Adana Ceyhan

Adana Ceyhan

 

Adana il merkezine, 43 km. uzaklıktadır. Otoban bağlantısı ile yaklaşık 20 dakikada Adana il merkezine ulaşılır.

Akdeniz’e ise: 30 km. uzaklıktadır. Avrupa’yı Asya’ya bağlayan E-5 Karayolu, Ceyhan’dan geçmektedir. Yine Pozantı-Mersin-Gaziantep otoyolu da, Ceyhan’ın güneyinden geçmektedir. Ceyhan: Adana hava alanına da 45 km. uzaklıktadır. Deniz ulaşımı için de, Yumurtalık ve İskenderun Limanlarına yakındır.

Adana Ceyhan

GENEL

Ceyhan, Türkiye’nin ekonomik olarak en gelişmiş ilçelerinden biridir. Konum olarak Çukurova’nın tam ortasındadır. Bulunduğu ovaya ismini vermiştir. 

Ortadoğu petrolleri ve Orta Asya enerji kaynaklarının dünyaya açılmasında, ana kapı görevi görmektedir. Son 20 yılda, bir enerji şehri konumuna gelmiştir. 

Ceyhan nehri kıyısında kurulmuştur. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı geçen ilçenin iklimi, Akdeniz iklimidir.

Adana Ceyhan

CEYHAN NEHRİ

Akdeniz bölgesinin en uzun akarsuyudur, uzunluğu 509 km. dir. Nehrin ilk kaynak yerleri, Elbistan ovasını çevreleyen dağlardır. Orta Torosların Nur Hak dağından Söğütlü deresi adı ile çıkar.

Elbistan’ın 3 km kuzeyindeki gür kaynaklarla beslenerek büyür. Hurman ve Göksun çaylarının birleşmesinden sonra Ceyhan adını alır.

Adana Ceyhan

TARİH

MÖ 1500’lü yıllarda, bölgede Arvaza Krallığı hakimdir. Bunlar, Hititlerden ayrı, doğu kökenli bir guruptur. Hititler bunları yener ve bölgede Hitit hakimiyeti görülür. Anadolu’da 700 yıl egemenlik kuran Hititler, Çukurova’yı Uri Adania bölgesi olarak tanımlar ve Hititler döneminde, bölge zamanın şartlarına göre çok gelişir.

Özellikle Ceyhan yöresinde, Hitit Kralı Muvattali’nin, Mısır seferi sırasında, Ceyhan nehrini geçtiği yere dikilen kaya rölyefi günümüze kadar gelmiştir.

Hitit devletinin yıkılmasının ardından, MÖ 750 yıllarında bölgede Asur hakimiyeti görülür. Asurlular, Çukurova’yı 50 yıl egemenlikleri altında tutarlar. Asur devletinin yıkılmasıyla birlikte, bölgede MÖ 612 yılında Kilikya krallığı kurulur.

Ancak, MÖ 401 yılında, Kunaska savaşını kazanan Persler, bölgede görülür. MÖ 334 yılında, Büyük İskender, Issos civarında Pers ordusuyla karşılaşır ve savaşı kazanır. Çukurova tamamen Makedonyalıların hakimiyetine geçer.

MÖ 11 ile MS 395 yılları arasında Çukurova’da Romalılar vardır. Roma döneminde bölge çok imar görmüştür. İlçe sınırları içinde birçok kale ve höyük, Romalılardan kalmıştır.

MS 395-638 yılları arasında, Çukurova Bizans hakimiyetine girer.

MS 704 yılında, Müslüman Araplar bölgede görülür ve Halife Abdülmelik oğlu Abdullah, Misis yöresinde ilk camiyi yaptırır ve Çukurova’da Müslüman Emevi dönemi başlar.

1352 yılında, Oğuz Türklerinden Ramazan Bey, Ramazanoğulları Beyliğini kurar ve beylik, 1516 yılında Osmanlı imparatorluğuna bağlanır.

Mondros mütarekesinden sonra, İngilizler Ceyhan’ı işgal ederler. Ancak, Fransızlarla anlaşarak, Ceyhan’ı Fransızlara devrederler. Bu dönemde, ilçede, Fransızlardan güç alan Ermeni vahşeti görülür.

Ankara Anlaşmasından sonra 23 Ekim 1921 günü, Ceyhan’a Türk bayrağı çekildi. Ceyhan’ın kurtuluş günü olarak 6 Ocak 1922 tarihi kabul edilir.

İlçenin tarihi geçmişinde hoş bir olay var bundan söz etmeden olmaz. Türk Hava Kurumu, kuruluşunda ilk teyyare alınması için para bulamadığından, bir kampanya başlatılır ve 10 bin Lira toplayıp gönderen şehir, köy ve kasabaya, alınacak uçakların isimlerinin verileceği söylenir.

Bunun üzerine, Türkiye’de ilk para Ceyhan’dan toplanır ve gönderilir, ilk teyyare alınır ve “Ceyhan” ismi verilir. İtalyan malı olan bu uçak, daha sonra teşekkür için, Ceyhan ilçesine gelir ve havada tur atarak ilçe halkına teşekkür edilir.

Ayrıca, Ceyhan, gerek 1998 Adana depremi ve gerekse 1999 Gölcük depreminde etkilenmiş ve hasar görmüştür. Ceyhan depreminde yıkılan evlerin yerine genelde parklar yapılmış ve şehir içi arazi kullanımı da değiştirilmiştir.

Ulus Mahallesinin batısında İnönü Bulvarında Ceyhan Depremi Anıt Parkı vardır.

Adana Ceyhan Yemek Kültürü

YEMEK KÜLTÜRÜ

Ceyhan mutfağı denilince, akla: yeşil burma, yağlı yavan, kömbe, sarımsaklı köfte, patlıcan güveç, mercimekli ıspanak başı, nohutlu bamya, çürük et, erişte, bumbar, babaganuş, şırdan dolması, humus, içli köfte, kısır, yüzük çorbası, döğme pilavı gelmektedir.

Diğer bir önemli özelliği ise: Türkiye’nin en klas kebapçılarına sahip olmasıdır. Adana kebabı denilince, artık Ceyhanlı ustalar akla geliyor.

Ceyhan’da bulunduğunuz sürede, mutlaka Adana Kebabını tatmalısınız.

Adana Ceyhan İncirlik Tesisleri

İNCİRLİK TESİSLERİ


Ceyhan denilince, bölgede bulunan İncirlik Tesislerinden söz etmemek imkansızdır. İncirlik kasabası, Ceyhan’a 20 km. uzaklıkta, deniz kıyısında kurulmuş, güzel bir kasabadır. Bütün Türkiye’nin tanıdığı BOTAŞ Tesisleri, bu kasabadadır.

Burası: her ne kadar tam olarak tanıtım ve yatırım faaliyetleri içine alınmasa da: masmavi denizi ve altın sarısı kumsalı ile, iç turizme hizmet etmekte ve yaz aylarında yerli turistlerle dolup taşmaktadır.

İncirlik kasabasında: konaklama tesisi bulunmamaktadır. Yalnızca: balık lokantaları görülür. Güneyin en meşhur balıklarından olan “Lagos” avcılığı, bu sahillerde yapılmaktadır.

Yine bu sahillerde kurulu balık lokantalarının ustaları tarafından hazırlanarak meraklılarına ikram edilmektedir.

İncirlikte tatil yapanlar, genellikle buraları bilen insanlardır. Biraz önce de söylediğim gibi, konaklama tesisi yok. Tatilciler, burada, genelde çadırlarda konaklıyorlar.

Adana Ceyhan İncirlik Hava Üssü

İNCİRLİK HAVA ÜSSÜ


Adananın doğusunda, İncirlik yakınlarındaki hava üssü: 1954 yılında: Türkiye ile ABD arasında yapılan özel bir antlaşma ile kurulmuştur.

Amaç: Türkiye’nin ortak savunma önlemlerine katılması için: Amerika Birleşik Devletleri Hükümetine izin verdiği kuruluşlardan biridir. 

Hava üssü: Yumurtalık akaryakıt kuruluşunu hava üssüne bağlayan boru hattını, İskenderun limanındaki kolaylıkları, Adana su kuyusu ve bunu İncirlik Hava Üssüne bağlayan boru hattını, İncirlik Hava Üssü ve Ceyhan Irmağı arasındaki kanalizasyon sistemini içeriyor.

Personel için, gerekli bütün toplumsal kurumlar çalışma halindedir.

Adana Ceyhan Mercimek Harası

MERCİMEK HARASI

İşletmenin sahip olduğu arazi, 1898 yılına kadar göçer aşiretlerin ve civar köylerin merası olarak kullanılıyordu. Bu alana ilk yerleşenler ise, 1889 yılında birkaç yüz çadırlık Bozdoğan aşireti oldu.

Daha sonra ise, Kırım Savaşından sonra, Kırım bölgesinden, Türkistan ve Kafkaslardan gelen Müslüman muhacirler buraya yerleştiler ve günümüzde Ceyhan’ın bulunduğu yerde Yarsuvat Kasabasını kurdular. Bir kısım muhacir ise, Mercimek ve Mangıt yörelerine yerleştiler.

Burada bulunan işletme 1898 yılında, Sultan II. Abdülhamit’in emriyle “Anavarza Çiflikatı Hümayun Askerisi” adı altında kurulmuştur.

Bu çiftlik kurulduğunda, Saimbeyli ve Kozan’da yoğun ermeni nüfus vardı. Bunların, Ceyhan ve Misis ovalarına inmeye başlaması karşısında, bu çiftlik bir sivil askeri üs olarak ermeni ilerleyişini durdurması amaçlanmıştır.

İşletmenin kurulmasının ardından, burada ordunun ihtiyaç duyduğu atların yetiştirilmesine karar verildi ve iyi yetiştirilmiş 2 tabur asker gönderildi. Askerler sivildi ve başındaki subaylarda tecrübeli ve tarımı iyi bilen insanlardı.

Çiftlik kurulduktan sonra, burada damızlık aygır ihtiyacını karşılamak için aygır çiftliği kuruldu. 1895 yılında, hara merkezine idari merkez yapıldı. Haranın işletmesi bu şekilde Meşrutiyete kadar devam etti. Meşrutiyetle birlikte, hara kapatılır ve hayvanlar satıldı. 1903 yılında ise 75 yıllığına Fransızlara kiralandı.

