Türkiye’nin gururu Atatürk Barajı ve Hidroelektrik Santralı tesislerini ve baraj gölü kıyısındaki soysal tesisleri mutlaka görmelisiniz. Bu tesisleri yapmayı başaran ülkemizle gurur duyacaksınız.
ULAŞIM
Bozova-Şanlıurfa arası uzaklık: 38 km., Bozova-Adıyaman arası uzaklık: 96 km., Bozova-Diyarbakır arası uzaklık: 121 km. dir. Bozova’nın Atatürk Barajına uzaklığı ise: 22 km. dir.
TARİHİ
Bu yöre: Asurlular döneminde: Asurnianu, Romalılar ve Ermeniler döneminde: Tormenapa, Araplar döneminde: Telhüvek, Türkmenler döneminde Yaylak olarak isimlendirilmiştir. Tarihi: MÖ.7250-5500 yıllarına kadar uzanmaktadır. Ayrıca: 1982 yılında, İğdeliköyü yakınlarında yapılan arkeolojik çalışmalarda elde edilen buluntular, bölgenin günümüzden 7000 yıl öncesine kadar yerleşimlere ev sahipliğine göstermiştir.
Bozova civarında kurulan ilk medeniyet: Asurluların Asuranianu ismini verdikleri ve MÖ.2000 ile 606 yılları arasında hüküm sürdükleri dönemde oluşan medeniyettir. Bozova bölgesi daha sonra Makedonyalıların, Roma imparatorluğunun ve Bizans imparatorluğunun eline geçer. 640 yılında, Hz. Ömer zamanında, Übeyt ibni el Cerrah tarafından, Urfa’nın fethi ile birlikte, İslam topraklarına katılır.
1402 yılından 1516 yılına kadar; sürekli olarak İran Safavileri, Mısır Memlukları ve Osmanlılar arasında el değiştirir.
GENEL ÖZELLİKLERİ
SOSYAL HAYAT
Türkiye’nin en büyük barajı ve hidroelektrik santralini bünyesinde bulundurması ve GAP’ın merkezinde olmasına rağmen, Bozova’da sosyal hayat oldukça durgundur. Atatürk Barajı inşaatı sırasında bir hareketlilik gözlense de, baraj inşaatının bitiminden sonra tekrar sade ve gelenekçi hayat tarzına devam edilmiştir. İlçe merkezinde; sinema, tiyatro ve gazino gibi eğlence yerleri yoktur.
Atatürk Barajında bulunan; DSİ Müdürlüğüne ait sosyal tesisler, amfi tiyatro ve kır kahvesine ilave olarak, Holan Tepesi olarak bilinen ormanlık alan içinde: Su ve Doğa Sporları Merkezinin de bulunduğu dinlenme ve mesire yerleri, 2001 yılında hizmete alınmıştır. Özellikle, baraj gölünün kıyısında bulunan sosyal tesislerde; yelken, sörf, kürek ve yüzme gibi her türlü su sporları yapılabilmektedir.
GEZİLECEK YERLER
ÇARMELİK KERVANSARAYI
Şanlıurfa-Gaziantep kara yolunun, Aligör köyünün kuzeyinden Bozova’ya giden yolun, 14’ncü km. dedir. Kocatepe, Büyükhan köyünde bulunuyor.
Bu anıtsal eser: ticaret kervanlarının ve hac yolcularını konaklaması için Selçuklular döneminde yapılmıştır. Ancak, kitabesi bulunmadığından, kesin inşa tarihi bilinmemektedir. 15’nci yüzyıldan kaldığı sanılıyor. Yani: muhtemelen 1234-1235 yılları arasında, Selçuklu dönemine tarihleniyor.
Avlunun çevresinde: ahırlar, kışlık ve yazlık odalar bulunur. Avlu da, bir de su kuyusu var. Yapıya giriş, kuzey cephesinin ortasındaki eyvandan. Bu giriş eyvanı ve avlunun etrafını çevreleyen mekanların büyük bir kısmı, günümüzde yıkılmış durumda. Plan şeması olarak Selçuklu şehir dışı hanlarından çok, Suriye çevresindeki 12 ve 13’ncü yüzyıl hanlarıyla benzerlik gösteriyor.
Evliya Çelebi; Seyahatnamesinde :” Suruç’tan kalkarak batıya doğru, iki saatte Çar Melik kalesine ulaştığını, burasının dört hükümdar (Çar Melik) kardeş tarafından yapıldığı için bu ismi aldığını “ belirtiyor.
Güneydoğu Anadolu bölgesinden daha çok Suriye geleneklerinden izler taşıyan özgün konumu ve yöredeki “Han” yapılarının en erken tarihlisi olması bakımından, çok önemli bir eser.
ÇARMELİK CAMİİ
Hanın kuzey kapısının karşısında, 2 katlı olarak yapılmış. Alt katı: dershaneler, üst katı ise camidir. 6 adet kubbe ile örtülü, son cemaat yeri, 3 kemerli ve kubbesizdir. İskender diye adlandırılan mevkide bulunan mezarlıkta ise, yan yana bulunan ve iki kardeşe ait olduğu söylenen mezarların, bu camii ve hanı yapan kardeşlere ait olduğu söyleniyor.
TİTRİŞ KERVANSARAYI
Bozova’nın: Titriş Köyündedir. Kitabesi bulunmadığından, yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Yapı üslubu: Osmanlı döneminde, 15-16′ ncı yüzyıllara bağlanmaktadır.
