Veysel Karani Türbesi: Baykan’ın Ziyaret Beldesinde, Diyarbakır-Bitlis karayolu üzerindedir. Siirt’e 40 km. uzaklıktadır. Baykan ilçesine ise: 8 km. uzaklıktadır. Her yıl: yaklaşık 200 bin kişinin ziyaret ettiği bu mekan: gerçekten pek fazla düzenli değil.
Türbenin bulunduğu bölüm çevresinde: salkım-saçak çok sayıda satıcı var. Bunlar: hoş bir görüntü oluşturmuyor. Ayrıca: gerekli temizlik sağlanmaması nedeniyle, çevre çöp içinde. Umarım: her yıl birçok insan tarafından ziyaret edilen bu mekan; daha düzenli ve temiz bir hale getirilir.
Çünkü: Hz. Peygamber, bir hadisinde: “ Beni ziyaret etmek imkanına erişemediğinizde, kardeşim Veysel Karani’yi Makamını ziyaret ediniz” buyurmuştur.
Evet, burası hakkında, birçok rivayet bulunmakta, ancak, sanırım ilginizi çeker, bir rivayet şöyle demektedir. “ Hz. Veysel Karani’nin türbesini bir kez ziyaret eden, iki kez daha gelir, yani toplam üç kez ziyaret edilir”
VEYSEL KARANİ
Veysel Karani: İslam din büyüğüdür. Yemen’in Karn köyünde doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Müslüman olduktan sonra: her hareketi ve her sözü ile insanlara ibret ve nasihat oldu.
Onun en önemli vasfı: Peygamberimize olan aşkı, ibadete canla başla devamı ve annesine saygısıydı. Annesine çok hizmet edip, hayır duasını aldı.
Annesi; kendisine bakacak kimse olmadığından, ona izin vermedi ve Peygamberimizi göremedi. Bu durum nedeniyle, İslam’dan anne sevgisini yücelten bir konumu vardır.
Sıffın savaşı sırasında: 657 yılında ölmüştür. Bu savaştaki şehitlerin büyük çoğunluğu, savaşın olduğu yerde toprağa verilir. Şehitlerini memleketlerine götürmek isteyenler için tabutlar yaptırılır.
Şehitlerin içinde: Hz. Veysel Karani’de vardır. Mübarek naaş için: 3 ayrı kabile toplanmış ve sahip çıkmışlardır.
Şehit birdir, ancak sahipleri üçtür. Saatlerce tartışılır. Ne var ki; hiçbir kabile, diğerini tatmin edip inandıramaz. Sonunda iş: Hz. Ali’ye ulaşınca, o, olayı İslami açıdan anlatmaya çalışır.
Hz. Veysel Karani’nin, köken olarak Yemenli olduğunu ve Yemenlilere verilmesi gerektiğini belirtir. Ancak, diğer iki kabile bu teklife razı olmazlar.
Hz. Ali, kura çekme teklifinde bulunur, buna da razı olmazlar. Bunun üzerine, Hz. Ali: “Peki Veysel Karani’nin mübarek naşını ben korumaya alıyorum, yarın görüşürüz” der. Her üç kabile başkanları dağılırlar.
Hz. Veysel Karani, son kerametini gösterir ve sabah kalktıklarında, her üç kabilenin tabutlarında da görünür. Her kabile, birbirinden habersiz, naşın kendilerine verildiğini düşünerek, sessizce naaşı alırlar ve biri Yemen yolunu, biri Şam yolunu ve biri de Bitlis yolunu tutar.
Böylece: Hz. Veysel Karani ; yeni olayların çıkmasını önler.
O’nun defni ve mezarıyla ilgili anlatılanlar, birer rivayete dayanır. Nereye ve nasıl defnedildiği konusunda kesin bir bilgi yoktur.
Kendisine gönderilmiş olan “Hırka-i Şerif” günümüzde “Hırka-i Şerif Camisinde: soyundan gelenlerin himayesindedir.
Van-Diyarbakır istikametine giden otobüsler, burada mola verir ve vatandaşlarımız hemen türbeye koşarak dua eder, adağı varsa adak adar, namaz kılarlar.
VEYSEL KARANİ KÜLLİYESİ
Veysel Karani Külliyesi: Vakıflar Müdürlüğünün girişimleriyle, 1974 yılından itibaren çok daha bakımlı bir görünüme kavuşturulmuştur.
1982 yılında: avlu düzenlemesinden sonra, 1983 yılında kesimhane binaları, daha sonra da otel ve konuk evi binaları devreye sokulmuştur.
VEYSEL KARANI TÜRBESİ
Ziyaret Beldesindedir. Yörenin “Cas” denilen harcıyla 1901 yılında yapılıp, kubbe ile örtülmüş olan türbe, 1967 yılında yıktırılmış ve yerine yeni türbe yapılmıştır.
Veysel Karani Türbesi ve Külliyesi, 2001 yılında Valilik tarafından restore edilerek, modern bir görünüme kavuşturulmuştur.
Bu nedenle: günümüzde görünen türbenin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır.
Her yıl: 16-17 Mayıs tarihlerinde, Veysel Karani’yi anma etkinlikleri düzenlenmektedir. Bunun yanında: aslında, burada büyük bir külliye inşası düşünülmektedir.
Ancak: yöredeki esnaf, buna karşı çıkıyormuş.
Yine de: Konya’da Mevlana Külliyesi gibi, buraya da daha modern tesisler bulunan bir külliye yapılması düşünülüyormuş.