Ancak çevredeki köyler ayaklandı ve Fransızların buraya yerleşmesine izin vermediler. Boşluktan istifade eden köylüler, hara arazisini ekip biçiyorlardı. 1929 yılına gelindiğinde ise Mercimek Aygır Deposu tesis edildi ve Atatürk’ün hediye ettiği 2 aygır ile depo faaliyete başladı.

1930 yılında, fazla arazilerin komisyon kurularak köylülere dağıtılmasına karar verildi. 1983 yılında ise, Devlet Üretme Çiftlikleri hara ve inek hanelerinin birleşmesi sonucu, TİGEM’e bağlı ÇUKUROVA Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü adı altında birleşerek, tohumluk ve damızlık üretimine başlandı.

Adana Ceyhan Şahmeran Efsanesi

ŞAHMERAN EFSANESİ

Şahmaran Farsça kökenli bir kelimedir. Yılanların şahı anlamına gelir. Başı insan, gövdesi yılan olarak tasvir edilmiştir. Efsanenin özünü oluşturan yılan: derin anlamlar içeren bir semboldür. Bir tarafı kadın, bir tarafı yılan şeklindedir.

Yani bir tarafı iyi, bir tarafı kötü, bir tarafı gece, bir tarafı gündüzü, bir tarafı çirkinliği, bir tarafı güzelliği temsil eder. 

Farklı kültürlerden, değişik şeyler anlatır. Ya bilgelikten söz eder ya da şifadan. Şahmeran güzeldir, büyüleyicidir, simsiyah saçları, başında görkemli tacı ve bereket timsali durumu vardır. Rengarenk boyanır, doğanın tüm gizemini, sırlarını kollar.

Efsane-1

Efsanenin: Yılan Kale de geçtiği söylenir. Evet, günümüzden binlerce yıl önce, Yılan Kale’de: yerin 7 kat dibindeki mağaralarda yaşayan yılanlar varmış. Meran adı verilen bu yılanlar: çok akıllı ve iyi yürekliymişler. Arkadaşlığa, dostluğa, sevgiye büyük önem vererek, barış içinde ve mutlu bir hayat sürerlermiş.

Meranların başında: Şahmeran denilen, eceleri varmış. Genç ve güzel bir kadın olan Şahmeran, hiç yaşlanmaz, öldüğü zamanda ruhu, kızının vücuduna geçermiş.

Efsaneye göre: Yoksul bir ailenin oğlu olan Camsab isimli kişi, bir gün Şahmeran ile karşılaşır. Bir gün: Camsab, arkadaşları tarafından; içinde bal dolu olan bir kuyuya bırakılır. Genç; kuyudan çıkamaz ve cebindeki çakıya, kuyuda gördüğü bir deliği genişletip büyüterek, başka bir yere geçer ve burada uyuyakalır. Uyandığında: çevresinin yılan ve ejderhalarla dolu olduğunu görür.

O sırada, yarı insan yarı yılan olan Şahmeran yanına gelir ve konuşur. Camsab, arkadaşları tarafından kendisine yapılan ihaneti ona anlatır. Bunu dinleyen Şahmeran, onu kuyudan çıkaracağını söyler. Fakat geçen ömrü boyunca, asla yerini söylemeyeceğine dair söz vermesini ister. Camsab, Şahmeran’a söz verir ve Şahmeran onu kuyudan çıkarır.

Camsab, köyüne döner. Ülkesinin hasta hükümdarının iyileşebilmesi için, Şahmeran’ın etinin önerildiğini duyar ama ses çıkarmaz. Çünkü; Şahmeran’a söz vermiştir. Ancak, bir gün arkadaşları ile sohbet ederken, Şahmeran’ı gördüğünü ağzından kaçırır.

Arkadaşları, bu durumu, hemen Padişaha bildirirler. Padişah, Camsab’ı huzura çağırır, Şahmeran’ın yerini göstermesini ister.

Fakat :Camsab, bir türlü Şahmeran’ın yerini söylemez. Kendisine altınlar ve vezirlik unvanı verileceğini duyan Camsab, Şahmeran’ın yerini Padişah’ın vezirine gösterir. Vezir, bazı sihirli kelimeler söyleyerek, Şahmeran’ı altın bir tepsi içinde, kuyunun dışına çıkarır.

Vezirin adamları, Şahmeran’ı öldürür ve onun etini Padişaha yedirirler. Padişah sağlığına kavuşur. Efsanenin özünde: Şahmeran’ın insanoğluna olan sadakati ve iyi niyetine karşılık, gördüğü ihanet anlatır. Bir rivayete göre de, yılanlar, hala, Şahmeran’ı yaşıyor biliyorlarmış.

Efsane-2

Efsane: iyilik yapanın iyilik, kötülük yapanın kötülük bulacağı konusunda ders verir.

Bilge Danyal öleceğini anladığı zaman oğlu Danyal’a; ömür boyunca yazdığı 5 bin sayfalık külliyatını, oğluna miras bırakmak ister. Ama bunun çok fazla olduğunu düşünerek, 5 sayfalık bir özet haline getirir.

Bunu da özetler ve 1 sayfaya düşürür. Bu 1 sayfanın içindeki şifreyi çözebilirse, dünyanın en bilge insanlarından biri olacağını ifade eder.

Efsane-3

Şahmeran, Adana Misis’e yakın Yılanlı Kale’de yaşıyormuş. Burası Şahmeran’ın ülkesiymiş ve ne Misis’te yaşayan insanlar kaleye çıkarmış, ne de kaleye yaşayan yılanlar aşağıya inermiş.

Günün birinde bir insan, yılanların ülkesine gitmiş, diğer yılanlar onu öldürmek üzere iken, Şahmeran, oraya gitmeye cesaret eden ilk insan olduğu için onu affetmiş ve bir daha gelmemesi şartıyla onu geri göndermiş. Bu arada Şahmeran’ın arada sırada Taç hamamda yıkandığını öğrenmiş.

Günün birinde Misis beylerinden biri amansız bir hastalığa yakalanmış ve doktor tek çarenin Şahmeran’ın gözleri olduğunu söylemiş. Bey her tarafa haber salarak, Şahmeran’ı getirene veya yerini bildirene servet vaat etmiş.

Bunu öğrenen Şahmeran’ın ülkesine giden kişi, Şahmeran’ın arada sırada taç hamamda yıkandığını söylemiş. Böylelikle Şahmeran yakalanmış ve öldürülerek gözleri Misis Beyine verilmiş. Bu gözleri yiyen bey şifa bulmuş. Günümüzde bu söylentiye inananlar, bir gün Şahmeran’ın intikamını alacağından korkuyorlar.

GEZİLECEK YERLER

Adana Ceyhan Abdulkadir Ağa Camii-Ulu cami

ABDULKADİR AĞA CAMİİ-ULU CAMİ

Bu cami, 1868 yılında Ceyhan’a ilk yerleşen Nogaylardan Abdulkadir Ağa tarafından yaptırılmıştır. İlk yapıldığında, kıble duvarına paralel, üç sıra halinde, beşerden on beş kubbeli tuğla bir yapıdır.

Ancak zamanla ihtiyaca yetmez ve 1946 yılında, camiye minare eklenir ve kıble yönünde genişletilerek, iki sıra kubbe daha ilave edilir. 

Cami “Ulu cami” olarak da bilinir. Kubbeler içte kürevidir, ancak dıştan hafif sivriltilmiş ve önceden kiremitle kaplıdır. 27 Haziran 1998 tarihindeki Adana depreminde hasar görmüştür ve onarımı halen devam etmektedir.

Caminin çevresinde apartman yığınlarından başka bir şey görülmemektedir.

Adana Ceyhan Durhasan Dede Türbesi

DURHASAN DEDE TÜRBESİ

Türbenin bulunduğu yerde Türkmen Bektaşilerinin yaşadığı bir köy var. Adana iline 53 ve Ceyhan iline ise 18 km uzaklıktadır.

Durhasan dedenin diğer ismi de Yanyatır’dır. Kendisi Sultan 4’ncü Murat’ın şeyhlerindendir. 4’ncü Murat, Bağdat seferine çıktığında, Durhasan dede, Misis Havraniye bölgesinde otağ kurduğu zaman, Durhasan dede padişahı görmüş, ona seferinde başarılı olması için dua etmiştir.

Türbe, alevi ve Bektaşilerin ziyaret yeridir. Kesin yapılış tarihi bilinmemektedir, muhtemelen 18’nci yüzyılın ilk çeyreğinde yapıldığı düşünülüyor.

Gelelim rivayete: Durhasan Dede, şimdiki köyüne yerleşmiş, köyü sevmiş, köyün ismi “Evci köyü” imiş. Durhasan dede, Misis çevresinde insanları iyiliğe çağırmış ve Misis’te ölmüş.

Vasiyeti gereği, Evci köyüne (bugünkü Durhasan Dede köyü) getirip gömmüşler. Cenazeyi getirenler gömülecek yeri şaşırmışlar, bir ara bir ses “durrr” diye bağırmış, bunun üzerine köyün adı “Durhasan Dede” olmuş.

Türbede Selçuklu mimari tarzı görülür, kare planlı, küçük, kagir ve tek kubbeli bir binadır. Türbenin duvarları, oturduğu yuvarlak ve çok estetik pencerelerle süslenmiştir.

Kapı sundurmasının ilk giriş merdiveninde; Türk aşiret boylarının simgesi olan bir mermerde, bir çizinin sonunda, kaz ayağı şeklindeki üç ayaklı bir sembolü bulunmaktadır. Bu kaz ayağı, Yanyatır Tahtacılarının damgasıymış.

Kubbenin tam ortasına rastlayan sandukanın boyu oldukça büyüktür. Günümüz insan boyunun iki katı uzunluğundadır.

Demir bir koruma ile çevrili olan sandukanın üstünde bayraklar, ayetlerin işlendiği yeşil seccadeler vardır. İçeride, dilek sahiplerinin yaktıkları mumları koydukları taşlar, şamdanlar ayrı bir mistik hava katar.

Onun mezarının ayak ucunda, sandukada, bir insan elinin (40-50 cm kadar) girebileceği bir delik vardır. O delikten, dilek dileyen insanların elini uzatarak toprak alması gerekir. Aldığı toprağı hastalıklı yere sarması gerekirmiş.

Türbenin ana kapısı üzerindeki kitabede, 1871 yılında Abidin Efendi tarafından tamir edildiği yazıyor.

