Antik Akhisar, günümüzde, hemen hemen tümüyle, binalar ve modern kent sokakları ile örtülmüş. Ancak, eski dönemlere ait kalıntılar, hala görülebiliyor. Birçok sokak köşelerinde: antik taş görmek mümkün.
ULAŞIM
İzmir-İstanbul karayolu üzerindedir. İl merkezi, Manisa’ya uzaklık: 52 km. dir. İzmir-Akhisar arasındaki uzaklık ise: 86 km. dir. Akhisar-İstanbul arasındaki uzaklık: 470 km. Akhisar-Bandırma arasındaki uzaklık; 190 km.
Akhisar’da, demiryolu ulaşımı da bulunmaktadır. Şöyle ki, Bandırma-İzmir demiryolu, ilçeden geçer.
TARİH
MÖ.14.yüzyılda, Amazon kadın savaşçılarının bir kolunun, Lidya bölgesine kadar geldiği ve kraliçeleri Myrine tarafından, Akhisar-Dikili arasında bazı yerleşim yerleri kurulduğu ve bunlardan bir tanesinin de, kendi adını verdiği ve Akhisar olduğu söylenmektedir.
Yani, Akhisar’ın ilk kuruluşu, Amazon savaşçıları tarafından, ve MÖ.14 yüzyıla kadar gitmektedir. Bu kurulan yerleşim yeri:; MÖ.24 yılında, yani aradan 1300 yıl geçtikten sonra, bir deprem sonucu yıkılmış. Yıkıldığı anda, kasabanın ismi: Tyatirin. Kasabanın daha sonraki dönemlerdeki isimleri: Polonya, Ohipko, Semiramis.
Evet, Lidyalılar zamanında: Senatosu ve kalabalık nüfusu ve zenginliğiyle, burası, önemli bir şehir olarak öne çıkar.
Muhtemelen Lidya döneminde kurulmuş olan Thyatira, Anitoküs’ün yenilgiye uğramasından sonra: Selevküslerin eline geçmiş ve daha sonra Bergama krallığının bir parçası olmuştur. Roma egemenliği sırasında, Hıristiyanlık buraya yayılmış ve Hıristiyanlığın ilk çağlarına ait, Ege bölgesinde bulunan, 7 kiliseden biri burada yapılmıştır.
Bizans döneminde: İmparator Konstantin tarafından, Gölmarmara’ya sürülen Tyeder: Akhisar’in günümüzdeki istasyonu ile hastane arasındaki bölüme bir kale yaptırır. Bunun üzerine, şehrin ismi: Aspro-kastro olur. Yani: Aspro (ak) ve kastro (hisar) anlamına gelmektedir.
1307 yılında, şehir Türklerin egemenliğine girince, şehrin ismi: Akhisar olarak değiştirilir.
1919-1922 yılları arasında: Yunan işgali görülür. 6 Eylül 1922 tarihinde ise, düşman işgalinden kurtarılır. Şehri terk eden Rum ve Ermenilerin yerine, Rumeli Türkleri ve Yugoslavya’dan gelen Türk göçmenler yerleştirilir.
GENEL
Akhisar ilçesinin üzerinde bulunduğu, antik Thyaterira kenti: geçmişte, erken bronz dönemlerine kadar inen bir maziye sahiptir. Antik çağda, burası önemli bir dokumacılık merkezi olarak öne çıkıyor. Ayrıca: yöredeki başlıca merkezlere ulaşımı sağlayan yollar, burada kesişmektedir.
Bu nedenle: askeri ve ticari açıdan büyük önemi bulunmaktadır.
Türkiye’nin büyüklük açısından, ilk 10 ilçesi içindedir. Ancak, İlçe olmasına rağmen, 81 ilin, en az 50 tanesinden daha büyüktür. Bağlı köy merkezi bakımından, Balıkesir il merkezinden sonra, en fazla köye sahip yerleşim yeridir.
İlçe, kendi adını taşıyan bir ovanın ortasında kurulmuştur. İlçe sınırlarında, en yüksek yer, 1224 metre rakımlı, Sıdan dağıdır. İlçe merkezinin denizden yüksekliği ise, 94 metredir.
Akhisar ovasının en önemli akarsuyu: antik dönemde “Hyllos” ya da “Phryrgos” çayı denilen Kum çayıdır. Gediz nehriyle birleşir.
İlçede, tek kültürel etkinlik “Çağlak Festivali” adı altında, her yıl Mayıs ayında yapılmaktadır. Akhisar denilince, burada yapılan Faytonlarda öne çıkıyor.
