İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası

Evet, Boğaziçi’ni; Avrupa yakasından gezmeye başlayabiliriz. Bu geziyi: planı inceleyerek, görmek istediğiniz yerleri belirledikten sonra; çeşitli ulaşım araçları ile yapabilirsiniz.

Ama özellikle, son bölümlerdeki mekanların; uzaklığı, belki de size, bu gezi için ayıracağınız bir günün yetmemesine neden olabilir. Eğer gezinizi denizden, vapurla yaparsanız; inanıyorum ki, yine de bu bilgiler, uzaktan göreceğiniz mekanlar hakkında size güzel bilgiler verecektir.

İlk etapta: Fındıklı-Ortaköy olabilir. Bu etabın başında: Salıpazarı’n da; Nusretiye Cami ve Sebili var.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Nusretiye Camii

NUSRETİYE CAMİİ


İlk olarak; Sultan III. Selim tarafından; ahşap malzemeden yaptırılır ve “Arabacılar Camii” olarak isimlendirilir. Ancak; ünlü Firuzağa yangının da yanar ve daha sonra; aynı yere, Sultan II. Mahmut tarafından; 1825 yılında, Krikor Amira Balyana yaptırılır.

Muhtemelen, bu günkü cami alanında; yangın sonrasında, yardımların dağıtıldığı yer vardı ve bundan dolayı camiye, yardım dağıtım yeri anlamında “Nusretiye” ismi verilmiştir. Aslında; yeniçeri ocağının kaldırılmasından (Vakay-ı Hayriye) sonra yaptırılmış. Bu nedenle “hayırlı olay” anısına dikilmiş bir anıt gibi.

Nemden etkilenmesin diye; yerden 3 m. yükseklikteki sütunlar üzerine inşa edilmiştir. Ampir üslupta bir yapıdır. (Ampir; sözlük olarak “İmparatorluk Üslubu” anlamına gelir. Fransız İmparatoru Napolleone Bonaparte zamanında ortaya çıkan bu üslubu, daha sonra Osmanlılar da benimsemişlerdir )

Tek kubbeli, iki ince minaresi ile , İstanbul’un silüeti’ni etkiliyor. Ana kitle ve kubbenin çok yüksek olmasından dolayı minareler uzun ve ince. Özellikle; minarelerin çok ince ve yüzeyinin oluklu olması ilginç. İstanbul’un en ince minareli camisi. Cami döşemesi mermer. İç kısımdaki hünkar mahfili; bütünüyle mermer ve kafesi pirinç dökme ve altın yaldızlı. Bu özelliği, yani Padişahlara mahsus bir mekanın bulunması; burayı daha da ilginç duruma getiriyor.

Caminin yazıları; Mustafa Rakım Efendi ve Şakir Efendi tarafından yazılmış. Büyük giriş kapısının üstündeki yazı; Mustafa İzzet Efendiye ait. 4 m. yüksekliğinde ve 2.10 m. genişliğinde, görkemli bir kapıdan camiye giriliyor. Sultan girişi ise; denize bakan güney cepheden.

Kapının karşısında; sebil vardır. Buraya yani camiye uğrarsanız; içerideki hatları görmeyi ihmal etmeyin.

Evet, devam ediyoruz. Anayol’dan ilerliyoruz. Dolmabahçe’ye doğru; 1882 yılında kurulan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi var. Osmanlı döneminde: Meclis-i Mebusan Binası olarak kullanılmış. Yukarıda: Cihangir Cami, sahilde: Molla Çelebi Camii gibi önemli yapılar var.

Dolmabahçe’nin: elbette ki en ilginç yapısı: Saat Kulesi, Cami ve Dolmabahçe Sarayı. (Dolmabahçe Sarayı yine bu sitede; ayrı bir başlık altında incelenmiş ve yazılmıştır. Ayrıntılı bilgiyi oradan alacaksınız)

Dolmabahçe’den; Beşiktaş’a gelirken, solda: Akaretler’de; Sıraevler’i göreceksiniz.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Sıraevler
İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Sıraevler
İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Sıraevler

SIRA EVLER


1875 yılında yaptırılmış ve türünün ilk örneğidir. Sultan Abdülaziz tarafından, Dolmabahçe Sarayı Lojmanları olarak; Sarayın muhafızları ve ağaları için ikametgah yeri olarak yaptırılmıştır. Sultan Abdülaziz; Beşiktaş Köy içindeki ahşap köşklerde; 10-15 yılda bir çıkan büyük yangınlardan korunmak için; Dolmabahçe Sarayının çevresini yüksek duvarlarla çevirttirir.

Sıraevler’i de; yine yangınlara set çekmek için inşa ettirir. Sultan; Aziziye Caminin yapımına katkıda bulunması için; lojmanlardan arta kalan kısmı da; kiraya verdirmiştir. Kira getiren yerler anlamına gelen “Akaretler” adı buradan geliyor. Müstakil olarak kiralanan binaların kiracıları; genelde, İstanbul’da yaşayan yabancılar olmuştu.

Osmanlı saray ressamlarından İtalyan Fausto Zonaro da; resimlerini, Sıraevler’de oluşturduğu atölyesinde yapmıştır. Dolmabahçe Sarayı’nı inşa eden Balyan ailesinden Sarkis Balyan; aynı zamanda Sıraevler’in de mimarlığını yapar. Saray ile aynı dönemde inşa edilmesine karşın, burası, daha sade bir üslup taşır. Dolmabahçe Sarayının aksine, cephelerinde Barok tarzı yerine, ampir çizgiler tercih edilmiştir.

Burası; her biri 450 m. kare olan 138 konut biriminden oluşmaktadır.

Kompleksin mülkiyeti; Vakıflar Genel Müdürlüğüne aittir. Buralar; bir dönem; semt postanesi, polis karakolu, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü, İsmet İnönü İlkokulu, burada hizmet vermiştir. Türkiye’nin ilk akıl ve ruh hastanesi de, Gündüz Hastanesi adı ile burada açılmıştır.1995 yılında: yap-işlet-devret modeliyle; özel bir firmaya kiralanmıştır. Türkiye’nin ilk toplu konut projesidir.

Proje kapsamında: Atatürk Müzesi (Atatürk’ün Bandırma vapuruna binmeden önce, annesi ve kız kardeşiyle birlikte, 1.5 yıl kaldığı ev) , Ofis, Apart Otel, Otel, Mağazalar ve Otopark kompleksinin yapımı planlanmıştır. Projenin ilk etabı; 1998 yılında bitirilmiş olup, dış cepheler orijinallerine sadık kalınarak sağlamlaştırılmıştır.

İç mekanlar ise; taşıyıcı sistem bozulmaksızın, fonksiyonuna uygun olarak yeniden düzenlenmiştir. 2008 yılında, onarımlar sona ermiş ve Akaretler Sıra Evlerinin açılışı yapılmıştır. Burada; bugün, farklı büyüklükte: 56 rezidans, toplam 11 bin m. kareden 34 mağaza, 6 kafeterya-restoran ve ünlü otel zincirlerinden biri bulunmaktadır.

Beşiktaş Meydanına varıyorsunuz. Burada; Mimar Sinan’ın eserleri var. Bunlar: Sinan Paşa Camii, Barbaros Türbesi ve Barbaros Heykeli ve hemen arkasında Deniz Müzesi görülebilir.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Sinan Paşa Camii

SİNAN PAŞA CAMİ


Beşiktaş İskelesinin hemen karşısında. 1550-1553 yılları arasında, Osmanlı Donanmasının Kaptan-ı Deryası olan Sinan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Sinan Paşa, 1553 yılında öldüğünde, cami inşa halindeydi. O yüzden, Sinan Paşa, Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camisinde gömülmüştür. Cami; 1555 yılında tamamlanmıştır. Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. İlçenin merkezinde yer alan “Sinanpaşa Mahallesi” ne adını vermiştir.

Cami: dikdörtgen bir plan üzerine oturtulmuştur. Merkezi kubbe; kemerlerle, altı köşeli bir şekilde sütunlara dayandırılmış olup, iki yanda, ikişer kubbe bulunur. Kurulduğundan bu yana; çeşitli tarihlerde onarım görmüştür. Mabedin son cemaat yerini, medrese çeviriyor. Tek minaresi var. Hünkar mahfili yıkılmış. Mermer eteklik ve sütun başlıkları; 16’ncı yüzyıl Osmanlı işçiliğinin en güzel örneklerinden biridir.

İkinci ve üçüncü kat pencerelerinin camları renklidir. Avluyu; son cemaat yeri ile birlikte, 22 mermer sütunlu, kubbesiz ve kiremit örtülü bir kısım çevirmektedir. Duvarları kesme taş ve kırmızı tuğla karışımıdır. Tek şerefeli minaresi vardır. İki kapılı bahçenin ortasında, 4 mermer sütunlu bir şadırvan vardır.

Şadırvanın üstü; havuzdaki suyun kirlenmemesi için, mermer eteklikle kapatılmış. Cami ve avlusu; değişik zamanlarda yapılan müdahalelerle, orijinal karakterini yitirmiştir.

448 yıllık caminin; en son restorasyon işlemlerinde, büyük skandallar ortaya çıktı. İddialara göre; caminin içindeki orijinal kalem işleri yok edilip, gerçekle ilgisi olmayan, yeni motifler çizildiği söz konusu.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Barbaros Türbesi

BARBAROS TÜRBESİ


1534 yılında, bizzat kendisi tarafından yazdırılmış Barbaros Vakfiyesinde; Beşiktaş’taki medrese yanına yaptırdığı türbeye defnedilmesini ve kabrinin üzerinde kandil yakılmasını vasiyet etmiştir. Beşiktaş’ta, Sinan Paşa Caminin karşısındadır.

Türbeyi: 1541 yılında Mimar Sinan yapmıştır. Kesme taştan, sekiz köşeli, tek kubbeli ve alt üst pencerelidir. Sandukanın üstüne, yukarıdan asılmış ve üzerinde Zülfikar resmi bulunan, yeşil zemin ipekli kumaştan yapılmış bir sancak bulunmaktadır.

Türbede mevcut dört sandukada: Barbaros Hayrettin Paşa, hanımı Bala Sultan, Cafer Paşa ve Cezayirli Hasan Paşa yatmaktadır. Kapı önündeki revak; mermer iki sütunla taşınan sivri kemer üzerine çapraz tonozun oturmasıyla oluşturulmuştur. Türbenin yedi cephesinde, iki sıra halinde, toplam 14 pencere bulunur.

Pencere üstü ve kubbesi kalem işleriyle bezelidir. Bahçesindeki 25 gömütte, yakınları gömülüdür. Türbe; yalnızca 1 Temmuz Kabotaj Bayramı ve 4 Nisan Deniz Şehitlerini Anma Günü gibi özel günlerde resmi ziyarete açılmaktadır.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Barbaros Heykeli

BARBAROS HEYKELİ


Barbaros Hayrettin Paşanın hatırasına dikilen bir anıttır. Beşiktaş’ta: Cezayir Caddesinde ve Barbaros Türbesinin hemen arkasındadır. 1944 yılında, heykeltıraş Zühtü Müridoğlu ve Ali Hadi Bara tarafından yapılmıştır. Anıtın altında; Yahya Kemal’in mısraları görülür.

Anıtın tümü: 11.5 metredir. Yalnızca kaidenin yüksekliği: 2.5 metredir. Kaide: küfeki taşından, Prof. L. M. Sue tarafından yapılmıştır. Platform ise; bir gemi güvertesi izlenimini verir. Üzerinde: iki Levend ve Barbaros’un heykelleri bulunur. Figürlerin arkasında ise; geometrik bir kitle yükselir.

Barbaros; Levend’lerin önünde ve ortada duruyor. İki yandaki Levend’ler; ileri doğru hareket halinde izlenimi veriyor. Figürlerin arasında, en ortada yer alan sancak, figürleri birbirine bağlayıcı bir unsur olmasının yanında, piramidal kompozisyonu vurgular.

Osmanlı’ya özgü kıyafetlerin doku olarak verilişleri, son derece başarılıdır. Sağdaki levendin elinde silah bulunur. Soldaki ise, sağ elindeki kılıçla ileri doğru atılır bir jestle tasvir edilmiştir. Bu figürün sol eli ise, geriye doğru uzanmıştır.

Figür; sağdaki Levend’e göre, daha yandan tasvir edilmiştir. Bu üç figür; jestleriyle, dinamik ifadeleriyle, kıyafetlerinin işlenişi ile ve modele edilişlerindeki sağlamlıkla dikkat çekmektedirler. Aynı zamanda, bir bütün olarak da sağlam bir kompozisyon vardır.

Barbaros ve Levend’lerin kıyafetleri; Topkapı Sarayındaki örnekler incelenerek ve Barbaros’un portresi ise “Nigari’nin minyatür” ünden yola çıkılarak yapılmıştır. Kaidenin sol yanında; Barbaros’un Kanuni’ye takdimi, sağ yanında ise “Preveze Deniz Zaferi” kabartma olarak işlenmiştir.

Bronz dökülen kısım: yaklaşık 7 tondur. Bronz işleri: Yusuf Akpınar ve Ali Haydar Seymen tarafından yapılmıştır.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Deniz Müzesi
İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Deniz Müzesi

 

DENİZ MÜZESİ


Burada; Türk denizcilik tarihi ile ilgili; eşya, resim ve maketlerle, Osmanlı Sultanlarının Boğazı geçerken kullandıkları saltanat kayıkları sergileniyor.

Türkiye’nin denizcilik alanındaki en büyük müzesidir. İçerdiği koleksiyonun çeşitliliği açısından: dünyanın sayılı müzelerinden biridir. Koleksiyonda, yaklaşık 20 bin eser bulunmaktadır. Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı olan İstanbul Deniz Müzesi, Türkiye’de kurulan ilk askeri müzedir.

Türk Deniz Müzesi: 1897 yılında, Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’nın emirleriyle; Kasımpaşa’daki Osmanlı Devlet Tersanesinde kurulur. Önceleri düzenleme yapılmamış, müze deposu olarak sergiye açılmıştır. 1914 yılında, Bahriye Nazırı olan Cemal Paşa; müzede reform yapmış ve bilimsel anlamda yeniden düzenlenmesine imkan sağlamıştır.

Türk gemilerinin tam ve yarım modellerinin yapılması için “Gemi Model Atölyesi” ve mankenlerin yapıldığı “Manken Atölyesi” kurulmuş, müzeciliğin geliştirilmesine ve bugünkü halini almasına temel oluşturulmuştur.

2’nci Dünya Savaşının başlamasıyla, eserler korunma amacıyla, Anadolu’ya nakledilir. Savaş sonunda ise, 1946 yılında, müzenin tekrar İstanbul’a taşınmasına karar verilir ve müze o günün koşullarında, en uygun yer olan Dolmabahçe Cami Külliyesine taşınır. 1961 yılında ise, Beşiktaş İskele Meydanındaki Türk Amirali Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşanın anıtı ve türbesi yanında, bugünkü bulunduğu yere taşınır.

1970 yılında, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu’nun gayretleriyle: müze binalarına ilaveten, bir Kayıklar Galerisi yaptırılarak, tarihi kayıklar ve kadırgalar da sergi kapsamına alınır.

Ana sergi binası: 3 katlıdır. Binada: 4 büyük salon ve 17 oda, sergileme alanı olarak kullanılıyor. Salonlara: rüzgar yönlerinin isimleri verilmiş. Müzede: saltanat kayıkları, bahriyeli kıyafetleri, el yazmaları, gemi modelleri, sancaklar, haritalar ve tablolar, tuğralar ve armalar, kadırgalar, seyir aletleri, gemi baş figürleri ile silahlar sergileniyor.

Müze bünyesinde: halen bir kütüphane ile Tarihi Deniz Arşivi de, bulunmaktadır. Tarihi kayıklar galerisi; denizcilikle ilgili çeşitli objeleri içermesi bakımından, müzenin en ilginç bölümünü oluşturur.