Adana Ceyhan Tumlu-Dumlu Kalesi
Adana Ceyhan Tumlu-Dumlu Kalesi

 

TUMLU-DUMLU KALESİ

İlçe merkezine 17 km uzaklıkta Dumlu köyünün eteğinde bulunduğu bir tepe üzerinde kuruludur. Dumlu köyünün hemen batısında ve 75 metre kadar yükseklikteki sert kalkerli bir tepe üzerindedir. Kalenin 25 km kuzeyinde Anavarza kalesi, 20 km güneyinde ise Yılankale vardır.

12’nci yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Asur, Pers ve Romalılar tarafından kullanılmıştır. Dumlu kalesinin hemen güneyinden Ceyhan nehrinin kolları geçer. Kalenin çevrisi 800 metredir ve sağlam olarak günümüze ulaşmıştır. 

Kalenin 8 burcu ve doğuya açılan tek kapısı vardır. Kuzey tarafta, kayalar düzeltilerek merdiven yapılmış olup izleri yer yer hala görülmektedir. Kalenin kuzeyinde yarım haç şeklinde birçok mezar vardır.

Bu mezarlar genelde küçük el yapımı mağaralar şeklindedir. Kuzeybatısında mozaikler bulunan kalede, yakın zamanda bir mağara mezar ve bir toplu mezar ortaya çıkmıştır. Köylülerin anlatımlarına göre, kalenin tarihi dokusu 1989 yılında Amerikalıların petrol arama çalışmaları sırasında bozulmuştur.

Havalandırma pencereleri olan bir tünel, tuvalet çukuru olarak kullanılmış sonradan kapatılmıştır.

Gözetleme kulesi ovaya bakar, ayrıca savunma surları ve hendekleri bulunur. Kale içinde ise bazı yapı kalıntıları görülür. Özellikle 3 su sarnıcı dikkat çeker. Tepenin çevresinde ise kaya mezarları vardır.

Adana Ceyhan Kurtkulağı Kervansarayı
Adana Ceyhan Kurtkulağı Kervansarayı

 

KURTKULAĞI KERVANSARAYI

İskenderun yolunda, eski Halep kervan yolu olarak bilinen Kurtkulağı beldesindedir. Ceyhan ilçesine 30 km uzaklıktadır.

Kervansaray, coğrafi konumu nedeniyle bir zamanlar çevresi surlarla çevrili bir menzil yerleşmesiyken, zamanla tarihi dokusunu kısmen kaybetmiş, günümüze sadece cami, kervansaray ve çeşmesi ulaşmıştır.

Adana Müzesinde bulunan kitabesine göre, yapı 1659 yılında Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Mehmet Ağa’dır.

Klasik kervansaray mimarilerinden farklı özellikler gösterir. Doğu cephede, kervansarayın beden duvarlarından ileri çıkıntı yapan cümle kapısı ile buradaki iki yerde bulunan müstakil bey odaları, ayrı bir özellik taşır.

Birer kapı ile giriş eyvanına açılan bu odaların müstakil ocakları, dolapları ve hatta helaları olması, önemlerini gösterir ve mutlaka beylere ve ileri gelenlere tahsis edilmiştir.

Kervansarayın bir diğer özelliği: sağ kanadında bu odaların bir yeraltı dehlizine planıdır. Muhtemelen bu dehliz, kervansaray hücuma uğradığında buradan çıkabilmek için yapılmıştır.

Kervansaray: iç beden duvarlarının üst kısımlarında açılmış olan içte geniş, dışta dar olan mazgal pencerelerinden ışık almakta ve bu yüzden loş ve karanlık kısımlar kalıyordu. Bütünüyle çok değişik bir kervansaray olarak karşımıza çıkan Kurtkulağı Kervansarayı özgün bir mimariye sahiptir.

Ancak süsleme açısından son derece sade olan yapıda fonksiyonellik ön plana çıkmaktadır. Yapının sadece ana mekana açılan kapısı ile giriş eyvanının sağında ve solunda yer alan kapıların üzerinde, yuvarlak kemerler oturtulmuş taş süslemeler ve silmeler görülmeye değerdir. Günümüzde burada çeşitli Etnografik eserler sergileniyor.

Adana Ceyhan Kurtkulağı Camisi

Kurtkulağı Camisi

Kervansarayın yanında, kitabesine göre: 1601 yılında Haydar Ağa tarafından yaptırılan ilginç mimarisi olan tarihi bir cami var. Bu cami Osmanlı mimarisinin güzel bir örneğidir. 1659 yılında onarım görmüştür. Bu onarımın mimarı Mimar Mehmet Ağa’dır. 

Yapının biri kuzeydoğuda ve diğeri kuzeybatıda olmak üzere iki minaresi vardır. Kuzeydoğudaki minaresi ilk inşa döneminden kalmadır.

Çok küçük boyutta olup, avlu giriş kapısının solundadır. Minarenin şerefesi, beden duvarı hizasında kalır. Çok kısa olarak yapılan petek kısmı, biraz daha incedir ve konik bir külahla sonlandırılır.

Adana Ceyhan Kazankaya Kalesi

KAZANKAYA KALESİ

Kurtkulağı köyü yakınlarındadır. Kale: Asur, Pers ve Roma döneminde kullanılmıştır. Halep kervan yolunu korumak için yaptırılmıştır.

Kalenin kuzeydoğu eteklerinde, Abbasilerden kalma kaya mezar kalıntıları ve çeşmeler vardır. Kalenin bulunduğu yer, günümüzde yeşil alan olarak düzenlenmiş ve mesire yeri olmuştur.

Kurtuluş Savaşı sırasında bölgenin Fransız işgalinde, burası Fransız karargahı olarak kullanılmıştır. Buradaki kaya mezarları ise, halk tarafından ziyaretgah olarak kullanılmaktadır.

Adana Ceyhan Yılan Kale-Yılanlıkale-Şahmeran Kalesi
Adana Ceyhan Yılan Kale-Şahmeran Kalesi
Adana Ceyhan Yılan Kale-Şahmeran Kalesi

 

YILAN KALE (YILANLIKALE-ŞAHMERAN KALESİ)

Ceyhan nehri kıyısında Adana’dan Ceyhan’a giderken karayolu üzerindedir. Misis tepelerinin uzantısı olan Yılankale Tepesi üzerindedir.

Adana il merkezine 30 km uzaklıktadır. Ceyhan ilçe merkezine 13 km uzaklıktadır. E-5 karayoluna 3 km uzaklıktadır.

Belirli bir mesafeye kadar araçla gidebilirsiniz. Sonra aracınızı park yerine bırakın ve yürümeye başlayın, yol gittikçe dik ve kötüdür. Çocuklu aileler gidemez. Ayrıca kesinlikle spor ayakkabınız olmalıdır.

Evet burası Çukurova’nın efsane kalelerinden birisidir. Toros dağlarını aşarak Antakya’ya giden tarihi İpek yolu üzerindedir.

Yılan kale, Ortaçağ’da Çukurova’nın Haçlı işgali döneminde, 12’nci yüzyılda Ceyhan Nehri kenarındaki hakim tepeye yapılmıştır. Hem ovayı hem de tarihi ipek yolunu kontrol etmiştir. Kalenin hemen doğusundan Ceyhan nehri geçer.

Tarihi 11’nci yüzyıla kadar uzanır. Kilikya Ermeni krallığı döneminde Kral I. Levon tarafından yaptırılmıştır. Boyutları ve karmaşık tasarımı ile, Ortaçağ döneminin en etkileyici askeri yapıları arasındadır.

Çok sarp bir tepe üzerinde, alınması olanaksız bir kale gibidir. Korunması kolay, alınması çok güç bir kaledir.

Son derece zeki biçimde tasarlanan ve yerleştirilen sağlam surları, burçları, kale meydanına üç kapıdan sonra ulaşılması ve kapıları birbirine bağlayan portatif merdivenleriyle fethedilmesi zor bir kale olmuştur. 

4 cepheli çevresi 700 metredir. Araları mazgallı 2 katlı, ovadaki diğer kaleleri görüş alanı içine alan ikişer katlı 8 burcu vardır. 

Burçlar ve araları, tamamen mazgallıdır, bu mazgalların ortaları ateş etmek için delikli bırakılmıştır. Kalenin güneye bakan, demir bir kapısı vardır. Kalenin beden duvarları, adeta dantel gibi işlenmiştir.

Kale planı, 3 avlulu olarak yapılmıştır. En alt kısımda bulunan 2 avlu: güneydoğudaki kanadı korumak içindir. Avluların her birinin, tek bir giriş kapısı vardır. Üstte, zeminden daha yüksek, korunaklı bölüme: her yönden birer merdivenle ulaşılır ve böylece her yöne gidiş geliş kolaydır.

Bu kısım en yoğun şekilde savunulan ve garnizona ev sahipliği yapan yerdir. Kalenin güneye bakan, demir bir kapısı vardır. Buradan girilince, kalenin içinde iç içe 3 giriş bulunur. Bu girişler arasında portatif merdivenler bulunur. 

Birinci kapıdan girildikten sonra, çok rahat tuzaklanacak şekilde inşa edilmiştir. İkinci kapı girişi daha da sağlamdır, bugün kapı bağlantı delikleri görülmektedir. Üçüncü kapıda, üst kısımda bir kabartma görülür.

Bu kabartmada: eli açık bir şekilde tahta oturmuş kralın, her iki yanında aslan motifleri görülür. Kapının iç kısmına girilince, tepede haç vardır. Avlu kısmına ilerlendiğinde ise, havalandırma penceresi bulunur.

Bu pencerenin açıldığı bölüme inildiğinde ise, oldukça serin yüksek bir duvarlı oda vardır. Burası muhtemelen erzak depo edilen yerdir. Su kaynağı olmayan kalede, yağmur sularını biriktirmek için sarnıçlar ve bir şapel vardır. Kalenin teraslarına taş merdivenlerle çıkılır.

Kale, 1357 yılında Ramazanoğulları Beyliği döneminde terk edilmiştir.

Evliya Çelebi

Evliya Çelebi, 1671 yılında buradan geçerken kaleyi “şahmeran” kalesi olarak yazmıştır. Çünkü Seyahatnamesinde, burada ensesi tüylü ve boynuzlu yılanların yaşadığını yazmıştır. Ünlü şahmeran hikayesinin kaynağı da bu kaledir. Daha önce kalenin ismi “Govara” kalesiymiş.

Birçok efsane var. Bazı söylentilere göre, bu kalede yılanları eğiten Şeyh Meram isimli birisi varmış. Bir başka söylentiye göre, kalenin surları yılan gibi kıvrımlı imiş. Ağırlıklı söylentiye göre: vücudunun yarısı yılan, yarısı kadın olan ve Lokman Hekim’e ölümsüzlük iksirini veren mitolojik varlık Şahmeran’ın yaşadığı yer olması nedeniyle, kalenin “Yılan kalesi” olarak isimlendirildiğidir. 