Akhisar ekonomisinin temeli: tütündür. Tütün, Akhisar ile özdeşmiştir. Fakat son yıllarda, zeytin de öne çıkmaya başlamıştır. Özellikle, son 15 yılda, zeytin alanlarında büyük artış olmuştur. Zeytin çeşitlerinden, sofralık zeytin yetiştirilmektedir.
Yeşil zeytin üretiminde Türkiye’nin toplam üretiminin % 70 ve siyah zeytin olarak ise, Türkiye üretiminin % 20 lik kısmı burada üretilmektedir. Tüm bunların yanında: İlçede, Manisa Celal Bayar Üniversitesine bağlı olarak, Zeytincilik Meslek Yüksek Okulu var. Bu okul, zeytincilik sektöründe kalifiye eleman ihtiyacını karşılamaktadır.
İlçenin turistik özellikleri değerlendirildiğinde: halen Akhisar Devlet Hastanesinin bulunduğu höyükte: MÖ.3000 yıllarından kalma mezar ve çanak-çömlek bulunmuştur. Antik kent olan Thyateira: bugünkü modern kentin altında kalmıştır.
KONAKLAMA
Öğretmenevi, 27 yatak kapasitelidir.
NE YENİR
Akhisar’ın köftesi meşhur. Evet, merkezde, mutlaka bu köftelerden tadın. Köfte yanında, muhteşem paça çorbasından da tadabilirsiniz. İstanbul’dan güneye giden yolcuların tümü, genelde köfte yemek için buraya uğrarlar.
NE SATIN ALINIR
Buradan: minyatür at arabası satın alabilirsiniz. Bu şirin objeler, gerek kendiniz ve gerekse yakınlarınız için hediyelik. Bunun dışında; Çarşamba, Cuma ve Pazar günleri kurulan Pazar yerlerini de ziyaret edebilirsiniz.
GEZİLECEK YERLER
TEPE MEZARI
Bu tepe üzerinde yapılan araştırmalar sonucu bulunan kalıntılardan: buradaki ilk yerleşimin, MÖ.9000 yılına kadar uzandığını ortaya koymaktadır. Burada, bir zamanlar: Thyateira antik kentinin tapınağı bulunuyormuş.
1969-1971 yılları arasında, burada kazılar yapılmış. Bu kazılarda: kuzey yönünde, bir dikdörtgen Roma binasının duvarları ortaya çıkarılmış. Yaklaşık 40 metre boyutları ile güney yönüne 10 metre ilerliyor. Ayrıca: yine Roma dönemine ait sütunlu bir cadde ve çeşitli mimari parçalar ile sikkeler bulunmuş.
Evet, bu küçük tepe, Dünya Savaşından bu yana, İlçenin devlet hastanesine ev sahipliği yapıyor. Hastanenin bahçesinde, günümüzde bir lahit ve Helenistik tablet görülebiliyor.
ULU CAMİİ
Eski bir kiliseden çevrilmiştir. Yapım tarihi bilinmemektedir. Güney tarafı: antik yapının duvarlarından ve kemerli kısımlarından oluşmaktadır. Doğu ve Batı duvarları: Türk stiline uygun olarak: kısmen onarım ve ilaveler görmüştür. Cami haziresinde, Osmanlı-Türk mezar taşları işçiliğinin güzel örnekleri görülüyor.
PAŞA CAMİİ VE HAMAMI
İlçe merkezinde, 1469 yılında, Sarı Ahmet Paşa adına yaptırılmıştır. Caminin, diğer camilerden farklı olarak, bir sağ ve diğeri sol tarafta, iki namazgahı vardır. Doğu ve batı cephelerindeki pencerelerin yarı saydam renkli camları, Türkiye’nin ilk cam fabrikasının üretimidir.
ÇAĞLAK DERESİ
İl merkezine 56 km. uzaklıkta olup, Akhisar ilçesinin kuzeydoğusunda, Kargı köyü yakınlarındadır. Çağlak deresinin geçtiği çam ve zeytin ağaçlarıyla kaplı bir mesire yeridir. Her yıl, Mayıs ayının ilk ya da ikinci haftasında, burada Çağlak Festivali yapılıyor.
SÜLEYMAN ÇAMLIĞI
Akhisar-Kırkağaç kara yolunun, 12.km.de, Süleyman Kasabası yakınlarındadır. Zengin orman örtüsüne sahip, içme suyu ve tuvaletleri bulunan, güzel bir piknik alanıdır.
ATALİA (SELÇİKLİ)
Akhisar’ın kuzey batısında, Selçikli köyü yakınlarındadır. Şehrin: MÖ.261 yılında kurulmuştur. Adı: Helenistik orijinini göstermektedir. Pergamon krallarından Eummenes I. Tarafından kurulmuştur.