Yapı: kesme taştan, dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Güney cephesindeki yuvarlak ve basık kemerli bir kapıdan girilir. Bu eyvan, direklerle desteklenen beşik tonoz örtülüdür. Buradan avluya geçilir.
Avlunun doğu ve batı yönleri: yuvarlak kemer ve payelerin taşıdığı kare planlı tonoz örtülüdür. Revakların doğu ve batı yönündekiler, direklerin desteklediği düz damlıdır. Kuzeydeki revakın üzerine, sonradan beton dökülmüş ve buradaki kapalı mekanlar yıkılarak yerlerine dükkanlar yapılmıştır. Hanın, üç cephesi orijinalliğini korumuş olmasına rağmen, iç mekanları tamamen bozulmuştur. Günümüzde harap durumdadır.
ATATÜRK BARAJI
Evet, bu bölgeye gelip de, Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük yapısını görmeden sakın ayrılmayın. Bu büyük yapının haşmeti, gözünüzü korkutacak ama bir yandan da, bir Türk olarak sizlere gurur verecek.
Burayı görmeden önce: GAP hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum.
GAP, Güneydoğu Anadolu Projesi. Türkiye yüzölçümünü ve nüfusunun yaklaşık % 10 nu oluşturan Güneydoğu Anadolu Bölgesinde: toprak, su, insan kaynaklarını geliştirerek, top yekun sosyo-ekonomik kalkınmaya yönelik, bütünleşmiş ve sürdürülebilir insani gelişme ilkesine dayalı bir girişim. Projenin temel hedefleri: Güneydoğu Anadolu Bölgesi halkının, gelir düzeyi ve hayat standardını yükselterek, bu bölge ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak. Kırsal alandaki verimliliği arttırarak, istihdam olanakları yaratmak, ekonomik büyüme ve milli gelir gibi kalkınma hedeflerine katkı sağlamak.
Önceleri: Fırat ve Dicle nehirleri üzerine, sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik: 13 proje demetin içinde, 22 baraj ve 19 hidroelektrik santralı yapımı planlanmış. Proje kapsamında: GAP Uluslar arası havalimanı yapımı sürdürülmektedir. GAP’ın büyük kilit yapılarından biri olan Urfa Tünelleri ise, bitirildiğinde, toplam: 476.000 hektar arazinin sulanması sağlanacaktır. Tünellerin toplam uzunluğu: 57.8 km. olacaktır. Urfa Tünelleri: Atatürk Barajından sonra, yurdumuzdaki en büyük yatırımdır.
Evet, Atatürk Barajı; Güneydoğu Anadolu Projesinin temel taşı. Gövde hacmi:84 milyon m. küp. Dış yüzeyi: kaya içi kil ve toprak. Baraj gövde yüksekliği ; gölün baskısı ile, ilk inşasındaki yüksekliği 10 metre kısalmış. 8 ünitelik güç kapasitesiyle, günümüzde, ülkemizin toplam elektrik enerjisinin yaklaşık üçte birini karşılıyor. Yapımına: 1983 yılında başlanmış, 1990 yılında tamamlanmış. Yükseklik bakımından; dünyada 8, göl hacmi bakımından ise 15 sırada. Elektrik üretimi açısından ise, dünyada: 3 sırada.
Baraj gölü: 48 milyar m. küp su toplama kapasitesine sahip. Bu su; yerli şirketler tarafından, en son teknolojiyle inşa edilmiş olan Şanlıurfa tünelleriyle taşınıyor. Yarıçapları: 7.62 m. ve uzunlukları ise 26.4 km. olan bu iki tünel, dünyanın en uzun tünelleri. Bu tünellerle taşınan su; Şanlıurfa, Harran, Mardin-Ceylanpınar, Siverek, Hilvan ve Bozova’yı içeren, 730.000 hektarlık bir alanı suluyor.
Şanlıurfa-Mardin karayolunun tam ortalarında; gerçekten buram buram tarih kokan ve dini özellikleri de ön plana çıkan bir yer. Buradan geçerken; bir gününüzü ayırarak, bu güzellikleri rahatlıkla gezebilirsiniz.
ULAŞIM
Viranşehir; Şanlıurfa-Mardin karayolunun üzerinde. Suriye sınırına çok yakın, 50 km. Viranşehir-Şanlıurfa arası uzaklık: 93 km. Viranşehir-Mardin arası uzaklık: 101 km. Viranşehir-Diyarbakır arası uzaklık:158 km. Viranşehir-Gaziantep arası uzaklık: 240 km. Viranşehir-Ankara arası uzaklık: 903 km. Viranşehir-İstanbul arası uzaklık: 1356 km. Viranşehir-İzmir arası uzaklık: 1336 km. dir.
GENEL
Uluslar arası D-400 karayolu şehirden geçer. Yol nispeten bir hayli bozuk ve bu yüzden sık sık kazalar olmaktadır. Bu yüzden, buraya gidecek ziyaretçilerin ulaşıma ve trafiğe dikkat etmelerini özellikle öneriyorum.
Stratejik açıdan, oldukça önemli olan büyük bir ilçedir. Matematik konumu gereği, dönenceler dışında kaldığından, bir cismin gölgesi her zaman vardır ve kuzey yarım kürede olduğu için, gölge yönü, sürekli kuzeyi gösterir.
Tozu-dumanı meşhurdur. Suriye sınırına yakın olması nedeniyle, burada sık sık toz fırtınaları olur.
İlçe karasal iklim etkisi altında olduğundan ve yılın büyük bir kısmının kurak geçmesi nedeniyle, doğal orman bitki örtüsüne rastlamak zordur.
