İstanbul Arnavutköy

geziyorum-arnavutkoy
İstanbul Arnavutköy

 

İlk çağlarda tepedeki kireç ocakları nedeniyle adı “Hestai” olarak anılmıştır. Burada tarihte çok fazla adı geçmeyen antik bir yerleşim varlığı tespit edilmiştir.

Bu bağlamda Arnavutköy sınırları içinde en eski yerleşim yeri: Sazlıbostan-Kayabaşı yolunun doğusunda Filimoz Çiftliği olarak adlandırılan antik “Filiboz” şehridir.

Romalılar döneminde ise 4 yüzyılda Konsül Promotos’un buraya yerleşmesi nedeniyle önce “Promotu” ve ardından “Anaplous” olarak anılmıştır. Yöre, Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra Ayios Mikhailaion Kilisesi kurulmuş, yörenin ismi de “Mikhailaion”  olarak değiştirilmiştir.

Sonraki yıllarda “Melekler Köyü” anlamına gelen “Horasmoto” denilmiştir.

Günümüzdeki adını ise, 14’ncü yüzyılda Sultan Abdülmecid tarafından; Osmanlıların kaldırımlarını döşemek için Arnavutluk’tan buraya getirilen kaldırımcı ustalarından almıştır. Kaldırım sözcüğünün kökeni “kalos-dramos” dur.

Yamuk yumuk Arnavut kaldırımları deyimi de buradan kalmış, Arnavut kaldırımı tanımlaması, Türkçeye bu yüzden yerleşmiştir.

Öte yandan, fetihten sonra; 1468 yılında Arnavutluk’un alınmasından sonra; Fatih Sultan Mehmet’in, bu şirin kıyı köyüne, bu insanları getirtip yerleştirmesinin de buranın Arnavutköy olarak anılmasında etkili olduğu kesindir.

arnavutkoy-00
İstanbul Arnavutköy

Arnavutköy ismiyle ilgili bir diğer söylentide şudur: Arnavutköy (Arnautköi) ismi: eski dönemlerde buraya yaşayan bir Arnavut köylüden geldiği düşünülmektedir. Şöyle ki, bölge en eski dönemlerinden bu yana Edirne’ye ve dolayısı ile Avrupa’ya gidiş güzergahı üstündedir.

Yol üzerinde oluşu ve burada bir Arnavut’un yaşamasından dolayı, bu güzergahtan geçenler, zamanla buraya Arnavut’un köyü ismini takmışlardır. Bu isim zaman içinde önce “Arnavutköyü” daha sonra ise “Arnavutköy” e dönüşmüştür.

Yine bir başka varsayım: Semt ismini, 1453 yılında Fatih tarafından İstanbul şehri alınınca, semti korumak için görevlendirilen Arnavut asıllı bir yeniçeriden almıştır.

Osmanlı döneminde, İmparatorluğun Eflak-Boğdan beylerinin konakları, yüksek düzey memurlar ve Ermeni sarraflar evleri ve konakları buradaydı. Kalabalık Rum ve Yahudi nüfusu yaşayan semtte günümüzde az sayıda Rum yaşamaktadır.

Yahudiler ise yoktur. Semtteki Rum İlkokulu, 1902 yılında bu yana açıktır ama öğrenci sayısı gün geçtikçe azalmaktadır. (günümüzde 6 öğrencisi bulunmaktadır)

Arnavutköy semtinin kıyıları, Boğaziçi’nin en güzel kıyılarındandır. Çünkü kıyıyı birçok güzel yalı ve ahşap binalar süslemektedir. Bu yüzden, tekne ile Boğaziçi gezilerinde bu kıyılar mutlaka dikkat çeker. Ancak, önünden geçirilen kazıklı yol nedeniyle, kıyı bir anlamda tüm güzelliğini kaybetmiştir.

Deniz kıyısından ayrılıp iç sokaklara girdiğinizde daha ilginç evler görebilirsiniz. 20’nci yüzyıl başlarına ait, bir kısmı da Art Neue üslubuyla yapılmıştır. Çirkin yapılaşmaya alışanlar için, bu özel ve güzel yapılar mutlaka ilgi çekecektir.

Bu evlerin çoğunun standart olarak yapıldığı, Art Nouveau unsurlarının ise binalara inşaat bittikten sonra eklendiği ve böylelikle şık bir görüntü yaratıldığı anlaşılmaktadır. Osmanlı evlerinde Türkler parlak renkler, Ermeni ve Rumlar kırmızı veya kurşuni tonlar, Yahudiler ise kara renkler kullanırdı.

