Türkiye’nin gururu Atatürk Barajı ve Hidroelektrik Santralı tesislerini ve baraj gölü kıyısındaki soysal tesisleri mutlaka görmelisiniz. Bu tesisleri yapmayı başaran ülkemizle gurur duyacaksınız.
ULAŞIM
Bozova-Şanlıurfa arası uzaklık: 38 km., Bozova-Adıyaman arası uzaklık: 96 km., Bozova-Diyarbakır arası uzaklık: 121 km. dir. Bozova’nın Atatürk Barajına uzaklığı ise: 22 km. dir.
TARİHİ
Bu yöre: Asurlular döneminde: Asurnianu, Romalılar ve Ermeniler döneminde: Tormenapa, Araplar döneminde: Telhüvek, Türkmenler döneminde Yaylak olarak isimlendirilmiştir. Tarihi: MÖ.7250-5500 yıllarına kadar uzanmaktadır. Ayrıca: 1982 yılında, İğdeliköyü yakınlarında yapılan arkeolojik çalışmalarda elde edilen buluntular, bölgenin günümüzden 7000 yıl öncesine kadar yerleşimlere ev sahipliğine göstermiştir.
Bozova civarında kurulan ilk medeniyet: Asurluların Asuranianu ismini verdikleri ve MÖ.2000 ile 606 yılları arasında hüküm sürdükleri dönemde oluşan medeniyettir. Bozova bölgesi daha sonra Makedonyalıların, Roma imparatorluğunun ve Bizans imparatorluğunun eline geçer. 640 yılında, Hz. Ömer zamanında, Übeyt ibni el Cerrah tarafından, Urfa’nın fethi ile birlikte, İslam topraklarına katılır.
1402 yılından 1516 yılına kadar; sürekli olarak İran Safavileri, Mısır Memlukları ve Osmanlılar arasında el değiştirir.
GENEL ÖZELLİKLERİ
SOSYAL HAYAT
Türkiye’nin en büyük barajı ve hidroelektrik santralini bünyesinde bulundurması ve GAP’ın merkezinde olmasına rağmen, Bozova’da sosyal hayat oldukça durgundur. Atatürk Barajı inşaatı sırasında bir hareketlilik gözlense de, baraj inşaatının bitiminden sonra tekrar sade ve gelenekçi hayat tarzına devam edilmiştir. İlçe merkezinde; sinema, tiyatro ve gazino gibi eğlence yerleri yoktur.
Atatürk Barajında bulunan; DSİ Müdürlüğüne ait sosyal tesisler, amfi tiyatro ve kır kahvesine ilave olarak, Holan Tepesi olarak bilinen ormanlık alan içinde: Su ve Doğa Sporları Merkezinin de bulunduğu dinlenme ve mesire yerleri, 2001 yılında hizmete alınmıştır. Özellikle, baraj gölünün kıyısında bulunan sosyal tesislerde; yelken, sörf, kürek ve yüzme gibi her türlü su sporları yapılabilmektedir.
GEZİLECEK YERLER
ÇARMELİK KERVANSARAYI
Şanlıurfa-Gaziantep kara yolunun, Aligör köyünün kuzeyinden Bozova’ya giden yolun, 14’ncü km. dedir. Kocatepe, Büyükhan köyünde bulunuyor.
Bu anıtsal eser: ticaret kervanlarının ve hac yolcularını konaklaması için Selçuklular döneminde yapılmıştır. Ancak, kitabesi bulunmadığından, kesin inşa tarihi bilinmemektedir. 15’nci yüzyıldan kaldığı sanılıyor. Yani: muhtemelen 1234-1235 yılları arasında, Selçuklu dönemine tarihleniyor.
Avlunun çevresinde: ahırlar, kışlık ve yazlık odalar bulunur. Avlu da, bir de su kuyusu var. Yapıya giriş, kuzey cephesinin ortasındaki eyvandan. Bu giriş eyvanı ve avlunun etrafını çevreleyen mekanların büyük bir kısmı, günümüzde yıkılmış durumda. Plan şeması olarak Selçuklu şehir dışı hanlarından çok, Suriye çevresindeki 12 ve 13’ncü yüzyıl hanlarıyla benzerlik gösteriyor.
Evliya Çelebi; Seyahatnamesinde :” Suruç’tan kalkarak batıya doğru, iki saatte Çar Melik kalesine ulaştığını, burasının dört hükümdar (Çar Melik) kardeş tarafından yapıldığı için bu ismi aldığını “ belirtiyor.
Güneydoğu Anadolu bölgesinden daha çok Suriye geleneklerinden izler taşıyan özgün konumu ve yöredeki “Han” yapılarının en erken tarihlisi olması bakımından, çok önemli bir eser.
ÇARMELİK CAMİİ
Hanın kuzey kapısının karşısında, 2 katlı olarak yapılmış. Alt katı: dershaneler, üst katı ise camidir. 6 adet kubbe ile örtülü, son cemaat yeri, 3 kemerli ve kubbesizdir. İskender diye adlandırılan mevkide bulunan mezarlıkta ise, yan yana bulunan ve iki kardeşe ait olduğu söylenen mezarların, bu camii ve hanı yapan kardeşlere ait olduğu söyleniyor.
TİTRİŞ KERVANSARAYI
Bozova’nın: Titriş Köyündedir. Kitabesi bulunmadığından, yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Yapı üslubu: Osmanlı döneminde, 15-16′ ncı yüzyıllara bağlanmaktadır.
Yapı: kesme taştan, dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Güney cephesindeki yuvarlak ve basık kemerli bir kapıdan girilir. Bu eyvan, direklerle desteklenen beşik tonoz örtülüdür. Buradan avluya geçilir.
Avlunun doğu ve batı yönleri: yuvarlak kemer ve payelerin taşıdığı kare planlı tonoz örtülüdür. Revakların doğu ve batı yönündekiler, direklerin desteklediği düz damlıdır. Kuzeydeki revakın üzerine, sonradan beton dökülmüş ve buradaki kapalı mekanlar yıkılarak yerlerine dükkanlar yapılmıştır. Hanın, üç cephesi orijinalliğini korumuş olmasına rağmen, iç mekanları tamamen bozulmuştur. Günümüzde harap durumdadır.
ATATÜRK BARAJI
Evet, bu bölgeye gelip de, Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük yapısını görmeden sakın ayrılmayın. Bu büyük yapının haşmeti, gözünüzü korkutacak ama bir yandan da, bir Türk olarak sizlere gurur verecek.
Burayı görmeden önce: GAP hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum.