Ancak, İlçenin kuzey kesiminde, Karacadağ’ın bulunduğu alanda: yer yer Meşe ormanlarına rastlanır.
20’nci yüzyılın ortalarına doğru, bu alanlar, orman açısından zengin bir örtüye sahip iken, bu yıllardan sonra; kaçak kesimler ve yakacak temin etmek için büyük oranda tahrip edilerek, yok olma ile yüz yüze bırakılmışlar.
Ormanların yok edildiği bu alanlarda: dikenimsi bitki toplulukları ortaya çıkmış.
KARACADAĞ
Burada bir belde var ve Siverek İlçesine bağlı. Siverek ilçesine 45 km uzaklıkta. Şanlıurfa’dan 90 km. sonra Siverek’e varıp, eski Diyarbakır yolu üzerinden 50 km. kuzeydoğuya gidince, Karabahçe’ye varmadan, sağa ayrılan yolla Karacadağ’ın zirvesine tırmanış başlar.
Zirveye kadar 16 km. süren bu yol boyunca: ağaçsız, çıplak ama gururlu bir yayla ile karşılaşacaksınız. Karlı günlerde: kış, burada ıssız geçer. Bu arada; buranın kışı kadar meşhur olan bir şey daha var: suyu.
Karacadağ suyundan mutlaka tadın. Güllüce Mevkiinde. Çevre illerde, bidonlara doldurularak, para ile satılıyor.
Siverek ilçesi hakkında sayfa açılmadığından, Karacadağ’ı burada anlatmak istiyorum. Bu dağın en büyük özelliği: kışın burada kayak yapılabilmesi.
İlçenin kuzeyinde, Karacadağ volkan kolonisi bulunmakta olup, yüksekliği: 1938 m. dir. Eskiden: Karacadağ; ağaç ve ormanlar ile kaplıymış. Develerle odun taşınırmış. Ne deve kalmış, ne de odun.
Şimdi develer gidince, atlar onları vahşi hayvan sanıp ürküyorlarmış. Dağın en büyük özelliği: sanki dağın yayılıp pelteleştiğini göreceksiniz. Yani: bir kısım yükselti var ama burası tam bir dağ değil.
Bir bakıyorsunuz, dağın tepesindesiniz. Sırasıyla: iki ziyaret yeri ve göçer obalarını geziyorsunuz. Ayrıca: üç vadi ve su kaynakları var.
Evet, biraz önce söylediğim gibi, buranın en büyük özelliği: kayak yapılabiliyor olması. Karacadağ’daki kayak merkezinde: en iyi kaymayı, çevre köylerde oturan şalvarlı-poşulu vatandaşlar yaparken, çevre illerden gelen ve kaymayı öğrenmek isteyen, birçok üniversiteli profesör ve sosyeteye de hocalık yapıyorlar.
İlk zamanlar: kendilerinin de, kayak yapmakta zorlandıklarını söyleseler de, günümüzde usta birer kayakçı olmuşlar ve kayak merkezinde, gönüllü olarak hocalık yapıyorlar.
Kayak merkezinde otel yok. Kayak merkezi özel bir işletmeci tarafından işletiliyor. Kaymak isteyenler: saatlik ücret olarak 5 TL. ve gün boyu kaymak isteyenler ise, yalnızca 20 TL. ödüyorlar. Bu fiyatları; ülkemizdeki diğer kayak merkezleri ile kıyasladığınızda, ortaya büyük farklılıklar çıkıyor.
NE YENİR
İlçede; kırmızı mercimek, sabah etli pilav, çiğköfte ve şelengo denilen bir salatalık türü ünlüdür. Şelengo, buraya özgü bir sebzedir.
TARİHİ
Viranşehir: Sümer, Hitit ve Asurlular dönemlerinde, “Tilla, Tela, Tilli”, Romalılar döneminde ise “Tell-Mevzelaht, Tel-Mevzen, Tel-Muzin,Tilmuz ve Örenşehir” isimleriyle anılmıştır. Tarihte: çok yakılıp-yıkıldığı için, şehre harap anlamına gelen “Viran” kelimesi eklenerek “Viranşehir”ismi verilmiştir.
Evet, Viranşehir, eski bir Hitit şehridir. MÖ.2750 yılından itibaren, tarih sahnesinde yerini almıştır. İlçenin tarihi her ne kadar MÖ.2500-3000 yıllarına kadar gitmekte ise de, çok verimli ovası ve bulunan yeni mezar taşları dikkate alındığında, daha da eskilerde burada yerleşim bulunduğu öğrenilmektedir.
Yukarı Mezopotamya’nın önemli bir merkezi olması nedeniyle, birçok saldırılara ve istilalara maruz kalmıştır.
Şehir, MÖ. 1115 yılında, Asurluların eline geçer. Daha sonra İranlıların egemenliği görülür. Makedonyalılar ve ardından Selefkoslar ve nihayet Romalılar şehre hakim olurlar. MS. 623 yılında: şehir, İslam Orduları Komutanı Ganem tarafından işgal edilir.
Melikşah döneminde, Selçuklulara bağlanır. 1258 yılında Hülaguların işgali görülür. 1367 yılında, Artuklular şehri ele geçirir. 1400 yılında, Timur şehri işgal eder ve tamamen yıkar. Timur; tarihin en büyük katliamını burada yapmıştır.
1516 yılında, Osmanlılar şehri ele geçirir. Sultan IV. Murad; Irakeyn seferini yaparken, buradan geçer. Rüyasında; Eyüp Peygamberin mezarını görür.
