İtalya’da Roma şehrine gidildiğinde, ilk ziyaret edilen yerlerin başında: dünyaca ünlü “Fontana de Trevi” havuzu gelmektedir. Niye böyle yazdım? Çünkü: buraya, biz Türklerden başka “Aşk çeşmesi” ismini veren yok. Bizim bu ismi vermemizin nedeni de, ülkemizde de gösterilen, bu havuz çevresinde geçen birkaç “aşk” temalı film olsa gerek.
Evet: burada muhteşem bir havuz var. Havuzu: gerek gündüz ve gerekse gece-ışıklandırılmış haliyle görmenizi öneriyorum. Ayrıca: başı sürekli kalabalık olan bu havuza, gelenek olduğu üzere “para” atmanızı da öneriyorum, zaten birçok para atan ziyaretçi göreceksiniz. Bundaki yöntem: havuza sırtınızı döneceksiniz, arzu ettiğiniz metal parayı: sağ eliniz baş parmağı üzerine yerleştirip, sol yanınız (yani kalp üstünden) üstünden havuza doğru fırlatacaksınız ki, para havuza düşerse: gözünüz aydın “Roma şehrine bir kere daha geleceksiniz”, bilmiyorum bu elbette herhangi bir şekilde açıklanabilecek gibi değil, ama ben şahsen: Roma şehrini iki kere gördüm.
Bu arada: havuzda toplanan bu paraları merak edenler olabilir. Bu havuzda toplanan paralar, her gece Roma Belediyesi görevlileri tarafından toplanıp, ülke ülke tasnif ediliyor, daha sonra şehirdeki sosyal sorumluluk projelerine aktarılıyor, kalanı ise, Romalı yoksullara dağıtılıyormuş ki, bir günde toplanan paranın 3000 Euro civarında olduğunu duydum.
Havuz, en son olarak 1998 yılında restore edilmiştir.
Eskiden kenarına oturup, ayaklarınızı havuza sokmak serbest iken, geçen yıllarda, bu yasaklanmış, çünkü sarhoş Alman turistler havuza zarar vermişler.
Peki, havuz nasıl yapılmıştır?
Buranın yapılışına ait anlatılan bir efsane var: “bir Roma ordusu, savaşta dönerken, uzun süre su bulamazlar. Derken: karşılarına çok güzel bir kız çıkar. Romalı askerlere, bulundukları yeri kazarlarsa, su çıkacağını söyler. Bunun üzerine, askerler, halen havuzun bulunduğu ve güzel kızın tarif ettiği yeri kazarlar ve su bulurlar. Bu hikaye: havuzun üstünde bulunan kabartmalar da da resimlerle ifade edilmektedir. Dikkat ederseniz: kabartmalarda, Romalı askerlerin yeri kazdığı ve yanlarında çok güzel bir kız olduğu görülür.
Aşk çeşmesinin bulunduğu bu küçük meydanda:
Yine pizza restoranları, ayakkabıcılar ve en önemlisi dondurmacılar var. Ülkemizde de bilinen ve tanınan “Roma dondurması” nı burada tatmanızı öneririm. (2.5 Euro) Daha sonra ise, ara sokaklara girin, hediyelik eşya satan dükkanları dolaşın ama unutmayın, bunlardaki fiyatlar yüksektir. En çok tercih edilen hediyelik eşyalar: buzdolabı magnetleri, kupalar, şapkalar, Roma futbol takımı formaları gibi.
Öte yandan, burada, ülkenin Afrikalı göçmenleri tarafından, yerlere serilen çarşaflar üzerinde, ünlü marka çantaların çakmaları satılıyor. 30-40 Euro’dan fiyat açsalar da, 25 Euro’ya kadar satın almak mümkündür ancak pazarlık yapmalısınız. Son bir not: aşk çeşmesinin başı sürekli kalabalıktır, burada yankesicilik yaygın, güzel bir Roma tatili, zehir olmasın, çantanıza, cüzdanınıza sahip çıkın.
Romalılardan önce, bölgede yerleşik toplumun kralının çok güzel ve Reina Sofia isimli bir kızı vardır. Kral: kızını, genç yaşta, rahibe olması için: dönemin en önemli tanrısı “Mars” ın (Yunan mitolojisinde Zeus karşıtı) ; Vesta Tapınağına verir.
