Kıbrıs Gazimağusa:
Kıbrıs adasının en güney doğu kıyısında bulunan şehir, Doğu Akdeniz’deki en güzel ortaçağ mimarisini barındıran bir yer olarak önem kazanmaktadır.
Şehir, Karpaz yarımadası ile güneyde Poyraz Burnu arasında, kuzey ve güney rüzgarlarına kapalı Gazimagusa körfezinin güneye daha yakın bir noktasındadır.
Gazimagusa şehrinin kuzeyinde 7 km uzaklıkta antik Salamis ve Enkomi kentleri ve ilk yapılışı 500 yıllarına tarihlenen St Barnabas manastırı vardır.
Gazimagusa, tam karşısında bulunan Suriye kıyılarına 90 mil uzaklıktadır. Lefkoşa şehrine 60 km. Girne şehrine 86 km ve Güzelyurt şehrine 101 km uzaklıktadır. Gazimagosa-Lefkoşa arasındaki yol, kısa bir süre önce iyileştirilmiş ve ulaşım kolaylaştırılmıştır.
Yani, yol oldukça güzel, çift şeritli gidiş ve geliş olarak düzenlenmiş, viraj yok, dümdüz bir yol.
Adanın başlıca iki nehrinden biri olan Pedias nehri, yıllarca Salamis ve Gazimagosa arasındaki bölgeden denize dökülmüş ve önce Salamis Limanı ve sonrasında Gazimagosa limanının dolmasında etkili olmuştur.
Yazın suyunun az olduğu zamanlarda ise, bu alana yayılarak bataklığa dönüşmesini sağlamıştır.
İngiliz döneminde, nehrin ağzına baraj yapılarak ve bataklık alan ağaçlandırılarak, bu durum engellenmiş ve kentin sağlık koşulları iyileştirilmiştir.
MAGOSA ŞEHRİNE GAZİ ÜNVANI VERİLMESİ SEBEBİ
Kıbrıs Gazimağusa;
Barış harekatından önce: şehir, 11.000 Kıbrıslı Türk tarafından, şehri kuşatan Kıbrıslı Rumlara karşı günlerce ve kahramanca savunulur ve bunun anısına şehre “Gazi” unvanı verilir.
TARİHİ
Kıbrıs Gazimağusa;
Gazimagosa’nın MÖ 285-247 yılları arasındaki Mısır kralı Ptolemeus Philadelphus tarafından kurulduğu ve kralın yeni şehre kız kardeşi Arsinoe’nin ismini verdiği söylenir.
MS 1291 yılında, Batı Hıristiyanlığının Ortadoğu’da elinde tutabildiği tek yer olan “Akka” nın düşmesinin ardından, birçok Frenk soylusu ve işadamının Kıbrıs’a gelmesine izin verilir ve bunlar Magusa şehrine yerleşerek, şehri, işlek bir liman ve ticaret merkezi haline getirirler.
Lüzinyanlar döneminde (1192-1571) adada, Lefkoşa’dan sonra ikinci büyük şehir konumuna gelir ve ismi Frenklerin diliyle “Famagusta” diye anılmaya başlanır.
Kıbrıs bu dönemde, doğu ve batı arasında bir ticaret istasyonu haline gelmiştir. Doğu ülkelerinden Suriye kıyılarına getirilen birçok kıymetli ticari eşya: Magosalı tüccarlar tarafından Magosa üzerinden Avrupa ülkelerine sevk edilmeye başlanır.
Bu tüccarların kazançları da çok büyüktür. Öyle ki, sadece bir seferde elde ettikleri karın bir bölümü ile bir kilise inşa ettirmeyi adet haline getirmişler ve bu yüzden, şehirde kısa sürede 365 kilise yaptırıldığı bilinmektedir.
Günümüzde hala mevcut olan, farklı stildeki birçok kilise: bu tüccarlar tarafından yaptırılmıştır. İnsanların zenginliği de yaptırdıkları kiliseler ile ölçüldüğünden Sur içi “Kiliseler Mahallesi” durumuna gelir.
Aynı zamanda bu zenginlik, yaşadıkları mekanları da etkiler. Kiliseler ve manastırlar şehri Magosa, büyük kazanç ve lükse düşkünlük sonucu, ahlak kurallarına karşı umarsızlık yaratılan bir yaşamı da beraberinde getirir.
Kutsal toprakları (Kudüs) ziyarete giderken, şehre uğrayan kimi dindar Avrupalılar tarafından bu durum yadırganır.
Hatta bir keresinde, İsveçli bir azize tarafından, şehir lanetlenerek çok kısa sürede mahf olacağı kehanetinde bulunulmuştur. St Bridget isimli bu kadının laneti, kısa sürede gerçekleşir.
1372 yılında Venedik-Ceneviz savaşı, Ceneviz üstünlüğü ile sonlanır ve şehir Ceneviz kanunları ile yönetilmeye başlanır.
Şehir, tamamen bir askeri bölge olarak kullanılır ve bu şehrin kozmopolit tüccar sınıfının ve canlı ticaret hayatının sonu olur.
Şehir: MS 1372 yılında, bir yüzyıl kadar Cenevizlilerin, MS 1489-1571 yılları arasında Venediklilerin ve MS 1571-1878 yılları arasında Osmanlıların hakimiyetine girer.
Osmanlılar, 1 Ağustos 1571 tarihinde adayı ele geçirirler. Osmanlı döneminde zengin tüccarların ve varlıklı soyluların konakları ve sarayları yıkılır ve Kıbrıs’ın ticari ve ekonomik etkinlikleri, Larnaka şehrine kayar.
Şehir, Osmanlılar tarafından uzun süre kuşatma altında tutulur. Bu kuşatma sırasında şehirdeki birçok bina hasar görür. Hatta: İngilizler, Süveyş kanalı ve Port Said Limanı oluşturmak için bu taşları kullanmışlardır.
Limanın da dolmasıyla, Magosa bölge içindeki kentsel ve ekonomik tüm özelliklerini kaybederek ölü bir şehir haline gelir.
Şehirde sadece çoğu asker olan 400-500 kişilik nüfus kalır.
Bu dönemde: Müslüman olmayan nüfusun surların dışına taşınmaya mecbur edilmesiyle, kentin güneye doğru gelişmeye başladığı görülür.
Maraş ve Aşağı Maraş bölgelerinde, ilk yerleşimlerin oluşumu da bu döneme rastlar. Kent o dönemde: daha çok önemli politik suçlular için bir sürgün yeri olur. Namık Kemal, Suphi Ezel ve Kutup Osman, bu sürgünlerin sadece birkaçıdır.
1878 yılında, adanın İngilizlere kiralanmasıyla başlayan yeni dönemde: liman önem kazanır. Birçok insan, limanda ve limana bağlı depolarda işçi olarak çalışır. Bu dönemde, genelde Türkler sur içine, Rumlar ise Maraş ve Aşağı Maraş bölgelerine yerleşirler.
Özellikle 1969-1970 yılları arasında, Beyrut’ta süren savaştan dolayı, Beyrut’un önemini kaybetmesiyle, Maraş dünyanın en ünlü eğlence ve turizm merkezlerinden birisi olarak gelişim gösterir.
Barış harekatından önce: şehir, 11.000 Kıbrıslı Türk tarafından, şehri kuşatan Kıbrıslı Rumlara karşı savunulur.
1974 Barış Harekatının hemen sonrasında, kentin en dinamik bölgesi olan Maraş’ın yerleşime kapanmasıyla, kent gelişimi önemli ölçüde durur. Maraş günümüzde yani 2022 yılında bir bölümü halka açılmıştır. Bir cadde yürüyüş ve bisikletliler için açılmış, ayrıca bir halk plajı faaliyete sokulmuştur.
1986 yılında Doğu Akdeniz Üniversitesinin kurulmasıyla, kentin sosyo-ekonomik yapısında büyük değişim görülür. Kente: üniversite öğrencisi ve çalışanları gibi, farklı yeni bir nüfus eklenir.
Bunun yanında, 2022 yılındaki ziyaretimde gördüğüm ilginç bir durum var, Kıbrıs Afrikalı dolmuş, duyduğuma göre üniversiteler, Afrikalı öğrencilere kontenjan açmışlar, burs vermişler, umarım bu uygulamanın ileride sıkıntıları olmaz.
Günümüzde KKTC’nin en büyük limanı ve tek Serbest Liman buradadır.
DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ
Doğu Akdeniz Üniversitesi, şehrin 3 km kuzeybatısında, Karpaz yolu ile Eski Lefkoşa yolu arasında yer alan bölgededir.
Eğitimin yanında, sosyal ve kültürel birçok alanda kentin gelişimine katkıda bulunan üniversite, 10 bin öğrenci kapasitesiyle, kentin ekonomik lokomotifidir.
TURİZM DEĞERLERİ
Kıbrıs Gazimağusa:
Şehri bir baştan bir başa çevreleyen 3 kilometre uzunluğundaki Venedik Surları, Gotik tarzın en güzel örneklerinden birisi olan Lüzinyan krallarının Kudüs krallığı tacını giydikleri St Nicholas Ketedrali (Lala Mustafa Paşa camisi), Osmanlı döneminde vatan şairi Namık Kemal’in 38 ay boyunca sürgünde kaldığı zindan, Gazimagusa şehrinin zengin tarihinin ve kültürel mirasının sadece birkaçıdır.
Gazimagosa şehrinin hemen kuzeyinde, Kıbrıs adasındaki antik şehir krallıklarından biri olan Salamis antik şehri vardır.
Roma dönemini yansıtan gymnasium, tiyatro ve hamam yapıları görülmeye değerdir. Salamis Sit alanı içinde bulunan ve inanç turizmi açısından önemli bir değer ise St Barnabas Manastırıdır.
Hıristiyanlık dünyasının önemli azizlerinden biri olan ve Kıbrıs kilisesinin kurucusu olan St Barnabas’ın mezarı ve ona atfen yapılan manastır, önemli çekim merkezlerinden biridir.
Duyduklarıma göre, Barnabas yani İncil yazarlarından biri olan bu kutsal kişi, öldüğünde elinde yazdığı İncil ile birlikte bulunur, uzun süre elinden İncili almaya çalışırlar ama alamazlar.
ALIŞVERİŞ
Magosa şehrinde: alışveriş yapmak isterseniz:
Şehir merkezindeki; 1001, Mr Paund ve Lemar gibi alışveriş merkezlerini ziyaret edebilirsiniz. Bu alışveriş merkezlerinden: Mr Paund, çok miktarda ıvır-zıvır obje satılmakta olup, bütün her şey sadece 25 TL. (paund yükselince bu rakam da yükseliyor.) dır.
Burada: İngiliz malı, şampuan ve diğer mallar ilginizi çekebilir.
Lemar: (eski ve yeni olmak üzere iki tane Lemar var.) Türkiye’de bolca bulunan AVM lerden birine benzemektedir.
1001 ise, adından da anlaşılacağı üzere, çok miktarda yine ıvır-zıvır ürünün satıldığı bir yer olarak dikkat çekiyor.
Bunların dışında Çin pazarı (inanın satılan ürünlerin hiçbiri Çin malı değil ama böyle bir isim verilmiş) var.
Ayrıca: City Mall isimli bir AVM var. Burasıda oldukça modern bir ortamda 10-15 civarında marka mağazalarının bulunduğu bir yer.
Buralar gezebilirsiniz. Ancak unutmamak gerekir ki, özellikle döviz fiyatlarının yükselmesiyle bu mekanlardaki ürünlerin fiyatları da yükselmiş, yani önceki yıllardaki gibi ucuzluk yok, yurt dışından ürünler oldukça az, çoğu satılan ürün, ülkemizden İstanbul ve Gaziantep yörelerinden giden ürünler.
Peki burada ne satın alınır?
Bence: Kıbrıs’a özgün dantelli porselen takımlar satın alabilirsiniz. Çünkü, bunların orijinal İngiliz malı olanları ilgi çekiyor. Ayrıca, Kıbrıs son yıllarda çanta cenneti olmuş, her tür markanın orijinal olmayan benzerleri burada oldukça uygun fiyatlara satılıyor, yani her yan çanta satan yerlerle dolu.
Yine burada: üzerinde Kıbrıs haritası ve yazısı olan, bambudan yapılmış sepetler, tepsiler, çay bardağı altlıkları bulunuyor.
