Side’ye birçok kez gittim, en son olarak Temmuz 2023 tarihindeki gezimde Side’de gördüklerimi, yani en yeni bilgileri, aşağıda siz okurlarıma sunuyorum.
Antalya-Alanya kara yolunun 72’nci km. den, güneye dönen yol ve 6 km. sonra, günümüzün en tanınmış turizm merkezlerinden biri olan Side’ye ulaşıyorsunuz. Manavgat’a uzaklık: 7 km.
GENEL
Side’de, 1947 yılından, günümüze kadar olan süreçte, kazı ve onarım çalışmaları sürdürülmekte. Bu çalışmalarda; bölgede bulunan yoğun Roma dönemi kalıntıları, ortaya çıkarılmış.
Günümüzde: Side; gerek tarih hazinesi antik çağ kalıntıları ve gerekse muhteşem güzellikteki denizi ve güneş, kumu ile turizmin tesisindeki birçok tesise sahip. Yani: burada, muhteşem bir turizm potansiyeli var.
Denizin en büyük özelliği: deniz içinde ilerlediğinizde, uzun süre sığ olması yani derinleşmemesi. Gerek kıyıda ve gerekse deniz içinde, tabanda ince kum var. Deniz özellikle sabah saatlerinde dalgasız. Akşam üstü, çoğu kez dalga çıkıyor. Dalga çıktığında, deniz bulanıyor, fazla derin olmadığından dipteki kum, suyu bulanıklaştırıyor.
Dalgalı denizi seven için bu durum ilginç olabiliyor, ama genelde, özellikle küçük çocuklu aileler için bu dalgalar pek hoş değil. Ama denizin sığ olması, Side merkezinde, birçok çocuklu turist ailesinin ve çocuk arabaları ile gezinen turistleri görebiliyorsunuz.
Dediğim gibi denizin sığ olması, çocuklar için çekici. Yaklaşık deniz içinde 100 metre ilerlediğinizde, denizin derinleşmediğini görebilirsiniz.
Sonuçta: Side de deniz, genelde akşam üstü saat 16.00 civarında dalgalanıyor. Tabii, bu söylediklerim, çok kesin değil, genel durumlardan söz ediyorum. Buranın diğer bir özelliği de, maalesef hiç ağaç yani yeşillik olmaması.
Yani, burada sokaklarda veya kıyıda gezinirken, herhangi bir gölgelik yer bulamazsınız. Yanınızda, özellikle şapka ve güneş kremleri bulundurmanızda yarar var.
Turizme yönelik eğlence merkezleri; diskolar, barlar da yoğunlukta. Akşam belli bir saatten sonra, merkezi yerleşimde, müzik sesleri üst düzeylere yükseliyor ve ışıklandırmalar, gökyüzünü tarayan lazerler, yöreye ayrı bir hava veriyor.
TARİHİ SÜREÇ
Side; Akdeniz’e uzanan, küçük bir yarımada üzerinde. MÖ.7’nci yüzyılda, Batı Anadolu’da yaşayan, Kymeliler tarafından kurulmuş. Şehirde kullanılan yerel dile göre: Side kelimesi “nar” anlamına gelmekte imiş. Nar; Anadolu’da, bereket sembolü. Şehir adına bastırılan sikkelerde de; şehrin sembolü olarak “nar” resmi kullanılmış.
Evet; şehir kurulduktan sonraki tarihi süreçte, bölgede görülen egemenlikler: MÖ.6’ncı yüzyılda Lidyalılar, MÖ.5’nci yüzyılda Persler, MÖ.4’ncü yüzyılda Büyük İskender ve ardından Helenistik krallıklar. MÖ.215 yılında, Suriye krallığının egemenliği dahi görülür.
Bu dönemde; şehir imar edilip, bir bilim ve kültür merkezi haline getirilmiş. Şehrin en parlak dönemi ise; MÖ.1’nci yüzyılda, Roma ile ilişkilerin kurulmasıyla başlar ve MS.3’ncü yüzyıla kadar sürer.
Şehir; bu dönemde, hem Akdeniz’in en önemli liman kenti ve en işlek esir pazarı, hem de kültür ve eğitim merkezi olur. Günümüze kadar ayakta kalmayı başaran yapıların hepsi, bu dönemde inşa edilir. Tüm bunların yanı sıra; şehrin geçmiş tarihi sürecindeki en önemli olay; Romalılar ile Suriye krallığı arasındaki deniz savaşının, Side önlerinde olması.
Rodos ve Bergama krallıkları tarafından da desteklenen ve Side tarafından da tutulan Romalılar, bu savaşta, Suriye krallığının donanmasını yenerler. MÖ.188 yılında yapılan, Apameia Barış Antlaşmasına göre; Pamphylia ve Side, Romalılar tarafından, Bergama krallığına verilir. Ancak, Side, hiçbir zaman Bergama krallığının egemenliğine görmez, tarihi süreçte, büyük ticaret donanması ile refaha ve zenginliğe kavuşur.
MÖ.2’nci yüzyılda, en parlak dönemini yaşayan kent; yüzyılın sonundaki yıllarda, korsanların eline geçer. MÖ.78 yılında, Romalı konsül Servilis tarafından yapılan mücadeleler sonucu, korsanlar atılır ve şehir kurtarılır.
MÖ.25 yılında, Roma imparatoru Augustus zamanında, eyaletlerin bağlantılarının düzenlenmesi sırasında, şehir, önce Galatia eyaletine ve daha sonra ise Pamphylia eyaletine bağlanır.
MS.3’ncü yüzyıla kadar, insanlar refah içinde yaşarlar. Daha sonra ise, dağlık bölgelerden gelen kavimlerin saldırıları görülür. Bu yüzden, MS.4’ncü yüzyılın ortalarında, şehri, ikiye bölen iç surlar yapılır.
Şehrin, kuzey doğu bölümü ise terk edilir. Gittikçe fakirleşen ve parlak dönemlerini yitiren şehir, MS.5 ve 6’ncı yüzyıllarda önemini yitirir.
MS.10’ncu yüzyıldan sonra; Arap akınları başlar. Aynı dönemde, korsanlar, yine şehre yerleşirler. Ayrıca: gerek depremler ve gerekse savaşlar nedeniyle, şehir yanar ve halkın büyük çoğunluğu Antalya’ya göç eder.
Bu yüzden, tarihçiler, şehrin korsan yatağı olduğunu ve yangınlar sonucu terk edilerek önemini yitirdiğini, halkının Antalya’ya göçtüğünde ise; buranın yani şehrin, ” yanık Antalya” olarak anılmaya başlandığını yazarlar.
Evet; bu dönemden sonra, şehir uzun süre, yalnızca küçük bir kısım Hıristiyan’ın yaşadığı bir yer olarak kalır. Ta ki, 1895 yılına kadar. Bu yılda: tehcir sonucu Girit’ten göçen Türkler, yarımadanın ucuna yerleştirilirler.
Zamanla kurulan köy (Selimiye Köyü) kalıntılar üzerine doğru ilerler ve yerleşim tüm yarımadayı kaplar. Halen; roma ve Bizans dönemlerinin yapı ve özelliklerini taşıyan kent surları; birçok yerde yıkılmış olmasına rağmen, kara tarafındaki surların büyük bölümü ayaktadır.
SİDE İÇİNDEKİ GEZİ PLANI
Anayoldan ayrıldıktan sonra; şehri çevreleyen ve MÖ.2’nci yüzyılda yapılan kara surlarının ana kapısından şehre giriyoruz. Kapı: Perge’deki Helenistik dönem kapısına benziyor. Eşsiz işçiliği, gerçekten mükemmel. Yanlarında: iki kule ile korunmakta ve yarım daire şeklinde bir avlusu var.
Bu kapının karşısında: surun dışında, yol kenarında bulunan üç nişli anıtsal çeşme. Bu çeşme, Anadolu’nun en büyük tarihi çeşmesi: nymphaeum.
Evet, kapıdan girdikten sonra, özel aracınız ile burayı ziyarete gittiyseniz, aracınızı bırakabileceğiniz otopark var. Yani, yerleşim yerine araç girmesi yasak.
Ama böyle düşünmeyin, çünkü içeriye girdiğinizde, içeride çok sayıda araç bulunduğunu görüyorsunuz ve kıyıdan kıyıdan gitmek zorunda kalıyor ve şaşırıyorsunuz.
Bu araçların buraya girişlerini yadırgamamak elde değil. Yine de, ben size aracınızı otoparka bırakmanızı öneriyorum, yerleşim yerini, tarihi kalıntıları yürüyerek gezmek en güzeli.
Ben yine, biraz önce sözünü ettiğim “çeşme” ye gelmek istiyorum. Yunan mitolojisinde: su, orman ve dağ perileri olan nymphaeum’a adanmış anıtsal bir çeşme. MS.2’nci yüzyılda yapılmış. Üç katlı ve çok güzel işlemeleri var. Bu çeşmenin, bugün, yalnızca birinci katındaki kalıntılar görülüyor.
Çeşmenin önünde, geniş bir havuz yeri var. Çeşmeye; Oymapınar baraj gölü içinde kalan, dumanlı kaynağından, 25 km. uzaklıktan, kimileri iki katlı olan, on su kemeri ile su getirtilmiş. En büyük su kemeri, Oymapınar barajının yakınlarında olup, 40 gözlü.
Bu kapıdan geçildikten sonra, yassı taşlarla döşeli olan, kentteki iki caddenin başlangıç yerine geliyoruz.