Bunun üzerine: Eyyüp Peygamberin mezarı; bugünkü Eyyüpnebi adı verilen beldede bulunur.
GEZİLECEK YERLER
ORTAGONAL ROMA TAPINAĞI (DİKMELER)
İlçe merkezindedir. Bu tapınak, eskiden sekiz dikme halinde iken, günümüzde yalnızca bir dikmesi kalmıştır. Roma imparatoru Hadrianus’un, Nil nehrinde boğulan sevgilisine hitaben yaptırılmış olduğu rivayet edilir.
Bazalt kesme taşları ile, 14 ayak üzerinde, iki katlı olarak yapılmıştır. Bizans döneminde, kiliseye dönüştürülmüş, Timur’un şehri fethi sırasında harap olmuştur.
Tapınağın planı: altıgen bir yapıdadır. Tapınak: bazalt taşlarla inşa edilmiştir. Ortası: altıgen planlı, Talas tipinde olan tapınağın, kültür merkezi de var.
Yine, bu mekanın dışında aynı planlı, dairesel bir galeri var. Bu galeride, ortasındaki Talas mekanına iki kapıdan giriliyor.
Ortadaki Talas mekanı üzeri: açık, tek katlı kutsal bir mekanmış. Galeri kısmı ise, iki katlı olup birinci kat, ortadaki Talas yapı ile aynı yükseklikte imiş.
Dini ayinler: Talas mekanının içinde yapılırken, galerinin üst katında da bu ayin izlenebiliyormuş.
1900’lü yılların başında, halk arasında dikme olarak adlandırılan tapınak ayaklarından 8 tanesi ayakta olmasına rağmen, günümüzde yalnızca 1 dikme ayakta kalmıştır.
Ayakta kalan bu dikme, iki katlı bir mimariye destek olarak yapıldığı izlenimi vermektedir. Şehir merkezinde bulunan bu yapı; koruma altına alınmıştır.
ÇEMDİN KALESİ (ESKİ KALE)
Viranşehir-Şanlıurfa karayolunun, 25’nci km. de, yolun güneyine sapan stabilize yolun, 9’ncu km. dedir. Romalılar tarafından yapılmıştır.
Kale: konumundan dolayı, sürekli el değiştirmiş ve çeşitli uygarlıklar tarafından genişletilerek, restore edilmiştir. Bazı kaynaklarda, bu kalede, üç medeniyetin izleri bulunduğu ifade edilmektedir.
Kale yüksek bir tepede, sert kalker taşlarından inşa edilmiştir. Kale ve çevresindeki kayalık alanlar oyularak mesken haline getirilmiştir.
On iki burç ve iki gözetleme kulesinden yapılmış olan bu kalenin sur ve burçları; beyaz kesme taşlarla örülmüş, iç kısımları dolgu malzemesi ve harçla doldurularak 3-4 metre kadar kalınlaştırılmıştır.
Surlar 8-10 metre, burçlar ise 13-14 metre yüksekliğindedir. Kalenin çevresinde, savunma amaçlı yapılmış ve içi sürekli su ile dolu olan 5 metre derinliğinde ve 5 metre genişliğinde bir savunma hendeği vardır.
Kalede: biri doğuda diğeri batıda olmak üzere, iki kapı var. Bu kapıların önünde ve savunma hendeğinin üzerinde, kaleye geçilmeyi sağlayan, iki seyyar köprü varmış. Kale, günümüze iyi durumda korunarak gelebilmiş tarihi bir eser.
Bu kalenin çevresinde, kale ismi ile anılan bir köy var. Köydeki halkın büyük bir kısmı, halen kalenin çevresinde bulunan yapay mağaralarda yaşamaktalar.
Bu yapay mağaraların tümü, aslında tünellerle birbirlerine bağlanmaktadır. Ancak bu meskenlere yerleşenler, bu tünelleri kapatarak burayı kullanıyorlar.
Köy sakinleri, bu yapay mağaralara elektrik bağlayarak ve buraları perdelerle odalara bölerek kullanıyorlar.
Bu yapay mağaralar, yazın oldukça serin ve kışın ise sıcak olmaktaymış. Tepenin yamacında bulunan bu meskenlerin yanına gelinmeden fark edilmeleri mümkün değil. Bu meskenler, köye gelen ziyaretçilere otantik-mistik bir tablo sergiliyor. Mutlaka ziyaret edin.
ŞEMUN MANASTIRI (YOLBİLEN KÖYÜ)
Viranşehir’e bağlı, Yolbilen köyünün orta Yolbilen mezrasındadır. İlçe merkezine; 3 km. uzaklıktadır. MS. 873 yılında inşa edildiği sanılmaktadır. Bazı arkeologlar tarafından: dünyanın ikinci büyük Süryani manastırı olarak kabul edilmektedir.
Burada; yapılan kazılarda, manastırın doğusunda azizler mezarlığı ortaya çıkarılmış. Aziz Şemun tarafından yaptırıldığı tahmin edilen manastırda, başta Şemun olmak üzere, Halfin, Yuhannun, Elişa ve Tuma mezarları olduğu söylenen mezarlar ortaya çıkarılmış. Ayrıca, bu manastırın bulunduğu çevrede, çok sayıda mağara bulunuyor.
Eski medeniyetlerin, özellikle yüksek yerler ve dere kenarlarını tercih ettiklerini göz önüne alındığında; bu bölgede daha yapılması gereken kazı çalışmaları sonucunda, birçok eserin ortaya çıkarılacağı kesin.
