İnsan ruhundaki heyecan ve macera duygularının en yüksek seviyelere ulaşmasını sağlayan bir parkur ve spor. Tam bir aksiyon. Yaşamak isteyenler, mutlaka tercih etmeli. Resimlerde; coşkun akan bir ırmak içinde, botla ve üstlerinde başlık ve diğer ilginç kıyafetler, ellerindeki kürekleri çekmeye çalışan ve suya düşmemek için mücadele eden insanlar. Evet; işte, köprülü kanyon ve rafting. Burada: köprülü kanyon milli parkında.
Denemek isteyenler mutlaka olacaktır. Gerekli emniyet tedbirleri alınsa da, unutmayın ki, öncelikle sizin kişisel güç ve kuvvetiniz gerekecek. Ama kesinlikle, bunları görünce veya duyunca büyük bir korkuya kapılıp, bu güzelliği yaşamaktan sakın vazgeçmeyin. Rehberler gayet bilinçli. Bunun sonucunda, tehlike yaşamak pek mümkün değil, yaşanan aksiyonlar, rehber tarafından bilinçli yaratılıyor ve kontrollü.
Antalya-Alanya kara yolunda ilerlerken, köprülü kanyon tabelasını görünce, ana yoldan ayrılıyorsunuz ve Taşağıl ve Beşkonak’a giden 40 km. lik bir yolla, bu milli parka ulaşıyorsunuz. Ancak yol berbat, hatta berbat ötesi. Tamam asfalt ama, dar ve araç yoğunluğu o kadar fazla ki, zaman zaman, karşılıklı gelen iki araç, aynı anda geçemiyor.
Bir aracın karşıdan gelen araca yol vermesi şart, hele bir de düşünün ki, büyük otobüs ise. Bunun yanında: uzun süre, döne döne ine çıka ilerleyen araçların sürücülerinin, bazen aksiyon yaratacak hareketlerde bulunmaları, yolu zor durumdan tehlikeli hale getiriyor. Buraya giderseniz, lütfen dikkatli araç kullanın. Ben sanırım, bu yol yüzünden uzun süre bir kez daha gitmeyi düşünmeyeceğim.
Milli parkın, önemli bir bölümünü oluşturan köprü çayı: göller yöresindeki Eğridir gölünün güneyindeki Toros dağlarından doğuyor. Değişik arazi kesimlerindeki vadisinde, 120 km. boyunca ilerleyip, buraya kadar geliyor. Buradan sonra ise; denize ulaşmak için, yüzlerce yıl, bu kesimdeki araziyi oymuş ve ortaya, bu doğa harikası kanyon çıkmış.
Bolasan köyünün altından itibaren, 14 km. uzunluğundaki bu kanyon; yörenin en ilginç yerlerinden biri. Yer yer: 400 metreye çıkan ve ortalama 100 metre yükseklikteki bir kanyon. Olukköprü’de bitiyor. Daha sonra ise, Köprüçay, tarihi Aspendos yakınlarından geçerek, Akdeniz’e dökülüyor.
Bu kanyon içinde yapılan rafting sporu, yöreye çok sayıda yerli ve yabancı turist çekmekte. Rafting parkuru: Olukköprü’nün, yaklaşık 100 m. aşağısında, suyun durgun olduğu yerde başlıyor. Kanyon duvarlarından dökülen su kaynakları, parkur boyunca ilginç görüntüler oluşturuyor. Amatör raftingcilerin; genellikle olukköprüde başladıkları parkur, yaklaşık 10 km. süren bir yolculuk sonrasında, Beşkonakların ilerisindeki beton köprüde bitiyor.
Beton köprüden sonraki, 3 km. lik son bölüm, tehlikeli olduğu için, daha çok profesyonel raftingciler tarafından tercih ediliyor. Zaten yol boyunca ilerlediğinizde, sol yanınızda, rafting yapmanızı sağlayacak birçok değişik firmanın barakalarını, bot, kano ve diğer ekipmanlarını görebiliyorsunuz. Özel aracınız ile giderseniz, yol boyu ilerleyin, sol yanınızdaki değişik firmalardan biri veya birkaçı ile görüşün. Görüştükten sonra, firma, muhtemelen her 8 kişi için bir bot tahsis ediyor. Raftinge katılacaklara, can yeleği, miğfer başlık, kürek veriliyor.
Antalya Köprülü Kanyon: Ayrıca, her bot için bir rehber görevlendiriliyor. Kıyıdan bota biniyorsunuz, rehberin sizi yönlendirmesi ile nehirde ilerliyorsunuz. Zaman zaman kürek çekiyorsunuz, zaman zaman dalgaların yoğunlaştığı yerlerde, rehber tarafından yaratılan kontrollü aksiyonlar, adrenalin seviyenizi yükseltmeye yetiyor. Zaman zaman ise, rehber, nehre girmenize, yüzmenize izin veriyorlar, mola veriyorlar.
Bu yüzme molalarından birinde, hemen kıyıda bulunan bir ağaçtan nehre atlamanız mümkün. Bir ara, geriye dönüp baktığınızda, hemen ufuk hattında, sanki sırt üstü yatmış gibi görünen ve yüzünün silüeti ufka yansıyan ATATÜRK bile göreceksiniz. Ayrıca, balık tutanlar, oltalarını nehre atıp, balık tutanları göreceksiniz.
Evet, rafting turunuz, gerek yolculuk ve gerekse molalar dahil, yaklaşık 1.5 saat sürüyor 1.5 saatlik süre sonunda, kıyıya yanaşıyorsunuz, kıyıya çıkıyorsunuz ve yine firmanın araçları ile, arabanızı park ettiğiniz, sizi ilk bota bindirdikleri yere götürüyorlar. Tüm bu süreç, yaklaşık 2 saat civarında sürüyor.
Fiyat mı, rafting heyecanı, muhtelif firmalarda farklı fiyatlar uygulanıyor, mutlaka araştırın, pazarlık yapın. Ama benim size önerim, ucuz fiyatları turları tercih etmeyin. Rehber çok önemli. Bota verilen rehber gerçekten çok önemli. Sonuçta, rehber sizi yönlendiriyor. İyi yönlendirilmediğiniz takdirde, bottan düşmemek mümkün değil. Ama iyi bir rehber, bottan düşmenizi önlüyor, en fazla ıslanıyorsunuz. Bu yüzden, iyi rehber veren firmaları tercih edin. Rehber niyetine, yanınıza bir çocuk verilirse, her ne kadar tehlikesiz de olsa, rafting yolculuğunuz sorun olabilir diye düşünüyorum.