Bunların içinde Dulkadiroğulları Sokak No.3’teki ev bir istisnadır. Bu ev standart kalıpların bir araya getirilmesiyle değil Art Nouveau tarzında özel planlanarak yapılmıştır.

Ahşap evlerle donatılan Arnavutköy’de yaşanan son büyük yangın 1908 yılında, yüzden fazla evin yanarak yok olduğu yangındır. Semtin merkezinin dokusu ve düzeni, büyük oranda bu yangından sonraki döneme aittir.

cilek-1
İstanbul Arnavutköy

Giriş kısmı için bir not: Arnavutköy’ün geçmişinden gelen en büyük özelliklerinden birisi de 1960’lı yıllara kadar yetişebilen ünlü çileğidir. Arnavutköy’ün bütün İstanbul’da sevilen bu hoş kokulu çileği, ilk olarak 19 yüzyılda İpsilanti ailesi tarafından üretilmiştir.

Zamanla, burada bağlar kalkmış ve onların yerini çilek tarlaları almıştır. Osmanlı çileği adı da verilen çileğin özelliği: küçük, açık pembe renkli ve kokulu olmasıymış. Çilek zamanı gelince, tarlalardan toplanan çilekler küçük sepetlere konur ve Arnavutköy meydanında toplanırmış. Tarlalardan ve meydandan, bütün Arnavutköy’e çilek kokuları yayılırmış. Günümüzde bu çilek artık üretilmiyor.

taksiarhis-kilisesi-1
İstanbul Arnavutköy Taksiarhis Kilisesi
taksiarhis-kilisesi-0
İstanbul Arnavutköy Taksiarhis Kilisesi

TAKSİARHİS KİLİSESİ

Ana caddenin hemen arkasındaki sokak içindedir.

Tarihi geçmişi Bizans dönemine kadar giden kilisenin günümüzdeki binasını Muzurus Paşa inşa ettirmiştir. Bizans döneminde kiliseyle ilgili bilgiler olmasına rağmen kilise üzerinde o dönemi anlatan kitabe yoktur.

Kilisenin burada ilk olarak Roma döneminde Hıristiyanlığın kabulünün ardından yapıldığı söylenmektedir. Bu Rum Ortodoks kilisenin en büyük özelliği, İstanbul’da çok ender görülen kubbeli kilise olmasıdır.

Kilise: daha önce burada bulunan kilisenin 1894 yılındaki depremde yıkılmasından sonra 1899 yılında Konstantinos Muzuros Paşa tarafından yapılmıştır. Rum asıllı Arnavutköy’lü bu devlet adamı, Osmanlı imparatorluğunda Paşa, Vezir ve Büyükelçi olarak hizmet etmiştir.

Yapının güneyinde Muzuros Paşa’ya ait bir aile mezarlığı bulunmaktadır. O yıllarda, yani Sultan Abdülhamit döneminde, kubbeli kiliselerin yapılmasına izin veriliyordu. Kilise; camiye benzer ana kubbesi ve girişteki çan kulesiyle baş meleklere adandığı için “Taksiarhis” adını almıştır.

Çan kulesinde Hz İsa’nın ağzından “Bana gel” yazısı dikkat çeker. Geniş ve bakımlı bir bahçenin içindeki yapı, merkezi haç planındadır.

İç dekorasyonunda bol renklilik ve çeşitli sayıda ikona görülür. Söylenenlere göre 50’den fazla ikona vardır. Hem dinsel hem de mitolojik konuların işlendiği ikonalar arasında bulunan Meryem Ana, İsa Peygamber, Aya Nikola, Aya Varvara ikonaları görülmeye değerdir. Ancak “Mavromolitisa” ikonasının ilginç bir hikayesi vardır. Bu ikona, Karadeniz’den gelmiş balıkçılar tarafından bulunmuştur.

Dolayısıyla ikona her yıl gider, ayinden sonra geri gelirmiş. Bu ikonaların bazıları  üzerindeki kurşun delikleri dikkat çekmektedir. Bu kurşun delikleri, 6-7 Eylül olaylarında gayrimüslimlere yapılan saldırının izleridir. Kilisenin orta nefi üstünde yükselen geniş kubbeyi, dört kalın fil ayağı tutmaktadır. Girişteki üst galeri parmaklıklarını süsleyen ikonalar: dünyanın yaratılışından Hz İsa’ya kadar, çeşitli dinsel ve mitolojik efsaneleri anlatır.