Vesta Tapınağında: 7 tane bakire rahibe görev yapmaktadır ve bunların insanlarla görüşmesi, erkeklerle ilişki kurması yasaktır. Bunlar: tapınaktaki kutsal ateşin sönmemesi için bulunurlar.
Günlerden bir gün:
Sofia isimli kral kızının hamile olduğu öğrenilir ve kız: ikiz erkek çocuk doğurur. Rahibelerin erkeklerle ilişki kurmaları yasak olduğundan, bunun cezası diri diri gömülmek suretiyle ölümdür. Ancak: Sofia’nın tanrı Mars tarafından hamile bırakıldığı öğrenilince, canı bağışlanır, ikiz bebeklerin öldürülmesine karar verilir.
Bebekler: bir sepet içinde, cellada teslim edilir. Cellat: Tiber nehri kıyısına gider, çocuklara kıyamaz ve sepeti, nehir kıyısına bırakarak ayrılır. Nehir suları yükselince: sepet Tiber nehrinde sürüklenmeye başlar ve bir süre sonra kıyıya çıkar. Burada, bir dişi kurt: ikiz erkek çocukları bir süre emzirir.
Çocuklar belli bir yaşa gelince, bu kez bir çoban tarafından bulunurlar ve büyütülürler. Bu arada küçük bir not: Napoli-Pompei gezisine katılırsanız, antik şehrin en iyi korunarak günümüze ulaşmış olan “genelev” bölümünde: duvarlarda kurt resmi kurulur ve Geneleve: “dişi kurdun evi” denir, çünkü antik dönemde, bu efsaneye dayanarak, babası belli olmayan çocukların doğduğu yere bu isim verilmektedir.
Çocuklar genç delikanlı olduklarında:
Çoban, onlara gerçek hayat hikayelerini anlatır. Zaten, aynı dönemde, anneleri Reina Sofia; kendi erkek kardeşi yani dayıları kral Amuilius tarafından öldürülmüş ve taht ele geçirilmiştir. Romus ve Romulus çobanlık yaparken, bir gün kral Amulius’un askerleriyle bir tartışma yaşarlar ve bunun üzerine, askerler Romus’u yakalayarak saraya götürürler.
Sarayda: dedeleri Numitra Romus’u tanır ve kardeşinin de hayatta olduğunu öğrenince, onlarla işbirliği yaparak, kral Amulius’u devirirler ve dede Numitor kral olur.
Bunun üzerine, iki genç delikanlı: kaderlerinde yazılı olan şehri kurmaya karar verirler. Fakat: şehri kimin kuracağına dair tartışmaya başlarlar ve sonra da tanrılardan yardım isterler. Kurdun, onları bulduğu kayaya gidip otururlar.
Bu sırada: Romus’un başının üstünden 6 kuş geçer ve Romulus’un başının üstünden ise 12 kuş geçer. Böylece kurucu belli olur ve başının üstünden daha fazla kuş geçen Romulus: Roma şehrinin kurucusu olur.
Romulus:
Bir inek ile, “Palatino Tepesi” denilen yerde; şehrin sınırlarını çizer ve sur yapmaya başlar. Kardeşi Romus: bu surların şehri koruyamayacağını söyler. Romulus: bunu kabul etmez ve bu surları geçen her kim olursa olsun öldüreceğini söyler. Bir süre sonra: Romus, bir gün surları geçer ve şehre girer, bunun üzerine Romulus; daha önce söylediğini hatırlayarak kardeşini öldürür.
Şehir nüfusunu arttırmak için gönüllü Maceraperestleri çağırır ve komşu krallık olan Sabinelerin kadınlarını kaçırır. Romulus’dan sonraki öneme imza atan Etrüsklü krallar, Roma da demokratik temeller oluşturarak, Roma’nın birkaç yüzyıl içerisinde topraklarını sürekli olarak genişleten, lider bir kuvvet olmasını sağlamışlardır.
Sonuç olarak:
Roma Şehrin kuruluş efsanesi; Günümüzde İtalyan Üniversitelerinde yapılan “DNA” araştırmalarına göre: takip eden dönemde, Roma şehrinde egemenlik kuran ve teknolojik-bilimsel yönden dönemine göre gayet ileri durumda olan Etrüsk’lerin: Anadolu kökenli bir toplum olduğunu ortaya koymuştur.