Bunun dışında elektronik meraklıları için: Magosa şehrinden cep telefonu satın alabilirsiniz, ancak fiyatını birkaç yere sormadan sakın almayın, fiyat değişiyor ve pazarlık yaparak almayı tercih edin, çıkış kağıdı veya pasaporta işleterek Türkiye’ye sokabiliyorsunuz. (Her kişi, 2 yılda bir telefon alıp Türkiye’ye sokabiliyor, ilave vergi ödemeniz gerekiyor, yıllara göre değiştiği için rakam yazmıyorum. )
Son bir not: son olarak burayı ziyaret ettiğimde cep telefonlarında da ucuzluğun tamamen ortadan kalktığını öğrendim, bence hiç cep telefonu aramayın, almaya uğraşmayın.
GEZİ PLANI
Açık hava müzesi durumundaki Gazimagosa şehrini: Deniz kapısından (Porte Del Mare) başlayarak adım adım gezebilirsiniz.
Lüzinyan krallarının Kudüs krallık tacını giydikleri St Nicholas Katedrali (günümüzdeki ismiyle Lala Mustafa Paşa Camisi) Ortadoğu’daki en mükemmel taş işçilikle yapılan katedral olup, Gazimagosa surları içinin merkezindedir. Bu meydan Lüzinyan, Venedik ve Osmanlı döneminin izlerini taşır.
St Nicholas Katedralinin önündeki katedralle yaşıt (2017 yılı itibarı ile 718 yaşında) Kıbrıs’ta yaşayan en eski cümbez ağacı (Ficus Sycomorus) görülebilir.
Shakespeare’in Othelle trajedyasına konu olan “Othelle kalesi” sizlere “Desdemona” nın trafik hikayesini anımsatacaktır.
MÖ. 1184 yılından başlayarak MS. 9’ncu yüzyıla kadar 21 yüzyıl iskan gören ve uzun yıllar Kıbrıs’ın başkenti olan Antik Salamis kenti kalıntılarını ziyaret edebilirsiniz.
St. Barbanas’ın Gazimağusa yakınlarındaki Salamis’te doğduğu ve mezarının ise Salamis mezarlık alanında bulunduğu bilinmektedir. St.Barbanas Manastırı ve Mezarı, Hıristiyanlık alemi ve inanç turizmi için Kuzey Kıbrıs’ın önemli bir değeridir.
Osmanlı döneminde Paris sefiri görevinde bulunan 28.Mehmet Çelebi’nin Gazimağusa’daki St. Peter & St. Paul Katedrali (Sinan Paşa Camii) avlusunda bulunan Osmanlı dönemi taş işçiliğinin ender örnekleri arasında yer alan mezar/türbesini görebilirsiniz.
9 Nisan 1873-7 Haziran 1876 tarihleri arasında 38 ay süreyle Gazimagusa’da kalebend olarak ikamet etmek zorunda kalan vatan ve millet şairi Namık Kemal’in kaldığı zindanı görebilirsiniz.
Kıbrıs tarihinin en önemli yerleşim yerlerinden biri olan ve çok zengin buluntular veren Erkomi-Alasia yerleşim yerinin görülmesi.
FESTİVALLER.
Nisan ayında Mormenekşe Enginar Festivali,
Haziran ayında Uluslar arası Mağusa Kültür Sanat Festivali,
Ağustos ayında Yeniboğaziçi Pulya Festivali.
GEZİLECEK YERLER
LİMAN
Ortaçağ döneminde, Gazimagusa şehrini kuranların en önemli amacı: Peidaos nehrinin taşıdığı toprakla dolmuş Salamis limanı yerine, iyi durumdaki Gazimagosa limanını kullanmak olmuştur.
Benzer şekilde, 12’nci yüzyıldan itibaren kentte görülen hızlı gelişmenin nedeni ve 19’ncu yüzyılda İngilizlerin Kıbrıs’la ilgilenmelerinin en önemli nedenlerinden biri de Gazimagosa limanıdır.
Gazimagosa limanının önem kazandığı ve potansiyelinin arttığı zamanlarda kent gelişmiş, limanın Osmanlı dönemindeki gibi az kullanıldığı zamanlarda ise, kent gerilemiştir.
Liman, sahip olduğu doğal korumayla adadaki en güvenilir demirleme olanaklarını sunar.
Dış liman yaklaşık 1.5 km uzunluğundadır ve dış limanı saran, yaklaşık 1 km uzunluğunda kaya resifleri, doğal bir dalgakıran görevi görürler.
İç liman ise, tam olarak İç kale ve Canbulat tabya arasındaki surlar boyunca uzanır ve deniz kıyısındaki üç küçük ada sayesinde, çok güvenli ve korunaklıdır.
LALA MUSTAFA PAŞA CAMİSİ-ST NİCHOLAS KATEDRALİ
Magosa şehir merkezinde, Namık Kemal meydanındadır.
Yapı: Lüzinyan döneminde 1298-1312 yılları arasında yapılmıştır. 1308 yılında inşaat halinde olduğuna dair çeşitli kaynaklar vardır.
Lüzinyan kralları: önce Lefkoşa’da bulunan Ayasofya Katedralinde Lüzinyan kralı tacını, burada ise Kudüs kralı tacını giyiyorlardı.
Mimari
Kente gelen gezginlerin de her zaman dikkatini çeken yapı, çoğu kere Fransa’da bulunan Gotik kiliselere benzetilmiştir. Binanın batı cephesinin mimarisi: Reims Katedrali mimarisinden etkilenmiştir.
Akdeniz bölgesinin en güzel Gotik yapılarından birisidir. Gotik tarzda işlemeli, eşsiz bir penceresi vardır. Batı yönünde bulunan giriş cephesi, bazı detaylarını ve özgün yapı malzemelerinin bir kısmını yitirmiş olmakla birlikte, yapıldığı tarihten itibaren fazla değişikliğe uğramamıştır.
Girişin iki köşesinde, iki katlı, sekizgen kuleler vardır. Bunlardan soldaki 1572 yılında minareye dönüştürülmüştür. Bu kulelerin alt katları yan nefler yüksekliğindedir, tepelerinde ise pinakoloları bulunmaktadır.
Kulelerin arasında, önde duran duvar boyunca üç giriş vardır. Bu girişlerin içinde yer aldığı üçgen yağmur silmeleri aynı yüksekliktedir.
Girişteki yuvarlak pencerenin üzerinde: bir Venedik arması görülür. Bu kabartma arma bazı hayvan figürleriyle süslüdür ve Salamis antik şehrindeki bir tapınaktan getirildiği düşünülmektedir.
Katedralin apsisi doğu tarzındadır ve çoğu Kıbrıs kiliselerinde olduğu gibi: 3 bölümden oluşmaktadır.
Üst kısmında pencereler iyi korunmuştur.
Batı cephesinde ve yanda iki şapel vardır.
MS 16’ncı yüzyıla tarihlenen Venedik galerisi, katedralin güneybatısındadır.
İç mekandaki fresklerin tümü beyaza boyanmıştır.
Cümbez ağacı-Ficus Sycomorus
Doğu Afrika kökenli ve kentin içinde birkaç yerde daha görülen, küçük meyveli, nadir bir tropikal bir tür incir ağacı olan “Cümbez ağacı” adanın kuzeyinde nadir bulunan bir ağaçtır.
Çevresi yani genişliği: tabanda 1.30 metre ve yükseklikte 4.95 metredir. Boyu ise 15 metredir. Tahmini yaşının 719 olduğu düşünülmektedir.
Ağacın, katedralin yapımına başlanılan 1298 yılında dikildiği sanılmaktadır. Gövdesi 2.70 metreden sonra 7 dala ayrılır. Kıbrıs’ta yaşadığı bilinen en yaşlı ve canlı ağaçtır.
Yılda 7 kez meyve veren ağaç, katedralin önünde büyüleyici bir gölge verir. Meydanın hemen her yerinden görülebilir.
Piskoposluk Şapeli
St Nicholas kilisesinin doğusunda konumlanmış olan küçük bir şapeldir. Tek nefli ve yarım daire apsisli yapının beşik tonoz olan üst örtüsü, enine kemerlerle taşınmaktadır.
Yapının batı cephesindeki ana giriş dışında kuzey ve güneyde de girişleri vardır. 1940-1947 yılları arasında yapılan çalışmalarda: şapelin kazı, temizlik, güney cephe, çatı ve kornişlerde onarım, batı kapısına bariyer ve çevre duvarları yapımı gerçekleşmiştir.
Piskoposluk Sarayı
Kilisenin kuzeyinde Liman yolu sokak üzerinde, yan yana sıralanmış dükkanlar ve üst katında da günümüzde bulunmayan Piskoposluk Sarayı bulunmaktaydı.
Günümüzde Piskoposluk sarayından geriye güneydoğu köşesinde bir merdiven dışında herhangi bir ipucu kalmamıştır.
Piskoposluk Sarayının altına gelir getirmek üzere yapılmış ve 14’ncü yüzyıl başındaki kayıtlarda geçen dükkanlardan sadece 7 tanesi ayakta kalmıştır.
Yola bakan ve yola dik beşik tonozlarla örtülmüş mekanların önünde yer almış ahşap revağın izleri hala görülmektedir. 1400’lü yıllara tarihlenen bu dükkanlar, daha önce burada bulunan dükkanların yerine inşa edilmiştir.
Camiye çevrilme
Osmanlı bölgeyi ele geçirince, 1571 yılında katedral minare eklenerek camiye çevrilir ve ibadete açılır. 1571 yılında camiye çevrildiğinde ismi “Aya Sofya” camisidir.
1954 yılında ise ismi değiştirilmiş ve “Lala Mustafa Paşa Camisi” olmuştur.
Avluda bulunan 16’ncı yüzyıl Venedik galerisi: Şadırvan olarak kullanılmaktadır. Caminin avlusunda, Osmanlı dönemine ait üç mezar bulunmaktadır.
Mustafa Zührü Efendi Türbesi
Bu türbede: 1903 yılında ölen ve İmam Hatip ve Kavanin azalığı yapan Mustafa Zührü Efendi gömülüdür. Türbe, hiçbir değişime uğramadan günümüze gelmiştir. Kubbesi dört kemer üstüne oturur ve kemer açıklıklarını kapatmak için tek kapılı demir parmaklık yerleştirilmiştir.
Şam Müftüsü Mehmet Ömer Efendi Türbesi
Klasik Osmanlı türbe mimarisinin tipik örneğidir. Yanlarındaki sivri kemerleri ve türbeyi örten kubbesi dikkat çeker. Tamir edilmesi nedeniyle, mimari özelliklerinden çok şey kaybeden türbe, günümüzde değişik amaçlarla kullanılmaktadır.
Bu türbenin imam ve müderris olan İbrahim Efendiye ait olma olasılığı üzerinde durulmaktadır.
MAGOSA SURLAR
1489 yılına kadar, Magosa şehrini çevreleyen Lüzinyan surları, çok yüksek olmalarına karşın ince bir yapıya sahipti.
Daha sonra Kıbrıs’ı ele geçiren Venedikliler, özellikle Osmanlılara karşı önlem olmak üzere surları, ateşli silahlara karşı sağlamlaştırmak amacıyla, 1550 yılında Venedik’ten uzmanlar (kaptan Nikolao Foskanini ve mühendis Giovanni Girolamo Sanmichele) getirterek yeniden elden geçirirler.
Ünlü mimar Michele Sanmicheli’nin yeğeni olan Giovanni Girolamo Sanmichele: 16’ncı yüzyıl ortalarında surların yapımı için Kıbrıs’a gönderilmiştir. 1559 yılında 45 yaşında Kıbrıs’ta ölmüş olan mimarın, yeni eklerin tasarımındaki ağırlığı bilinmektedir.
Venedik Donanması Müzesinde bulunan ve 1548-1558 yıllarına ait olduğu ortaya konan, Gazimagosa maketinin, Girolama Sanmichele’ye ait olduğu düşünülmektedir.
Özellikle: deniz tarafındaki surlar, Martinengo tabyası ve kara kapısı bu dönemde inşa edilir. İngiliz ve İtalyan terminolojilerinde, burçlardan farklı adlandırılmayan köşe burçları ve cavalier olarak isimlendirilen atış platformları, Türkçe isimlendirmede, ortak bir terimle “Tabya” olarak geçer.
Ayrıca: surların şehir dışındaki kısmına, 1373 yılında Cenevizlilere karşı verilen savaş sırasında Kıbrıs kralının emriyle kazılan hendek daha da genişletilerek 46 metreye çıkarıldı ve içine su dolduruldu.
Hendekler, minimum 7.5 metre derinliktedir. Sur duvarlarının karşısında, hendekleri çevreleyen duvarların belli bir yüksekliğe kadar olan kısmı kaya oyma, üst kısımları ise örgüdür.
Hendeklerin oyma katmanlarından çıkarılan taşlar, surların yapılında kullanılmıştır. Küçük çukurlar içinde toplanan su birikintilerinin, geçmişte hendekleri sivrisinek ve sıtma yatakları haline getirdiği bilinmektedir.