HERMOKAPELİA (BÜKNÜŞ)
Akhisar’ın batısında, bugünkü Büknüş’ün bulunduğu yerde kurulmuştur. Roma döneminde, idari yargı yönünden Pergamon’a bağlıdır. Ama, nispeten büyük bir kent konumundadır. Burada: İmparator Sempimus Severus, Germenicus Constantius ve oğullarına adanmış heykeller bulunmuştur.
HİEREKOMEİ (BEYOBA)
Beyoba kasabasının hemen güneyinde kurulmuştur. Artemis-Persika Tapınağıyla ünlüdür. İlk adı: Hierakome (kutsal köy) iken, Roma imparatorlarından Augustus yönetimi sırasında, Hierokaisereia (Kaisarın kutsal kenti) adını almıştır. Kent: MÖ.1.yüzyılda, kendi parasını basacak kadar önem kazanır.
MECİDİYE KASABASI
İdeal bir piknik yeridir. Buradaki tepede, büyük olasılıkla Helenistik dönemden kalma, bir kale kalıntısı bulunuyor.
ŞAHANKAYA
Akhisar-Gördes arasında kalan bir bölgede bulunuyor. 1000 metre yükseklikteki görkemli kaya parçası, tüm bölgeye egemen bir ilk çağ kalesini barındırıyor. Ama, buraya çıkış son derece güç. Bu kaya, özellikle dağcılar açısından önemli bir spor alanı. Buraya: ünlü gezgin Evliya Çelebi, çıkmış.
Selendi: Ankara-İzmir karayoluna 16 km. uzaklıktadır. Selendi-Simav arası uzaklık: 56 km. Selendi-Demirci arası uzaklık: 60 km. Selendi-Uşak arası uzaklık: 77 km. Selendi-Salihli arası uzaklık: 86 km. Selendi-Kula arası uzaklık: 38 km. dir. Selendi ilçesinin il merkezi olan Manisa’ya uzaklığı ise: 158 km. dir.
GENEL
Manisa Selendi; Selendi, Gediz ırmağına dökülen Selendi çayı kenarında kurulmuştur. İlçenin adı: Karaselendi köyü yakınlarındaki kalıntıların antik dönemdeki ismi olan “Slendos” dan esinlenerek, Selendi olarak geçmektedir. Zaten: 1282 yılına kadar, buranın ismi, “Slondos” olarak bilinmektedir.
Selendi bitki örtüsü bakımından, büyük zenginlikleri olan bir yöredir. Ancak, eski dönemlerde burada rastlanan sık ormanlık alanlar, zamanla hayvancılık ve tarla açma bahanesiyle, yok edilmiştir. Özellikle, yörede keçi üretiminin yaygın olması mevcut bitki örtüsünün ve ormanların yok olmasında çok etkilidir.
Ancak, bazı köylerde, ormanı yok edici olarak bilinen keçi üretimi yasaklanmıştır. Bunun sonucunda, kırsal kesimde, kümes ve besi hayvancılığı yapılmasına başlanmıştır. Ayrıca, İlçede üretilen, Amerikan tipi küçük yapraklı tütünler çok değerlidir. İlçe merkezindeki pazarda, bolca tütün satılır. Kiloyla, gramla tütün satın alabilirsiniz. Hatta, satıcılardan biri, hemen tütün sarıp size uzatır ve beğenip beğenmediğinizi sorar.
İlçe merkezi: 400 metre yüksekliktedir. Ancak, bu merkezi çukurluğun hemen çevresinde, azami yüksekliği 1500 metrelere varan sıra dağlar bulunmaktadır. İlçe sınırları içinde doğan ve ilerleyen Selendi çayı, Gediz nehrine en çok su taşıyan akarsu durumundadır. Özellikle, kış aylarında Selendi çayı taşarak, çevresindeki konutlara zarar vermektedir.
Bölgenin iklimine gelince, burada ılıman Akdeniz iklimi hakimdir. Uzun süreli soğuk hava etkili olmaz. İlçe merkezine, yılda yalnızca bir-iki kez kar düşer. Yazları ise, sıcak ve kurak bir iklim hakim olur. En sıcak aylar: Temmuz ve Ağustos.
Selendi’nin tüm özelliklerinden söz etmek gerektiğinde, unutulmaması gereken bir şey daha var. İlk Türk butik şarabı burada üretiliyor. Bu üretilen şarabın en büyük özelliği: kükürt dioksit oranının en düşük seviyede olması. Bu özelliği, içildiğinde ertesi günü baş ağrısı yaratmaması.