Zaten manastırın bulunduğu köyün eski ismi olan “Hifdemal” kelimesi “Onyediev” anlamına geliyor. Manastır: Mardin’de bulunan “Deyrul Zafaran” manastırından, iki kat daha büyük, Antakya’da ki manastırdan ise, küçüktür.
EYYÜPNEBİ BELDESİ VE TÜRBELER
Viranşehir’in kuzeybatısında, Viranşehir-Şanlıurfa kara yolunun 6’ncı km. den kuzeye sapılarak, 15 km. lik bir asfalt yol ile ulaşılır. Burada: Hz. Eyüp Peygamberin, Hz. Rahime ve Hz. Elyassa Peygamberlerin türbeleri bulunmaktadır. Burada bulunan türbeler: kara yolu ile Hicaz’a giden hacıların tavaf ettiği kutsal türbelerdir.
EYÜP PEYGAMBERİN TÜRBESİ
Eyyüpnebi Köyündedir. Bu köy: aynı zamanda, Hz. Eyüp’ün adı ile anılmaktadır. Türbe: köy caminin güneydoğu köşesine, 15-20 metre uzaklıktadır. Üzerine kubbeli bir bina yapılmıştır.
HZ.RAHİBE TÜRBESİ
Köy höyüğünün kuzeybatı yönünde, höyüğe 50 metre uzaklıktadır. Hz. Rahime; Hz. Eyüb’ün karısıdır.
HZ. ELYASSA TÜRBESİ
Hz. Eyüb Türbesinin güney batında, köye 500 metre kadar uzaklıktadır. Hz. Eyüb’ü ziyarete geldiğinde, ona ulaşamadan türbenin bulunduğu yerde vefat ettiği rivayet edilmektedir.
HZ. EYÜB PEYGAMBER VE VİRANŞEHİR
Hz. Eyüp: MÖ.1263 yılında, Şam ve Ramle arasında dünyaya gelmiştir. Hz. İshak neslindendir. Hanımı Hz. Rahibe ise, Hz. Yusuf’un torunudur.
Allah; Hz. Eyüb’e, dedesi Hz. İshak’ın duası ve bereketiyle, çok mal ve servet verdi. Sürülerle hayvanlar, bağlar, bahçeler ve çok evlat ihsan etti. O, bu ihsanlara, ibadetle karşılık verdi. Şeytan bunu kıskanır ve Allah’a; “ Yarabbi. Eyüb’ün ibadeti çoktur.
Lakin, hangi kul vardır ki, sen bu kadar nimet veresin de, ibadet etmemiş olsun. Beni, onun malı üzerine musallat kıl ki: ta ki, onun tüm malını helak edeyim. O zaman, senin nimetine nasıl küfran edeceğini gör” dedi.
Allah; “ ya mel’un, elinden ne gelirse işle” diye, şeytan’a ruhsat verir. Şeytan, önce Eyüb’ün malını helak eder. Eyüb, sabır eder.
Sonra yine Allah’ın ruhsatıyla Eyub’un çocuklarına musallat olarak, bulundukları evi başlarına yıkar. Hz.Eyüb, yine sabır eder. Şeytan, bu kez, Eyüb’ün şahsına musallat olmak ister.
Eyüb, secdedeyken, yer altından gelip ağzına üfler. Şeytanın nefesi, peygamberin bütün vücudunu ateş gibi yakıp, kırp kırmızı eder.
Hz. Eyüb’ün başından, gözlerinden, dilinden ve yüreğinden başka, sağlam bir yeri kalmaz. Büyük derde, belaya düşen Eyüp, yine sabır eder. Belası arttıkça, sabrı da artar.
Şeytan, son kez, Hz. Eyüb’ün hanımına da musallat olur. Ama, yine başaramaz. Nihayet, Eyüb Peygambere iman etmiş olan üç kişi; bir gün, onu ziyarete gelirler.
Ve derler ki; “ Eyüb ki bu kadar derde müptela oldu, bunca zamandır Allah’tan bir yardım ve merhamet yetişemedi. Öyle görünür ki, Allah bundan vazgeçmiştir. Yoksa, bela son bulurdu”.
Eyüb, bunu işitince çok incinir. Allah’ın kendisinden vazgeçme ihtimali onu çok üzer. Allah’a yalvarır. Allah merhamet eder.
Ona derki: “ ayağını yere vur, su çıksın”. Eyyüb, ayağını yere vurur, yerden latif bir su çıkar, onunla yıkanır ve o sudan içer. Sonuçta; tüm dertlerinden kurtulur.
Evet: işte hikaye böyle. Bunun geçtiği yer ise; Viranşehir Eyubname beldesidir. Hz. Eyüb’ün hasta iken sırtını yasladığı küresel bazalt taşı, halen beldededir ve sabır taşı olarak adlandırılmaktadır.
Hasta iken suyundan içtiği, suyu ile yıkandığı ve hastalıklardan kurtulduğu kuyu da, beldededir ve süt kuyusu olarak adlandırılmaktadır.
HZ. ELYASSA PEYGAMBER
Şam tarafından yola çıkarak, Allah’ın sevgili kulu olan sabır timsali Hz. Eyub’ü ziyaret etmeye gelir. Uzunca günler, yaya olarak yol yürüdükten sonra Hz. Eyüb’ün bulunduğu köye yaklaştığı sırada, şeytan, insan kılığına girerek, önüne çıkar ve nereye gideceğini sorar.
