MERRAKECH-CASABLANCA ŞEHİRLERİ ARASINDAKİ ULAŞIM:
Fas Casablanca: Otoyol var. Yaklaşık 3 saat sürüyor. Yalnız, yol üzerinde, tek bir tesis var.
O da, Merrakech çıkışında yani daha sonra yol üzerindeki 2.5 saatlik sürede, herhangi bir tesis yok. Yol boyunca, tarım arazileri görebilirsiniz, pek keyifli bir yolculuk değil, sıkıcı.
ŞEHİR HAKKINDA GENEL BİLGİ:
Casablanca Arap kökenli bir isim değil. İspanyolca. Şehre adını veren beyaz evler, Merrakech’deki gibi günümüzde maalesef tek bir renk olarak kalmamış.
Şehirdeki yerleşim birimlerinin rengi, çoğunlukla beyaz. Ama, değişik bir beyaz, kirli beyaz. Okyanus rüzgarı ve şehrin kumlarının kirlettiği bir beyaz.
Fas’ın en büyük liman kenti. Fas ekonomisinin merkezi konumunda. Ülkenin diğer şehirlerine nazaran, daha modern.
Binalar, Avrupa mimarisini andırır tarzda yapılmış, modern görünümlü. Caddeler geniş ve düzenli. İki tarafı da ağaçlar süslüyor. Ağaçsız ve yarı çıplak bir çöl kenti beklerken, karşınızda, yemyeşil bir kent buluyorsunuz. Şehrin büyük bölümünü palmiye ağaçları süslüyor.
Casablanca’da, ilk bakışta, ülkenin tüm şehirlerinde olduğu gibi, iki ayrı şehir göreceksiniz.
Birincisi, Medina olarak isimlendirilen yer.
Yalnız, Fas’ın diğer şehirlerinden farklılık, burada göçmen nüfusun bulunması. Göçler nedeniyle, buradaki insan yapısı biraz farklılaşmış.
Yani yaşayan insanlar daha fevri, stresli, kavgacı gibi. Yankesicilik yaygın, özellikle otel kapı önlerinde ve kalabalık yerlerde, mutlaka: çanta, cep telefonu, cüzdan, fotoğraf makinası, video kamerası gibi eşyalarınıza daha çok sahip çıkmanız gerekiyor.
Şehrin diğer bir özelliği de; Paris’ten küçük olmasına rağmen, Paris’tekilerden iki kat daha fazla kafe bulunması. Her yerde kafe var. Bunların bir çoğu; bulundukları mekandan taşmış, cadde ve sokaklara masa ve sandalye atılmış.
Buralarda oturmak gerçekten keyifli, oturun ve çevrenize bakının, en çok ne içiliyor, ona göre sipariş verin. Tavsiyem; kahve veya nane çayı.
ŞEHİR GEZİ PLANI:
Otoyoldan çıkıp, şehre girdiğinizde, yoğun bir trafik ile karşılaşacaksınız. Bu trafik ve insan kalabalığı, yalnızca cuma günleri, cuma namazı saatlerinde ve sonrasında sakinleşiyor. Çünkü: cuma namazı saatlerinde ve bir zaman sonraki saatlerde, şehirdeki bütün hayat duruyor. Bu sürede, restoranlarda yemek dahi bulabilmeniz mümkün değil.
Evet, girişte; yolun her iki yakasında sağlı sollu villalar göreceksiniz. Devam ettiğinizde, sağ yanınızda Casablanca şehrindeki teknoloji ile uğraşan tüm firmaların bir arada bulunduğu yapıları göreceksiniz. Teknoloji geliştirmeye odaklanmış bir yer. Ayrıca, banka merkezleri de var. Yazılım firmaları da. İyi derecede Fransızca konuşuluyor olması ve ucuz işçilik. Özellikle, Fransız firmalarının buralara gelmesine neden oluyor.
Yola devam edildiğinde, bir mahalleye geliniyor.
Burası, şehrin en önemli ve en pahalı, zenginlerin ikamet ettikleri bir mahalle. Bunun nedeni ise, bir zamanlar, burada, berberi kabileleri ikamet ediyormuş.
Faslı, bir zamanlar dedelerinin ikamet ettikleri, hayvan otlattıkları, at koşturdukları bu topraklarda, bugün yaşayabilmenin karşılığı olarak, burada ev-villa sahibi olabilmek için büyük fedakarlıklar yapmak zorunda imiş.