Tiyatronun yanından; köye doğru giden, sütunlu cadde, deniz kıyısına kadar uzanıyor. Cadde takip edildiğinde, yolun sağında, Bizans bazilikası, solunda ise hamam kalıntıları ve Bizans döneminden kalan ev kalıntıları görülebilir.
Caddenin sona erdiği yerde ise; deniz surları ile cadde arasında, merdivenlerle çıkılan, MS.3’ncü yüzyıla ait, Korint düzeninde ve yarım daire planlı bir tapınak var. Bu tapınağın, tanrı Men’e atfen yapıldığı sanılıyor.
Evet; diğer cadde, ana caddeden ilerlemeye devam ediyoruz. Bugün, cadde, her iki yanındaki dükkanlar ile, alışveriş merkezi haline gelmiş.
Burayı ziyaret edenler, zaten genellikle bu ana caddeyi kullanıyorlar, çünkü her iki yanında, alışveriş mekanları var. Özellikle, yabancı ziyaretçiler için bu alışveriş mekanları pek uygun, gerek göze ve gerekse cüzdanlarına olumlu etkiler sunuyor.
Bu ana caddenin sonunda, liman var. Yaklaşık 250-300 metrelik bu caddenin sonunda, denizle karşılaşıyorsunuz. Ama, antik dönemde Akdeniz’in en işlek limanlarından biri. Bu yoğun işlerliğinden dolayı, liman, sık sık dolup kirleniyormuş.
Zamanla, bu güçlük, o hale gelmiş ki; yöredeki, bütün güç işler için: ” Senin işin, Side limanına dönmüş ” deyimi kullanılır olmuş.
Günümüzde, limanda, hemen dalgakıran bölümünün ardında, birkaç tekne demirlemiş görünüyor, bunun dışında, hemen sol bölümde, üzerinde yürüyüş yapılabilen, pek uzun olmayan dalgakıran bölümü var.
Liman kıyısında da, hemen yürüyüş yolu ve arkasında, kafeterya-restoran bölümleri var. Ziyaretçiler, bu mekanlara oturup, özellikle deniz üzerinden güneşin batışını izliyorlar. Liman bölümünde, bir de “Atatürk” heykelinin bulunduğu meydan var.
Evet; liman bölümünde, sola döndüğünüzde, yaklaşık 100 metre sonra, tarihi bir alanla karşılaşıyorsunuz. Burada: iki tapınak var. Bunlar, şehrin, en anıtsal Roma dönemi yapıları.
Tapınaklardan biri: Athena, diğeri ise Apollon’a ait. Athena tapınağının, kısa kenarında 6 ve uzun kenarında 11 sütun var. Apollon tapınağı; 6 sütunlu. Her iki tapınak sütunları; Prof. Jale İnan ve ekibi tarafından, büyük uğraşlar sonucu, ayağa kaldırılmış.
Tapınak alanı gerisinde, Bizans bazilikası var. Kemerli ve devşirme malzemeler ile yapılmış. Özellikle: Apollon Tapınağının ayağa kaldırılarak gökyüzüne doğru uzanan sütunları, inanın çok muhteşem bir görüntü sunuyor. Bunun dışında, bölgeye dağılmış, çok sayıda, mimari kalıntı görülüyor. Bunların üzerinde, insanlar oturup, denizi-manzarayı seyrediyorlar.
Biraz daha mantıklı gözle baktığınızda ise, bu sütunların büyüklüğü ve sütunlar üzerine yerleştirilen mimari unsurlardaki kabartmaların güzelliği, inanılmaz. Yani: nasıl yapılmış, buraya nasıl yerleştirilmiş, inanmak mümkün değil.
İnsanlar, inandıkları değerler uğruna, özellikle dini değerler uğruna, muhteşem yapılar yapmışlar. Apollon tapınağı bölümünde, sütunlar ve taş kalıntılar arasında tarihi geçmişle iç içe güzel bir yürüyüş yapabilirsiniz.
MÜZE
Eski Side ana caddesi üzerinde ilerleyerek, tiyatronun yanına dönüyoruz. Agoranın hemen karşısında. Yolun sağında; bugün müze olarak kullanılan ve MS.5’nci yüzyılda yapılmış, roma hamamı var. Burası: 1960-1961 yılları arasında restore edilerek müze haline getirilmiş.
Bölgenin, en güzel arkeolojik eserler koleksiyonu burada. Kazılardan çıkarılan: Hermes, Herakles ve Nike gibi, oldukça sağlam ele geçen roma dönemine ait heykeller, büstler ve lahitler sergileniyor. Sergilenen eserlerin büyük bölümü; Prof. Arif M. Mansel tarafından, 1947-1967 yılları arasındaki dönemlerde, antik kentte yapılan kazılarda bulunmuş.
Müzeye, doğu yönündeki kapıdan giriyoruz. Daha sonra, tabanı taşlarla kaplı ve hamamın ikinci bölümü olduğu anlaşılan bir avludan geçerek, büyük bir bahçeye çıkıyoruz. Bu avlunun etrafında ve bahçenin içinde, kentte yapılan kazılarda bulunan: lahitler, sütunlar, büstler, torsolar ( başı, kolları ve bacakları olmayan insan gövdesi heykeli), yazıtlar, heykeller, heykel kaideleri, sütun başlıkları, frizler sergileniyor.
Müzenin bahçesi, aslında Roma hamamının jimnastik salonu. Tabanı mermer parçaları ile kaplı olan bu avlunun içinde sergilenen en önemli eser: avlunun kuzey duvarında görülen, denizler tanrısı Poseidon’un mitolojik öykülerinin yer aldığı friz serisi. Burada: tanrı ve tanrıçaların, doğa ile olan ilişkisi tasvir edilmiş. Evet: Müzede, 4 salon var.
Bunlar, sırası ile
I.NOLU SALON: Geç Hitit dönemine ait, bazalt kraker, Helenistik devre ait silah kabartmaları, roma devrine ait güneş saati ve sunaklar var.
II.NOLU SALON: Roma devrine ait torsolar sergileniyor.
III.NOLU SALON: Helenistik devre ait yazıtlar, roma devrine ait amphoralar, herakles ve üç güzeller ve nike heykelleri ile kabartmalar var. Özellikle; üç güzeller, muhteşem.
IV.NOLU SALON: Roma devrine ait lahitler, Hermes, Hygieira, Athena, Nike, Apollon heykel ve portreleri var. Bu salona: iskelet havuzlu salon da denilmekte. Çünkü: tuğladan bir mezar yapılmış ve içinde bir erkek iskeleti teşhir edilmekte. Ama; kimliği bilinmiyor.
AGORA
Tiyatrodan sonra, geniş caddeden geçip, 100 x 100 m. boyutlarındaki anıtsal bir yere varıyoruz. Müzenin önünden, tiyatronun doğusundaki alan, kentin ticaret agorası. Yani: pazar yeri. MS.2’nci yüzyıla ait. Çevresi duvarlarla çevrili. Sütunlu portikolarla sınırlandırılmış. Üç yanında dükkanlar var. Agoranın tam ortasında ise; Tyche adına yapılmış, yuvarlak bir tapınak var.
Agoranın kuzeybatı köşesinde ise; eski tuvalet var, iyi durumda. Deniz kenarındaki yapı, kentin devlet agorası. Bir avlunun etrafını çevreleyen, 7 m. genişliğindeki, İon sütunlu koridor ile doğudaki üç büyük odadan oluşan bir yapı topluluğu.
Avlusu, pazar yeri olarak kullanılmış. Bu yapının, günümüzde, yalnızca doğu kısmı ayakta kalmış. İmparator salonu denilen bu salon, sütun ve heykellerle süslü. İki katlı olan yapının, orta odasının törenlerde kullanılmak üzere imparatora tahsis edildiği anlaşılıyor. Orta odanın iki yanındaki odalar ise, kütüphane yada arşiv olarak kullanılmış.
TİYATRO
Evet, anıtsal kapının yanındayız. MS.4’ncü yüzyılda kapatılan ve küçük bir kapı haline sokulan yer. Bu kapının yanında, restorasyon görmüş; Vespasianus çeşmesi var. Bu yapı; kentin başka bir yerinde iken, Vespasianus’a armağan olarak, buraya getirilmiş ve çeşmeye dönüştürülmüş. Bu alanda, bundan başka, iki çeşme kalıntısı daha var. Evet; kapıdan geçiyoruz ve kentin antik tiyatrosu karşımızda.
Side tiyatrosundayız. MS.2’nci yüzyılda yapılmış. 20 m. boyunda, iki katlı, kemer tonozlu galeriler üzerine inşa edilmiş. Sahne kısmı: üç katlı. Burada; heykeller ve mitolojik tasvirli kabartmalar var. Tipik roma devri özelliklerini taşıyor.
Yaklaşık 15 bin seyirci oturma yeri kapasiteli. 11 bölüme ayrılan oturma sıralarında, alt kısımda 29 ve üst kısımda ise 25 basamaklı merdivenler var. Geç roma döneminde, orkestra kısmı, gladyatör dövüşleri ve vahşi hayvan mücadeleleri sırasında, korkuluk ile çevrilmiş.
Tiyatronun yanında, yolun kenarında, anıtsal girişin önünde: küçük boyutlu, tiyatronun tanrısı olan Diansos’un anısına yapılan, erken roma dönemine ait tapınak var. Tiyatronun dışındaki galeride ise; 14 dükkan ve 5 giriş yeri var.