Öte yandan, burada zemin serin taşlardan oluşur ve bahar dönemlerinde yılanlar bu taşları mesken edinir, böylece yılanlarla ilgili rivayetlerin gerçek olduğu anlaşılır.

Adana Ceyhan Sirkeli Höyüğü ve Sirkeli Muvattali Kabartması
Adana Ceyhan Sirkeli Höyüğü ve Sirkeli Muvattali Kabartması

   

SİRKELİ HÖYÜĞÜ VE SİRKELİ MUVATTALİ KABARTMASI

İlçe merkezine 3 km uzaklıkta, eski Misis-Ceyhan karayolu üzerindeki Sirkeli köyünde, Ceyhan nehri kıyısında Sirkeli höyüğü ve Hititlerden kalma bir rölyef vardır.

Sirkeli höyüğü; 300 x 400 metre boyutlarında ve 30 metre yüksekliktedir.

Buradaki yerleşimin MÖ 3000-1200 yıllarından Roma dönemine kadar yani MS 100’lü yıllara kadar devam ettiği tahmin ediliyor. Hatta höyüğün bulunduğu bu yerleşimin antik kaynaklarda sözü geçen ticaret ve kült merkezi Lawazantiya şehri olduğuna inanılıyor. Lawazantiya şehri: Pudhepa’nın doğup büyüdüğü yerdir.

Puduhepa: Mısır Firavunu II. Ramses ile dünyadaki ilk barış anlaşması olan Kadeş Anlaşmasına imza atan Hitit İmparatoru II. Hattuşili’nin karısı ve aynı zamanda Aşk Tanrıçası ve Sawuska rahibinin kızıdır. Sirkeli höyüğü, 2006 yılından bu yana yabancı bir kazı heyeti tarafından, İsviçre Bern Üniversitesinden Prof Dr Miroslav Novak başkanlığında kazılmaktadır.

Kazılarda bulunan çanak-çömlek buluntuları, bu yerleşimin çevre bölgelerden etkilendiği ve ticari ilişkiler içinde bulunduğunu gösterir. Buluntular arasında: Orta Tunç çağı çanak çömlekleri, gaga ağızlı Hitit kapları ve Kıbrıs malları bulunmuştur.

Ayrıca Demir çağına tarihlenen çift duvarlı bir sur savunma sistemi ortaya çıkarılmıştır. İç sur duvarının iç kısmında, birçok yerleşime ait evler mevcuttur. Dış sur duvarının üzerinde ise, birtakım izler bulunur. Bu izler askerlerin ellerindeki mızraklarla sur duvarına nasıl saldırdığını gösterir.

Yapılan incelemelere göre bu sur duvarının MÖ 9’ncu yüzyıla tarihlenmektedir. Kapının dış cephesindeki izler, muhtemelen Asur Kralı Şalmanes III (MÖ 858-824) tarafından yapılmış kuşatmanın izleridir. Bu durum, MÖ 835 yılında kalenin ayakta olduğunu gösterir. Surlar daha eski zamanda yapılmış, küçük çaplı bir kale üzerine inşa edilmiştir.

Yine burada kazılarda bulunan bir amulet yani muska üzerinde Hitit hiyeroglif ve çivi yazısı ile “Lawazantiyanın Beyi” yazılıdır. Çukurova yöresinin antik dönemdeki ismi “Kizuvatna” dır.

Kizuvatna bölgesinin iki önemli dinsel merkezi vardır. Bunlardan biri Lawazantiya ve diğeri ise Kummanni’dir.

Birçok bilim insanı Kummani’nin Sirkeli ve Lawazantiya’nın ise Tatarlı olduğunu iddia ederler. Ancak burada bulunan amulet nedeniyle, ya burası Lawazantiya ya da oradan gelen birisi, amuleti burada düşürmüş olmalıdır. Sonuç olarak buranın hangi din merkezi olduğu hakkındaki araştırmalar devam etmektedir.

Orta Anadolu’yu, Kilikya kapıları yani Gülek boğazı üstünden, Suriye’ye bağlayan tarihi yol üzerindedir. Yerleşimin güneybatıdan kuzeydoğuya devam eden bölümünde bir kayalık vardır ve bu kayalığın üzerinde ise kayaya işlenmiş bir rölyef bulunur.

Bu rölyef, Anadolu’daki en eski Hitit kaya kabartmasıdır.

Bu rölyef: Hitit İmparatoru Muvatalli, Mısır Firavunu Ramses ile yaptığı Kadeş savaşına giderken buraya uğramış ve buradan Ceyhan nehrini geçmiştir. Rölyefte Hitit İmparatoru II. Mutavalli (MÖ 1290-1272) görülmektedir.

Kabartmaların üzerinde, atalarına ithafen saygı ifadeleri vardır. Bu olaydan sonra, Hititler tarafından buranın kutsallığına inanılmıştır.

 

İstanbul Bebek

bebek-genel-1
İstanbul Bebek

Semtin tarihi, Bizans öncelerine kadar uzanmaktadır. Günümüzdeki limana, o dönemlerde “Philemporos” deniyordu. Burada bulunan köyün ismi ise “Chelae” dir. Ancak o günlere ait taş-tuğla karışımı binalardan hiçbiri günümüze ulaşmamıştır.

İstanbul şehrinin fethinden önce, buralarda hisarlar yapılırken, Bizans yerleşimleri ele geçirilmiş ve Türkleştirilmiştir.

İstanbul’un alınmasından sonra ise, Fatih Sultan Mehmet, bu bölgenin savunmasını, has adamlarından “bebek yüzlü” bir yeniçeri olan Mustafa Çelebi’ye vermiştir. Bu kişi, çok yakışıklıymış ve çevresindekiler ona “bebek yüzlü Mustafa” diyorlarmış. Böylece: buradaki Rum balıkçı köyünün ismi “Bebek” olmuştur.

Bebek yüzlü Mustafa çelebi, burada bir de konak yaptırmıştır. Mezarı ise, semt içinde yaşlı bir çınarın dibindedir ancak mezarın yeri net olarak bilinmemektedir.

Semt Sultan III. Ahmet döneminde kalabalıklaşır. Sultanların en gözde has bahçelerinden biri olan Bebek semti, zamanla bozulmuş, terk edilmiş, hırsız ve eşkıya yatağına dönüşmüştür. Ancak Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın çabaları sonucu temizlenmiş ve yaşanır bir yer haline dönüştürülmüştür. Ancak, İbrahim Paşa, sahildeki bazı parselleri gayri Müslümlere satmışmış.

Yine aynı dönemlerde, Bebek: tülbentçi ve nakışçıların barındığı bir yerdir. Ama sonraları, bunlar buradan ayrılıp Üsküdar ve Yenikapı-Langa bölgelerine gitmişlerdir.

19 yüzyılda bir sayfiye yeri olan semt, vapur seferlerinin başlamasıyla sürekli yaşanır bir yer haline gelmiştir. 18 ve 19 yüzyılda, bu sahillerde birçok yalı ve sırtlarda ise köşkler ve konaklar yapılmıştır.

Bebek denince, hani konumuz gezilecek yerler ama bence, buralara yolunuz düşerse, mutlaka ve mutlaka “Badem Ezmesi” yemelisiniz. Bebek yöresinin, çok eski dönemlerden bu yana öne çıkan bu lezzetini, mutlaka tadın. Ama, bunu kilo olarak almak değil, biraz alıp, hemen aldığınız yerde yemek şeklinde tadınız.

misir-elcilik-binasi-1
İstanbul Bebek Mısır Elçilik Binası

 

MISIR ELÇİLİK BİNASI

Buradaki ilk yapı; 1781 yılında inşa edilen, Sultan III. Ahmet’in kadı askeri ve Sultan I. Abdülhamit dönemi Şeyhülislamlarından Dürrizade Mehmet Ataullah Efendinin yalısıdır. Dürrizadeler: Sultan I. Mahmut ve Sultan II. Mahmut arasındaki dönemde, 5 Osmanlı şeyhülislamı yetiştirmiş bir ailedir.

Sonraki yıllarda, yalıda, Lale Devrinde, Sultan III. Ahmet’in Kadı askerlerinden Dürrizade Esseyit Mehmet Arif Efendi oturmuştur. Bu dönemde yalı, Sultan III. Selim tarafından sık ziyaret edilmiştir. Çünkü kız kardeşi Hatice Sultan, Mimar Meelling’e Defterdar Burnundaki Neşetabad Kasrı’nı tamir ettirirken, Dürrizadelerin bu yalısında misafir kalmıştır. O sırada Şeyhülislam olan Dürrizade Esseyit Mehmet Efendi; yalısının büyük bölümünü Hatice Sultan’a tahsis etmiştir.

Arif efendi, 1800’lü yılların başında ölünce, yalı, oğlu Şeyhülislam Abdullah Efendinin olur.

Buradaki ikinci yapı: Sultan II. Mahmut’un Sadrazamlarından Rauf Paşa tarafından ahşap olarak tekrar yapılır.

Daha sonra Tanzimat döneminde, Sultan Abdülaziz’in Sadrazamlarından Ali Paşa yalıyı satın alır ve yenilettirir. Hariciye Nazırı olan Ali Paşa döneminde: yalıda çok önemli toplantılar yapılır ve ünlü konuklar ağırlanır. 1858 yılı Karadağ Konferansı burada toplanır. Girit isyanı sorununun çözüm toplantıları burada yapılar. 1869 yılında İstanbul’a gelen İngiltere Veliahtı, burada verilen bir ziyafete katılır ve Avusturya-Macaristan imparatoru Franz Josehp burada ağırlanır.

Ali Paşa’nın ölümünden sonra ise, mirasçıları buranın masraflarını karşılayamaz. Çünkü yalının aylık masrafları 4.000 altını geçiyordu.

Bunun üzerine, Sultan II. Abdülhamit tarafından satın alınır. Daha sonra: Osmanlı sarayı ile yakın ilişkileri bulunan Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşanın annesi Emine Valide Sultan’a hediye eder. Burada hassas bir husus var, bazı kayıtlara göre, bu yalı Emine hanımın kendisi tarafından satın alınmıştır.

Valide Paşa: Mısır’dan kızları Hatice ve Nimetullah ile İstanbul’a geldiğinde, kendisine hediye edilen bu ahşap yalıda kalır.