Önce bir hobi olarak düşünülen, ancak daha sonra harika şaraplar üretilen bir ortam var. O kadar özenle çalışıyorlarmış ki, üzümleri daha taze iken sıkabilmek için, Türkiye’de pek yaygın olmayan şato tipi ekim yapmışlar. Yani, ev, bağın kenarında değil, tam ortasında. Az üzüm, yüksek kalite yakalamaya çalışıyorlarmış. Değişik ve güzel bir tat. Meraklısının ilgisini çekiyor. Tekel bayilerinde bulunmayan bu şarap, bazen büyük marketlerde satışa sunuluyormuş. İçecek denilince, Kula Maden Suları da, Selendi ilçesi sınırları içinde üretiliyormuş. Ayrıca: dr’s Selendi adında, içimi çok hoş bir maden suyu daha var.
EL SANATLARI VE DOKUMACILIK
Manisa Selendi: Yörede, el sanatları ve dokumacılığın tarihi önemi vardır. Bölgede: 450-500 yıllık dokuma eserlerin muhafaza edildiği ve korunduğu görülmektedir. Bölgede, fabrika kurulmadığı için: günümüzde, az da olsa el dokumaları, hali, kilim, çul, torba, kuşak, heybe dokumacılığı sürdürülmektedir. İlçede halk genellikle: Kızılkeçili, Karakeçili, Gacar aşiretlerinin bulunduğu Yörük geleneklerinin yaşatıldığı yerlerde, halı ve kilim dokumacılığı sürdürülmektedir. Yörükler, kendi yaşantılarını ve geleneklerini, halı ve kilim desenleri üzerine yansıtırlar.
TARİHİ
Bölgede, bilinen ilk yerleşimin, MÖ.7.yüzyılda, Lidyalılar tarafından yürütüldüğü bilinmektedir. Slendos olarak isimlendirilen Lidya şehri, Lidya devletinin başkenti Sard şehrine bağlıydı. Ancak, Lidya Devletinin, MÖ.7.yüzyıl sonlarında, Persler tarafından istilaya uğramasından, bu şehirde etkilenir ve Sart şehri gibi, Slendos şehri de, talan edilir. Bu tarihten sonra, bölgede ve Slendos şehrinde, Pers egemenliği görülür.
Takip eden süreçte: Makedonya Kralı Büyük İskender, Pers kralı 2.Darius’u yenince, MÖ.332 yılında, Slendos şehri ve çevresi, Büyük İskender’in hakimiyeti altına girer. Daha sonra ise, Bizanslılar bölgede egemen olurlar. MS.1282 yılına kadar, Bizanslıların hükümranlığı devam eder. Aynı yıl, yani 1282 yılında, Germiyan oğlu Ali Şir bey, Selendi ve çevresini Bizanslılardan alır. Yıldırım Beyazıt döneminde ise, bölge, Osmanlıların egemenliğine girer.
1918 yılında, tüm çevrede olduğu gibi, burada da düşman istilası görülür. 4 yıllık mücadele sonucu, 3 Eylül 1922 tarihinde, düşman işgali sona erdirilir. 1954 yılında, İlçe haline getirilir. Manisa ilinin en küçük ilçelerindendir.
Bu arada, güncel bir olaydan söz etmeden de olmaz. 2010 yılı içinde, ilçe merkezinde, romanlar ile yerli halk arasında çatışmalar çıkmış ve bunun üzerine, romanlar ilçe sınırlarını terk etmek zorunda kalmışlardır.
Yani: Selendililer, yerleşim yerlerinde, başka milletten insanları linç edebiliyorlar, onları topraklarından sürebiliyorlar. Kendilerine bunun sebebi sorulduğunda ise: “romanların: tefecilik, çetecilik, mafyacılık yaptığını, o yüzden kovduklarını” söylüyorlar.
CİRİT
Bu küçük ilçenin, ilginçtir, cirit takımı var ve bu takım Türkiye Şampiyonu. Özellikle, Erzurum ekibinin en büyük rakibidir. İlçede, 3 Eylül kurtuluş günü şenlikleri bünyesinde “kültür ve cirit festivali” düzenleniyor. Bu festivalde, cirit oyunları da büyük ilgi çekiyor.
NE YENİR
Tarhana, höşmerim, keşkek ve yufkası meşhurdur.
GEZİLECEK YERLERİ
KARASELENDİ KÖYÜ
İlçe merkezine 4 km. uzaklıktadır. Merkez ilçedeki mahallelere çok yakındır.
Bu köyün yerleşim alanının geçmişi, Bizans dönemine dayanmaktadır. Köy merkezinde ve çevresinde, bol miktarda Bizans ve özellikle Lidya dönemine ait madeni paralar ve şamdanlıklar bulunmuştur.