Surların elden geçirilmesi: MS 1550-1562 yılları arasında devam etti. 1562 yılında güçlendirme işlemi bittikten sonra, surlar hakiki kaleye dönüştürülür.
İri kesme taştan yapılan, 3 km uzunluğundaki bu surların yüksekliği 18 metre ve genişliği bazı yerlerde ise 8 metreye kadar çıkabilmektedir.
Duvarlarda burçlar, kapılar, rampalar, mazgallar, cephanelikler, depo ve ahırlar yapıldı.
Surlardaki kuleler şöyle isimlendirildi: Arsenal (Canbulat), Mare (deniz kapısı burcu), Castella (othello kulesi), Signonia (halkalı mazgal), Diamete (karpaz tabya) ve Mozzo (şehit tabya) dur.
Arsenal burcu ve Elmas tabyanın bulunduğu yerdeki surların temelleri zayıftır, çünkü kumun üzerine oturtulmuştur. Diğer yerlerde surların temeli, ana kaya üzerine oturtulmuştur.
Ayrıca: bir iç kale olarak Othello binası ve orijinal iki giriş kapısı olarak Kara Kapısı (Ravelin) ve Deniz Kapısı (Porto del Mare) vardır.
Osmanlı dönemi
1571 yılında Osmanlı güçleri adaya geldiğinde, Magosa kalesindeki Venedikliler sadece 10 ay direnebildiler. Lala Mustafa Paşa önderliğindeki Osmanlı ordusunun yoğun ateşi sonunda, kalenin bazı yerlerinde ciddi hasarlar oluştu.
Venedikliler asker sayısının büyük kısmını kaybederken, barut depoları da tükendi.
Şehit Osmanlılar tarafından fetih edilince, fetih sırasında harap olan surlar, fetih sonrasında Osmanlılar tarafından kısa zamanda onarıldı.
Çünkü Kıbrıs’ın ilk yılı bütçesinden bu kalenin tamiri için para ayrılmıştır. Bu kalenin deniz kenarında bulunan Canbolad’ın kuşattığı burç da temelinden deniz yüzünden itibaren onarılacak, bundan başka Derviş Paşa kulesi ise temelden inşa edilecektir.
Magosa surları ve burçları yakından incelendiğinde yer yer taşların kesim şekillerinde farklılıklar görülür. Bu kesimlerden dolayı, hangi kısımların Osmanlı, hangilerinin Venedik tarzı olduğunu tahmin etmek mümkündür.
Canpolat Burcu ve Akkule, bugün rahatlıkla izlenen kısımlardır. Yapılan bu eklemeler kaleye uygun bir şekilde inşa edilmiştir.
Özellikle Akkule (Ravelin veya Rirettino), Su burcu (Andreuzzi), Altun Tabya (Ay Napa), Halkalı Tabyası (Composanto) ve Canbolat Burçları (Old Arsenal-Eski Tophane) kuşatma sırasında en fazla hasar gören kısımlar olmuş ve bunlar tamamı ile yeniden yapılmıştır.
Bu yeniden yapılan kısımlar içinde, Akkule ve Karakapısı’nı da içeren Akkale ile Canbolat burcu en önemle kısımlardır. Akkale’ye yeniçerilerin ibadeti amacıyla 1619 yılında bir de mescit yapılmıştır.
Canbolat burcu, günümüzde müze ve türbe olarak kullanılmaktadır. Burası kaleye ilk Türk bayrağını diktiği rivayet edilen Kilis Beyi Canbolat Paşa’nın türbesidir.
Akkale’de yapılan değişiklikler sonucu Ravelin özelliğini kaybedip, bir tabya özelliği kazanır. Giriş kapıları kapatılıp, yerlerine yenileri açılır, daha önce kaleden tamamı ile ayrı olan dış kısım ile birleşen iki tonozlu geçit yapılır.
Magosa surları ile ilgili beğendiğim bir hikayeyi aslında bir gerçeği sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kalenin Venedikli komutanı Bragadino ve kumandanları, adadan ayrılmadan önce Lala Mustafa Paşa’yı ziyarete giderler.
Bu ziyarette: Lala Mustafa Paşa: Magosa’nın Venedikli halkını Venedik’e götürecek olan Osmanlı gemilerinin, buraya geri dönüş yolundaki emniyetini sağlamak için, bazı Venedik ileri gelenlerini rehin bırakmalarını ister.
Bragadino bu öneriye sertçe karşı çıkar ve kendilerinde bulunan esirleri öldürtür. Bunun üzerine: Bragadino öldürülerek derisi yüzülür ve gemilere bindirilen Venedikli halk da Venedik’e götürülmeyerek esir tutulur.
Bu arada, kuşatma sırasında beklenen Haçlı donanması da geri dönüş yolunda, Osmanlı donanmasını, İnebahtı’da pusuya düşürür ve denizcileriyle birlikte yok eder.
Böylelikle: zaten Kıbrıs’ı alarak çok para harcamış olan Osmanlı donanması iyice zayıflamış olur.
Kara kapısı-Akkule-Ravelin
Kente girişi sağlayan orijinal iki şehir kapısından biridir. Buraya “Akkule” isminin verilmesinin sebebi, kuşatmanın ardından Venediklilerin buraya beyaz bayrak çekerek teslim olmalarıdır.
Kentin ana giriş kapısını koruyabilecek şekilde planlanmış olup MS 1544 yılında Venedikliler tarafından yapılmıştır.
Orijinal ismi “Yarım ay şeklinde tabya” anlamındaki “Ravelin” dir.
Aslında tek bir tabyadan ibaret yapı değildir. Burada bir atış platformu, bir kale burcu, bir ravelin ve iki giriş kapısı bir arada bulunmaktadır. Bu yapıların bir dış çeperi işlevini yürüten Ravelin, 1544 yılına tarihlenmektedir.
Ravelinler, Ortaçağ’da sur girişlerini savunmak için yapılan, yarım daire şeklinde yapıların geliştirilmiş biçimidir.
Girişleri koruyan bu dış kabuklar, top kullanımının başlamasının ardından, ana yapıdan koparılmış ve ravelin adını almıştır. Ravelinlerin amacı, sur girişlerinin doğrudan bombalamadan korunmasını sağlamaktır.
Buradaki Ravelin de, benzer özellikler göstermektedir. İki yan duvara bitişik olan eski giriş kapıları, hala görülebilmektedir.
Birçok kaynakta: kent dışından bu kapılara girişin kalkar köprülerle yapıldığı yazılıdır.
Kara kapısı
Surların Othello kalesinden sonra en eski kısmıdır.
Bugünkü köprü ile giriş bölümleri yeni olup: eskiden surların kule yanındaki bir top yuvasının içinden geçiliyordu.
Şehre bakan kısımda: kemerli bir geçit vardı. Bu geçidin her iki yanında: duvar freskleri, armalar ve küçük bir de kilise bulunuyordu.
Burada yapılan kazılarda: geçitler, top yuvaları ve ilginç bölge ve galeriler açığa çıkarılmıştır.
Kemerli geçidin şehre bakan tarafında, Venedikliler zamanında zindan olarak kullanılan yer altı odaları bulunmuştur.
Akkule tabya, 1571 fethi sırasında en şiddetli çatışmaların sürdürüldüğü iki noktadan birisidir. Saldırılarını, Canbulat tabya ile Akkule tabya arasındaki hat üzerinden planlamış olan Osmanlı orduları, uzun süre Canbulat tabya üzerinden kente girişin yollarını aradıktan sonra, Akkule tabyaya yönelmişlerdir.
Akkule tabyanın karşısındaki duvarların arkasını boşaltarak, buraya mevzilenen Türklerin, kurdukları 7 topla, burayı sürekli bombardımana tuttukları ve Ravelinde 9 Temmuz’da cephaneliğin patlamasıyla 1000 Türk ve 100 yerli savaşçının öldüğü, bu patlamadan sonra korunak kalmadığı için onarım yapma imkanının kalmadığı bilinmektedir.
Tophane-Martinengo Tabyası
Magosa surlarının kuzey batı köşesindedir. Diğer burç ve tabyaların aksine, tümüyle bir Venedik yapısıdır.
Daha önce mevcut olan iki burcun yan duvarları uzatılarak tek bir kesişim elde edilmiş ve bu kesişime de, Tophane Tabya inşa edilmiştir.
1550-1559 yılları arasında yapılmıştır. Venediklilerin surlara eklediği son yapıdır.
Yapımcısı: Veronalı, kutsanmış mimar Michele San Michel’in kuzeni Giovanni Grolama San Michel’dir. Kendisi 1550 yılında Venedik Cumhuriyeti tarafından gönderilmiş ve 1559 yılında 45 yaşında vefat edince St Nicholas Katedraline gömülmüştür.
Yapı: Ortaçağ askeri mühendisliğinin başyapıtlarından biridir. 16’ncı yüzyıl sur mimarlığı tasarımında önemli bir gelişme olan ok biçiminde tabyalara bir örnektir.
Yanlardaki kanatlar arasına yerleştirilen toplarla, düşman için hedef küçültürken, 180 derecelik bir görüş alanı sunarak, atış istikametini arttıran bu yapılar, savunma açısından büyük avantaj sağlamıştır.
Magosa tahkimat duvarlarının neredeyse zapt edilemeyecek en güçlü savunma yeri olup, kalp şeklindedir.
Yaklaşık bir mil karenin üzerinde yer kaplamaktadır.
Düzgün kesilmiş taşlardan yapılmış olup duvarlarının kalınlığı 13-20 ayak arasında değişiklik gösterir.
Top atışlarında barut dumanının dışarıya çıkmasını sağlamak için, üst tonozlarda havalandırma bacası delikleri, top mazgallarının yanındaki duvarlarda ise barut fıçıları ile top atışlarında kullanılan malzemelerin konulduğu küçük dolap yerleri yani hücreler bulunmaktadır.
Osmanlılara karşı Kıbrıs’a takviye olarak gönderilen Venedik kuvvetlerine komutanlık yapan Hiernino Martinengo yolda ölünce, Magosa’ya getirilir ve Venedikliler, çok sevdikleri komutanın hatırına tabyaya onun ismini verirler.
Fetih sırasında, muhtemelen buradaki çatışmalar çok kısa ve etkisiz olmuştur.
Tophane tabyası: II. Dünya savaşı sırasında petrol deposu olarak kullanılmıştır. 1974 yılında ise, büyük odalarda saklanan yaklaşık 200 kadın ve çocuk, güvenli sığınakları sayesinde ölümden kurtulmuştur.
Karpaz Tabya
Surların en kuzeyindeki noktada bulunan tabyadır. Kara ve deniz surlarının kesişiminde, kentin doğu ucunda yer alır. Bu tabyanın, Ceneviz yapımı olduğu düşünülmektedir.
Bu tabya ile ilgili ayrıntılı bilgi yoktur. Tabya 20’nci yüzyılda yapılmış kazı ve restorasyon çalışmaları sırasında 1939 yılında temizlenmiş, güçlendirilmiş ve onarılmıştır.
Yapının daha önceleri tahıl ambarı olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Deniz Kapısı-Porto Del Mare
Kente girişi sağlayan orijinal şehir kapılarından biridir.
İtalyan-Rönesans stilinde inşa edilmiş, çok güzel bir mimariye sahip ve iyi korunmuş durumdadır.
1496 yılında Venedikli Nicolo Prioli tarafından yapılmıştır. Tasarımını Leonardo Da Vinci’nin yaptığı söyleniyor.
Vinci, 1481 yılında adaya gelmiştir. (İnce bir ayrıntı: Leonardo Da Vinci: adada iken Venedikli halkın yoğun olarak yaşadığı Lefkara’ya gider, burada yapılan Lefkara el işini çok beğenir ve “Son Yemek” isimli tablosunda, masa örtüsü olarak Lefkara işini resmeder.)
Şehre açılan demirle kaplanmış ahşap kapı Türkler zamanında, deniz tarafına açılan demir parmaklıklı kapı ise Venedik zamanında yapılmıştır.
Kapının üst kısmında, mermer levha üzerine kabartma olarak işlenmiş Venedik amblemi “Kanatlı Aslan”, Nicolo Prioli’nin ismi ve arması ve 1496 tarihi görülür. Mermerin ise Salamis’ten getirildiği sanılıyor.
Canbulat Türbesi-Arsenal Tabyası
Deniz taraı dairesel, hendek tarafı düz duvarlı olan Canbulat tabya, kara ve deniz surlarının kesişiminde, kentin doğu ucundadır.