Dünyada benzeri olmayan Osmanlı saltanat kayıkları; bu galeride, tamamen orijinal şekilleri korunup sergilenmektedir. Buradaki en değerli eser ise; 1648-1687 yılları arasında padişah olan, IV. Mehmet’e ait, tenezzüh kadırgasıdır. 40 m. boyunda, 5.90 m. Eninde, 140 ton ağırlığında ve her küreği 3 kişi tarafından çekilen (toplam 144 kürek) 24 çifte ve oturakla donatılmış bu orijinal kadırganın köşk kısmı da Türk el sanatlarının zarif bir örneğidir. Müzenin bahçesi de açık teşhir alanı olarak düzenlenmiştir.

Burada: Piri Reis haritasının mozaik röprodüksiyonu ile Osmanlı egemenlik sınırlarını gösteren, üç duvar haritası, ayrıca ünlü Türk denizcilerinin büstleri, hava şartlarından etkilenmeyen diğer objeler ve orijinal mayınlar, torpidolar, deniz topları, denizcilikle ilgili kurumlara ait eski kitabeler ve benzeri sergileniyor.

Deniz Müzesinde halen 3742 eser sergilenmektedir. Kütüphane de, bazıları yazma olmak üzere,20 bini aşkın kitap mevcuttur. Tarihi Deniz Arşivinde, Bahriye Nezareti dönemine ait 25 milyon civarında, tarihi eski yazılı belge bulunmaktadır.

Barbaros Bulvarı’ndan; yukarı çıkıyoruz. Serencebey Yokuşu. Sağda, önce Ertuğrul Tekkesi, Şeyh Zafir Türbesi, Kütüphanesi, Çeşmesi ve daha yukarıda Yıldız Sarayı görülebilir.

ERTUĞRUL TEKKESİ-ŞEYH ZAFİR TÜRBESİ, KÜTÜPHANESİ,ÇEŞMESİ


Sultan II. Abdülhamit tarafından; 1903-1904 yılları arasında yaptırılmıştır. Mimarı Raimondo Dadonco’dur. Türbenin pencerelerine yaklaşınca, içeriden müzik sesi gelmektedir.

Çünkü: tarikatın kendine özgü yapısından kaynaklanan bir gerekçeyle; müziğe çok önem veriliyormuş. Müzikli dinletiler ve törenler, özel olarak seçilmiş, sesi güzel kişilerin bir araya getirilmesiyle ve Sultan II. Abdülhamit’in de katıldığı çok önem verilen anlarmış.

Türbenin kulelerinin tepesinde bulunan “gül” figürüne; burayı yapan mimarın binalarında rastlanır. Mermer ve taşın birlikte kullanıldığı, güçlü masif bir görüntüye sahip.

Kemerin altındaki uzun pencerelerin metal bölümlerindeki üçgen geometrik şekiller; sarmaşık dallarına, ortadaki güllü bölüm de, sarmaşıklar arasında büyüyen bir gül ağacına veya laleye benziyor. Tıpkı; güzel ve dingin bir bahçe de olduğu gibi. Ölene saygı gösterilen bir bahçe.

Aynı mimar; 1903 yılında, Karaköy Camini de yapmıştır. Ancak; Cami, o zamanki Belediyenin kararıyla, yol yapımı yüzünden, ortadan kaldırılmıştır.

Türbe: 2000 yılında, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş. Yine de, biraz yıpranmış durumda. İyi bir bakıma muhtaç, boyaların yer yer kalkmış olduğu ve şadırvanın da orijinalin de olmadığını tahmin ettiğim kötü bir boyası var.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Yıldız sarayı
İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Yıldız sarayı
İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Yıldız Sarayı

 

YILDIZ SARAYI


Yıldız Sarayı: Beşiktaş, Ortaköy ve Balmumcu arasındaki konumuyla; 500 bin metre kare alanı kaplayan Yıldız Parkı içinde bulunuyor. Eskiden; av sahası olan parkın içinde: Kanuni’den bu yana; Padişahlar: kasırlar ve köşkler yaptırmış. Saray, ilk kez Sultan III. Selim (1789-1807) in annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmış.

Sultan Selim; sarayın iç bahçesine, bir de çeşme yaptırır. Daha sonra tahta çıkan, Sultan II. Mahmut (1808-1839); Yıldız Bahçesinde düzenlenen: ok atışlarını ve güreş oyunlarını seyretmek için buraya gelirdi. Bu padişah; 1834-1835 yıllarında, burada bir köşk yaptırarak etrafını da bir bahçeyle düzenletmiştir.

1826 yılında; Yeniçeri Ocağını ortadan kaldıran, Sultan II. Mahmut; “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” adıyla, yeni kurulan ordunun; Yıldız Bahçesinde yaptığı talimleri, bizzat buradan denetlerdi. Oğlu Sultan Abdülmecit (1839-1861) bu köşkleri yıktırarak; 1842 yılında, daha güzel bir üslupta olan “Kasr-ı Dilkuşü” isimli köşkü yaptırır.

Genellikle yaz aylarında, Yıldız Köşküne oturmaya gelen Sultan Abdülaziz (1861-1876) ise; Balyan ailesi mimarlarına Büyük Mabeyn Köşkünü inşa ettirir. Daha sonra da, dış bahçe denilen kısma: Malta ve Çadır Köşklerini, asıl saray kısmına ise Çit Kasrı’nı ekletir. Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra, Sultan V. Murat (1876), 92 gün süren saltanat günlerinde, Yıldız Sarayında oturmuştur.

Sultan V. Murat’ın; akli rahatsızlığı nedeniyle tahttan indirilmesinden sonra, kardeşi Sultan II. Abdülhamit (1876-1909)in, 33 yıllık saltanat devri başlar. Özellikle; Sultan II. Abdülhamit (1876-1909) zamanında, Osmanlı Devletinin ana sarayı olarak kullanılmış. Sultan Abdülhamit; 7 Nisan 1877 tarihinde Saraya taşınmış ve bu sarayda yaşamış ve 33 yıl, Osmanlı İmparatorluğunu, Yıldız Sarayından yönetmiş.

Çünkü: II. Abdülhamit; 1876 yılında; iki kez ihtilale sahne olan Dolmabahçe Sarayında kalmak istememiştir. Daha korunaklı olan Yıldız Sarayını tercih etmiştir. Dolmabahçe Sarayının deniz kıyısında bulunması ve bu sarayın denizden kuşatılması ihtimalini de göz önünde bulundurduğu kesin.

1882 yılında; Mithat Paşa ve Mahmut Celaleddin Paşanın idamına hükmeden saray mahkemesi; Yıldız Sarayında icra edilmiş ve bu nedenle Yıldız Mahkemesi unvanını kazanmıştır. Bu tarihten sonra; Yıldız Sarayı, Abdülhamit alehtarı basın tarafından; bir korku ve entrika merkezi olarak tanıtılmıştır. Buna karşılık bir dönem, yıldız sözcüğünün Osmanlı basınında kullanımı; siyasi çağrışımlar olabileceği gerekçesiyle, sansür idaresi tarafından engellenmiştir.

Sultan Abdülhamit’in;1909 yılında, 31 Mart vakasından sonra, tahttan indirilmesi üzerine, Saray, bir halk kalabalığı tarafından yağmalanmış ve kısmen yıkılmıştır. Bu yağmalama eylemi sırasında: Abdülhamit’e jurnal vermiş veya polis ajanı olarak çalışmış olan kişilerin; kendilerine ait evrakı arayarak yok etmeye çalıştıkları rivayet edilir.

Saray; Dolmabahçe Sarayı gibi, tek bir bina halinde değil, Marmara Denizi sahilinden başlayarak, kuzeybatıya doğru yükselip, sırt çizgisine kadar, tüm yamacı kaplayan bir bahçe ve koruluk içine yerleşmiş; saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ve parklar bütünüdür.

Bunlar: Büyük Mabeyn Köşkü, Malta, Çadır, Şale, Merasim Köşkleri, Çit Kasrı, Küçük Mabeyn, Valide Sultan Köşkü. Ayrıca: burada, Yıldız Porselen Fabrikası mağazası da var. Yıldız Şale Köşkü ve Porselen İşletmeleri; Milli Saraylar Daire Başkanlığına bağlı.

Evet; takip eden dönemlerde; Saray: uzun süre, Harp Akademilerinin binası olarak kullanılır. 1978 yılında: Kültür Bakanlığına devredilir ve daha sonra Yıldız Sarayı Müdürlüğüne tahsis edilir. Saray’da ilk Müzeleşme çalışmaları: 1994 yılında gerçekleştirilir. 6 Ocak 1994 yılında, Saray Tiyatrosu ve yeniden düzenlenen Sahne Sanatları Müzesi ve 8 Nisan 1994 tarihinde ise Yıldız Sarayı Müzesi ziyarete açılır.

Yıldız Sarayı Müzesi

Sarayın ihtiyacı olan mobilyalar: Sultan II. Abdülhamit’in emri ile yaptırılmış olan; marangozhane binasında bulunmaktadır. Marangozluğa çok meraklı olan ve kendi yaptığı birçok el oyması eserle tanınan Sultan II. Abdülhamit; marangozhaneye özel bir önem vermiştir.

Müzede sergilenen eserler; genellikle saraya aittir. Sergilemede: Sultan II. Abdülhamit’in kişisel eşyaları, kendisine armağan edilen eser niteliğindeki objelerden başka, müzenin eski marangozhanede olmasından dolayı, ahşap eserlere ve Yıldız Porselen Fabrikası ürünlerine de yer verilmiştir.

Yıldız Sarayı Tiyatrosu ve Sahne Sanatları Müzesi

Müzeleştirilen ikinci bina; günümüze ulaşabilen, tek Saray Tiyatrosudur. Sultan II. Abdülhamit tarafından, 1889 yılında yaptırılmıştır. Restorasyon çalışmaları tamamlanan bu yapı: bitişiğinde bulunan Gedikli Cariyeler binasıyla birlikte, Tiyatro ve Sahne Sanatları Müzesi olarak düzenlenerek, ziyarete açılmıştır.

Tiyatro Müzesinin bir bölümünde de kullanıldığı devre ait; orijinal kostümlerin sergilendiği bir seksiyon oluşturulmuştur. Sahne Sanatları Müzesinde ise: halen geleneksel ve batı etkisinde gelişen tiyatro tarihine ait ve arşiv değeri taşıyan belgeler ile, ünlü sanatçılara ait bazı kişisel eşyalar sergilenmektedir. Böylece; çekirdeği oluşturan müzeler devredilecek ve satın alınacak eserler ile daha da zenginleşecektir.

Yıldız Camii

Sultan II. Abdülhamit, Yıldız Camini, 1885-1886 yılları arasında yaptırmıştır. Son dönem Osmanlı mimarisinin en tipik örneklerindendir. Beşiktaş, Barbaros Bulvarının kuzey kesiminde, Yıldız Sarayı yolu üzerindedir. Asıl adı “Hamidiye” olmasına karşılık, daha çok “Yıldız Cami” olarak bilinir.

Yıldız Sarayı Saat Kulesi

Yıldız Cami avlusunun, güneybatı köşesindedir. 1890 yılında yaptırılmıştır. Oryantalist ve neogotik karması olan bir tasarımı vardır. Köşeleri kırık bir kare plan üzerinde yükselen, 3 katlı bir kuledir. Sivri ve dilimli bir kubbe ile örtülüdür. Örtü kısmında; yine dilimli, kemerli çatı pencereleri bulunur.

İmparatorluk Porselen Fabrikası

1895 yılında açılan fabrika; üst sınıfın Avrupa stili seramik ihtiyacını karşılamak için üretim yapıyordu. Kaseler, vazolar ve tabaklar üretildi. Bunlar; sıklıkla “Boğaz” manzarasını resmediyordu. Bina orta çağ şatolarını andıran bir görünüme sahiptir.

Yıldız Sarayı Gezi Planı

Beşiktaş’ın üst kesimlerinden, Yıldız Sarayının ana girişine varacaksınız. Girişin solundaki; Muayede Köşkü yeni bir müze olarak tamir ve tanzim edilmekte. Yine; sol tarafta, Sultanın misafirlerini ağırladığı, tek katlı “Çit Köşkü ve harem girişi”, karşıda da, görevli subayların: ofisleri, “Yaveran Dairesi” bulunuyor. Harem bölümündeki sera ve tiyatro; türlerinin en çarpıcı örneklerinden.

Girişin sağ tarafında; personel yemekhanesi iken, sonradan silah koleksiyonları sergilenen bölüm var. Günümüzde; sergi ve konserlere tahsis edilmiş. Yıldız Sarayı Müzesi ve İstanbul Belediyesi Şehir Müzesi de burada.

Eski Marangozhane Binasında; 1994 yılında tesis edilen Saray Müzesinde; oyma ve dekorlu ahşap eserler, tahtlar, buradaki özel fabrikada imal edilmiş çeşitli porselenler, sarayla ilgili dekoratif objeler sergileniyor. Yan taraftaki Şehir Müzesinde ise; cam, porselen, gümüş eserler, İstanbul tabloları ve türünün ender örneklerinden bir 16”ncı yüzyıl kandili sergileniyor.

Çadır Köşkü

Yıldız Parkı içinde. 1871 yılında inşa edilmiş, Sultan Abdülaziz’in sarayı olan Yıldız Sarayı bahçesindedir. Günümüzde: kafe-restoran olarak işletilmektedir.

Şale Köşkü

Yıldız Sarayı kompleksi içinde. Sultan II. Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. Adını; İsviçre dağ evi tarzında yapıldığı için Fransızca “chalet” (dağ evi) anlamından gelen kelimeden almıştır. Köşk: 19’ncu yüzyıl, Osmanlı mimarisinin en ilgi çekici yapılarından biridir. Yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe içinde ve farklı tarihlerde yapılan, birbirine bitişik, üç ana yapıdan oluşur.

Döneminde: Devlet Konuk evi olarak kullanılan yapı; bodrumuyla birlikte, 3 katlıdır. Ahşap ve kagir olarak yapılmıştır. Koridorlar üzerinde düzenlenmiş 60 oda ve 4 salonu ile, köşk boyutlarını aşar. Yapının görkemli bloklarını: Barok, Rokoko ve İslam etkilerini yansıtan, kalem işleri, geometrik bezemeler ve manzaralı panolar süslemektedir.

Törenlerin yapıldığı sarı ve sedefli salonların dekorasyonunda; görkemli süslemeler, Osmanlı ve Avrupa’dan gelen mobilyalar var.
Günümüz de; bir müze saray olarak ziyaretçilere açık. Bahçesinde: çeşitli resepsiyonlar düzenleniyor.

Malta Köşkü


Yıldız Sarayı köşklerinden biri olarak, 19’ncu yüzyılda yaptırılmış. Yıldız Parkı içinde bulunuyor. Dönemin, en ilginç sivil mimari örneklerinden biri. 2 katlı köşkün mimari: Sarkis Balyan. Günümüzde: kafe-restoran olarak işletiliyor.

Tekrar; Beşiktaş Meydanına dönüyoruz. Ortaköy’e doğru, yolumuza devam ediyoruz. Sahilde: eski Feriye Sarayının; günümüze ulaşan ve bugün farklı işlevlere sahip olan bölümleri var. Bunlar:

a. Devlet Konukevi.
b. Beşiktaş Kız Lisesi.
c. Denizcilik Lisesi,
d. Galatasaray Üniversitesi,
e. Kabataş Lisesi,
f. Çırağan Oteli.
g. Feriye Lokantası.