Kilise mahzeninde yani kriptasında: bazı önemli kişilerin mezarları vardır. Kripta-mahzen bölümü üstündeki kapak, kilisenin kalabalık olduğu zamanlarda kapatılıyor, sakin zamanlarında ise açılarak merdivenlerle içeride bulunan mezarlara ulaşılıyordu. Bahçesinde İstanbul Patriklerine ait mezar dikkati çeker. Bahçede bir köşede bulunan mermerden lahit dikkat çeker.

Bu lahit, 1857 yılında ölen bir Rum tulumbacıya aittir. Bu kişi: Osmanlı itfaiye teşkilatındandır. Zaten Osmanlıda gerçek bir itfaiye teşkilatı, o yıllarda oluşturulmaya başlanmıştır. Lahtin, bir tulumba şeklinde betimlenmesi, o dönemin estetiksel zevkinin ne boyutta olduğunun kanıtıdır.

Ayios Paraskevi Ayazması

Kilisenin güneyinde avluda bir ayazma var. Dört duvar üzerinde, kiremit örtülü bir yapıdan ibaret olup 9 metre genişliğinde bir girişten, 6 taş basamak merdiven inilerek girilir. 1939 yılında konan iki musluklu mermer tekneye, bir tonoz örtülü sarnıçtan el tulumbası ile çekilir.

Sarnıçtaki su: karşılığı ile aynı adı taşıyan diğer bir ayazmadan gelir. Ayia Pareskevi ayazmasının “göz hastalıklarına” iyi geldiğine inanılmaktadır. İnsanlar ayazmaya göz şeklinde metal tabakalar getirerek dertlerine deva arıyorlar. Ayazma her sene 26 Temmuz tarihinde açılıyor. Aziz Paraskevi’nin göz doktoru olduğu biliniyor.

tevfikiye-camisi-1
İstanbul Arnavutköy Camisi-Tevfikiye Camisi-Akıntı Burnu Camisi

ARNAVUTKÖY CAMİSİ-TEVFİKİYE CAMİSİ-AKINTI BURNU CAMİSİ

Deniz kıyısında, eskiden kayıkhane olarak kullanıldığı düşünülen, günümüzde ise Vakıflar Müdürlüğü tarafından kiraya verilmiş ve kafe olarak işletilen dükkanların üstünde yükselen Arnavutköy Cami, 1832 yılında Sultan II. Mahmut tarafından oğlu Şehzade Tevfik adına yaptırılmıştır.

Mimarı bilinmemektedir. Bir adı da “Tevfikiye Cami” olan yapının, henüz Müslümanların Arnavutköy’e yerleşmeden önce kışladaki askerler ibadetleri için yapıldığı sanılıyor.

Adeta bir balkon havasında geniş bir avlusu vardır. Bu avluya çıktığınızda, bir süre, denizi ve muhteşem manzarayı izlemenizi öneririm. Bu avluya, caminin deniz tarafında bulunan iki kapısının ardında yükselen mermer merdivenlerle çıkılır. Bu kapılardan biri cümle kapısı, diğeri ise hünkar kasrının özel kapısıdır.

Kapıların üstünde: Hattat Yaserizade Mustafa İzzet Efendiye ait, iki mısralık kitabeler vardır. Her iki kitabede de Sultan II. Mahmut’un tuğrası görülür. Avluya geçerek ulaşılan camide, ahşap kaplamalı camekanlı bir son cemaat yeri vardır. Bu bölümün, kuzey duvarında açılan kapının her iki yanında, ikişerden dört pencere görülür. Bu bölümden ahşap iki kanatlı bir kapıdan geçerek camiye girilir.

Tek şerefeli minaresi, kesme taştan yapılmıştır. Alışık olunan Osmanlı mimarisinden farklı olarak, caminin kubbesi ve işlemeli dış duvarları yoktur. İç bölümde, klasik çini motifleri yoktur. Beyaz duvarlar üzerinde çok sayıda pencere görülür. Tavan, yüksek ve düzdür. Sonuç olarak, bir Osmanlı camisi olarak oldukça sadedir.

