Sofya-Selanik karayolunda, 29 km.de, doğudaki Rila vadisinde: Balkan Yarımadasının 3000 metreye kadar yükselen, en yüksek dağının eteklerinde, kuzey-batı ucunda kuruludur. Sofya şehrinden, 117 km. uzaklıktadır. Yaklaşık 2 saatlik bir karayolu ulaşımı yapmanız gerekiyor.
Deniz seviyesinden 1147 metre yükseklikteki manastıra ulaşmak zahmetlidir. Yaklaşık 9000 metre karelik bir alana yapılmıştır.
Manastır: 1983 tarihinde, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Çünkü: Balkan yarımadasının ikinci en büyük manastırıdır. Zamanın en iyi Bulgar ustalarının bazıları, burada eserler bırakmışlardır. Bulgaristan ülkesinin en büyük ve ünlü Ortodoks manastırıdır. Freskleri ve mimarisi: Bulgar sanatının başyapıtıdır.
Evet: Manastır
Ortodoks kilisesi tarafından “Aziz” ilan edilen “St John” isimli bir keşiş adına, MS.930 yılı civarında: keşiş Ioan Rilski ve müritleri tarafından kurulmuştur. Ancak: bu keşişin hikayesi önem kazanmaktadır. Söylenenlere göre: Ioan: Bulgar Çarı Peter zamanında: dini ahlaken çöktüğünü öne sürerek, inzivaya çekilmeye karar vermiş ve o dönemde, tırmanılması çok zor olan Rila dağına çıkarak, burada birçok temel haklardan yoksun yaşayarak: insanlık için çalışmıştır. Hatta: buraya gelen müritleri tarafından yapılan, yaşadığı mağara: takip eden süreçte Bulgar halkı tarafından kutsal kabul edilmiştir. Ölümünden sonra ise, efsanesi daha da güçlenmiştir.
Bu keşişin, o dönemde bulunan sade konutu ve mezarı: daha sonra kutsal bir yer olarak kabul edilmiş ve ortaçağ döneminde, Bulgaristan’ın manevi ve sosyal hayatında önemli bir yer edinen dini kompleks haline gelmiştir. Çünkü: birçok Bulgar çarları ve soyluları: tarihi süreç içinde, buraya cömert bağışlarda bulunmuşlardır.
14’ncü yüzyıla gelindiğinde:
Gerek manastır ve gerekse yeni ve güçlendirilmiş yaşam tesisleriyle birlikte, burası bir savunma kalesi haline gelmiş ve bir kale kilise olarak bilinmeye başlanmıştır. 23 metre yüksekliğindeki “Hrelyu” kulesi: manastırın en yüksek yapısıdır. Kalın taş duvarlarda korunmuş, en üst kattaki şapelde bulunan duvar resimleri ilgi çekmektedir. Manastır dışındaki tesislerde, en ilgi çeken bölüm “Magernitsa” denilen manastır mutfağıdır. Buradan, konuk odalarına doğru geçilmektedir. Özellikle, zengin Bulgarların bağışlarıyla döşenen ve dekore edilen konuk odaları görülmelidir. Bu odalarda, 400 üzerinde yatak bulunduğu söyleniyor.
Özellikle: manastır kompleksi: 18-19’ncu yüzyıllar arasında, Slav kültürünün bir sembolü haline gelmiştir. Mimarisi ve freskleriyle, Bulgar halkının sanatsal bir başyapıtı olarak önem kazanmıştır.
Manastırda: bir de gayet zengin kütüphane bulunmaktadır. Burada: 11-19’ncu yüzyıllar arasında toplanan kitaplar muhafaza edilmektedir ki, bunlar yaklaşık 250 civarında el yazması ve 10 bin civarında baskı, kitap ve çizimlerden oluşmaktadır.
Bölgedeki Osmanlı hakimiyeti döneminde ise: Rila manastırı: Doğu Ortodoks dünyasının en güçlü manevi ve sanatsal bir merkezi haline gelmiştir. Tabii burada, Osmanlının, egemenlik kurduğu yerlerde, dini hoşgörüsünü hemen anlamak mümkündür.
Ama, Osmanlı bu dini yapıya hoşgörülü yaklaşırken: manastır, bu işgalin karşısında, ulusal kimlik yani Bulgar ulusal kimliğinin bir kalesi haline getirilmiş ve özellikle aziz emanetler buraya taşınmıştır. Hatta: 1469 yılından sonra, Balkanların her bölgesinden, Ortodokslar, hac için burayı ziyaret eder hale gelmişlerdir.
Evet: 1778 yılında, bölgede büyük bir yangın çıkmış ve bütün orman varlığı ile birlikte, birçok tarihi eser de yok olmuştur. Uzun süreli onarımlar sonucunda yeniden yapılan manastır, 1833 yılında yeniden yanmış ve ardından, binlerce Bulgar sanatçı burayı yeniden onarmışlar ve ülke genelinden toplanan bağışlarda, bugünkü konumuna getirmişlerdir. Hatta: bölgenin tam ortasında görülen ve Meryem Ana’nın doğumunu simgeleyen ve uğurlu olduğu söylenen kilise de: yine bu dönemde yapılmıştır.
Özellikle: Scrovegni denilen ilginç müzesini görmenizi öneririm. Turist sezonunda, buraya “konaklamalı” da gidilebiliyor.