Şehirde yaşayan bütün köklü ailelerin, burada villaları varmış. Villalar alınıyor, yapılıyor ama asla satılmıyormuş. Oturdukları bu araziye asla terk etmiyorlarmış.
İlerlerken, sağınızda “Megala” denilen bir yer görünecek. Burası, dünyanın en büyük sinema ekranı (571 metre kare) bulunan sineması. Yalnız, açık alan değil, kapalı alanda, bu ölçüde büyük ekran bulunması ilginç.
Yürüyüş yolu nedeniyle, yenileme çalışmaları var. İlerlemek pek mümkün değil. Yine de, ilk durak olan okyanus kıyısına ulaşıyorsunuz.
Unutmamak gereken konu, gezi güzergahı yalnızca merkezde yürüyerek yapılabilir. Yani, yürüyerek sur içindeki çarşı, yeni şehir, meydanlar gezilebilir.
Diğer yerlere (okyanus kıyısı, II. Hasan Camii gibi) gidiş için sanırım taksi kullanmanız şart.
OKYANUS KIYISI:
Fas Casablanca denince, akla hemen okyanus kıyısı geliyor. Zaten, bu kıyıda göreceğiniz güzellikler, gerçekten sizi şaşırtacak düzeyde. Önce okyanus kıyısına gidin. Okyanus kıyısında sahil uzunluğu, yaklaşık 3000 metre.
Kıyının güney ucuna gittiğinizde, bir ada göreceksiniz. Ama, tam olarak denizin içinde kalan bir ada değil. Kıyıya bitişik. Sular çekildiğinde yarımada, geri geldiğinde ise ada oluyormuş. İsmi orijinal: büyücüler adası.
Ama aynı zamanda, kurşun adası da deniliyor. Bunun nedeni ise, bu adada, kurşun dökülmesi imiş. Adanın üzerinde, bir miktar baraka tipi ev var. Uzaktan bakıldığında, insanlar da seçilebiliyor. Nazara karşı kurşun dökülmesi ile ünlenen adada, bugün 3-5 ton kurşun bulunduğu söyleniyor.
Bu değişik adayı uzaktan izledikten sonra, kıyıda ilerlemeye devam ediyoruz.
Kıyıda, çok sayıda kafeterya ve peş peşe beach clubler var.
Mc.Donalt burada. Caferlerden birine oturup, kıyının sessizliğini ve beyaz köpükler çıkararak, bir çizgi halinde kıyıya paralel gelen dalgaları izleyin. Kesinlikle, büyük keyif alacaksınız.
Bu uzun kıyı parçasının, büyük bölümü hala bakir. Faslılar ve kendini faslı gibi görenler, bu uzun kıyının güzelliği ile gurur duyuyorlar, ama bizim ülkemizde de aynı tür bir çok kıyının bulunduğu kesin.
Ayrıca, bu güzel görünümün diğer yanı, yanı deniz yanının tam anlamı ile güzel olduğunu söylemek mümkün değil.
Malum, okyanus hani girmek kolayda, çıkmak zor, zor bir deniz, zor olduğu kadar da tehlikeli. Dolayısı ile, kıyı ne ölçüde güzel olursa olsun, girilecek deniz olmadıktan sonra anlamlı olduğunu kabul etmiyorum.
Yalnız; inanın seyri mükemmel. Oturun bir kafeye ve seyredin, sonuçta seyrettiğiniz okyanus ve dünyanın birçok yerinde okyanus görme şansınız yok.
Belki, bu açıdan da seyir keyifli oluyor, okyanus seyrettiğinizi düşünerek, yoksa sonuçta, görünen büyük bir su tabakası, yani deniz. Gidin Antalya’ya, oturun yat limanında kayaların üzerinde, aynı görüntüyü yani denizi, deniz mavisini, gökyüzü mavisini görmeniz mümkün.
Ama burada biliyorsunuz ki, karşınızda okyanus, ilginç olan sanırım bu, yani isim.
Evet, bulunduğum dönemde, kıyıda ve şehrin büyük bölümünde, yol ve inşaat faaliyetleri nedeniyle gerek araç trafiği ve gerekse yaya trafiği olumsuz etkilenmiş durumda. her yer kazılmış, kaldırım ve orta refüj yapılıyor.