Sonra; Ortaköy Meydanına geliyoruz. Burada: 3 tek tanrılı dinin ibadethaneleri: Rum Ortodoks Aya Fokas Kilisesi, Etz Ahayim Sinagogu ve Ortaköy Cami var. Ortaköy Meydanı ve çevresi: 1990’lı yıllarda: düzenlemeler yapılmış, semte özgü yapılar içinde: bar, lokanta, kafe, el işi ve antika pazarları bulunan, İstanbul’un her zaman canlı ve cıvıl cıvıl olan bir eğlence ve kültür mekanı. Burada ayrıca: Esma Sultan Yalısı görülmeye değer.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Ortaköy Camii
İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Ortaköy Camii

 

ORTAKÖY CAMİ


Caminin bulunduğu yerde; daha önce, Vezir İbrahim Paşanın damadı Mahmut Ağanın yaptırdığı bir mescit vardı. 1721 yılında yapılmış olan mescit; Mahmut Ağanın, Patrona Halil Ayaklanmasında ölümünden sonra yıkılmış olmalı. Cami; 1810 yılında, Bostancıbaşı Defterinde de “Mehmet Kethüda Cami-i Şerifi” olarak kayıtlı.
Asıl adı: Büyük Mecidiye Cami olmasına rağmen, halk arasında Ortaköy Cami olarak bilinmektedir.

Neo Barok tarzında bir camidir. Sultan Abdülmecit tarafından; mimar Nigogos Balyan’a; 1853 yılında yaptırılmıştır. Giriş kapısının üzerindeki kitabede: Abdülmecit tuğrası ile birlikte, caminin bitiriliş tarihini belirten bir tarih var. Oldukça zarif bir yapıdır. Boğaziçi’nde, eşsiz bir konuma yerleştirilmiştir.

Geniş ve yüksek pencereler: Boğaz’ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak şekilde düzenlenmiştir. 1894 yılındaki depremde; cami büyük hasar görür ve minarelerin petek ve külah bölümleri, yeniden yapılır.

Merdivenle çıkılan: tek şerefeli, iki minaresi vardır. Kalemucu minareli olmayan, birkaç İstanbul camisinden biri.

Duvarları; beyaz kesme taştan yapılmıştır. Statik açıdan oldukça narin yapılardandır. Tek kubbenin duvarları; pembe mozaiktendir. Mihrap; mozaik ve mermerden, minber ise, somaki kaplı mermerden yapılmış ve ince bir işçilik ürünüdür. Cami: diğer camilere göre, olabildiğince süs ve ihtişama sahiptir.

Camilerin iç kısmının genelde sade olduğu düşünülürse; Ortaköy Cami, bu kuralı biraz bozmuştur. Ama bu süslemeler, Camiye farklı bir görünüm kazandırmıştır. Caminin içinde bulunan: Allah, Muhammed ve ilk dört halifenin adları; bizzat Sultan Abdülmecit tarafından yazılmıştır.

Son yıllarda: temel kısmı 64 kazıklarla takviye edilerek, denize doğru kayması durdurulmuştur. Cephe kısmını meydana getiren taşlar da değiştirilmiştir. Duvar aralıkları oyularak; içinden demir putreller geçirilmiş. Ancak; tüm bu restorasyon çalışmaları sonunda, 1984 yılında, yine büyük bir yangın geçirilir ve yangından sonra cami yeniden onarılır.

Ortaköy gibi güzel bir semtte bulunan bu camiyi ziyaret ettiğinizde; oradaki çay bahçelerinden birinde oturup, caminin Boğaziçi ile oluşturduğu o güzel uyumu izleme fırsatını da bulmuş olacaksınız.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Esma Sultan Yalısı

ESMA SULTAN YALISI

Ortaköy’de leziz bir mekan, restore edilmiş, yarısı yanmış ve üstü açık bir yalı. Boğaz manzarası, klasik müzik ve deli gibi ışıklandırma. Aşık olmak için bire bir romantik ortam.
Yalı, adını: Sultan I. Abdülhamit’in kızı, Esma Sultan’dan alır.

Meşhur mimar Sarkis Balyan tarafından yapılmış. 1873 yılında doğan Esma Sultan; 16 yaşına geldiğinde, Çerkes Mehmet Paşa ile evlendirilir. Mehmet Paşa; zamanın önemli devlet adamlarından biriydi. Yalı; Esma Sultana düğün hediyesi olarak verilir.

Canlı ve renkli karakteri sayesinde; seçkin ve beğenilen bir hanımefendi olmuştur. Esma Sultanın İstanbul’da yaşadığı bu görkemli yalı, Osmanlı imparatorluğunun bitiminde terk edilmiş, bir yangın ve bir deprem atlatmış, sonrasında ise, 1918 yılında Rum Okulu ve 1922 yılından sonra ise sırasıyla tütün ve kömür deposu olarak kullanılmıştır.

Yalnızca, binanın dış duvarlarını ihtiva eden harabe; yapılan bir dizi yenileme ve ilave dizayn çalışmaları sonucu, 2001 yılında, çok amaçlı buluşma yeri olarak açılır.

Restorasyon çalışmaları; Türkiye’de örneği az bulunur cinsten. Orijinal tuğla dış duvarların içinde; çelik ve cam kullanılarak yapı birleştirilir. İçinde; bar, restoran ve muhtelif seviyede bir salon var.

Toplam alan: 2226 m. kare. Zemin katı; 31.5 m. Genişliğinde, 27 m. Uzunluğunda ve 3.80 m. Yüksekliğinde. İkinci kat ile birleşen ilk kat, 31.5 m. Uzunluğunda ve 6.80 m. Yüksekliğinde. Bahçede; halen sarnıç, Türk hamamı ve ahır kalıntıları bulunmaktadır. Deniz yolu ile gelenler için, ön tarafta bir de iskele bulunuyor.

Ayrıca; İstanbul Uluslar arası Caz Festivali ve İstanbul Uluslar arası Müzik Festivali burada yapılıyor.

Evet, şimdi sırada: Bebek var. İstanbul’un korunaklı limanlarından birine sahip olan Bebek: adını Sultan II. Mehmet’in çok yakışıklı olması nedeniyle, Bebek adıyla anılan çavuşu Mustafa Çelebi’den almıştır.

Bugün; İstanbul’da çalışan yabancıların rağbet ettikleri semt; Bebek Badem Ezmecisi ile ün yapmıştır. Bunu yani badem ezmesini mutlaka tadın. Muhteşem güzel bir tat.

Kıyıda; Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşanın yaptırdığı; Mısır Sefaretinin yazlık konutu olan görkemli binayı göreceksiniz. Bunun dışında; Bebek’in en ünlü yapıları şunlar:
a. İstanbul’un 1751 tarihli en eski ahşap yapılarından biri olan, Kavafyan Konağı.
b. 19’ncu yüzyıl yapısı, Fransız Yetimhanesi.
c. I. Ulusal Mimarlık akımı mimarlarından Kemalettin Bey’in yapısı, Bebek Camii.
d. Bugünkü Boğaziçi Üniversitesinin, Robert Koleje ait eski binaları

Evet; Bebek ile Rumelihisarı arasında; Aşiyan Mezarlığı var. Mezarlığın çevresinde: Şair Tevfik Fikret’in müze olan evi var.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Aşiyan Müzesi

AŞİYAN MÜZESİ


Ünlü Türk Şairi, Tevfik Fikret’in yaşadığı ev olan yapı; 1945 yılında; Edebiyat-ı Cedide Müzesi olarak açılmıştır. Şairin, daha önceleri; Eyüp Mezarlığında bulunan naşı, 1961 yılında, doğal görünümü ile çok beğendiği evinin bahçesine nakledildi. Bu tarihten sonra; müze “Aşiyan Müzesi” adını aldı. Tevfik Fikret, evinin projelerini kendisi çizmiş.

Farsça “Yuva” anlamına gelen Aşiyan kelimesini de, buraya isim olarak koymuş. Bahçe içerisinde, ahşap ve 3 katlı olan Aşiyan Müzesinin birinci katı: Edebiyat-ı Cedideciler’in fotoğrafları, kitap ve özel eşyaları sergileniyor. İkinci katta: şairin şahsi eşyalarının sergilendiği yatak odası ve çalışma odaları yer alıyor.

Rumelihisarı semtine damgasını vuran; tabii ki Sultan II. Mehmet’in; fetih öncesinde Bizanslılara Karadeniz’den gelecek yardımları önlemek için, daha önceden yaptırdığı Anadoluhisarı’nın karşısında, 1452 yılında, dört ay gibi kısa bir zamanda yaptırdığı, Rumelihisarı ya da Boğazkesen Hisarı’dır.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Rumeli Hisarı
İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Rumeli Hisarı

RUMELİ HİSARI


Boğazın tam kontrolü ve Bizans’a kuzeyden yardım gelmesini önlemek için, Fatih Sultan Mehmet tarafından, 1452 yılında yaptırılmış. Yapıma: bizzat Sultan II. Mehmet idaresinde, bin kadar usta ve bunun iki katı kadar da ırgat katılmıştır.

Hisar; dört ayda bitirilir. Hisarın yapılmasında; devrin ileri gelenleri himmette bulunmuş, harcamalara katılmışlardır. Ayrıca; belirli bazı kule ve beden duvarı kesimlerinin hızlı yapılmasından da sorumlu tutuldukları anlaşılmaktadır.

Fakat, yalnız güneybatıdaki C kulesinin, Zağanos Paşa idaresinde yapılmış olduğu, üzerindeki kitabeden kesin olarak görülmektedir. Bir görüşe göre; kuzeybatıdaki A kulesini Saruca Paşa, kıyıdaki B kulesini Candarlı Halil Paşa yaptırmıştır.

Hisarın yapımına başlanıldığında; Bizanslılar telaşlanarak önce kaleyi ele geçirmeyi düşünürler.

Fakat, Sultan onlara kaleyi, şehri ve tüccarları Akdeniz-Karadeniz arasında dolaşan korsanlardan korumak için yaptırdığını söyletir. Bizanslılar, böylece hisarın yapımına göz yummak zorunda kalırlar. Boğazdaki akıntı yüzünden gemicilerin Avrupa yakasında, kıyıya yaklaşmak zorunda kalmaları, hisarın gücünü daha da arttırıyordu. Hisar; kendisine böylece yaklaşan hedefleri, toplarının en uzak menzil mesafesinden karşılanarak, güneyde en uzun mesafeye kadar takip edebiliyordu.

İstanbul’un alınmasıyla birlikte hisarın görevleri de büyük ölçüde sona erer. Fetih ile esas görevlerini tamamlayan hisar; Osmanlı Devletinin başkenti olan İstanbul’u Karadeniz’den gelecek tehlikelere karşı koruyabilmek için, fazla güneyde kalmıştır.

Zaten; fetihten sonra, burası bir devlet hapishanesi durumuna gelir. Suçlu yeniçerilerin cezalandırıldığı ve devlet ile savaşa giren yabancı ülke elçilik mensuplarının gözaltında tutuldukları bir yer olarak tanınmıştır.

Önemli suçlar işleyen yeniçeriler, Süleymaniye ve Beyazıt arasında bulunan ve Paşakapısı denilen Yeniçeri Ağası Sarayında muhakeme edildikten sonra, aşağıda Yemiş İskelesi yerindeki yeniçeri kolluğuna indirilir ve buradan bir kayıkla Rumelihisarı’na getirilirmiş. Bunlar; hisarda idam edildikten sonra, hadise bir top atışı ile duyurulurmuş.

Yabancı Devletler, Osmanlı Devletiyle savaş durumuna girdiklerinde ise; 16’ncı yüzyıldan sonra; elçiliğin bütün personeli, Rumeli Hisarında enterne ediliyormuş. Bu yüzden, buranın Avrupalılar arasında, korku verici bir şöhreti oluşur, hatta bir kulesi onlar tarafından “Karakule” olarak adlandırılır.

Evet; zaman içinde; Hisar, Sultan II. Beyazıt döneminde; küçük kıyamet denilen depremde zarar görür ve hemen tamir ettirilir. 17’nci yüzyıl ortalarında bir yangın geçirir, son olarak da Sultan III. Selim zamanında bir tamir daha gördükten sonra, kendi haline bırakılır. Zamanla; halkın yerleşmesine imkan sağlanır.

Önceleri; kale kumandanı ve muhafızların oturdukları ve hisarın ilk yapıldığından beri var olan avludaki evler de yerlerini küçük bir mahalleye bırakır. 1953 yılında ise; hisarın büyük bölümü tamir edilir ve avludaki evler istimlak edilerek kaldırılır. Bu tamir Rumelihisarı’nı kurtarmıştır.

İstanbul Boğazının en dar yerinde ve Anadolu Hisarının tam karşısında (ikisi arasındaki mesafe: 660 metredir) inşa edilen hisarın surlarının uzunluğu: kuzeyden-güneye 125 m. olup , 3 büyük kulesi bulunmaktadır.
Kuleleriyle birlikte, hisar; Orta çağ askeri mimarisinin güzel bir örneğidir. 1953 yılında restore edilerek, içerisine açık hava tiyatrosu eklenmiş ve aynı zamanda müze haline getirilmiştir.

Hisarlar Müze Müdürlüğüne bağlı, kale içindeki Açık hava sahnesi, yaklaşık 1350 kişi kapasitelidir. Anfi tiyatro şeklindedir. Yaz aylarında: konser, tiyatro ve dans gösterilerine açık olan mekanda; tüm dekor ve teknik aksam: etkinlikler için dışarıdan getirilip kuruluyor.

Çok sevimli kahvelerin bulunduğu Rumelihisarı’ndaki bir başka gösterişli yapı da: halk arasında “Perili Köşk” olarak nitelenen, Marsilya tuğlaları ile yapılmış, Mısırlı Yusuf Paşa Konağıdır.

Evet; gezimize devam ediyoruz. Rumelihisarı semtinden sonra; Baltalimanı, Boyacıköy ve Emirgan var. Bugün: İstanbul Üniversitesi Sosyal Tesisleri ve Baltalimanı Hastanesi olarak, yeni işlevler kazanan Mediha Sultan Sahilhanesi, Şerifler Yalısı, Emirgan Cami, İstanbul’un en güzel müzelerinden Sakıp Sabancı Müzesi ve Edebiyatçıların Çınaraltı Kahvesi; Boğazın bu bölümünün en önemli mekanlarıdır.

BALTA LİMANI


Antik çağda; kral Barbis’in intihar eden kızının adına atfen; Sinüs Phidaliae veya Portas Milierium dendiği, bir başka isminin ise “Ginaikon Limen” yani “Kadınlar Limanı”, “kadınlar iskelesi” dir. Bugünkü adı ise: Fatih Sultan Mehmet’in (1444-1481) Kaptan-ı Deryası Baltaoğlu Süleyman Bey’den gelmektedir.

Osmanlı donanmasının başında Kaptan-ı Derya olarak bulunan Baltaoğlu Süleyman Bey’in İstanbul’un fethine çok büyük katkı sağlayan gemileri; Marmara Denizinden buraya getirerek, koruma altında tuttuğu için, bu semte Baltalimanı denilmektedir.

Baltalimanı vadisi: İstanbul’un mesirelerinden biridir. Derenin bol suyu, geniş çayırlık alan, çamlık, dutluk, ceviz ağaçları ile ünlüdür. İstanbullular çok sık olarak buraya gelirler. Bu nedenle; devrin ileri gelenlerinin bir kısmının; yalıları, sarayları, köşk ve konakları burada bulunuyordu. Bugün ise; sosyal tesisler bulunmakta. Sarıyer merkeze 10 km., Taksim’e 10 km. ve Eminönü’ne ise 12 km. uzaklıkta.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Emirgan Korusu
İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Emirgan Korusu

EMİRGAN KORUSU


Bu yeşil alana: 16’ncı yüzyıl ortalarında “Feridun Bey Bahçesi” denilmiştir. Sultan IV. Murat’ın; 1635 yılında Emirgüneoğlu Tahmas Han’a (sonradan Yusuf Paşa) hediye etmiştir. Bunun üzerine, buraya “Emiroğlu Bahçesi” denilmeye başlanmıştır. Daha sonra ise “Mirgün” ve “Emirgan” olarak değiştirilmiştir.