Üzerindeki yazıtın yeri boş olan Canbulat Tabya, “Arsenal” ismini yapımından önce burada bulunan Tersaneden almıştır.
Kıbrıs’ın fethine karar verildiğinde, Kilis sancak beyi Canbulat Bey’in kuvvetler arasına alınması önerilir.
Lefkoşa’nın Osmanlılar tarafından fethinde, üstün yararlılıkları görüldüğünden, 1570 yılında Magosa’yı kuşatan Osmanlı ordusunda İskender Paşa ve Deniz Paşa ile birlikte görevlendirilir.
Orijinal adı: Arsenal Tabyası olan mevkide, şehit düştüğü inancıyla türbesi buradaki tabyanın altındadır. Yerli halk çoğu zaman türbeyi ziyaret etmiştir ve etmektedir.
Türbe, tabyanın iç mekanındadır. 1968 yılında yapılan onarımların ardından, türbenin bulunduğu kısmın önündeki beşik tonozlu mekan restore edilerek müzeye dönüştürülmüş ve halen bazı etnoğrafik ve arkeolojik eserler burada sergilenmektedir.
Canbulat tabya, iç kale gibi en erken tarihli kaynaklarda yer alan sur yapılarından birisidir. 1310 yılına tarihlenen çalışmalarda, Arsenal ve iç kale arasında bir duvar yapıldığı belirtilir. Yani, kulenin 1310 yılından önce yapıldığı bilinmektedir.
1372 yılında ise, Arsenal kulesinin savunma nitelikleri, II. Peter tarafından iyileştirilmiştir. Bu alan, 1571 fethinde en yoğun çatışmaların geçtiği alan olmuştur.
Fetih sırasında Türk birliklerinin bu tabyanın çevresinde konumlandırılmış olmalarına bağlı olarak, Kale içindeki anıtların çoğunun bu yöne bakan cephelerinde hasar gözlenmektedir.
Türklerin çatışma sırasında, Kara Kule olarak adlandırdıkları Canbulat Tabya’da 30 Haziran’da gerçekleşen ve 6 saat süren çatışmalar sonucu iki tarafında ağır kayıpları olmuştur.
Zamanla yıpranan bina, 1968 yılında yeniden inşa edilerek, ön kısmı da müzeye dönüştürülmüştür. 20’nci yüzyılda, Canbulat tabya üzerine, tabyanın bütünlüğünü yok eden bir deniz feneri inşa edilmiştir.
Halen müzede Etnoğrafik ve Arkeolojik eserler sergilenmektedir.
SARAY-VENEDİK SARAYI-PLAZZA DEL PROVEDİTORE
Kale içinde, Namık Kemal Meydanının güney batısındadır.
Önceleri burada MS 12’nci yüzyılda Gotik tarzda yapılmış bir Lüzinyan kraliyet sarayı vardı. Ancak, Magosa şehrini, Lefkoşa’dan sonra ikinci ikametgah olarak kullanan Lüzinyan krallarından hangisinin, sarayın yapımında etkili olduğu bilinmemektedir.
Ancak: Peter II’nin 1369 yılında başlayan saltanatına kadar, Kıbrıs kralları bu sarayda otururdu. Cenevizliler buraya “Domini regis” ismini vermişlerdi.
Saray Cenevizliler tarafından yıkılınca, buraya Venedik döneminde, adanın askeri valisinin (Provaditore) ikametgahı inşa edildi.
Sarayın kapısı, bir zamanlar Avrupa’nın en büyük meydanı olarak bilinen merkezi meydana açılıyordu.
Doğudaki üç kemerli cephesi, MS 11’nci yüzyılda yapılmıştır. Kemerlerde kullanılan sütunlar Salamis harabelerinden getirilmiştir.
Merkezi kemerin üst başında, Kıbrıs’ın yöneticisi Giovanni Renier’in 1552 tarihini taşıyan mermer arması görülür.
Saray yapısında, günümüze kadar olan süreçte ayrıntılı kazı çalışması yapılmamıştır. Sarayın ayakta kalan bölümlerinin büyük kısmı Venedik dönemine tarihlenir.
Böylece, sarayın çoğu kez bir Venedik dönemi yapısı olarak düşünülmesine sebep olmuştur.
Saraydan bugün ayakta kalanlar, orta kemeri üstünde bir arma bulunan üç kemerli bir ön cephe, ona güney-doğu ucundan takılmış bir kol, avlunun en arkasında bulunan L biçimli bir yapı kalıntısı ve bir şapelden ibarettir.
Giriş cephesinin arkasında, ona paralel ve çok daha sade bir kemer dizisi bulunur. Arkadaki bu kemerlerin Venedik döneminden önceki saray cephesi olduğu düşünülmektedir.
Cephenin arkasındaki kol üzerinde, zemin katta caddeden kullanılan dükkanlar, avluya bakan, zindan ve cephane deposu olarak kullanılmış küçük odalar, üst katta ise günümüzde Eski Eserler Dairesinin kullandığı, Osmanlı dönemine ait bir mekan ve 20’nci yüzyıl ortalarına doğru yapılmış mekanlar bulunur.
Saray kalıntılarının kuzey-batı köşesinde adı bilinmeyen bir şapel bulunur. Saray ile işlevsel ilişki içerisinde olduğu anlaşılan şapel, saray kompleksi içindeki tek özgün yapıdır.
Ancak hem iç mekan, hem de kütlesel farklılaşmasıyla zaman içinde çeşitli müdahaleler geçirmiştir. 1930-1950 yılları arasında elden geçirilmiş bu yapı, 1974 yılına kadar müze olarak kullanılmıştır.
Venedik döneminde, kentin surları ve diğer kamusal yapılarla birlikte saray da kapsamlı bir restorasyon geçirmiştir. Bu restorasyonlar sırasında ön cephe ve arkadaki mekanlar tümüyle yenilenmiştir. 1571 yılında şehre giren Türklerin, saray ziyaretiyle ilgili yapılmış tasvirlerde, yapının yıkılmış olduğuna dair bir ifade bulunmamasına rağmen, birçok kaynakta, bu yapının 1571 deki bombalamalar sırasında yıkılmış olduğu düşüncesi hakimdir.
1571 yılından sonra, hapishane, talimhane, kışla olarak kullanılmış olan saray mekanları ve avluda, bu dönemde herhangi bir restorasyon yapılmamıştır. İngiliz yönetimi sırasında da, bu yapıdaki hapishane ve karakol kullanımı uzun yıllar boyunca devam etmiştir.
Ancak yapı 20’nci yüzyıl ortalarında boşaltılarak, avlusu askeri araçların sergilendiği bir açık hava müzesine, bazı kapalı mekanları da Namık Kemal Müzesine dönüştürülmüştür.
NAMIK KEMAL ZİNDANI-MÜZESİ
Venedik sarayının bahçesinde bulunan eski bir zindan, müze olarak düzenlenmiştir.
Yapı: Osmanlı döneminde, Venedik Sarayı kalıntıları üzerine, 2 katlı olarak kesme taştan yapılmış bir hapishanedir. Tek mekandan oluşan alt katın, Venedik Sarayına açılın bir kapısı ve demir parmaklıklı bir penceresi vardır.
Üst kısma dik taşlı bir merdivenle çıkılmakta ve iki penceresi olan bu odada Namık Kemal ile ilgili belgeler sergilenmektedir. Müze 1993 yılında ziyarete açılmıştır.
9 Nisan 1873 yılında ünlü Türk şairi, gazeteci, oyun yazarı, bürokrat ve Genç Osmanlıların lideri Namık Kemal: sürgüne gönderildiği burada hapis hayatı yaşamıştır.
Namık Kemal’in adıyla anılan bu zindanın mevcut tek kapısı, Sarayın bahçesine açılır.
Namık Kemal’in buraya sürgüne gönderilmesine yol açan olay: 1 Nisan 1873 tarihinde İstanbul’da sahneye koyduğu “Vatan yahut Silistre” oyununun halk arasında büyük beğeni toplaması ve halkın Namık Kemal’e gösterdiği ilgi olmuştur.
Osmanlı Sultanı Abdülaziz, halkın bu ilgisini kışkırtma olarak yorumlamış ve Namık Kemal’i, Gazimagosa’ya sürgüne yollamıştır. Önceleri alt kattaki zindana kapatılan şair, bir süre sonra Kıbrıs Mutasarrıfı Veyis Paşa’nın izni ile üst kata çıkarılmıştır.
Yapının alt katı, kalın duvarları ve payandalarıyla Osmanlı dönemi öncesinin izlerini taşırken, üst katı pencere düzeni ve daha ince duvarlarıyla Osmanlı dönemine tarihlenir.
Namık Kemal: Gülnihal ve Akif Bey isimli eserlerini burada yazmıştır.
Günümüzde müze olarak kullanılan zindan da yer alan odada Namık Kemal’e ait bir beyit var. Beytin Türkçe anlamı şöyledir “Zalim ne kadar pervasız olursa olsun, yine zulmün binasını biz yıkarız. Bizi yerin, dünyanın merkezine atsalar da, yer küresini patlatır çıkarız.”
Namık Kemal; 3 Haziran 1876 tarihinde, Padişah V. Murat tarafından affedilene kadar, 38 ay burada sürgün hayatı yaşamıştır.
Burada bulunan Namık Kemal büstü: 17 Mart 1953 tarihinde, Namık Kemal meydanı adı verilen yere Magosa Türk Gücü tarafından dikilmiştir.
Bu büst, Türkler tarafından Kıbrıs’a dikilen ilk büsttür. Şair Namık Kemal’in bu zorunlu ziyareti, kent ve ada halkı üzerinde derin etkiler yaratmış ve ünlü şairin adı okul, sokak, mahalle ve ana meydana verilerek, kent belleğinin bir parçası haline getirilmiştir.
Müze haline getirilmiş yapıda, Namık Kemal’e ait birçok kişisel eşya ve bilgiler bulunmaktadır.
ST FRANCİS MANASTIRI VE KİLİSESİ
Aziz Francis’in hayatta bulunduğu MS 1217 veya MS 1226 yıllarında Kıbrıs’a gelen Fransiskan mezhebinin Gazimağusa’daki en önemli manastır ve kiliselerinden biriydi.
Büyük arazi sahipleri ile Roma dilencilerinden üyelere sahip olan Fransiskan mezhebi, MS. 1400 yılında adaya yayılmak suretiyle Kıbrıs’ta kurulan büyük mezhepler arasına girmiş, günümüze kadar da varlığını sürdürmüştür.
Manastır ile kilise: MS 12’nci yüzyıl sonu veya 14’ncü yüzyılda inşa edilmiştir. Kilisenin yapılması için harcanan paranın büyük bir bölümü Fransiskan rahipleriyle yakın ilişkiler içinde bulunan Kıbrıs kralı Henry II (1285-1324) tarafından karşılanmıştır.
Kilisenin yapımına mali katkı sağlayan Mağusalılar, yabancılar ve Cenevizliler bu kiliseye gömülmüşlerdir. Nitekim, kilisenin tabanında yapılan kazılarda MS. 1314-1474 yılları arasına tarihlenen mezar taşları bulunmuştur.
Günümüze gelemeyen manastırın, kilisenin güney batısında bulunduğu sanılmaktadır. Tek sahınlı olan kilisenin, sadece bazı duvar kalıntıları ile dört penceresi bulunan güney duvarı günümüze kadar gelmiştir.
GREKLERİN ST. GEORGE KİLİSESİ
Katedral olarak da bilinen kilise: Ortaçağ’da Gazimağusa’nın Ortodoks mahallesine Mağusalı zengin bir Rum tüccar tarafından yaptırılmıştır.
14-15’nci yüzyıla tarihlenen, Gotik stilde yapılmış çok büyük bir yapıdır.
Doğu ile batı fikirlerinin plan ile detaylara yansıyan en güzel örneklerindendir. Üç sahınlı kiliseye batıdaki sivri kemerli üç kapıdan girilmektedir. Kazılar sırasında burada bulunan pencerelere ait değişik renklerde camlara rastlanmıştır.
Doğu ucundaki üç apsisin duvarlarında kilisenin kurucularının mezarları ile İsa’nın hayatına ilişkin freskler görülür. Bu freskler, MS.15’nci yüzyılda İtalyan stilinin ikinci derecesine sınıflandırılacak bir karakterde yapılmıştır.
Doğal yıpranmaya karşın halen apsiste İsa’nın çarmıha gerilmesi, gömülmesi ve dirilmesi sahneleri izlenmektedir. Duvarların alt kısımlarındaki fresklerde ise Ortodoks kilisesinin azizleri ile diğer kutsal kişiler resmedilmiştir.