Bizans döneminden öncede, köy merkezinde yerleşim kalıntıları bulunmuştur. Şöyle ki, burası Lidya döneminden itibaren yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. “Selendos” adı ile anılmaktadır. Resmi kazılar yapılmamış olup, kazı yapıldığında, hala, Lidyalılar dönemine ait tarihi kalıntılar ortaya çıkmaktadır.
Lidyalılar, MÖ.7’nci yüzyılda, burada ilk yerleşimi kurmuşlardır. Ancak bu kurulan şehir, yani Slendos şehri: Lidyalıların başkenti “Sard”a bağlı olarak varlığını sürdürmüştür. Tarihi süreç içinde: Lidya devletinin, MÖ.7’nci yüzyılda, Pers kralı Kross’un baskınına uğraması sonucu, Sart şehriyle birlikte, Slendos şehri de, büyük yıkıma uğramıştır.
Evet, çoğu tarihi bölgemizde olduğu gibi, burası da, define avcıları ve kaçakçılar tarafından talan edilmiştir. Günümüzde: burada geçmiş dönemdeki Bizans uygarlığına ait yalnızca birkaç kalıntı görülmektedir. Bunlar: bir taş anıt, dikili taş ve birkaç mağara.
Bunun dışında, bölgede rastlantılar sonucu bulunan eserler: çevre Müzelerine gönderilmiştir.
KINIK KÖYÜ PİKNİK ALANI
Burası, Selendi ilçesinin güneyinde ve ilçe merkezine 7 km. uzaklıktadır. Kurtuluş savaşında, bu mevkide, şiddetli çatışmalar yapılır. Burası, ilçenin, tek dinlenme ve eğlence alanıdır. Bol ağaçlı, temiz ve sakin bir havası bulunmaktadır.
Şehzadeler şehri, şifalı mesir macunu, sultaniye üzümü.
ULAŞIM
Manisa-İzmir arasındaki uzaklık; 36 km. dir. Manisa ve İzmir birbirine gerçekten çok yakın. İzmir’de çalışan birçok kişi, Manisa’da ikamet ediyor ve her gün bu kısa yolda gidip-geliyor.
TARİH
Antik çağlardan bu yana, Sipylos adıyla bilinen dağın eteklerinde, kurulup gelişen Manisa kenti, yerleşim yeri özelliğini günümüze kadar sürdürmüştür.
Homeros’a göre: şehir, Truva savaşına katılan, Teselyalı Magnetler tarafından kurulmuştur. Bunlar: bugünkü Yunanistan’ın Teselya bölgesindeki Pelion dağı civarında yaşayan topluluktur.
Magnetler: Batı Anadolu’ya göç ettiklerinde, önce Menderes nehri kıyısındaki Magnesia’yı, daha kuzeye giden bir kolu da, Sipylos dağı eteklerindeki Magnesia’yı kurmuşlardır.
Özellikle: MÖ.7 ve 11. yüzyıllar arasındaki Lidyalılar ve Bizanslılar döneminde, önemli bir uygarlık ve kültür beşiği olarak öne çıkmıştır. Şehrin antik çağlardaki ismi “Magnesia” dır.
Şehir, 1313 yılında, Bizanslılardan, Saruhanoğulları tarafından ele geçilir ve ismi “Manisa” olarak değiştirilerek, Beylik merkezi haline getirilir.
Osmanlı döneminde, 1437-1595 yıllara arasında, Şehzadeler tarafından yönetilen şehirde, Şehzadeler ve aileleri tarafından: cami, çeşme, imarethane, köprü, medrese ve benzeri birçok sanat eseri yaptırılmıştır.
GENEL
Spil dağı ile Gediz nehri arasında, İzmir-İstanbul kara yolunun kuzeyinde bulunmaktadır. Ege bölgesinin önemli şehirlerinden biridir.
Yükselti: 50 metre ile 850 metre arasında değişmektedir. İl merkezinden doğuya gidildikçe, yükselti artmaktadır.
İklim: il genelinde, Akdeniz iklimiyle birlikte, İç Anadolu’nun karasal iklim özellikleri hakimdir. Ovalar ve ovaları çevreleyen vadilerde, karasal nitelikli Akdeniz iklimi görülür. Yüksek dağlık bölgelerde ise, İç Anadolu’nun karasal nitelikli ikliminin etkileri görülmektedir. Yaz ayları, oldukça sıcak geçer.
Bitki örtüsü değerlendirildiğinde ise, özellikle Spil Dağı Milli Parkı, öne çıkar. Burada 600 civarında bitki çeşidi belirlenmiştir.
Dünya dillerindeki “mıknatıs” ve “magnezyum” kelimelerinin kökeni, Manisa ismidir.