Söylenenlere göre: bunlar, Anadolu’da Truva savaşının ardından, buraya gelerek yerleşen Truvalılardır. Hatta: bu dişi kurt efsanesi: Türklerin Orta Asya’dan çıkışları için kullanılan “Ergenekon” efsanesiyle bağdaştırılmaktadır.
Baalbek şehri yani tapınak kompleksi: Beka vadisinin en verimli ovasının sınırında, Lübnan’ın güneybatı yamacında, Lübnan dağı eteklerinde 1150 metre yüksekliktedir ve Beyrut şehir merkezine 85 km. uzaklıktadır. Yolculuk yaklaşık 2 saat alır. Dikkat edin, antik ören yerine giriş ücretli, ancak ücret yani bilet girişte değil, çıkışta kesiliyor, para alınıyor. Bölge, 1984 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Antik dönemin en büyük Roma hazinesini görmek isterseniz, mutlaka buraya gitmelisiniz. Lübnan dağını geçince ulaşılan burada, dünyanın ikinci büyük Roma dönemi harabeleri bulunmaktadır. Arkeologlara göre, dünyada Roma şehrinden sonra, en önemli dini merkez burasıdır. Burada: Fenike inançları ile Roma dini kültürü birleştirilmiştir.
200 yıldan fazla bir süre içinde inşa edilen devasa yapılar: Roma mimarisinin doruk noktasında en güzel örneklerini sunmaktadır ve antik dünyanın en kutsal yeridir. Ancak: bunlar, yani Roma döneminde inşa edilmiş 24 plaza, 800 tondan fazla ağırlıkları ile, daha önceki Fenike dönemi kalıntıları üzerine kurulmuştur. Yani, dünya üzerinde, o dönemdeki en büyük taş blok inşaatları yapılmıştır.
Fenike döneminde: burası tanrılar için bir üçlü ibadet yeri olması yanında, bir tarım köyü olarak gündeme gelmiştir. Fenike döneminde tanrı “Baal”, Yunan döneminde tanrı “Zeus” ve Roma döneminde tanrı “Jüpiter”. Aslında, temelde aynı tanrı temsil edilmekte olup (yani en büyük tanrı, tanrıların babası) sadece isim farklıdır. MS.313 yılında, Roma imparatorluğunda, Hıristiyanlık resmi din olarak kabul edilene kadar, burası bir ibadet yeri olarak önemini muhafaza etti.
Ancak: Romalıların gelmesinden sonra, inşa edilen yapılar burayı kaplar ve antik dünyanın en önemli kutsal yerlerinden biri haline gelir. Özellikle: Augustus döneminde: bölgenin dini önemi iyice artmıştır.
İlk inşaat çalışmaları, MÖ.1’nci yüzyılda Jüpiter tapınağında olur ve tapınak, MS.60 yılında tamamlanır. Jüpiter tapınağı yapımında: Mısır-Aswan’dan getirilen 104 büyük parça granit sütun ve ilaveten 50 sütun kullanılmıştır. Tapınak, bu sütunlarla çevrilidir.
İmparator Trajan (MS.98-117) döneminde ise, çeşitli dini binalar ve sunakların yapımına devam edilmiş ve bölgede 128 muhteşem revak ile çevrili, 20 metre yükseklikteki granit sütunla inşaatlar yükselmiştir.
Bu dönemde yapılan dini kompleks, 113 x 135 metre boyutlarındadır.
Günümüzde, bunlardan yalnızca 6 tanesi kalmış gerisi depremlerde tahrip olmuş veya diğer sitelere alınmıştır. Söylenenlere göre: Justinyen, İstanbul-Ayasofya bazilikasının yapımı için, bunlardan 8 tanesini tahsis etmiştir.
634 yılında, Arap orduları Suriye’ye girince, Baalbek şehri kuşatılır ve şehir ele geçirildikten sonra, tapınak büyük bir cami haline getirilmiştir. Takip eden birkaç yüzyıl, şehir İslam hanedanları tarafından kontrol altında tutulmuştur. 1401 yılında Timur ve 1260 yılında Tatarlar bölgeyi işgal ederler. Ancak: mevcut anıtlarda: savaş, deprem, hırsızlık nedeniyle, sonraki dönemlerde birçok restorasyon yapmak gerekmiştir.