Burası, aynı zamanda, MS.5 ve 6’ncı yüzyıllarda, açık hava kilisesi olarak kullanılmış. Burada dikkat edilmesi gereken husus şu. Antik dönemde, bu tür tiyatrolar genellikle bir tepe veya yükselti eteğine bir yanı dayanılarak inşa ediliyor iken (Aspendos gibi), buradaki tiyatro, tamamen açık ve düz bir alana inşa edilmiş, kemerli mekanlar üzerine kurulmuştur. Pamphylia tiyatroları içinde, en büyük anıtsal yapıdır.
Evet; bu muhteşem, her anında tarih kokan; güneş, deniz ve kumu ile gerek tatil ve diskoları ile gerekse eğlencenin doruğunun yaşandığı beldemizden ayrılıyoruz. Gerçekten güzel bir yer. Kişisel olarak, buraya yapabileceğim tek tenkit, hiç ağaç olmaması. Özellikle, yazın gündüz saatlerinde güneş gerçekten yakıyor, kavuruyor.
Yine de; bu güzellikleri yaşamaya değer. Side’ye gittiğinizde, müzenin arkasındaki alanlarda mevcut otoparklara aracınızı park edin ve yürüyerek, bu güzellikleri, tarihi keşfedin.
Ülkemizin en büyük turizm merkezlerinden biri olan, Side mutlaka yolunuzun geçmesi gereken bir yer. Burada: tarihi, güneşi, denizi bir arada yaşayabilirsiniz. Attığınız her adımda, değişik bir tarihi kalıntı karşınıza çıkıyor, canınız güzel bir deniz ve bol güneş istediğinde ise, Side, size bunları da aynı yörede sunabilecek bir doğal yapıdadır.
Pompei şehri: en sağlam kalarak günümüze ulaşmış bir Roma şehri olarak, her yıl milyonlarca turist tarafından ziyaret edilmektedir. Antik dönemde, Napoli şehrinde 2 bin insan yaşarken, Pompei şehrinde 20 bin insan yaşamaktadır ki, bu da şehrin önemini göstermektedir.
Yapılan araştırmalara göre, bölgedeki halen aktif durumda bulunan Vezüv yanardağının 2000 yıllık süreçlerde patladığı ve patlayacağı değerlendirilmiştir. Buna göre: Vezüv yanardağının, 2079 yılında yeniden patlaması beklenmektedir. Peki, bunu bile bile halk neden burada yaşamaktadır. Öncelikle: patlamanın 2079 değil de, daha geç olabileceğini dilemektedirler, öte yandan, ata toprakları ve muhteşem verimli bu toprakları terk etmekte zorlanmaktadırlar. Çünkü: burada, her şey yetişmektedir.
Evet: İtalyan’lar, Vezüv’ün 2079 yılında yeniden patlayacağını düşünerek, bazı tedbirler almışlardır. Öncelikle: bugün, Pompei şehrinde herhangi bir arkeolojik kazı yapılmamaktadır. Antik şehrin yalnızca % 60’lık bölümü kazılmış, 8 kapıdan yalnızca 5 tanesi gün yüzüne çıkarılmıştır. Bunun sebebi: gelecek yıllarda olabilecek bir patlamada çıkacak lavların: daha önce olduğu gibi şehri teğet geçmeyeceği ve şehri tamamen yutarak yok edeceği düşünülmektedir. Bu yüzden, İtalyanlar, Pompei şehrinin kalan % 40’lık bölümünü ve şehrin toprak altındaki 3 giriş kapısını, gelecek nesillere bırakmak için, bugün arkeolojik kazıları sonlandırmışlardır. (şehrin kalan kısmı ve 3 kapısı, toprak altında, elektronik cihazlarla tespit edilmiştir)
ULAŞIM-GİRİŞ
Roma şehrinden Pompei’ye gitmek isterseniz, otobüs yolculuğu, Napoli üzerinden yaklaşık 3 saat sürüyor. Havanın durumuna göre: 2.5 saatte de ulaşılabiliyorsunuz. Napoli şehrinden ise, Pompei, yalnızca yarım saat uzaklıktadır.
Pompei antik şehri girişine geldiğinizde, çok sayıda, tezgahlar üzerinde hediyelik eşya satıcısı ile karşılaşıyorsunuz. Ayrıca bir genel tuvalet var, ama gezdiğim birçok ülkede ücretsiz olan tuvaletler, İtalya’da da ülkemizdeki gibi paralı hale gelmiş, giriş 0.5 Euro. Daha sonra: giriş sırasına giriyorsunuz ve sıranız geldiğinde 11 Euro karşılığında Pompei antik kentine giriyorsunuz. Tur ile değil, yalnız geldiyseniz, girişte şehrin bir haritasını ve bu yazdığım notları yanınıza almanızı öneririm. Tur ile geldiyseniz de, rehberin anlattıkları ile yetinmeyebilirsiniz, bu notları önceden okursanız inanın geziden keyif alırsınız.
POMPEİ ŞEHRİNİN TARİHİ HİKAYESİ
MS.72 yıllarının başlarında, Vezüv dağından dumanlar çıkmaya başlayınca, halk dağın patlayacağını düşünür ve kenti terk eder. Ancak, dağın patlamaması ve halkın; şehrin yaşam büyüsüne kapılmış olması nedeniyle, 7 yıl sonra yeniden şehre dönerler. Normal hayat devam etmeye başlar. Çünkü: şehrin kurulu bulunduğu arazi, topraklar çok verimlidir, ne ekseler bitmektedir. Günümüzde de, yörenin bu özelliği devam etmektedir, bu volkanik bölgede, her türlü ürün yetiştirilmektedir ki, özellikle, insan başı büyüklüğünde ve 2 cm. kabuklu limonları görünce inanamayacaksınız.
Ancak, MS. 24 Ağustos 79 tarihinde, Vezüv’den yine dumanlar yükselmeye başlar. Sallanırlar ama korkmazlar, çünkü birazdan olacakları bilmemektedirler.
Halk önce, yine patlama olacağına inanmaz, dumanların bir süre sonra biteceğini düşünerek, tanrılarına dua ederler. Ancak, bu kez durum farklıdır. Aynı gün, öğleden sonra saat 1 sularında ilk patlama meydana gelir. Toprağın altında sıkışmış kaya buharı, çok büyük bir basınçla tepede gürültü ile patlar, atom bombasının patladığında çıkardığı sese eşit, adeta kulakları sağır edercesine gürültülü bir patlama.
Vezüv dağı
günümüzde 1100 derece yüksekliktedir ki, patlama öncesinde 3000 metre yükseklikteymiş. Yani: patlama ile dağın üçte ikilik kısmı, çevreye yayılıyor. Evet: korkunç bir patlama sonucu toprağın altındaki, koyu gri renkteki sıkışmış kaya buharı, atmosferin 11 km. tepesine kadar çıkıyor, boru şeklindeki bu buhar, atmosferin tepesinde soğuyunca, şapka şeklinde bir bulut oluşuyor. Oluşan bu bulut, rüzgarın da etkisiyle, Pompei şehrinin üzerine doğru hareket ediyor, ama halk hala korkmuyor, çünkü olacakları bilmiyor.
Bulut, yavaş yavaş şehrin üzerini kaplıyor, gün karanlığa bürünüyor, güneş görünmez oluyor, güneş tutulmasındaki durum ortaya çıkıyor. Ancak, bu arada, bulut artık enerjisini iyice kaybediyor. Atmosferin tepesinde gaz halden katı hale dönüşünce, küçük küçük sünger taşları oluşuyor. Ancak: atmosferin 11 km. yüksekliğinde oluşan bu küçük sünger taşları, yer yüzüne 200 km. hızla düşmeye başlıyor.
Hani, bizde bir değim vardır ya “BAŞIMIZA TAŞ YAĞACAK” işte o değimin buradan geldiği söylenir, çünkü Pompei şehrinde insanların başına taş yağmıştır. Hem de: 1 saat içinde 100 milyon ton, bir gün içinde ise 5 milyar ton taş. Bunun üzerine, insanlar artık kaçamazlar, evlerine-dükkanlarına sığınırlar. Fakat: evler, dükkanlar da çare olmaz, çünkü: Pompei sıcak bir bölgede olması nedeniyle, evler ve dükkanlar, yani yapılar yapılırken: kar yağma ihtimali olmadığından, yapıların üstü: basit ahşap çatılar ile kapatılmıştır ve bu basit ahşap çatılar, bu taş yağmuruna dayanamazlar.
Evet: tüm bunlar
O dönemde şehirde yaşayan Plinyus isimli doğa bilimci (patlama sırasında denizdedir ve ölmüştür) bir insanın genç yeğeni tarafından (Genç Pilinyus) bir arkadaşına yazdığı mektuptan öğrenilmiştir ki, patlama öncesi ve anını, ayrıntılı olarak yazmıştır. Zaten, 1800’lü yıllarda. bu mektup bulununca, Pompei şehrinin akibeti öğrenilmiş ve araştırılmaya başlanılmıştır. O ana kadar, latince dilinde “yanardağ” kelimesi yoktur. Daha sonra ise, yanardağ kelimesi kullanılmaya başlanmış, yanardağ patlaması sonucu oluşan bulutlara ise “Pilinyus bulutları” ismi verilmiştir.
Gelelim olayları yaşamaya.