Türkiye’nin en modern ve büyük organize sanayi bölgelerinden birine sahiptir. Organize sanayi bölgesinde, toplam çalışan sayısı, yaklaşık 26 bin kişidir. Türkiye’nin en yoğun göç alan şehirlerinden birisidir. Şehrin günlük hareketli nüfusu, diğer yerleşim yerlerinden merkeze gelen çalışanlarla birlikte, yaklaşık 350 bin kişidir.
Günümüzde: tarih ve doğal güzellikleri, ören yerleri, müzesi, Spil dağı milli parkı ve Mesir şenlikleri ile, şehir her geçen gün daha fazla turist çekmektedir. Özellikle; Financial Times Dergisi tarafından, 2004 yılının, “Avrupa’da Geleceğin En Uygun Yatırım Kenti” seçilmiştir.
MESİR MACUNU VE MANİSA MESİR ŞENLİKLERİ
Mesir macununun ortaya çıkış öyküsü: Hazfa Sultan hastalandığında, Saray doktorları derdine çare bulamazlar.
Ancak: Sultan Külliyesinin Darüşşifa yöneticisi Merkez Efendi tarafından hazırlanan bir macun sayesinde şifa bulur. Bunun üzerine: önceleri sadece Darüşşifa’daki hastalara dağıtılan mesir macunu, halktan gelen yoğun talep üzerine, halka da dağıtılmaya başlanır, ancak talep karşılanamaz.
Şikayetlerin artması üzerine, mesir macununun: Sultan camisi kubbe ve minarelerinden halka saçılarak dağıtılmasına karar verilir. Dolayısı ile: mesir macununun halka saçılması, bir şenlik haline gelerek, günümüze kadar ulaşan bir uygulama olur.
Günümüzde, Mesir Şenlikleri başlangıcında: nevruz gününde, dar-üş-şifada yapılan dua töreni sonunda mesir macunu karılmaya başlanır. Çeşitli: sosyal, kültürel ve sportif faaliyetler sonucunda, şenliklerin son gününde, hazırlanan mesir macunları, Sultan camisi kubbe ve minarelerinden halka saçılır. Evet, bu uygulama, yaklaşık 500 yıldır, aksatılmadan, günümüze kadar sürdürülmüştür.
MESİR MACUNU ÖZELLİKLERİ
Mesir macunu, karışımında bulunan maddeler nedeniyle: uyarıcı, iştah açıcı, idrar söktürücü, gaz giderici ve bağırsak hareketlerini arttırıcı ve afrodizyak etkilidir.
MANİSA BAĞ BOZUMU ŞENLİKLERİ
Manisa yöresinde, bağcılık, antik çağlardan bu yana yapılan bir uğraşıdır. Bağcılığı teşvik etmek amacıyla, ilk organizasyon: Üzüm Bayramı adıyla, 22 Ağustos 1937 tarihinde yapılmıştır. Ancak, II. Dünya Savaşı ve ekonomik sebeplerden dolayı, takip eden dönemlerde, uzun süre tekrarlanamamıştır.
1984 yılından itibaren ise: yaş ve kuru üzüm yarışmaları, konferanslar ve konserlerin yer aldığı kutlama programları, Eylül ayı başlarında, şenlik şeklinde düzenlenmektedir. Bu şenliklerde, 8 Eylül tarihi yani Manisa’nın düşman işgalinden kurtuluşu da kutlanmaktadır.
MANİSA ASKERİ TUGAYI
Manisa denilince, akla hemen burada bulunan askeri birlikler geliyor. Buradaki askeri birliklerin, acemi eğitimi olması ve askerlerin kısa bir süre burada eğitim görerek, asıl birliklerine sevk edilmeleri nedeniyle, sürekli bir değişim var.
Birçok Türk erkeği, askerlik hizmetinin ilk günlerini burada, yani Manisa’da geçirmiş. Bunun sonucunda, şehirde her asker geliş ve eğitim sonu dönüş günlerinde: büyük bir hareketlilik oluyor.
SARIKIZ
Ben şahsen bu Sarıkız olayını anlamadım. Çünkü: bu Sarıkız efsanesine daha önce, Edremit körfezi bölgesinde rastladım ve orada da gerek Sarıkız efsanesi anlatılmakta ve gerekse, Sarıkız heykeli bulunmaktadır. Burada da, yani Manisa’da da, Sarıkız efsanesi bulunuyor. Ancak: daha sonra öğrendim ki, Sarıkız efsanesi, Anadolu’nun pek çok yerinde, farklı anlatımlarla karşımıza çıkabiliyormuş.
