan, nekropol (mezarlık) alanından geçilir. Buradaki mezarların çoğu, basit toprak mezarlar.

Düzgün taşların ise, mezar taşı olduğu sanılıyor. Daha sonra; iyi muhafaza edilmiş bir kuleye ulaşılır. Kare planlı kulenin iki katı var ve alt kata açılan bir de kapı bulunuyor. Üst kısmında ise, siperler görülüyor.

Kulenin güneybatısındaki terasta, stadyum görülebilir. Oldukça kötü durumda. Günümüzde, geçmişten geriye, sadece batı kenarı boyunca tonozların üzerinde uzanan seyirci sıraları kalmış. Sınırları ise, belli belirsiz.

Bölgede; zamanında, muhtemelen ihtiyacı karşılayacak yeterli su kaynağı yoktu. Çünkü: Helenistik dönemden itibaren, kapalı ve açık su sarnıçlarının yapımına büyük önem verildiği hissediliyor.

Evet; tüm bunlar yanında, Sillyon antik kentinde, resmi kazıların, henüz başlamadığını öğreniyorum ve şaşırıyorum. Tam bir tarih hazinesi ve resmi kazılar başlamamış ama büyük olasılıkla gayri resmi, yani hırsızlık kazılarının her türlüsünün yapıldığını düşünmemek elde değil.

Umarım; buradan çıkarılacak muhteşem kalıntıların büyük bölümü çalınmadan, resmi kazıların yapılacağı tarih veya tarihlere kadar muhafaza edilebilir. Kalıntılar şehri, yalnızca tarih ile ilgilenenler için ilginç gelebilir.

Fakat; bulunduğu yükseklik nedeniyle sahip olduğu uzun mesafeli görüş ve manzara, gerçekten muhteşem.

Tarihe meraklı olmayanlar da, gerçekten bu manzarayı seyretmek için, burayı ziyaret etmeli. Mutlaka gelmenizi önereceğim, gerek tarih ve gerekse panoramik manzara yönünden eşsiz bir yer.

Yalnızca; girişteki, tırmanmanız gereken tatlı meyil, bir nebze de olsa size belki zor gelebilir, bunu düşünmelisiniz.

Yoksa, çıktıktan sonra, inanın tam bir tarih harikası diyar.