GAP, Güneydoğu Anadolu Projesi. Türkiye yüzölçümünü ve nüfusunun yaklaşık % 10 nu oluşturan Güneydoğu Anadolu Bölgesinde: toprak, su, insan kaynaklarını geliştirerek, top yekun sosyo-ekonomik kalkınmaya yönelik, bütünleşmiş ve sürdürülebilir insani gelişme ilkesine dayalı bir girişim. Projenin temel hedefleri: Güneydoğu Anadolu Bölgesi halkının, gelir düzeyi ve hayat standardını yükselterek, bu bölge ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak. Kırsal alandaki verimliliği arttırarak, istihdam olanakları yaratmak, ekonomik büyüme ve milli gelir gibi kalkınma hedeflerine katkı sağlamak.
Önceleri: Fırat ve Dicle nehirleri üzerine, sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik: 13 proje demetin içinde, 22 baraj ve 19 hidroelektrik santralı yapımı planlanmış. Proje kapsamında: GAP Uluslar arası havalimanı yapımı sürdürülmektedir. GAP’ın büyük kilit yapılarından biri olan Urfa Tünelleri ise, bitirildiğinde, toplam: 476.000 hektar arazinin sulanması sağlanacaktır. Tünellerin toplam uzunluğu: 57.8 km. olacaktır. Urfa Tünelleri: Atatürk Barajından sonra, yurdumuzdaki en büyük yatırımdır.
Evet, Atatürk Barajı; Güneydoğu Anadolu Projesinin temel taşı. Gövde hacmi:84 milyon m. küp. Dış yüzeyi: kaya içi kil ve toprak. Baraj gövde yüksekliği ; gölün baskısı ile, ilk inşasındaki yüksekliği 10 metre kısalmış. 8 ünitelik güç kapasitesiyle, günümüzde, ülkemizin toplam elektrik enerjisinin yaklaşık üçte birini karşılıyor. Yapımına: 1983 yılında başlanmış, 1990 yılında tamamlanmış. Yükseklik bakımından; dünyada 8, göl hacmi bakımından ise 15 sırada. Elektrik üretimi açısından ise, dünyada: 3 sırada.
Baraj gölü: 48 milyar m. küp su toplama kapasitesine sahip. Bu su; yerli şirketler tarafından, en son teknolojiyle inşa edilmiş olan Şanlıurfa tünelleriyle taşınıyor. Yarıçapları: 7.62 m. ve uzunlukları ise 26.4 km. olan bu iki tünel, dünyanın en uzun tünelleri. Bu tünellerle taşınan su; Şanlıurfa, Harran, Mardin-Ceylanpınar, Siverek, Hilvan ve Bozova’yı içeren, 730.000 hektarlık bir alanı suluyor.
Tarihin derinliklerinde bir yolculuk için hazırsanız, buyurun Harran, tam istediğiniz gibi bir yer.
ULAŞIM
Harran: Şanlıurfa-Suriye sınırındaki Akçakale yolu üzerindedir. Şanlıurfa ile Harran arası uzaklık: 44 km. dir. Şanlıurfa il merkezinden, Harran’a, düzenli olarak, saat başı minibüs seferleri yapılmaktadır.
GENEL
GEZİ
Harran’a vardığınızda: mutlaka sizi karşılayanlar olacaktır. Bu yörenin birkaç dil de bilen çocuk ve gençleri; sizlere Harran’ı tanıtmaya hazırlar, küçük bir ücret karşılığı onların bu hizmetinden yararlanabilirsiniz.
DİNİ ÖNEMİ
Anadolu’nun ilk kilisesi ve ilk cami; burada inşa edilmiş. Ancak: Harran’ın en ünlü dini: Sabilik.
Burada yaşayanların: yıldızlara taptıkları söyleniyor. Hem Yahudi, hem de İslami kaynaklara göre: Hz. İbrahim de onlardandı ve güneşin ve ayın batmasını tefekkür ettikten sonra, tek bir tanrı olduğuna kanaat getirmiş.
Harran’da Ay Tanrısı Sin’e ait bir mabet bulunuyor. Söylenenlere göre: yedi gezegene adanmış, yedi şehir varmış ve Harran’da Sin’e adanmış. Yıldızlara dayalı böyle bir inancın; insanoğlunun en eski dini olma olasılığı var. Dünyanın tutulması, mevsim ve yıldız hareketleri gibi, çok ince astronomik hesaplara göre tanzim edilmişti.
Bütün bunlar: makrokozmos ve mikrokozmos (küçük evren, insan) davranışları arasında, bir birlik öngören astrolojinin kaynağını oluşturuyor. Ayrıca, evren sırlarını keşfetmek ve evrenle bütünleşme derin duygusuna dayanıyorlardı.
639 yılında, Harran İslam hakimiyeti altına girer. Halife Mervan (744-750): Harran’a yerleşir ve Umayyad İmparatorluğunun başkentini: Şam’dan, Harran’a getirir. 830 yılında: Halife al Ma’mun Bizans seferine giderken Harran’dan geçer. Harrani’lere dinlerini sorar.
Onlar da “Biz, Harraniyiz, Müslüman, Yahudi ya da Hıristiyan değiliz” derler. Bunun üzerine, Halife, seferden dönünceye kadar: Müslümanlık, Yahudilik, Hıristiyanlık veya Sabilik arasından birini seçmelerini söyler. Çünkü: kitaplı dinlerden birinden değilseler; putperesttirler ve putperestlerin kanlarını dökmek caizdir.
Bu durumdan telaşlanan Harraniler’den: bir kısmı Müslüman veya Hıristiyan olurlar. Bir kısmı ise: kurnazlık yaparak, “Biz Sabiiyiz” derler ve bu şekilde Pagan Harraniler, varlıklarını yüzlerce yıldır sürdürebilirler. Ta ki ; 1251 yılında, Moğol istilasında, Harran yerle-bir edilinceye kadar.
HARRAN’DA HZ. İBRAHİM
Tarihçiler, kenti, İbrahim Peygamberin kardeşi veya amcasının oğlu Harran’a bağlarlar. Hz. İbrahim’in, Filistin’e gitmeden önce bu şehirde oturduğu rivayet edilir. Bu nedenle: Harran’, Hz. İbrahim’in şehri de denilmektedir. Şehirde: İbrahim Peygamberin evinin adını taşıyan bir mescit bulunuyor.