Peki ya tehlike. Botlara baktığınızda, birçok insan ve hatta kucakta bindirilmiş bebekler bile göreceksiniz. Bunlar beni ilk anda elbette düşündürdü. Ama, sanırım bu insanlar, botun asla devrilmeyeceğini düşünerek, böyle yanlarında çocuk alıyorlar. Ama, yine de, tabiat ve doğa ile bir nebze de olsa mücadele ediyorsunuz, sonuçta tehlike oranı çok düşük.
Özellikle, rehberiniz iyi ise, üzerinize mutlaka can yeleği ve başınıza kask taktıktan sonra, tehlike riski yok denecek kadar az, en fazla ıslanıyorsunuz. Ama dedim ya, rehber çok önemli, acemi bir rehber tehlikeli sonuçlara sebep olabilir diye düşünüyorum.
Antalya Köprülü Kanyon: Bu arada, 8 kişilik büyük botlar yanında, iki kişi tarafından kullanılan kanolar var. Sanırım bu kanoları kullanmadan önce parkuru iyi bilmeniz şart. Çünkü, bu iki kişilik kanolarda rehber şansınız yok. Dolayısı ile, akıntının nerede aşırı hızlı olduğunu, olacağını kestiremezsiniz.
Bence, parkuru iyice belledikten sonra, rehberli tura katıldıktan sonra, iki kişilik kanoları denemelisiniz, yoksa sanırım tehlike olabilecektir. Tehlike dedim de ne olabilir. Aşırı akıntıda akıntıya kapılıp sürüklenmek, bu esnada, boğulmak, sığ yerlerde ve kayaların bulunduğu bölgelerde, baş veya vücudunuzun herhangi bir yerini kayalara çarpmak. Ama dedim ya, iyi bir rehber sizi bu tehlikelerden korur.
Köprülü kanyon milli parkı: elbette, yalnızca rafting yapmak için kullanılmıyor. Milli park; ülkemizin, en güzel bitki örtüsüne sahip yörelerinden biri. Son yıllarda; bilim adamlarının büyük ilgisini çeken bölgede, dünyada yalnızca burada yetişen, bitki türlerine rastlanmış. Bu durum; bölgeye olan ilgiyi arttırmakta. Bilim çevrelerine göre: bu bölgede, halen keşfedilmemiş ve keşfedilmeyi bekleyen binlerce çeşit bitki türü mevcut.
Bunların arasında dolaşabilir, ırmak çevresinde günübirlik piknik yapabilirsiniz. Ayrıca; köprüçay boyunca alabalık avlama imkanınız da var. Yani: rafting yapmayı düşünmezseniz, günübirlik piknik, yürüyüş parkurlarında tracking ve alabalık avı. Buyurun; bol seçenekli bir program. Tercih sizin. Balık avı merakınız varsa, burası gerçekten ideal, yanınızda mutlaka olta takımınızı bulundurmalısınız.
Zamanınız varsa, bu kanyon bölgesine gitmeyi değerlendirin. Ama en başta da yazdığım gibi, yol kötü. Buraya, bence sabah saatlerinde, saat 11 gibi gidin önce rafting ve arkasından tarihe merakınız varsa Selge antik kentini gezebilir, balık merakınız varsa balık tutabilirsiniz.
Bunun dışında, yanınızda mangal bulundurursanız, yiyecek bir şeyler hazırlayıp, güzel bir ortamda nehir kıyısında yemek yiyebilirsiniz. Nehir kıyısı o kadar güzel ki, rafting sırasında zaten hemen nehrin kıyısındaki çadırları görecek ve şaşıracaksınız. Bu çadırlarda genelde rafting rehberleri konaklıyor.
Evet, son olarak, bu kötü yola tahammül edebilirseniz ki, ben bir daha gitmeyi pek düşünmüyorum, görmediyseniz mutlaka gidin, ama yolda dikkatli olun ve rafting macerasını mutlaka yaşayın, çekinmeyin, korkmayın, iyi bir rehberle olay tehlikeli olmaktan çıkıyor.
Yeşilinin bolluğu, depremleri ve halihazır şehir merkezinin üç kez yer değiştirmesi, sevimli insanları ve büyük askeri yoğunluğuyla dikkati çeken bir ilimizdir. Birçok kez bulundum, dümdüz bir şehir düşünün, çünkü: depremler sonucu şehir her yenilendiğinde, şehir planlaması en iyi şekilde gerçekleştirilmiş ve sonuçta ortaya: pek yüksek binaları bulunmayan, dümdüz bir şehir çıkmıştır.
Dümdüz ama çevresi dağlarla çevrilidir. Tabii bunun sonucunda, güneş geç doğar ve erken batar yani şehir de kasvetli bir hava hakimdir. Tarih meraklıları için, Altıntepe’yi mutlaka gezmelerini öneririm.
ULAŞIM
Erzincan: Asya ülkelerini, Avrupa’ya bağlayan demir yolu ve kara yolu üzerinde bulunmaktadır. Bu durum, ulaşım açısından, ile önem kazandırmaktadır. Doğu Anadolu bölge kara yolu bağlantısını sağlayan E-80 kara yolu il merkezinden geçer.
Erzincan-Erzurum arasındaki uzaklık; 188 km. Erzincan-Ankara arasındaki uzaklık: 688 km. Erzincan-Sivas arasındaki uzaklık: 246 km. Erzincan-Gümüşhane arasındaki uzaklık: 131 km. Erzincan-Trabzon arasındaki uzaklık: 231 km. Erzincan-Tunceli arasındaki uzaklık: 130 km. Erzincan-Elazığ arasındaki uzaklık: 235 km. dir.
Erzincan hava alanı: 1988 yılında hizmete açılmıştır. 200 araç kapasiteli otoparkı da bulunan hava alanı, yıllık 600 bin yolcu kapasitelidir. Gece iniş-kalkışı sağlayan ışıklandırma tertibatı bulunmaktadır. Hava alanı ile şehir merkezi arasındaki ulaşım: taksi ve dolmuş taksilerle sağlanmaktadır. Şehir merkezine uzaklık: 9 km. dir. İstanbul-Erzincan arasındaki hava ulaşımının: sadece 1 saat olması, ulaşımda büyük imkan yaratıyor. Ancak, bu arada, Erzincan hava alanının biraz ters yani “c” zorluk derecesinde olduğunu da öğrendim.