19’ncu yüzyılın ikinci yarısında ise; Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından yeniden düzenlettirilir. Koruda: Sarı, Pembe ve Beyaz Köşkler var. Muazzam faunasıyla, muhteşem bir yer. Her yıl Mayıs ayında; “Lale Bayramı” düzenlenmektedir.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Sakıp Sabancı Müzesi

SAKIP SABANCI MÜZESİ


Atlı köşk: deniz kıyısında ve en son olarak 1925 yılında Prens Mehmet Ali Hasan’da kalmıştır. Bu arsa için, mimar Eduardo de Nari; bir köşk projesi çizer. Prens; eşinden ayrıldığı için Mısır’a döner, burada oturmaz. Uzun yıllar; Yusuf Ağa ve ailesi burada kalır. 1951 yılında ise, Hacı Ömer Sabancı tarafından satın alınır. Bahçesinde: 1864 yılında Louis Dauman tarafından yapılan, önce Abraham Paşa Çiftliğinde ve daha sonra Mahmut Muhtar Paşanın Modadaki konağında duran; dökme bir at heykeli var. Köşk; ismini bu heykelden alır.

Evet; Sakıp Sabancı’nın; Atlı Köşk olarak da bilinen konutu; 2002 yılında, Müzeye dönüştürüldü. 19’ncu yüzyıl yapısı olan asıl bina ve ek galeride; toplam 3500 m. kare müze ve sergi mekanı oluşturulmuş. Sergileme alanı: 2005 yılında, 6500 m. Kare olarak genişletilmiş. Osmanlı dönemine ait yazma eserler, 19 ve 20’nci yüzyıllara ait tablo koleksiyonu, hat, tezhip örnekleri barındıran müze, yurt içi ve dışından gelen sergilere de ev sahipliği yapıyor.

Atlı köşkün giriş katındaki oda: Sabancı ailesinin, köşkte yaşadığı dönemde kullandığı mobilya ve 18-19’ncı yüzyıllara ait sanat eserlerini içeriyor. 1’nci katta: Osmanlı hat sanatı eserleri, Kur’an ve fermanlar sergileniyor. Müzede; engelliler için de elverişli gezi alanları bulunuyor.

Devam ediyoruz. İstinye Koyu. Boğazın en korunaklı limanı. Efsaneye göre: İason ve Argonotlar; kendilerini kral Amicus’tan kurtaran kanatlı bilge Sostenion’a teşekkür amacıyla buraya bir heykel dikmişler. Hıristiyanlık tarihindeki sütunlu azizlerden Daniel’in üzerinde, 30 yıldan fazla yaşadığı sütun da Rumelihisarı’n da değil, burada imiş.

İstinye-Yeniköy-Tarabya hattında: bir dizi güzel bina bulunuyor. Bir Alexandre Vallaury eseri olan ve kuleleriyle, hareketli yüzüyle dikkati çeken ; Arif Paşa Yalısı, Şehzade Burhaneddin Paşa Yalısı, Kara Todori Yalısı, bir süre önce yangın geçiren Said Halim Paşa Yalısı, Faik Bey Yalısı, Sara Sultan’ın ikizleri için yapılan Bekir Bey Yalısı, birbirine bitişik Dadyan, Sandoz, Dr. Muvaffak Gönen Yalıları, bugünkü Avusturya Elçiliği olan Cezayirliyan Yalısı, Raimondo Aronco’nun Art-Nouveau üslüplu Huber Köşkü, Alman Elçiliği yazlık konutu, dini yapılardan: Yeniköy Sinagogu, tepelerdeki Ermeni Surp Hovhannes Mıgırdıç Kilisesi, Aya Paraskevi Kilisesi.

TARABYA KASRI


Hünkar köşkü olarak yapılmamıştır. Resmi kayıtlarda; bir Rum beyinin yalısı olarak görülmektedir. Sultan II. Mahmut; 1828-1829 yılları arasındaki Rus Harbinde; Tarabya Kasrını ikametgah olarak, buraya çok yakın olan Kalender Kasrını da karargah olarak kullanmıştır.

Sultan Abdülaziz döneminde yenisi yapılması için yıkılmış ancak yenisi yapılmamıştır. İlerleyen dönemlerde; tahta çıkan Sultan Abdülhamit; Almanya ile olan ilişkilerin geliştiği dönemde, kasrın yıkıntı şeklindeki arazisini; Alman Sefaretine hediye etmiştir. Bugün; kasrın yerinde, Alman Sefaretinin yazlıkları bulunmaktadır.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Huber Köşkü

HUBER KÖŞKÜ


Tarabya koyuna yaklaşırken, iç tarafta, yol kenarında, çok güzel bir yalıdır. Köşk, 19’ncu yüzyılın sonlarında inşa edilmiştir. Osmanlı devletine silah satan bir firmanın temsilcisi olan Huber’e aittir.

Herr Huber; o dönemde oldukça varlıklı bir kişiydi. Boğazı canlandırmak ve ağaçlandırmak için çok çalışmıştır. Doğayı seven, zamanının büyük bölümünü bahçede, ağaçlar ve çiçekler içinde geçiren biriydi. Öldüğünde; arkasında çok güzel bir yalı bırakır.

O dönemde hem hukukçu ve hem de iktisatçı olan Necmettin Molla, Herr Huber’in Almanya’da ki akrabalarından yalıyı satın alır. Bir süre sonra, Hidiv İsmail Paşanın torunlarından Prens Kadri’ye satar.

Köşk defalarca el değiştirmiştir. En son; köşkü bir turizm şirketi satın almış ve Anıtlar Yüksek Kurulunun izin vermemesi üzerine, hiçbir restorasyon yapılamamış ve öylece durmaktadır. Yalıya uzaktan bakıldığında, pek çok mimari üsluptan etkilendiği görülmektedir. Çin, Arap, Acem, Osmanlı, İtalyan, Fransız, İngiliz etkileri görülür. Sanki yalıyı değişik ülkelerin mimarları, nöbetleşe çalışarak meydana getirmişlerdir. Köşk, günümüzde Cumhurbaşkanlığı köşkü olarak kullanılmaktadır.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Said Halim Paşa Yalısı

SAİD HALİM PAŞA YALISI

19’ncu yüzyılın sonlarında, Petraki Adamantini adlı bir mimara yaptırılmıştır. Yalının bahçesine, yol tarafındaki kapıdan giriliyor. Rıhtımda; haremlik ve selamlığa giden kapılar var. Buradan; selamlık bahçesine açılan kapının önünde, iki aslan heykeli bulunuyor. Bunlardan biri İtalya ve diğeri ise Almanya tarafından, Said Halim Paşanın kılıç kuşanması şerefine gönderilmiş.

Yalı; önündeki bu aslan heykelleri nedeniyle “Aslanlı Yalı” olarak da isimlendiriliyor. Sait Halim Paşanın sağlığında: kapıda “Aç olan Buyursun Yesin” yazılı bir levha varmış ve pek çok garip, burada karnını doyuruyormuş. Yalı; 1968 yılında Turizm Bankasına satılmış. Restore edilmiş. Yalının bahçesi; yaz aylarında restoran olarak kullanılıyor.

Yalının bir bölümü ise; müze olarak düzenlenmiş. 1995 yılında, büyük bir yangın olur, daha sonraki dönemde ise Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yine onarılır, Başbakanlığa bağlı bir eser olarak kullanıma kazandırılır. Günümüzde restoran olarak kullanılmaktadır.

Kireçburnu ve Büyükdere; önceleri: elçilerin ve gayrimüslimlerin yerleştiği bir yerdi. İtalyan elçiliği yazlık konutu, Rus elçiliği yazlık konutu, bugün otele dönüştürülen Fuat Paşa Yalısı, 18’nci yüzyıldan kalma, en eski elçilik binası olan İspanya Elçiliği yazlık konutu, Surp Boğas Kilisesi; Boğaz’ın bu kesiminde, öne çıkan binalardır.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Belgrat Ormanları

BELGRAT ORMANLARI


Büyükdere iskelesine, 6 km. uzaklıktadır. Karadeniz kıyılarına 45 km. kadar yaklaşır, yüz ölçümü 5300 hektardır. En yüksek yeri olan; Kartaltepe 230 m. dir. Burada; meşe, gürgen, kayın ve kestane ağaçları bulunur. İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak için yapılmış 6 bent, orman içindedir.

Büyükdere-Sarıyer arasındaki: Azaryan Yalısında; 1980 yılında Türkiye’nin ilk özel müzesi açılmıştır. Sadberk Hanım müzesi.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Sadberk Hanım Müzesi

SADBERK HANIM MÜZESİ


Sadberk hanım: Vehbi Koç’un eşidir. El işlerine ve el sanatlarına olan tutkusu ile seçkin bir koleksiyon meydana getirmiştir. Bu güzel eserlerin, kendi adını taşıyacak bir müzede sergilenmesi, hayatının son günlerine kadar (1973 yılında vefat etmiştir) en büyük arzularından biri olmuştur.

Evet; Müze içinde; hem Etnoğrafik, hem de Arkeolojik (Hüseyin Kocabaş koleksiyonu) çok önemli eserler sergileniyor. Müze: iki ayrı yapı içinde kurulmuş. Bunlardan birincisi: 19’ncu yüzyıl sonlarında inşa edilen, 3 kattan oluşan bir yapıdır. Kagir zemin üzerine ahşap tarzda inşa edilmiş olup,”Azaryan Yalısı“ olarak bilinir.

Yalı: 1950 yılında, Koç ailesi tarafından satın alınır ve 1978 yılına kadar yazlık olarak kullanılır. Müzeye dönüştürülmesine karar verilince: 1978-1980 yılları arasında yapılan restorasyon projesiyle, müzeye dönüştürülür. Sadberk Koç Koleksiyonu sergilenmek üzere;14 Ekim 1980 tarihinde ziyarete açılır.

Burada: sikkeler, İslam sanatı, Osmanlı dönemi, Kadın kıyafetleri sergileniyor. Giriş katında: hediyelik eşya dükkanı ve çay salonu var. Bugün kullanılmayan ana girişin tavanı: eski Roma mimarisinden esinlenilerek, kartonpiyer kasetlerle süslü.

Katlara: ahşap merdivenlerle çıkılıyor. Duvarlar; mermer taklidi kalem işi ile boyalı. Giriş katının üzerindeki birinci ve ikinci katların orta ana salonları ve bunlara açılan odalar; sergileme mekanı olarak kullanılıyor. Çatı katında ise; eser depoları, çalışma odaları ve kitaplık var.

Binanın dış yüzünde: pencere aralarında, ahşap süslemelerin güzelliği, binayı diğer yalılardan ayırıyor. Ayrıca: bina yüzeyindeki kabaralar, halk arasında, “Vidalı Yalı” olarak anılmasına neden olmuş.

Ana binanın yanındaki yıkık durumdaki diğer yalı; 1983 yılında, Vehbi Koç Vakfı tarafından satın alınmış ve Kocabaş eserlerinin sergilenebilmesi için restore edilmiş. Kocabaş kimdir? Türkiye’de bilinçle oluşturulmuş ender koleksiyonlardan birinin sahibidir. Aslen Bursalıdır. Keşke, Türkiye’de, Hüseyin Kocabaş gibi, 5-10 tane koleksiyoncu olsaydı da; dışarı kaçırılan pek çok eser, yurdumuzda kalabilseydi.

Konusuna o kadar vakıftı ki; hayatının son yıllarında şeker hastalığı nedeniyle görme yetisini kaybetmesine rağmen, elleri ile dokunmak suretiyle eserleri tanıyıp, tarihleyebiliyordu. 1981 yılında vefat eden Hüseyin Kocabaş’ın ailesi, bu koleksiyonu satmaya karar verirler ve koleksiyon Vehbi Koç Vakfı tarafından satın alınır.

1988 tarihinde, “Sevgi Gönül Binası” olarak ziyarete açılan bu binada ise; İslam öncesi arkeolojik eserler sergileniyor. Anadolu uygarlıkları, İon ve Helen uygarlığı, Roma uygarlığı, Bizans sanatı, Kandiller, Süs eşyaları, Heykeltıraşlık Eserleri ve Mezar Stelleri, Cam eserler, boncuklar ve sikkeler sergileniyor. Çağdaş bir müze uygulaması nedeniyle; bu müze, 1988 yılı “Europa Nostra” ödülüne layık görülmüş.

Ana ve ara katlarda; kronolojik bir sıra içinde, arkeolojik eserler sergileniyor. Girişteki salon; Afyon beyazı, merdivenler ve sergi salonlarının zemini ise siyah Adapazarı mermeri ile kaplı. Sergi salonları, gün ışığına kapatılmış ve vitrinler; çağdaş bir aydınlatma ile modern bir müze hüviyeti kazanmıştır.

Evet, sırada: Sarıyer var. Yüzyıllarca: yeşilliği, tatlı su kaynakları ve balıkçıları, günümüzde ise böreği ile ünlü Sarıyer’de; çok önemli yapılar yok.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Sarıyer

SARIYER


Bölgeye bu adın: Maden Mahallesini oluşturan kesimdeki; bakır madeni nedeniyle topraklarının sarı renginden dolayı verildiği söylenmektedir. Ayrıca: bölgede doğal yayılım gösteren katır tırnağı bitkisinin çiçeklendiği zaman, tüm bölgenin belirgin bir şekilde sarı olmasının da, ismi etkilediği düşünülmektedir.

İstanbul’un fethinden sonra; Anadolu’dan ve Adalar’dan getirilen göçmenler, buraya yerleştirilir. 20’nci yüzyılın ilk yarısında, hatta 1960’lara kadar, İlçenin Boğaz kıyısındaki semtleri; daha çok yazın kalabalıklaşan sayfiye yeri niteliğini taşıyordu.

Özellikle; yeni yolların yapılması ve sahil yolunun genişletilmesinden sonra, mevcut semtler gelişmiş ve semtler arası boş alanlar, yerleşime açılmış. Kıyı kesiminde daha çok üst gelir guruplarına ait konutlar ve köşkler, sırt biçiminde uzanan yüksek alanların yamaçlarında ise gecekondu mahalleleri var.

 

TELLİ BABA TÜRBESİ

Telli baba türbesi: Rumelikavağı girişindedir. Buradaki mezar; yıllar önce: Hacı Nimet Abla (Özden, piyango bileti bayii) tarafından onarılarak, türbe haline getirilmiştir.

Aslında mezarda; Türk balıkçıya aşık olan bir Rum rahibe kızın bulunduğu söylencesi yaygındır. Rahibe kız; Rumeli kavağındaki manastırdan deniz yolu ile kaçarken, kayığının batması üzerine boğularak ölmüş, cesedi bu mevkide kıyıya vurmuş ve bulunduğu yerin az yukarısına gömülmüş, mezarın üzerine de gelin teli konulmuş.

Fakat; zamanla söylenceler değişikliğe uğramış ve “Telli Gelin” “ Telli Baba” olup çıkmış. Bir başka iddia ise: Telli Tabyada balıkçılık yapan bir ermişin ölmesi üzerine, buraya gömülmüş olması nedeniyle “Telli Baba” denildiğidir.

Sarıyer’den sonra; balık lokantaları ve midye tava satıcılarının yoğunlaştığı; Rumelikavağı ve ardından Rumelifeneri geliyor.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Rumeli Kavağı

RUMELİ KAVAĞI


Sarıyer’den minibüsle, 10 dakika uzaklıkta. Beşiktaş’tan otobüs ile de gitmek mümkün. Deniz kenarında şirin bir yer. Askeriyeden arta kalan yerlerde; Altınkum ve Elmaskum denilen iki plajı var. Temiz yerler. Ayrıca: sahil boyunca: ucuz balık ve midye kızartma yiyebileceğiniz lokantalar var.

Evet; birazda, buranın tarihi geçmişine bakalım. Bizanslılar zamanında ismi: Hieron Romelias. İsmini: kalenin bulunduğu yerdeki Bizans mabedinden alıyor. Bir diğer söylentiye göre ise: çarşı içinde bulunan anıt ağaç hüviyetindeki çınar ağaçlarından (halk arasında çınar ağaçlarına kavak ağacı da denilmektedir) aldığıdır.