HARRAN KAZILARI
1983 yılında, kazılar başlamış. Önce: kale ve çevresi temizlenmiş. Burada: Emevi, Eyyübi ve Selçuklulara ait; seramik ve sikkeler bulunmuş. Firdevs Camii ve çevresi temizlenmiş ve Babil kralı Nabonid’e ait bir stel bulunmuş.
Diğer bir buluntu ise: birçok adak kitabesinden biridir. Kral Nabonid (MÖ.555-539), Sin Mabedinin yapılışı ile ilgili kitabedir. Ayrıca; çok sayıda, eski ve orta tunç dönemlerine ait pişmiş toprak figürleri, taş ağırlıklar, öğütme taşları ve bronz eserler bulunmuştur.
İslami devirlere ait sikkeler, çok kaliteli sırlı ve boyalı seramikler de bulunmuştur. Hemen her evdeki su kuyuları, kanalizasyon sistemleri, basamaklı ve kapak taşlı tuvaletler, banyo odaları, değirmenleri, zahire depoları ile düzenli ve ihtişamlı bir şehir ve mimari ile karşılaşılmıştır.
NE YENİR-NE İÇİLİR
Harran ilçe merkezinde, 4 lokanta bulunuyor. Genelde kebap türü yiyecekler bulmak mümkün.
TARİHİ
Burada yapılan arkeolojik kazılarda: MÖ.5 bin yıldan bu yana kesintisiz yerleşim bulunduğu öğrenilmiştir.
Harran: adına ilk defa: Kütlere ve Mari’de bulunan, çivi yazılı tabletlerde “Hara-na” ve “Ha-ra-na” olarak rastlanmaktadır. Suriye’de bulunan “Ebla tabletlerinde” ise, Harran’dan “Ha-ra-an” olarak söz edilmektedir.
MÖ.18’nci yüzyıla ait bir Mari tabletinde: Harran’daki Sin Mabedinde: Hitit kralı Şuppiluliuma ve Mitanni kralı Mativaza arasında, ay tanrısı Sin ile güneş tanrısı Şamaş’ın huzurunda, bir anlaşma yapıldığı yazılıdır. Harran adının: Sümerce ve Akadca’ da anlamı: “Seyahat Kervan” demek olan “Haran-u” kelimesinden gelmektedir.
Harran; Kuzey Mezopotamya’dan gelerek batı ve kuzey batıya bağlanan, önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunuyordu. Bu özelliği nedeniyle: Anadolu ile sıkı ticaret ilişkileri bulunan Asur tüccarlarının önemli uğrak yerlerinden biriydi. Anadolu ve Mezopotamya arasındaki ticaret, binlerce yıl süresince, Harran üzerinden yapılmıştır. Bu da zengin ve köklü bir kültür birikiminin oluşmasına neden olmuştur.
Harran: Ay, Güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya putperestliğinin, önemli merkezlerinden biriydi. Bu nedenle: astronomi, şehirde çok ilerlemişti.
Dünyadaki, üç büyük felsefe ekolünden biri: “Harran ekolü” dür. Şehirde: birçok bilgin yetişir. Devrin en büyük matematikçileri, tabipleri ve Yunan filozoflarının eserlerini Arapçaya çevirenlerden 821 doğumlu Sabit bin Kura, Dünyadan Aya olan uzaklığı doğru olarak hesaplayan Battani (Avrupalılar: Albetegni ve Albatainus diye isimlendirirler) dir.
Yunan filozoflarının maddenin bölünebilen en küçük parçasının (atom) parçalanamaz olduğuna dair iddialarını kabul etmeyen, oysa bölünmez kabul edilen bu parçanın müthiş bir enerjiyle parçalanarak, Bağdat gibi büyük bir şehri yıkabileceğini söyleyen ve böylece atomun mucidi sayılan Cabir bin Hayan, Şeyhülislam İbni Teymiye. Evet, bu kişiler, Harran’daki okullarda yetişmiş ve dünyaca ünlü bazı alimler.
Emevi hükümdarlarından, II. Mervan: Harran’ı devletinin başkenti yapar. Emevi yönetimi: 750 yılında, Abbasilere yenildiğinde, Harran sona erer. Abbasi hükümdarı Harun Reşit zamanında kurulan “Harran Üniversitesi” dünyada, büyük ün kazanır.
Fatımiler, Zengiler, Eyyübiler ve Selçuklular gibi İslam Devletlerinin yerleşmesine sahne olan Harran; 1260 yılında, Moğollar tarafından işgal edilir, cami, surlar ve kale yıkılıp, kenti tahrip ederler. Daha sonraki tarihi süreçte, kent Osmanlılar dönemine kadar, eski parlak günlerine geri dönemez.
13’ncü yüzyıla ait seyahatnamelerde: şehirde, 4 medrese (üniversite), 1 hastane, 1 düşkünler yurdu ve 8 hamam bulunduğundan söz edilir. Bugün; daha önce şehrin aralarında kurulduğu: Cüllab ve Karakoyun ırmakları kurumuştur. Bunların kuruması sonucu: şehir, sudan ve yeşilden mahrum bir ovanın ortasında, 5000 yıllık tarihiyle ayakta durmaktadır. Tipik evleri, höyüğü, şehir surları ve çeşitli mimari kalıntıları, gece gökyüzünde pırıl pırıl yıldızları ile, turistlerin büyük ilgisini çekmektedir.
HARRAN’DA GEZİLECEK YERLER
HARRAN EVLERİ
Harran’ın en ilgi çeken ve külah biçimindeki, kemik kubbeli evleridir. Harran denilince, hemen bu evler akla gelir. Harran harabelerindeki antik mimari kalıntılardan toplanan tuğlalarla; köylüler tarafından yapılmışlardır. Kare bir alan üzerini örten külah biçiminde bir kubbe var. Yan yana gelen tek kubbeler, iç kısmında kemerlerle birbirine bağlanır ve içeride geniş bir oturma mekanı oluşur. Bölgenin iklimine uyumlu olan bu evler; yazın serin, kışın ise sıcak olur.
Harran’ın bu evlerinde: tavukların, daha çok yumurtladığı, at gibi bazı hayvanların daha uysal olduğu, kuru soğanların daha çabuk filizlendiği, yiyeceklerin bozulmadığı söyleniyor.
Diğer yörelerdeki kerpiç kubbeli evlerin aksine, Harran evlerinin kubbeleri tuğladan yapılmıştır. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi: çevrede ağaç bulunmaması, ikincisi ise, harabelerdeki bol miktarda bulunan tuğla malzemedir. İlginç bir doku oluşturan ve yerleşmenin güney kesiminde yoğunlaşan bu evler, ören yerinden toplanan tuğlalarla eski kentin kalıntısı üzerine, son 150-200 yıllık dönemde inşa edilmişlerdir.