Sanırsınız ki, şehirde seçim var, seçim yatırımı için muhteşem bir inşaat faaliyetlerine girişilmiş, hayır. Şunu duydum ki, kral, yavaş giden çalışmalar nedeniyle, mevcut valiyi görevden almış ve yerine yeni bir vali atamış.
Yine de, buranın insanı, kıyıda, belirli bir bölümde, yürüyüş, koşu ve köpek gezdirme gibi faaliyetlerini sürdürmeye çalışıyor.
Okyanus kıyısında araç ile ilerlemeye devam ediyorsunuz. Solunuzda film platoları kalıyor.
FİLM PLATOLARI:
Buralarda, daha önce söylediğim gibi, Fas’a güneş ışınlarının dik gelmesi nedeniyle, birçok filim çekilmiş. Özellikle: Truva filminin burada çekilmiş olması ilginç.
Filmi ilk kez gördüğümde, bizim ülkemizdeki geçmişi anlatan bu filmin, neden bizim ülkemizde çekilmediğini uzun uzun düşünmüş ve üzülmüştüm.
Ama, gerçekten, Fas’ta gerek bu filmin ve gerekse diğer birçok filmin çekilmesi için mantıklı ve geçerli bir sebep, bu ışık olayı.
Çünkü: açık havada, güneş ışınları yere dik geldiği için, hiçbir objede, gölgeleme yapmıyor, bu büyük bir avantaj, çünkü gölgeleme olsa, filmi çekenler bu gölgelemeleri önlemek için ilave ışık kaynakları kullanmak zorunda kalacaklar.
Halbuki, burada öyle bir zorunluluk yok, doğal ışık. Ve, doğal ışığın dünya üzerinde, bu şekilde başkaca bir ülkede bulunması mümkün değil.
Evet, devam ettiğinizde, uzaktan, muhteşem minaresinin boyutu ile, Kral II. Hasan Camii görünmeye başlıyor. Caminin yanına gitmeden önce, resim alabilmek için mutlaka mola verin. Çünkü, caminin yanına gittiğinizde, tek kare fotoğrafta, bu muhteşem büyük yapıyı sığdırmanız pek mümkün olmayacak.
KRAL II.HASAN CAMİİ:
Evet, araç park yerleri müsait, caminin yakınına kadar gidebiliyorsunuz.
1986-1993 yılları arasında yapılmış ve halen bir kısım bölümde inşaat faaliyetleri devam etmekte. Caminin inşaatında, 2500 işçi, günde çift vardiya çalışmış. Tüm inşaatın, 800 milyon dolara mal olduğu söyleniyor.
Mekke ve Medine’dekiler dışında, dünyanın en büyük camii. Atlantik okyanusu kıyısında, denizin doldurulması ile elde edilen alan üzerinde, deniz kenarındaki kayalık bloklar üzerine kurulmuş.
Bunun nedeni; hani daha önce anlatmıştım, hatırlarsanız, Arap akıncıları, her yeri Müslümanlaştırarak kuzey Afrika’da ilerlerken, bu denizle karşılaşırlar ve dururlar ” bu deniz olmasaydı, biz bu dini bütün dünyaya yayardık ” şeklinde bir söz söylenir.
İşte; Afrika kıtasının en batı ucuna, akınların denizde son bulduğu noktaya bu caminin yapılması, bu nedenle anlamlı.
Denize bakan batı bölümü, tehlike arz ettiği için kullanıma kapalı.
Cami, toplam: 20 bin metre karelik bir alanı kapsıyor. Dünyanın en büyük inşaat firmasına yaptırılmış (Fransız), mimarı da Fransız.
Fas kralı II. Hasan, aslında bu camiyi, ihtiyaca binaen yaptırmamış. 1986 yılında, Fildişi Sahilleri Ülkesinde, dünyanın en büyük katedrali yapılır.
Bunun üzerine, kral ” benim temsil ettiğim dinin bulunduğu bu kıtada, dünyanın en büyük yapısı, katedral olamaz, cami olmalı ” Bu düşüncenin sonucu olarak, bu büyük cami yapılır.
Minaresi 210 metre yükseklikte. Dünyanın en uzun cami minaresi. Ama, ülkedeki cami yapıları, daha öncede söylediğim gibi değişik. Bir kere kubbe yok, çatılar düz. Ayrıca, minareler, bizdeki gibi silindirik değil, dik dörtkendir.