Oğlu Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa, Avustralyalı bir kadına aşık olur, evlenirler ve birlikte İstanbul’a gelirler. Ancak Emine Valide Paşa: gelini beğenmez ve oğluna rest çeker. Bunun üzerine, Abbas Hilmi Paşa, Anadolu yakasında Çubuklu’da Hidiv Kasrını yaptırır ve eşiyle orada oturur. Abbas Hilmi Paşanın muhteşem güzel bir yatı vardır. Adı “El-Mahsura” yani “Memleket” demek olan bu yattaki yatak odası, 12 metre uzunluğundadır.

Ayrıca, yine bin tonluk “Safa Bahr” yani “Deniz Sefası” isimli yat da buna eşlik etmektedir. Abbas Hilmi Paşa: Mısır valisi olduktan sonra, annesini ziyaret için bu yatla İstanbul’a gelirdi. Üç bin ton ağırlığında olan bu yatta, sekiz tane Armstrong topu vardı.

Abbas Hilmi Paşa, 30 yıl Hidivlik yaptıktan sonra, 1914 yılında, Osmanlı yanlısı olduğu gerekçesiyle İngilizler tarafından yönetimden uzaklaştırıldı. Hayatının kalan kısmını çoğunlukla Avrupa’da geçirdi ve 1944 yılında Cenevre’de öldü.

Öte yandan: Emine hanım: Sultanın çok saygı duyduğu karizmatik bir kişidir. Bu yüzden: Osmanlı tarafından, ilk kez Sultan tarafından bir kadına “Paşa” ünvanı verilmiş ve Emine hanım: “Emine Valide Paşa” olarak isimlendirilmiştir. Çok güzel, asil, tuttuğunu koparan, zarif ama otoriter bir kadındır. Estetiğe çok düşkündür.

Emine hanım: 1910 yılında: I. Dünya savaşı yıllarında yalıyı yıktırarak, İtalyan Mimar Raimondo D’Aranco’ya yeniden inşa ettirir. (Burada bir ayrıntıdan söz etmemek olmaz, Prof. Afife Batur, yapının iki Avusturyalı mimar, Fabricius ve Antonio Lasciac tarafından tasarlandığını söyler.)

Evet yapı bu sefer, 48 odası bulunan yapı, tam bir saray yavrusu olur. Hatta: “Hidivia Sarayı” olarak isimlendirilir. Emine Valide Paşa ve oğlu Abbas Hilmi Paşa uzun yıllar ve hatta Mısır işgal edilip Hidivlik sistemi bitince bile bu yalıda oturmayı sürdürürler. Emine hanımın dillere destan kayığı ile gezintiye çıkması ayrı bir olaydı.

Kayık o kadar zarifti ki: kayığın mavi kadife örtüsünün ucu, denizi süpürmesi için bir pelerin gibi, bir gelinliğin etekleri gibi sarkıtılır ve kayığın bir kuğu gibi süzülmesini sağlardı. Bu mavi kadife şalın üstünde, gümüşten işlemeli ışıl ışıl parlayan balık resimleri vardı. Sahilden kayığı seyredenler, Emine hanımın kayığını, gümüş renkli balıkların takip ettiğini, gümüş renkli balıkların kayığa eşlik ettiğini sanırlardı.

Emine Valide Paşa: Osmanlı yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti kurulunca: bu yalıyı Türkiye Cumhuriyeti’ne hediye etmeye karar verir. Bu sırada, Osmanlı döneminden kalma “Ağa, Paşa, Bey” gibi unvanlar kaldırıldığında, gerekli yazışmalar sırasında Emine Hanımın Paşa unvanı kullanılmaz. Sadece “Bebekli Emine Hanım” denir.

Ancak kendisine “Bebekli Emine Hanım” denilmesine çok kızan Emine Valide Paşa: bu kararından vazgeçer ve Mısır’ın İstanbul’da bir diplomatik binasının bulunmadığını öğrenince ölünceye kadar burada oturmak koşulu ile yapıyı konsolosluk binası olarak kullanılmak üzere Mısır’a bağışlar.

Burada şunu belirtmek gerekir. Mısır o dönemlerde bir yabancı ülke sayılmıyordu. Çünkü, Osmanlının bir eyaleti gibi değerlendiriliyordu. Kendisi ölünce de, kaldığı korudaki av köşkünün yıkılmasını vasiyet eder.

1931 yılında vefat ettiğinde: vasiyeti yerine getirilir, av köşkü yıktırılır ve yalı-saray’da yeni düzenleme yapılır. Yalı: konsolosluk büroları ve çalışanların rezidansı olarak kullanılmak üzere düzenlenir.

Harem ve Selamlık olarak iki bölümden oluşan yapı, ölçüleriyle Boğaziçi’nin en büyük yalılarından birisidir. 48 odası ve 75 metrelik bir rıhtımı vardır. Dönemin ilk kaloriferli binası olma özelliği taşır. İç mekan ve dış cephesi, Art Nouveai stilindedir. Çatısında dev kuğu figürleri bulunur. Binayı, 110 yıllık sütunlar ayakta tutar. Binanın tavanlarında, art nouveai stilinin en tipik örnekleri olan çiçek, dal ve yaprak figürleri bulunur.

Merdivenler çiçek dallarından oluşan demir motiflerle bezenmiştir. Ayrıca yer yer geometrik motifler de göze çarpar. Bütün avizeler, özel Fransız işçiliğiyle yapılmıştır. Yalının denize bakan cephesi üç, cadde tarafındaki kara cephesi ise iki katlıdır. Birinci kat cumbalarının arasına, loca ve terasların oyuğu yerleştirilmiştir.

Deniz cephesi ve yan cepheler: şerit, feston korniş ve armalarla kuşatılmış taçlardan oluşan, zengin bir süslemeye sahiptir. Çatısının üstünde tam ortada Sultan II. Mahmut Güneşinin içinde “Allahu Teala”nın isimlerinden ikisi yazılıdır. Bunun sebebi yalının yangın ve nazarlardan korunmasıdır.

Binanın formlu çatı ve esas kitle plastiğine bakıldığında: Paris sokaklarında sık görülen konak yapılarını anımsatır. Türk yalı ve sahilhane konum planının bir ögesi olarak, arkasına geniş bir koru sırtlamıştır. İkisi arasına yol girince, geleneksel ve usulüne göre, bir köprücük ile koru ve sahilhane birbirine bağlanmıştır. Bu yol ve üzerinde bulunan daha başka yerlerdeki bu üst geçitler: Cumhuriyet dönemi başlarında sökülmüştür.

Kara tarafından, dört ayrı gözetleme kulesi vardır. Kara yönünden bakıldığında yapının güzelliği pek anlaşılmaz, ancak deniz yönünden bakıldığında muhteşem güzelliği fark edilir.

asiyan-muzesi-00
İstanbul Bebek Tevfik Fikret Müzesi-Aşiyan Müzesi

 

 

TEVFİK FİKRET MÜZESİ-AŞİYAN MÜZESİ

Buranın krokisi bizzat Tevfik Fikret tarafından çizilmiştir. 1906 yılında yaptırılan ve Farsça “Aşiyan” yani “yuva” anlamına gelen yapı: yeşillikler içinde ve muhteşem manzarasıyla ilgi çekmektedir.

Yapının arka bölümü: Boğaziçi Üniversitesine yakındır. Ünlü şair Tevfik Fikret: 1906-1915 yılları arasında burada yaşamıştır. O zamanlar Rober kolej olan üniversiteye, ünlü edebiyatçı buradan aradaki patika yolu kullanarak ve yürüyerek giderdi.

Günümüzde “Aşiyan Müzesi” olarak ziyarete açık bulunan yapıda: devrin yetenekli ressamlarından olan son halife Abdülmecit’in tabloları da görülmektedir.

Aşiyan: Tevfik Fikret’in ölümünden sonra: eski durumunu korumuş olsa da, ihtiyaç gereği eşi tarafından kolej öğrencilerine pansiyon olarak kiralanmış, hatta bir ara satılma durumu olmuştur. Bunun üzerine, o dönemin Milli Eğitim Bakanı, İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı, buranın şehir adına; 1945 yılında eşi Nazmiye Hanım’dan satın alınması ve Edebiyat-ı Cedide Müzesine dönüştürülmesine karar vermişler ve burayı satın almışlardır. Tevfik Fikret’in Eyüp’de bulunan mezarı da, şairin vasiyeti üzerine 1961 yılında Aşiyan bahçesine nakledilmiştir.

asiyan-muzesi-edebiyati-cedide-bolumu-1
İstanbul Bebek Tevfik Fikret Müzesi-Aşiyan Müzesi Edebiyat-ı Cedide Bölümü

Edebiyat-ı Cedide Bölümü

Edebiyatı Cedide akımının başlıca temsilcilerinden birisi de Tevfik Fikret’dir. Akının sona ermesinin ardından, Fikret, Edebiyatçı dostlarını Aşiyan’da konuk etmiştir. Yapıda dinlenme odası olarak ayrılan bu bölüm: Fikret’in edebiyatçı dostlarına ayrılmıştır. Odada: Tevfik Fikret’in edebiyatçı dostlarının fotoğrafları, Galatasaray Lisesinde edebiyat öğretmeni Recaizade Mahmut Ekrem’in son halife Abdülmecid Efendi tarafından yapılmış yağlı boya tablosu sergilenmektedir.

asiyan-muzesi-sair-nigar-1
İstanbul Bebek Tevfik Fikret Müzesi-Aşiyan Müzesi Şair Nigar Hanım Müzesi

Şair Nigar Hanım Müzesi

Şair Nigar Hanım: Türk kadın şairler arasında 19 yüzyılın ikinci yarısında en bol ve en özlü eserler vermiş bir kişidir. Aşiyan Müzesinin bodrum katındaki burada: Şair Nigar’ın eşyaları, kütüphanesi ve arşivi bulunmaktadır. Bunlar: 1959 yılında Şairin oğlu Salih Keramet Nigar tarafından müzeye bağışlanmıştır.

asiyan-muzesi-yatak-odasi-1
İstanbul Bebek Tevfik Fikret Müzesi-Aşiyan Müzesi Yatak Odası

Yatak Odası

Burası, Tevfik Fikret’in hayata gözlerini yumduğu yerdir. 19 Ağustos 1915 tarihinde, 48 yaşında şeker hastalığına yenik düşerek ölmüştür. Yatak odasında bulunan en önemli obje: Tevfik Fikret’in yüz maskıdır. Ölüm maskı geleneğinin Türkiye’de ilk örneği: İlk kadın ressamlarından olan Mihri Müşfik tarafından, ünlü şairin ölümünün hemen ardından, şairin yüzünden alınmıştır.

asiyan-korusu-1
İstanbul Bebek Ayşe Sultan Korusu

AYŞE SULTAN KORUSU

Ayşe Sultan korusu: Bebek-Rumelihisarı sahil yolundan Boğaziçi Üniversitesi kampüsüne doğru uzanan eğimli arazi üzerindedir.

