İzmir Aliağa

İzmir Aliağa: Karayolundan geçerken, ilk gözünüze çarpacak olan: uzaklardaki büyük sanayi tesisleri, küresel depoların görüntüleri. Aliağa denince, aklıma hemen bu görüntüler ve ağır sanayi tesisleri geliyor. Bu tesislerin bulunduğu yerde, deniz nasıl olur hep merak etmişimdir, gittiğimde gördüm. Deniz ne kadar temiz ve güzel denilse de, inanın hemen karşınızda duran o devasa tankerleri görünce, bu denize giresiniz gelmiyor.

Deniz uzaktan seyredildiğinde yani sahil bandında görüntü olarak mükemmeldir. Ama yine de rafinerilerin ve bacalarının karşıdan görünümü: insanın tüm keyfini kaçırıyor. Yani kalkınmayı başarmış ama turizmde gelişmemiş bir ilçe.

İzmir Aliağa

ULAŞIM

İzmir-Çanakkale kara yolu, ilçenin içinden geçer. Aliağa-İzmir arasındaki uzaklık: 60 km. olup, bu uzaklık otomobil ile 45 dakikadır. Bunun yanında: Aliağa ve İzmir arasındaki hızlı banliyö sisteminin hizmete girmesiyle, 80 km. lik demir yolu hattı, ulaşımda büyük kolaylık sağlayacaktır.

Aliağa-Foça arasındaki uzaklık: 44 km. Aliağa-Dikili arasındaki uzaklık: 63 km. Aliağa-Balıkesir arasındaki uzaklık: 217 km. Aliağa-Çanakkale arasındaki uzaklık: 271 km. Aliağa-Manisa arasındaki uzaklık: 48 km. dir.

Her ne kadar bölgeye insan ulaşımını etkilemese de, Aliağa bölgesinde, Nemrut körfezinde, 7 iskele bulunuyor. Bu iskelelerden: yılda, 3500-4000 gemi, yükleme-boşaltma yapıyor. Ama, burada ilginç bir durum daha ortaya çıkıyor.

Daha önceki yıllarda, bu bölgeye yani Nemrut körfezi kıyılarına gelenler, sağa-sola dağılmış tarihi eserleri görür, hatta yürürken bu tarihi eserlere, kalıntılara ayakları takılırken, günümüzde, buraya yapılan 7 iskele, tüm bu tarihi tamamen yok etmiştir. Yapanların kulakları çınlasın.

İzmir Aliağa

TARİHİ

Aliağa ilçesi: Aiolis bölgesinde kurulmuştur. Tarih içinde, birçok uygarlık, bu bölgede egemenliklerini sürdürmüşlerdir. Aiolis kentlerinden: Kyme ve Myrina, günümüzdeki Aliağa ilçe sınırları içindedir. Yapılan araştırmalara göre, bölgedeki ilk yerleşim: MÖ.3500 yıllarına kadar gitmektedir.

1025 yılında meydana gelen deprem, bölgede büyük zarar vermiştir.

1313 yılından itibaren, bölgede Saruhan Beyliğinin egemenliği görülür. O dönemlerde, Aliağa, bir çiftlik durumundadır. 1585 yılında, Sultan III. Murat döneminde, burada bir çiftlikten ve 23 kişinin yaşadığından söz edilmektedir. Aliağa, 1890 yılında, Menemen kazasına bağlı bir köy olarak kayıtlıdır. Aliağa Çiftliği olarak isimlendirilen bu Osmanlı-Rum köyüne ilk göçmenler, Balkan Savaşının ardından, 1913 yılında yerleşmeye başlarlar.

1919 yılında, Yunanlılar bölgeyi işgal ettiklerinde, bölgeden kaçan Müslümanların evlerine, Midilli adasından getirilen göçmenler yerleştirilir. 1922 yılında ise, işgal sona erdirilir. 1924 yılında ise, mübadele sürecinde, Türk göçmenler, Aliağa çiftliğinde, Kazım Dirik mahallesine yerleştirilirler.