Taş yağmuru sonucu binalar hasar görmeye başlıyor. Patlamanın ardından, taş yağmuru sonrası, insanlar, artık evlerinden çıkamaz duruma geliyorlar, öğleden sonra 5 civarında, asıl ikinci patlama oluyor. Önce gaz ve ardından lavlar çıkmaya başlıyor. Lavlar: Pompei şehrinin üzerine gelirken, civarda bulunan bir çok yer, 5 bin derece ısı taşıyan bu lavlar tarafından yok ediliyor. Tesadüf eseri olarak: lavlar, Pompei şehrinin kuzey surlarını adeta yalayarak, şehrin kenarından, denize doğru gidiyorlar. Bu lavlar gelirken, beraberlerinde gaz ve kül bulutu getiriyor.
Yani, şehrin üzeri, nemli, koyu gri ve yapışkan bir kül tabakası ile kaplanıyor. Lavlar şehre zarar vermese de, bu yapışkan kül tabakası, soğuduğunda betona-çimentoya dönüşüyor ve dokunduğu her şeyin şeklini alıyor. Böylece, Pompei şehrinde yaşayan 20 bin insan: söylenenlere göre, 3 nefeste ölüyorlar.
Önce ateş yutmuş gibi oluyorlar, gaz boğazlarını yakıyor, canları yanıyor, daha sonra ikinci nefeslerinde akciğerleri artık dolmaya başlıyor, kül-duman, öksürük, üçüncü nefesten itibaren, nefes alamamaya, donmaya başlıyorlar. Yani, burada bulunan insan kalıntıları, insanların ölürken ki, durumlarını yansıtması açısından da büyük önem taşımaktadır.
Şehrin insanları, rastgele sağa sola koşuşturup dururlar.
İçlerinde, farkında olmadan, Vezüv’e doğru koşanlar olduğu bile söylenir. Bir kısım halk, limana doğru kaçmaya başlar. (Liman, şu anda bilet gişelerinin olduğu, şehre giriş yapılan noktada imiş, zamanla deniz geri çekilmiş) Gemilere binerler, bir daha dönmemek üzere kentten uzaklaşmaya başlarlar.
Ancak, bunların yolunu bir deniz kabarması/tusunami keser ve dev dalgalar, bindikleri gemileri, birer çöp gibi, yukarıya kaldırarak, kızgın lav denizinin ortasına, kıyıya geri atar. Kurtuluşu evlerinde ve kapalı mekanlarda görenler, volkandan çıkan müthiş sıcaklık yüzünden, havadaki oksijenin kısmen gaz karbonik hale dönüşmesi yüzünden ve dağdan sızan kükürt gazının etkisi ile boğularak ölmüşlerdi.
Zaten, evleri volkandan çıkan taşlar ve diğer malzemelerin ağırlığı altında çökmekteydi. Yarılmış olan yerden çıkan ağır ve zehirli gazlarda bir başka ölüm nedeniydi. En ilginç olanı ise, ölümleri en çok etkileyen bu gazların, Vezüv çevresindeki hava akımları sonucu, yalnızca Pompei şehri üzerinde yoğunlaşması imiş. Yani, hava akımları, bu gazları Pompei üzerinde değil, başka bölümlerde de yoğunlaştırabilir ve Pompei de bu denli yoğun ölümlere sebep olmazdı.
Daha sonra, Pompei üzerine, kızgın küller yağmaya başladı. Ve ilk ölenlerin üstünü, yorgan gibi örttü. Birkaç saat içerisinde, 20000 insanın yaşadığı güzel ve canlı kent, büyük bir mezarlık haline dönüştü. Tarih, Pompei şehrini, konserve gibi yapıp, gelecek nesillere aktardı. Yaklaşık 2000 yıl önce, o görkemli villalar, heykeller, duvar resimleri, mozaikler, tapınaklar, pazar yerleri, uzun yıllar boyunca dokunulmadan 15-20 metre yüksekliğindeki bir tabakanın altında gömülü olarak kaldı.
Pompei de, felaket sırasında ölenlerin bir bölümü, arenalarda, ölümüne dövüştürülen köleler olan gladyatörlerdi.
Bunlar, normal zamanlarda da çoğunlukla kaçmamalarını, ayaklanmamalarını yada herhangi bir durumda intihar etmelerini önlemek için, zincirlenmiş olarak tutuluyorlardı. Felaket, anında, öylece zincirlerine bağlı olarak öldüler. Bunun dışında, buluntular arasında, hamile kadınlardan çocuklara, yaşlılardan ve diğer kölelere rastlandı. Ev, biraz mal mülk sahibi olup kaybetmekten korktukları için ayrılmayan zengin insanlar veya terk edilen evlerde kalanları yağmalamak isteyen hırsızlarda bunlar arasındaydı.
Kimi de, son anda kaçmaya çalışan, sıradan vatandaşlardı. Pompei’nin sayfiye kasabası Herculaneum’da, deniz kenarındaki balıkçı barınağında, koyun koyuna bulunan 300 insan, muhtemelen, balıkçı aileleri ve bu civarda yaşayan sıradan vatandaş yada kölelerdi. Kuşkusuz, Pompei de yada herhangi bir Roma şehrinde, günümüz ahlak değerlerine uymayan, görgüsüzlüklerinin derecesini bilemeyiz, fakat debdebeli bir hayat süren, ayrıcalıklı bir tabaka vardı.
Daha sonra, şehir binlerce yıl, toprağın 6 metre derininde saklı kalıyor. Ortaçağ boyunca da bulunamıyor. Biraz önce de sözünü ettiğim gibi, genç Pilinius’un patlama ile ilgili notları bulununca, insanlık, tarih sahnesindeki bu patlamanın ayrıntılarını öğreniyor ve detayları tarif edilmesine rağmen, şehrin yeri bulunamıyor ki, 16’cı yüzyılda bir su kemeri inşası sırasında ortaya çıkan buluntulara kadar.
Kentin diğer bir özelliği: Merkez Kilisesi, Madonna Del Rosario Di Pompeiye adanmış olan kent, son zamanlarda Katolikler için bir haç yeri haline gelmiştir.
KENTİN KEŞFEDİLMESİ-GÜNLÜK YAŞAM İZLERİ
Vezüv yanar dağındaki püskürme günlerce sürdü. Bunun sonunda, şehir toprağın 6-7 metre derine gömüldü. Ta ki, 1711 yılında, bir İtalyan köylüsü, bir bağda, çukur kazarken, bir duvara rastladı. 1700 yıl boyunca, toprak altında uyuyan bir medeniyetin ortaya çıkarılmasına sebep oldu. Batık kentin diğer kısımları, 16’ncı yüzyılın ikinci yarısında, bölgeye su kanalı yapmak üzere gelen mimar Fontana tarafından keşfedildi. İlk kazılar, 1709 yılında, Herculaneum da başladı. 1860 yılında, kazının yönetimi İtalyan Argeolog Fioreki’ye verildi. Uzun çalışmalar sonucunda, kentin 7 kapısı, ana caddesi ve diğer önemli caddeleri, çok sayıda ev ve casalar ( yüksek sınıf evleri) ve kent duvarları ortaya çıkarıldı. Dünya, bu güne kadar böyle bir felaketi ne duymuş, ne de görmüştü.
Dönemin en güzel evlerini, eşyalarını, sanat eserlerini bünyesinde barındıran Pompei, dakikalara sığabilecek bir zaman diliminde yerle bir olmuştu. Akdeniz in hafif deniz rüzgarlarını alan, bu sevimli kent, karşısında bulunan Capri Adası gibi cennetten bir köşeydi adeta. Romanın tüm zengin aristokrat ve nüfuslu insanları, Pompei’ye yerleşmeye başlamışlardı. Kent güzelliğinin yanında bir eğlence ve kumar merkezi konumuna girmişti.
Şehri, 8 kapılı bir duvar çeviriyordu ve gece-gündüz gelen tüccarlarla dolup taşıyordu.
Her kapı, iki kapı şeklinde inşa edilmişti. İnsanların ve hayvanların girmesi için, ayrı merdiven ve kapılar vardı. Sokaklar, daha önce ki patlamalarda, şehrin dört bir yanına savrularak donmuş lav tabakalarıyla döşenmişti. Bu sokaklardaki araba tekerleklerinin izi, bugün bile görülebilmektedir. Şehrin ortasındaki Forumda, her hafta, ayrı bir eğlence düzenleniyordu. Düzenlenen eğlenceler, kimi zaman, bir kölenin başka bir köle ile veya bir aslanla dövüştürülmesi şeklinde oluyordu. İnsanların ve hayvanların ölüm çığlıkları, Pompei halkının gözünü daha da karartıyordu. Alkış ve bağırışlarını daha da arttırıyordu.
Vahşetin her türlüsü, Forumda, Pompeililere sergileniyordu. Pompei’nin en önemli binaları, bu yüzden Forum meydanına bakıyordu. Bunlar arasında, iki tiyatro binası, bir gladyatör alanı, hamamlar, tapınaklar vardı. Şehrin iklimi ve manzaralarının güzelliği, birçok zengin Roma’nın buraya yerleşmesine, çok süslü evler, köşkler yaptırmasına sebep oldu. Buranın başlıca gelirini ise, şarap ve yağ ticareti oluşturuyordu. Ayrıca, şehrin her köşesinde, fuhuş evleri boy gösteriyordu. Bir yandan soyluların görkemli villaları, diğer yandan da, hizmetçi ve kölelerin fakir evleri ve KIYAMET KOPUYOR.