Caminin batısında görülen ahşap ve iki katlı yapı: Hünkar Kasrıdır ve camiye kıble tarafındaki giriş kapısıyla bağlanır. Kasrın giriş katında: iki penceresi bulunan bir salon ve solunda beş pencere bulunan bir oda vardır. İkinci katta bulunan odadan üç pencereli olan ve farklı dekorasyonuyla dikkat çeken oda hünkar odasıdır. Kasrın alt ve üst katlarında birer mutfak vardır.

Eskiden burada bulunan ve 1791 yılı yapımı çeşmenin yeri değiştirilmiştir. Bugün görülen çeşme: Sultan III. Selim’in kız kardeşi Beyhan Sultan tarafından 1804 yılında yaptırılmıştır. Kitabesinde “ay-yıldız” bulunurmuş. Karadeniz’e açılan gemiler, burada durur ve teknelerine su stoklarlarmış. 1950’lerdeki yol çalışmalarında bu çeşme sökülerek parçalara ayrılmış ve caminin avlusunda bir yerde kaderine terk edilmiştir.

ARNAVUTKÖY KARAKOLU

Caminin hemen yanında görülen Süslü Karakol ise, 1843 yılında kagir olarak inşa edilmiştir. Bina iki katlıdır. Yapı: bir merkez bölüm ve iki yan kanattan oluşan “U” biçimli bir plan şemasına ve kitleye sahiptir. Merkez bölüm, yan kanatlardan yaklaşık 2 metre geridedir. Simetrik bir kurgusu olan binanın mermer giriş kapısı, orta eksen üzerindedir.

Kapının üstünde: sekiz mısralık kitabe panosu ve yatay pozisyonda bir oval madalyon içinde de kısmen kazınmış olarak Abdülmecid’in tuğrası vardır. Tuğra madalyonu, alçı üzerine altın yaldızlı şemse motifi ile çevrelenmiştir. Karakolun arka bahçesi içinde, ne olduğu saptanamamış tuğla hatıllı moloz taş duvarlı bir kalıntı vardır.

ARNAVUTKÖY İSKELESİ

20 yüzyıl başlarında Şirket-i Hayriye tarafından yaptırılan iskele: Arnavutköy-Bebek caddesi üzerindedir. 1986 yılında, kıyıdan kazıklı yol geçirilince, eski iskele kullanılmaz hale gelmiştir.

Yolun kenarına yeni iskele yapılmıştır. 1988 yılında hizmete giren yeni iskele, eski Boğaziçi iskelesi tarzındadır. Tek katlı, dikdörtgen planlı, betonarme yapının dış yüzeyi ahşap kaplıdır. Tek hacimli yapıda bekleme salonu, iskele ve çımacı odaları ile gişe bulunur. İskelenin rıhtım uzunluğu 13 metredir.

AYİOS ONOFRİOS AYAZMASI

Dulkadiroğulları sokağı ile Arnavutköy Çeşmesi Sokağı köşesindedir. Girişin üstü, dört kaba taş duvardan yapılmış, üzeri çimentolu bir yapıdır. Sekiz kaba taş basamaklı merdivenle inilir. Aşağı kısmı: 1.80 metre genişlikte ve 3 metre uzunluktadır.

Üstü tonoz, zemini taş döşelidir. Merdivenden inilince, karşıda, ortada ağzı dört köşe, yekpare adi taştan oyulmuş bir kuyu bulunur. Merdivenin üstünde, sol tarafta korkuluklu bir ahşap set ilave olunmuştur. Setin üstünde: çerçeve içinde Ayios Onofrios’un çıplak, sakalı ayaklarının ucuna kadar uzanmış halde, yağlı boya bir tasviri vardır.

kirmizi-yali-1
İstanbul Arnavutköy Kırmızı Yalı

KIRMIZI YALI

Arkeolog Halet Çambel’e ait kıyıdaki bu en eski yalı 1820 yılı yapımıdır. Yalı, kendisi tarafından Boğaziçi Üniversitesine bağışlanmıştır. Yalı, üniversite tarafından “Halet Çambel ve Nail Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırmaları Merkezi” ne dönüştürülecektir.

Yalı: 1830’lu yıllara, Sultan II. Mahmut dönemine tarihlenmektedir. Yalı Sultan II. Mahmut’un Ermeni asıllı bahçıvanı tarafından yaptırılmıştır. 1836 yılında Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi için ülkeye gelen Alman general Helmut von Moltke, bu yalıda yaşamıştır. 1930 yılında Ermeni Bahçıvan, Fransa’ya göçerken yalıyı Berlin Büyükelçimiz İsmail Hakkı Paşa’ya satar.