Bu ağaçlardan biri, köy içindeki kalenin giriş kapısı yanında olup, yaşı 750’nin üzerindedir. Diğer iki anıt ağaç, yeni yapılan Ulu Cami’nin önünde olup, birinin yaşı 500’ün üzerinde, diğerinin ise 500’e yakındır.

Buranın yerli halkı: Rum’dur. Osmanlı döneminde Rum nüfus azalır. Rus Savaşı (93 Harbi) ile başlayan büyük göçte de Rumelikavağı büyük bir köy haline gelir.
Rumelikavağı: her dönemde, askeri bölge olma özelliğini korumuştur. Antik çağdan Bizans dönemine, bu dönemden Osmanlılar dönemine kadar, bu özelliğini koruduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de, askeri bölge olarak kalır. Hatta; 1960 yılına kadar, yabancıların girmesi yasak olan bir bölge idi.


Evet, burada tarihi eser olarak neler var? Kale; köyün üst kısmında, şimdiki Garipçe-Fener yolunun alt tarafında. Kale: gümrük noktalarının kontrol altında tutulması için; 12’nci yüzyılda, İmparator I. Manuel Kommenos tarafından yaptırılmıştır. Bu kalenin eşi: 100 yıl kadar sonra, karşı Kavak’ta Anadolu kavağında yaptırılır. Karşılıklı iki kalenin yapılmasından amaç: karşıdan karşıya zincir çekilerek, ticaret gemilerinin geçişini engellemek ve gümrük parası almaktı. Kale; 14’nci yüzyılda Cenevizlilerin, 1452 yılında da Osmanlıların eline geçer.

Bugün; kalenin yalnızca kalıntıları var. Bu kaleye, “Polikhion Kalesi”, “Asomaton Kalesi”, “İmros Kalesi” de deniliyor. Osmanlılar döneminde ise, Ceneviz Kalesi ve Eski Kale isimleri verilmiş.

Halen kullanılmakta olan kavak ise, deniz kenarındadır. 1624 tarihinde, Sultan IV. Murat tarafından yaptırılmıştır. 1783 yılında, Sultan I. Abdülhamit döneminde (1774-1789) Fransız mimar Tusan’a , yeni iki kale yaptırılır.

Sultan III. Selim ise, kaleye bazı ilaveler yaptırır, harp sırasında Sultan IV. Mustafa (1807-1808) tarafından Fransız mimar Totti’ye, birbirlerine karşı duran iki kale daha yaptırılır. Bu kaleye, “Kavakhisarı” da denilmekte olup, çok amaçlı olarak halen kullanılmaktadır.

Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesine neden olan Kabakçı Mustafa isyanı; bu kaleden, yani Kavak Hisarından başlar.

Kabakçı Mustafa çevresine topladığı bir kısım yeniçeriyle, isyan bayrağını açmış ve kaleden çıkarak Çayırbaşı’ndaki büyük çayırlık alana ordugahını kurmuştu. Burada toplanan yeniçeriler ile birlikte Sarayın üzerine yürümüştü. Rumeli kavağı muhafızı olan Kabakçı Mustafa ve adamlarının büyük baskısı sonucu; yenilikçi Sultan III. Selim, tahttan indirilmiş ve yerine Sultan IV. Mustafa geçirilmişti.

Bu olaydan sonra Kabakçı Mustafa, “Turnacıbaşı” rütbesi ile Boğaz Nazırlığına atanır. Alemdar Mustafa Paşa olayı öğrenince, ordusuyla gelir ve Sultan III. Selim’i yeniden tahta çıkarmak istemişse de, Saraya girdiğinde III. Selim’in kanlı cesedi ile karşılaşmıştır.

Bunun üzerine: ordusunun bir kısmını; Rumelifeneri Köyündeki köşkünde istirahat etmekte olan Kabakçı Mustafa’ya karşı gönderir ve Kabakçı Mustafa öldürülür.

İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Rumeli Feneri
İstanbul Boğaziçi Avrupa Yakası Rumeli Feneri

 

RUMELİ FENERİ


Evet, burada malum bir fener var. Kırım Savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin boğazın ve Karadeniz’in girişini görebilmeleri için yapılmasına karar verilmiş ve 15 Mayıs 1856 tarihinde hizmete girmiş ve denizcilere o günden bu yana, ışık tutarken, bölgenin simgesi olmuş. 1933 yılında, Fransızlara verilen 100 yıllık işletme hakkı iptal edilmiş ve tamamen Türklere geçmiş.

Karşısındaki Anadolu Fenerinden, 2 deniz mili uzaklıkta. Deniz yüzeyinden 58 m. yükseklikte olan kule 30 m. boyunda. Fener kulesi; üç kademede inşa edilmiş olup, lambası ilkin gaz yağı ardından asetilen ile çalıştırılmış. Günümüzde ise elektrik enerjisi ile aydınlanan fener, bütan gazı ile yedeği alınmakta. Fener, beyaz ışığı ile 18 deniz mili uzaklıktan görülebilmekte.

Fenerin ilginç bir öyküsü de var. Köye adını veren fener, Sarı Saltuk Hazretlerine ait olduğuna inanılan türbelerden birinin üzerinde yer alıyor. Köydekiler, 1856 yılında Fransızlar tarafından yapılan fenerin inşası sırasında, kulenin birkaç defa yıkıldığını anlatıyorlar. Burada bir yatır olduğu düşünülünce, Fransızlar önce türbeyi yapmış ve sonra da 30 m. yüksekliğindeki kuleyi inşa etmişler. Ve fener, o günden beri dimdik duruyormuş.

Eskiden, Moskova’dan İznik’e birçok yerde, adına türbe bulunan Sarı Saltuk’un, kabrinin başındaki kandilin yağı bittiğinde, fenerin karanlıklara gömüldüğüne inanılırmış. Köyde: mavi kayalar, ağlayan kayalar, kocataş ve Körtaş adını alan dev kayalıklarında bir öyküsü var.

Söylenceye göre: Altın Postu arayan Argonotlar, kayaların arasından şarap renkli bir güvercin uçurup, tanrıça Athena’nın yönlendirdiği kuşu izleyip, ozan Orfeus’un çaldığı lirden güç alarak, Karadeniz’e ulaşırlar.

Anadolu ve Rumeli fenerlerini birleştiren çizgi; İstanbul Limanının kuzey sınırını oluşturmakta. Fenerin bulunduğu köy de aynı isimle adlandırılıyor.

Sarıyer’den 12 km. uzaklıkta. Özel aracınız ile gelirken, rampayı tırmanıyorsunuz, sağa ayrılan Garipçe Köyü, Rumeli Feneri istikametinde devam ediyor. Yol üzerinde, seyir tepesi benzeri bir burunla karşılaşacaksınız. Buradan ağaçları seyrederek boğaza tepeden bakmanız mümkün, muhteşem bir panorama olanağı veriyor. Rumeli fenerinde ise; sürekli ağlarını onaran balıkçıları göreceksiniz.

Günümüzde, burada konaklama tesisi yok. Özellikle: butik tarzı otel ve pansiyonlara büyük ihtiyaç duyulan köye, en yakın konaklama tesisi, Marmaracık Koyunda var.

Rumeli fenerinde: Cenevizlilerden kalan kaleyi gezebilirsiniz. Fenerin ters tarafına gittiğinizde, günümüze oldukça iyi korunarak gelmiş olan kale ile karşılaşırsınız. Kale kalıntılarının kapısından girince: geniş bir arena karşınıza çıkar. Kemerlerin arasından, Karadeniz’in hırçın dalgaları görülür. Bir yanı geçmiş zamanlarda betonarme bina ile tamamlanarak, askeriye tarafından kullanılmış.

Şimdi ise, duvarlara kazınan ziyaretçi isimleri ve yerlerde çöpler var. Tam bu noktada, yazın Karadeniz’in ferahlatıcı rüzgarını, kışın ise soğuğun bıçak keskinliğini iliklerinize kadar hissedersiniz. Bu nedenle; gittiğiniz döneme bağlı olarak, sıkı giyinmenizde yarar var. Evet, Boğaziçi’nin Avrupa yakasındaki gezimiz, burada bitiyor.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

Adana

Adana

 

Adana, ülkemizin en büyük ve yoğun nüfuslu şehirlerinden biridir. Seylan, Yüreğil, Sarıçam ve Çukurova isimli 4 merkez ilçeden oluşuyor ve ben size Adana şehrini tanıtırken, burada günlük gezi planından söz edeceğim ve sizler bu plana göre şehri gezerken, ayrıntıları o merkez ilçenin adı altındaki yazılarda bulacaksınız. 

Buyurun, bu güzel şehrimizi birlikte öğrenelim ve gezelim. Kesinlikle bu geziden mutlu olacağınıza inanıyorum. Özellikle: sıcak yaz günleri dışında, Adana’nın tüm güzelliklerini en iyi keşfedebileceğiniz zamandır, ama aşırı sıcaklardan pek hoşnut olmazsanız, ilk veya sonbahar mevsimlerinde Adana’ya mutlaka gidin ve bu güzel şehri gezin.

 

ULAŞIM


D-400 Karayolu ve uluslar arası TEM Otoyolu ile Adana’ya ulaşılır. Ankara-Adana arası uzaklık: 472 km. dir. Ankara-Aksaray-Pozantı üzerinden gelinir. İzmir-Adana arası uzaklık: 873 km. olup, İzmir-Afyon-K. Ereğli üzerinden ulaşılır. İstanbul-Adana arası uzaklık: 909 km. olup, İstanbul-Bolu-Ankara-Aksaray-Pozantı üzerinden ulaşım mümkündür.

Otobüsler ile, Adana’ya gelirseniz, otogar, şehrin 5 km. dışındadır.

Havayolu ulaşımı: Adana’da havayolu ulaşımı: Şakirpaşa Hava Limanından sağlanmaktadır. Uluslar arası trafiğe açık bir havaalanıdır

NE YENİR-NE İÇİLİR

Adana yöresinin zengin bir mutfağı vardır. Bu yüzden, turizm denince yemekleriyle öne çıkan bu şehri anlatmaya başlamadan önce, meşhur yemekleri ve içeceklerinden uzun uzun söz etmek istiyorum. 

Adana yöresinin kendine has, ünlü yemeği Adana Kebabıdır. Adana şehrinde kebap: zırh denilen satıra benzer bir bıçakla elde kıyılan parça etten yapılan bir kebap çeşididir. Bunu diğer kebaplardan ayıran özelliği, içinde kullanılan ettir. Yanında, bol yeşillik ve sumaklı soğan salatası ile yenir, Şalgam suyu, ayran veya aşlama (meyan kökünden yapılır) için. 

Eğer şehri ziyaret ettiğinizde, Kazancılar çarşısı ve Tarihi saat kulesi yanındaki kebapçılardan birine giderseniz, masaya oturduğunuz gibi (eğer hafta sonu akşam giderseniz mutlaka rezerve yaptırmanızı öneririm, çünkü yer bulamazsınız, beklemek zorunda kalırsınız) kağıt kaplı masanızın üzerine mezeler ve salatalar gelmeye başlar, baş köşeye ise şalgam suyu konur. 

Peki bunun dışında yani sabit yerler dışında kebap yenir mi? Elbette Adana’da çok miktarda tablacı denen seyyar kebapçılar var ve bunlara rağbet oldukça fazladır. Kazancılar çarşısında bol bol tablacı ve farklı, fasıllı yani müzikli kebapçılar vardır. 

 

Peki bu kebaplar nerede yenir? Bence, metrelik kebapları oldukça meşhur olan Kolcuoğlu Kebap düşünülebilir, Adnan Menderes Bulvarı üstündedir. 1 ile 4 metre arasında kebap hazırlıyorlar. Fiyatlar biraz yüksek ama kalite de yüksektir. Salata ve mezeler için de ayrı ücret isteniyor. Şık bir mekanda kebap yemek isteyenler için tercih edilebilir.

Bir diğer seçenek: Tarihi Öz Asmaaltı Kebapçısıdır. Kocavezir mahallesi Pazarlar caddesindeki bu mekan, Adana şehrinin en iyi kebapçılarından birisidir. Özellikle “tereyağlı humus” yemenizi öneririm. Sarıyakup mahallesinde bulunan Tarihi Adana Kazancılar Kebapçısı ise, şehrin en eski kebapçısıdır, 1908 yılında açılmıştır. 

Adana

 

Adana’da yemek denilince “lahmacun” olmadan olmaz. Şehrin en önemli lahmacunu “fındık lahmacun” olarak bilinir, orta boyludur, yuvarlaktır ve genellikle yemekten önce atıştırmalık olarak istenir, yenir. Yemek olarak sipariş verirseniz, bir porsiyonda 5 lahmacun gelir. En önemli özelliği, sıcak, yumuşak ve kağıt gibi ince olmasıdır. 

Adana

Son bir not

Adana denince elbette “şırdan” da akla geliyor. Şırdan, koyun midesinin temizlendikten sonra, baharatlı pirinç doldurulup dikilmesi ve pişirilmesiyle yapılıyor. Meraklıları: bol pul biberli, az kimyonlu, bol kimyonlu, limon soslu veya bol kimyonlu, az biberli ve tuzlu şırdan tadabilirler. Kocaceviz mahallesinde, Karacaoğlan caddesinde şehrin en ünlü şırdancısı var. 

Adana

Çorba

Gelelim çorbaya: Adana denince ilk akla gelenler kebap ve ciğer şiş olmasına rağmen, bu şehirde gece ve sabah erken saatlerde paça çorbası da yoğun tercih edilir. Adana’da çorba denince ilk akla gelenler “çürük çorbası” ve “paça çorbası” dır. Çürük çorbası: hayvanın yanak kısmındaki siyah etlerden yapılır. Paça çorbası için, şehirde “Seyhan Paça Çorba salonunu” öneririm. Cemalpaşa Mahallesi, Gazipaşa bulvarındadır. 

Kahvaltı

Kahvaltı denince Adana’da ilk akla gelen sıkmadır. Sıkma, elde hazırlanan lavaş ekmeğinin içine, patates ya da peynirli soğanlı ve bol maydanozlu  harç ilave edilerek hazırlanır. Oldukça doyurucudur, mutlaka tatmanızı öneririm. Yanında yayık ayranı için.

Adana
Gelelim ciğere:

Adana’da gerçek bir kahvaltı ritüeli ciğerdir. Kahvaltıda, ciğer şiş yenir. Güne farklı bir başlangıç için, sizde Adana ziyaretinizde sabah kahvaltıda ciğer şiş yemelisiniz. 

Kahvaltı için bir diğer alternatif Adana böreğidir. Adana’da bol peynirli, dışı çıtır, Adana’ya has bu börekten mutlaka yemelisiniz. Peynirli yanında kıymalısı da vardır. En büyük özelliği baklava hamuru ile yapılmasıdır. Yanında ayran, domates ve turşu yemelisiniz. 

Aperatifler

Muzlu süt

Pek anlamlı değil, yani bu kadar güzel yemek yanında muzlu süt basit gelebilir, ama inanın hayatınızda bu kadar lezzetli muzlu süt içmemişsinizdir. Cemalpaşa mahallesindeki Kazımın Büfesinde, mutlaka muzlu süt ve sandviç (yengen) yemelisiniz. Kazımın Büfesi, Türkiye’de en iyi büfeler seçmesinde, ilk ona girmiştir. 

Şalgam

Adana’nın bu mucizevi içeceği, kimileri tarafından kebabın yanında kimileri tarafından ise rakının yanında içilir. Şalgam, bir parça kırmızı havuç eşliğinde sunuluyor. Adana şehrinde ikram edilen şalgamlarda acı bulunmaz. Çünkü Adanalılar iyi şalgamın içinde acı olmaz derler. 

Adana Fellah Köftesi

Fellah köftesi

Adana yöresinde sarımsaklı köfte de denen bu yemek, ince ve tercihan esmer bulgurdan yapılıyor ve bol sarımsaklı sosta pişiriliyor. 