1979 yılında, arkeolojik ve kentsel SİT alanı olarak tescil edilen ve kubbe evleri korumaya alınan Harran’da, ören yerinden malzeme toplanması, her çeşit inşaat yapılması, kanal açılması yasaklanmıştır. O tarihte, 960 adet kubbe sayılan yerleşmede, bu sayı dondurulmuştur.
Biri kalenin içinde, biri yerleşmede olmak üzere, iki Harran evi restore edilerek kullanışa açılmış olup, günübirlik tesis olarak kullanılmaktadır. Tescilli evlerin çoğu boş olup, yalnız birkaçında hala ikamet edenler bulunmaktadır.
HARRAN ÜNİVERSİTESİ
Eski çağlardan bu yana bilinmektedir. 718-913 yılları arasında, yani İslami dönemde: bilim ve sanatta doruk noktaya ulaşılmıştır. Fakat: İslam öncesi ve İslam dönemindeki yeri, bugün mevcut kalıntılar arasından tam olarak bulunamamıştır. 1976 yılında, Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılan kazılarda: Ulu caminin doğu ve kuzey cephelerine bitişik olarak ortaya çıkarılan, küçük hücrelerin: İslami dönem Harran Üniversitesine(medrese) ait oldukları sanılmaktadır.
HARRAN KALESİ
Kentin güneydoğusunda bulunuyor. İç kale ve aşağı sur olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır.
İç kale: Harran şehrinin güneydoğusunda, şehir suruna bitişik olarak inşa edilen iç kale, dikdörtgen planlı olup, köşelerinde onikigen kuleleri mevcuttur. Ölçüleri: 90 x 130 metredir. Üç katlıdır. İç kale, Hititlerden başlamak üzere, dört yapı katına sahiptir. İslami kaynaklar, kalenin yerinde önceleri, bir Sabii Tapınağının varlığından söz ederler.
Emevi halifesi II. Mervan’ın ; 10 milyon dirhem altın harcayarak yaptırdığı sarayın, kalenin esasını oluşturduğu tahmin edilmektedir. Araştırmacılar tarafından: kale içinde 50 koridor, 150 odanın bulunduğu ileri sürülür. Ancak; yer yer çökmeler olduğundan, oda ve koridorlar günümüzde gözlenememektedir.
1951 yılında, Türk-İngiliz ortak kazıları neticesinde, ortaya çıkarılan doğu cephesindeki iki yanı aslan kabartmalı kapı üzerindeki Arapça kitabeden, kalenin 1059 yılında Fatimiler tarafından yenilenmiş olduğu anlaşılmıştır. İçkale’de kısmi restorasyon yapılmıştır. Bu kazılarda ayrıca: yüze yakın havan, sini, kazan benzeri madeni kap bulunmuştur.
Dış kale: Kenti çevreleyen, daire planlı olan bu surların uzunluğu 4 km. yüksekliği ise 5 metredir. Burçların yüksekliği ise 15-17 metre arasındadır. Kale: Halep, Rakka, Aslanlı, Musul, Bağdat ve Anadolu adında, altı kapı ile dışa açılmaktadır. Ancak, günümüzde yalnızca Halep Kapısı ayaktadır. Surlar yer yer yıkılmış olmasına karşın, çepeçevre izlenebilmektedir.
MECMA KAPISI
Han-an’ın kapılarının birinin adının: Mecm kapısı olduğu biliniyor. Bu kapının üzerinde yazılı olan bir söz var; “ Men Arefe Te’ellehe” Yani: kendini bilen ilahileşir.
FİRDEVS CAMÜHARRAN ULU CAMİİ (SİN MABEDİ/TAPINAĞI)
Harran höyüğünün kuzey doğu eteğinde bulunuyor. Emevi hükümdarı II. Mervan tarafından: 744-750 yılları arasında yaptırılmış. Bazı kaynaklarda: Cami-el Firdevs(Cennet Camii) veya “Cuma Camii” olarak da geçiyor. Caminin esasının: Sabilerin taptığı “Ay Tanrısı Sin”e ait bir tapınak olduğu sanılıyor. Babil dönemine ait ünlü “Sin Mabedi”, Harran’da inşa edilen, bilinen en eski anıtsal eserdir.
MÖ.2000 başlarına ait: Kültepe ve Mari tabletlerinde; Harran’daki Sin (Ay Tanrısı) Mabedinde, bir antlaşma imzalandığına dair bilgiler yazılıdır. Yine, bir antlaşmaya: Harran’daki Ay Tanrısı Sin’in ve Güneş Tanrısı Şamas’ın şahit tutulduğu belirtilmektedir.
Müslümanlar Harran’ı alınca, bu tapınağın yerine, bir cami yapılır ve onlara kendi tapınaklarını yeniden yapmaları için başka bir yer verilir. Cami: 1174 yılında, Halep Hükümdarı Nureddin Mahmut Zengi tarafından, büyük çapta yenilenmiş ve genişletilmiştir. Bugün görülen taş işçiliği ve süslemeler, o döneme aittir.
Harran Ulu Camii: Anadolu’nun en eski, en büyük ve en zengin taş süslemeli camisi olarak öne çıkıyor. Özellikle: ilk revaklı avlulu ve şadırvanlı camii olma özelliğine sahip.
Mihraba paralel, 3 sütun sırasıyla, dört sahına ayrılmış. Caminin kubbesinin bulunduğu, üzerinin tamamının ahşap çatıyla örtülü olduğu, bir yangın sonucu bu örtünün çöktüğü, arkeoloji kazılarda elde edilen buluntulardan anlaşılmış. Bugün, caminin kitabeli doğu duvarı, kıble duvarı, mihrabı, cami iç mekanına giren orta kemeri ve kare gövdeli minaresi ayakta kalarak günümüze ulaşmış.
Zengin taş süslemeleri, çok sayıdaki sütun başlığı ve kemer taşları gibi mimari parçalar, caminin kalıntıları arasında. Ölçüler: 104 x 107 metredir. 6 kapı ve revaklarla kuşatılmıştır. Avlunun kuzey duvarının doğusunda, yakın zamanda restore edilen: Minare var. Kare gövdeli minarenin yüksekliği: 33,30 metredir.