Hz. Elyassa; Eyüb Peygamberi ziyaret etmeye gideceğini ve aylardır yol yürüdüğünü söyleyerek, yolunun daha çok kalıp kalmadığını sorar. İblis: “bu halinle, sen nere, Eyüp peygamberin bulunduğu köy nere?
Geldiğin yol kadar yolun var der. “ Halbuki: Hz. Elyassa, Hz. Eyüb’un bulunduğu köye, oldukça yaklaşmıştır.
Yorgun ve bitkin bir durumda olan Hz. Elyassa, daha fazla yol gitmek için kendisinde güç bulamayınca, Allah’a “ Ya Rabbi, ben yorgun ve bitkin bir durumdayım, emanetini benden al” diye dua eder.
Elindeki asasını yere batırdıktan sonra, Allah’ın rahmetine kavuşur. Yere batırmış olduğu asası, türbesinin başında bir ağaç olarak yeşerir.
Hz. Elyassa’nın türbesinin bulunduğu yerdeki ağaç, 1990’lı yıllara kadar yaş iken, sonradan kurumuş, türbe restore edildikten sonra da ağacın bu kütüğü mezarın yanında, korumaya alınmıştır.
Bir zamanlar, yakın doğunun önemli bir merkezi, bölgenin en önemli tersane kenti, aynı zamanda bir zamanların kendircilik, zeytinyağcılık ve sabunculuk imalat merkezi, günümüzde mi? Evet, ayakta zor durabilen bir kasaba. Birecik tersanesinde: 1571yılında, 400 geminin yapıldığı kaydedilmiş. 250 si asker için ve 150 si zahire için inşa edilmiş gemiler. Şimdi kayık bile yapılmıyor. Bir de kelaynak kuşları. Üretim istasyonuna gidip görün. Gerekli tedbirler alınmamış olsa, nesilleri tükenecekti.
ULAŞIM
Gaziantep-Şanlıurfa karayolu üzerindedir. Şanlıurfa-Birecik arası uzaklık: 80 km. dir.
GENEL ÖZELLİKLERİ
1956 yılında, Fırat nehri üzerine, o dönemde Türkiye’nin en uzun köprüsü olarak yapılan Birecik köprüsü; sonucunda, bölgede büyük gelişmeler yaşanır.
NE YENİR
Birecik’te buraya has: Mumbar (koyun bağırsağından yapılır), yeşil mercimekten yapılan Haspeli Aşı, çiğköftelik etten yapılan Şırşırlı deneyebileceğiniz tatlardan. Özellikle: mumbar.
KELAYNAKLAR
Nuh Peygamberin bereket sembolü olarak “Tufan” da gemisine aldığı kelaynaklar, geçmişte Türkiye’den Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadasından Fasa kadar, çok geniş bir bölgede ürerlermiş. Ancak: avcılık, üreme alanlarında rahatsız edilmeleri, yaşam alanlarının değişmesi ve beslenme alanlarında kullanılan zirai ilaçlardan zehirlenmeleri sonucunda, sayılarında ciddi azalmalar ve dağılım olmuştur.
Günümüzde, kelaynaklar, nesli tükenmekle karşı karşıya olan kuş türlerinden biridir. Dünyada yalnızca Nil Vadisinde ve Birecik’te bulunmaktadırlar. Birecik’te üremek için “Kayalar altı” denilen bölgeyi seçmişlerdir. Bu seçimde: Aşağı Fırat Havzasının, Güneydoğu platolarına göre ılımlı ikliminin, tarlalardaki haşaratın bu kuşların besinleri oluşunun, İlçenin jeolojik yapısına dahil kayaların: alkalik, yani ak ve yumuşak olduğundan dolayı kolay işlenir olmasının ve de halkın söylentisine göre “Allah’ın bir bereket müjdesi” olduğu bilinci ve inancıyla, bu kuşlara ve yumurtalarına zarar vermemeleri etken olmuştur.
Günümüzdeki deyimiyle, “Sevgililer günü” olarak kutlanan 14 Şubat tarihinde, bu kuşlar Birecik’e göç ederler. Önceki yıllarda, gökyüzünün bu kuşlarla kaplandığı bilinir. Bunların geliş tarihinde; yörede etkinlikler düzenlenir, esnaflar ve Fırat kıyısındaki kayıkçılar başta olmak üzere, ilçede bayram havası yaşanır.
Kelaynak kuşları: başlarında tüy olmaması nedeniyle, kelaynak ismini alırlar. Boğazı ve gagası erişkinlerde koyu kırmızıdır. Ortalama ömürleri: 25-30 yıl kadardır. 1-1.5 kg. ağırlığa kadar erişirler. Bu kuşların en önemli özelliği: tek eşli olmalarıdır. Eşlerine çok sadıktırlar. Öyle ki eşi ölen bazı kelaynak kuşlarının, yemeyi-içmeyi terk edip, ya da kendini kayalardan aşağıya bırakarak intiharı seçtikleri çok görülmüştür.
Evet, Birecik’te kelaynak kuşlarının üremeleri için “Üreme İstasyonu” yapılmış. Göçmen kelaynak kuşlarının bir kısmı göç öncesi kafeslere alınmış. Göçe gidenlerin, dönüşüyle birlikte, tekrar doğaya bırakılarak, yarı vahşi olarak varlıklarını sürdürmeleri amacıyla, Orman Genel Müdürlüğü tarafından “Kelaynak Üretme İstasyonu” 1977 yılında kurulmuş.
1990 yılına kadar göç etmesine izin verilen kelaynakların dönüşleri devam etmiş. Ancak 1990 yılında, yalnızca bir kuş, göçten dönmüştür. Ancak, dönüş sürekli aksayınca, 1998 yılından itibaren göç için bırakılma bitirilmiştir.