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ
Adını: son Osmanlı Mebusan Meclisinde Saruhan Mebusluğu yapmış olan Celal Bayar’dan almıştır. Bölgenin: sosyal ve kültürel beklentilerine ve gereksinimlerine cevap verecek araştırma merkezleri açmış ve bunları işlevsel hale getirmiştir.
Bugün: 5 fakülte, 4 yüksek okul, 15 meslek yüksek okulu, 3 enstitü, 9 araştırma merkeziyle, 17 yerleşkede, eğitim ve öğretim sürdürülmektedir.
Üniversitede: 1156 akademik personel, 732 idari personel ve 26500 öğrenci bulunmaktadır. Ege bölgesinin, en büyük 3. üniversitedir.
Üniversitenin simgesi, Manisa Lalesidir.
NE YENİR
Buralarda, zeytinyağlıların yeri bir başkadır. Manisa kebabı, şevketi bostan, enginar dolması, semizotu, yalancı sarma, börülce tarator, simit ekmeği, mantar tatlısı, zerde.
NE SATIN ALINIR
Manisa’dan, mesir macunu satın almalısınız. Gerek kendiniz ve gerekse yakınlarınız için çok güzel bir hediyelik.
GEZİLECEK YERLER
MANİSA MÜZESİ
Yörede toplanan antik dönem eserleri, ilk önce, Muradiye Külliyesinin medrese bölümünde depolanmıştır. Zamanla, eserlerin çoğalması nedeniyle, Medrese bölümü: 29 Ekim 1937 tarihinde, Müze olarak hizmete açılmıştır. Burası da yetersiz kalınca, yeni bir düzenleme yapılmış ve 1972 yılındaki restorasyon çalışmaları sonucu, imarethane bölümü Arkeolojik eserlere, Medrese bölümü ise Etnografik eserlere ayrılmıştır.
Arkeoloji Bölümünde: Lidya krallığının başkenti Sardes kentinde; 1958 yılından bu yana sürdürülen kazılarda ortaya çıkarılan eserler, burada sergilenmektedir. Bu özelliği ile, müzenin önemi ortaya çıkıyor. Bunun dışında: bronz çağdan, Bizans dönemi sonuna kadar olan tarihi sürece ait: lahitler, mezar taşları, mozaikler, toprak kaplar, heykeller, büstler, cam ve fildişi objeler sergileniyor.
Biraz önce söylediğim gibi, Sardes kentinden çıkarılan eserlerin ve mozaiklerin bulunduğu: Sart Salonu: antik çağdaki altın takıları, gümüş eşyaları ve oyun takımları örnekleri bulunan hazine odasında: Osmanlılara kadar uzanan döneme ait: altın, gümüş ve bronz sikkeler de sergileniyor. İlginç bir yer, müzede bu bölümü atlamayın.
Etnoğrafya Bölümü: Beylikler döneminden, Osmanlı dönemine, yöre halkının, gelenek, görenek ve yaşam tarzına ilişkin, çeşitli eşyalar, burada sergileniyor. Bunlar arasında: giysiler, silahlar, saray ve tekke eşyaları, çini sanatına ait örnekler var. Ayrıca: 17 ve 18. yüzyıllara ait yazma eserler ve yazı takımları, Kur’an ve cüz muhafazaları, oyma ve fildişi kakmalarla süslü, hakiki kündekari tekniğiyle yapılmış, Ulu cami minber kapısı burada sergileniyor.
YENİ HAN
Yapının, yapım tarihi hakkında kesin bilgiler yok. Ancak, halk arasında, 1825-1830 yılları arasında yaptırıldığı söylenmektedir. Han: ortasında avlulu ve 2 katlıdır. Güney, doğu ve batı cephelerine bitişik dükkanlar var. Alt kat odaları revaklara açılıyor. Güney cephede, giriş yok.
Alt katta yer alan dükkanlar, bir duvarla ikiye bölünmüş. Alt katta, odaların iki bölümlü olması ve ocakların bulunması nedeniyle, depo olarak kullanıldığı söylenebilir. İkinci kat dükkanların önünde, yuvarlak kemerli revaklar var. Üst katta, toplam 33 dükkan var.
2001-2004 yılları arasında, yapıda, restorasyon çalışmaları yapılmış. Yapı, orijinaline uygun olarak restore edilmiş. Günümüzde, burası: alışveriş ve kültür merkezi olarak kullanılıyor.
MANİSA KALESİ
Spil dağının kuzey yamaçlarındadır. Hangi dönemde yapıldığı hakkında, kesin bilgiler bulunmamaktadır. Çevresindeki surların, MS.17 yılındaki depremde yıkıldığı ve Roma imparatoru Tiberius zamanında tekrar yapıldığı sanılmaktadır.