HARRAN HÖYÜĞÜ
Harran kentinin ortasında bulunuyor. 1885 tarihli Halep Salnamesinde; bu tepe, Tel İbrahim diye adlandırılmış. Yüksekliği: 22 metre ve geniş bir alana sahiptir. Yapılan kazılarda: üst tabakada, 13’ncü yüzyıl İslami devre ait bir şehir kalıntısı ortaya çıkarılmış. Bu şehir; içlerinde su kuyuları bulunan avlulara açılan odalardan oluşan, kare ve dikdörtgen planlı, bitişik düzendeki evleri, bu evlerin oluşturduğu dar sokakları ve ortasında büyük bir kuyunun yer aldığı meydanıyla, o dönemin mimarisini yansıtıyor.
Kazı çalışmaları sırasında, çeşitli devirlere ait eserlerin bulunduğu höyükte, ayrıca yeni Babil dönemine ait, Kral Nabonitten ve Sin Mabedinden bahseden çivi yazılı pişmiş toprak tablet ve adak kitabeleri bulunmuş. Babil dönemine ait Sin Mabedi ile ilk çağlardan bu yana varlığı bilinen Harran Üniversitesinin yerleri; belirlenmiş olmasına rağmen, bugüne kadar, kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılamamıştır.
Yapılan kazılarda elde edilen çok sayıda çivi yazılı tuğla; İslami dönem sikkesi, sırlı ve sırsız seramik kaplar, taş aletler, çeşitli süs eşyaları, madeni eserler, idol ve hayvan figürleri; Şanlıurfa Müzesinde sergileniyor.
ŞEYH YAHYA HAYAT-EL HARRANİ
12’nci yüzyılda yaşamış bir İslam alimidir. Sağlığında; kendisini, birçok hükümdar ve komutan ziyaret etmiştir. MS.1185 yılında, Harran’da vefat edince, türbesi 1195 yılında, Harran surlarının kuzeybatı dışındaki mezarlığa inşa edilmiştir. Türbe, çok sayıda ziyaretçi çekmektedir. Hz. İbrahim’in babası Azer’in de buraya defnedildiği söylenmektedir. Halen, burada restorasyon çalışmaları sürdürülmektedir.
17’nci yüzyılın ortalarında, Harran’ı ziyaret eden Evliya Çelebi, Şeyh Hayat’ın türbesinden, şu şekilde söz etmektedir.” Şeyh Yahya ziyaret yeri: Harran dibindedir. Kutupluğa ayak basmış ulu sultandır. Harran Kalesinin yanında, çöl tarafında büyük bir kubbe içinde gömülüdür.
Çöl Arapları, bu sultana son derece bağlıdırlar. Hatta, Araplar arasında önemli bir mesele için yemin ettirmek gerektiğinde “Yahya Hayati” nin başı için deyip, duvara el sürse, büyük yemin etmiş gibi sayılır. Bu sultana, Yahya Hayati demelerinin aslı, bir seccade üzerinde tahiyatta ve hayatta oturur gibi oturduğundanmış”
ÇEVREDEKİ GEZİLECEK YERLER
BAZDA MAĞARASI
Harran-Han ve El-Ba’rür yolunun: 15-16 km. lerinde, yolun solunda ve sağındaki dağlarda, tarihi taş ocakları var. Bunlardan:16’ncı km.de, yolun sağındaki köyde bulunan iki taş ocağı görülmeye değer. Bunların ismi: Bazda, Albazdu, Elbazde yada Bozdağ olarak geçiyor. Bu mağaralardan yüzlerce yıldır taş alma sonucu; içlerinde meydan, tünel ve galeriler meydana gelmiş.
Özellikle; büyük olanı, yer yer iki katlı bir şekilde oyulmuş ve yükseklikleri 10-15 m. varan ayaklar bırakılarak, ortada meydanlar oluşturulmuş. Ayrıca, uzun galeri ve tünellerle, dağın çeşitli yönlerine doğru çıkışlar sağlanmış. Çok geniş bir alana yayılan dağın dış cephesinde: taş kesilmesi nedeniyle, büyük oyuklar görülüyor. Anadolu’nun belki de en büyük ve en gizemli ve gezilmeye değer, bu tarihi taş ocağının, belirli bölümlerinde, 1250 yılında, burayı işletenlerin isimleri, Arapça olarak yazılmış.
SENEM MAĞARASI
Soğmatar’ın 11 km. kuzeyinde bunuyor. Büyük Sene Mığar köyündeki mevcut mimari kalıntılar ve kayadan oyma yapılar, buranın Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında önemli bir merkez olduğunu ifade ediyor.
Köy içindeki tepe üzerinde: kesme taşlardan yapılmış, 3 katlı anıtsal bir yapı var. Bu yapının, bir manastır veya saray kalıntısı olduğu sanılıyor. Bu yapının: doğu cephesinin kuzey kesimindeki yuvarlak, kemerli kapının kemer silmeleri: MS.435 yılına tarihlenen, Urfa’daki Aziz Stefanos Kilisesi’nin, Karanlık Sokak’a açılan avlu kapısı ile büyük benzerlik gösteriyor.
Ayrıca: Senem Mağara’daki bu kapının içinde bulunan ikinci bir kapının ortasındaki Akantus yapraklı dairesel rozet: yine Aziz Stefanos Kilisesinin, Yıldız Meydanına açılan avlu kapısındaki rozet ile, üslup olarak büyük benzerlik gösteriyor. Bütün bunlara dayanarak: Senem Mağara yapılarının: 5’nci yüzyıl başlarında yapıldıkları sanılıyor.
Bu anıtsal yapının kuzeyinde, kayalara oyulmuş kiliseler bulunuyor. Bu kiliselerden birinin: kayadan oyulmuş saçağına, 5’nci yüzyıl Bizans sanatı özelliklerini yansıtan: Haç motifleri, düğümler, hayat ağacı motifleri, baklava dilimleri, bir vazodan çıkan üzüm salkımı asma dalları ve simetrik kuş motifleri işlenmiş. Süslemeli bu çanağın doğuşuna bitişik büyük bir kaya mezarı var. Ayrıca, üç katlı anıtsal yapı ile kaya kilise arasındaki kayalık zeminde, tahrip edilmiş kaya mezarları görülmeye değer.
11 km. güneydeki Soğ Matar’ın MÖ. 400 ile MS. 200 yılları arasında: Paganistlerin merkezi olmasına karşın, Senem Mağarası; bölgedeki Hıristiyan Süryanilerin, önemli bir merkezi olduğu sanılıyor. Çünkü; Soğmatar’da, tanrısal gücü olduğuna inanılan gök cisimlerinin heykellerine yer verilmişken, Senem Mağara’da, Hıristiyanlığın sembolü haç öne çıkarılmış.