TARİHİ
Birecik, gerek yüzey şekillerinin elverişliliği ve gerekse Fırat nehri kıyısında bulunması nedeniyle, tarih boyunca önemli medeniyetlerin yerleşimlerine sahip olmuştur. Tarihi süreç içinde: MÖ.9’ncu yüzyılda Asurluların eline geçen şehir, sırasıyla Pers, Makedonya, Roma ve Bizans egemenliklerine ev sahipliği yapar. 780 yılında Arap işgaline uğrar. 11’nci yüzyılın sonlarında ise; Selçuklu egemenliği görülür. 1517 yılında, Osmanlı topraklarına katılır. 1919 yılında bir süre İngiliz işgali altında kalır.
BİRECİK KÖPRÜSÜ
Köprü Fırat nehri üzerinde Birecik ve Nizip ilçelerini birbirine bağlayan D 400 karayolu üzerindedir. Köprü olmadan önce, ulaşım feribotlar ile sağlanıyordu. Köprü 1951-1956 yılları arasında yapılmıştır. Köprünün uzunluğu 720 metre, genişliği 11 metredir.
Her iki tarafta 1.5 metre yaya kaldırımı bulunur. Nehir üzerinde beş kemer vardır. Kemerlerin her birinin açıklığı 57 metredir. Son bir not, köprünün şantiye mühendisi Yüksek Mühendis Kadri Çile, 1953 yılında işten çıkarılan bir işçi tarafında, şantiye de görevinin başındayken öldürülmüştür. Mezarı köprü başındadır.
GEZİLECEK YERLER
BİRECİK KALESİ
Yüzey şekillerinin elverişliliği ve Fırat kıyısında bulunmasından dolayı, tarih boyunca önemli yerleşimlere sahne olmuştur.
Kale, tek önemli tarihsel yapıdır. İlçe merkezinde yer alır. Asurlular zamanında yapılmıştır. Dönemin hükümdarı II. Salmaneser’in MÖ.859-824 yılları arasına onartarak, kendi adını verdiği kalenin son biçimi ise, 13’ncü yüzyılda atılmış. Çeşitli dönemlerde onarım görmüştür. Üzerine inşa edildiği, beyaz kalker tepeden dolayı; Beyaz kale olarak da isimlendirilmektedir.
Büyük kesme taşlardan yapılan yapıda; yüksekliği 30-40 metreyi bulan duvarları üstünde, 12 burç bulunmaktadır. En büyük yenilemeyi, Memluklar zamanında yaşamış olan kale, Yavuz Sultan Selim zamanında da tamir edilmiştir.
Kalenin büyük kısmı tahrip olmuştur. Halen bir kısmında restorasyon çalışmaları sürdürülmektedir.
BİRECİK SURLARI
İlçe merkezini çevreleyen surlar, büyük tahribata uğramış ve günümüze yalnızca; bazı burç kalıntıları ve kısmen ayakta kalan iki kapısı gelmiştir. Ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmeyen surların; 2 kapısı 1 burcu ve duvarında bir kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabelere göre; 1483 yılında, Memluklu döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir. Ayakta kalıp günümüze ulaşan kapıları: Urfa kapısı ve Meçan kapısı olarak bilinir.
URFA KAPISI
Tam olarak ayakta kalarak, günümüze kadar gelmiştir. Sur dışına açılan doğu kapısını, boydan boya dolaşan şerit kitabeye göre; 1483 yılında Memluklu Hanı Kayıtbay tarafından, Yunus Şeref’e yaptırılmıştır. Kapının ana yapım malzemesi: kesme taştır. Belediye tarafından, bu kapının restorasyonunda bulunan “Kule Mescidi” görülmeye değer.
MEÇAN KAPISI
Kısmen yıkılmıştır. Günümüzde, ancak bir bölümü görülmektedir. Kapıyı; batı ve güneyden kuşatan, şerit kitabeye göre; bu kapının da, Memluklu Sultanı Kayıtbay emriyle Yunus Şeref’e yaptırıldığı anlaşılmış olup, yapım tarihi 1484 yılıdır. Meçan kapının kuzeybatı ve doğu duvarları, tamamen, güney duvarı ise kısmen ayaktadır.
RUM KALE (HROMGLA)
Rumkale, Birecik Ovasının kuzeyinde, Fırat nehrinin kıyı kesiminin doğusunda, Şanlıurfa yoluna bakan bir tepe üzerindedir. Birecik’i kuzeyden ve kuzeydoğusundan sınırlar. 20’nci yüzyılın başlarında, kuzeyden Hısn-ı Mansur, doğudan Urfa ve Suruç kazaları, güneyden Birecik, batıdan Pazarcık ve Ayıntab (Antep) kazaları ile çevrili olduğu belirtilir. Kazanın merkezi: Halfeti kasabasıdır.
Yerleşimi nedeniyle Rumkale; Asur kralı III. Salmanassar tarafından, 855 yılında alınan Şitamrat Şehri olarak kabul edilmektedir. Buna karşılık: Nöldeke, yerleşimi Fırat kıyısında, bugünkü Belkıs köyünün yukarısındaki Urum (Hörum) olarak kabul etmiş, sonraki araştırmacılar Urima’nın, Rumkale olduğunu öne sürmüşlerdir.