ŞEYH OSMAN TÜRBESİ
Anlatıldığına göre, Hz. Veysel Karani’nin peşinden gelen Şeyh Osman, “Veysel Karani nerede kalırsa, bende olduğum yerde kalayım “demiş ve şu an 200 metre ara ile, mezarları bulunuyor.
Bir başka rivayete göre: Şeyh Osman; Hz. Veysel Karani’nin türbesini bulmak üzere, Irak’tan yola çıkar. Günlerce ilerler ve günümüzde, türbesinin bulunduğu yere geldiğinde; karşısına kılık değiştirmiş olarak şeytan çıkar.
Şeyh Osman; ona, Hz. Veysel Karani’nin türbesinin nerede olduğunu sorar. Şeytan: onu yanıltmak için, türbenin bu civarda olmadığını, tam tersi istikamete gitmesini söyler.
Bunun üzerine: Şeyh Osman; türbenin tam tersi istikamete doğru yola çıkarken, yorgunluktan, vefat eder ve vefat ettiği yerde, bugün türbesinin bulunduğu yerde gömülür.
Bu rivayet: Hz. Veysel Karani’nin naaşının gerçekte burada bulunduğu hakkında, bir doğruluk payı vermesi açısından ilginçtir.
Siirt Tillo Aydınlar: Aydınlar, eski adı ile “Tillo”, bu yöreye yakın bulunduğunuzda, mutlaka gezmenizi ve görmenizi öneriyorum. Buraya gittiğinizde: kendinizi, muhteşem bir duygusal atmosfere girmiş hissedeceksiniz.
Gerek dini yapıları ile ve gerekse gerçekten eğitime önem veren ve büyük kısmı Aydınlar dışında yaşayan insanları, muhteşem sıcak kanlı ve ziyaretçilerine yakınlık gösteren insanlar.
GENEL
Evet, birazda uzaklar, ülkemizin uzak kesimlerini gezmeye ne dersiniz. Tek bir gerçek var, Siirt yöresi ve civarında iseniz, mutlaka Aydınlar’a gitmelisiniz, gerçekten görülmesi gereken bir yer. En büyük özelliği ise, günümüzden yıllarca önce, bölgede yaşayan insanların tarafından yaratılan ışık sistemi ve bilim yönünden ve de özellikle astronomi yönünden yakalanan üst düzey.
Gördüğünüzde şaşıracaksınız. Çünkü: yüzyıllar önce, burada gerçekten büyük insanlar yaşamış ve günümüz Tillo insanı, yine o eski dönemlerde olduğu üzere, okumaya ve eğitime dört elle sarılmış. Burada yaşayan veya Tillolu olup ta burada yaşamayan insanlar, eğitime düşkün, hepsi okuyorlar, kendilerini yetiştiriyorlar, yüzyıllar önceden gelen bir alışkanlık olsa gerek. Elbette, buranın dinsel yönden de yüklü bir geçmişi var. İlçe, türbe ve ziyaret yerlerinin çok oluşu nedeniyle, yöre halkının ve diğer bölgelerden gelen ziyaretçilerin akınına uğramakta.
Ulaşım çok kolay. Siir’ten yaklaşık yirmi dakikada ulaşabileceğiniz, güzel bir asfalt yol ile buraya gidiyorsunuz. Giderken yol üzerindeki köy ve yerleşim yerlerinde, sağlı sollu fıstık ağaçlarını göreceksiniz Yerel dille: bıttım ağaçları. Bıttım ilginç, meyvesi çekirdek gibi çitlenerek, içi yeniliyor, ayrıca sabun yapılıyor, sağlık açısından yararlı. Bıttım ağacı aşılanınca, fıstık oluyor.
Peki; Siirt’e ulaşım nasıl diye merak edenler olabilir. Evet; Siir’te oluşmanın birçok yolu var. Hava yolu ile ulaşmak mümkün. Ayrıca karayolu elbette. Diyarbakır-Batman-Siirt karayolunu kullanabilirsiniz. Bu yol; yaklaşık 180 km. Düzgün ve güzel bir yol.
TARİHİ
Siirt Tillo Aydınlar: İlçenin tarihi çok eskilere dayanıyor. Hıristiyanlık ve İslam dönemlerinde, kültürel bir merkez olmuş. 1514 yılında, Yavuz Sultan Selim tarafından, Çaldıran seferi sırasında, Osmanlı egemenliğine girmiş. İsminin anlamı (Tillo), Süryanicede ” Yüksek Ruhlar ” ve Arapçada ise; Til; “Aydınlar”, Tillo ise ” Aydınları karşılamak ” anlamına gelir. Tillo, 1990 tarihinde ilçe olmuş ve Aydınlar ismini almış. Dikkate değer bir konu: buranın insanının eğitime, okumaya önem vermesi. Geçmiş dönemde de bu böyle imiş. Sanırım: Aydınlar, kelimesinin buraya isim olarak verilmesinin temelinde, eğitime, bilime ve ilime yatkın ve önem veren insanların burada yaşaması büyük etken.
İLÇEDE YAŞAMIŞ İSİMLER
İSMAİL FAKİRULLAH HZ
Siirt Tillo Aydınlar: Yaşam öyküsünün önemli kesitleri şöyle sayılabilir. 40 yaşına kadar, günlerinin çoğunu oruç tutarak geçirmiş. Orucunu, daima birkaç kuru üzüm tanesi ile açmış. Küçücük bir odaya ( çilehane) girerek, 40 gün konuşmadan, yeme-içmeden kesilmiş. Kırkıncı gün, gözünü açtığında ise, bir tas su içmiş, bir parça nar ve ekmek yiyerek, kendine gelmiştir. Büyük kerametleri olmuştur. Bunlardan en önemlisi, kuyu olayıdır. 48 yaşında iken, komşularından biri vefat eder. Akşam, onların evine gider. Taziyede bulunduktan sonra, namaz vakti, izin alıp evden ayrılır. Ancak, dönüş yolunda, avluda, içinde su bulunmayan, 22 metrelik bir kör kuyuya düşer. Camide bulunmadığını gören insanlar onu aramaya çıkarlar. Taziye evinden çıkanlar tarafından, kuyudan gelen sesler üzerine, kuyuya inilir ve kendisine ulaşılır. Ufak sıyrıklar dışında, vücudunda herhangi bir yara ve kırık olmadığı görülür.