TARİH
Bölgedeki bilinen ilk yerleşimciler: MÖ. 1050-1180 yılları arasında, büyük bir imparatorluk kuran Hititlerdir. Bölge, uzun yıllar, Hitit egemenliği altında kalmıştır. Takip eden tarihi süreçte ise, Urartular görülür. Erzincan yakınlarındaki Altıntepe bölgesinde, Urartulara ait birçok eser çıkarılmıştır. Ancak, bu Urartu şehirleri, Med saldırıları sonucu, MÖ. 600 yılı civarında tamamen yok olmuşlardır.
MÖ. 550 yılında ise, Persler bölgede görülürler. Daha sonra ise Makedonyalılar var. MÖ. 70 yılına gelindiğinde, Roma ordusu, tüm bölgeyi ele geçirir.
1071 Malazgirt zaferinden sonra ise, Türkler bölgede görülürler. Alpaslan komutanlarından Mengücek Ahmet Gazi: Erzincan ve yöresini ele geçirir ve Mengücek Devleti kurulur.
Özellikle: Behram Şah zamanında, Erzincan mimari açıdan birçok faaliyetin yaratıldığı bir dönemdir. Ancak, takip eden dönemlerdeki depremler, o dönemden günümüze herhangi bir kalıntı bırakmamıştır. Behram Şah ise, 1225 yılında ölür ve Urla köyüne defnedilir.
Daha sonra uzun süre Akkoyunlu egemenliği ve 1473 yılında, Otlukbeli Savaşından sonra, yöre Osmanlılar tarafından ele geçirilir.
Şehir, I. Dünya savaşında, 11 Temmuz 1916 tarihinde, Ruslar tarafından işgal edilirler. Ancak, 1918 yılında, Erzincan Mütarekesi imzalanınca, bölgeden geri çekilirler. Bölgede kalan Ermeniler, vahşi saldırılarına devam edince, şehir, 22 Şubat 1918 tarihinde, Kazım Karabekir komutasındaki Türk birlikleri tarafından tamamen temizlenerek kurtarılır.
Tarihi süreç içinde: Erzincan kentinin isimleri: Eriza, Aziriz, Erizicin ve son olarak Erzincan olarak kullanılmıştır.
Şehir 1939 yılında büyük bir depremden kötü şekilde etkilenir ve harabeye döner. Hatta, taş-taş üstünde kalmadı denebilir ve binlerce insan hayatını kaybeder. Hatta bu depremde: fay hattının bulunduğu toprak bölümün üzerinde 250 metrelik bir yarık oluştuğu söylenir. Depremden sonra ise, demir yolunun yukarısında, yeni yani bugünkü Erzincan şehri kurulur.
Erzincan ismi nereden gelmektedir diye düşünürseniz, şu söylenebilir. Er (erkişi) zin (zinde kişi) can (cankişi) olabilir diye düşünüyorum. Ama elbette bu bir yakıştırma. Erzincan ilinin is mi, antik dönemde burada bulunan “eriza” isimli yerleşim yerinden gelmektedir. Selçuklu döneminde şehrin ismi “erzingan” olmuş ve daha sonra günümüzdeki ismi almıştır.
GENEL
İl merkezinin, denizden yüksekliği: 1185 metredir. İl toprakları, genellikle dağlar ve platolarla kaplıdır. Dağlar: il topraklarının yüzde 60’nı kapsar. Yemyeşil bir yer olduğu için, yörede çok sayıda piknik yeri de bulunmaktadır. Özellikle, şehir merkezinde “Vaskit” denilen yerleşim yerinde, nehir kıyısındaki lokantalara gitmenizi ve özellikle tavuk yemenizi öneririm.
İlin en önemli akarsuyu: Fırat nehridir. Yüksek debi hızı nedeniyle: sulama, enerji ve su sporları için kullanılmaktadır. Bölgedeki bütün akarsular gibi, ilkbahar mevsiminde eriyen kar suları ve yağan yağmurlar nedeniyle kabarır ve ara sıra taşkınlara neden olur.
Şehirde: karasal iklim egemendir. Buna bağlı olarak: kış mevsiminde, doğudan gelen hava kütlelerinin etkisinde, oldukça sert kış günleri yaşanır. Ancak yine de, doğu Anadolu’daki birçok ilimize nazaran daha ılıman bir iklim görülmektedir. Gün içinde, dört mevsim yaşanabilmektedir.
Şehrin ekonomisi: tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Tarımda, üzüm yani bağcılık öne çıkmaktadır. Yörede: cimin olarak isimlendirilen, siyah renkli, basık-oval şekilli, çekirdek sayısı az, orta kalın kabuklu, aroması tatlı-mayhoş bir tür üzüm yetiştirilmektedir. Bu üzüm türü: daha çok sofralık olarak kullanılmaktadır. Özellikle, deprem riski olmasına rağmen buraya insanların yerleşmesinin en büyük nedenlerinden birinin de: toprağın çok verimli olmasıdır. Hani derler ya “ne eksen yetişir”.
Özellikle, deprem riskinin olması, şehirde büyük sanayi tesislerinin kurulmasını engellemektedir. Çünkü: tarih bölümünde de ayrıntılı belirttiğim gibi, il toprakları, birinci derece deprem kuşağı üzerindedir. Son olarak, 1992 yılındaki depremde, 657 kişi hayatını kaybetmiştir. Tarihçe bölümünde de belirttiğim gibi, Erzincan şehrinin yeri, depremler nedeniyle, üç kez değiştirilmiş.
Tabii bu olumsuzluğun olumlu sonucu olarak, ülkemizin şehir planlaması açısından en öne çıkan şehirlerinden birisidir. Geniş caddeler, birbirini dik kesen sokaklar, sayısız iş merkezleri, askeri binalar, parklar, bunların hepsi, bir düzen içinde yapılmıştır. Evlerin pencereleri dağlara doğru açılmaktadır. Yolların yani cadde ve sokakların sonları da dağlara yöneliktir.
BAKIRCILIK
Erzincan yöresindeki bakırcılık faaliyetleri: ustalar tarafından özel olarak tasarlanan şekillerin, oyma tekniğiyle ve tekli kalemle, bakır üzerine işlenmesi işlemidir. Bu işlemler, bakırın ham madde halinden işlenmiş ve bitmiş olarak müşteri eline ulaşması: toplamda 105’nci el olarak değerlendirilmektedir.