Sultan II. Abdülhamit’in kızı olan Ayşe Osmanoğlu, 1886 yılında doğmuş ve 1924 yılında hilafetin kaldırılmasının ardından Selanik şehrinde Alaatini köşküne sürgüne gönderilmiştir. Ardından ise Paris şehrine yerleşmiştir. Ancak, Başbakan Adnan Menderes, o dönemdeki Paris Büyükelçisine “Ya Sultan Abdülhamit’in ailesini bulursunuz, ya da yarın istifanızı getirin” diyerek, kendisine ulaşmıştır.

Ayşe Sultan, 1952 yılında Türkiye’ye dönmüş ve 1960 yılında İstanbul şehrinde vefat etmiştir.

Ayşe Sultan, kendine ait bu koruluğu, 1942 yılında satmıştır. 1960 yılından sonra, bu koruluk parsellenmiş ve içine villalar ve apartmanlar gibi yapılar yapılarak, burada bir mahalle oluşturulmuştur. Böylece: İstanbul şehrindeki, ilk yok edilen koru olarak önem kazanmıştır. Günümüzde, korudan kalan münferit ağaç kümeleri evlerin arasında görülür. Mahalle sakinleri: buradaki nadide ağaçları korumaktadırlar.

Köşk

Korunun içindeki köşk, 1958 yılında burada bulunan çok büyük çam ağaçlarının kesilmesiyle açılan alana yapılmıştır. 38 odalıdır.

ARİF PAŞA KORUSU

Burası, İstanbul şehrinin en temiz, havadar ve nezih yerlerinden birisi olarak önem kazanır.

Arif Paşa: Sultan Abdülaziz döneminde Hariciye Nazırıdır. 1875 yılında Viyana elçisidir. 1879 yılında ise Sadrazam olmuştur.

Arif Paşanın en büyük özelliği “hastalık hastası” olmasıdır. Buna bağlı olarak: bulunduğu odada soğuktan çok ürktüğü için pencereleri asla açtırmaz, çık sıcak yaz günlerinde bile, kalın paltolar giyerdi. Aynı zamanda çok iyi bir müzik dinleyicisiydi ve aynı şekilde müziğe aşırı düşkün olan Sultan II. Abdülmecit ile birlikte, uzun müzik sohbetlerine katılırdı. Paşa: 1899 yılında ölmüştür.

bebek-camisi-1
İstanbul Bebek Camisi-Hümayün-u Abad Camisi

 

BEBEK CAMİSİ-HÜMAYÜN-U ABAD CAMİSİ

Bebek-Rumeli Hisarı yolunun deniz tarafında, Bebek vapur iskelesinin batısında parkın içindedir. Semtin en tanınmış eseridir.

Caminin bulunduğu yerde: 17 yüzyılda Sultan III. Ahmet döneminde, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından, Bebek köyü bir yazlık yerleşim yeri olarak düzenlenirken, burada o dönemin ünlü “Hümayunabad” kasrı yanında, Sultan III. Ahmet tarafından küçük bir cami yaptırıldı. Bu cami: fevkani bir camidir. Altında mektebi ve minaresinin altında da çeşme vardır. Minareye çeşme haznesinden çıkılır. Çeşmenin üstünde 1138 tarihi yazılıdır. Karşısındaki tek hamam, bu caminin vakfı olan yapılardandır. Caminin yanında “Hümayun-u Abad” adında bir kasır vardır ve buraya halk “Bebek Köşkü” demektedir.

O küçük cami, zamanla harap olduğundan, Evkaf Nazırı Mustafa Hayri Efendi tarafından yıktırılarak, yerine günümüzde görülen cami yapıldı.

Yeni cami: Birinci ulusal mimarlık akımıyla Mimar Kemalettin tarafından 1912 yılında yapılmıştır.

Yapıda: iki adet kitabe levhası ve bir de yapının tarihini veren son cemaat yeri girişinin üstündeki kitabede “Ketebe Hakkı” imzası vardır. Kitabeler: biri son cemaat yeri girişinde, diğeri harim kapısı üstündedir.

Kare mekanın üstünü: tek ve küçük ama şişkince bir kubbeyle örten, 14 yüzyıl Bursa üslubunun sentezidir. Yani klasik ögeler ağır basar. En son klasik Osmanlı eserlerinden biri sayılmaktadır.

Caminin tek minaresi vardır. Taş minare yüksek kaideli ve çokgen gövdeli olup, şerefesinin altı üç sıra mukarnaslıdır. Minarenin girişi; dışında son cemaat yerinin sağ tarafındadır. Yazıları: Hattat İsmail ve Macit Efendiler tarafından yazılmıştır. Kesme küfeki taşından inşa edilmiştir. Alçak duvarlı bir avlu içindedir. Son cemaat yeri üç gözlüdür. Ahşap olan kadınlar mahfiline, ahşap parmaklıklarla sınırlanmış olan müezzin mahfilinin doğu tarafında, yine ahşap olan merdivenle çıkılır.

kayalar-mescidi-3
İstanbul Bebek Kayalar Mescidi

 

KAYALAR MESCİDİ

Bebek’ten Rumelihisarı’na doğru giderken solda kalır. Ancak pastel krem rengiyle pek dikkat çekmez.

Günümüzde: Kayalar Mescidinin haziresinde yatan “Melameti” tarikatı pirlerinden İsmail Maşuki’nin mezar taşı: yoldan geçen araçlardan bile rahatlıkla görülmektedir. Bu basit mezar taşı: İstanbul’un en ünlü efsanelerinden birinin tanığıdır.

Melametilik: 9 yüzyılda Horasan’da doğar ve Bağdaş ve Türklerin yoğun bulunduğu bölgelerde hızla yayılır.

Melametilik tarikatının o dönemlerde kuralları tam olarak bilinmez. Ancak, başlıca kural: gösterişli törenler yapmak ve halkın içinde olmaktır, yani halktan kopuk olmayı kabul etmezler. Allah’a ulaşmak için zikrin değil, fikrin önemli olduğunu savunurlar. Bu yüzden: tekke ve benzeri yapıları yoktur. Melametiler, halktan kopuk durmayı yasaklarlar ve sürekli halkın içinde yaşarlar. Onlar için kazanmak için emek harcamak gerekir ve bu yüzden çalışırlar.

Pir Ali’nin oğlu olan Şeyh İsmail Maşuki: Aksaray şehrinde doğar. Çok genç olduğu için “oğlan” lakabı ile anılır. Bir süre sonra İstanbul’a gelir. Ayasofya ve Fatih Caminde yaptığı konuşmalarla insanları büyüler ve özellikle askerler arasında çok sevilir. Ancak sevenleri kadar sevmeyenleri de vardır.

16 yüzyılda “Allahım Allahım” diye söylenerek zikir yaparken, onu çekemeyenler, bu sözleri yanlış değerlendirerek, Sultan Süleyman’a şikayette bulunurlar. Kanuni: “Çağırın bir de ben duyayım” der ve bunun üzerine, Maşuki: huzura getirilir. Kanuni: “Sen Allah mısın? “ diye sorar. Maşuki: anlatmak istediklerinin yanlış anladığını fark eder ve hemen niyetini ve Melametiliğin felsefesini açıklar.

Bu açıklamalarında, Sultan’a “Hepimiz oyuz, ondan geldik, ona gideceğiz” der. Ancak, bu sözün sonunu getirdiğinde, arkadaşlarıyla birlikte Sultanahmet’te başları vurularak idam edilirler. İdam sırasında Maşuki “Başlarımızı denize atın, nereye sürüklenirse bizi oraya gömün” der. Kesik başlar, karanlık Boğaziçi sularında “Allah Allah” diyerek yol almaya başlayınca, başta Sultan ve diğerleri olmak üzere yaptıkları yanlışlıktan ötürü kahrolurlar.

İsmail Maşuki’nin kesik başı: üç gün sonra Bebek sahillerinde burada bulan bir derviş, cesedin gövdesini de alarak buraya bahçeye gömer. Ardından, buraya 1528 yılında dergah yapılır. Ancak ardından gelen yıllarda tahrip olunca, 1877 yılında dönemin Kadiri Şeyhlerinden Niyazi Efendi: günümüzde görülen yapıyı yaptırır.

Yapı: iki kat sıralı dikdörtgen çevreli pencereleri, düz çatısı ve dışa doğru çıkıntı yapan, silindirik mihrap oyuğuna sahiptir. Yapının zemin katında, bir ayazma bulunduğu söylenir. Çünkü; Osmanlı gelmeden önce, buralarda Bizans balıkçı köyleri vardır.

durmus-dede-tekkesi-1
İstanbul Bebek Durmuş Dede Tekkesi

DURMUŞ DEDE TEKKESİ

17 yüzyılda, Akkirmanlı Durmuş Dede, bu yöreye yerleşir.

Durmuş Dede ile ilgili anlatılan bir efsane vardır. Buna göre: Dede bir gün karşı taraftan Bebek tarafına geçmek istediğinde parası olmadığından sandala binemez ve bir kütük bularak bunun üzerine biner ve buradaki dergahının bulunduğu yere yakın Boğazkesen hisarına ulaşır.

O sıralarda, yaptırdığı Boğazkesen hisarından çevreyi seyreden Fatih Sultan Mehmet: dedeyi görür ve onun hisara girmesine engel olmak isteyerek ‘Dur yerinde” der. Bunun üzerine dede, durur ve tam orada ölür. Böylece “Durmuş Dede” olarak isimlendirilir ve öldüğü yere bir mezar yapılır.

Takip eden dönemlerde: Boğaziçi’nden gelip geçen gemiler: mallarının bir kısmını, bu dedeye bırakırlar ve karşılığında dedenin hayır duasını alarak yollarına devam ederlerdi.

yilanli-yali-1
İstanbul Bebek Yılanlı Yalı

 

YILANLI YALI

Kayalar Mescidinin yanındaki, Aşiyan parkına bitişik olan bu yalı, Bebek ve Boğaziçi yalıları arasında ünlüdür.