Şehrin ismine gelince: Baalbek ismi: Fenike dilinde “baal” efendi veya “tanrı” demektir. Gök tanrısına verilen isim olarak düşünülmektedir. Hatta “tanrı kenti” de denilebilir.
1700 yılına gelindiğinde, Avrupalı kaşifler kalıntıları bulurlar ve 1898 yılında bölgede Alman İmparatoru William II’nin emriyle, ilk kazı çalışmalarına başlanır ve daha sonra da ara verilmeden sürdürülür.
Günümüzde: burada, harabe halinde, üç büyük tapınak bulunuyor. Bunlar: Jüpiter, Baküs ve Venüs tapınaklarıdır. Evet: bu Fenike şehri, üçlü ibadet için yapılmış ve antik dönemde “Heliopolis” olarak biliniyormuş. Heliopolitan: Jüpiter’in kutsal hacılarını, binlerce yıl kendisine çekmiş ve Roma döneminde dinsel işlevlerini sürdürmüştür. Hacılar: Heliopolis şehrinde, bir esas Fenike kültü ( Jüpiter, Venüs, Merkür) adı altında birleşen üç tanrılarına hürmetlerini sunmak için, büyük kalabalıklar halinde, bölgeye gelirlermiş.
Evet, tüm bunların yanında: Baalbek, aynı zamanda büyük bir gizemi de muhafaza etmektedir. Şöyleki: Jüpiter’in Roma tapınağının altında, büyük temel taşları görülmektedir. Jüpiter tapınağının avlusunda ise, bir platform üzerinde: büyük bir dış duvar ve masif taş dolgu görülmektedir. Buraya “Büyük Teras” denilir.
Dış duvarın, alt içinde ise, ince hazırlanmış ve doğru şekilde konumlandırılmış bloklar görülür. Bu bloklar: 30-33 metre uzunluğunda, 14 metre yüksekliğinde ve 10 metre derinliktedir. Ağırlıkları ise, yaklaşık 450 tondur. Bu blokların, 9 tanesi batıda, 9 tanesi güneyde ve 6 tanesi kuzeyde görülür. Batı bölümde bulunan 6 blok üzerindeki taşların ağırlığı 1000 ton üzerindedir. Bu büyük taşlar: 12 metre derinliğe, 63-65 metre uzunluğa sahiptir.
Evet: bölgedeki başkaca büyük taş kütleleri de var. Bunlar: Baalbek şehrine 4 mil uzaklıktaki kireç ocağında bulunuyor. Yaklaşık 1200 ton ağırlığındaki bu taşlar, bugüne kadar, dünya üzerinde tek parçadan hazırlanmış en büyük taş işçiliği olarak önem kazanmaktadır. Şöyle ki, bunlar: 13-16 metre genişliğinde, 69 metre uzunluğundadır. Bu büyük taş blok: neredeyse hazır olarak, yani koyulacağı yere taşınacak şekilde, hazır durumda bulunmaktadır.
Gelelim işin gizemine: gerek mühendisler ve gerekse çağdaş bilim adamları ve arkeologlar: bu taş ocağı, hazırlanan taşların ulaşımı ve yerlerine hassas yerleştirme yöntemleri hakkında, modern inşaatçılık teknikleri de göz önünde bulundurularak, herhangi bir şey söyleyemiyorlar. Büyük Baalbek taşlarının, yakın ocaklardan alınarak siteye sürüklendiğini düşünüyorlar.
Hatta: işçilerin halatlar kullanarak, ahşap binlerce makaralarla bunları sürüklediklerini düşünüyorlar. Geniş hareket yolları ve düz yüzeyler gerektiren taş ulaşımı için, Baalbek şehrinde böyle bir imkan bulunmadığı gerçek, çünkü, şehir tepededir.
Düşünülenlere göre: taş blokları, bir kez siteye getirildi, kaldırıldı ve yerleştirildi. Bu yerleştirme sırasında: iskele, rampa ve uyum içinde çalışan insanlar ve hayvanlar kullanıldı. Ancak, yine aynı dönemde, Roma şehrindeki: 327 tonluk Mısır dikilitaşının: 800 erkek ve 140 at ve 40 büyük kasnak tarafından yaratılan güçle kaldırıldığını unutmamak gerekir ki, buradaki taşlar, çok daha ağırdır. Öte yandan: Mısır dikilitaşının kaldırılışı sırasında, 800 erkek ve 140 at için büyük bir açık alan gerektiği de unutulmamalıdır.