Evet, Erzincan yöresinde, bakır dövmeciliği, çok eski dönemlere dayanmaktadır. Ancak, bakırcılığın cazip hale gelmesiyle, turistik bakır süs eşyalarının üretimine başlanmıştır. Yüzlerce ailenin geçim kaynağı olan bakırcılık: son dönemlerde altın çağlarını unutturmuş ve yok olma aşamasına gelmiştir.
Çünkü: önceleri tekli kalemle işlenen bakırlar, günümüzde büyük ölçüde, makineler tarafından işlenmektedir. Bunun sonucunda, sanatsal değeri olmayan ürünler ortaya çıkmaya başlamış ve bakırcılık, günümüzde eski yoğun talebi görmemektedir.
ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ
Erzincan Üniversitesi: 2006 tarihinde hizmete açılmış olup, halen 4 fakülte, 1 yüksek okul ve 6 meslek yüksek okulu ile eğitim faaliyetlerini sürdürmektedir. Üniversitenin: Tıp Fakültesi, Erzurum ilindedir.
Erzincan ilinde ise: 460 öğrencinin eğitim gördüğü Hukuk Fakültesi, 2600 öğrencinin eğitim gördüğü: Eğitim Fakültesi, 500 öğrencinin eğitim gördüğü: Fen-Edebiyat Fakültesi bulunmaktadır. Meslek Yüksek Okullarında ise, 2500 civarında öğrenci eğitim görmektedir.
Yüksek Öğrenim Kurumu yurtlarına gelince: il merkezinde, 1020 erkek ve 1372 kız olmak üzere, 2392 öğrenci için, yurt imkanları bulunmaktadır. Bunlar: yurt yerleşkesi içinde, 5 er katlı 5 öğrenci bloku, 3 katlı idari bina, 2 katlı merkez yemekhanesi ve kafeterya, kuaför, berber, terzi, ayakkabıcı, internet kafe ve çamaşırhane ile spor salonu bulunmaktadır.
CİRİT
Erzincan denilince, diğer akla gelen bir şey: cirit. Cirit: Orta Asya ve Anadolu’da oynanmaktadır. Bu yarışmalar: 7 kişilik bir takım ve 7 at ile oynanır. 9 hakem tarafından yönetilir. Yarışma: 2 devreli ve her devre 70 dakikadır. Yapılan her hamle ve hareketin: (+) ve (-) olmak üzere değerlemesi yapılır ve sonuç belirlenir.
Bölgedeki ilk cirit yarışmaları: 1989 yılında yapılmaya başlanmıştır. Halen 2 adet kulüp bünyesinde, oyuncular cirit yarışmaları yapmaktadırlar. Şehir merkezinde ise, 3 tane cirit sahası bulunmaktadır. Her yıl, kurtuluş günü olan 13 Şubat tarihinde: temsili cirit yarışmaları yapılmaktadır.
ERZİNCAN ASKERİ YAPI
Erzincan il merkezinde, büyük askeri kurum ve kuruluşlar bulunuyor. Çünkü: Erzincan il merkezinde Ordu komutanlığı karargahı ve Orduevi var, bu yüzden: gerek askeri kişiler ve gerekse askeri tesisler açısından şehir merkezinde büyük bir yoğunluk var. Yani: ülkemizde silahlı kuvvetlerde görev yapan askeri şahısların büyük bölümü: Erzincan’da görev yapmış veya Erzincan’da bulunmuşlardır.
Bunun sonucunda: Erzincan esnafının en büyük geçim kaynağı: askeriyedir. Ancak: pahalılık yüzünden, yabancılar ve hatta kentin yerlileri bile, çoğu kez esnafı tenkit ederler.
Erzincan yöresi, hepimizin bildiği üzere, kar-kış yoğun bir yer. Bunun sonucunda: burada kayak olanakları elbette mevcut. Erzincan-Sivas kara yolu üzerinde, il merkezine 42 km. uzaklıktaki Akbulut Kayak Tesislerinde, kayak yapmak mümkün. Burası: 1988 yılında hizmete açılmıştır. Ulaşım açısından herhangi bir problem yok, yol tamamen asfalt. Yörede: 60 yatak kapasiteli bir otel, 100 kişi kapasiteli yemek ve toplantı salonu, sauna ve diğer bir kısım konfor bulunuyor. Otel her ne kadar 12 ay açık olsa da, özellikle kış aylarında: buradan kayak kiralayabilir ve kayak eğitimi alabilirsiniz.
Bölgede: 5 tane kayak pisti var. Bu pistler: profesyoneller ve amatörler için ayrılmıştır. Telesiki olarak ise: ülkemizin en uzun liftleri buradadır. Liftlerin uzunluğu: 1025 metredir.
Alt istasyonun rakımı: 1925 metre iken, üst istasyon rakımı: 2155 metreye kadar ulaşmaktadır. Yani, 228 metrelik bir kod farkı bulunuyor. Bu yeni teknoloji telesiyej sisteminde, aynı anda 450 kişi taşınabilmektedir.
NE YENİR
Erzincan denilince, aklıma hemen: Erzincan tulum peyniri geliyor. Tulum peyniri: yörede, karaman koyunundan alınan sütten yapılıyor. Diğer peynirlere göre: daha parlak, daha güzel kokulu, tam yağlı ve daha lezzetlidir. Bunun dışında, yerel yemeklerden söz etmemi isterseniz: un ile hazırlanan “sırın” ve kayısı kurusu ile hazırlanan “Gasefe” düşünebilirsiniz. Hatta: döner severseniz, burada “sebzeli yaprak döner” yiyebilirsiniz.
Tulum Peyniri
Erzincan denilince Tulum Peynirine ayrı bir yer açmak gerekir. Yapımına 5 ve hatta 6’ncı ayda başlanır ve 9’ncu ayda biter. Tamamen Erzincan yöresinin yüksek rakımlı, 90-100 çeşit bitki zenginliğine sahip, temiz ve serin yaylalarında, buz gibi soğuk sulardan beslenen karaman cinsi koyundan alınan sütten yapılır. Diğer peynirlere nazaran daha parlak görünümlü, daha güzel kokulu ve tam yağlı ve daha lezzetlidir.
NE SATIN ALINIR
Erzincan yöresinden, muhteşem güzel bakır işlemeli objeler satın alabilirsiniz. Bunlar: çaydanlık, sürahi, vazo, semaver, çay-kahve takımları ve diğer çeşitli süs objeleridir. Ancak, yukarıda söylediğim gibi: eski orijinalliğini kaybetmiş durumda. Sanat değeri düşük, makineler tarafından yapılan objeler yaygın. Bu yüzden, şehirde sadece 8-10 mağazada satılan, orijinal el işi bakır objeleri bulup satın alabilirsiniz.