Bu durumda, uzunluğu bir hayli fazla olan minare yapmak mümkün. Yapının tepesindeki çatı bölümü, hareket edebiliyormuş. Özellikle, kadir gecesi, ibadet edenlerin gökyüzünü görebilmeleri için, caminin tepesindeki çatı bölümü açılıyormuş.
Aynı anda, içeride 25 ve dışarıda ise 85 bin kişinin ibadet etmesi mümkün imiş.
Müslüman olmayanların camiye girmesine izin verilmiyor. Bunu nasıl anlıyorlar. Cami girişinde görevliler var. Yanlarına yaklaştığınızda, yabancıları gayet güzel anlıyorlar. Ve bir sınava sokuluyorsunuz, ” Kelime-i Şahadet ” getirmeniz isteniyor, söyleyince, birkaç dua ( örneğin Fatiha) söylemeniz daha isteniyor, bu sınavı geçerseniz camiye girmenize izin veriliyor.
Bir de şu var, elbette, burası bir ibadet yeri, elinizde veya boynunuzda fotoğraf makinası, video kamerası ile girmenizi hoş karşılamıyorlar ve de özellikle çekim yapmanızı kesinlikle hoş karşılamıyorlar, sıkıntı yaşamamak için dikkat.
Caminin içi de, dışı gibi pırıl pırıl. Çok bakımlı tutuluyor. İçeri girerken, ayakkabılarınızı koymanız için size torba veriliyor. Girişin solunda, merdivenlerden aşağıya indiğinizde abdest alma yerleri ve tuvaletler var.
Yalnız, tuvalet ve abdest alma yerlerinin birlikte olması bence saçma olmuş. Abdest alma olayı, mistik bir olay, aynı anda, tuvaletlerden gelen kötü kokuların, ortamın mistikliğini olumsuz etkilemesi mümkün değil.
Buradaki cuma namazları, normalden daha uzun sürüyormuş.
Ayrıca, o kadar muhteşem bir kalabalık giriyor ki, sanırsınız tüm şehir camiye akın ediyor. Elbette çıkışta büyük bir izdiham, sakın kalabalığın arasında kalıp, sıkıntı yaşamayın. Dikkatli olmakta yarar var.
Evet, caminin bahçesinde oturmak için mutlaka zaman ayırın. Caminin bahçesinde, duvarlar üzerine oturun ve bir süre okyanusu seyredin, ilerdeki deniz fenerini izleyin. Caminin minaresinin, muhteşem işlemelerini, oya gibi yapılmış, rengareng boyanmış, tüm minare tam bir sanat eseri gibi işlenmiş.
Bir süre, bu muhteşem minareyi ve üzerindeki işlemeleri mutlaka izleyin. Yapının, kapıları tamamen gümüşten, kesin tonlarca gümüş kullanılmış olmalı.
Evet, gezimize devam ediyoruz. Şimdiki rota, halen günümüz Fas Kralının ikamet olarak kullandığı sarayın da bulunduğu, Habous Semti.
HABOUS SEMTİ VE ÇARŞISI:
Halen kralın yaşam yeri olan saray burada. Saraya hizmet eden çeşitli meslek guruplarına ait kişilerin saraya giriş çıkışı için kapılar var. Balıkçılar kapısı, sepetçiler kapısı, demirciler kapısı gibi.
Neden? Çünkü, sarayın muhtelif ihtiyaçlarını gören ve her gün başvurulan bu kişiler, saray dışında konuşlanıyorlar. Göreceğiniz çarşı, bu kişilerin konuşlandıkları bir bölüm.
Evet, Fransızlar, işgal bitip, bölgeden ayrıldıktan sonra, onlarca boşaltılan gayrimenkuller, Fas’da Habous Bakanlığına geçer.
Bakanlık, burada kurulu. Semtin adı da, otomatikman, Habous olarak anılmaya başlanır. Bu bakanlığın meşkuliyeti ise, Fransızların terk ettikleri gayrimenkullere, yörenin insanlarının yerleştirilmesi.
Çünkü; birileri yani Fransızlar yurtdışına göçerken, yurt içinde hareketlilik olur. Zaten; alışkanlıklar gereği, berberi aileleri çocuklarını, büyük şehirlerdeki yakınlarının yanına, okusun, meslek öğrensin gibi nedenlerle, sık sık gönderirler.