Kuyuya düştüğünü hatırlamaz, ama kuyuda bulunduğu sürede, yüce Allah’ın tecelli sıfatıyla karşılaştığını ve birçok evliyanın ruhu ile tanıştığını söyler. Yaşamında, daha sonraki yıllarda, bir yandan her kesimden insanları irşad ederken, diğer yandan da şer-i ve müspet ilimlerde, birçok ilim adamı yetiştirir. Mezarı, Aydınlar’dadır. Ölümünden sonra, kendisini, dünyaya tanıtan ise, öğrencisi İbrahim Hakkı Hz. olmuştur. Kuyu deyince, bugün Tillo’da bu kuyuyu göreceksiniz. Ama kuyunun suyunu mutlaka için, söylenenlere göre, kuyunun suyu, kutsal topraklardaki zemzem suyuna benziyormuş. Kuyunun suyunu mutlaka tadın.
Günümüzde, İsmail Fakirullah Hz. nin yaşadığı yerleri görmek mümkün. Özellikle; 40 gün kaldığı küçücük bir oda (çilehane) görülebilir. Bahçesindeki nar ağacı görülebilir. Bu nar ağacının bugünkü yeri, bir el yazması eserinde, evin planı içinde gösterilmiştir. Yani, yüzyıllardır aynı yerde durmaktadır. Nar bitkisinin, günümüzdeki ömrünün en fazla 20 yıl olduğu düşünüldüğünde, halen aynı yerde bulunan, gövdesi kuru ancak zamanı geldiğinde, yılda 3-5 meyve veren bir ağaç. Bu ağaç, yüzyıllardır aynı yerde ve meyve vermeye devam ediyor. İlginç ama gerçek.
İBRAHİM HAKKI HZ
Siirt Tillo Aydınlar: Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğmuştur. Babası, bir şekilde Tillo’ya geldiğinde, onunla birlikte gelmiş ve İsmail Fakirullah Hz. nin öğrencisi olmuştur. Günün şartlarına göre; çok ileri düzeyde dini ve fenni bilimleri öğrenmiştir. Tasavvuf ve edebiyatta, psikoloji ve sosyolojide, tıp ve astronomide ve pek çok ilim dalında, büyük yetenek göstermiştir.
Doğunun yetiştirdiği bu büyük alim, kısa zamanda, dünya çapında ün salmıştır. Batılılar ona, doğunun Leonardo Da Vinci’si derler. İnsanlığa bıraktığı eserler, onun şahsiyetinin ve ilminin faziletlerini gösterir. Ama, bu eserlerden en büyüğü ve şaşırtıcı olana, yarattığı ışık yansıması düzeneğidir.
MARİFETNAME VE EV MÜZE
Siirt Tillo Aydınlar: En önemli yazılı eseri; Marifetnamedir. 1757 yılında, ansiklopedi türünde yazılmıştır. 1836 ve 1964 yıllarında Mısır’da, 1868, 1889 ve 1914 yıllarında ise İstanbul’da basılmıştır. Ortalama, 600 büyük sayfa kadardır. El yazması, orijinal nüshalar, bugün halen Aydınlarda yaşayan, torunlarından, Saadettin Toprak tarafından muhafaza edilmektedir.
Ama, nasıl muhafaza. Evinde, büyükçe bir salon özel olarak dizayn edilmiş. Salonun duvarları camlı panolar haline getirilmiş ve bu panolar içine, o devirde kullanılan çeşitli aletler, cihazlar, marifetname ve diğer el yazması eserler konulmuş. Yani, resmi bir müze söz konusu değil. Ancak bölgeye gittiğinizde göreceksiniz ki, Saadettin Toprak, gerçekten genellikle ziyaretçiler geldiğinde, evini yani müzeyi onlara açıyor ve hatta ziyaretçiler misafir kabul edilip, çay ve ayran gibi ikramlarda bile bulunuluyor. Yine de, acaba bu kültür hazinesinin, devlet korumasına alınmasında yarar mı var? Bilmiyorum. Umarım, bu kültür hazinemizin başına bir şey gelmez ve gelecek nesillere, aynı şekilde aktarır ve onların da, bunları görmesini sağlarız.
Bu arada, marifetnameden bir nebze de olsa söz etmekte yarar olabilir. Çünkü, ilginç bir kitap, daha doğrusu o günlerde yazılmış olması ve yazılanlar ilginç. Dini özellikteki yazılar ağır basıyor. Bu nedenle, bir aralar yasaklanmış. Ama bunun dışında: yalın ve bileşik cisimler, madenler, bitkiler ve insan anlatılmış. Sonra: geometri, astronomi ve takvim konuları. Coğrafyaya ait bölümler, enlem ve boylamlar anlatılmış. ” Hiçbir çağda yerin döndüğüne inananlar eksik olmamıştır ” yorumu yazılmış. Bunu düşünenlerin dahi, Hıristiyan dünyasında, afaroz edildiği ve büyük işkencelere maruz kaldığı bir dönemde, bu tür bir yorum yazılı kitap, düşünebiliyor musunuz?