Cumhuriyet döneminde ise, 1937 yılından sonra bir bucağa dönüştürülmüştür. 1970’li yıllarda: T.P.A.O. ve İzmir Rafinerisinin kuruluşu tamamlanır.

1982 yılında ise, ilçe statüsüne alınmıştır.

Aliağa isminin anlamı: Sultan 4.Murat: Bağdat zaferinden dönerken, Bağdat Savaşında Osmanlı ordusuna yardım edenlerin bir kısmını, beraberinde getirir. Onlara, batıda geniş topraklar bağışlar. Bu bölgeyi de: Arapoğullarından Abdülkerim ağaya bağışlar. Abdülkerim ağa öldüğünde ise, toprakları, dört oğlu arasında paylaşılır.

Oğullarından Aliağa buraya yerleşir ve buranın adı “Aliağa” olarak anılmaya başlanır. Söylenenler bununla bitmez. Söylentilere göre: “Aliağa, zaman içinde bir suç işler. İstanbul’da ölüme mahkum edilir. Ancak, Avusturyalı Baltacı Edwards isimli biri tarafından bu cezadan kurtarılır. Edward: daha sonraki dönemde Müslüman olur ve Kenan adını alır.

Aliağa: canını kurtaran bu adama, adını değiştirmemek koşuluyla, çiftliğini bırakır. Edwards, buraya, 3 katlı bir bina yaptırır. Aliağa yöresinin ilk yapısı budur. Ancak: 1922 yılında, kıyıyı top ateşine tutan İngiliz donanmasından bir gemi, bu binanın üçüncü katını yıkar. 1933 yılında ise, bu malikane, İzmir Valiliği tarafından ilkokul haline getirilir. 1972 yılında ise, tamamen yıkılarak, yerine, yeni bir ilkokul inşa edilir.

İzmir Aliağa

GENEL

Aliağa, ege denizi kıyısındadır. İzmir’in bir sanayi ilçesi olarak öne çıkmaktadır. Arazi niteliği: kısmen düzlük, kısmen de dağlık bir karaktere sahiptir.

DPT tarafından, 2000 yılındaki idari yapı esas alınarak, 81 ilin 872 ilçesini kapsayan araştırmada: Aliağa ilçesinin, Türkiye’nin Büyükşehir ilçeleri dışında kalan Körfez ve Gebze ilçelerinin ardından, en gelişmiş üçüncü ilçesi olduğu tespit edilmiştir. Şehirleşme oranı ile, bütün ilçeler arasında, 128’nci sırada yer alır.

1960’lı yıllarda küçük bir balıkçı köyü olan İlçe, 1980’li yıllarda hızla nüfus artışına uğrar. Özellikle: Aliağa Demir-Çelik ve Petro-Kimya Tesislerinin kurulmasıyla, hızla gelişir. Ege’nin nüfus çeken, bir sanayi merkezine dönüşür. Nemrut Limanının kuzeyine yerleşen, ülkemizin en büyük petrokimya enstitüsü: Petrol Ofisi ve çeşitli sıvılaştırılmış gaz depo ve dolum tesisleri: çok uzaklardan bile, özellikle karayolundan geçerken mutlaka gözünüze çarpacaktır.

1970’li yıllarda başlayan sanayileşme hareketleri sonucunda, bugün ilçede, 40 kadar büyük sanayi tesis ve kuruluşu ile 1577 işyeri mevcuttur. Bunların sonucunda: sosyal olanaklar olarak, yalnızca PETKİM’in lokalleri sıralanıyor. Yani: eğlenceli olmayan, vakit geçirilemeyecek bir yer.

Bunlardan söz etmişken, buraya has bir özelliği daha söylemeden geçemeyeceğim. Bu kadar çok sanayi tesisinin bulunması sonucu, buranın yerel yönetimi muhteşem bir vergi geliri elde ediyor. Ama, elde edilen bu gelirin, yörenin gelişmesi için harcanmadığı söylentileri çok yaygın, çünkü yörede daha öncede sözünü ettiğim gibi, büyük yatırımlar yok, en azından göze çarpmıyor. İlçenin zenginleri ise, gelirlerini ilçede harcamaktan ziyade, İzmir’de harcamayı tercih ediyorlarmış.