Dolayısı ile, şehirde zamanla muhteşem bir nüfus artışı olur. Şehrin 70-80 bin kişilik nüfusu, bugün 6 milyona ulaşmıştır. Habous Bakanlığı, bu nüfus artışını dengeleyecek şekilde, Fransızlardan kalan gayrimenkulleri, yerel halka, dar gelirlilere küçük bedeller karşılığı kiralar.
Evet, çarşı orijinal. Yine; küçük küçük dükkanlar, dar ara sokaklar. Ama, burada satıcılar, kolunuzdan çekiştirmiyor, daha sakinler. Fazla, dilenci yok. Ama, cuma günü buraya gelmiş olmanın verdiği hüznü yaşıyoruz.
Çünkü, tüm dükkanlar kapalı. Cuma namazından sonra açılacağı söylense de, hayır, açılmıyor, çoğunluğu yani yüzde doksanı kapalı. Böyle bir durumu bile bile buraya getirilmiş olmak, gerçekten saçma.
Özellikle, bunu bile bile, bir saat mola verilmesi, sizlerin boş sokaklarda, kapalı dükkanların kapıları önünde boş boş dolaşmanıza neden oluyor. Veya, çarşı girişindeki kafeye gidip oturabilirsiniz, ama tabii içinizden şunu söylememek elde değil, ” kafeye oturmak için mi, buralara kadar geldiniz? ”
Tek orijinallik, hemen çarşının girişinde, sol yandaki ilk sokaktaki pastane.
Buraya, mutlaka uğrayın. Arap kültürüne ait, birçok farklı tür ve lezzette kurabiye ve tatlı var. Tatabilme şansınız da mevcut. Tadın ve beğendiklerinizden, kendinize veya ülkedeki yakınlarınıza bir hediye tatlı paketi yaptırabilirsiniz.
Mutlaka düşünün, fiyatlar da uygun. Daha önce dediğim gibi, benim bu bildiğimi her kez biliyor. Ama sizde bilin. Cuma namazına giden bu insanlar, namazdan sonra geleneksel olarak mutlaka evlerine gidip kuskus yiyorlar ve daha sonra bir süre uyku alışkanlıkları var.
Yani; cuma namazı ve sonrasında, bir müddet, tüm şehirde hayat duruyor. Bunu bile bile, çarşı dolaşmaya çıkmamalı.
Evet, bu çoğu kapalı dükkandan oluşan çarşıdan ayrılıyoruz. Yol üzerinde, Birleşmiş Milletler Meydanı ve Kral 5.Hasan Meydanı var.
MEYDANLAR:
Evet, Fas Casablanca’da, gezilebilecek iki meydan var. Bunlar; pek orijinalliği olmayan meydanlar. Yani görseniz de olur, görmeseniz de olur cinsinden. Birleşmiş Milletler Meydanı, bir yanında Adalet Bakanlığı binası, diğer yanında büyücek bir havuz ve havuzun çevresinde, yerlerde satış yapan birkaç satıcı, yörenin insan kalabalığı.
Burada, ilginçtir, bir turizm ofisi göreceksiniz. Ofise girip harita isterseniz, hayır bulamayacaksınız, peki ne var, bol miktarda, Fransızca broşür. Peki, Fransızca bilmeyenler için, hiç. Zaten görevli bile, doğru dürüst İngilizce bilmiyor, yalnızca Fransızca.
Evet, meydandan batıya doğru yürümeye devam edin.
Sağınızda büyük caddeler kalacak. Bu caddelere girin, özellikle giysi üzerine alışveriş mağazaları görmeniz mümkün. Güzel mağazalar var. Seyyar satıcılar ve bol miktarda dilenci de göreceksiniz. Kendinizi bir kafeye atıp, güzel ve buraya has bir kahve içebilirsiniz ve yoldan geçenleri izleyerek, bir miktar zamanınızı değerlendirebilirsiniz.
Yine de, buraya gelmiş olmak, kafede oturmak olmamalı bence, gezmeye, yürümeye devam edin. Ancak; daha önce söylediğim gibi, buranın güvenlik durumu biraz problemli. Yolda yürürken bir bakıyorsunuz, caddenin kenarında, ölü gibi boylu boyunca yatan, üstü başı perişan insanlar göreceksiniz.
Dilenciler o kadar bol ki, tek güzel yanı, pek rahatsız edici değiller. Dilencilerin büyük bölümü, hareketli değil, yerlere, köşe başlarına oturmuş sabit duruyorlar.