Miras yolu ile Halet Çambel’e kalır. Halet Çambel, 1936 Olimpiyatlarına katılmış ilk bayan sporcumuzdur. Daha sonra Arkeoloji Profesörü olmuştur. Yalı aşı boyası rengindedir. Osmanlı döneminde yalıların rengi önceden belirlenirdi. Aşı rengi denen kırmızı renkli yalılar devlet mensuplarına aitti. Yalıların rengi kurallara uymayanların yalılarına el konuluyor ve kendileri de sürgüne gönderiliyordu. Arnavutköy yalıları arasında, bahçesi olan tek yalıdır.

Yalı: bahçesindeki sakız ve defne ağaçlarının da bulunduğu 335 ağaçtan oluşan 8 dönümlük bahçe alanıyla dikkat çekiyor. Yalı hem mimari özellikleri hem de bahçe tasarımı açısından son derece nadir ve iyi korunmuş bir mekandır. Yani: Geç Osmanlı yerleşim düzeni, mimari kültürü, peyzaj yani bahçe anlayışı ve kentsel yaşam tarzını yansıtması açısından benzersiz bir örnektir.

1930 yılından bu yana, Çambel ailesi tarafından kullanılmaktadır. Çambel: Ağahan Mimarlık Ödülü sahibi eşi Nail Çakırhan ile birlikte, uzun süre bu yalıda yaşamış ve 2004 yılında Boğaziçi Üniversitesine bağışlamışlardır.

Münzevi Yaşam Tarzı

Melekler Köyü olarak bilinen semtin isminin Anaplous olduğu Bizans döneminde: burada inzivaya çekilen ve münzevi denilen iki kişi yaşamıştır.

433-493 yılları arasında: Boğaz’a bakan bir sütuna çıkarak inzivaya çekilen Münzevi Simon’a: MS. 460-493 yılları arasında Münzevi Daniel katılır.

İmparator I. Leo bu durumdan etkilenir ve Münzevi Daniel’e yardımcı olmak ister. Daniel’in oturduğu sütunun hemen gerisine bir sütun yaptırır. Daniel’in ayaklarını uzatmasını sağlamak için, iki sütunu da kalasla birleştirir.

Daha sonra, imparator hava şartlarından rüzgar ve yağmurdan  korunsun diye, sundurma şeklinde bir gölgelik yaptırır. Her iki münzevi de halkın ilgisini çekmiş ve kabalıklar onları izlemek için buraya akın etmiştir.

akinti-burnu-1
İstanbul Arnavutköy Akıntı Burnu
akinti-burnu-2
İstanbul Arnavutköy Akıntı Burnu

AKINTI BURNU

Arnavutköy burnu, Boğaziçi’nin en akıntılı yeridir. Karşı kıyıdaki Kandilli gibidir. Bu buruna eskiden “Büyük Akıntı” yani “Mega revma” denirmiş. Boğaz boyunca denizin derinliği ortalama 50 metre iken burada 100 metreye kadar ulaşır yani en derin yerdir.

Karadeniz’e açılmak isteyen gemiler, burada yol alamadıklarında, karadan atılan bir halatla çekilerek akıntı bölgesinden uzaklaştırılırmış. Bu akıntı konusu yengeçlere de zor geliyormuş ve burada karaya çıkıp yollarına yürüyerek karadan devam ediyorlarmış. Bu durum, tarihçiler arasında “yengeçlerin uzun geçidinde taşların aşındığını gözlerimle gördüm” şeklinde ifade edilmiştir. 15 yüzyıl tarihçi yazarı Petris, bunu yazmıştır.

ROBERT KOLLEJ BİNALARI

Arnavutköy semtinde, patikalardan geçip tepelere tırmanıldığında: tepede 1871 yılında Amerikan kız okulu olarak kurulmuş Robert Koleji binaları görülür. Amerikan Kız Koleji: Türkiye’de bu tür ilk modern kız lisesidir. Ülkenin tarihinde öncülük etmiş pek çok kadın, buradan yetişmiştir.

Bunların arasında en ünlüleri Halide Edip Adıvar’dır. 1971 yılında, yüzüncü kuruluş yıl dönümünde, Boğazın biraz ilerisindeki Robert Kolejin erkek lisesiyle birleşmiş ve Arnavutköy’deki yerinde Robert Kolej olarak hizmet vermeye başlamıştır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.