HAN-EL BA’RÜR KERVANSARAYI
Selçuklu dönemine ait. Harran’ın 23 km. doğusundaki Göktaş köyünde bulunuyor. Yolu; müsait, özel aracınız veya otobüsle gidilebiliyor.
Kervansarayın kuzey cephesindeki kitabesinde; 1128-1129 tarihinde, El Hac Hüsameddin Ali Bey tarafından yaptırıldığı yazılı. Yani; Eyyübiler zamanında yapılmıştır. Kısmen harap olmuş durumdadır. Hanın ismi olan: “Barür”
Kelimesi, Arapçada: “Keçi gübresi” anlamındadır.
Söylentiye göre: hanı yaptıran kişi, burayı kuru üzümle doldurmuş ve “Benden sonra gelenler, burayı keçi gübresi ile dolduracaklardır” demiştir. Gerçekten de, bugün kervansaray: uzun yıllar, ahır olarak kullanıldığı için, hayvan gübresi ile dolmuş.
Ticaret kervanlarının konaklaması için inşa edilmiş. Eski: Halep-Bağdat-Urfa kervan yolu üzerindedir. Yapıya giriş kuzey cephesindeki anıtsal kapıdan. 65 x 66 metrelik bir alan üzerine kurulmuştur.
Yapıya: 8 metrelik bir tünelden girilir. Tünelin sağ tarafında bir mescit ve sol tarafında hanın muhafız odaları, gözetleme kulesi bulunuyor. Kare avlunun çevresi ahırlar, kışlık ve yazlık odalarla çevrili. Kuzey batı köşesinde ise, hamam var.
Düzgün kesme taşlardan, bir kale görünümünde yapılan bina, günümüzde harap durumda. Ancak bir bölümü restore edilmiş ve mescidi de ibadete açılmış.
ŞUAYP ŞEHRİ HARABELERİ
Şanlıurfa-Mardin karayolunun 35’nci km. den sağa kapılarak, 45 km. sonra Şuayp şehrine ulaşılır. Bugün, Harran bucağına bağlı, Özkent adıyla anılan tarihi Şuayp şehri harabeleri burada. Yolu düzgün, gidilebilir. Ören yerindeki mevcut kalıntılar, Roma-Bizans dönemine aittir. (MÖ.96-MS.395)
Oldukça geniş bir alana yayılmış olan bu tarihi kentin çevresi: yer yer izleri görülen surlarla çevrilidir. Kent merkezindeki çok sayıda kaya mezarı üzerine kesme taşlardan yapılar inşa edilmiştir. Tamamı yıkılmış olan bu yapıların bazı duvar ve temel kalıntıları, günümüze kadar ulaşmış olup, görülmektedir.
Şuayp şehrinde yapılmış mağaralar, bina kalıntıları ve taş kemerler görülmeye değer tarihi ve turistik büyük konaklar, saraylar, tarihin kalıntı simgeleri olup, halen özelliklerini kaybetmemişlerdir.
Şuayp Şehri harabeleri arasında: bir mağara ev, Şuayp Peygamberin makamı olarak çok sayıda ziyaretçi çekmektedir.
Hz. Musa, Şuayp Peygamberin yanında, 7 yıl çobanlık yapmış ve sihirli asasını Şuayp Peygamberden, burada almıştır. Romalılar zamanında, Arap akınları sonucu Roma-Arap çekişmelerinden yararlanan, Kavatlar, Şuayp şehrini işgal ederler. MS.548 yılında ise, Sasaniler bir gece baskını ile şehri Kavatlardan teslim alırlar.
MS.638 yılında, Arap devri başlarken, Şuayp Şehri, Hakem Bin Hişam tarafından, zapt edilir. Daha sonra ise, 1096 yılında Selçuklular şehre egemen olurlar. Ancak; takip eden dönemde, Moğol tahribine uğrayan şehir, yağma edilir ve sonuçta Türkmen aşiretlerinin elinden Akkoyunlu Devleti tarafından ele geçirilir, imha edilerek, bir köy haline getirilir.
Bir zamanlar, yakın doğunun önemli bir merkezi, bölgenin en önemli tersane kenti, aynı zamanda bir zamanların kendircilik, zeytinyağcılık ve sabunculuk imalat merkezi, günümüzde mi? Evet, ayakta zor durabilen bir kasaba. Birecik tersanesinde: 1571yılında, 400 geminin yapıldığı kaydedilmiş. 250 si asker için ve 150 si zahire için inşa edilmiş gemiler. Şimdi kayık bile yapılmıyor. Bir de kelaynak kuşları. Üretim istasyonuna gidip görün. Gerekli tedbirler alınmamış olsa, nesilleri tükenecekti.
ULAŞIM
Gaziantep-Şanlıurfa karayolu üzerindedir. Şanlıurfa-Birecik arası uzaklık: 80 km. dir.
GENEL ÖZELLİKLERİ
1956 yılında, Fırat nehri üzerine, o dönemde Türkiye’nin en uzun köprüsü olarak yapılan Birecik köprüsü; sonucunda, bölgede büyük gelişmeler yaşanır.
NE YENİR
Birecik’te buraya has: Mumbar (koyun bağırsağından yapılır), yeşil mercimekten yapılan Haspeli Aşı, çiğköftelik etten yapılan Şırşırlı deneyebileceğiniz tatlardan. Özellikle: mumbar.
KELAYNAKLAR
Nuh Peygamberin bereket sembolü olarak “Tufan” da gemisine aldığı kelaynaklar, geçmişte Türkiye’den Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadasından Fasa kadar, çok geniş bir bölgede ürerlermiş. Ancak: avcılık, üreme alanlarında rahatsız edilmeleri, yaşam alanlarının değişmesi ve beslenme alanlarında kullanılan zirai ilaçlardan zehirlenmeleri sonucunda, sayılarında ciddi azalmalar ve dağılım olmuştur.
Günümüzde, kelaynaklar, nesli tükenmekle karşı karşıya olan kuş türlerinden biridir. Dünyada yalnızca Nil Vadisinde ve Birecik’te bulunmaktadırlar. Birecik’te üremek için “Kayalar altı” denilen bölgeyi seçmişlerdir. Bu seçimde: Aşağı Fırat Havzasının, Güneydoğu platolarına göre ılımlı ikliminin, tarlalardaki haşaratın bu kuşların besinleri oluşunun, İlçenin jeolojik yapısına dahil kayaların: alkalik, yani ak ve yumuşak olduğundan dolayı kolay işlenir olmasının ve de halkın söylentisine göre “Allah’ın bir bereket müjdesi” olduğu bilinci ve inancıyla, bu kuşlara ve yumurtalarına zarar vermemeleri etken olmuştur.