Tüm bunlar düşünülünce: Baalbek taşlarının nasıl yerine taşındığı, nasıl kaldırıldığı ve nasıl yerleştirildiği gizemini korumaktadır. Öte yandan, bu taşlara “Trilithon” taşları ismi veriliyor. Bu taşların, bu sitenin taşları olmadığı, olsa olsa gerekli bir istinat duvarının parçaları olduğu söyleniyor. Ancak, yukarıda da söz ettiğim gibi, 1200 tonu aşan ağırlıkları nedeniyle, bu taşların nasıl kaldırıldığı ve buraya yerleştirildiği meçhul.
Tapınakların inşasında harç kullanılmaması da, mimari öneme sahiptir. Bu bölüm için son bir not: hani inanıp inanmamak size kalmış, yine söylentilere göre: bu büyük taş blokları “uzay yolcularının araçlarının inişleri için” kullanılmıştır.
Baal/Jüpiter Tapınağı
Mevcut tapınakların en büyüğüdür. Tapınağın: Hadad, Cennet tanrısı Atargates ve Hadad’ın eşi ve Merkür için adandığı bilinmektedir.
MÖ.1’nci yüzyılda, İmparator Augustus döneminde yapımına başlanmış ve MS.60 yılında tamamlanmıştır.
Tapınak cellası, 20 metre yüksekliğindedir ve 104 granit sütunlarla çevrilidir. Terasta bulunan dev taşlar ilgi çeker.
Yapıya: büyük bir giriş kapısı ve avludan sonra, geniş bir kapıdan girilmektedir. Tapınakta 84 sütun bulunmaktadır. Ancak, günümüzde, bunlardan yalnızca 6 tanesi ayaktadır. Diğerlerinin büyük kısmı kırılmış veya başka yerlere götürülmüştür.
Bacchus Tapınağı
Diğerine göre, daha iyi korunmuş durumdadır. Hemen Jüpiter tapınağı yanındadır. Ancak, olağanüstü değildir, zengin ve bol “Baküs” rakamları ve heykelleri, anıtsal kapısı ve etkileyici boyutları ilgi çekmektedir. MÖ.2’nci yüzyıl ortasında inşa edilmiştir. Bacchus: bereket tanrısıdır. Tapınak: Merkür’e adanmıştır. Çünkü: tıpanak duvarlarında, bu tanrının çocukluk sahneleri betimlenmiştir.
Dünyanın en iyi korunmuş bu Roma tapınağı: 69 x 36 metre boyutlarında: 19 metre uzunluğunda 42 sütun ile çevrilidir.
Venüs Tapınağı
Yuvarlak bir tapınaktır. Venüs tapınağının uyumlu formlarındaki özgünlük dikkati çeker. Evet, Venüs tapınağı, MS.3’ncü yüzyılda yapılır. Tapınağın Venüs için yapıldığının kanıtı ise: deniz kabukluları, güvercinler ve bu tanrıçanın kültü ile ilişkili diğer sanatsal motiflerle yapılan süslemelerdir. Bizans döneminde, Hıristiyanlığın kabulünün ardından, tapınak, kilise olarak kullanılmış ve Aziz Barbara’ya adanmıştır. Theodosius döneminde, birçok önemli bina ve heykel tahrip edilmiş ve Jüpiter tapınağından sökülen taşlarla, bölgede bazilika inşa edilmiştir.
Merkür Tapınağı
Cheikh Abdullah tepesindedir. Yalnız, bu tapınaktan günümüze kalan tek iz: kayaya oyulmuş bir merdivendir.
Buraya yolunuz düşerse: Alman imparatoru II Willhelm’in burayı ziyareti anısına, Sultan II Abdülhamit tarafından yerleştirilmiş ve iki tablet göreceksiniz. Bu tabletlerde “Osmanlıca” ve “Almanca” ziyareti anlatan yazılar bulunuyor, ama “Arapça” yazılmamış olması ilginç.
Yine, bölgede küçük bir müze var. Müzede: özellikle bölgedeki mezarlardan birinde bulunan kraliçenin kemikleri bir camekanda sergileniyor ve camekanın içine atılmış, tüm dünya paralarını görebilirsiniz.