Aliağa ilçesinde, köklü ve büyük esnaf sayısı yok denecek kadar azdır. Bu nedenle, ilçede ticaret çok gelişmemiştir.

İlçede; ılıman Akdeniz iklimi hakimdir. Kışlar genellikle yağmurlu geçerken, yaz mevsimi kuraktır. Kışın kuzey rüzgarları hakimdir. Yazın ise, batıdan esen imbat rüzgarı, ilçeye serinlik getirir ve nem oranını düşürür. Ancak, bu iklim değerleri, elbette sanayi tesislerinin bulunduğu yerler için pek geçerli değil.

Örneğin: Tüpraş tesislerinin bulunduğu yerde, sürekli tüp kokusu alırsınız, yani iklim özelliklerinin en belirgin kavramı: yalnızca ve yalnızca tüp kokusudur. Bunun sonucunda, elbette kafayı bulur, sürekli uyursunuz. Burada yaşayan bir yakınınızı ziyarete giderseniz, sanırım bir torba saf oksijen götürmeniz de yarar olabilir.

İzmir Aliağa

GEZİLECEK YERLER

ALİAĞA MÜZESİ

Müze binasının yapım çalışmaları halen sürdürülmekte olup, tamamlanmamıştır. Müzenin kaba inşaatı bitirilmiş, ancak tam olarak hizmete açılmamıştır. Buradan yetkililere seslenelim ve müzenin hizmete açılması için gerekli olan resmi ödemelerin yapılmasını rica edelim.

Çünkü: bölge tamamen antik kalıntılarla doludur. Bu kalıntıların, çıkarıldıkları yörede sergilenmeleri esas alınmalıdır. Ayrıca: bu müze yapısı tamamlandığında, bu bölgeden daha önceki tarihlerde çalınarak yurt dışına kaçırılmış eserlerin yurda geri döndürülmesi de sağlanabilecektir. Bence, bu müze yerel yönetimler tarafından yapılacak para yardımı ile tamamlanmalı.

Çünkü: daha önce de söylediğim gibi, yerel yönetim, muhteşem vergi gelirlerine sahip. Ama, bir yandan da müze isteniyor mu acaba, sormak lazım. Müze kimsenin umurunda olmayabilir. Çünkü: sanayi tesisleri, zaten yeteri kadar gelir sağlıyor. Burada, ince bir konu var.

Aliağa: gelirlerini turizmden mi, yoksa sanayiden mi karşılayacak. Sanayi, zaten belirli bir gelir sağlıyor, bu yüzden turizmi sanırım umursayan yok. Biz yine de, Aliağa’da dolanmaya devam edelim ve turizm etkinliklerini yazalım.

İzmir Aliağa Gryneion

GRYNEİON

Çandarlı körfezi kıyısında kurulu, antik bir yerleşim yeridir. Yeni Şakrak köyünün, yaklaşık 1 km. güneyinde, Temaşalık burnundadır. İlçe merkezinden: 13 km. uzaklıktadır. İzmir il merkezine uzaklığı ise: 75 km. dir. Çıfıtkale mevkiindedir.

İzmir Aliağa Gryneion

Bu antik şehir hakkında fazla bilgi yok. Kuruluşu, kesin olarak bilinmemektedir. İsminin Helen dilinde bir anlamı bulunmamaktadır. Büyük olasılıkla, Luwi dilinden alınarak, Helen diline uydurulmuş bir sözcüktür. Ayrıca: Amazon kraliçelerinden Myrina’nın yardımcısı Coryne’den geldiği de düşünülmektedir.

Antik Aiolis bölgesinin, 12 kentinden biri olduğu biliniyor. Bulunduğu dönemde: önemli bir liman kenti olduğu düşünülüyor. Ayrıca: burada bulunan ünlü Apollon Tapınağı ve kehanetleriyle tanınmış olduğu anlaşılıyor.

Strabon: Batı Anadolu’daki Apollon mabetlerinin en ünlüsünün, burada bulunduğunu yazmaktadır.