TAŞ İNSANLAR
1860 yılında, İtalyan bilim adamı, Giuseppe Feovelli, taşlaşan küllerin arasında, bir boşluk bulur. Buraya açılan delikten içeriye, sıvı alçı enjekte eder. Sıvı alçının donmasını bekler ve içerideki boşluğun kalıbını çıkarır. Daha sonra, üstteki taşlaşmış lav tabakasını kaldırır ve alçı ile biçimlenen görüntünün, aslında bir canlı insan görüntüsü olduğunu tespit eder. Hem de, o anda, yani öldüğü andaki yüz ifadesi ve vücut şekli ile.
Evet, Pompei’de çalışan arkeologlar, lavlar altında kalan insan ve hayvan vücutlarını ortaya çıkarmak için ilginç bir yöntem geliştirdiler. Sert bir cisimle, taşlaşmış, lavla kaplı kabarık yerlere vururlar. Alttan, boşluk olduğu zaman duyulan ses değişikliği olduğunda, yani böyle bir yere rast gelindiğinde, küçük bir delik açarlar. Bu delikten içeriye sıvı alçı dökerler.
Bu kalıplar alındıkça, bunların, Vezüv’ün lavlarından kurtulamayan köylüler, soylular, köleler, çocuğuna sarılmış anneler, yaşlılar, gençler, köpekler ve atlar oldukları ortaya çıktı. Burada dikkat edeceğiniz nokta şu. Hava ile teması olan canlı vücutları doğal olarak yok olmuş, ancak hava ile teması olmayan canlıların vücutları ise, yok olmamış, kemik-iskelet sistemi aynen muhafaza edilmiştir.
Yani, alçı kopyalar alınırken, bir kısmının içi boş, bir kısmının ise, içinde iskelet sistemi, kafatası, el parmak ve ayak parmak iskeletleri ve hatta dişleri görülebilecek durumda, alçı profiller çıkarılmıştır. Bunlar, halen görülebilmektedir. Yanı bir kısım alçı profilde, parmak iskelet kemikleri, kafatası, dişler görülmektedir. Diğer bir kısım profilde ise, yalnızca canlıların o andaki vücut şekilleri, yüzlerindeki ifadelere kadar görülebilmektedir.
Pompeililer, taş olarak çıkarıldıkları vakit, ölüm anında ne yapıyorlar ise, o halde bulundular. Kimi başlarını ellerinin arasına alarak çaresizlik içinde oturmuşlar, kimi de çocuklarıyla çarşıda alışveriş yaparken ölmüşlerdi. Bir duvarın üstünde bugün bile görülebilen SODOM ve GOMORO yazısı bulunmaktadır. Tarihçilere göre, Pompei’de yaşayan Yahudi köleler, Pompei’nin durumunu görüp Sodom ve Gomoro’yu hatırlatmak için, bu yazıyı yazmışlardır. Bu yazının anlamı şudur: Pompei halkı ile Lut Kavminin kaderleri arasında paralellik vardır. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam inancında ve kutsal kitaplarında, bilhassa cinsel münasebetleri nedeniyle, günahkarlık içinde yüzen Lut kavminin, şehirleriyle (Sodon ve Gomarro) birlikte, Tanrı tarafından, yangınlı büyük bir felaketle yok edilerek, cezalandırıldıkları kabul edilir.
(Sodom ve Gomoro şehirderi hakkında kısacık bilgi vereyim.
Bu kentler, Ortadoğu’da, Lut gölü yakınlarında ilk çağlarda kuruludur. Lut Peygamber, bu şehirde yaşayan insanları din ve ahlak konularında uyarmaya, doğru yolu göstermeye çalışırken, gökyüzünden üç melek erkek kılığında şehre iner ve halka Lut un evini sorarlar. Halk evi tarif eder ve bunlar Lut Peygamberin evine giderler, ancak halk arkalarından bunları takip eder ve bunlar eve girince Lut peygamberden bunları, yani erkek kılığına girmiş, üç meleği kendilerine vermesini isterler.
Halk, bunların melek olduğunu bilmez, yalnızca çok güzel üç erkek olarak değerlendirir ve ahlaksızlığın boyutu yani sapkın ilişkiler ortaya çıkar. Üç melek, Lut Peygambere, hemen ailesini alarak şehri terk etmesini, şehrin tanrı tarafından yok edileceğini söylerler. Bunun üzerine, sabah olmadan, Lut Peygamber ailesini alarak ve halka görünmeden şehri terk eder. Yalnız bir kural vardır, kimse geriye dönüp şehre bakmayacaktır. Aksi halde, bakan taş olacaktır. Meleklerin bu söylediğini Lut Peygamber ailesine söylemesine rağmen, karısı, merakını gideremeyip döner ve şehre bakar, o anda taş olur, şehir de yok olur.)
Pompeide; toplam 12 adet genelev bulunduğu tespit edilmiştir.
Bunların bu denli çok olmasının başlıca sebebi, Pompei’nin bulunduğu konum itibarı ile, deniz ticaretinin önemli merkezlerine yakın olması, denizcilerin uzun aylar denizde kalma sonucu, cinsel yönden taleplerinin karşılanması için, Pompei’de genelev sektörü büyük bir sektör olarak kurulmuştur. Öyle ki, günümüzde bu evlerin içinde görülenler, sektörün boyutunun ne kadar ileri gittiğini göstermektedir. Bu evlere, el yapımı kurşun borular ile, zemin altından, sıcak su götürülmüştür.
Bu evlere, dişi kurt ismi verilir, çünkü, burada doğan çocukların babaları belli değildir, Romanın kuruluş efsanesi gibi, hani Romus ve Romulus unda, babaları belli değildir ( aslında efsaneye göre babaları tanrıdır) ve dişi kurt tarafından süt verilerek büyütülmüşlerdir, burada bu bağlantı var, dikkat. Ayrıca, kente gelen denizcilerin dil, yol bilmeme gibi sorunlarına karşı, cadde taşları üzerinde genelevin yerini belli eden, imgeler, ayak izleri bulunmakta (not, bunların üstüne basın, şans getirdiği rivayet edilir)
Sonuç olarak,
Burada yaşayan halk çok zengin olmuş. Bu muhteşem zenginliğin yarattığı sefahat ortamı, insanları yeni arayışlara itmiş, büyük olasılıkla çarpık ilişkiler görüldüğünde, Yahudi kölelerin yazdıkları bunlara tepki olarak değerlendirilebilir. Yani; diğer kentlerde olduğu gibi, yoksa Pompei tanrının gazabına uğramış bir kent mi idi, günümüzde zaten Vezüv yanardağı hala, cezalandırıcı olarak da isimlendirilmektedir.
Daha önce söylediğim gibi, burada muhteşem bir yol sistemi var. Yolun her iki kıyısında kaldırım yapılmış. Yol balık sırtı, yani yağmur ve yağışta yolda göllenme olmuyor, sular akıp gidiyor, ayrıca yol üzerinde yayaların akan sulara batmaması için, basamak şeklinde yaya geçitleri yapılmış, ayrıca arabalar için, araba tekerleklerinin geçme yerleri yapılmış. Binlerce yıl önce yapılan işler bunlar, görünce hayret etmemek elde değil.
ŞEHİRDEKİ GEZİ
Şehre girdiğinizde, bir rampa var. Bu rampayı çıkınca, biraz soluklanın, korkmayın başka rampa yok. Burası, yani giriş noktası “Liman kapı” olarak biliniyor ve deniz o dönemde buraya kadar ulaşıyormuş ki, hemen aşağıda büyük demir halkalar göreceksiniz, bir z amanlar bunlara gemiler bağlanıyormuş.
Evet: rampa bitince, bir cadde başlıyor. Caddenin her iki yakasında kutu kutu alanlar var. Bunların, yani şehirdeki yapıların ev mi, yoksa dükkan mı olduğunu anlamak çok basittir. Eğer önlerinde, sürgülü kapı için zeminde uygun yer varsa, bunlar dükkandır. Çünkü: dükkanlar yerden kazanmak için, sürgülü kapı kullanırlarmış. Evlerde, ise bildiğimiz kapı kullanılırmış. Bu dükkanların önündeki kaldırımda ise: taşlarda delikler göreceksiniz. Deliklerin amacı: öncelikle dükkanların tentelerini bağlamak, sonra da gelen müşterilerin atlarını bağlamalarıdır.
Sağ yandaki yapılarda ise, değişik bir mimari göreceksiniz. Pompei’de ülkemizdeki Roma şehirlerinde olduğu gibi “mermer” görülmüyor, burada daha çok tuğla ve volkanik malzeme kullanılan bir mimari yöntem tercih edilmiştir. Bu yöntemde: örme tekniği var, alt tarafı düz, uç kısımları sivri tuğlalar, volkanik malzemeden oluşan taşlarla, aralarına çimento konularak örülüyor.
Caddenin iki kenarında iki, yüksek yaya kaldırımları göreceksiniz.
Pompei şehrindeki yaya kaldırımlarının yüksekliği 30 cm dir. Kaldırımların bu kadar geniş ve yüksek olmasının nedenine gelince: ilginçtir ki bu şehirde kanalizasyon tertibatı bulunmamaktadır, bu nedenle, Romalılar, tuvalet ve diğer atıkları, cadde ve sokaklara vermişler ve bunların cadde ve sokaklardan akıp gitmesini düşünmüşlerdir.