İnsan vücudu estetik yönden incelenmiş, vücut ile huy arasındaki ilişki anlatılmış, ruha, sağlığa ve ölüme ait geniş bilgiler verilmiş. Öğrenim yol ve yöntemleri, öğrencinin hocasına karşı takınması gereken tutum, ana ve babaya karşı sevgi ve saygı, evlenme ve evlenmede aranacak nitelikler anlatılmış. Bu kitabın en ilgi çekici bölümlerinden birisi de, en sondaki dünya haritası. İnce çizgilerle, titizlikle çizilmiş. Sanırsınız ki, bunu çizen gökyüzüne çıktı ve oradan bu haritayı çizdi, evet, işte Amerika kıtası dahi gösterilmiş bir harita. Ama, bu kitabın yazıldığı tarihte yani Amerika kıtasının gösterildiği bu kitap yazıldığında, henüz Amerika kıtası, resmen keşfedilmemişti. İşin ilginç yönü bu. Değerlendirmek size kalmış.
Evet, ev müzede, bulunan diğer belli başlı metalar şunlar
1. Maarifetnamenin orijinal nüshaları ile birlikte, birçok el yazması kitap. 2. Dünya, bir ağaç küre üzerine çizilmiş, enlem ve boylamlar gösterilmiş. Ama merkez, yani dünyanın merkezi olarak, bugünkü İngiltere-Greenwıch değil, Tillo gösterilmiş, minik bir çivi çakılarak, 3. Mevsimleri, burçları ve önemli yıldızları gösteren gök küre. (ağaçtan yapılmış) 4. Yıldızları, konumlarını, yerlerini ve yüksekliklerini gösteren metal cihazlar. 5. Özellikle, uzun süre gökyüzünü seyrederken kullandığı baston ( tutamak kısmında, minicik bir delik, oradan uzun süre gökyüzünü seyrederken odaklanmak için sanırım kullanılan bir delik) 6. Ruzname. 1753 yılında yapılmış, yüzyıllarca takvim işlevini görmüş bir araç, 52,5 cm. çapında bir ağaç üzerine gerilmiş bir derinin, birçok daire ve yarı çaplara bölünmesiyle oluşmuş bir takvim. Siirt ve Tillo gibi, 40’ncı enlemde bulunan yerlere göre düzenlenmiş. Bir yılın, herhangi bir ayının bir günü aranırken, bunun, haftanın hangi günü olduğu, o gün güneşin ne zaman doğup ne zaman battığı kolayca bulunabiliyor. Duvar ve cep takvimlerinin bulunmadığı bir devirde, bu aracın önemini düşünün.
İSMAİL FAKİRULLAH HZ. TÜRBESİ
Türbe, İbrahim Hakkı Hz. tarafından yaptırılır. Bir büyük, iki küçük kubbe, bir hol ve bir kuleden ibaret. Türbenin özelliği; İbrahim Hakkı tarafından gerçekleştirilen ışık yansımasıdır. İbrahim Hakkı, önce, Aydınlara 3-4 km. uzaklıktaki bir tepe üzerine, harç kullanmadan, bir taş duvar yapar. (kaletul Ustad) Ancak, bu duvarın ortasında 40 x 50 cm. ebadında bir boşluk yani pencere yeri bırakır.
Her yıl, gece ve gündüzün eşit olduğu, 21 Mart günü, yeni doğan güneşin ilk ışıkları bu duvara vurduğunda, türbenin tümü ve Tillo gölgede kalırken, ortadaki boşluktan türbenin yanındaki kuleye yansıyan güneş ışınları, kulede kırılarak, türbeye yani sandukanın başucuna düşer. Bu olay, yüzyıllarca, her yıl 3-5 saniye kadar sürer. İbrahim Hakkı, olayı yaratmasındaki sebebi şu sözleri ile açıklar. ” Yeni yılda doğan güneşin ilk ışıkları, hocamın başını aydınlatmaz ise, ben o güneşi neyleyeyim?” Evet, hocasına bu derece büyük bir saygı ve muhteşem bir ışık düzeneği yaratan deha.
Ancak, ne yazık ki, bu ışık düzeneği, yıllarca yansıdıktan sonra, türbenin restorasyonu esnasında, 1960’lı yıllarda bozulur. Ülkenin ve Avrupa’nın birçok konu ile ilgili bilim adamı bölgeye gelmesine rağmen, ışık yansıma düzeneğini yeniden yapamazlar, günümüzde yansıma olmamakta.
Evet, bu yansıma özelliği yanında, türbeye girerken, sizi iki ağaç karşılar, Bunlar yılan ve aslan kafası şekline almış ağaçlar, ilginizi çekecek. Bakın bakalım, sizlerde bu benzetmeleri yapacak mısınız? Bunun hikayesi de var. Hikayenin ana özelliği: aslan ve yılanın mücadelesi. Ama ayrıntıyı bilmiyorum, bu konuda ayrıntıyı bilen ziyaretçilerimizin yorumlarını bekliyorum.
GAVSUL MEMDUH CAMİİ
Rasul kuva tepesindedir. 1309 yılında inşa edilmiştir. Giriş kapısındaki işlemelerde, taş işçiliğinin nadir örnekleri görülebilir. Cami içinde, Fakirullahın torunu, Gavsul Memduh Hz. nin türbesi vardır. Sandukayı çevreleyen parmaklıklar üzerinde, yumruk büyüklüğünde, iki cam küre ilgi çekicidir. Şöyle ki, bu kürelerden bir tanesi cenneti tasvir etmekte, diğeri ise cehennemi tasvir etmektedir. Gavsul Memduh tarafından yapılan bu kürelerden cenneti tasvir eden içindeki aydınlık ile, cehennemi tasvir eden ise içindeki koyuluk-karanlık ile göze batar. Nasıl yapıldıkları meçhul, cam küre, içlerindeki tasvirler ilginç. Ayrıca: bu türbede bulunan bir pala, sütün içine batırıldığında sütün kısa zaman sonra yoğurt haline geldiği söyleniyor.