Bunun dışında yöreye özgü bir şeyler satın almak isterseniz: mermer hediyelik süs eşyaları bulabilirsiniz. Erzincan ve çevresinden çıkarılan mermer blokları: il merkezinde bulunan mermer fabrikasında işlenerek, çeşitli boy ve ebatlarda ve kalınlıkta plakalar haline getirilir ve bunlar turistler için hediyelik eşya haline getirilir.
Gerek kendiniz ve gerekse yakınlarının için yiyecek bir şeyler almak isterseniz: tava leblebisi olabilir.
GEZİLECEK YERLER
KÜLTÜR MÜDÜRLÜĞÜ MÜZESİ
Erzincan ilinde: bir Arkeoloji ve Etnografya Müzesi bulunmuyor. Bunun yerine: Atatürk Mahallesindeki 75’nci Yıl Kültür Merkezi kompleksi içinde: Müze bölümü oluşturulmuştur. Buradaki bölümler: açık hava müzesi, teşhir salonları, depolar ve idari odalardan oluşmaktadır. Yöreden temin edilen, arkeolojik dönemlere ait mezar taşları: açık hava müzesinde sergileniyor. Sonuç olarak: yazının başında da belirttiğim gibi, resmi bir müze ve dolayısıyla müze personeli bulunmuyor. Zaten müzede bulunan eserler de kısıtlı, bunlar: 3 arkeolojik eser, 39 Etnografik eser, 17 sikkeden oluşmaktadır.
ERZİNCAN MÜZESİ
Biraz önce, Erzincan il merkezinde bir müze bulunmadığından söz etmiştim. Ülkemizde müzesi olmayan sadece 3 tane il var ve bunlardan bir tanesi de Erzincan. Ancak öğrendiğime göre: Erzincan Valiliği ve Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi arasında imzalanan bir protokol gereğince, daha önce Ordu caddesinde bulunan ve üniversiteye ait sanat galerisi olarak kullanılan binanın müzeye çevrilmesine karar verilmiştir. Müzede 5 ayrı sergi salonu bulunması düşünülüyor, 536 eser sergilenecekmiş.
ERZİNCAN KALESİ
Kalenin İlhanlılar döneminde yapıldığı ve Selçuklular ile Osmanlılar döneminde ise defalarca onarıldığı biliniyor. 1939 yılındaki Erzincan depremi kaleye büyük hasar vermiştir. Günümüzde sadece giriş kapısı, erzak deposu ve güney duvarı ulaşmıştır. Yine de kaleye gidip görmenizi öneririm.
TERZİ BABA CAMİSİ
İl merkezinde, ilginç mimariye sahip bir camidir. Minarelerinin hatları yuvarlak olmayıp, köşelidir ve içi de güzel mimari özellikler göstermektedir. Caminin mimarı Danyal Tevfik Çiper’dir. 1991 yılında yapımına başlanan cami, mali sıkıntılar nedeniyle bitirilememiş ve 12 yıl sonra tamamlanmıştır.
Aynı zamanda: ülkemiz sınırları içinde, bir kubbe altında en çok insanın ibadet edebildiği bir cami olarak önem kazanmaktadır. Yaklaşık 7000 kişi kapasiteli camide, yaklaşık 4000 kişi kubbenin altında ibadet edebilmektedir. Caminin içinde havuz bulunuyor. Havuzda dünya şekli bulunuyor. Caminin halıları da önem kazanıyor. Çünkü: bu mavi zemin halıları üzerinde: yıldızları ve gökyüzünü betimlemesi için sarı noktalar bulunmaktadır.
Pencereler ise: şehri çevreleyen büyük dağların görülebileceği şekilde yerleştirilmiştir. Polikarbon ve alüminyumdan yapılan kubbenin yerden yüksekliği 23 metre, çapı 47 metredir. Caminin iki minaresi, kılıçtan esinlenilerek yapılmış, kılıçların keskin uçları kıble yönünü gösterir.
Kıble perpektifinden bakıldığında, mekan, uzay mekiğini andırır. Mihrap ve minberde hilaller görülüyor. Yapı bünyesinde: otopark, iş merkezi ve sosyal tesisler de vardır.
Bu arada “Terzi Baba” isminin nereden geldiğini merak edenler için: Terzi baba: Erzincan’da yaşamış bir kişidir. Türbesi, günümüzde Terzi Baba Mezarlığında bulunmaktadır. Anadolu’da yetişen velilerden biridir. Temel din bilgilerini aldıktan sonra: anne ve babasının isteği üzerine, bir sanat sahibi olmak için terziliği öğrenmiştir.
ALTIN TEPE
İl merkezine, 15 km. uzaklıktadır. Erzincan-Erzurum karayolu üzerindedir. Aslen: il merkezi değil, Üzümlü ilçesi sınırları içinde kalmaktadır.
Bölge: özellikle Urartular zamanında, önemli bir yerleşim yeri olarak önem kazanmaktadır. Urartuların, kuzeybatıdaki bilinen son kalesidir. Aynı zamanda, günümüze kadar ulaşabilen en önemli ve tek Urartu kentlerinden biridir. 60 metre yüksekliğinde doğal bir tepedir.
Bu tepenin ismi: ilk olarak: 1959-1968 yılları arasındaki kazak kazılar sırasında duyulmuştur. Daha sonra yapılan resmi arkeolojik kazılarda; 1959 yılında bulunan çok değerli eserler ise, Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesine götürülerek orada sergilenmeye alınmışlardır. İlk kez bilimsel kazılar sonucu ortaya çıkarılan Urartu mezarı, buradadır.
Burada görebilecekleriniz: iç içe iki kale duvarı ile korunan: saray, tapınak, kabul salonu, mezarlar, depo binaları ve gelişmiş kanalizasyon sistemi gibi 2750 yıllık kalıntılarıdır. Hatta: bu kanalizasyon sistemine bağlı olarak: lavabo, alaturka tuvalet taşı, banyo taşı ve zemini taş döşeli havuz ve erken Hıristiyanlık dönemine ait bir kilisenin zeminindeki mozaikler bulunmuştur.
Bu kalıntılarda bulunanlar ise: fildişi ve madeni eşyalar, seramikler, duvar resimleri, miğfer ve kalkanlar. Özellikle: çivi yazılı tunç objede: kral adları yazılıdır. Yukarıda söylediğim gibi, Urartuların üst düzey sanat eserlerini yansıtan bu buluntular, halen Ankara’da sergileniyor.