MÖ.5’nci yüzyıl sonlarında: Peloponnessos savaşlarında, Sparta’ya yenilen Atina: Anadolu’daki gücünü, Perslere kaptırır. Bunun sonucunda: Gryneion, Pers satrapına bağlanır ve vergi vermeye başlarlar. Perslerin, yöredeki üstünlüğü, MÖ.335 yıllarına kadar sürer.

Büyük İskender: Anadolu seferine çıkmadan önce: komutanı Parmeion’u: ön hazırlık yapması ve köprü başı tutması için: Gryneion bölgesine gönderir. Parmeion, ani bir baskınla şehri ele geçirir ve yakıp-yıkarak, halkını esir eder. Böylece: Gryneion şehrinin egemenliği sona erer.

Şehir: Helenistik dönemde, Myrina’ya bağlanır. Bundan sonraki dönemde ise, yalnızca “Apollo Tapınağı”nın ismi, gündemde kalır. Roma çağında ise, iyice sönükleşir. Myrina şehrine bağlı bir tapınak durumunda kalır.

Yalnızca, bir kehanet yeri olarak bilinir ve anılmaya başlanır. MÖ.300 yıllarında, şehirde basılan sikkelerde: bir yüzde Apollon ve diğer yüzde ise midye kabartması görülür. Midye denince: Gryneios şehri: yakınlarından çıkarılan midye ve istiridyeler ile de ün kazanmıştır.

Şehir: MÖ.334 yılında, Pergenion krallığı tarafından yıktırılarak, tarih sahnesinden silinmiştir. Bölgede görülen kalıntılar üzerinde yapılan incelemede: limanı koruduğu sanılan, 2 uzun dalgakıran ve küçük bir kuleye ait olduğu sanılan blok taşlar ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca, burada toplanan seramik parçalarında, değişik uygarlıkların izleri görülmektedir.  

Bunun dışında, kentten günümüze hiçbir iz kalmamıştır. Ancak: ünlü Apollon tapınağının, Temaşalık Burnunun en yüksek kesimindeki, dikdörtgen biçimli bir alanda bulunduğu düşünülmektedir. Çünkü: bu alanda, yivli ve yivsiz sütun gövdesi parçaları, çevreye yayılmış olarak durmaktadır.

Ayrıca: ünlü coğrafya yazarı Strabon, yazılarında: “ Apollon bilicilik merkezinde, beyaz mermerden yapılmış bir mabetten söz eder. Tanrının, yani Apollon’un en güzel korusunun, burada bulunduğunu” yazar.

Tüm bunların yanında: diğer bir söylentiye göre ise, 19.yüzyıl başlarında, Menemen’de yerleşik Rumlar: bu tapınak yerinde kazı yaparlar ve beyaz-büyük mermer kütlelerini bulurlar.

Bunları: yeni kiliselerinin yapımında kullanırlar. Yani: tapınağın harabelerinin, 18’nci yüzyılda görünür durumda bulunduğu söyleniyor. Hatta kapısının üstündeki bir kitabede, şöyle yazdığından söz edilir: “ Sırları keşfeden Apollon’a, Attale’nin oğlu Philaette”

Antik şehrin nekropol (mezarlık) alanının ise: bölgenin kuzeyinde, günümüzde balık üretme gölü olarak kullanılan tuzla çevresinde bulunduğu sanılıyor.

Sonuç: antik çağlarda, kıyı kentlerinin başına gelen, Gryna şehrinin başına da gelir. Çünkü: kentte bulunan tüm mimari objeler, gemilerle başka yerlerde kullanılmak üzere, buradan götürülür. Günümüzde: Apollon Tapınağından herhangi bir iz görülmemektedir. Temaşalık burnunun kuzeyinde, deniz kıyısında, sütun kalıntıları görülebilmektedir.

İzmir Aliağa Myrina (Sebastopolin)

MYRİNA (SEBASTOPOLİN)

İzmir-Çanakkale yolu üzerinde, kuzeye giderken, Aliağa ilçesini geçtikten sonra: Güzelhisar çayı üzerindeki bir köprü aşılır ve Güzelhisar çayının denizle birleştiği yerde, Çandarlı körfezinin son koyundadır.