İçli köfte

Bu içli köfte haşlanarak yapılıyor, ince uzun değil, yuvarlak şekil veriliyor ve hamuru pembemsidir. Bunu limon, bol sarımsak ve maydanozla yemelisiniz. 

Tüm bunların yanında salata denince Adana’da “sumak salatası” akla gelir. Elde kıyılmış soğan, bol sumakla elle karıştırılarak hazırlanır ve üzerine tuz, maydanoz ilave edilerek servis edilir. 

Adana Karpuz

Karpuz

Tüm bunları söylerken, belki aklımıza gelmedi, ama biliyorsunuz; bu güzel şehrimiz Adana’nın karpuzu çok meşhurdur. Tüm bu yiyeceklerin üstüne, güzel bir Adana karpuzu yemelisiniz.

Adana

Tatlı

Ama illaki tatlı derseniz, Adana mutfağında oldukça meşhur tatlılarda var. İlk örnek “bicibici” Adana’nın en meşhur bu tatlısı, sıcak yaz aylarında nişastadan yapılmış muhallebinin üzerine buz rendelenerek hazırlanır. Sonrasında buzun üzerinde açılan oyuğa pudra şekeri konur ve özel bici şerbeti dökülür.

Başkaca bir örnek: “karsambaç”, Bu tatlı türü Adana ve Mersin yöresinde oldukça çok tüketiliyor, temiz karın üzerine tatlı bir şurup eklenerek hazırlanıyor. Farklı bir tat arayanlar için: karakuş tatlısı ve taş kadayıf olabilir.

Adana şehrinde adım başı sıcak şerbetli tatlı satan yerler görülür. Her iki tatlı türü de sıcak sıcak servis ediliyor. Tatlılar için son bir not elbette “cezerye” Büyük saat kulesi önünde bulunan tarihi bedesten yani kapalı çarşıda, yöreye has cezerye satın almayı sakın unutmayın. 

 

ADANA KEBAP VE ŞALGAM FESTİVALİ

Dünya Rakı Günü olarak anılan ama bu isim bazı kesimlerin tepkisini çekmesi üzerine ismi “Adana Kebap ve Şalgam Festivali” olan her yıl “Aralık” ayının ikinci Cumartesi günü düzenlenen festival: Kazancılar Çarşısı ve Büyük saat civarında yapılıyor.

Festivalde, bu bölgedeki kebapçılarda kebap yeniliyor ve rakı içiliyor. Ancak bu rakı konusu nedeniyle yetkili makamlar, festivale destek vermiyorlar. Hatta, bir aralar Valilik yasaklama kararı aldı, bunun üzerine insanlar başka yerlerde bu festivali kutladılar. Festival dışında da olsa, insanlar bu mekanlardaki kebapçılara yoğun olarak gidiyorlar. 

Adana

NE SATIN ALINIR


Adana’da, geleneksel el sanatları çok gelişmiştir. Keçecilik, koşumculuk, at arabacılığı, demircilik ve bakırcılık, yemenicilik, mermercilik, kilimcilik, hasır ve boyra örücülüğü, İlin önemli el sanatları arasında yer alır. Bunun yanında, ilginizi çekerse, Karatepe kilimlerinden alınabilir.

Adana Altın Koza Film Festivali

ALTIN KOZA FİLM FESTİVALİ


Çukurova’nın ürünü pamuğu simgeleyen “Altın Koza Film Festivali” ilk olarak 1969 yılında yapılmıştır. O tarihten bu yana, her yıl zenginleşen içeriğiyle ülkemizin en önemli kültür ve sanat etkinliklerinden birisi olmuştur. Festival 2005 yılından sonra, Dünya Sineması ve Akdeniz Filmleri Seçkisiyle uluslararası kimliğe bürünmüştür. Festival her yıl Eylül ayının son haftasında yapılıyor. Eğer festival zamanı şehirde bulunursanız, Adana şehrinde 5-6 sinema salonunda yapılan festivaldeki filmleri izleyebilirsiniz. 

Adana

GENEL

Adana il merkezinde, merkezi ilçeler: Seyhan, Yüreğil, Çukurova ve Sarıçam’dır. Bunlar arasında: öne çıkanlar Seyhan ve Yüreğil’dir.

Seyhan: denizden 40 km. içeridedir. Seyhan Nehrinin iki yakasına yayılmış olmakla birlikte, batı yakada Seyhan, doğu yakada ise Yüreğil ilçesi yer alır. İki ilçe; 317 metre uzunluğunda ve MÖ.6’ncı yüzyılda yapılmış, 21 gözlü, tarihi “Taşköprü” ile birbirine bağlanmıştır.

Seyhan Nehri: Akdeniz’e dökülen en büyük nehirdir. Tarsus Çayı ile birleşerek, Akdeniz’e dökülür. Seyhan Nehrinin, taşarak şehre zarar vermesinin önlenmesi için, Seyhan Baraj Gölü yapılmıştır. Seyhan Baraj Gölü ise, Seyhan ilçesinin, deniz görünümlü bir şehir olmasını sağlar.

Evet, daha önce söylediğim gibi, merkezin diğer ilçesi: Yüreğil. İlçenin en önemli eseri: Ceyhan nehri kıyısında, bugün Yakapınarı’nın bulunduğu yerde kurulan Misis Antik Kentidir. Kent: Roma ve Memluk Dönemlerinde de önemini korumuştur.

Adana  Tarihi

TARİHİ


Adana’ya ait en eski yazılı kaynak olan Hititlerin Kava Kitabelerine göre: Anadolu’nun en köklü medeniyetlerinden olan Hititler, Adana ve çevresinden: Uru Adanıa (Adana Beldesi) olarak bahsederler.

Yöreye: Milattan Önce yaşayan kavimlere: Danuna ismi verilmiştir. Bir efsaneye göre: gök tanrısı Uranüs’ün, Adanus ve Sarus isimli iki oğlu: savaşarak Adana civarına gelirler. Adanus, adını, kendi kurdukları şehre verir. Seyhan Nehri de: Sarus’un adını alır.

Hitit etkisinde kalan Fenikeliler, tarım ve bitki tanrılarının ismi olan: Adonis’i, bereketli topraklarından dolayı, Adana’ya isim olarak verirler.

MS.7’nci yüzyıldan itibaren, İslam ordularının bölgeye gelişiyle birlikte, Arap tarihçileri Adana isminin, eski peygamberlerden Yasef’in torunu, Ezene’den geldiği fikrini ortaya atarlar.

Türkler: Torosları aşıp güneye indiklerinde, buraya “Çukurova” adını verirler. Çukurova’nın tarihteki adı: Kilikya’dır. Kilikya adını kireç yataklarından almıştır.

Sümerlerden kalma Gılgamış Destanından itibaren, sayısız kaynaklarda, sayısız olaylarla açıklanmaya çalışılan yöre adı çok renkli bir gelişim takip eder.

Evet, Adana’nın tarihsel süreç içindeki hikayesi şöyle.


Eski çağlarda: Adana bölgesini egemenlik altında bulunduran guruplar şunlar: Luvi krallığı, Arzava krallığı, Hitit krallığı, Kue krallığı, Asur krallığı, Kilikya krallığı, Pers Satraplığı, Helenistik dönem, Selökidler, Korsanlar dönemi, Romalılar dönemi ve Bizans dönemidir. 

Çukurova’yı Roma imparatorluğuna dahil eden Pompey döneminde, burada Adana adında bir şehir olduğu biliniyor. Romalılar, erken tarihlerden itibaren şehre gereken ilgiyi gösterirler. Taşköprü’nün büyüklüğü ve sağlamlığı, Adana’nın önemli bir merkez olduğunu ispatlar. Buna karşılık kutsal kitaplarda Adana adı geçmez. Ancak yeni bir inanışın öğretilerini yayan Aziz Pavlus’un, Tarsus ve Antakya arasındaki gidiş gelişlerinde Adana’dan geçtiği kesindir. Bu durum, şehrin Roma geleneklerine bağlı olmasıyla açıklanabilir. 

MS.638 yılında, Emeviler zamanında, Çukurova fethedilmiş, Abbasiler döneminde buraya yerleşilmiştir. MS.1083 yılında, Çukurova Anadolu Selçuklu Devletine katılmıştır. Haçlı seferleri sırasında Ermenilerin eline geçen Çukurova, bir süre sonra yeniden Konya Selçukluları tarafından alınmıştır.

Anadolu’nun, Moğol istilası Anadolu Selçuklu Devleti’ni zayıflatır ve beylikler dönemi başlar. Bu dönemde, Çukurova’da kurulan beylik, Ramazanoğulları olur. Mısır seferine giden Yavuz Sultan Selim, Beyliği Osmanlı Devletine katar. Ramazanoğulları; 1516 yılında Osmanlı eyaleti olmasına rağmen, 1608 yılına kadar içişlerinde serbest bir beylik olarak devam eder. Pir Mansur’un, kendi isteği ile idareyi bırakması sonucu, Osmanlı Devletine, tam bağlı bir eyalet haline gelmiştir.

Adana, bir ada devlete baş kaldıran Mısırlı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından işgal edilir ve Mısır’a bağlanır. Ancak, 1840 yılındaki Londra Antlaşması ile, bölge, yeniden Osmanlı imparatorluğuna bağlanır.

1840 yılından sonra, merkezi idaredeki bozukluklar ve ağır vergiler yüzünden, aşiretler, merkezi idareye karşı isyan ederler. Bu durum, 1865 yılına kadar sürer. Sonuçta, aşiret reisleri, beylik unvanıyla başka yerlere yollanır, göçebe durumları, gurupları zorla yerleşik hayata geçirilmiştir. 1867 yılında, idari teşkilat kurularak, Adana il haline getirilir.

20’nci yüzyılda, Osmanlı Devletinde, büyük değişiklikler başlar. 1908 yılında: Ermeni, Hınçak ve Taşnak Komitelerinin gayretleriyle, Adana’da büyük bir baskın ve kaçış yaşanır. Ermeni isyanları ile Avrupa Devletlerinin işe karışması ile zemin hazırlanır.

Tüm olaylar sürerken, I. Dünya Savaşına girilir ve 1918 tarihinde Mondros Ateşkes antlaşması imzalanır. Antlaşmayı takiben, 1918 yılında Adana, Fransız işgaline ve ermeni terörüne sahne olur. Fransızlardan destek alan Ermeniler, Türk halkına büyük eziyetler yaşatırlar. Adana halkının bir bölümü, silahlanarak dağlara çekilir, bir bölümü de şehir içinde çete harbine başlar.

Tarihi süreç içinde: işgal biter, Ermeniler kaçar ve Adana ve yöresi; özgürlüğe kavuşur.

Adana

ADANA GÜNLÜK GEZİ PLANI

Önce Seyhan merkez ilçesini gezeceğiz, burası Adana il merkezinin en büyük merkez ilçesidir. Adana şehrinin tüm turistik ve tarihi kalıntıları buradadır, yani şehrin en önemli ve ilgi çeken turistik bölgesi burasıdır.

Seyhan ilçesinin ilk olarak gezilmesi gereken yeri Tepebağ Mahallesidir. Burası Adana şehrinin ilk yerleşim yeri olarak önem kazanır ve geçmişi MÖ 2000 yılına kadar gider. Tepebağ mahallesindeki korunan evleri gezin, görün.

Tepebağ mahallesinde Bebekli kilise var. Önce burayı görün. İsmi ilginç, neden bebekli kilise, ziyaret edin, içine girmeden, dışından bakın, hemen tepesinde bir heykel var, Meryem Ana heykeli, bu heykel bebeğe benzetildiği için kiliseye bu isim verilmiş, ama eminim siz bu heykeli bebeğe benzetmeyeceksiniz, çünkü benzemiyor, peki niye bebekli kilise, bilmiyorum.

Sonra tam ters istikametteki Atatürk Müzesine gidiyoruz. Burası Suphi Paşa Konağı olarak da geçer. Büyük Atatürk, Adana’yı ziyaret ettiğinde bu konakla kalmıştır, konak daha sonra müze olarak düzenlenmiştir.

Müzenin hemen yanında, Sinema Müzesi var. Adanalı sanatçılara ayrılan bu müzede: sinema tarihimize ait bazı objeler ve Adanalı sanatçıların bal mumu heykelleri sergileniyor.

Sonra yeni köprüye doğru yürüyün, yeni köprünün hemen yanında Merkez Park ve bunun kenarında Sabancı Merkez Camisi var.

Merkez park: Türkiye’nin en büyük park alanıdır, park alanının hemen yanında dizili yüksek apartmanlar, burayı New York şehrindeki Central Park’a benzetilmesine sebep olmuştur. Özellikle havuzları görün, dünya haritası bulunan küreli havuz ilginçtir. Sinan Paşa köprüsünden geçin. Adana şehrindeki festivaller burada düzenleniyor.

Sabancı Merkez Camisi: Seyhan nehri kıyısındaki bu caminin en büyük özelliği, çok uzaklardan da görülen uzun minareleridir. Cami Türkiye ve Ortadoğu’nun en büyük camisidir. 1988-1998 yılları arasında 10 yılda yapılan cami, mimari değerleriyle gizli şifreler taşıyor, bu şifreleri ayrıntılı tanıtım yazısında okuyabilirsiniz.

Caminin hemen önünde ise Atatürk Parkı bulunuyor.

Atatürk Parkı; Resmi törenler burada düzenleniyor, güzel bir park, zamanınız varsa, gidin gezin. Buraya yolunuz düşerse aşk ve sadakat köprüsünü görün, hatta bir kilit takın, anahtarını göle atmayı unutmayın.

Sonra kıyıdaki ana caddeden yürüyerek Taş köprüye gidin.

Taş köprü: Seyhan nehri üstündedir. Adana şehrinin simge yapılarındandır. Seyhan ve Yüreğil ilçelerini birbirine bağlar. Köprü MS 384 yılında, Roma döneminde yapılmıştır.

Oradan şehir merkezine doğru ilerleyin.

Ulu camiyi göreceksiniz. Taşköprü ye 200 metre uzaklıktadır. Şehirdeki en büyük ikinci camidir. 1513 yılında Ramazanoğulları Beyliği döneminde yapılmıştır.

Ulu caminin hemen ilerisinde tarihi saat kulesi ve kulenin hemen yanında ise tarihi bedesten ve kazancılar çarşısı bulunuyor.

Tarihi saat kulesi: Hemen Ulu caminin Medresesinin yanındadır. 1881 yılı yapımıdır, kule 32 metre yüksekliğindedir ve ülkemizin en yüksek saat kulesidir, yine bunun da içine girmek mümkün değil, dışarıdan izleyin. Ancak bu kuleyi ziyaret ettiğinizde, kulenin çevresindeki yoğun kalabalığı görünce şaşırmayın, gündüzleri şeker ve lokum satıcıları var, el sanatlarını satanlar var, akşamları ise, kulenin çevresindeki kebapçılar doluyor.

Saat kulesinin hemen yanında: kapalı çarşı yani bedesten, kazancılar çarşısı ve ciğerciler sokağı bulunuyor.

 Tarihi kapalı çarşı, diğer ismiyle Bedesten, 1800’lü yılların sonunda yapılmıştır. Yapıldığında üstü kapalı olduğu için kapalı çarşı diye anılıyor, şimdi üstü açıktır, neden, çünkü Adana’nın iklimi malum aşırı sıcak, sırf iklim nedeniyle çarşının üstü sonradan açılmış.

Kazancılar çarşısı: Hükümet konağı, ulu cami ve yağ camisine komşudur. Bu çarşıda, kalaycılar, bakırcılar, ahşap işlemecileri bulunuyor. Bakır kazan imal edenler var, kalaycılar var. Çarşı Pazar günleri kapalıdır.

Ancak, eğer zamanınız uygun olurda burayı bir Pazar sabahı ziyaret ederseniz, özellikle erken saatlerde (örneğin 06.00 gibi) burada bulunan ciğercilerden ciğer de yiyebilirsiniz.