OTLUKBELİ GÖLÜ
Bu göl: Erzincan il merkezi değil, Otlukbeli ilçesi sınırları içindedir. Otlukbeli ilçe merkezine 6 km. uzaklıktadır.
Bu göl: çanağı ve oluşumu nedeniyle, dünya üzerinde benzeri olmayan bir özellik taşımaktadır. Göl bir set gölüdür. Ancak gölün oluşumunu sağlayan set: travertenden oluşmuştur. Ayrıca, bu traverten, normal kast kaynaklarından değil, maden suları tarafından oluşturulmuştur.
Yani: bu set: binlerce yıl boyunca yüzeye çıkan maden suları tarafından oluşturulmuştur. Bu nedenle: Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Yani: doğal bir anıt olarak nitelendiriliyor. Derinlik: 15-18 metre arasındadır. Gölün oluşumu: günümüzde de sürmektedir. Buraya yolunuz düşerse, set üzerindeki maden sularından mutlaka içmelisiniz. Çeşitli hastalıklara iyi geldiği söyleniyor.
GİRLEVİK ÇAĞLAYANI
İl merkezine 30 km. uzaklıkta, Çağlayan Beldesindedir. Çağlayanın suları: Kalecik köyü yakınlarında, kayalıklardan kaynayan suların oluşturduğu bir dere yatağından gelir ve yaklaşık 35-40 metre yükseklikten, üç kademe halinde aşağıya düşer.
Özellikle: kışın sularının donması sonucu muhteşem görüntüler ortaya koymaktadır. Yaklaşık: 8-10 metre uzunluğunda, dev buz sarkıtları oluşuyor. Yazın ise, doğal serinlik ve görüntü güzelliği yaratır. Yöreye yolunuz düşerse, burayı ziyaret etmeyi unutmamanızı öneririm. Burayı ziyaret ederseniz, hemen şelalenin karşısında: mutlaka alabalık yemelisiniz.
EKŞİ SU
İl merkezine 12 km. uzaklıktadır. Yörede: Böğert maden suyu olarak da isimlendirilmektedir. Suyun özellikleri incelendiğinde: sağlık bakımından önem kazanmaktadır. Özellikle: mide, bağırsak, safra yolları hastalıkları, karaciğer rahatsızlıklarına iyi geldiği söyleniyor. Bu maden suyu: şişelenerek ülkemizin birçok yerine pazarlanıyor.
Buradaki kaplıca suyu ise: 33 derece sıcaklıktadır. Bu kaplıca suyu: banyo yapılarak kullanıldığında şifalı geldiği söylenen hastalıklar: romatizma, damar sertliği, cilt hastalıkları ve kalp rahatsızlıklarıdır. Kaplıca bölümünde, 12 tane havuz var. Hatta, bunlar arasında “doğal jakuzi” olanı bile var, zamanınız varsa mutlaka gidin. Şişeleme tesisinin yanında: lokanta, alabalık yetiştirme tesisleri ve park yeri bulunuyor.
HORHOR ŞİFALI KAPLICASI
Ekşisu kaynağının yanındadır. Bir oluktan hızla akan suyun miktarının, dakikada 1 ton olduğu belirlenmiştir. Bu suyun, banyo olarak kullanıldığında şifalı geldiği söylenen hastalıklar şunlardır: mide rahatsızlıkları, diyabet, karaciğer ve safra yolları hastalıkları, ayak kokusu ve cilt rahatsızlıklarıdır. Su: bol miktarda kükürt içermektedir.
Ayrıca: içeriğinde, sodyum, magnezyum ve kalsiyum iyonları bolca bulunmaktadır. İlginç bir not daha var, yoğun kükürt bulunan suyun rengi yıllardır sarı iken, son deprem sonrasında suyun renginin değişerek yeşil olmuştur. Yani, suyun şifalı etkisi devam ediyor mu?
RAFTİNG
Erzincan yöresinde rafting: Karasu (Fırat) nehri üzerinde yapılmaktadır. Özellikle: kara yolu takip eden bir güzergahta yapılması, büyük bir imkan. Bu özelliğiyle, dünyada tektir.
Rafting güzergahlarından: Yollar üstü- Mutu arasındaki parkur: 40 km. uzunluğundadır. Mayıs ayından sonra ise, suların azalması nedeniyle: Erzincan-Erzurum kara yolunun 55’nci km.de bulunan Sansa-Bağlar ile Mutu arasındaki 26 km. lik parkur kullanılır.
Rafting: Kemah ilçesine bağlı: Alp köyünde başlıyor, Acem oğlu boğazından, üç büyük kanyon geçiliyor ve şelaleler bölgesine ulaşılıyor. Soğuk sular mevkiinde ise, rafting bitiyor ve sudan çıkılıyor.
Bursa Büyükorhan, il merkezi olan Bursa’ya 81 km uzaklıktadır. Büyükorhan, Orhaneli arası uzaklık: 36 km. Büyükorhan, Harmancık arası uzaklık: 38 km. Büyükorhan, Balıkesir arası uzaklık: 125 km.
Büyükorhan, Kütahya arası uzaklık: 123 km. Evet, ulaşım denince, Büyükorhan ilçesinden tren geçiyor ve burada “Piribeyler” tren istasyonu bulunmaktadır. Büyükorhan ilçe merkezi ve yörede yaşayanlar: 1935 yılından bu yana, trenle Kütahya, Balıkesir, Eskişehir, Ankara ve İzmir şehirlerine gidebiliyorlar. (Bursa il merkezi hariç)
TARİHİ
Büyükorhan, Orhaneli İmparatoru Adriyanus tarafından kurulmuştur. Aynı dönemde, yörede Adırnas Mabeti ve Okulu yapılmıştır. Tarihi kaynaklar incelendiğinde: ilçe, önceleri İmparator Adriyanus ve sonraları ise Orhan Bey tarafından av sahası olarak kullanılmıştır. Orhaneli ilçesi açılınca, Büyükorhan çevresinde de yerleşim başlar.
Yerleşenler ise, Oğuz boyuna bağlı Kayı Aşireti üyeleridir. Göktürk devleti yıkıldıktan sonra, Oğuz Boyuna bağlı Kayı Aşireti, Orta Asya’dan göç ederek, Selçukluların bulunduğu Anadolu’ya gelirler. Anadolu’da ilk olarak “Bitlis” yöresine yerleşirler. Ancak yapılan bir savaşta yararlılık göstermeleri üzerine, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat: kendilerine Domaniç ve Bilecik yöresini yurtluk olarak verir.