Bikri/Beriki tepe ve Öteki tepe isimli, iki tepe üzerinde şehir kurulmuştur. Zamanla, kent, bu iki tepeye ve yamaçlarına yayılmıştır. Kent mezarlığı ise, Birki Tepenin kuzey eteğine ve karşısındaki tepeciğe dağılmıştır. Evet, bu büyük mezarlık kalıntıları, yakın geçmişte, bir tesadüf sonucu bulunmuştur. Tepenin yamacındaki duvar parçası ise, Myrina antik kentinin, Bizans dönemindeki surlarından kalan bir kalıntıdır.

Evet, şehir hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. İsim olarak düşünüldüğünde, şehrin isimi anlamının “Ana tanrıça kenti” olduğu düşünülmektedir. Bazı yazıtlarda ise, buraya “Kalabaksaray/Kalabakhisar” denildiği de görülmektedir.

Bu antik yerleşim yerindeki ilk araştırmalar, 1874 yılında yapılmış ve yaklaşık 5000 kadar mezar ortaya çıkarılmıştır.

Ancak, bölgenin makus talihi gereği, bulunan objelerin hepsi, çalınarak yurt dışına kaçırılmıştır. Günümüzde, mezarlardan çıkarılan Helenistik Terra Cotta’lar, İstanbul ve Paris-Louvre Müzelerinde sergilenmektedir.

Biz yine şehirden söz edelim. Şehirle ilgili ilk kayıtlar, MÖ.475 yılında ortaya çıkmış. MÖ.260 yılında, şehir, Selefkiler tarafından ele geçiriliyor. Kısa bir süre sonra ise, Arkaios savaşını kazanan Attalos, şehri yeniden geri alıyor.

MÖ.11’nci yüzyılda, Bergama krallığının egemenliği görülüyor. MS.17-30 yılları arasında ise, depremler var ve şehir tamamen yok oluyor. Yani, biraz önce söylediğim gibi yani, Gryneion kenti gibi, burada da görebileceğiniz bir kalıntı yok. Niye mi yazıyorum? Bilgi olsun diye.

İzmir Aliağa Aigai

AİGAİ

Biraz önce sözünü ettiğim antik kentlerden günümüze herhangi bir kalıntı kalmamış olmasına rağmen, Aigai antik kentinden, günümüze bir kısım kalıntılar kalmış. Tarih meraklıları, burayı gezmeye gidebilirler.

Köseler köyü yakınlarında, Nemrut kalesi olarak bilinen yerleşim yeri: antik dönemde, Aiol isimli bir yerleşim yeridir. Yani: Helenistik döneme ait, Anadolu’daki en eski kentlerden biridir. Burası, aynı zamanda, Güzelhisar çayının başlangıç yeridir.

Evet, buranın yerleşimcileri: yaklaşık 3000 yıl önce, Ege denizini geçip, Anadolu’nun kıyı bölgelerinde koloniler kuran Helen uygarlığının öncüleridir. Burada, bir efsaneden söz etmek istiyorum. Konu ile ilgili olması açısından önemli: “ Atina kralı Aegeus, oğlu Theseus’u: Girit’te labirent bir sarayda yaşayan boğa ve insan karışımı, canavar Minotauros’a, büyük bir gemiyle, kurban olarak gönderir.

Eğer, oğlu, bu labirentten geri dönerse, dönüş yolunda, gemiye beyaz bayrak çekilecektir. Oğul Theseus, Girit kralının kızının da yardımıyla, azgın yaratığı öldürür ve her yıl kurban isteyen Minos geleneğine son verir.

Ancak, dönüşünde, gemisine beyaz bayrak çekmeyi unutur. Beyaz bayrağı göremeyen baba Aegeus ise, üzüntüden kendisini denize atar ve ölür. Ege denizi de, daha sonraki dönemlerde: onun adıyla, yani “Aigaios Pontos” adıyla anılmaya başlanır. Bu “Aigaios” kelimesinin Helen dilindeki anlamı “keçi”

Bu gezdiğimiz şehrin adı da: Aigia. Yani: bir anlamda “keçiler halkı” Zaten, biraz sonra sözünü edeceğim üzere, burada: çok miktarda keçi beslenir ve kılından çok güzel dokumalar üretilirmiş.