Evet, yeni çarşıdan, doğuya ve güneye doğru yürümeye devam ettiğinizde, surları göreceksiniz. Sur içinde, malum eski çarşı yani Medina.
MEDİNA-ÇARŞI:
Burası, Fas Casablanca da şehrin tam merkezinde. Sarımtırak renkli surlarla çevrili. Hemen girişte, büyük bir saat kulesi ilgi çekiyor. Tarihi dokusu, labirent gibi düzenlenmiş sokakları olan bir yer. Diğer şehirlerdeki Medina’lardan farklı olarak, burada yüksek volümlü Arap müziği çalınması.
Bol miktarda, kopya müzik ve film cd. si satan tahta ve tekerlekli tezgahlar var. Bunlardan yükselen yüksek volümlü Arap müziği bir nebze sizi şaşırtıyor. Neyse, devam ettiğinizde; ara ve dar sokakların ilerlediğini görüyorsunuz, ama güvenlik problemi yaşanması nedeniyle, sakın ola, bu ara sokaklara tam olarak dalıp kaybolmayı düşünmeyin, burada halk gerçekten çok fakir bir görüntü sunuyor. Burada; halk yoksul.
Her elli metrede bir, dilenci görmek mümkün.
Ama, bu dilenciler, bazı internet sitelerinde yazıldığı gibi, sakin duran dilenciler değil. Peşinizden geliyor, önünüze atılıyor ve yolunuza dikiliyor, dikkat etmekte fayda var. Dilenciler, burada, rahatsız edecek düzeyde.
Sanırım, yapmanız gereken, asla kalabalık yerlerden ayrılmayın ve ara sokaklara dalmayın. Sabahın erken saatlerinde buraya gelirseniz, sokaklarda çöp yığınları göreceksiniz. Çünkü; halk çöplerini sokaklara ve açığa bırakıyor.
Bir süre sonra, öğleye doğru çöpçüler el arabaları ile gelip çöpleri topluyorlar. Tabii bu aradaki zaman zarfında, çöpler, gerek insanlar ve gerekse kedi, köpekler tarafından kurcalanıyor. İnsanlar dahi, çöpten buldukları ile beslenmeye çalışıyorlar, böyle görüntüler, işte buranın insanını yoksulluğu hakkında sanırım size yeteri kadar bilgi verecektir.
Evet, Medina, ülkenin diğer şehirlerinde olduğu gibi, sur içinde toplanmış dükkanlardan oluşuyor. Satıcılar biraz daha fevri, yani stresli gibi, yani burası pek alışverişe uygun değil gibi. Tercih sizin.
Yalnızca görme babından gezip çıkmakta yarar var diye düşünüyor ve tavsiye ediyorum. Yoksa, almayı son ana bıraktığınız bazı şeyleri burada bulsanız dahi, fiyatı nedeniyle almakta zorlanacaksınız çünkü pek pazarlık etme şansı olacağını sanmıyorum.
Evet, işte Casablanca, ismi filmlere konu olmuş meşhur Casablanca bu.
Bu arada, Casablanca filminin burada çekilmiş olmadığını hatırlatmadan geçmemek gerek. Evet, şehri mümkün olduğunca gezmeye çalıştık. Önemli olan zaman. Eyer, bir günden fazla zamanınız varsa bu şehirde, mutlaka okyanus kıyısındaki kafelere gitmeyi tercih edin. Bunun dışında, şehirde yapabileceğiniz başkaca bir şey olduğunu sanmıyorum.
Yoksa, gidip Birleşmiş Milletler Meydanında dolaşmak, bir kafeye oturup gelip geçeni seyretmek, pek orijinal değil. En azından, bulunduğunuz yerden kalkıp, binlerce kilometre öteye gidiyorsunuz, insan orijinal bir şeyler arıyor değil mi, ama yok işte. Bu kadar.
Son olarak; şehir ile havaalanı arasındaki mesafe bayağı uzun.
Özellikle, trafiğe takılma sıkıntısını da değerlendirerek, uçak kalkış saatinden çok önce, havaalanı yönünde hareket etmenizde yarar var.
Bir de havaalanındaki sürekli kontrol mekanizmalarından geçerken zaman kaybedeceğinizi hatırlayın, dönüş için form doldurmayı unutmayın, yanınızda dirhem kalmamasına dikkat edin, yoksa hatıra kalır, free shop mağazalarında gezebilmek için birazcık da olsa zaman ayırın. Evet, hoşça kalın, iyi yolculuklar.