Çünkü, bu yalı: İstanbul’da; taş duvar üzerinde, geleneksel mimari üslupla yapılmış birkaç ahşap yalıdan biridir. Yani, klasik Osmanlı sivil mimarisinin önemli örneklerinden biridir. Üst kat konsolları denize doğru çıkar. Bu kısımlar, eli böğründe isimli taşıyıcı elemanlarla taşınmaktadır. Harem ve Selamlıktan meydana gelen yalının haremi: biraz daha küçüktür. Geniş sofaları: Sakal-ı Şerif odası, meşkhanesi, selsebil odası ve arkasındaki hamamı ile kendisine özgü bir görünümü vardır. Bu odalar arasında özellikle Sakal-ı Şerif odasının ayrı bir önemi vardır. Burada: ramazan ayında teravih namazı kılınır, kandil ve bayramlarda ziyaret edilirdi.

Sultan I. Abdülhamit ve Sultan III. Selim dönemlerinde 1700’lü yılların sonlarında yapılarak, muhtelif tadilatlarla günümüze kadar ulaşmıştır. Yalının ilk sahibi Tavukçu Reis lakaplı Reisülküttab Mustafa Efendidir. Ardından Kepçe Nazırı Mustafa Efendi, Raşid Efendi ve Yahya Efendi Dergahı Postnişi Mehmet Nuri Şemsettin Efendinin mülkiyetine geçer. Yılanlı yalının kuzey kısmını, Şemsettin Efendi ilave etmiştir. Şemsettin Efendi: yalının Rumelihisarı’ndaki Zağanos Paşa Kulesine kadar uzanan bahçesinden bir bölümümü Tevfik Fikret’e vermiştir. Günümüzdeki Aşiyan Köşkü bu arazidedir.

Yalının “Yılanlı Yalı” isminin kaynağı: Sultan II. Mahmut kayıkla sahilden geçerken; Hariciye Nazırı Mustafa Efendinin bu yalısını beğendiğinde, Muhasip Said Efendi: yalının sahibini korumak için, yalının içinde yılan olduğunu söyler ve böylece Padişahın yalıya sahip olması önlenir.

Yalının giriş kapısının yanında, kubbeyle örtülü büyük bir taş oda vardır. Raşid Efendi, yaz aylarında tüm zamanını burada geçirirdi. Burası: havuzu ve duvardaki sebil ile birlikte serin bir yerdir ve misafirler burada ağırlanırmış. Odanın çevresi sedirler ve minderlerle kaplanmış, dolaplar onları tamamlamıştı. Yalının günümüze ulaşan Selamlık kısmı: geniş bir set üzerindedir ve restore edilmiştir.

Yalının baş odası, en güneyde ve denize en yakın odadır. Raşid Efendinin çocukları, yalı ile ilgilenmeyip, bakımını aksattılar.

22 Mayıs 1964 tarihinde, yalıda şaibeli bir yangın çıkmış ve harem bölümü tamamen yanmıştır.

Yalı: üç kardeşe miras kalır, ancak üç kardeşinde yalıyı restore edecek parası yoktur. Üç kardeşten biri hissesini satar ve bu hisseyi satın alan kişi: yalıyı tamamen yıkar ve içini beton,  dışını ahşap halde yeniden yaratır. Yeni yapı kaloriferlidir. Ayrıca, iki kardeşe, ana binanın yanındaki küçük binayı ikiye bölerek bırakır. Üç kardeşten ikisi ölmüş, sağ olan kardeş halen yalıda yaşamaktadır. Yalıyı yaptıran kişi ise, borçları nedeniyle yalıyı başkasına satmıştır.

tevfik-ercan-yalisi-1
İstanbul Bebek Tevfik Ercan Yalısı-Özel bir restoran

TEVFİK ERCAN YALISI-ÖZEL BİR RESTORAN

Bebek girişindeki bu yalı, Boğazın en güzel yalılarından birisidir. MAN kamyonlarının sahibi Tevfik Ercan: 1970’li yılların ortalarında: Bebek Güneş Park Gazinosuna (günümüzde Poseidon Lokantası) komşu, deniz kıyısında geniş bir rıhtımı olan Narlıyan Apartmanını satın alarak restore ettirdi ve burası Tevfik Ercan Yalısı olarak anılmaya başlandı.

Tevfik Ercan, 2004 yılında ölünce, 25 yıl yaşadığı yalı satışa çıkarıldı. Yalıyı satın alanlar: yapılan restorasyon sonucunda yalıyı restoran olarak kullanmaktadırlar.

BEBEK OTELİ

Bu otel, Boğaz içinin Rumeli yakasının üçüncü yalı otelidir.

Bebek koyunda, Bebek-Rumelihisarı yolu üstündedir.

Yapı: 1965 yılında yapılmıştır. 47 oda ve 95 yatak yanında, bar ve terasta bir kafe vardır. Otelin barı: 1985 yılında Newsweek Dergisi tarafından “Avrupa’nın en iyi barı” seçildi.

FİKRET YÜZATLI YALI KÖŞKÜ

Bu iki katlı yalı köşkü Bebek otelinin sahilindedir. 1968 yılında İsmet İnönü’nün yaverlerinden Fikret Yüzatlı tarafından yaptırılmıştır. Fikret Bey: Kurtuluş savaşı sırasında çeşitli cephelerde savaşmış ve dört kere gazi olmuştur. Ayrıca, İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunda İzmir’e en önde girmiş ve kışlada asılı Yunan bayrağının indirerek, yerine Türk bayrağı çekmiş ve cesaretiyle tüm silah arkadaşlarının takdirini kazanmıştır. Kurtuluş savaşında, yüz tane süvariye komuta etmesi nedeniyle, kendisine İsmet İnönü tarafından “Yüzatlı” soyadı verilmiştir.

Duvarlar betonarme olmasına rağmen, ahşap saçağı, beyaz boyası ve şale stiliyle bir muhabbet kuşu gibidir. Holden, basamaklarla akvaryum gibi deniz üzeri salona inilir.

hekimbasi-yalisi-1
İstanbul Bebek Hekimpaşa Yalısı

HEKİMPAŞA YALISI

Bu yalı: Bebek vapur iskelesinin civarında, üç birimden oluşan saray yavrusu, pembe bir yalıdır. Burası: büyük yalı, ortanca yalı ve küçük yalı diye anılır.

Yalı: 1805 yılında Sultan III. Selim döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet tarafından satın alınır.

Hekimbaşı Behçet Efendi, Abdülhalik Molla ve oğlu Hayrullah Efendiye intikal eder. Hekimbaşılık: Abdülhak Mollanın sarayda bir numaralı hekim olmasından ileri gelir. Hekimbaşı: Sultan II. Mahmut döneminde açılan Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane’nin ilk mezunlarındandır. Sultan Abdülmecid’in hekimbaşılığına getirilmiştir. Aynı zamanda bir botanik bilginidir, otlar ve çiçeklerden yaptığı ilaçlarla tanınırdı. Üç sultana doktorluk yapan Hekimbaşının, bahçesine diktiği ve kendi aşıladığı bir gül “Hekimbaşı gülü” olarak bilinir.

Büyük şair Abdülhak Hamit: bir fırtınalı gün olan 5 Şubat 1852 tarihinde, burada dünyaya gelmiştir.

Mareşal Moltke: bu yalının set set bahçelerinden ve içindeki güllerden övgü ile söz eder. Kendisi: Boğaziçi’nin ilk topoğrafik haritasını yapmış ve hatıratında bu kıyılardaki uzun gezintilerinin anlatmıştır.

Sultan II. Mahmut, 1832 yılı yazında Hekimbaşı Behçet Efendinin yalısını ziyaret etmiştir. 1831 yılında, İngiltere, Rusya ve Fransa elçileriyle birlikte, burada Yunan hududu meselesi görüşüldü. Hekimbaşı, Bebek yalısında bir eczane yaptırmış ve eczanenin kapısına “Ne ararsan bulunur bunda devadan gayri” yazılı bir levha astırmıştır. 19 yüzyılda, Abdülhak Molla: gerek yalıyı ve gerekse meşhur çiçek ve meyve bahçelerini daima imar ettirdi.

Yalının mirasçıları: 20 yüzyıl başlarında kuzeydeki selamlık bölümünü yıktırır ve bahçe haline getirirler. Yalının ön cephesi çürümüş olduğundan 1978 yılında yenilenmiştir. 1980’li yıllarda ise, denize doğru kayma gösteren yalının önüne, boydan boya, dokuz ayağın üzerine oturtulmuş bir rıhtım yapılmıştır. Hekimbaşı Yalısının günümüze gelen, aşı boyalı harem kısmı, yan yana üç ayrı bölümden oluşur. Bu bölümlerden biri üç, biri iki ve diğeri tek katlıdır. Bu yalı, televizyonda yayımlanan “Bin bir gece” isimli diziye ev sahipliği yapmış, 2010 yılında ise restore edilmiştir.

İŞİRAH VADİSİ VE LAZERİSTLER

İskele karşısında, Etilere çıkan İnşirah vadisi; İstanbul’un önemli parçalarındandır.

İki yanı koruluk olan yolun daha doğrusu yokuşun solundaki tepede: Zincirlikuyu’dan başlayarak uzun caddede: siteler ve apartmanlar inşa edilmesine rağmen, yola ismini veren ve orijinal durumunu yitiren Nisbetiye köşkü görülür.

Yolun sonunda ise: Rum kilisesi önünde, İstanbul’un en muhteşem çınar ağaçlarından biri görülür. Sultan II. Abdülhamit: Bebek sırtlarındaki bu derin vadinin güney yamacını kaplayan geniş araziyi: 1908 yılında Fransız misyonerlerinden lazeristlere tahsis eder. Lazeristler buraya çeşitli binalar yaparlar. Özellikle buradaki okul önem kazanır, okulda her dinden zengin ailelerin çocukları okur ve 7-8 dil öğrenirdi.

Ancak misyonerler ölünce, uzun zaman bu yapılarla kimse ilgilenmez. 1956 yılında ciddi bir yangın yaşanır.

20 dönüm arazi içindeki Lazerist kilisesine ait manastır: 1980 yılında yeniden kullanıma hazır hale getirilir ve Saint Benoit Lisesi Vakfı misafirhanesi olur.

Yokuşun solundaki çıkmaz sokak ve uzun merdivenler, manastırın bulunduğu yüksek avluya ulaşır. Soldaki büyük taş yapı, saat kulesidir.