Şehir halkı: sakin bir yaşam sürerdi. Tarımla uğraşırlar, zeytinyağı üretirler ve komşuları İnoia’lılarla barış içinde yaşarlarmış. Ama keçi kılı dokumaları, bölgede çok ünlüymüş. Birde, meşhur bir şairleri var.

Lesboslu (Midillili) Sappho. MÖ.7-6’ncı yüzyıllarda bu bölgede yaşayan şair hakkında, ünlü coğrafya bilgini Strabon Gegoraphika adlı eserinde şöyle demektedir.” Sappho ile şiir alanında, en alt düzeyde bile yarışabilecek hiçbir kadının varlığını tanımıyorum.”

MÖ.218 yılında, Bergama krallığının egemenliğine bağlanan kent: barbar olarak nitelendirilen Pers istilasından uzak, sorunsuz bir yaşam sürdürür. Delos deniz birliğine, hiçbir zaman üye olmazlar. Egemenliklere, sessizce boyun eğerler. Ama, bir keçi gibi inatla, kimliklerini en fazla koruyabilen ve yaşatabilen insanlar olarak tarih sahnesinde yerlerini alırlar.

Günümüzde: yıkık bir kent gibi görünse de, ayaktaki kalıntıları halen etkileyicidir. Çünkü, bu izler, bir zamanlar kentin ne kadar muhteşem olduğunun en büyük göstergesidir. Çok güzel korunmuş, ince işçilik sergileyen yüksek duvarlar: muhteşem. Kenti saran sur duvarları: kentin geçirdiği tarihi dönemleri gösteren güzel örnekler sunuyor.

Yoğun taş yığınları ve yıkıntılardan sonra, çarşı (agora) binası karşımıza çıktı. 80 metre uzunluğunda ve 10 metreyi aşan yüksekliğinde bir yapı. Yapı: 3 katlı. Alt kat: bir sokağa ve üst kat ise agoraya açılıyor. Burada: mantar şeklinde bir sütun başlığı var, buna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum, çünkü Aiol mimari güzelliğini ortaya koyan güzel bir örnek.

Daha sonra: tiyatronun üst terasında, tapınaklar alanında, iki tapınak kalıntısı var. Bunlardan biri: Zeus ve kızı savaşçı Athena ile diğer küçük olanı: bereket sembolü Demeter ve kızı Kore’ye adanmış. 

Aşağıda, Kocaçay vadisinde ise bir başka tapınak var. Bu tapınak: kralların, soyluların, köylülerin ve hatta kölelerin, gelecekteki kaderlerini öğrenmek için umutsuzca başvurdukları bir tanrı için, yani Apollon için yapılmış bir tapınak.

İzmir Aliağa Kyme

KYME

Çakmaklı köyü yakınlarındadır. Deniz kıyısında: geniş Aliağa körfezinde, bugün Nemrut limanı olarak bilinen bir koyda bulunmaktadır. Günümüzde, burada: Petrol Ofisi ve Pektim tesisleri bulunuyor. Kentin, bu bölgede çevreye yayılan kalıntılarının üzerine, günümüzde 7 tane iskele yapılmış ve kalıntılar tamamen ortadan kaldırılmış.

Düşünün, binlerce yıl ortadan kaldırılamayan kalıntılar, son yirmi kırk yıllık sürede, tamamen ortadan kaldırılmış. Belki de, bu taşlar, asırlar önce yapıldığı gibi, liman inşaatında bile kullanılmış olabilirler.

Şehir: MÖ.1050 yıllarında, Frigio Locrico bölgesinden gelen, Aeoller tarafından kurulmuştur. Kyme sözcüğü: Helen dilinde herhangi bir anlam taşımamaktadır. Ancak, Luwi dilindeki “Ana tanrıça kenti” anlamına gelen ”Kama” kelimesinden türetildiği düşünülmektedir.