Bu durumda, elbette, insanlar cadde ve sokaklarda yürürken, özellikle bu tuvalet atıklarına basmamak için, yüksek ve geniş kaldırımlar yapmayı tercih etmişlerdir. Hatta: bu cadde ve sokakların bazı yerlerinde, taş-taş şeklinde yaya geçitleri dahi koymuşlardır. Bu yaya geçitlerinde de, taşlar arasındaki mesafe özeldir, çünkü Roma imparatorluğunda atlı arabalarda, tekerlekler arası mesafe standarttır ve bu nedenle, yaya geçitlerinde taşlar arasındaki mesafe, bu atlı arabaların geçebileceği şekilde düzenlenmiştir.
Ayrıca: yine bu cadde ve sokaklar: 2-4 metre genişliğindedir ve bazı yollar tek şerit, bazı yollar çift şerit olarak hazırlanmıştır. Şehre giriş bölümünde, bu cadde üzerinde dikkatinizi çekmek istediğim başka bir şey daha var. Cadde üzerinde, taşlar arasında, parlak küçük taşlar göreceksiniz. Bunlar, günümüzden 2000 yıl öncesinde, yollardaki aydınlaşmayı sağlamak üzere konulan, doğal fosfor içeren ve ay ışığında pırıl pırıl parlayan taşlardır. Şehre dışarıdan gelen denizciler, aşağıya gemilerine inerken, bu fosforlu taşlar sayesinde aydınlanan yollarda rahatlıkla ilerliyorlarmış ve düşünün “ışıl ışıl” parlayan bir yol da ilerliyorsunuz, o günün şartlarında bu muhteşem bir güzellik.
Evet: dünyanın ilk modern karayolunu Romalılar yapmıştır.
İlk durak, bir tapınak.
Burası: Pompei şehrinin en eski tapınağıdır. MÖ.6’ncı yüzyılda, tanrı Apollon adına yapıldığı biliniyor. Çünkü: tanrı Apollon ve onun kız kardeşi Artemis’in heykelleri burada bulunmuştur. Günümüzde de orijinal olmayan birer kopya heykel görülmektedir. Ayrıca: MÖ.6’ncı yüzyıldan kalan, taş üzerinde bir yazı var. Bu yazı: tapınak yapımında bağış yapanlardan söz ediyor. Tapınağın önünde ise, bir adak sunağı görülüyor. Bunların yanında: orta avlu, üzeri açıktır. Yanlarda ise, yürünen koridorun üstü, ahşap örtü ile örtülmüştür. Burası, aynı zamanda “güneş tanrısı”na da ithaf edilmiştir. Bundan dolayı, bir kolon üzerinde “güneş saati” görülüyor.
Sonra, şehrin “Basilica” sı karşımıza çıkıyor.
BASİLİCA
Basilica, günümüzde “kilise” anlamında kullanılmaktadır. Ancak, antik Roma döneminde basilica’nın iki işlevi vardı. Bunlardan birincisi: yağmur yağdığı zaman, şehrin forumunda yani merkezinde bulunan ticari arabalar ve satış tezgahları, bu kapalı yere taşınıyordu. Basilica’nın, ikinci işlevi ise, mahkemelerdi.
Evet: Pompei şehri basilica’sı: 26×55 metre ebatlarında, 28 kolonludur. Bu basilica: ilk olarak MÖ.2’nci yüzyılda yapılmış ve bugünkü görünümü ise, MS.79 yılından kalmadır. Basilica’nın mimari olarak en büyük özelliği, günümüzden 2000 yıl öncesinde, burada duvar kaplamasının kullanılmış olmasıdır. Mermer tozu ile yapılan bu duvar kaplamaları muhteşem güzeldir. Kolonlara dikkat ederseniz: ateş tuğlası ve dış kısmının çimentodan yapıldığını göreceksiniz.
Basilica’nın “adalet sarayı” işlevine gelince: burada, sağ yandaki yapının en tepesinde, hakimler otururlarmış. Bu hakimler: (yapılan arkeolojik araştırmalarda taş merdiven veya geçit bulunmadığından) bir ahşap merdiven ile, mahkeme öncesinde, yapının tepesine, ulaşılmaz bölüme çıkarılırlar, merdiven başka ve uzak bir yere taşınır ve mahkeme sırasında kararlarını verirken can güvenliklerinin bulunması sağlanırmış. Dava bitip, herkes uzaklaşınca, hakim, en tepedeki bu bölümden yine ahşap merdiven ile aşağıya indirilirmiş. Evet: kenardan baktığınızda denizin günümüzde ne kadar uzakta bulunduğunu görebilirsiniz.
FORUM
Forum, diğer bütün Roma şehirlerinde olduğu gibi, Pompei şehrinde de, şehrin kalbinin attığı yerdir. Şehrin hazinesi, arşivi, önemli tapınakları, adalet sarayı, ticaretin olduğu yer hep buradadır. Forumda: orta kısım açık, y an kenarlar kapalı ve iki kat şeklindedir. Hemen karşıda bulunan yan yana üç yapı: şehrin belediye binası ve fen işleri gibi yerleridir. Bu kanıya nerden varılmıştır? Şehir bulunduğunda, 79 yılındaki patlama anında ne varsa bulunmuş, bu buluntular tasnif edildiğinde, yapılar ve binaların işlevleri ortaya çıkarılmış ve buna göre isimlendirilmişlerdir.
Forumun hemen karşısında, merdivenlerle çıkılan yer “Jüpiter Tapınağı” dır. Yunan mitolojisinde “Zeus” olarak isimlendirilen bu en büyük tanrı: Roma mitolojisinde, Jüpiter olarak bilinir.
Forumda: kaideler göreceksiniz. Bunlar mermer kaplıdır. Kalan kısımlar yumuşak travertendir. Bu yumuşak malzeme kullanılması nedeniyle, forum bölümüne araçla girilmesi yasaktır. Yalnızca yaya girişi serbesttir. Kaideler üzerinde: o dönemin yöneticilerinin heykelleri durur. Bunlardan bir kısmını, sol yanda görebileceksiniz. Evet, forumda gezerken bir yer göreceksiniz. Ticaretin olduğu yerde: kontrol de gerekir. Burada yani göreceğiniz yerde: ölçü yerleri var. Örneğin: forumdan şarap-buğday-zeytinyağı aldınız, bunları, buraya getirip, buradaki ölçü yerlerinde denetliyorsunuz ve eksik gelirse, ilgililere haber vererek, hakkınızı arayabiliyorsunuz.
Gezimize devam ediyoruz, sol tarafta küçük bir müze var.
MÜZE
Burada: demir parmaklıklar ardında: Pompei şehrinden çıkarılmış çeşitli kalıntılar öylesine raflara yerleştirilmiş, sergileniyor. Önce, anforalar var. Bunlar: malum, altı sivri testiler ve denizciler tarafından: zeytinyağı-şarap gibi sıvı maddelerin taşınmasında kullanılmıştır. Bunlardan sonra, yine bir taş heykel ve ardından: camekan içinde, iki taşlaşmış insan sergileniyor. Özellikle: taşlaşmış, köpek, duruşu ile patlama yani ölüm anındaki duruşunu göstermesi açısından ilginç. İnsanlar da öyle, ölüm anındaki halleri görülüyor, özellikle biri bayan ve hamile.
Üstleri önce bir kabukla kaplanmış, sonra bu kabuk çimentoya dönüşmüş. Bir diğer insan: yere çökmüş, ağzını kapatmış, çünkü gazdan boğulmak üzere. Merak edenler olabilir, bu şehirde patlamalarda 20 bin insan ölmüş, bunların taşlaşmış halleri nerede? Söylenenlere göre, bunlar, açık havada bozuluyorlarmış ve özel ortamlarda muhafaza edilmeleri gerekiyormuş, bu yüzden, buraya birkaç tane bırakılmış, geri kalanlar, özel yerlerde muhafaza ediliyormuş ki, zaten birçoğu da bozularak yok olmuş.
TUVALET
Gezimize devam ettiğimizde, sağ yanda, genel tuvalet olarak kullanılan bir yer görülüyor. Burada: beton zemin üzerine ahşap oturma yerleri bulunuyormuş ve insanlar, hep bir arada, bu ahşap oturma yerlerine oturarak tuvalet ihtiyaçlarını bir arada gideriyorlarmış.
ÇEŞMELER
Pompei şehrinde, birçok çeşme göreceksiniz ki bu çeşmelerin üstlerinde, mermer plaka üzerinde, bir hayvan resmi bulunur. Çünkü: o dönemde, şehirde adresleme sistemi yoktur, insanlar nerede oturduklarını ve nerede buluşacaklarını, bu çeşmeler ile kararlaştırırlarmış. Örneğin: evin nerde denildiğinde, baykuş çeşmesinin olduğu yerde, veya nerde buluşalım: tilki çeşmesinin olduğu yerde gibi.
Yürüyerek aşağıya doğru iniyoruz.
HAMAM
Antik Roma’da, hamamlar yalnızca yıkanma değil, aynı zamanda sosyal etkinliklerin yürütüldüğü, konuşmaların yapıldığı, toplantılar yapılan bir yer olarak önem kazanmıştır. İş adamları, masaj yaptırırken, diğer taraftan iş görüşmelerini yaparlarmış. Evet: hamamlar büyük tesisler. Erkek ve bayanlar olarak ikiye ayrılırlar, eğer ayrı olmazsa: erkek ve bayanlar, aynı hamama farklı saatlerde girerlermiş. Burası: küçük bir hamam, ama Pompei şehrinin en iyi korunarak günümüze ulaşmış hamamı olarak önem kazanıyor. Küçük bir hamam olması: zengin hamamı olduğunu işaret ediyor. Zaten forum bölümüne yakın olması da zengin hamamı özelliğinin en büyük işaretidir.