Ulu camiden sonra Yağ camisine yürüyün.

Yağ camisi ve Ramazanoğulları Medresesi: Ulu camiye yakındır, 1501 yılında eski bir kilisenin, Ramazanoğulları Beyliği döneminde camiye dönüştürülmesiyle oluşmuştur. 1542 yılında ise, hemen yanına medrese eklenmiştir. Caminin özellikle giriş kapısını mutlaka görün.

Yağ camisinden sonra sırada Arkeoloji Müzesi var, burası biraz uzak, yürümek istemeyenler için, taksi tutulması düşünülebilir.

Arkeoloji Müzesi; Reşatbey mahallesi Fuzuli caddesindedir. Müze yeni açıldı, taksi tutarsanız veya sormak isterseniz, Milli Mensucat Fabrikası olarak sorun, yoksa eski müzeye gidersiniz. Burada daha önce Milli Mensucat Fabrikası varmış, fabrika müze olarak düzenlenmiş ve 2017 yılında ziyarete açılmıştır.

Mutlaka gidin ve görün, müzenin tamamını gezin, yaklaşık 2 saatinizi alır, ancak zamanınız az ise, müzede mutlaka görmenizi önereceğim eserler: Hitit fırtına tanrısı Tarhunda’nın taş heykeli, Adana Karataş’ta denizden çıkarılan bronz erkek heykeli, Roma dönemine ait iki lahittir. (bunlar Tarsus ta bulunarak buraya getirilmiş Akhilleus lahdi ve Antropoid lahittir.

Yine uzak bir yerde bulunan Etnografya Müzesine gidebilirsiniz.

Etnografya Müzesi: Kuru köprü mevkiindedir. 1845 yılında yapılan bir kilise sonradan müze olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır. Müzede özellikle Toroslarda yaşayan aşiretlerin el dokuma kilim örnekleri, halı, heybe, seccade ve yastık örnekleri sergileniyor.

Evet, şehirde zamanınız varsa, yani 2’nci bir gününüz varsa, gezmenizi önereceğim yer Yüreğil ilçesi sınırları içindedir. 

İl merkezindeki bu ilçenin en büyük özelliği, Adana Şakir paşa hava alanının bu ilçede bulunmasıdır.

Yüreğil ilçesinde “Tek kubbeli kübik mescit” i görebilirsiniz. Ulu camiye yakın: Tek kubbeli kübik mescit, akça mescit; 1489 yılı yapımıdır. Yani Adana’nın en eski yapısıdır.

Yüreğil ilçesinde mutlaka görmenizi önereceğim diğer yer ise antik Misis şehridir: İlçeye bağlı, Ceyhan ırmağı kıyısında Yakapınar köyündedir. Burayı ziyaret ederseniz yaklaşık 7000 yıllık bir yerleşim yerini yani Misis şehri kalıntılarını görebilirsiniz. Şehrin ilk olarak Hititler tarafından, MÖ 5500’lerde kurulduğu düşünülüyor.

Burayı ziyaret ederseniz: Höyük ve Akropol çevresindeki çoğu tahrip olmuş surların bir kısmını, sur duvarı parçalarını görebilirsiniz. Geniş bir alana yapılan Nekropol alanında kalkere oyulmuş oda mezarları görebilirsiniz. Günümüzde Adana Arkeoloji Müzesinde sergilenen “Misis Lahdi” burada bulunmuştur. Yine burayı ziyaret ederseniz, Ceyhan (Pyramos) nehri üzerindeki “Misis Köprüsü” nü görebilirsiniz.

Köprü MS 250’li yıllarda Roma döneminde yapılmıştır. Bu köprünün üstünde gezinirken, Lokman hekimin ölümsüzlük sırrı yazılı defterini, bu köprünün üstünden geçerken Ceyhan ırmağına düşürdüğü hikayesini hatırlayınız. Sonra Misis Kervansarayı ve muhteşem mozaiklerin sergilendiği, bulunan mozaiklerin korunması için üstüne müze yapılan “Misis Mozaik Müzesini” görün.

Buraları yani Seylan ve Yüreğil ilçelerini gezdikten sonra yine merkeze bağlı ilçeler Sarıçam ve Çukurova’da bulunuyor ama buraların turistik ve tarihi önemi bulunmuyor. 

Sarıçam

Burası Adana şehrinde Çukurova Üniversitesi merkez kampüsü, İncirlik Amerikan üstü ve Hacı Ömer Sabancı Organize Sanayi bölgesinin bulunduğu bir yerdir yani herhangi bir turistik ve tarihi yeri yok.

Çukurova

İl merkezindeki bu ilçede: özellikle akşamları geniş kaldırımlarda, mevsiminde portakal çiçeği kokuları içinde yürüyüş yapabilirsiniz. Ancak yine burada da Adana şehriyle ilgili herhangi bir tarihi ve turistik yer yok, burada sadece Seyhan Baraj gölü kıyısındaki parklarda ve yollarda yürüyüş yapabilirsiniz.

Sonuç

Adana şehrini ziyaret ederseniz, yukarıdaki gezi planına göre rotanızı yapabilirsiniz. Bu planda kısaca belirttiğim yerlerle ilgili ayrıntılı tanıtım yazıları, görmeyi istediğiniz yerin ilçesine ait yazıda bulabilirsiniz. Adana güzel bir yer, gerek mutfağı, lezzetli yemekleri, kebapları, tatlıları ve içecekleri ile ve gerekse tarihi yerleriyle mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yer, mutlaka gidin. 

 

Macaristan Budapeşte

20160807_170234
Macaristan Budapeşte

Budapeşte’yi ziyaret ettiğinizde, çeşitli yüzyıllara ait mimari ve kültürel mirasın, günümüzün modern hayatının getirdiği yeniliklerle çok iyi bir karışımını göreceksiniz.

Tarihi binalar ve anıtlar: yenilenmiş ancak tarihsel dokuları hiç bozulmamış, bunun sonucunda ziyaretçiler için muhteşem görsel güzellikler oluşturulmuştur. Büyük bir şehirle karşılayacaksınız.

Özellikle şehrin tam ortasından geçen ve şehri ikiye ayıran Tuna nehri ilginizi çekecektir. Tarihe ve tarihi yerlere meraklılar doğruca Buda şehrini gezebilirler.

Tarihe ilgisi olmayanlar ve daha çok modern yerlerden hoşlananlar ise, Buda bölümüne geçmeden doğruca Peşte bölümüne geçip modern şehrin dükkan, mağaza ve evleri arasında dolaşıp zaman geçirebilirler.

Budapeşte, 1-2 günlük süreç için uygun, daha fazla kalırsanız büyük olasılıkla sıkılırsınız, ama kaldığımız süreçte güzel zaman geçireceğinize inanıyorum. Yani, Budapeşte gidilip görülesi bir yerdir.

TARİH

Buda kalesi: tarihi süreç içinde, defalarca muhtelif uygarlıklar tarafından ele geçirilmiş, yıkılıp baştan yapılmıştır. Kalenin tarihi: 12.yüzyıla kadar gidiyor. Burada: müzeye çevrilmiş binalar ve de özellikle bilhassa tarih müzesi görülmeye değerdir. Mattias Kilisesi de, burada bulunuyor. Bölge: Tuna nehrinin en güzel yerlerinden biri olduğu için, bölgedeki ilk yaşamın izleri, tarih öncesine kadar gitmektedir.

Macarlar: 12. yüzyılda bu bölgeye gelmişlerdir. Macarların; Türk oldukları savı kısmen doğru sayılmaktadır. Çünkü: kuzeyde bir yerlerde olan Macar kavimleri, Oğuz Türkleri ile birleşip kaynaşmış ve batıya birlikte göç etmişler ve 12’nci yüzyılda, burayı beğenip yerleşmişlerdir. .

Macar dilinde yani “Macarcada” ki birçok Türkçe terim de o zamanlardan kalmadır. Yani: Osmanlı etkisi değil. Budapeşte: 1542 yılından itibaren, 150 yıl boyunca Osmanlı yönetiminde kalmış. Osmanlılar: özellikle, hamamlar başta olmak üzere, bayağı yatırım yapmışlar.

Tabii kiliseleri camiye çevirerek verdiği tahribatı da göz önünde bulundurmak lazım. Fakat, Osmanlılardan şehri ele geçirince, hiçbir Osmanlı anısı kalmamak üzere, hepsini yıkmışlar ve yok etmişler sadece bir hamam ve Gül baba türbesi kalmış, 150 yıllık egemenliğin anıları böylece yok edilmiştir.

GENEL

Tuna nehrinin iki yanındaki: Buda ve Peşte bölümlerinin birleşmesiyle oluşmuş bir şehir. Buda kelimesinin yerel dilde anlamı “su” dur. Buda şehri, tarih sürecinde: Budin olarak geçiyor.

Buda tarafı: daha eski olup, Osmanlı döneminden de birkaç tarihi eser barındırıyor. Peşte tarafı ise, daha yeni ve modern. Buda tarafı dağlık-tepelik, peşte tarafı ise düzdür. Buda tarafı: İstanbul’u fazlasıyla hatırlatır.

Özellikle: İstenhegy (Tanrı Tepesi) ye çıkarken, arkada kalan manzara, tepeden gece bakıldığında Tuna nehri; İstanbul boğazına benziyor. Özellikle: Peşte tarafında kıyıda: Parlamento binası aydınlatıldığında, ışıklar nehrin üzerine düşüyor. Peşte tarafında, daha çok müzeler ve çeşitli kiliseler var.

Evet, Budapeşte: Almanya-Berlin’den sonra, Orta Avrupa’nın en büyük şehridir. Yine de, yürümeyi seven insanlar için, en güzel şehirlerden biridir. Ama bu büyük şehrin sokaklarında yürürken: aman köpek pisliğine basmayın çünkü çok sayıda köpek gezdiriyorlar.

2 milyon insanın yaşadığı şehirde, köpek sayısının 1.5 milyon olduğu söyleniyor. Her yerde, köpek seven çocuk heykeli görebilirsiniz. Evlilik kurumu çok iyi işlemediği için: köpek besleyenlerin sayısının oldukça yüksek olduğu söyleniyor. İnsanlar, yalnızlıklarını gidermek için, hayvan besliyorlarmış.

Macaristan: bir Avrupa ülkesi, ancak diğer Avrupa ülkeleri gibi çok gelişmiş olduğunu söylemek mümkün değil. Macarların, emekli olduklarında aldıkları maaşı duyduğunuzda, bizim ülkemizdeki emeklilerin daha iyi durumda olduğunu anlayacaksınız. Macar emeklileri, bir aylık süre için: yalnızca 300 dolar civarında maaş alıyorlarmış.

Ülkede: Sanayi yok, çalışan yalnızca 1 fabrika var. Yani, tek geçim kaynakları: turizm ve oldukça fazla turist çekiyorlar. Avrupa Topluluğuna girmiş olmaktan da çok mutlu değiller. Bu geçiş onlara pahalık ve işsizlik getirmiş gözüküyor.

Topluluğu girdiklerinde, ülkenin tek şeker fabrikasını, Avrupalı bir başka firma satın almış ancak bir süre sonra imalatın pahalıya mal olduğunu söyleyerek, fabrikayı kapatıp Macaristan’a şeker ithalatına başlamışlar. Böylece, birçok insan, işsizler ordusuna katılmış.

Macaristan Budapeşte

Budapeşte

Dünyanın en romantik şehri olarak tanımlanıyor. Ayrıca: Brezilya-Rio de Jenerio’dan sonra: dünyanın en güzel manzaralı şehri seçilmiş. İtalya’nın başkenti Roma ile, mimari yapı olarak çok benzerlikler gösteriyor. Tarihi süreçte: Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun bir parçası olarak yaşayan şehir: sürekli ikinci planda kalmanın yarattığı eziklik ile mimarisini bütünleştirmiş.

Macarlar: nerede güzel bir bina veya yapı görseler: aynısını, hemen kendi şehirlerinde yapmışlar. Yani: II. Dünya Savaşından sonra bütün binalar yenilenmiş. Tarihi diye gezdiğiniz bir binanın, kesinlikle yeni yapım olduğunu unutmayın.

Tuna nehrinin iki yakasını birleştiren köprüler: özellikle geceleri ışıklandırıldığında, çok güzel görünüyor.

Tuna nehrinin sularına bakıp ta, sakın “Mavi Tuna” aramayın. Çünkü: Tuna nehrinin suları mavi değil, alenen kahverengimsi. Neden Tuna nehrinin suları mavi değil diye, bir bilene de sormayın, çünkü: “Tuna nehrinin sularının, yalnızca aşık olanlara mavi göründüğünü söylerler.”

O anda yanınızda, eşiniz, kız arkadaşınız var ise, bu söz elbette çok büyük anlam kazanıyor. Bir de niye “Mavi Tuna” diye merak ederseniz, Tuna nehrinde tekne gezisine çıkarsanız, teknede sürekli “Mavi Tuna Valsi” ni dinleyerek gezdiğinizde bunu anlarsınız. Ünlü bir besteci “Mavi Tuna” diye vals bestelemiştir.

Budapeşte’ye eğer 20 Ağustos tarihinde giderseniz: deyim yerinde ise, Macaristan’ın doğum gününe rastlarsınız. Chain Brıdge üzerinde, akla hayale gelmeyen ve Tuna nehri manzarası eşliğinde, havai fişekler patlatılır. Muhteşem görüntülere şahit olursunuz.

Ancak: 15 Mart tarihinde de “Bağımsızlık günü” kutlamaları var. Ama, bu kutlamalar: eğer bu tarihte orada olursanız göreceğiniz üzere, biraz fazlaca polis eşliğinde yapılıyor. Yani: sağda solda birçok polis, tepede uçan helikopterler, böyle bağımsızlık günü kutlanır mı, bilmiyorum? Biraz garip.

HAVAALANI

İstanbul-Budapeşte arası uçuş süresi: yaklaşık: 2 saat. Yabancı havayollarının hepsi, Budapeşte’ye aktarmalı uçuşlar yapıyor. Malev (Macar) Hava yollarının, İstanbul’dan Budapeşte’ye direkt uçuşları bulunuyor. Bilet: 296 dolar civarında. Ancak: gerek servis ve gerekse uçak konforu bakımından pek de güzel bir havayolu şirketi sayılamaz.

Bunun dışında: THY’da: Salı, Perşembe ve Pazar günleri, Budapeşte’ye direkt uçuyor. Bilet fiyatları: 385 dolar civarında. Budapeşte’de: Ferihegy Hava alanı var. Gayet küçük bir alan. Buradan şehrin her tarafına: minibüs ile ulaşabilirsiniz. Havaalanından minibüs servislerini organize eden birimler bulunuyor.

Havaalanı otobüsleri, yarım saat aralıklarla hareket ediyor. Şehir merkezine ulaşım: 30 dakika sürüyor. Bunun dışında: hava alanından şehre ulaşım için: zone-taksi tercih edebilirsiniz. Yaklaşık 12 Euro’ya, hava alanından şehir merkezinde istediğiniz noktaya ulaşabilirsiniz.  Hava alanından şehir merkezine, metro yok.

DİL

Ülkede: Macarca dili kullanıyorlar. Türkçe ile, yaklaşık 450 benzer kelime, Macarca da bulunuyor. Daha önce de söylediğim gibi, bu kelimelerin, Osmanlılar döneminde değil, daha önceki tarihi süreçten, Macarcaya girdiği düşünülüyor. Ülkede: İngilizce bilen sayısı az.

Yoğun olarak Almanca biliyorlar. Yani: Macar insanlarıyla anlaşmakta problem yaşayabilirsiniz. Size önerim: kaldığınız otelin resepsiyonunda, birkaç tane adres kartı alın. Dönüşlerinizde taksi sürücüsüne bu kartı verin. Çünkü: konuşarak anlaşmak bayağı sıkıntılı oluyor.