Çünkü, amacı: Selçuklu’nun Bizans’a karşı sınırlarının korunmasıdır. Zamanla buralara yerleşenlerden Eskiköy ve Hallar mevkilerinde kalan “Karakeçili obaları” tarafından yöreye “Orhan Bey” ismine atfen “Orhan-ı Kebir” ismi verilmiştir. 1944 yılında, Büyükorhan, Orhaneli’ne bağlı bir nahiyedir. 1967 yılında belde olur ve 1987 yılında ilçe statüsü kazanır.
GENEL
Marmara bölgesinin şirin ve ormanlarla kaplı yeşil bir ilçesidir. Engebeli ve dağlık bir arazi yapısına sahiptir. İlçe deniz seviyesinden 830 metre yüksekliktedir. Yükseklik nedeniyle serin dağ iklimi vardır. Yörede Marmara bölgesinin iklim özellikleri görülür.
Buna bağlı olarak yazları sıcak ve kurak, kışları ise soğuk ve yağışlı geçer. İlçenin güneyinden “Aliova çayı” geçer. Tarımsal sulama amaçlı, iki tane gölet bulunur. Yörede yaşayanların en önemli geçim kaynağı: tarım ve hayvancılıktır.
OSMAN DEDE’Yİ ANMA ETKİNLİKLERİ
Osman Dede: 16-17’nci yüzyıllarda yaşamıştır. Uzun yıllar Yazıcıoğlu Beyin hizmetkarı olarak bulunmuştur. Zamanında yerli halk tarafından çeşitli kerametleri olduğu rivayet edilir. Mezarı: Büyükorhan merkezinde Armutçuk Mahallesindeki cami bahçesindedir. Büyükorhan Belediyesi tarafından, her yıl Mayıs ayı içinde, Armutçuk Mahallesinde “Osman Dede’yi Anma Etkinlikleri” düzenlenir.
BÜYÜKORHAN CUMA PAZARI
Yazıcıoğlu Bey: hizmetleri karşılığında Osman Dede’ye, “dile benden ne dilersen” der. Bunun üzerine Osman Dede, “üç suyun birleştiği yere bir Pazar yaptır” der. Bunun üzerine, Yazıcıoğlu Bey: 16’ncı yüzyılda bugünde bulunduğu yere bir Pazar yaptırır. Söylentilere göre: pazarda bulunan yapıların inşaatı sırasında kullanılan malzemeler hiçbir zaman bitmez, halk arasında bu durum Osman Dede’nin kerameti olarak anlatılır.
Cuma pazarı: 1990 yılına kadar bölgenin en önemli hayvancılık ve ticaret merkezi olmuştur. Pazarda bulunan “Tahal” (Ticaret Merkezi) Büyükorhan Belediyesi tarafından restore edilmiş ve günümüzde halen esnaflar tarafından kullanılmaktadır. Evet, kimileri buraya hayvan almaya gelirken, kimileri de sadece yemek yemeğe geliyorlar.
Hayvan pazarı kurulan yerdeki kapalı alan ise, etin en lezzetli halinin ziyaretçilere sunulduğu mekanları barındırıyor. Kapalı alanda kurulan güveç ve saç kavurma tezgahları, muhteşem lezzetler sunuyor.
Özellikle kavurmacılık, dededen toruna geçen bir meslek gibi günümüze ulaşmıştır. En büyük özellik, satılan etlerin tamamı, burada yetiştirilen ve doğada beslenen kuzuların etleridir. Yani, asla suni yemle beslenmiyorlar.
Sizde bir Cuma günü, burayı ziyaret ederseniz, mutlaka yöresel lezzetlerden saç kavurma ve güveç yemeğini tadınız.
GÖRECİK YAYLASI YÖRÜK VE TÜRKMEN ŞENLİKLERİ
Her yıl Haziran ayının ikinci haftasında Büyükorhan Belediyesi tarafından yaylada şenlik düzenlenir.
BÜYÜKORHAN MESLEK YÜKSEK OKULU
Uludağ Üniversitesine bağlıdır.
NE YENİR
Buralara yolunuz düşer ve yöresel lezzetlerden tatmak isterseniz, başlıca önerim “güveç” ve “melke köftesi” olacaktır. Melke köftesi: bir tür mantar çeşidinden yapılan kızartma türü yemektir.
GEZİLECEK YERLER
BÜYÜKORHAN BARAJ GÖLÜ
İlçe merkezinde Cuma pazarına 200 metre uzaklıktadır. Cuma deresi üzerine, sulama amacıyla 1986-1992 yılları arasında inşa edilmiştir. Akarsu yatağından yüksekliği 37 metredir. Baraj gölü, manzarası ve çevresinin ağaçlık olmasıyla yaz aylarında piknik yapmak için yoğun tercih edilir. Ayrıca balık tutmak da mümkündür.
DERECİK BAZİLİKASI
İlçe merkezine 7 km uzaklıktaki Derecik köyündedir.
Buranın bulunmasının ilginç bir hikayesi var. Ülkemizde ibret olması açısından bu hikayeden söz etmek istiyorum. Derecik köyünde, Mehmet Ferik isimli bir şahıs, arazisinde bazı kişilerin kaçak define aradıkları ancak define yerine renkli taşlar bulduklarını öğrenince durumu yetkililere haber verir.
Bunun üzerine, Bursa Müze Müdürlüğü tarafından 2001 yılında mozaiğin bulunduğu alanda sondaj kazı çalışması başlatılır. Ancak, mozaiğin 5 x 5 metrelik alandan daha büyük olduğu anlaşılınca kazı alanı genişletilir. Ancak yine de mozaiğin bitim yeri bulunamaz.
Bunun üzerine kazı alanı genişletilir, üç hafta süren çalışmanın ardından, bulunan mozaiğin, bazilikal planlı bir kilisenin taban döşemesi olduğu anlaşılır. Bölgede böyle bir kilisenin varlığı daha önceden bilinmemektedir.
Evet, araştırmalar sürdürüldüğünde: kilisenin 10 x 21 metre ölçülerinde olduğu tespit edilmiştir. Ancak, kilisenin boyutlarından daha önemli olan, taban döşemesi mozaikleridir ve bunlar birinci sınıftır.