Evet, Aydınlar güzel ve şirin bir ilçe. Ama daha çok dinsel yönü ağır basan, yani türbeleri yoğun ve manevi hayatın teneffüs edildiği bir yer. Ancak, burada gerçekten, o günün şartlarında, büyük ilim adamları da yetişmiş. Bunların yarattıkları eserler, hala görülebilmekte ve incelendiğinde gerçekten o günün şartlarında yaratılmış büyük ilim dehaları olduklarını kabul etmemek mümkün değil. Aydınlara giderseniz, görecekleriniz bunlar.
Dönüşte Siirt İline uğramayı ihmal etmeyin. Zaten çok yakın. Siirt’ten; Siirt fıstığı alın, gerek kendiniz ve gerekse eş ve dostlar için hediyelik. Ayrıca, zamanınız varsa, Siirt’te, buraya has perde pilavı yemeyi ve buraya özgü kebabı tatmayı sakın ihmal etmeyin. Buranın güzel insanı, içinde Tillo kelimesi geçen 2.5 milyon internet sitesi yaratmış, memleketlerine sevgileri sonsuz, siz de gidin, bu güzellikleri mutlaka görün.
Evet: burayı gören insanlar, Siirt’in gerçekten; kendi ölçüsünde modern ve güzel bir şehir olduğunu, insanlarının gerçekten çok cana yakın olduklarını öğreniyorlar. Yani: burası ilk anda akla geldiği üzere, Doğu Anadolu’nun ücra bir köşesi değil, güzel bir beldesi.
Buraya: elbette yalnızca turistik amaçlarla gitmek mümkün değil, ama buraya yakın yerlerde yaşayanlar, buraya yakın yerlerden geçenler, mutlaka zaman ayırıp Siirt’i görmeliler. Kesinlikle, Siirt’te kaldıkları sürede: güzel zaman geçirecekler ve bu güzel şehri keyifle gezeceklerdir.
ULAŞIM
Siirt’e en yakın havaalanı: 180 km. uzaklıktaki Muş havaalanı. Siirt’in Diyarbakır havaalanına uzaklığı: 200 km. Van havaalanına uzaklığı ise: 265 km. Ama: Siirt’e en yakın havaalanı: Batman’da bulunmakta olup, yalnızca 87 km. uzaklıktadır. Aslında: Siirt’te de şehre yakın bir bölgede havaalanı bulunmaktadır. Ancak: bu havaalanı yapım şekli itibarıyla, şu an kullanılmıyor.
Siirt’e ulaşımın diğer bir yolu: karayolu. Siirt-Diyarbakır arası uzaklık: 180 km. Siirt-Bitlis arası uzaklık: 97 km. Siirt-Ankara arası uzaklık: 1099 km. Siirt-Van arası uzaklık: 265 km. dir.
TARİHİ
Siirt’in içinde bulunduğu bölge: göçler nedeniyle etnik ve dinsel inanışlar yönünden çeşitlilik göstermektedir. Urartular, İskitler, Medler ve Persler egemenlik dönemlerinde dinsel inanışlarını da buraya yaymışlardır. Dağlık alanlarda yaşayan, kapalı toplulukların çeşitli din ve tanrıları olmuştur. MÖ.150’lerden başlayarak, yöreye egemen olan Partlar, Arsaklılar, Sasaniler döneminde, İran tanrılarının ve inanışlarının etkisi güçlenmiştir.
Malazgirt Savaşından sonraki dönemde, Siirt yöresinde, Hasankeyf Artuklularının egemenliği söz konusuydu.
Artuklulara bağlı göçebe Türkmenler, yöreye yerleşmişlerdi. Artuklu beyleri ve askerleri, kentlerde Türkleşmenin çekirdeğini oluşturmuşlardı. Beylerin: Alp, İnanç, Yağbu gibi Türk adlarını kullanmaları: Artuklularda, Türkmen geleneğinin güçlülüğünü göstermektedir.
Artuklulardan sonra, Siirt’te, Akkoyunlular egemen olmuşlardır. 16. yüzyılda Osmanlı yönetimine geçen Siirt, Osmanlı imparatorluğunun yıkılışına kadar, onların egemenliği altında kalmıştır.
GENEL
Siirt; rakım olarak 895 metre yüksekliktedir. Arazi yapısının inişli-çıkışlı olması nedeniyle, aslında rakım: 600 ile 1600 metre arasında değişmektedir. Ancak: Siirt’in coğrafi yapısının en önemli yanı: 1. derece deprem kuşağında bulunmasıdır. İlde: karasal iklim hüküm sürmekte olup, yazları aşırı sıcak ve kışları ılık geçer. Özellikle yazları: genelde 40 derece civarında olan sıcaklık, nem olmadığından insanları pek rahatsız etmez, ama yine de, yaşamı bir ölçüde etkiler.
Siirt adının Sami dilinden geldiği söylenmektedir. Bazı kaynaklarda, bu adın: Keldani dilinden, kent anlamına gelen “Keert” (Kaa’rat) sözcüğünden kaynaklandığı yazılıdır. Siirt sözcüğü: isim kaynaklarında: Esart, Siirt, Siird gibi çeşitli biçimlerde kullanılmıştır. Süryani’ler, kente “Se’erd” (yöresel söyleniş biçimiyle Sert) demişlerdir. 19. yüzyılda: Sert, Seerd, Sört, Sairt olarak kullanılmış, günümüzde de Siirt biçiminde benimsenmiştir.