Vakfa ait manastıra devlet tarafından el konulmuş ve özel şahsa kiralanmış, 1987 yılından bu yana otel olarak işletilmektedir. Ancak vakıf tarafından hukuksal girişimlerde bulunulduğu öğrenilmiştir.

SACRE COEUR FRANSIZ KİLİSESİ

Bu Katolik kilisesi yeni Yıldız Koleji binasının hemen yanındadır. Buranın tüm yapılarıyla birlikte 1856 yılında inşa edildiği söylenmektedir. Geniş bir arazide: okul ve yetimhane ile birlikte bir kompleks olarak yapılmıştır. Okul uzun zaman önce kapanmıştır.

katolik-yetimhanesi-1
İstanbul Bebek Fransız Katolik Yetimhanesi

FRANSIZ KATOLİK YETİMHANESİ

Şehrin en etkileyici ahşap binalarından biri olan bu yapı: hemen kilisenin bitişiğindedir.

Günümüzde de işlevini sürdürmekte olan yapı: ahşaplık ve büyüklüğü ile ilgi çeker. 1856 yılında inşa edilmiştir. İlk zamanlarda, burada Süryani çocukları iki yıl eğitim aldıktan sonra Fransa’ya gönderilir ve Fransa’da rahip ve rahibe olarak yetiştirilirdi. Ardından ailelerine de Fransa’da oturma izni verilirdi. Çünkü, Fransızlar “kendi ülkelerinde din adamı olmak isteyen genç bulamadıkları için, dış ülkelerden çocuk toplamayı” tercih ediyorlardı. Daha sonraki dönemde, burası Karaköy’deki St Benout Lisesi tarafından yazlık okul olarak kullanılmıştır. Azınlık vakfı olmasına rağmen, tepedeki diğer yetimhaneye devlet el koymuş, ardından da bir şirkete kiralamıştır. Kiralayan şirket, tepedeki yetimhaneyi, lüks rezidanslara dönüştürmüştür. Vakıf yetkilileri ise, hukuksal girişimlerde bulunmuşlardır.

kavafyan-konagi-1
İstanbul Bebek Kavafyan Konağı

 

KAVAFYAN KONAĞI

Katolik yetimhanesinin hemen yanındadır. İstanbul şehrinin en eski ahşap konuklarından biridir. Sultan I. Mahmut döneminde, 1751 yılında yapılmıştır. Bu tarih: bu eski konağın altındaki kuyu taşının üstünde yazılıdır.

Ancak günümüze kadar hiç yangın geçirmemiş ve ilk günkü orijinalliğini korumaktadır. Türk ev mimarisinin korunmuş ve bozulmamış en önemli bir örneğidir. Yapılış tarihine göre, İstanbul’da ayakta duran en eski evdir.

Konak: önceleri bir Rum evi olmasına rağmen, sonraları Ermeni bir aileye geçmiş ve Kavafyan konağı olarak anılmıştır. Çünkü yapının salonunda hala portresi duran Balkapanlılar tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Ancak bazı tarihçilere göre, konak bir Ermeni tarafından yaptırılmıştır.

Üç katlı ve gösterişli bir yapıdır. Ahşap cephesi kırmızı aşı boyalıdır. Her iyi yönden pencereli ve aydınlık sekili eyvanları, yüklükleri ve nişleri vardır. Setler halinde yükselen bahçesiyle de Osmanlı bahçe mimarisinin küçük bir örneğidir. Bu setleri birbirine bağlamak için istinat duvarlarına dayandırılmış dik merdivenler kullanılmıştır.

Konağın setli bahçeleri, bakımsızlıktan yoğun bitki örtüsüyle kaplanmış ve oldukça harap bir durumdadır. Kavafyan konağının en önemli iç mimari özelliklerinden birisi de dönemin en erken örneği olan “manzara betimlemeli duvar resimleri” dir. Duvar nakışları, barok süslemeler, tavanlarda bulunan manzara şeritleri, pencere başlıkları ilgi çeker.

1980 yılında; Anıtlar Yüksek Kurulu kararıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetine geçen konakta, 1998 yılına kadar, Kavafyan ailesinin beşinci kuşak torunları ne gariptir ki kiracı olarak yaşamıştır. Bu arada, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından konağın bahçesi, özel bir okul sahibine kiralanmıştır. Kira şartı olarak: konağın yıkılmadan, dış görünüşü eskisine benzeyen bir yapıya dönüştürülmesiymiş.

Günümüzde konak boştur. Kaderine terk edilmiş durumdadır. Yapı: haremlik, selamlık, hamam, mutfak, arabalık, ahır, avlu, taşlık, magralı sebil, çeşmeler ve su kuyusundan oluşan bir bütün iken, günümüzde geriye sadece harem dairesi kalmıştır ve orası da tamamen harap durumdadır.

ayios-0
İstanbul Bebek Ayios Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi

 

AYİOS HARALAMBOS RUM ORTODOKS KİLİSESİ

Ana caddeden 100 metre kadar içeride İmşirah Sokaktadır. Bebek’ten Etiler’e çıkarken, Tevfik Fikret İlköğretim okulunun karşısındadır. Bir zamanlar, bu kilisenin yanında Rum ilkokulu bulunuyordu.

Aziz Haralambos: önemli bir din adamıdır. Roma imparatoru Septimus Severus döneminde (193-210) Manisa şehrinde Hıristiyanların ruhani lideri olarak görev yapıyordu. Roma imparatorluğu henüz Hıristiyanlığı kabul etmediği için, dönemin valisi Lukianus tarafından verdiği vaazlar nedeniyle tutuklanmış ve işkenceye uğramıştır. Çırılçıplak soyulduktan sonra, derisi yüzülen Haralambos’un ağzına bir de hayvan gemi takılmış, halkın içinde gezdirilmiş ve sonra da başı kesilerek öldürülmüştür. (Bunlar elbette rivayet)

Yapı: 1830 yılında zengin Rum aileleri tarafından yaptırılmıştır. Dar bir avluyla çevrelenmiş ve dikdörtgen bir planı vardır. 1962 yılında beton çan kulesi eklenmiştir. Duvarları yığma taş, çatısı kiremit döşelidir. Kuzey avlu bölümünde bulunan mezarların tarihleri 1883-1907 yılları arasına kadar gider. Kilisenin ilk yapılışından 61 yıl sonra bile buraya defin yapıldığı anlaşılır. Cemaatinin olmadığını öğrendim.

bogazici-universitesi-1
İstanbul Bebek Boğaziçi Üniversitesi-Robert Koleji

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ-ROBERT KOLEJİ

Eski adıyla Robert Kolej olan yapı, günümüzde Boğaziçi Üniversitesidir. Arazi: Bebek ve Rumeli Hisarı arasındaki tepelerde uzanır. Arazi: devlet adamı Ahmet Vefik Paşa’dan satın alınmıştır. Kendisi: Molier’den yaptığı uyarlamalarla tanınır.

Üniversitenin alt giriş kapısı ve tarihi bekçi binası, görülür. Buradan içeri girip, muhteşem korunun içinden tepeye çıkarsanız, kampüsün tadını çıkarabilirsiniz.

Gelelim tarihi geçmişe: Robert Koleji, Amerika dışında açılan ilk Amerikan kollejidir. Amerikalı misyoner Cyrus Hamlin tarafından 1863 yılında kurulmuştur. Hamlin, Kırım Savaşı sırasında Florence Nightingale ile birlikte çalışmış bir misyonerdir ve Türkiye’yi çok sevdiği için burada bir Amerikan eğitim kurumu açmıştır. Erkek öğrencilerin eğitim gördüğü bu okul, ismini finansal destekçisi Christopher R. Robert’dan almıştır. Okul 1971 yılında Milli Eğitim Bakanlığına devredilmiş ve ardından Boğaziçi Üniversitesi olarak açılmıştır. Kolej ise, Arnavutköy’de bulunan Robert Kız Kolejiyle birleştirilmiş ve eğitime karma olarak devam edilmiştir.

asiyan-parki-1
İstanbul Bebek Kayalar Mezarlığı ve Aşiyan Parkı

KAYALAR MEZARLIĞI VE AŞİYAN PARKI

Robert Kolejden çıkan ve Beşiktaş-Sarıyer ilçelerinin hududunu oluşturan yokuşun, her iki tarafı da Kayalar ve Rumeli Hisarı mezarlıkları idi.

19 yüzyılda Bebek’den buraya kadar olan yokuşlu sahilde: Osmanlı mezarları görülüyordu. Bu mezarların birçoğunun mermer mezar taşları üstündeki isimler “altınla” yazılmıştı. Buraya dev kayalar olduğundan, Kayalar Mevki deniyordu. Buradaki mezarlar Osmanlılar için kutsaldı. Çünkü; bu yöreye geldiklerinde, ilk şehit düşenler bu mezarlıkta gömülüydü. Bu yüzden, Hisar’a yakın olan tekkeye “Şehitler Tekkesi” denilmektedir.

1950 yılından sonra, zamanın hükumeti tarafından, çeşitli nedenlerle, Kayalar Mezarlığı istimlak edilip “Gazino” haline getirildi. Uzun yıllar, Aşiyan Gazinosu olarak isimlendirilen bu mekanda: sazlı sözlü programlar yapıldı. 1985 yılında ise, burası Belediye tarafından park yapıldı. Parka: hemen yan taraftaki mezarlıkta yatan Orhan Velinin heykeli dikildi.

RUMELİ-AŞİYAN MEZARLIĞI

Bu bölge, fetihten hemen sonra “Nafi Baba Tepesi” olarak bilinir. Tepenin çevresi, 1452 yılında Rumeli Hisarı inşaatı sırasında, Bizanslıların saldırıları sonucu öldürülenlerin mezarlığı olarak kurulmuştur. Bu yüzden, buraya aynı zamanda “Şehitlik” veya “Şehitlik Tepesi” de denilmiştir. Ancak: yine de bir çelişki vardır. Rumeli Hisarı inşaatında ölenlerin burada mı yoksa Kayalar Mezarlığında mı gömülü oldukları tam olarak bilinmemektedir.

Buradaki mezarlık, ilk yapıldığında deniz kenarına kadar uzanıyordu. Ancak yol yapım çalışmaları sırasında, birçok mezar kaldırıldı. Bunlar arasında, ünlü şair Mehmet Nesip Efendinin kabri de bulunmaktadır. Günümüzde: Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi önemli kişilerin mezarlarının bulunduğu mekandır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.