Mozaik: opus tesselatum tekniği kullanılarak, küp biçimli renkli taşların bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Mozaikte “sanat, estetik ve mühendislik bilgileri üst seviyelerdedir. Geometrik desenler üç boyutlu yapılmıştır ve inanılmaz güzelliktedir.” Ancak her bölüm, diğerinden farklı desenle bezenmiştir. Zeminin tümünde geometrik desenler hakimdir.
Ancak: ayrıca haç, dama, baklava, saç örgüsü, çarkıfelek ve antrolak gibi motifler ve keklik ile tavus kuşu figürleri, sarmaşık yaprakları işlenmiştir. Desenleri oluşturan renkler: lacivert, beyaz, kırmızı, zeytuni ve sarıdır. Bazilikadaki mozaikler, İznik yöresinde bulunan ve konsül toplantılarının yapıldığı Ayasofya kilisesinde bulunan mozaiklerle büyük benzerlik gösterir. Yani, aynı kişi tarafından yapılmış olmalıdır.
Gelelim yapının durumuna
Mozaikler iyi korunmuş olmasına rağmen, yapının yöresel taşlar kullanılarak yapılan beden duvarları yıkılmıştır. Yapının çatısının ahşap olduğu tahmin edilmektedir. Yapının iç yüzeyi, renkli sıva ile kaplanmıştır.
Beden duvarları yanında, bu duvarlara bağlantılı başka duvar kalıntıları da tespit edilmiştir. Bunların, kilisenin ek binalarına ait olabileceği ve böylece kilisenin bir manastır kompleksi olabileceği düşünülmektedir.
Daha da ilginç olanı, mevcut mozaik döşemenin yaklaşık 50 cm altında, başka bir döşeme bulunmasıdır. Bu durum, mozaik tavanlı kiliseden önce burada başka bir kilise olabileceğini kanıtlar. Bu ilk kilisenin MS 4’ncü yüzyıla ait olduğu düşünülür, mozaik tabanlı kiliseden daha küçüktür ve tabanı kiremit plakalarla kaplıdır. Kiremit döşemenin çıktığı sondajda, Roma dönemine ait (MS 2’nci yüzyıl) bir adak steli yani üstü yazılı taş bulunmuştur.
Adak steli üzerindeki yazıtlarda “Zeus Anabatenos” ve “Zeus Kersellos” isimleri yazılıdır. Yani, burası “Zeus” kültüne aittir. Kiliseler yapılmadan önce, burada Zeus tapınağının bulunduğu düşünülmektedir. Elde edilen bilgilere göre, manastır, MS 2’nci yüzyıldan 9’ncu yüzyıla kadar dinsel amaçlarla kullanılmıştır.
Yapıldığı dönemde, manastırın, Hıristiyanlığın Doğu Roma İmparatorluğu tarafından resmi din olarak kabul edilmesinden sonra yapılan ilk kilise olması ihtimali yüksektir. 9’ncu yüzyıldan sonra ise gerek bölge ve gerekse manastır terk edilmiştir.
Halen buradaki kazılar İsviçre Lozan Üniversitesi tarafından yürütülmektedir. Bu kazı çalışmalarında özellikle iyi korunmuş olan mozaiklerin tamamı ortaya çıkarıldığında, ilgili bazilikanın Bursa’da yeni bir ziyaret odağı olacağı düşünülmektedir.
GÖRECİK YAYLASI
İlçe merkezine 6 km uzaklıktadır. Yayla: eşsiz doğası ve temiz havasıyla, bitki örtüsüyle uğrak yeri olmuştur. Yayla: Orman İşletme Müdürlüğünden kiralanmış olup işletmesi Büyükorhan Belediyesi tarafından yapılmaktadır. Yaylada, Büyükorhan Belediyesi tarafından her yıl Haziran ayında, Türkmen ve Yörük Şenliği düzenlenir.
Şenliğin amacı: yaylanın ve yöre kültürünün tanıtımı ve yörenin gelişmesine yardımcı olmaktır. Yayla, aynı zamanda, yılın belli dönemlerinde, farklı guruplar tarafından kamp alanı olarak kullanılmaktadır. Son birkaç yıldır, Bursa Enduro Motosiklet Festivali, bu yaylada yapılmaktadır.
DÜĞÜNCÜLER HAMAMLARI
İlçe merkezine 20 km uzaklıktaki Düğüncüler köyündedir.
Köyde bulunan hamamlar Emet çayının hemen kenarındadır. Ancak Emet çayının bir kıyısı Bursa Büyükorhan ilçesi sınırlarında, diğer kenarı ise Balıkesir sınırları içindedir. Ancak kaplıca hamamları, Bursa sınırları içindedir. Dereden karşıya geçişler, el yapımı sallarla sağlanıyor.
Sıcak suyun çıktığı alan, ormanlarla kaplıdır. Ziyaretçiler, doğal havuzlardaki kaplıca hamamlarında şifa ararken, piknik yapıp derede balık tutabiliyorlar. Derenin içinden çıkan sıcak su: başta cilt hastalıkları olmak üzere çeşitli hastalıklara iyi geliyormuş. Kalmak için ise, bungalov evler bulunmaktadır.
BURUNCA KANYONU VE KAYA DERESİ
Büyükorhan sınırlarından geçen ve Kemalpaşa’ya doğru giden Emet Çayı’nın, Büyükorhan sınırları içinde kalan kısmı olan 30 kilometrelik bölümde, rafting yapılır. Rafting dışında, ayrıca 4 kilometrelik bir yürüyüş parkuru bulunur. Burası ilçe merkezine yakındır ve kamp alanı olarak kullanılır.
BAYINDIR MAĞARASI
İlçe merkezine bağlı Bayındır köyü yakınlarında İnkıran mevkiindedir. Mağaranın yolu yok, bu yüzden burayı görmek isterseniz, Bayındır köyünden yerel rehber almanızı öneririm, yoksa bulamazsınız. Mağaranın içinde de yol ve ışıklandırma yok, yanınıza fener almalısınız. Ayrıca mağaranın içinde yarasalar var, buna da hazırlıklı olmakta yarar var, yani korkmamalısınız.
Mağaranın uzunluğu yaklaşık 1 kilometredir. Genişlik ise 10-15 metredir. Mağara içinde hava sirkülasyonu vardır ve herhangi bir ekipman kullanmadan mağaranın içinde gezinmek mümkündür. Halen mağaranın içinde 700 metreye kadar yürüyerek gezinmek mümkündür.
Mağarada bulunan sarkıt ve dikitler eşsiz güzellikleriyle ilgi çeker ve hatta Damlataş mağarasına benzetilir. Son bir not, mağara astım hastalığı tedavisinde etkilidir.