Şehre karayolu ile geldiğinizde: şehirlerarası otobüs terminali, şehrin girişinde bulunmaktadır. Buradan: şehre ulaşabilirsiniz. Yol üzerinde: solda Fakülte bulunmaktadır.
Şehir merkezinde: Atatürk heykelinin bulunduğu ve törenlerin düzenlendiği meydanda: aynı zamanda şehrin tek oteli bulunmaktadır. Bu meydanda: Belediye Binası ve bankalarda bulunuyor.
Bu meydanın: solunda ilerleyen cadde: Aydınlar ilçesine kadar sürmektedir. Bu caddede ilerlediğinizde, ilk sola dönen cadde ise: şehrin esas caddesi olan Cumhuriyet Caddesine çıkar. Tüm alışveriş mekanları bu cadde üzerinde sıralanmıştır. Caddelerin kıyısında, kaldırımlar üzerinde, özellikle yaz aylarında: birçok insanın; tabure benzeri oturaklarda büyük kalabalıklar halinde oturduklarını göreceksiniz.
Şehrin en büyük sorunlarından biri susuzluktur. Belediye, su şebekesinde, özellikle yaz aylarında yeterli su bulunmaz. Bu nedenle: şehirde bulunduğunuz zamanda, mutlaka kapalı pet şişelerde satılan şişe suyu içmeniz şart. Yoksa: musluklardan akan su kesinlikle içilmemeli.
Şehrin en eski ve tarihi bölümü: Cumhuriyet caddesinin yukarısında, tepeye doğru olan bölümde bulunmaktadır. Bunun dışında: şehir dört bir yana doğru uzanmaktadır. Susuzluk ve kuraklık sonucu olarak; şehirde yeterince meyve ve özellikle taze sebze bulmak mümkün değildir. Konaklama imkanları bakımından: merkezdeki tek otel ve büyük öğretmen evi düşünülebilir.
Siirt insanı: çok cana yakındır, özellikle esnaf, çok hoşgörülüdür ve şehir dışından gelenlere de büyük yakınlık göstermektedir.
SİİRT ÜNİVERSİTESİ
Siirt’te, şehir girişinde: 1992 yılında açılan Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi bulunmaktadır. Sınıf öğretmenliği, Fen Bilgisi öğretmenliği, Sosyal Bilgiler öğretmenliği, İlköğretim Matematik öğretmenliği programlarında, çok sayıda başarılı öğrenciler mezun etmiş olan Fakülte; 29 Mayıs 2007 tarihinde, Dicle Üniversitesinden ayrılarak, Siirt Üniversitesine bağlanmıştır.
Şu anda: Üniversite bünyesinde: 2 Enstitü, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi ve Eğitim Fakültesi bulunmaktadır. Üniversitenin tesisleri şehir içinde, giriştedir.
TURİZM
Siirt’te, antik kalıntılar bulunmamaktadır. Daha çok: inanç turizmi öne çıkar. Hz. Ömer zamanında İslamiyet’i benimseyen Siirt yöresinde: dini ağırlıklı eserler çoğunluktadır. Bu da, Siirt’in turizm anlayışının, inanç turizmi yönünde gelişmesine neden olmuştur. Hz. Muhammed’in övgüsüne mazhar olan, Hz. Veysel Karani’nin kabirleri il sınırları içinde bulunmaktadır. (Konu hakkında ayrıntılı bilgi: Baykan sayfasında verilmiş olup, oradan bilgi alabilirsiniz.)
Ayrıca: dünyaca ünlü “Marifetname”nin yazarı olan İbrahim Hakkı ve Hocası İsmail Fakirullah’ın türbeleri, Aydınlar ilçesinde bulunmaktadır. (Aydınlar-Tillo yine bu sitede, ayrı bir başlık altında anlatılmıştır. Ayrıntılı bilgiyi oradan alabilirsiniz.)
İridir. Çatlama oranı ve protein miktarı fazladır. Ancak: yağ oranı düşüktür. Lezzetlidir. Bu söylediğim özellikleriyle: Gaziantep fıstığından ayrılır. Yani: fıstık alırken, baktığınızda, daha iri olan Siirt fıstığıdır. Yörede: : bıttım ağaçlarının aşılanması ile, fıstık elde edilir.
Bu bıttım ağaçları aşılanmasa: bıttım denilen bir meyve verirler. Fıstıktan daha küçük, ağızda dişler arasında kabuğu kırılan ve içinde fıstık benzeri bir meyve vardır. Bu bıttım denilen meyve de: özellikle Arap ülkelerine ihraç edilir, ayrıca sabun yapımında kullanılır.
Siirt fıstık üretiminde, önemli bir yer tutsa da, üretilen fıstıkların, kurutularak kabuklarının çatlatılması işlemi, halen Siirt’te değil, Gaziantep’te yapılabilmektedir. Ancak: fıstık, ağaçtan toplandığında yaş olarak da, yani herhangi bir işleme tabii tutulmadan da yenilebilir. Ama: tercih edilen şekli, kurutulmuş ve kabuğu çatlatılmış haldedir.
Evet: Siirt’te, genelde çarşıda satılan hediyelik paketler içinde, kurutulmuş ve kabuğu çatlatılmış Siirt fıstığı almalısınız.