Katedralin üst kısmı 1571 yılındaki Osmanlı kuşatması sırasında yıkılmış olup, duvarlarında halen gülle izleri görülmektedir.
PETER VE PAUL KİLİSESİ-NESTORYEN KİLİSESİ-SİNAN PAŞA CAMİSİ
Sarayın güneybatı ucunun karşısındadır. Gazimagosa şehrinin St Nicholas Kilisesi dışında, kullanılmaya devam etmiş ve çatısı sağlam durumda kalmış en büyük kilisedir.
1571 fethinden sonra minare, mihrap ve minber eklenerek cami olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Sinan Paşa: Magosa şehrinin fethinin önemli komutanlarından birisidir. Yapı çeşitli dönemlerde tahıl ambarı olarak da kullanıldığı için Buğday Camisi diye de bilinir.
1938 yılında gerçekleştirilen kazı ve onarım çalışmaları sırasında, yapının temellerinde bir Süryani yazıt bulunur. Bu yazıt: kilisenin bir zamanlar Nestoryan kilisesi olduğu yönündeki bulguları güçlendirmiştir.
Bu yazıtın bulunmasının ardından, kilisenin banisi kabul edilen Simon Nostrano’nun soyadının da, aslında Nestoryan anlamına gelen Nestorano olduğu yönünde iddialar vardır.
Evet, bu kilise, Magosa’da yaşayan Suriyeliler (Keldaniler) için Françis Lakhas isimli bir Suriyeli tüccar tarafından 1339 yılında yaptırılmıştır.
Kilisede: deve resimleri ve Nestoryenlerin dini törenlerinde kullandıkları dil olan Süryanice yazılar vardır. Çan kulesi ve yan bölümler sonradan eklenmiştir. Giriş çok sade olup, üzerinde güzel bir gül pencere görülür. Teraslı tavan süslü dirseklerle desteklenmiştir.
Bu kilise Ortodoks Rumlara teslim edildikten sonra adı “Ayios Georgihios Ksorinos” (Sürgücü Aya Yorgi) olarak değiştirilmiştir.
Bu konu ile ilgili günümüze ulaşan bir de inanış vardır. Düşmanlarından kurtulmak isteyen bir kimsenin bu kilisenin döşemesinden bir miktar toprak veya toz alıp düşmanının evine bırakması halinde, söz konusu kişinin bir yıl içinde öleceğine veya adayı terk edeceğine inanılmaktadır.
1571 fethinden sonra 1600 civarında cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak hangi yıllar cami, hangi yıllar arasında depo olarak kullanıldığı bilinmemektedir.
Ancak bazı yazılı kaynaklara göre, 1877 yılında burası depo ve ahır olarak kullanılmıştır. 1937-1945 yılları arasında İngiliz döneminde patates ve tahıl deposu olarak kullanılmıştır.
Kapı ve pencerelerinin kapatılması yanında, farklı ürünleri depolayabilmek için ortasına da bir duvar örülmüştür. 1960’lı yılların başında kültür merkezi ve nikah dairesi olarak işlevlendirilmiş olan yapı, 1974 yılından sonra kütüphaneye dönüştürülmüştür.
1990 yılından sonra ise yeniden cami olarak ibadete açılmıştır. Günümüzde kullanılmamaktadır ve ziyarete kapalıdır.
İKİZ KİLİSELER-TEMPLAR VE HOSPİTALLER KİLİSELERİ
Kaleiçi’nin ortalarına yakın bir yerde, meydanın kuzey-batısında bulunan iki kiliseden: daha kuzeyde ve daha büyük olanı Templar kilisesi, diğeri ise Hospitalier kilisesidir.
İlk olarak: güneydeki kilisenin cephesindeki St John şövalyelerinin Limasol yakınlarındaki Kolossi kalesinde bulunan haça benzeyen amblem dolayısıyla, bu yapının Hospitalier yani St John şövalyelerine ait olduğu iddia edilmiştir.
Kuzeyde ve daha eski gibi görünen kilise Temllar şövalyelerine aitken, 1308 yılında bu örgütün adadan ayrılması ve adadaki mallarının Hospitalier şövalyelerine geçmesiyle birlikte, bu yapı da el değiştirmiş, ancak yapıyı yetersiz bulan Hospitalier şövalyeleri, güneydeki daha küçük kiliseyi de buna eklemişlerdir.
Bu yapılar, haçlı seferlerine katılan mezheplerin en güçlülerinden olan Templar ve Hospitaller Şövalyeleri tarafından MS. 12’nci yüzyıl sonu ile MS. 14’ncü yüzyıl başları arasında inşa edilmiştir.
Yan yana olan her iki kilisede: bu tarikatların Kıbrıs’taki merkeziydi.
Biraz daha büyük ve daha eski olan kuzeydeki: St. Antonio kilisesi adıyla bilinmekte olup Templar Şövalyeleri tarafından bir ibadet ve ziyaret yeri olarak inşa edilmiştir.
Templer şövalyeleri neden Kıbrıs’a gelmiştir?
Zamanın Kudüs kralı II. Boldvin: hacı olarak Kudüs’e gelen insanların bazı ihtiyaçları olacağını düşünerekten bir şövalye tarikatı kurmak istediklerini belirtir. Ardından en güvendiği iki şövalyesini bu tarikatı kurmaları için yetki verir.
Karargah olarak da Tapınak Dağı olarak bilinen ve günümüzde El Aksa Camisinin bulunduğu bölgeyi tahsis eder. Çünkü bu bölgeler tapınaklar bölgesi olarak bilinmekteydi ve ayrıca Hz Süleyman’ın Hazinesinin de bu bölgede gömülü olduğuna inanılıyordu.
Bu yüzden bu şövalyelerin ismi Tapınak Şövalyeleri olarak tarihe geçti. 1130 yılında Papa II. İnosend, bu tarikatın mensuplarına dokunulmazlık verince: Hıristiyan alemi içerisinde önemli kişiler haline geldiler.
Ancak bu dokunulmazlık Kudüs Hıristiyanlarının elinde kalmadı ve 13’ncü yüzyıldaki kutsanmanın ardından, tapınak şövalyeleri Kudüs’ün dışında bir başka üs kurdular. Burası da Kıbrıs idi.
Templar şövalyeleri, Kıbrıs’a bir üst kurduktan sonra İznik konsülü ortalarda dolaşan sayısız İncil nüshasından sadece dört tanesini resmi İncil olarak kabul eder ve sonra da Hıristiyanlığa ait bazı sırları gizlemeye başlar.
Bir zamanlar, Kudüs şehrinde bulunan bazı kutsal emanetlerin (kutsal sandık, İsa’nın kutsal kasesi gibi) Hz. Süleyman’ın tapınağının altında bir bodrumda saklı olduğuna inanılıyordu ve tapınak şövalyelerinin sandığı ve kaseyi buldukları, Kudüs’ün düşmesinden sonra bu objeleri saklamak için Kıbrıs’a getirdikleri, bir süre Magosa şehrindeki ikiz kiliselerde korudukları ve ardından Marsilya’ya götürdükleri iddia edilmektedir.
Hıristiyan aleminin en ünlü tarikatı haline gelen Templar Şövalyeleri, başta Ortadoğu ve Kıbrıs, ardından da Avrupa’da etkili olmaya başladılar.
Bütün finans merkezleri, tapınak şövalyelerinin eline geçti. Bu rahat ve lüks hayat, şövalyelerin hoşuna gitmeye başladı.
Dinin dışına çıkmaya başlayan yaşam biçimleri ile Papa’nın dikkatini çekti ve bu durumdan kaygı duyan Papa, dönemin Fransız kralı olan 4’ncü Flip’in yardımı ile yakalanan tüm Templar Şövalyeleri yakılarak öldürüldü.
Yakılarak yok olduğu sanılan Templar Şövalyeleri, şekil değiştirerek günümüzde bile yaşamaktadır.
Kemerli bir girişi olan güneydeki küçük kilise: hastalar ile yaşlıları koruyup kollayan Hospitaller Şövalyelerine aittir. Bu tarikatın kurucusu, Kıbrıs’ın Bizans valisi Epiphanios’un oğlu olan Amathuslu St. John the Almoner idi.
Templar Şövalyeliği Papa tarafından kaldırılınca Hospitalier Şövalyelerine ilkin 1308 yılında, yandaki kilise verilmiş, onlar o kiliseyi yıkmadan güney bitişiğine bu kiliseyi inşa etmişlerdir.
Küçük, basit, tek sahınlı ve haç tonozludur. Giriş kapısının lentosunda Hospitalier Şövalyelerinin arması vardır. Duvarlardaki iki kat freskten en yeni olanı MS. 16’ncı yüzyıl Bizans stilidir.
İki kiliseden daha büyük ve daha eski olan kuzeydeki kilise, tek neflidir. Dairesel bir apsisi ve girişle apsis arasında üç sahınlığı bulunmaktadır. Bu yapının girişi ve döşemesi, diğerine göre daha aşağıdadır, üst örtüsü de kaburgalı tonozludur.
Yapının kuzey ve güney cephesindeki payandaları oldukça büyük kesitlidir. Batı cephesinin iki yanında taşıyıcı kuleler ve revak izleri bulunmaktadır.
Giriş kapısının üzerinde bir gül pencere bulunur. Kuzey cephesinin ortasında bir giriş kapısı ve iki yanında da iki sıra pencere vardır. Batıya yakın köşesinde bir çan kulesi bulunur.
Güneyde bulunan ve cephesindeki haç amblemi nedeniyle Hospitalier’lere atfedilen küçük kilise, tek nefli ve tek açıklıklı şapel şemasındadır.
Bu kilisenin apsisi de daireseldir. Diğerine göre daha yüksekte olan bu kilisenin basit bir şeması vardır. Güney cephesinin girişe yakın bölümünde, üzerinde külahı bulunan bir çan kulesi yer alır.
Bu iki kiliseden kuzeydeki, Osmanlı döneminde mescit olarak kullanılmıştır. İngiliz döneminde de bu kullanım devam etmiştir. Daha önce kütüphaneye dönüşmüş olan kapı, günümüzde birkaç dernek ve topluluk tarafından ortak olarak kullanılmaktadır.
ERMENİ KİLİSESİ-ST MARY
Kentin kuzey-batısında, Karmelit kilisesinin kuzeyindedir. Şehirde ayakta duran kiliseler arasında en küçüğüdür. Kiliseden çok şapeli andırır. Latinler döneminde, özellikle Kilikya Ermeni krallığının yıkılmasından sonra artan Ermeni nüfusu, bir Ermeni kilisesi ihtiyacını doğurmuştur.
14’ncü yüzyıl başlarında yazılmış Ermeni yazmalarında, yazmaların yazıldığı yer olarak Gazimagosa’daki bir Ermeni kilisesinden söz edilmektedir.
St Mary’e adanmış bu kiliseyle, bu yazmalarda sözü edilen kilisenin aynı olma olasılığı yüksektir.
Yapı Osmanlı döneminde tabakhane olarak kullanılmıştır. Deri tabaklama işleminin yapıldığı mekanlardan biridir. Yapının doğu cephesi dışındaki cephelerinde birer kapı ve üzerlerinde birer pencere vardır.
Doğu cephesindeki dairesel apsis, yarım kubbeyle örtülüdür. Azizlerin freskleri altındaki Ermenice yazılar, yapının Ermeni kilisesi olduğunun önemli bir göstergesidir.
1936 yılında 90 yıllığına Ermeni Komitesine kiralanan yapı, 14 Ocak 1945 tarihinde bir törenle ibadete açılmış ve 1963 olaylarına kadar da Ermeniler tarafından kilise olarak kullanılmaya devam etmiştir. Yapı, günümüzde askeri bölge içinde yer almaktadır.
OTHELLO KALESİ
Magosa şehrinin kuzey doğu köşesinde bulunan bir iç kaledir.
Önceleri, burada MS 1310 yılında: Tyrke Prense tarafından yaptırılan eski bir kule ve bir tahkimat vardı.
Mevcut kale ise, Gazimagusa’nın Venedikli kaptanı Nicolao Foscarino tarafından 1492 yılında, saf İtalyan Rönesans stilinde, yeniden şekillendirilerek inşa edilmiştir.
Bu bilgiler, Venedik Cumhuriyeti amblemi olan kanatlı St Mark Aslan kabartması ile birlikte, kalenin ana giriş kapısının üzerine kazınarak kaydedilmiştir.
Venedikliler, buradaki Lüzinyan dönemine ait eski kuleler ve tahkimatı yıkıp, yerine yeni bir tahkimat yapma yerine: sadece üst kısımlardaki ince yapılı Lüzinyan duvarını yıktılar. Dış kısma yeni bir duvar inşa etmek suretiyle kalınlaştırıp sağlamlaştırdılar.