Hamamda: birkaç bölüm bulunuyor. Bu bölümler içinde, sadece “soğukluk” bölümü, kadınlar tarafından kullanılmıyor. Çünkü: hamile kadınlara ters etki yaratacağı düşünülüyor. Diğer tüm bölümler ise ortak kullanılıyor. Önce bir bahçe var. Burada: insanlar hamama girmeden önce egzersizler yapıyorlar yani ısınıyorlar, oyun oynuyorlar, özellikle “bilye” oyunları çok yaygın.
Sonra “soyunma” bölümü var.
Mozaiklerin üzerinden geçerek buraya ulaşılıyor. Bu göreceğiniz mozaikler orijinaldir. Sonra: “ılıklık” denilen bölüme geçiliyor. Burada: masalar üzerinde, masaj yapılıyor ve biraz vakit geçiriliyor. Buradan sonra ise: “sıcak” bölüme geçiliyor. Duvarlardaki işlemeler de muhteşemdir. Hatta: bu işlemelerde mavi renk görülüyor ki, mavi renk zenginliğin sembolüdür ve her yerde kullanılmaz, bulunmaz.
Sonrasında, hamamın en ilginç bölümüne geliyoruz. Burası: sauna bölümü. Burada: hemen solda 10 kişi kapasiteli bir havuz var.
Arka tarafta: kalorifer dairesi gibi bir yer var, burada: köleler tarafından ısıtılan su ve hava yani buhar: “sıcaklık” bölümünün duvarları ve zeminindeki kanallarda ilerleyerek, bölümü ısıtıyor. Duvarlar ve zemin iki katlıdır. Buhar tavana yükseldiğinde, su damlası olarak, aşağıdakilerin üzerine damlamasın diye, tavan kemerli ve oluklu yapılmış. Muhteşem bir teknik, 2000 yıl önce, üstlerine su damlamasın diye aldıkları tedbir inanılır gibi değil.
Evet, buranın duvarlarında: mitolojide güçlü erkeği temsil eden yaratıkların küçük heykelcikleri görülüyor. Sıcaklık bölümünde, sağ yandaki 10 kişilik mermer havuzun içinde, sıcak suya giren Romalı zenginler ve aristokratlar, daha sonra serinlemek, ferahlamak için, diğer yandaki kurnada bulunan soğuk suyu: taslarla üzerlerine atıyorlar ve sonra yine sıcak su havuzuna giriyorlar. Bu arada, kurnanın üzerinde bir yazı var, dikkatinizi çekecektir, bu yazı bir siyasetçiye ait “Oylarınızı bana verin” yazıyor.
Evet, hamamın hemen karşısında, şehrin restoranı var.
Romalıların kahvaltı kültürleri yok. Çünkü: sabahları geç uyanıyorlar ve kahvaltı etmiyorlar. Uyandıktan sonra da: yemek olarak pişmiş ızgara et, balık, sebze yeyip, yanında şarap alıyorlar. Burada: pişmiş topraktan yapılmış çeşitli kaplar içinde dönemin yemekleri yapılıyor ve isteyenlere, ayak üstü servis ediliyormuş.
Buranın hemen arka tarafında ise: burası Roma villalarından bir tanesidir. Buranın özelliği: villanın giriş kısmında bulunan mozaiktir. Bu mozaiği incelediğinizde bir köpek resmi ve altında bir yazı görülür. Latince yazıda yazan ise “Dikkat köpek var”. Düşünün, 2000 yıl önceki bir uygulama.
Evet: şehrin özellikle bu bölümünde gezerken, yerlerde, yer yer bir kısmı ortaya çıkmış “kurşun” su boruları göreceksiniz. Günümüzden 2000 yıl önce, Romalılar, evlerde, bu borular ile su kullanmışlar, ancak kurşun zamanla çeşitli hastalıklara yol açıyormuş.
Sonra, karşımıza bir tesis daha çıkıyor.
FIRIN
Burası bir fırın, günümüzden 2000 yıl önce kullanılan bir fırın. Ancak: bu fırın, ekmeğin hem yapıldığı ve hem satıldığı bir yer olarak önem kazanıyor. Ekmeğin yapımında, iki önemli malzeme kullanılıyor: buğday ve tuz. Peki, buğdaydan un ne şekilde elde ediliyor. Burada, görülen değirmenler sayesinde buğdaydan un elde ediliyor. Alttaki taş düz değil, ucu sivri, üstten koyulan buğday: aralardan, köleler tarafından itilen kaidelerde eziliyor ve un: aşağıya ahşap kaplara dökülüyor. Ahşap kaplara toplanan buğday raflara dizilerek ekmek yapımında kullanılıyor.
PAUNO VİLLASI
Gezinin bu bölümünde: “Pauno” nun villası denilen yere geliyoruz. Burada: avluda, ortada bir heykel var. Bu heykel: ön kısmı insan, arka kısmı keçi olan ve “Pauno” olarak isimlendirilen bir canlıya ait. Heykel orijinal değil ama oirjinalinin birebir kopyasıdır. Havuzun üstü açıktır. Yağmur suları havuza akıyormuş. Pauno’nun villası derken, buranın sahibinin ismi “Pauno” değil.
Villa: yaklaşık 3000 metre kare büyüklüğündedir. Yazlık olarak kullanılır. Bir yazlık olarak, bu büyüklük muhteşem. Eve girmeden önce: evin giriş kapısının içindeki taban mozaiğini görün. Burada: “HAVE” kelimesi görülüyor ki, bunun anlamı “Hoşgeldiniz” Adam: günümüzden 2000 yıl önce, gelen misafirlerine, kapıda “Hoşgeldiniz” diyor.
Evet: ev iki bölümdür. Ortadaki koridor ve bunun ön bölümü, evin sahibi ve ailesine, diğer bölüm ise hizmetliler ve kölelere aittir. Biraz ileride, havuzun ötesinde, ev sahibinin çalışma odası bölümü var. Bu bölümün altı ilginizi çekecektir, burada, zeminde-tabanda üç boyutlu mermer süsleme kullanılmıştır. 2000 yıl önce, üç boyutlu süsleme.
Ön bahçe ile arka bahçe arasında: yemek bölümü var. Yemek bölümü gayet büyük ve bir kenarında: sahne gösterileri yapılan bir de sahnesi bulunuyor. Romalılar, yatarak yemek yerlerdi. Hatta: zengin Romalılar yemek zevkini sürekli yaşamak için, doyduklarında boğazlarına kaz tüyü dokundurup kusarlardı, bu yüzden bazı evlerde kusma odaları bulunurdu. Yemek odasının bulunduğu bölümün hemen yanında, yerde muhteşem güzel bir mozaik bulunuyor. Bu mozaik: Büyük İskender ile Pers kralı Darius arasında yapılan savaşı resimliyor. Mozaik 1 milyon parçadan oluşuyor.
Yürümeye devam ediyoruz, yolumuz üzerinde bir kısım dükkan görülüyor. Hemen köşedeki dükkan ilginçtir.
Burası: bir hamal dükkanıdır. Pompeililer, kölelerini zaman zaman buraya getirirler ve şehri ziyaret eden denizcilere kiralarlar. Denizciler, buraya gelir ve malların taşınması için hamal seçerlermiş.
Bunun hemen solunda ise, bir döviz bürosu bulunuyor. Niye, çünkü: ilk kazılar sırasında, burada, birçok, çeşitli medeniyetlere ait madeni paralar ele geçirilmiş ve buranın bir döviz bürosu olarak kullanıldığına karar verilmiştir.
Evet, yürümeye devam ediyoruz ve bu kez: taş insanların en iyi örneklerinin görülebileceği bir yere geliyoruz.
Burası: et ve balık pazarıdır. Çünkü: duvarlarında, et-balık pazarı olduğuna dair freskler görülmektedir. Burada: camekanlar içinde yatan iki taş insan var. Bunlardan: solda olanı diğerinden farklıdır, belinde bir kemer görülmektedir. Bu kemer, onun köle olduğuna işaret eder, sahibi bu kemerden tutarak kölesine hükümranlık göstermektedir, ama görüldüğü gibi, sonunda ikisinin de gittiği yer aynı. Evet: bu camekanlar içindeki taş insanların, gerek kafatası kemikleri, ayak parmak kemikleri, dişleri ilginizi çekecektir.
Yürümeye devam ediyoruz, solumuzda bir büyükçe yer var.
YÜN PAZARI
Yün pazarının giriş kapısının iki yanında, camla kaplanmış mermer plakalar orijinaldir. Bu mermer plakalardaki işlemelerde, kuşun gagasından, böceğin tırnağına kadar olan ayrıntıları gayet iyi seçebiliyorsunuz. Yün pazarı: yünün hem işlendiği, yıkandığı ve satışa hazır hale getirildiği yer olarak dikkat çeker. Tüm işlemler, bu alanda uygulanmaktadır. Ancak: en ilgi çekeni, yünün yıkanması, kirlerinden temizlenmesidir.