PERDE PLAVI
Siirt’in yöresel yemeklerinden perde pilavı ve büryan kuyu kebabı ünlü. Perde pilavı: yeni geline yapılıyor ve “evimizin sırlarını hamurun pilavı kapladığı gibi sakla” anlamına geliyor. Pirinç taneleri: bereketi, keklik eti ve badem de doğacak çocukları simgeliyor. Fes şeklinde, bakır tencerelerde pişirilen perde pilavı, Siirt’in en meşhur misafir yemeğidir.
Yumurta, süt ve yağ ile yoğrularak hazırlanan hamur, özel tencereye yufka şeklinde sıvanır. Bu hamur üzerine, badem içi ile şekiller verilir. Önceden kızartılan keklik veya tavuk eti; et suyu ile hafifçe pişen pirinçle birlikte çeşitli baharatlar, badem içi, çam fıstığı ile birlikte, hamurla sıvalı tencereye yerleştirilir. Tencerenin ağız tarafı da hamurla sıvanarak, kapağı örtülür.
Önceleri kor ateş üzerinde döndürülerek pişirilen perde pilavı, tencerenin ters yüz edilmesiyle, külah şeklinde boşaltılır. Sıvanmış hamur, börek gibi kızarmıştır. Bu kabuk yarılarak, servis yapılır.
BUMBAR
Bur yemek, mahalli bayram günü olan Cigor’un özel yemeğidir. Mahalli adı “Cokat” tır. Önceden temizlenmiş, tuzlanarak kurutulmuş veya taze olarak itina ile temizlenmiş kalın bağırsakların bir ucu dikilir. Yıkanmış ıslak pirinç, karabiber, maydanoz ve kıyma (elle ince doğranmış et) karıştırılarak, bağırsak içine doldurulur.
30-40 cm. olacak şekilde, öbür ucu da dikilir. Bağırsağın hava almasını sağlamak için, çeşitli yerlerinde şişle delik açılır ve kazanda ılık su içinde bırakılır. İki saat kadar kaynatılarak pişirilir. Bağırsaklar, dolgun vaziyete geldiği zaman ateşten indirilir. Kaynar sudan alınan bumbarlar, geniş bir kabın içine konur ve üstü bir bezle örtülerek, 20 dakika dinlendirildikten sonra servis yapılır.
BÜRYAN KEBABI
Kızgın kuyularda pişirilir. Genelde, yazın yenilen bir et yemeğidir. Kemiklerinden ayrılan et parçaları, daha önce kızdırılmış yeraltı kuyularına, çengellerle sarkıtılır ve kuyu ağzı kapatılır. Kuyu tabanına, büyükçe bir kazan yerleştirilir. Etin fazla yağı, bu kazanda biriktirilir. İki saat bekletilir. Kuyudan alınan pişmiş etler, askılarda satışa sunulur. Servis sırasında, kızgın vaziyette hazır bekletilen etler sıcak servis yapılır.
ZİVZİK NARI
Adını, Siirt’in Şirvan İlçesine bağlı Zivzik (Dişlinar) Köyünden alan Zivzik narı, gerçekten güzel bir tat. Tamamen organik olarak üretiliyor. Kimyasal gübre, tarımsal ilaç ve hormon yok. İlaçlanmıyor, çünkü bölgede nem olmadığı için zararlı hayvan yaşamıyor. Gübrelerinden yararlanılan hayvanlar, piyasa için değil, köylünün kendi ihtiyacı için yetiştirdiği hormonsuz yemle besleniyor.
Zivzik narı, geleneksel ve sağlıklı yöntemlerle marka olacak. Bir zivzik narı: ortalama 200 gr.dan başlıyor. 800 grama kadar çıkıyor. Taneleri nohut büyüklüğünde. Çekirdeği küçük ve yumuşaktır. Asit oranı düşüktür. Tadı mayhoş. Evlerde depolanan narın kabuğu kurudukça, rengi pembeden kreme dönüyor. Türkiye’nin dört bir yanına gönderiliyor.
Büyük şehirlerin marketlerinde kilo fiyatı: 5-8 TL. arasında değişiyor. Nar özellikle kış aylarında bolca tüketilmeli. Çünkü: özellikle bağışıklık sistemini güçlendirerek pek çok hastalıktan koruyor. İçerdiği maddelerle kolesterol ve şekeri de dengeliyor. Sağlığı koruduğu gibi, kanser hücrelerinin gelişmesini de engelliyor. Siirt’teki manavlarda bulabilirsiniz.
ALIŞVERİŞ
Siirt’te: alışveriş yapabileceğiniz çeşitli yerler var. Bunlardan bir kısmı: pasaj olarak faaliyetini sürdüren ve yurt dışından getirilen bir kısım malın pazarlandığı yerler. Buralarda: gezinebilir, yurt dışından getirilmiş bir kısım malı bulabilirsiniz. Bunun dışında, Siirt’te alışverişte, buraya has ve almanızı önereceklerin şunlardır:
BITTIM SABUNU
Evet, Siirt denince bıttım sabunu ve buraya özgü olan Siirt Battaniyesi ünlü. Bıttım sabunu, menengiç ile bu yörede yetişen daha iri bir türü olan bıttımın değirmenlerde öğütülmesi sonucu elde edilen ekstrenin süzülerek, çıkan yağın kaynatılmasından elde ediliyor. Bıttım sabununun, saç dökülmesini ve sivilceleri engellediği, ciltteki yağ ve asidi dengelediği biliniyor.
SİİRT BATTANİYE
Siirt’te küçükbaş hayvancılıkta, en çok yetiştirilenlerden biri siyah tiftik keçisi. Keçilerin siyah ve kahverengi tiftiği meşhur Siirt battaniyesi yapımında kullanılıyor. Battaniyecilik: tiftiğin tamamen el emeği ile dokunmasına dayalı, yöreye özgü bir sanattır.