Köşelere ise daire şeklinde birer kule inşa ettiler. Ayrıca, kalede, topçu bataryaları ile sonlanan koridorlar yaptılar. Kalenin kare planlı orta avlusunun: kuzey ve güneyinde, MS 1300-1310 yılları arasında yapılan ve kaburgalı tonozla örtülü odalar vardır.
Bunların Lüzinyanlar tarafından yemekhane ve yatakhane olarak kullanıldığı düşünülüyor.
Evet, burası Magusa şehrinin ana girişlerinden biri olarak kullanılmaktadır.
Çevresi, derin su hendeği ile çevrilidir.
Kalenin avlusunda: Osmanlılar ve İspanyollara ait toplar, demir ve taş gülleler sergileniyor.
Kalenin günümüzdeki ismi: İngiliz döneminde kullanılmaya başlanmıştır.
Shakespeare’in ünlü trajedyasının bir bölümü Kıbrıs’ta bir liman şehrinde geçmektedir. Shakespeare’in Othello tiyatro oyununda Desdemona’yı öldüren Othello’nun MS 1505-1508 yılları arasında Kıbrıs valisi olan Teğmen Christoforo Moro’yu canlandırmış olabileceğine inanıldığından, kaleye İngiliz sömürge döneminde “Othello” adı verilmiştir.
İngilizlerin en ünlü tiyatro yazarı William Shakespeare’in 1604 yılında trajedi türünde yazdığı Othello adlı oyunun konusu: yıllarca Venedik devletinin hizmetinde savaşmış, türlü kahramanlıklar göstermiş Mağribi zenci bir komutan ile Venedikli beyaz bir kızın, engel tanımayan aşklarıdır.
Karısını delicesine seven bu komutan, emrindeki bir subayın kara çalması yüzünden karısından soğuması, karısına hediye ettiği ve namus simgesi olarak gördüğü küçük bir mendili başka bir erkeğin elinde görünce, aldatıldığı kuşkusuna kapılıp çok sevdiği karısını boğarak vahşice öldürmesidir.
Venedik’te olup bitenleri anlatan birinci perdeden sonra, oyunun tümü Kıbrıs’ta geçer. Osmanlı donanmasının Kıbrıs’a yaklaştığı haberi alınınca, Venedikli bir senatörün dediği gibi: “Türkler için Kıbrıs’ın önemi” bilindiğinden, Desdemona ile yeni evlenen Othello, adayı savunmak üzere, hemen oraya gönderilir.
Ne var ki, Shakespeare’nin amacı: 1570 yılında II. Selim’in Kıbrıs’ı Venediklilerin elinden almasıyla sonuçlanan tarihsel olayı anlatmak değildir. Othello’nun böylesi önemli bir göreve atanacak kadar büyük bir komutan olduğunu belirtmektir.
Onun için, korkunç bir fırtınada Osmanlı gemilerinin battığı bildirildikten sonra, Kıbrıs’ın ve Türklerin durumuna bir daha değinmez.
CAFER PAŞA HAMAMI
1601 yılı yapımıdır ve banisi Cafer Paşa Çeşmesinin de banisi olan Cafer Paşa’dır.
Hamam: meydanın kuzey-batı köşesinde, St Francis kilisesinin önündedir. Soğukluk, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden oluşur.
Kiliseye bitişik soğukluk ve ılıklık bölümleri, Osmanlı öncesi döneme ait mekanlardır ve çatı örtüleri sırasıyla, haç tonoz ile beşik tonozdur.
Sıcaklık ve külhan bölümleri ise, klasik Osmanlı dönemi hamamlarının özelliklerini gösterir.
Sıcaklık bölümünün ana mekanı ve köşelerdeki hücreler kubbelerle, hücreler arasındaki mekanlar beşik tonozlarla örtülüdür.
Yakın zamana kadar dükkan olarak kullanılan yapı, yakın zamanda bir bara dönüştürülmüş, büyük değişiklikler geçirmiştir.
KERTİKLİ HAMAM
Bu Osmanlı devri yapısı, şehrin kuzeyinde kalır. Ancak yapım yılı ve banisi bilinmemektedir. Hamamın planı incelendiğinde, yapının bir Osmanlı hamamı şemasını yansıtmadığı görülür.
Günümüze sadece temelleri ulaşan soğukluk bölümü, diğer bölümlere göre çok geniş bir dikdörtgendir. Tipik bir hamam planına sahip olmayan bu yapının bir iddiaya göre küçük kiliselerden dönüştürüldüğü tahmin edilmektedir.
Bu hamam, kubbeleriyle dikkati çekmektedir. Yapı üzeri kubbeyle örtülü 6 odadan, odaların arkasında tonozla örtülü bir su deposundan ve soyunmalık olduğuna inanılan, üst örtüsü yıkık kısımdan oluşmaktadır.
LATİN KİLİSESİ-AZİZ GEORGE
Kentin kuzeydoğusuna yakın bir noktada, İç kalenin karşısında yer almaktadır.
13’ncü yüzyıl sonlarında inşa edilen kilise, Gotik mimari tarzının güzel örneklerinden biridir. Kentteki en eski kiliselerden birisi olarak kabul edilir.
Yapının inşaatında, Salamis harabelerinden getirilen malzeme kullanılmıştır.
Paris şehrinde bulunan St Chapelle kilisesinin modeli, kullanılarak yapılmıştır. Osmanlı döneminde kullanılmayan kilise “Mehti kilisesi” olarak isimlendirilmiştir.
Yapı: beş bölüm ve koru ve neften oluşmaktadır. Kilisenin günümüze kadar ulaşan bölümleri koro yeri ve kuzey duvarıdır.
Geniş ve uzun pencerelerinde bir dönem gotik oymaların bulunduğu kilisenin şehrin surlarından önce inşa edildiği anlaşılmaktadır.
Kilise şimdilik harap halde olsa da Kıbrıs’ın en güzel ortaçağ oyma taş süslemelerini bünyesinde bulundurmaktadır.
Doğu cephesi ve kuzey cephesi iyi durumda olan yapıda, bu cephelerin mazgal pencereleri parapetleri dahi en üst kota kadar yerindedir.
Kuzey batıdaki kulenin tümüne yakın ayaktadır. Kulenin yanındaki kuzey cephesi kapısı da iyi durumdadır. Batı cephesindeki kapının ise, sadece yeri görülür.
Yüksek beden duvarlarındaki nitelik oranlarının yanında, birçok noktada görülebilin ince taş detayları da öne çıkan özellikleridir.
Yapını kolon başlıkları, çörtenleri, pencere sövenleri, duvar kesişimleri ve timpanasında görülen yaprak, yarasa, aslan ve insan figürlerinin tümü, yüzeylere bir nakış gibi işlenmiştir.
Bu özelliklerinden dolayı yapı, Gazimagusa şehrindeki en mükemmel Fransız anıtı olarak tanımlanır. 1571 fethinde bombardımanda yıkılan yapının bu tarihten sonra bilinen ilk onarımları 1938-1941 yılları arasında olmuştur.
Yapıda günümüzde görülen en önemli problem, denize yakınlığı nedeniyle sürekli olarak deniz suyundan etkilenen taş yüzeylerindeki boşalmalardır.
ŞEHİR YAKINLARINDA GEZİLECEK YERLER
KAPALI MARAŞ BÖLGESİ
Maraş bölgesi, 1974 yılı öncesinde Gazimagosa’nın bir mahallesi olup, 5.5 km bir alanı kapsamaktaydı. O tarihlerde 45 bin kişilik bir nüfusa sahip olan Maraş bölgesi, içinde yoğun miktarda 3’ncü devletlere ait mallar bulunması dolayısıyla, o dönemde kapalı bölge haline getirilmiş ve o günden bu güne bu vasfını korumaktadır.
1974 yılın öncesinde Kıbrıs adasının turizm başkenti olan burada yaklaşık 12 bin yatak kapasiteli oteller varmış.
Kapalı Maraş bölgesinin sahil şeridi uzunluğu 3400 metre olup, dünyanın en güzel sahillerinden birisidir.
Ayrıca bölgenin 1974 yılından itibaren yerleşime kapalı olmasından dolayı, plaj ve deniz suyu temizliği yönünden eşsizdir. Sahil şeridindeki kumun, bir zamanlar, Kıbrıs Devlet Başkanlığı da yapan Marakios tarafından Lübnan’dan teknelerle buraya getirildiği söyleniyor.
Deniz ise: hiç dalga olmayan, uzun süre sığ kalan yani derinleşmeyen, dibi kum ve tertemiz suyu nedeniyle dip bölümünün büyük kısmının üstten görülebildiği ve sıcak suyu ile dikkati çekiyor.
Bölgenin en büyük özelliği, hava ne kadar sıcak olursa olsun, nem olmaması nedeniyle terlememek.
Günümüzde, bölgenin büyük kısmı halen iskana kapalıdır ve girilemez. Ancak 2022 yılında yapılan bir düzenleme ile, bölgenin bir kısmı açılmıştır. Şöyle ki, bir cadde boyunca yürüyüş yapılabilir, bisiklete binilebilir ve bu caddenin sonunda ise bir halk plajı açılmıştır.
Halk plajı ile giriş kapısı arasında ise bir minübüs ulaşım sağlamak için kullanılmaktadır. Yani: burayı ziyaret etmek isteyenler, yıkık-dökük binalar arasından yürüyerek veya bisiklete binerek dolaşmaktadırlar ama biraz önce belirttiğim gibi, sadece bir cadde boyunca, burada kontrol ve güvenliği polisler sağlıyor.
Sürekli olarak yerleşime açık tek bölüm ise: yeni açılan halk plajının yanındaki askeriye ye ait bölgedir. Bu bölgede: askeri personel tarafından kullanılan birkaç bina yeniden düzenlenerek kullanıma açılmıştır.
Ancak askeri personelin de bu bölgede, küçük bir alan dışına çıkmasına müsaade edilmiyor. Zaten Maraş bölgesinde, Birleşmiş Milletler denetimi var, birçok yerde asker veya görevli görünmese de kameralar var.
Herhangi bir uygunsuz durum görüldüğünde, yani yasaklanmış yerlere giren olduğunda, Birleşmiş Milletler askerlerinin derhal olay yerine gittikleri söyleniyor.
Gelelim bölgenin tarihi geçmişine
Kenan Evren’in anılarında yazdıklarına göre, aslında Türk Ordusu, 1974 yılı Barış Harekatında burayı almak istemiyordu, yani planlarda buranın alınması yoktu.
Ancak: askeri birlikler bölgeye geldiklerinde, buranın boşaltıldığını gördüler.
Çünkü: harekattan bir süre önce turistler ve yabancılar burayı terk etmişler, ordunun gelişiyle birlikte de Rumlar, burayı terk etmişlerdi.
Bunun üzerine, yani boş olan bölge: ileride yapılacak pazarlıklarda koz olarak kullanılmak üzere alındı.
Ancak, 1974 Barış harekatından sonra, bölgede çok uluslu şirketlerin turizm yatırımları olduğu için, diğer bölgelerde olduğunun aksine, halkın buraya girmesine izin verilmedi.
Çünkü, bu izin verilse, tüm dünyanın tepkisi çekilebilirdi.
Böylece: yerleşime kapalı olan, daha önce de “Kapalı” olan Maraş bölgesi 1974 Barış harekatından sonra da “Kapalı Maraş” olma vasfını korudu ve buraya “Birleşmiş Milletler” askerleri yerleştirildi.
Ayrıca: buranın ilk giriş yerindeki kontrol noktasında, Türk askerleri de nöbet tutmakta olup, sadece askeri personelin buraya girmesine izin verilmekte ve bölge içinde yürüyerek gezinmek, resim ve video çekmek yasaklanmıştır.
Bölgeye sadece, buraya girmeye yetkili yani yetki kartı olan taksiler girebilmekte, orduevinden yararlanan askeri personel yine bu taksiler ile içeriye kimlik kontrolünden sonra giriş çıkış yapabilmektedirler.
Yani: Kapalı Maraş bölgesinde yürümek, yürüyüş yapmak kesinlikle yasaktır. (yukarıda da belirtiğim gibi 2022 yılında sadece bir caddeye halkın girmesine izin verilmiştir.)
Sanırım bunun en başlıca sebebini anladınız. Bunun sebebi: burada bulunan tesislerin yağmalanmasını önlemektir.
Tabii: içlerinde bir şey kaldıysa demek daha doğru olur. Bence girişin yasaklanmasının günümüzdeki en mantıklı sebebi: bu binalar yıllara meydan okur şekilde, virane olarak burada duruyorlar, yani her an çökme yani ölüm tehlikesi de var.