Kent, kuruluştan hemen sonra ise, bir ticaret trafiğinin merkezi haline gelir. Ünlü coğrafyacı yazar Strabon’a göre: “ Kent, döneminde bölgenin en büyük kentlerinden biridir. Burasının Lesbos ile birlikte, sayıları 30’a varan ve halen çoğu yok olmuş bulunan diğer kentlerin Metropolis’i olduğu söylenebilir.

Kyme: akılsızlığından dolayı, alay konusu olmuştur. Bazılarının anlattığına göre: kuruluşundan, ancak 300 yıl sonra, liman vergisi alınmaya başlanmıştır ve bundan önce, halk bu gelirden yararlanamamıştır. Bu nedenle: “deniz kıyısındaki bu kentte yaşadıklarını “geç anlayan (300 yıl sonra) bir halk olarak ün kazanmışlardır”

1925 yılında yapılan kazılarda: bir portiko, bir ev ve ufak bir İsis tapınağının bulunduğu kalıntılar ortaya çıkarılmıştır.

Ancak, bölgedeki pek çok İyon kentinde olduğu gibi, buranın taşları da, daha sonraki dönemlerde yeni yapılan yapılarda kullanılmış (biraz önce söyledim ya, belki de, yeni yapılan iskelelerin inşaatında bile kullanılmış olabilir) ve şehre ait fazlaca kalıntı günümüze kalmamıştır. Bugün, kent kalıntıları arasında: sadece, anıtsal bir yapı, İon üslubunda mabet kalıntıları, gövdeleri yivsiz iki sütun dizisi ve tiyatronun yeri görülebiliyor.

Tiyatro: kuzey tepesindedir. Yarım daire şeklindeki caveasının, günümüzde yalnızca izleri görülüyor. Ayrıca: bu kuzey tepenin en uç noktasında: İon üslubunda yapılmış ve Tanrıça İsise adanmış bir mabet kalıntısı görülüyor. Bunların yanında: Nemrut limanda: kuzey ve güney mendireklerine ait kalıntılar, çok sayıda yazıt ve sikke bulunmuştur.

Toprak üstünde ise, çevreye yayılmış, çok miktarda çanak-çömlek parçalarına rastlanıyor. MÖ.2.yüzyılda, Kymeliler, bastıkları sikkelerde, Ephesus Artemis’ine benzeyen bir Anadolu tanrıçasının kabartmasını kullanmışlardır.

Burada, bulunan arkeolojik eserler ise, İstanbul ve İzmir Müzelerin sergilenmektedir. Bunların en önemlileri ise: tunçtan yapılmış atlet heykeli ve İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen: Artemis başı buluntusudur. Koşucu heykeli: rastlantı sonucu, denizden, balıkçılar tarafından çıkarılır. Bronz heykel, MÖ.1’nci yüzyılın ikinci yarısına tarihleniyor. Rastlantı sonucu bulunmuş, büyük olasılıkla denizden ağlarını toplayan bir balıkçı, ağlarında balık yerine bu bronz heykeli görünce, önce şaşırmış ve sonra da balık çıkmaması nedeniyle kaderine kötü söz söylemiştir.

Ama, bilse ki, bu heykelin değerinin para ile ölçülemeyeceğini, bilmiyorum gidip te yetkililere teslim eder miydi, kaderine kötü söz söyler miydi? Bilmek mümkün değil, ama sonuçta, bu tür güzel bir antik kalıntının, günümüzde bir müzede sergilenmesi ve insanların onu görebiliyor olmaları büyük bir güzellik.

Bölgedeki gezilerde görülebilecek diğer objeler ise: deniz kıyısında, tamamen su altında kalmış liman yapıları, sahilde bir dizi duvar ve suyun hemen altında, 200 metre uzunluğunda, büyük dört-köşe taş bloklardan oluşmuş, gösterişli dalgakıran bulunuyor. Bu dalgakıranların büyük kaya blokları, birbirlerini, kırlangıç kuyruklu metal kenetlerle tutturulmuştur. Dalgakıran yapısı, MÖ.4’ncü yüzyılın ortalarına tarihlenmektedir.

Foça tanıtımı.

Dikili tanıtımı.

Çanakkale tanıtımı.

İzmir tanıtımı.