Günümüzdeki deyimiyle, “Sevgililer günü” olarak kutlanan 14 Şubat tarihinde, bu kuşlar Birecik’e göç ederler. Önceki yıllarda, gökyüzünün bu kuşlarla kaplandığı bilinir. Bunların geliş tarihinde; yörede etkinlikler düzenlenir, esnaflar ve Fırat kıyısındaki kayıkçılar başta olmak üzere, ilçede bayram havası yaşanır.
Kelaynak kuşları: başlarında tüy olmaması nedeniyle, kelaynak ismini alırlar. Boğazı ve gagası erişkinlerde koyu kırmızıdır. Ortalama ömürleri: 25-30 yıl kadardır. 1-1.5 kg. ağırlığa kadar erişirler. Bu kuşların en önemli özelliği: tek eşli olmalarıdır. Eşlerine çok sadıktırlar. Öyle ki eşi ölen bazı kelaynak kuşlarının, yemeyi-içmeyi terk edip, ya da kendini kayalardan aşağıya bırakarak intiharı seçtikleri çok görülmüştür.
Evet, Birecik’te kelaynak kuşlarının üremeleri için “Üreme İstasyonu” yapılmış. Göçmen kelaynak kuşlarının bir kısmı göç öncesi kafeslere alınmış. Göçe gidenlerin, dönüşüyle birlikte, tekrar doğaya bırakılarak, yarı vahşi olarak varlıklarını sürdürmeleri amacıyla, Orman Genel Müdürlüğü tarafından “Kelaynak Üretme İstasyonu” 1977 yılında kurulmuş.
1990 yılına kadar göç etmesine izin verilen kelaynakların dönüşleri devam etmiş. Ancak 1990 yılında, yalnızca bir kuş, göçten dönmüştür. Ancak, dönüş sürekli aksayınca, 1998 yılından itibaren göç için bırakılma bitirilmiştir.
TARİHİ
Birecik, gerek yüzey şekillerinin elverişliliği ve gerekse Fırat nehri kıyısında bulunması nedeniyle, tarih boyunca önemli medeniyetlerin yerleşimlerine sahip olmuştur. Tarihi süreç içinde: MÖ.9’ncu yüzyılda Asurluların eline geçen şehir, sırasıyla Pers, Makedonya, Roma ve Bizans egemenliklerine ev sahipliği yapar. 780 yılında Arap işgaline uğrar. 11’nci yüzyılın sonlarında ise; Selçuklu egemenliği görülür. 1517 yılında, Osmanlı topraklarına katılır. 1919 yılında bir süre İngiliz işgali altında kalır.
BİRECİK KÖPRÜSÜ
Köprü Fırat nehri üzerinde Birecik ve Nizip ilçelerini birbirine bağlayan D 400 karayolu üzerindedir. Köprü olmadan önce, ulaşım feribotlar ile sağlanıyordu. Köprü 1951-1956 yılları arasında yapılmıştır. Köprünün uzunluğu 720 metre, genişliği 11 metredir.
Her iki tarafta 1.5 metre yaya kaldırımı bulunur. Nehir üzerinde beş kemer vardır. Kemerlerin her birinin açıklığı 57 metredir. Son bir not, köprünün şantiye mühendisi Yüksek Mühendis Kadri Çile, 1953 yılında işten çıkarılan bir işçi tarafında, şantiye de görevinin başındayken öldürülmüştür. Mezarı köprü başındadır.
GEZİLECEK YERLER
BİRECİK KALESİ
Yüzey şekillerinin elverişliliği ve Fırat kıyısında bulunmasından dolayı, tarih boyunca önemli yerleşimlere sahne olmuştur.
Kale, tek önemli tarihsel yapıdır. İlçe merkezinde yer alır. Asurlular zamanında yapılmıştır. Dönemin hükümdarı II. Salmaneser’in MÖ.859-824 yılları arasına onartarak, kendi adını verdiği kalenin son biçimi ise, 13’ncü yüzyılda atılmış. Çeşitli dönemlerde onarım görmüştür. Üzerine inşa edildiği, beyaz kalker tepeden dolayı; Beyaz kale olarak da isimlendirilmektedir.
Büyük kesme taşlardan yapılan yapıda; yüksekliği 30-40 metreyi bulan duvarları üstünde, 12 burç bulunmaktadır. En büyük yenilemeyi, Memluklar zamanında yaşamış olan kale, Yavuz Sultan Selim zamanında da tamir edilmiştir.
Kalenin büyük kısmı tahrip olmuştur. Halen bir kısmında restorasyon çalışmaları sürdürülmektedir.
BİRECİK SURLARI
İlçe merkezini çevreleyen surlar, büyük tahribata uğramış ve günümüze yalnızca; bazı burç kalıntıları ve kısmen ayakta kalan iki kapısı gelmiştir. Ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmeyen surların; 2 kapısı 1 burcu ve duvarında bir kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabelere göre; 1483 yılında, Memluklu döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir. Ayakta kalıp günümüze ulaşan kapıları: Urfa kapısı ve Meçan kapısı olarak bilinir.
URFA KAPISI
Tam olarak ayakta kalarak, günümüze kadar gelmiştir. Sur dışına açılan doğu kapısını, boydan boya dolaşan şerit kitabeye göre; 1483 yılında Memluklu Hanı Kayıtbay tarafından, Yunus Şeref’e yaptırılmıştır. Kapının ana yapım malzemesi: kesme taştır. Belediye tarafından, bu kapının restorasyonunda bulunan “Kule Mescidi” görülmeye değer.
MEÇAN KAPISI
Kısmen yıkılmıştır. Günümüzde, ancak bir bölümü görülmektedir. Kapıyı; batı ve güneyden kuşatan, şerit kitabeye göre; bu kapının da, Memluklu Sultanı Kayıtbay emriyle Yunus Şeref’e yaptırıldığı anlaşılmış olup, yapım tarihi 1484 yılıdır. Meçan kapının kuzeybatı ve doğu duvarları, tamamen, güney duvarı ise kısmen ayaktadır.