Aynı dokuma tekniğiyle: tiftikten, atkı, manto, kaban, yelek yapılmaktadır. Hediyelik olarak: bunları bulup satın alabileceğiniz dükkanlar, merkezde bulunmaktadır. Doğal renklerdeki Siirt Battaniyelerinin yanı sıra, yine tiftikten yapılan yelek, çanta, seccade gibi hediyelik eşyaları burada bulabilirsiniz.
KÖK BOYAMA KİLİMİ
Bu kilimler: Jirkan kilimi olarak da adlandırılır. İlin birçok yerinde, evlerde ve atölyelerde dokunmaktadır. Yöreye gelenler: yine merkezdeki bir kısım dükkanda, bunları bulup, satın alabilirler. Kök boya ve ev dokuması, bu kilimlerin kalite ve dayanıklılığını arttırmaktadır.
Bu kilimler: Siirt’in köylerindeki tezgahlarda da yapılmakta olup, burada bir süre kalmanız durumunda, bu köylerde, desen ve rengini seçerek, istediğiniz ebatlarda kilim hazırlatma şansınız da olabilir.
GEZİLECEK YERLER
ULU CAMİ
Yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor. Caminin Selçuklu Sultanlarından Muguziddin Mahmut tarafından, 1129 tarihinde onarıldığı biliniyor. 1260 yılında, Cizre hakimi Selçuk Atabeyler’inden El Mücahit İshak tarafından, camiye ilaveler yaptırılmış. Camiye ait muhteşem bir sanat ürünü olan minber: 1933 yılında, Ankara Etnografya Müzesine nakledilmiş.
Bu minber; Selçuklu sanatının meydana getirdiği, 12.yüzyıl ahşap minberlerinin en güzel örneklerinden olup, kakma tekniğinde geometrik şeritler ve yazı firizleriyle süslenmiştir. Kitabesinde: 1219 yılında yapıldığı anlaşılmıştır.
Caminin en göze batar yanı: Siirt’in sembolü konumundaki: dikdörtgen prizma kaidesi üzerine, yuvarlak gövdeli olarak oturtulmuş, kalın ve firuze çinilerle süslü olan minaresidir. Yukarı doğru incelen minare, eğilmiş ve gövdesinde de çatlaklar meydana gelmiştir. Bu arada da, gövdesindeki çinilerin ve mozaiklerin bir kısmı dökülmüştür.
Günümüze gelebilen örneklerden: altıgen şekildeki çinilerin çevresinin lacivert renkte şeritlerle çevrildiği görülmektedir. Oldukça basit olmakla birlikte, bu çiniler, 12.yüzyılın ilk yarısına tarihlenen ender örnekler arasındadır.
Büyük olasılıkla da Anadolu’daki çini mozaiklerle süslenmiş bir minare ile, ilk defa burada karşılaşılmaktadır. Minare: temeldeki bir boşluk nedeniyle, hafif eğik durmakta ve bu durumu ile, İtalya’daki Pisa kulesine benzetilmektedir.
BOTAN ÇAYI
Evet: Siirt içinde, Botan Çayını görmeniz mümkün değil. Botan Çayını görmek için, şehir dışına çıkmanız gerek. Ama: Siirt denilince, akla Botan Çayı gelir. Bu yüzden, Botan çayı hakkında biraz bilgi vermek şart. Siirt-Hakkari ve Siirt-Van sınırını oluşturan yüksek dağlardan kaynağını alır.
Önce batıya ve sonra kuzeybatıya doğru akar. Suyu iyice bollaşınca, dar ve derin bir vadi oymuştur. Vadi tabanıyla dağların dorukları arasındaki yükselti farkı: 1000 metreye kadar ulaşır. Akarsu: Pervari yöresinin sularını toplayan Çatak Çayı ve Bitlis doğusundaki dağlık yöre ile Doğruyol, Kapılı ve Kuran Dağlarının sularını toplayan Büyükdere ile Çukurca’da birleşir.
Botan Çayının saniyede taşıdığı ortalama su miktarı: 31-274 metre küp arasında değişir. Uzunluğu: 300 km. ye ulaşan suyun toplama alanı da: 7600 km. karedir. Botan suyu üzerindeki Kip köprüsü, Sağman köprüsü ve Kayaboğaz köyü yakınlarında 130 metrelik asma köprüsü bulunmaktadır. Botan suyunun yükseltisi fazla olduğundan, akışı da çok hızlıdır.
SAĞLARCA KAPLICASI
Siirt’in 17 km. güneyinde, Botan çayı kenarında, Siirt-Eruh karayolu üzerinde, bir mağarada bulunan kaplıcadan, mağaranın genişletilmesi ve düzenlenmesi ile yararlanılmaya başlanmıştır. Buradaki kaplıca: havuzu besleyen kaynağın yakınında, ikinci bir kaynak daha bulunmaktadır.
Bu kaynağın suyu, doğrudan doğruya Botan Çayına karışmaktadır. Kaplıca suyu: 33-36 derece sıcaklıkta olup, suyu: klorürlü, sülfatlı, bikarbonatlı, sodyumlu, hidrojen-sülfürlü, kalsiyum içermektedir.
Suyun ph değeri: 6.4’tür. Kaplıca suyu: romatizma, deri, solunum yolları, kadın, sinir ve kas yorgunluğu, sinirsel hastalıklar, eklem ve kireçlenme, ameliyat sonrası rahatsızlıklar gibi hastalıklara olumlu etki kapmaktadır.