Öte yandan: bunları gördüğünüzde bunların o kadar sağlam yapıldıklarını hemen hissediyorsunuz, yapıların büyük çoğunluğu günümüze kadar sağlam olarak dayanmış, sadece kullanılmama nedeniyle yaşanan bir varoşluk var.
Burada, duyduğuma göre birkaç banka bulunmasına rağmen, iki İngiliz bankasının içinde kasalarında halen sembolik miktarda para varmış ve bu paralar, her yıl buraya gelen bir komisyon tarafından sayılarak kontrol ediliyormuş.
Tabi, buradaki Barış Kuvvetlerinin müsaadesiyle. Peki niye banka kasalarında para bırakmışlar, büyük olasılıkla bu bıraktıkları sembolik paraları, ileride “İşte bizimde burada hakkımız var” demek içindir.
Yine, burada tam merkezde, bakım ve temizliği sürekli yapılan bir kilise görülüyor.
Ama en ilgimi çeken, bölgenin İngiliz üssüne yakın bölümünde, büyükçe bir otel görülüyor. Bu otelde özel bekçi varmış ve halen korunmaya devam ediliyormuş.
İngiliz Kraliyet ailesine ait olduğunu duyduğum bu otelin, 1974 yılındaki rezervasyon kayıtları incelendiğinde, 2020 yılına kadar o zamanlar tüm rezervasyonlarının dolu olduğunu öğrendim, ilginç, ama bölgenin deniz ve kumu o kadar güzel ki, ayrıca nem yok, yani tam bir tatil cenneti olduğunu görünce, bu otelin de böyle bir rezervasyon kaydının bulunmasına hayret etmemek gerekiyor.
Tarihi
Buranın tarihi adı, Türkçe bir sözcükten gelir ki bu sözcük “Varoşa” dır. Varoş aslında köken olarak Türkçe bir sözcüktür.
Ancak, Osmanlı döneminden beri, yani 1571 yılından beri Türkler buraya “Maraş” ismini verirler. Rumlar ve İngilizler ise buraya “Varoşa” derler.
1974 yılı öncesinde burada 45 bin nüfus bulunduğu söyleniyor. Ancak bu nüfus içinde, Türklerin sayısı çok azdı. Çünkü: Osmanlılar, Kıbrıs’ı fetih ettikten sonra, Magosa şehri içindeki Hıristiyan halkı, surların dışına çıkardılar ve onlar da buradaki yerleşimi kurdular.
Ancak: Maraş yerleşiminde, Türkler ve Rumlar arasındaki en büyük anlaşmazlık, otellerin bulunduğu sahil bölgesindedir.
Çünkü: Vakıfların arşivinde bulunan belgelere göre, otellerin bulunduğu sahil şeridi “Vakıflara” aittir. Yani Türk malıdır ve “Lala Mustafa Paşa Vakfına” aittir. Kıbrıs adasını fetih eden, Sultan III. Selim’in paşası, Lala Mustafa Paşa: Kıbrıs’ı fetih ettikten sonra, Venediklilerden parasını vererek araziler satın alır (yani fetih hakkı olarak değil) ve bu arazileri vakfeder.
Vakıf malları da vakıf kurallarına göre alınıp satılamaz, evlattan evlada geçer. Ancak, I. Dünya savaşından sonra adayı işgal eden İngilizler: 1950’li yıllarda vakıf arazilerini: yatırım yapmak isteyen Rumlara ve diğer yabancılara uzun vadeli (99 yıllığına) olarak, sahte belgelerle kiralamışlardır. Yani: Kapalı Maraş bölgesindeki sahil şeridi, yani adanın en güzel yeri: vakıf malıdır.
Kıbrıs ile ilgili yapılan müzakerelerde, Rumlar, sürekli olarak “Kapalı Maraş” bölgesini istemektedirler. Ancak, karşılıklılık prensibine uygun olarak ne verecekleri konusunda bir açıklık yoktur. Bu yüzden: yapılan her müzakerede, ilk madde olarak gündemdeki yerini koruyan Maraş bölgesi: Kıbrıs sorununun çözümlenmesinin ardından, umarım günün birinde açılacaktır.
Bu satırları okuyan sizler: elbette günümüzde buraya girme, burayı görme şansınız yok. (sadece asker kişi olan okurlar, burayı görme şahsına sahiptir, onlar da kısıtlı bölümü görebilirler) Ancak: hani yolunuz Kıbrıs’a düşerse, Magosa şehrine giderseniz, Kapalı Maraş nedir, nerededir, nedendir gibi sorulara cevap olabilmesi açısından bu satırları yazdım.
ENKOMİ-ALASİA
Günümüzde Enkomi (Tuzla) köyü yakınlarında; Kanlıdere (Pedios) nehrinin kuzey kıyısında, kayalık bir plato üzerinde bulunan ve “Alasia” olarak bilinen antik şehirdir.
Kent: MÖ 2000’li yıllara tarihleniyor.
Yapılan kazılarda: şehrin ilk dönemlerinde Mısır etkisinde kaldığı, sonraları ise Miken etki alanına girdiği anlaşılmıştır.
Surlarla çevrili olan bu yerleşim yerinde: ölüler hediyeleriyle birlikte evlerin tabanına gömülüyordu.
Kült heykeli olarak görülen ve kuvvetli bir Hitit etkisi taşıyan, tunçtan yapılma “Boynuzlu Tanrı Heykeli” (Horned God Statue) de: bu bölgede, Apollon’a adandığı düşünülen bir tapınak olarak yorumlanan bir yapıda bulunmuştur.
Bakır
Ayrıca, şehirde çok sayıda tunçtan yapılmış eserler ve bakır işleme atölyeleri ve bakır atıkları bulunmuştur. Buna dayanılarak, burada bakırın işlendiği ve külçe bakırın ihraç edildiği anlaşılmıştır.
Mısır kralının Alasia adlı bir ülkenin kralına yazdığı mektuplar: bu döneme aittir. Dönemin uluslar arası haberleşme aracı olan Akad dilinde, çivi yazısıyla yazılmış pişmiş toprak tabletler halindeki bu mektuplar: firavun Akhenaten’in Yukarı Mısır’da Tell el Amama’da bulunan sarayının kalıntıları arasında bulunmuş ve MÖ 14’ncü yüzyılın ikinci çeyreğine ait oldukları saptanmıştır.
Bu mektupların bazılarında Alasia kralının firavuna gümüş ve bir takım lüks eşyalar karşılığında bakır yollayacağına dair söz verdiği yazılmaktadır.
Zaten: Alasia isimli ülke, MÖ 18 ve 12’nci yüzyıllar arasına ait olup, Mısır, Suriye ve Anadolu’da ele geçen başka tabletlerde de sık sık adı geçmektedir.
Bu kaynaklardaki bilgiler bir araya getirildiğinde: Alasia’nın donanması olan bir ada olduğu, Suriye ve Anadolu’ya bakır yolladığı, MÖ 14’ncü yüzyılda Mısır’ın dostu, Hititlerin düşmanı olduğu, MÖ 1200 yıllarında Yunanistan, Ege adaları, Anadolu ve Suriye’deki uygarlıklar ve kentlerle birlikte “Deniz Kavimleri” tarafından haritadan silindiği ortaya çıkmaktadır.
Çivi yazısı tabletlerden elde edilen bilgiler arasında, çok önemli çelişkiler olmasına karşın, birtakım uzmanlar, Alasia’nın Kıbrıs’ın bütünü ya da sadece Enkomi kenti olması gerektiğini düşündürmektedir.
Enkomi’deki kazılar, kentin bazı bölgelerinde çok geniş çaplı bir madencilik faaliyetinin var olduğunu göstermiştir.
Bu bölgelerde: bitmiş, satışa hazır tunç araç-gerecin yanı sıra, öküz derisi şeklinde olan işlenmemiş bakır külçelere (eski dönemlerde işlenmiş bakır bu şekilde taşındığı için) döküm işlerinden sonra geriye kalan cürufa, yeniden kullanılmak için bir yana ayrılmış hurda tunca, hatalı üretilen eşyalara ve demir aletlerine rastlanmıştır.
Mezarlarda bulunan ölü armağanlarından, MÖ 13’ncü yüzyılda, Kıbrıs’a gelen Aka göçmenlerinin Enkomi’ye yerleştiklerini ve kentin gelişmesine hız kazandırdıkları anlaşılmaktadır.
Ancak: “Deniz kavimleri” nin yıkımından sonra, Ege ve Akdeniz dünyasından yeni göçenlerin gelmesine karşın Enkomi’nin eski görkemine kavuşmadığı görülmektedir.
Kentin limanı da: Pedios ırmağının (Kanlıdere) taşıdığı alüvyonlar sonucu yavaş yavaş dolmuş ve gemilerin girmesi engellenmiştir. MÖ 1075 yılındaki bir depremden sonra, burada yaşayanların yavaş yavaş deniz kıyısından göçerek Salamis’i kurdukları anlaşılmaktadır.
Kalıntılar
Günümüzde görülen kalıntıların çoğu MÖ 1200 yıkımından sonra yeniden inşa edilen Enkomi kentine aittir. Bir zamanlar deniz kıyısında bulunan şehir kalıntıları, denizden oldukça içeride kalmıştır.
Izgara planı uygulanan şehirde, yolların birbirine dik olarak kestiği ve aralarında kalan dörtgenlere önemli yapıların oturtulduğu göze çarpar.
Bu yapıların alt kısımları, yontulmuş taş bloklardan yapılmış olup, üst kısımları kerpiçtir.
Kent: güçlü bir surla sarılmıştır. Ortasında da tabanı taş levhalarla kaplı bir meydan vardır.
SALAMİS ANTİK KENTİ
Gazimagosa şehrinin 9 km kuzeyindedir. Sitenin kapladığı alan o kadar büyüktür ki, arkeologlar 1890’larda burada çalışmalara başlamışlar ve çalışmalar günümüze kadar devam etmiş olmasına rağmen, site hala kısmen kazılabilmiştir.
Buna bağlı olarak: burayı gezmeyi düşündüğünüzde kolayca kaybolabilirsiniz, çünkü yeteri kadar tanıtıcı tabela yok ve site alanı genellikle düz olduğundan, gezi gerçekten zorlaşıyor, yani sitenin tümünü gezebilmek pek mümkün olmuyor.
Özellikle öğlen saatlerinde, kızgın güneşin altında burayı gezmek ızdırap haline dönüşüyor. Bu yüzden: burayı gezmeye gittiğinizde rahat bir ayakkabı, güneş kremi, su ve hatta güneşten korunmak için şemsiye almanızı öneririm.
Çok fazla zamanınız yoksa veya yorulmaktan endişe ediyorsanız, hemen otoparkın yanında bulunan spor alanı ve tiyatroyu gezebilirsiniz.
Evet, şimdi Salamis kentini anlatmaya başlayalım.
Şehir, Bronz çağı sonlarında başlayan göçler sırasında, Anadolu’dan gelen kavimler ve bunlara Yunanistan’dan gelerek Kilikya’da katılan Akalar tarafından kurulmuştur.
Truva kahramanlarından ve Salamis adası kralı Telamon’un oğlu Tefkros şehrin mitolojik kurucusu olarak bilinir.
MÖ. 707 yılında gerçekleşen Asur hakimiyetinden sonra, MÖ. 560 yılında bastırılan sikkelerden: Salamis kralı Evelthon’un: adanın idaresini ele geçirdiği anlaşılmaktadır.
MÖ. 499 yılında, Atinalı Kimon’un: Kıbrıs’taki Pers hakimiyetine son vermek için düzenlediği sefer, başarısızlıkla sonuçlanmış ve Kimon’un ölümü üzerine, Atinalılar, Kıbrıs’ı alma girişimlerinden vazgeçmişlerdir.
Bundan sonra, Fenikeli idareciler başa geçer. Fakat: ticaret ve diğer konular gerilemeye başlar. MÖ. 411 yılında Tefkros ailesi üyelerinden Evagoras, Salamis krallığını ele geçirir.
Tüm adayı hakimiyeti altına almak isteyince, Salamis şehri Persler tarafından kuşatılır ve Evagoras, Pers kralına vergi ödemek zorunda bırakılır.
Bu durum, İskender dönemine kadar sürer. İskender döneminde: Salamis kralı olan Pyntagoras, İskender’e askeri yardımlarda bulunduğundan, kendisine Tamusus şehri verilerek ödüllendirilir.
İskender’in ölümü sonrasında: Salamis sürekli el değiştirir.