Yün: ilk önce yıkanır, ama günümüzden 2000 yıl önce malum deterjan konusu yoktur ama deterjanın hammaddesi olan “amonyak” bilinmektedir ve amonyak, yoğun olarak insan idrarında bulunur. Bu yüzden: yünün yıkanmasında insan idrarı kullanılır, diz boyuna kadar idrar dolu kazanlara atılan yünler, kölelerin ayakları altında ezilerek yıkanır ve kirlerinden arındırılır. Ancak: elbette bu kadar insan idrarı bulmak sorundur.
Bunun için: mekanın kapısında, hemen sağ yanda: gelip geçen idrar vermeye davet edilir ve idrarını verenlere para verilir. Hatta: bir ara, Roma şehir merkezinde Collezyum’u yaptıran, bir süre buranın yönetiminde bulunmuş Vaspesyanus: idrardan vergi almayı gündeme getirmiş, Senatörleri ikna ederek, idrardan vergi alınmasını sağlamıştır. Aynı zamanda: dünya üzerinde, ilk genel tuvaletleri de yaptıran olarak bilinir.
SEÇİM BÜROSU
Yürümeye devam ettiğimizde: seçimlerde oy verme yeri olarak kullanılan bir yere varıyoruz. Burada, oy sandıkları bulunur, insanlar bir yandan girer, oylarını atarlar, öbür kapıdan çıkarlarmış. Bu arada, Roma da, kadınlar ve köleler oy kullanamazlardı.
Kudret caddesi denilen Pompei şehrinin en lüks caddesini geçtikten sonra, şehrin yine günümüze en sağlam gelen bir yapısını görüyoruz.
GENELEV
Şehirde, bölgeye gelen denizcilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere, birçok genelev kurulmuştur. Denizciler, cadde ve sokaklarda belirgin işaretleri takip ederek, bu genelevlere ulaşmaktadırlar. Genelevlere ulaştıklarında ise, duvarlardaki resimlerden, bir anlamda, tarife seçerek ihtiyaçlarını gidermektedirler ki, duvarlardaki bu resimler günümüzde de durmaktadır.
Genelevler: dişi kurdun evi olarak isimlendirilir, çünkü, İtalya’da babası belli olmayan çocukların bulunduğu yeri ifade etmektedir ve Roma-Romülüs’ü emziren, ölümden kurtaran dişi kurt efsanesiyle bağlantı kurulmaktadır. Genelevde, yataklar ve odaların küçüklüğü de dikkat çekecektir, Romalılar genel olarak fazla iri olmayan insanlardı, bunun açıklaması da budur. Bu taş yataklar üzerinde, yün yataklar bulunuyordu. Hatta: bu genelevlerde, dünyanın ilk prezervatifi (kuzu bağırsağından yapılma) kullanıldığı bile söylenir.
TİYATRO
Gezinin bu bölümünde şehrin tiyatrosuna geliyoruz. Buradan merdivenlerden inerek yolumuza devam edeceğiz, bu yüzden tekrar çıkmak dert olur diye, merdivenlerden inmemezlik yapmayın, ama merdivenlerden dikkatli inmek gerek, düşmemek için. Evet, tiyatro 5 bin kişi kapasitelidir. Burada, yalnızca tiyatro gösterileri yapılıyormuş. Üstü açıktır. Ama, bir sistem sayesinde istenildiğinde tiyatronun üstü, brandalar gerilerek örtülebiliyormuş. En alt kısımda, geniş koltuklarda zenginler ve asilzadeler oturuyormuş, yukarı çıktıkça daha alt sınıfa mensup seyircilerin oturdukları bölümler bulunuyor.
ODEON
Tiyatronun hemen ardından, yalnızca müzik gösterilerinin yapıldığı, tamamen kapalı odeon bölümü görülüyor. Burası, 500 kişi kapasitelidir. Burada: muhteşem akustik bulunur ve müzik gösterileri yanı sıra, politikacıların toplantıları da yapılırmış. Burası da: en alt kısım zengin ve aristokratlara ait olmak üzere, yukarı doğru, sınıf sınıf insanların oturdukları sıraları barındırmaktadır.
Odeondan çıkınca, tiyatro ile odeon arasında kalan, büyük bir yeşillik alan görülüyor. Burası: tiyatrodan çıkan 5000 kişinin günümüzdeki fuaye olarak kullanılan bir yere, yani insanların sohbet ettikleri, yorum yaptıkları, şarap içtikleri bir yer olarak kullanılmıştır. Daha öncesinde ise, gladyatörler burayı eğitim antreman alanı olarak kullanmışlardır.
Evet, yürümeye devam ettiğimizde, sağımızdaki küçük vadinin hemen öte yanında kayalar içine açılmış mezar yerlerini görüyoruz. Roma döneminde, pagan geleneklerine bağlı olarak, ölenlerin cesetleri yakılır, külleri bir vazoya konularak, buraya yerleştirilirmiş.
Sonuç: eminim ki, buradan çıktıktan sonra, uzun süre etkisinden kurtulamayacaksınız.
Evet, dönemin en lüks, modern ve her türlü çılgınlığının yaşandığı bu şehirde, aynı zamanda dönemin en büyük felaketi de yaşanmıştır. Yine de, doğanın mucizesi, bütün bu güzellikler ve medeniyet örneği şehir: bir konserve gibi saklanmış, muhafaza edilmiş ve günümüze ulaşmıştır. Ben, burayı gezerken, sürekli olarak ülkemizdeki Roma şehirleriyle karşılaştırdım, özellikle “Efes” şehrindeki mermer güzellikleri burada görmek mümkün değil.
Burada: yazının en başında belirttiğim gibi, tuğla ve volkanik taş ağırlıklı bir örgü tekniği kullanılarak bina ve tesisler yapılmış, ama Efes öylemi, çok farklı, orada mermerin yarattığı bir güzellik ve zarafet var, burada ise, bir karanlık hüküm sürüyor, ya başlarına gelen felaketi biliyor olmamız, ya da mimari stil nedeniyle, Efes’de mermerin ışıltısı, burada yok. Yine de: burası, görülmesi gereken bir yer olarak önem kazanıyor, öte yandan: İtalyanlar, burayı gayet iyi pazarlıyorlar ve her yıl milyonlarca turist çekiyorlar, bu da bir gerçek.
Göztepe. Ömerpaşa Caddesi. Dr. Zeki Zeren Sokakta. Pazartesi hariç, her gün ziyarete açık. Özel statüde bir müze. 23 Nisan 2005 tarihinde, Yazar Sunay Akın ; ailesinden kalan, Göztepe Köşkünde kurulmuş. 11 yılda internet üzerinden ve gezdiği ülkelerden satın aldığı oyuncaklar ile, müzeyi kurmuş.
İstanbul’un ilk oyuncak müzesinde yaklaşık 4000 civarında oyuncak sergileniyor. Sergilenen bu oyuncaklar arasında en çok dikkati çekenler: 1817 yılında Fransa’da yapılan oyuncak bir keman, 1820 yılında yapılan Amerikan yapımı bir bebek, 1860 yılından kalma misketler var. Bunun dışında: teneke oyuncaklar ve porselen bebekler var. Özellikle: çocukların çok büyük ilgisini çeken bu müze, büyükleri de etkiliyor.
Müzenin en ilginç köşelerinden birini, bir oyuncakçı oluşturuyor. Bu: Eyüp Sultan Caminin yanında bulunan ve 1950’li yıllara kadar varlığını sürdüren Eyüp Oyuncakçısı.
Evet, müze giriş katı dahil 5 katlı. Ayrıca: 70 kişilik bir toplantı ve gösteri salonu da var. Bu en alt katta, kendinizi bir denizaltının içinde bulacaksınız. Çayınızı, kahvenizi yudumlayacağınız kafede ise, bir oyuncağın dişlileri arasında hissedeceksiniz. Girdiğiniz her odada, farklı bir macera yaşayacak ve çocukluk dostlarınız ile karşılaşacaksınız.
Müzeden içeri adımınızı attığınız anda, sizi masalsı bir dünya bekliyor. Evcilik oynadığınız bebeğiniz, kurşun askerleriniz, metal arabalarınız, çocukluğunuz, anılarınız sizleri bekliyor.
Giriş ücreti
Müzeye giriş ücreti, tam 15 TL ve çocuklar-öğretmenler için 12 TL dir. Hafta içi günlerde saat 09.00-18.00 arasında ziyarete açıktır.
GİRİŞ KATI
İstanbul’da üretilen teneke oyuncaklar, Anadolu’nun çeşitli yörelerinden bez bebekler, Sultan II. Abdülhamit dönemine ait gölge oyunu kahramanları ve Kızılderili figürlerinin bulunduğu Vahşi Batı bölümü görülüyor.
1.KATTA
Titanik de ölen yolcular anısına 1912 yılında yapılan siyah renkli ilk oyuncak ayı, gemiler ve uçaklar, sirk odasından dönme dolaplar, palyaçolar, bebek arabaları, piyanolar, oyuncak okul ve porselen bebekler, trenler, istasyonlar, tüneller, kenarlarından trenlere bakan oyuncak inekler, Pinokyo’lar, arabalar, motosikletler, oyuncak hastaneler sergileniyor.
2.KATTA
Her türlü oyuncak asker, Noel Baba, Süpermen, Batman, Sindirella gibi masal kahramanları ve bir de uzay odası bulunuyor.
Müzede oyuncak mutfaklar, buzdolapları, fırınların da sergilendiği kafe ve yeni yapım tarihi Eyüp oyuncaklarının satıldığı hediyelik eşya bölümü bulunuyor.