Macaristan Budapeşte

ŞEHİR İÇİ ULAŞIMI

Şehir içi ulaşımı için: “Budapeşte Card” almanızı öneririm. Kart: 48 ve72 saat geçerli olarak satılıyor. Bu kart ile: tüm Transportasyon araçlarına “ücretsiz” binebiliyorsunuz. Ayrıca: bu kartı bulunanlar: bazı müzelere ücretsiz, bazılarına ise indirimli olarak girebiliyorlar. Yani: sonuçta çok müze gezecek iseniz, bu kartı almanızı mutlaka öneriyorum.

Evet, şehir içinde ulaşım çok rahat. Birçok ulaşım aracı: saat: 04.30-23.00 arasında hizmet veriyor. Ancak: bu ulaşım araçlarında mutlaka Card veya bilet bulundurun, çünkü kontroller çok sıkı. Bileti olmayan yolculardan, belirli bir miktarda para cezası alıyorlar.

Özellikle: metro istasyonlarında bilet kontrolleri yapılıyor. Bu arada, yalnızca bilet almanız yetmiyor, bu biletinizi girişte okutmanız gerekiyor. Biletinizi okutmasanız, 5000 forint yani yaklaşık 20 Euro para cezası ödemek zorunda kalıyorsunuz. Biletsiz yakalanırsanız, görevliye derdinizi anlatmanız çok zor.

Metro Sistemi

4 ana hattan oluşuyor. Komünizmden kalma, harika bir ulaşım altyapısı var. İç içe geçen, 3 yuvarlak tramvay hattı, onları yıldız şeklinde kesen tramvay hatları, otobüs hatları ve metrolar. Karmaşık bir metro sistemi var. Bu dört hattan biri: dünyanın en eski yer altı raylı sistemi imiş.

Kendinizi ne kadar zorlarsanız ve ne kadar dikkat ederseniz edin: sonuçta, mutlaka bir yerlerde yanlış bir kapıdan giriyor ve Macar görevliler tarafından heyecanla ve büyük bir arzu ile kesilen cezayı ödüyorsunuz. Tartışmaya kalkarsanız, olay, pasaportunuzun alınacağı tehditlerine kadar gidiyor.

Taksi

Sokaktan çevirdiğiniz taksiler ve telefon taksileri diye, iki gurup taksi var. Telefon taksilerine telefon edip yerinizi söylediğinizde, en yakın taksiyi merkezden yönlendiriyorlar ve bu taksilerin tarifesi daha ucuz. Taksi ihtiyacınız bulunduğunda, bunu öneriyorum.

Bunun dışında: serbest çalışan yani sokaktan çevirdiğiniz taksilere binerseniz: büyük ihtimalle taksimetre açılmayacak ve sonuçta gideceğiniz yere vardığınızda, yüklüce bir miktar ödemek zorunda kalacaksınız.

Bu yüzden: yoldan çevirdiğiniz taksilere binmeden önce, bineceğiniz yeri söyleyin ve pazarlık yapıp, fiyatı sabitleyin. Bu arada taksilerin en güzel tarafı: tüm taksilerin sürücülerinin, söylediğiniz her türlü adresi kolayca buluyor olması. Sokak adını ve blok numarasını verince, kapının önüne kadar götürüyorlar.

PARA BİRİMİ

Macaristan; Avrupa Birliğine girmiş, ama henüz Euro’ya geçmemişler. Burada: para birimi: forint. Ancak: Euro da geçiyor. 1 Euro: 300 Forint’e karşılık geliyor. Döviz bozdururken: döviz ofislerinin ışıklı panolarında, döviz kurunun yazılı olmasına dikkat edin. Eğer döviz kuru yazılı değilse, beklediğiniz parayı alamayabilirsiniz. Paranızı vermeden önce, son defa yazılı olan rakamın komisyonsuz net fiyat olup olmadığını mutlaka sorun.

Ama bence en iyisi, paranızı kaldığınız otelin resepsiyonunda  bozdurun. Bir husus daha var, fazla para bozdurmayın, çünkü dönüşte forint elinizde kalır, Türkiye’de bozduracak yer bulamazsınız. Bu yüzden: paranızı günlük olarak bozdurun ve hatta, şehirdeki birçok yerde Euro geçiyor, bunu da değerlendirin.

İKLİM

Şehirde, yılın en sıcak ayları: Temmuz-Ağustos. Yılın en soğuk ayları ise: Ocak-Şubat. Macaristan gezinizi: bu tarih aralıklarına göre planlamanızda yarar var.

RESMİ TATİL GÜNLERİ

Macarların resmi tatil günlerinde: dükkanlar, müzeler ve bankalar kapalı. İşte resmi tatil günleri: 1 Ocak yılbaşı, 15 Mart Ulusal Tatil, 20 Ağustos St.Stephen’s Day, 23 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 1 Kasım All Saint’s Day, 26 Aralık Christmas.

Macaristan Budapeşte

NE YENİR

Macar yemeklerin, genelde aşırı baharatlı ve sıcak servis ediliyor. Yemekleri çok yağlı. Malum domuz yağı. Alışık olmayan bünyeye iyi gelmiyor. Tuz ve biber oldukça çok kullanılıyor. Yemeğin güzel kokulu olmasına önem veriyorlar. En sık rastlayabileceğiniz iki yemek türü var.

Kaposzta

Bir tür lahana yemeği.

Pörköl

Macar tas kebabı olarak biliniyor.

Bunun dışında: çorbalar önemli bir yer tutuyor. Özellikle: bol malzemeli ve zengin çorbalar öne çıkıyor. Belki de, soğuk kış günlerinin bir sonucu, bu çorba merakları. Yemek diye devamlı çorba sunuluyor. Her çeşit çorbayı deneme şansınız var. Gelen çorbaya bakıyorsunuz ki, domates çorbasına benziyor, seviniyorsunuz, ancak: soğuk olduğunu görüyorsunuz ve tüm hevesiniz gidiyor. Bardağa koyup, meyve suyu niyetine içesiniz geliyor.

Osmanlı mutfağı

Macar mutfağını büyük ölçüde etkilemiş. Özellikle: poğaca ve kahve. Tatlılar büyük porsiyonlar halinde tüketiliyor. Pankekler ve ekmekli tatlılar: değişik krema veya reçellerle birlikte servis ediliyor.

“Goulas” denilen bir yemek türü daha var. Bundan sipariş verirseniz: porsiyon çok büyük geliyor ve bir türlü bitiremiyorsunuz.

Raday caddesinde “soul” isimli cafe/restorana mutlaka uğramalısınız.

Evet, yemeklere alışamazsanız, her zaman olduğu gibi: Mcdonalts. Her caddesinde: mutlaka Burgerking veya McDonalt var. Lezzetler klasik ve her yerde aynı, fiyatlara gelince orta standart bir hamburger menüsü 6-7 Euro’dur. Ancak: ketçap, mayonez gibi soslar isterseniz, buna ilave para istiyorlar.

Otellerdeki kahvaltı kültürüne gelince: kaldığınız otelin durumuna göre elbette değişecektir ama benim kaldığım otelde, gayet zengin kahvaltı veriliyordu. Kahvaltıda: portakal ve elma suyu, çay, kahve var. Ayrıca: küçük ekmekler, kaşar türü bir peynir, reçel türleri, poğaça türleri, rafadan pişmiş yumurta, tavada pişirilmiş yumurta, sosis, her türlü salam gibi gıdalar bulunuyor, yani kahvaltı kültürü bayağı iyi, aç kalmıyorsunuz.

NE İÇİLİR

Öncelikle şundan söz etmek istiyorum. Budapeşte’de, içme suyu problemi var. Şehrin yerlileri: gazlı su içiyorlar. Ama bu su: tatsız-tuzsuz bir şey. Marketlerden su alacağınız zaman: mutlaka pembe kapaklı olanı seçmelisiniz, onlar nispeten içilebilir lezzette. Ama şunu da belirtmek isterim ki, şehri bilip tanıyanlar, yani şehrin yerlileri, çeşmeden akan  suyu rahatlıkla içtiklerini söylüyorlar, tercih sizin.

Şehirde: içkiler oldukça kaliteli. Özellikle: barackpalinka. Bu bir brendi, kayısıdan yapılıyor. Aslında: hangi meyvenin Palinka’sını içecekseniz, önce o meyvenin kurutulmuşunu ağzınıza atıyorsunuz, sonra da kocaman olan palinka shotu dikmeniz gerekiyor. Oldukça acı, ama içip kendinizi sokağa atınca asla üşümüyorsunuz. Eğer Estergon tarafına gideceksiniz, Palinka denen bu içkinin her çeşidini, orada gayet uygun fiyatla bulup satın alabilirsiniz. (14-15 Euro civarında)

Bunun yanında: şaraplar da oldukça iyi ve ucuz. Tokaj isimli şarap: güzel, deneyebilirsiniz. Mutlaka öneriyorum. Hatta: birçok turist, bu marka şarabı satın alarak, hediyelik olarak yanlarında götürüyorlar. Yine Estergon tarafına gitmeyi düşünenler, bu Tokaj şaraplarını oradan bulup uygun fiyatla satın alabilirler. Oradaki satış fiyatı: 6-7 Euro civarındadır.

Bira derseniz: Dreher ve obanyai denen iki marka önerebilirim. Bunlar: geleneksel Macar biraları arasından ,en iyileridir. Bira severler burada gayet uygun fiyatla birçok çeşit bira bulabilirler, en iyi bira fiyatı yaklaşık 0.80-0.90 cent civarındadır.

Macaristan Budapeşte

EĞLENCE

Şehirde, gece hayatı pek hareketli ve canlı değil. Yalnızca: birkaç bar ve eğlence merkezi var. Açık hava mekanları: saat 22.00 gibi kapanıyor. Bunun dışında: kapalı mekanlar, saatlerce açık.

Yani: sabaha kadar eğlence imkanı bulunan yerler de var. Tabii burada canlı müzik denilince: akla hemen Çigan müziği geliyor. Tüm bunların yanında: Budapeşte şehrinde, eğlencenin değişik bir stili bulunan barlar da var. Bunlar: striptiz barlar.

İNSANLAR

Budapeşte: Avrupa’da intihar konusunda, açık ara birinci olan bir şehir. Çalışmaktan zevk almayan, her daim asık suratla dolaşan insanlar göreceksiniz. Bir şehir bu kadar çok güzel olup ta, insanları niye bu kadar mutsuz olurlar, anlamak mümkün değildir. Bunun yanında: şehir halkı;  hırsızlığa ve turist kazıklamaya aşırı meyilli. Her hatayı yüzünüze vurmaktan aşırı zevk alırlar.

Ama, çevreyi düzeltmeyi amaç edinirken, kendilerine çeki düzen vermeyi akıllarına getirmezler. Yabancı sevmezler ve kendilerinden olmayanla iletişim kurmazlar. Trafikte, en fazla kornayı yabancılara ait olduğu belli olan arabalara çalarlar. Ama; bir Macar hata yaptığında, asla tepki vermezler. Özellikle: yaşlılar, komünizm dönemlerinden kalma soğukluklarını hala üzerlerinden atamamışlardır. Bu arada: şehirle ilgili bir anıyı anlatmak istiyorum.

Böyle bir hataya düşmemeniz açısından: şehirde; eğer yalnız veya bir-iki erkek olarak gitti iseniz, “Vörösmarty” veya diğer bir meydanda: bir süre aylak aylak dolaştığınızda, iki genç, bazen de orta yaşlı kadın, yol sorma bahanesiyle yanınıza gelir. Kurnazca tekniklerle: sizi, soyup-soğana çevirecekleri bir bara çekmeye çalışırlar. Bunlar öyle çoktur ki; bir tanesinden kurtulursanız, hemen yanınızda diğer bir gurup biter.

Bunlar: sizi, kendileri ile daha önce anlaşmış olan bir bara davet ettirirler ve o bar çıkışında: size çok yüklü bir hesap ödemek kalır. Bunlardan kurtulmak için: gidilecek bara gelindiğinde, para çekme bahanesiyle kaybolabilirsiniz. Ayrıca: göstermelik samimiyet bağı kurulduktan sonra, kızlara ne kadar açık fikirli olduğunuzu söyleyerek, abartılı cinsel içerikli bir sohbete girmek suretiyle, onları yanınızdan uzaklaştırabilirsiniz.

Veya, en kolay yol, onları anlamıyor rolüne bürünmektir. Aman dikkat, buraya has bir söz var: “Saatte Nacar, Bayanda Macar” Malum: “Nacar” marka saatler,  dünyanın en iyi saatleri olarak öne çıkıyor. Son olarak: bu ülkede yaşayan insanlar, cinsellik ve çıplaklık konusunda rahatlar. Yazın, kızlar fazlaca bir şey giymeden sokaklarda dolaşırlar. Özellikle, Tuna nehri üzerindeki adada, üstsüz güneşleniyorlar.

Macaristan Budapeşte Alışveriş Merkezleri

ALIŞVERİŞ VE ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ

Budapeşte’de alışveriş merkezi: “Vaci utca” olarak biliniyor. Burası ve çevresindeki birçok cadde ve sokak: turistlerin uğrak yerlerinin başında geliyor.

Macaristan Budapeşte Vaci Utca

Vaci Utca

Budapeşte’nin alışveriş sokağıdır. İstanbul’daki İstiklal Caddesine benzer bir yer. Modanın tüm nimetlerini gözler önüne seren bir caddedir. Bu caddede bulunan alışveriş merkezlerinin bol olması, alışveriş tutkunlarının buraya hücum etmesine neden olur. Özellikle, burada bulunan “Duna Plaza”:koni biçimindeki dış görüntüsü ile, bir alışveriş cennetini andırıyor.

Ancak: şunu unutmayın, eğer Estergon kalesi yani Szentendre denen yere geziye gitmeyi düşünüyorsanız, alışveriş için buraları tercih etmeyin, Szentendre gerçekten çok ucuz bir yer, kesinlikle oradan alışverişinizi yapın derim. Bu caddede: yemek yiyebilir, döviz bozdurabilir ve keyifli yürüyüşler yapabilirsiniz.

Macaristan Budapeşte Duna Plaza

Duna Plaza

“Vaci üt” bölgesindedir. Pazartesi-Cuma günleri: saat: 09.00-21.00 arasında açık. Cumartesi-Pazar günleri ise: 10.00-19.00 arasında açık kalıyor. Merkeze uzak olması kötü. Ancak: buraya mavi metro ağları ile ulaşmanız mümkün. Burada: merkezin içinde; sinema ve bowling salonları bulunuyor.

Corvin AruHaz

“Blaha Lujza ter” bölgesindedir. Kumaş ve iç giyim malzemeleri satılan mağazalar var. Burada: daha çok nakit ödeme yapılması isteniyor. Kredi kartı kullanılması durumunda: bayağı bekletiyorlar. Bunu göze alarak: bu alışveriş merkezine gidebilirsiniz, yani fazla zamanınız yoksa, gitmeyin.

Flavius Center

Kıyafet ve ayakkabıların satıldığı bir yer. Fazla pahalı değil, bu durum bir avantaj. “Rakoczi üt” bölgesinde bulunuyor.

Great Hall

Ucuz alışveriş için seçilebilecek bir yer.

Lurrd Haz

Daha çok: krom ve cam eşyalar satılıyor. İçinde: bir de sinema ve butik var.

Macaristan’a özgü: bez, örtü, porselen: buda bölümündeki kale de daha ucuz.

NE SATIN ALINIR

Şehirde: bayanlar için, incik-boncuk sektörü fazlasıyla etkileyici. El yapımı takılar ve dokumalar satın alabilirsiniz. Ayrıca: bu şehre has, en güzel hediyelik: Macar Şarabı. Bunun yanında: genellikle kayısılı olan, Macar geleneksel içkisi: palinka da alınabilir. Süpermarketlerden birine gidip: Turo Rudi çikolatası da alabilirsiniz. Veya birer tane magnet olabilir.