MÖ. 294 yılında, zor şartlar altında, Kıbrıs’ı alan Ptoleme krallığının idaresi sırasında ada huzura kavuşur ve bu tarihten itibaren Salamis baş şehir olma niteliği kazanır.
Kentin, bu parlak dönemi, Roma egemenliği süresince de devam eder.
Günümüzdeki kalıntıların çoğu, Roma dönemine aittir.
Roma idaresi altında, şehrin bir halk meclisi, bir senato ve ihtiyar meclisi vardı. 76 ve 77 yıllarındaki depremler ve MS. 116 yılındaki Yahudi isyanları ile şehir tahrip olur.
Daha sonra, ada Antakya vilayetine bağlanır ve Salamis limanı, Suriye gemilerince ilk uğrak liman olduğundan, şehirde bir ferahlama görülür. 232 ve 342 yıllarındaki depremler, şehre yine büyük zararlar verir.
Bundan sonra, Bizans imparatoru Konstantinus, şehri küçük bir planda inşa ettirerek, Constantia Constantinus adını verir.
Şehir Kıbrıs’ın baş şehri olarak Baf’ın yerini alır.
Daha sonra, şehir MS. 647 yılındaki Arap akınları ve yer sarsıntıları nedeniyle terk edilerek, bugünkü Mağusa şehrini oluşturan bölgeye halk göçmek zorunda kalır.
Sur ve Limanlar
Şehrin: kuzey, güney ve batı kesimlerinde yer alan surların yanı sıra, şehir merkezini çevreleyen ikinci bir surun varlığı da tespit edilmiştir.
Şehrin merkezini çevreleyen surların, MS. 7’nci yüzyıldaki Arap akınlarına karşı inşa edilmiş olabileceği düşünülmektedir.
Şehrin güney doğusunda, Salamis şehrinin en eski limanı vardır. Bu limanın kuzey ve güneyi, suni dalgakıranlar ile korunmaktadır. Geç Roma döneminde kullanılan ikinci limanı ise, şehrin kuzeyindedir. Bu iki limanın dışında Demetius tarafından kullanılmış olan üçüncü bir limandan da söz edilmektedir.
Gymnasium-Spor Alanı
Alanın, güney girişindeki döşeme üzerindeki yazıttan anlaşıldığı gibi: şehrin kuzeyinde, şimdiki Roma Gymnasium’unun bulunduğu yerde: Helenistik döneme tarihlenen bir Gymnasium vardı.
Doğu revağının da burasının bir zamanlar bahçe olarak kullanıldığını gösteren bir yazı bulunmaktadır.
Yer sarsıntıları sonucu yıkımlar olması nedeniyle Gymnasium, Augustus döneminde tamir ettirilmiş ve doğu revağı eklenmiştir.
Gymnasium’un orta alanında bir Augustus heykeli bulunmaktaydı.
Dört tarafı korint başlıklı, sütunlu revaklarla çevrili alanın, kuzey ve güney uçlarına ilave edilen birer yüzme havuzunun çevresinde heykeller vardır.
Burada bulunan bazı heykel ve sütunlar MS. 4’ncü yüzyıldaki yer sarsıntılarından sonra, tiyatrodan buraya getirildiler.
Heykellerin neden başsız olduğu konusunda çeşitli teoriler olmasına rağmen, belki de en inandırıcı olanı: heykellerin vücutlarının önceden yapıldığı, başların ise sonradan sipariş üzerine yapıldığı doğrultusundadır.
Bir başka teori ise: başların yer sarsıntıları yüzünden koptuğu ve erken yapılan arkeolojik kazılarda yadigar olarak götürüldüğü yönündedir.
Günümüzde, kuzey yüzme havuzunun çevresinde bulunan heykeller, MS. 2’nci yüzyıla aittir. MS. 332 ve 342 yıllarındaki depremlerle yeniden yıkılan Gymnasium, Erken Bizans döneminde Konstantinus tarafından Salamis hamamları olarak yeniden yaptırılmıştır.
Tiyatro
Gymnasium’un güneyinde bulunan yapı: muhtemelen Roma İmparatorluğunun ilk yıllarına rastlayan Augustus döneminde yaptırılmıştır.
1-2’nci yüzyılda: değişik bir plan uygulamasıyla son şeklini almıştır. 4’ncü yüzyıldaki yer sarsıntılarıyla yıkılan tiyatronun taşları, hamamların inşaatında yapı malzemesi olarak kullanılmıştır.
Sahne binası, orkestra ve oturma yerlerinden oluşan bu tiyatronun, 15 binden fazla seyirci aldığı tahmin edilmektedir.
Çeşitli odalar ve koridorları içeren sahne binası, oyuncular tarafından soyunma ve giyinme yeri olarak kullanılmasının yanı sıra, oyunlara fon teşkil etme görevi de görmekteydi.
Freskler, nişler, heykeller ve sütunlarla süslü bu görkemli yapının günümüze dek, sadece temelleri gelmiştir.
Orta kısımda yer alan orkestranın ortasında Dionysos’a adanmış bir sunak ve Marcus Aurelius Commodos ile Caesar Constantius ve Caesar Maksimianus’a adanmış, silindirik iki sütun kaidesi bulunur. Oturma yerleri, 50’den fazla sıra ihtiva etmesine karşı, günümüze çok az bir kısmı gelmiştir. Orta kısımdaki boşluk, şeref locasıdır. Oturma yerlerinin bir kısmı restore edilerek günümüze ulaşmıştır.
Roma Villası
Tiyatronun güneyindedir.
Bir zamanlar iki katlı olan bu yapı, sütunlu bir giriş, bir iç avlu ve geniş bir oturma odasından meydana gelmiştir.
Öteki odalar avlunun iki yanında bulunur. Kazı sırasında, burada, merkezi bir figürün etrafını çevreleyen, hayvan tasvirleriyle bezenmiş mozaik döşemeli bir platform tespit edilmiştir.
Kampanopetra Bazilikası
Bazilika: MS. 4’ncü yüzyıl, erken Hıristiyanlık döneminde inşa edilmiştir. Dört yanı sütunlu revaklarla çevrili bir iç avludan oluşmaktadır. Avluda bir su kuyusu vardır.
Orta bölümde: piskoposun kürsüsü ve rahip yerleri vardır. Apsisin arkasında hamam olduğu izlenimi edinilen bir kalıntı gurubu görülür. Bu odalardan birinin tabanında oldukça güzel bir mozaik yer alır.
St. Epiphanios Bazilikası
Kıbrıs’ın bilinen en büyük bazilikasıdır. 368-403 yılları arasında Salamis’teki piskoposluk makamını elinde bulunduran Aziz Epiphanios tarafından inşa ettirildiği söylenen Constantia Metropolit Kilisesi’nin bu olduğu tahmin edilmektedir.
Birbirine bitişik iki bazilika ile bazı odalardan oluşan bu yapı kompleksi: Ortaçağda bazı ilaveler görmüştür.
Batıdaki en büyük olan 14’erden iki sütun dizisi ile üç sahına ayrılmıştır.
Apsiste piskopos ve rahiplerin oturdukları sıralar vardır.
Bu bölümün iki yanındaki odalar, rahiplerin cübbelerini giymeleri ve ayin sırasında kullanılan eşyaların saklanması amacıyla kullanılmıştır.
Bu bazilikanın güney duvarına bitişik olan güney ucundaki ikinci bazilikanın doğu ucunda, mermer kaplamalı boş bir mezar vardır. Bu mezarın içerisinde bulunan kıymetli hediyelerin MS. 10’ncu yüzyıl başlarında imparator Ferasetti Leo VI (MS. 886-912) tarafından İstanbul’a götürülmüş olabileceğine inanılmaktadır.
Su Deposu-Vouta
MS 627-640 yılları arasına tarihlenen bu yapı, Agora’nın kuzey ucundadır. Kanallarla Değirmenlik’ten (Kythrea) gelen su: borularla bu depoda biriktiriliyordu. Günümüzde su kemerlerine ait bazı kalıntılara, Yeniboğaziçi Köyünün arazisinde rastlanır. Su deposunun alt kısmı toprak içinde, üst kısmı ise açıkta inşa edilmiş olup, tonozlu tavanı hacimli üç payanda tarafından taşınmaktaydı.
Agora-Taş Forum-Pazar Yeri
Bu yapı, su deposunun güneyindedir.
Ortadaki boş alan ve bunun iki yanındaki sütunlu revakları bulunan, sıra halindeki dükkanlardan oluşan bu yapı: Salamis’in hem toplantı hem de alışveriş merkeziydi.
Dükkanların önünde yer alan revaklar güneş ve yağmurdan koruma görevi görmekteydi.
Augustus döneminde (MÖ. 22 yılından önce) restore edildiği, ele geçen gri mermerden yapılmış bir friz üzerindeki Latince yazıttan anlaşılmıştır.
Zeus Tapınağı
Salamis şehrinin ana tapınağı olan ZEUS Salaminios’a ait olabileceğine inanılan bu yapının çok az kısmı, günümüze gelebilmiştir.
Agora’nın güney ucunda yüksek bir kaide üzerinde bulunan tapınağa, Agora yönündeki basamaklarla ulaşılıyordu. 1890 yılında yapılan kazılarda ele geçirilen bir kitabede, Augustus’un karısı Livia şerefine Zeus Olympios’a ithaf edildiği belirtilmektedir.
BARNABAS MANASTIR VE KİLİSESİ
Salamis’te doğmuş Yahudi bir ailenin oğlu olan, St. Barnabas, Kudüs’te eğitim gördükten sonra Kıbrıs’a döner ve Hıristiyanlığı yaymak için MS. 45 yılında St. Paul ile çalışmaya başlar.
Bu faaliyetlerden dolayı vatandaşları tarafından öldürülüp, cesedi denize atılmak üzere bir bataklığa saklanır. St.Barnabas’ın öğrencileri olayı izleyip cesedi Salamis’in batısında bir yer altı mağarasına gömerler ve göğsüne de St. Barnabas’ın el yazısıyla yazdığı St.Matthex incilinin kopyasını koyarlar. Cesedin yeri bilinmediğinden uzun yıllar gizli kalır.
Bu yer, MS. 477 yılında, Kıbrıs Piskoposu Anthemios’un rüyasına girer ve mezarın açılmasını ister. Mezar açıldığında, St. Matthew incili dolayısıyla, St. Barnabas teşhis edilir.
Bu keşif sonrasında, kalıntılar piskopos Anthemios ile ekibi tarafından İstanbul’daki Bizans imparatoru Zeno’ya teslim edilir. Bunun üzerine, imparator Zeno (MS.474-491) Kıbrıs Ortodoks Kilisesine bağımsızlık verir ve Barnabas’ın cesedinin bulunduğu yere, görkemli bir manastır ile kilise yapılması için de para yardımında bulunur.
Böylece, MS. 5’nci yüzyılda manastır ile kilise inşa edilmiş olur. Ancak, inşa edilen manastır ile kilise, MS. 7’nci yüzyılda başlayan Arap akınları sırasında yakılıp yıkılır. Bu kilisenin kalıntıları, şimdiki kilisenin doğusundaki apsisin çevresinde halen görülmektedir.
Manastır, bugünkü şeklini 1756 yılında Başpiskopos Philotheos döneminde almıştır. Kilisenin çan kulesi ise burada görevli olan üç kardeş papazın mali katkılarıyla 1958 yılında inşa edilmiştir. Aziz Barnabas’ın ceset kalıntılarının bulunduğu yer altı mezarı, manastırın yaklaşık 100 metre doğusundadır. Mezarın üzerine küçük bir kilise inşa edilmiştir.
St. Barnabas İkon ve Arkeoloji Müzesi
St. Barnabas Manastırında, bir kilise, orta avlu ve avlunun üç yanında bir zamanlar papazların yaşadığı odalar vardır.
1991 yılında, mevcut kilise “İkon Müzesi” ne, manastır odaları da “Arkeoloji Müzesi” ne dönüştürülmüştür. 29 Mayıs 1992 tarihinde ise ziyarete açılmıştır.
St. Barnabas kilisesinde çoğunluğu MS. 18’nci yüzyıla tarihlenen zengin bir ikon koleksiyonu vardır. Manastırın avlusunda bulunan bazalt değirmen Enkomi yerleşim bölgesinden, diğer sütun ve taşlar ise Salamis’ten gelmiştir.
Papazların yaşamlarını sürdürdükleri odalar ise restore edilerek bir Arkeoloji Müzesi haline getirilmiştir.
Arkeoloji Müzesinde, Kıbrıs’ın Neolitik Döneminden başlayarak Roma Dönemine kadar uzanan çeşitli eserler sergilenmektedir. Ayrıca tunç ve mermer eserler de bulunur.