Urima Piskoposluğundan Ermeni Kogh Vasil; Franklardan almış olduğu Harsn Msur, Sareş ve Uremn havalisini, Antakyalı Tancredeye geri verir. Süryani vakahinamecilerine göre: Kogh Vasil ve sonra dul zevcesi adına yönetimin başına geçen Kürtig’in elinde, Kayşum Raban, Behesne ve Kal’a şehirleri bulunmaktadır. Rumkale, Süryanice isimli olan Kala’a, büyük bir olasılıkla Kogh Vasil’in Uremn’ine karşılık gelmektedir.
13’ncü yüzyılda
Rumkalede, birçok Yahudi bulunmaktaydı. Yahudi patriği: II. Ignece, diğer eserlerinin yanı sıra, Rumkale’de muhteşem bir kilise yaptırır. Sonraları, kaleyi patriklik makamı olarak seçer. 1252 yılında Rum kalede ölür ve yerine Yukubi patriği geçer. Rumkale de bu olaylar yaşanırken, aynı zamanda yerleşim, Memluklu saldırılarına maruz kalır. Memluklu hükümdarı Kalavun zamanında, Baysarı’nın komutasındaki Mısır Ordusu; Suriye güçleriyle birleşerek, 1279 yılında Rumkale üzerine yürür ve kaleyi ele geçirirler.
1516 yılında, Mercidabık Savaşından sonra, Rumkale, Osmanlı egemenliğine girer. 17’nci yüzyılda, Rumkaleyi ziyaret eden Evliya Çelebi, şöyle yazar.” Bir tepe üzerinde de gayet sağlam ve müstahkem bir kale olduğunu, 1516 tarihinde Mısır Hakimi Melik Gavri’den Sultan Selim tarafından alınarak imar edilmeye çalışıldığını, ancak 17’nci yüzyılda o kadar mamur olmadığını, dışarıda camisi, hanı, hamamı ve küçük çarşısı bulunduğunu, Merzeban suyunun kale dibinde Fırat’a karıştığını belirtir.”
1838 yılında
Rumkaleyi ziyaret eden Maraşal Von Moltke, eski Roma Surlarının kalıntılarını dolaştığını, derin ve sarp vadi içinde akmakta olan Fırat nehrinin, gümüş bir şerit gibi, ayaklar altında uzandığını, bir zamanlar İskender, Kurus Ksenefon, Sezar Julianın: ay ışığında bu nehri atlarının sırtında geçtiğini yazar.
Eskiden Fırat nehri üzerinde bir köprü bulunduğu, Romalıların burada hemen hiç yolu bulunmayan bir bölgede koloni kurmalarının sebebinin bu olabileceğini belirtir. Rumkale’de, kayanın nerede bittiği ve insan eserinin nerede başladığını kestirmenin güç olduğunu, kaya duvarının üzerinde beyazımsı taştan 60 ayak yüksekliğinde mazgallar, burçlar ve kulelerle donatılmış surlar bulunduğunu, altı kule kapısının olduğunu söyler.
Şanlıurfa ile Gaziantep arasında sınır oluşturan Fırat Nehri kıyısında yükselen Rumkale’den güneye doğru nehir kıyısı izlenirse, Suriye sınırları içindeki Carabulus’a kadar birçok kalenin yer aldığı görülür. Aynı noktadan kuzeye doğru yol alındığında, Samsun’a kadar başlıcalarını Amasya, Tokat ve Sivas kalelerinin oluşturduğu tahkimat yapılarıyla karşılaşılır. Rumkale, bu kaleler zincirinin en önemli halkasıdır.
Fırat’ın batı yamaçlarında ve sert kalkerli kayalar üzerinde inşa edilmiştir. Doğu, kuzey ve batısındaki duvarlar, yüksek kayalarla çevrilidir. Kale günümüzde harap durumdadır. Büyük ve kesme taştan inşa edilen kalenin güneydoğuya açılan tek kapısı var. Kalede, kale beyinin konağının kalıntıları, 17’nci yüzyılın ikinci yarısına ait Aziz Merses Ermeni Kilisesi, çok sayıda kalıntı, su sarnıçları ve bir de kuyu bulunmaktadır.
Evet, Rumkalede, neler görebilirsiniz?
Kale, Aziz Nerses Kilisesi ve Barşavma Manastırını görebilirsiniz.
Bu arada: inşaatı sürmekte olan Birecik Barajı bu kaleyi de etkileyecektir. Yaklaşık 500 metre yükseklikte bir tepe üzerinde konumlandırılmış olması nedeniyle, Rumkale, barajın 385 metreye kadar yükselecek suları altında kalmayacak, ancak zaten güç olan ulaşımı, daha da zorlaşacaktır. Halen Rumkale’ye ulaşmak için üç yol var. Birinci yol: Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesine gidip, sal ile Fırat Nehrinden Kale meydanı köyüne geçip, sonra da yaklaşık 45 dakika süreyle, engebeli arazide zor bir yürüyüşü göze almak gerekiyor.
Ulaşımın ikinci yolu ise: Gaziantep’in Yavuzeli ilçesine bağlı Kasaba Köyü üzerinden ve Kasabadan sonra yaklaşık 45 dakika sürecek bir yürüyüşün ardından, Merzimen Çayının geçilmesi gerekiyor. Son olarak Nizip’in Kamışlı Köyü üzerinden, yaklaşık bir saatlik bir yürüyüş ile Rumkale’ye ulaşılıyor. Her üç güzergahta, Rumkale’nin yakınlarına ulaşılarak görkemli manzarayı fotoğraflamak imkanı var. Kalenin üstüne tırmanmak ise, ayrı bir çaba gerektiriyor.