RUM KALE (HROMGLA)
Rumkale, Birecik Ovasının kuzeyinde, Fırat nehrinin kıyı kesiminin doğusunda, Şanlıurfa yoluna bakan bir tepe üzerindedir. Birecik’i kuzeyden ve kuzeydoğusundan sınırlar. 20’nci yüzyılın başlarında, kuzeyden Hısn-ı Mansur, doğudan Urfa ve Suruç kazaları, güneyden Birecik, batıdan Pazarcık ve Ayıntab (Antep) kazaları ile çevrili olduğu belirtilir. Kazanın merkezi: Halfeti kasabasıdır.
Yerleşimi nedeniyle Rumkale; Asur kralı III. Salmanassar tarafından, 855 yılında alınan Şitamrat Şehri olarak kabul edilmektedir. Buna karşılık: Nöldeke, yerleşimi Fırat kıyısında, bugünkü Belkıs köyünün yukarısındaki Urum (Hörum) olarak kabul etmiş, sonraki araştırmacılar Urima’nın, Rumkale olduğunu öne sürmüşlerdir.
Urima Piskoposluğundan Ermeni Kogh Vasil; Franklardan almış olduğu Harsn Msur, Sareş ve Uremn havalisini, Antakyalı Tancredeye geri verir. Süryani vakahinamecilerine göre: Kogh Vasil ve sonra dul zevcesi adına yönetimin başına geçen Kürtig’in elinde, Kayşum Raban, Behesne ve Kal’a şehirleri bulunmaktadır. Rumkale, Süryanice isimli olan Kala’a, büyük bir olasılıkla Kogh Vasil’in Uremn’ine karşılık gelmektedir.
13’ncü yüzyılda
Rumkalede, birçok Yahudi bulunmaktaydı. Yahudi patriği: II. Ignece, diğer eserlerinin yanı sıra, Rumkale’de muhteşem bir kilise yaptırır. Sonraları, kaleyi patriklik makamı olarak seçer. 1252 yılında Rum kalede ölür ve yerine Yukubi patriği geçer. Rumkale de bu olaylar yaşanırken, aynı zamanda yerleşim, Memluklu saldırılarına maruz kalır. Memluklu hükümdarı Kalavun zamanında, Baysarı’nın komutasındaki Mısır Ordusu; Suriye güçleriyle birleşerek, 1279 yılında Rumkale üzerine yürür ve kaleyi ele geçirirler.
1516 yılında, Mercidabık Savaşından sonra, Rumkale, Osmanlı egemenliğine girer. 17’nci yüzyılda, Rumkaleyi ziyaret eden Evliya Çelebi, şöyle yazar.” Bir tepe üzerinde de gayet sağlam ve müstahkem bir kale olduğunu, 1516 tarihinde Mısır Hakimi Melik Gavri’den Sultan Selim tarafından alınarak imar edilmeye çalışıldığını, ancak 17’nci yüzyılda o kadar mamur olmadığını, dışarıda camisi, hanı, hamamı ve küçük çarşısı bulunduğunu, Merzeban suyunun kale dibinde Fırat’a karıştığını belirtir.”
1838 yılında
Rumkaleyi ziyaret eden Maraşal Von Moltke, eski Roma Surlarının kalıntılarını dolaştığını, derin ve sarp vadi içinde akmakta olan Fırat nehrinin, gümüş bir şerit gibi, ayaklar altında uzandığını, bir zamanlar İskender, Kurus Ksenefon, Sezar Julianın: ay ışığında bu nehri atlarının sırtında geçtiğini yazar.
Eskiden Fırat nehri üzerinde bir köprü bulunduğu, Romalıların burada hemen hiç yolu bulunmayan bir bölgede koloni kurmalarının sebebinin bu olabileceğini belirtir. Rumkale’de, kayanın nerede bittiği ve insan eserinin nerede başladığını kestirmenin güç olduğunu, kaya duvarının üzerinde beyazımsı taştan 60 ayak yüksekliğinde mazgallar, burçlar ve kulelerle donatılmış surlar bulunduğunu, altı kule kapısının olduğunu söyler.
Şanlıurfa ile Gaziantep arasında sınır oluşturan Fırat Nehri kıyısında yükselen Rumkale’den güneye doğru nehir kıyısı izlenirse, Suriye sınırları içindeki Carabulus’a kadar birçok kalenin yer aldığı görülür. Aynı noktadan kuzeye doğru yol alındığında, Samsun’a kadar başlıcalarını Amasya, Tokat ve Sivas kalelerinin oluşturduğu tahkimat yapılarıyla karşılaşılır. Rumkale, bu kaleler zincirinin en önemli halkasıdır.
Fırat’ın batı yamaçlarında ve sert kalkerli kayalar üzerinde inşa edilmiştir. Doğu, kuzey ve batısındaki duvarlar, yüksek kayalarla çevrilidir. Kale günümüzde harap durumdadır. Büyük ve kesme taştan inşa edilen kalenin güneydoğuya açılan tek kapısı var. Kalede, kale beyinin konağının kalıntıları, 17’nci yüzyılın ikinci yarısına ait Aziz Merses Ermeni Kilisesi, çok sayıda kalıntı, su sarnıçları ve bir de kuyu bulunmaktadır.
Evet, Rumkalede, neler görebilirsiniz?
Kale, Aziz Nerses Kilisesi ve Barşavma Manastırını görebilirsiniz.
Bu arada: inşaatı sürmekte olan Birecik Barajı bu kaleyi de etkileyecektir. Yaklaşık 500 metre yükseklikte bir tepe üzerinde konumlandırılmış olması nedeniyle, Rumkale, barajın 385 metreye kadar yükselecek suları altında kalmayacak, ancak zaten güç olan ulaşımı, daha da zorlaşacaktır. Halen Rumkale’ye ulaşmak için üç yol var. Birinci yol: Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesine gidip, sal ile Fırat Nehrinden Kale meydanı köyüne geçip, sonra da yaklaşık 45 dakika süreyle, engebeli arazide zor bir yürüyüşü göze almak gerekiyor.
Ulaşımın ikinci yolu ise: Gaziantep’in Yavuzeli ilçesine bağlı Kasaba Köyü üzerinden ve Kasabadan sonra yaklaşık 45 dakika sürecek bir yürüyüşün ardından, Merzimen Çayının geçilmesi gerekiyor. Son olarak Nizip’in Kamışlı Köyü üzerinden, yaklaşık bir saatlik bir yürüyüş ile Rumkale’ye ulaşılıyor. Her üç güzergahta, Rumkale’nin yakınlarına ulaşılarak görkemli manzarayı fotoğraflamak imkanı var. Kalenin üstüne tırmanmak ise, ayrı bir çaba gerektiriyor.