Gravürlerden, seyahatnamelerden ve mevcut kalıntılardan: yapıldığı dönemlerde çok görkemli bir yapı olduğu düşünülmektedir. Beşgen planıyla ve sandığa benzemesiyle, halk arasında “Sandıkkale” olarak da isimlendirilmektedir.
İçkale sur duvarlarının uzunluğu: 1700 metre olup, doğu ve kuzey yönlerinde kesme taş, tuğla ve horasan harcından yapılmış 4500 metre kadar uzunluğunda, yüksekliği 10-12 metreyi bulan dış surlarla çevrilidir. Sur duvarlarının ve burçların bir kısmı, hayli yıpranmış da olsa hala belirgindir.
NİOBE (AĞLAYAN KAYA)
Yine bu sitede, ayrı bir başlık altında, bu konuda, ayrıntılı bilgi veriyorum, lütfen oraya bakın.
İl merkezine 49 km uzaklıktaki, Köseler köyü yakınlarındadır. İzmir-Çanakkale kara yoluna, yaklaşık 15 km. uzaklıktadır. Bergama-Şakran-Köseler köyü üzerinden ulaşılabilir. Deniz kıyısından 13 km daha içerdedir. Antik kenti tanıtmaya başlamadan önce, eğer tarihe ve tarihi yerlere meraklı iseniz, bence burayı mutlaka ziyaret ediniz, muhteşem güzel bir yer.
Nemrut kale adıyla da bilinir. Heredot’un sözünü ettiği: Batı Anadolu’daki, 12 Aiol kentinden biridir.
Kent, MÖ 11’nci yüzyıl ikinci yarısında, Yunanistan’ın kuzey bölgelerinden gelerek Kuzeybatı Anadolu kıyılarına yerleşen Aioller tarafından Yunt dağı silsilesinde Gün Dağı üzerinde, çevreye hakim bir konumdaki kayalık bir tepe üzerinde kurulmuştur. Arkeolojik veriler ve sınır taşlarına bakılarak, özellikle Helenistik dönemde, Aigai şehri, Yunt dağının büyük bir kısmını kontrolü altında bulunduruyordu.
Kentte başlıca geçim kaynağı: tarım ve hayvancılıktır.
Heredot, MÖ 5’nci yüzyılda, Aigai’den “Aioller” in kurduğu 12 kentten birisi olarak söz eder. MÖ 6’ncı yüzyıldan itibaren kent, surlarla çevrilidir.
MÖ 216 yılında Aigai ve çevresi Pergamon Krallığına katılır. MÖ 156-154 yılları arasında, Pergamon Kralı II Attalos ve Bithynia kralı II Prusias arasında yapılan savaşta Aigai şehri tahrip edilir. MÖ 1’nci yüzyılda Aigai’de Roma hakimiyeti görülür.
Ancak, MS.17 yılında Anadolu tarihinde gerçekleşmiş olan en büyük deprem yaşanır. Bir gece yarısı meydana gelen deprem sonucunda, Asia’nın önemli 12 kenti, Aigia kenti ile birlikte, bir gecede yerle bir olur.
Ardından Roma İmparatoru Tiberius, yardımlar yapar ve şehir tekrar toparlanır. Batı Anadolu kentleri, Tiberius’un yardımlarına karşılık olarak Roma şehrinde, İmparator onuruna bir anıt yaptırırlar.
Helenistik dönemde; önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Kentin surları, arazinin durumuna göre inşa edilmiştir. Surlar içinde: 3 katlı agora ve bu yapıyı taşıyan duvarlar, meclis binası, teras duvarlı stadyum, tiyatro ve Demeter Tapınağı gibi kalıntılar bulunmaktadır. Tüm sokaklara taş döşendi, taş döşemelerin altına yağmur sularını, kentte bulunan yüzlerce sarnıca yönlendiren bir kanalizasyon sistemi kuruldu.
Şehirde, MS 3’ncü yüzyılda; kapılar duvar örülerek kapatılmıştır. Çünkü: Aigailalılar, aynı dönemde Heruliler olarak adlandırılan göçebe bir kavmin, Anadolu’da birçok merkezi tahrip edip yağmaladıklarını bilirler ve tedbir alırlar.
Hatta, arkeolojik verilere göre, kent Heruliler tehlikesine karşı bilinçli olarak terk edilmiştir. MS 3’ncü yüzyıla ait bir sarnıç içine saklanan sikkeler, kenti terk eden halkın daha sonra dönmeyi düşündüğünün kanıtıdır. Evet, bu insanlar kenti terk etmiştir, ancak nereye kaçtıkları meçhuldür. Sonuçta, kentlerine bir daha dönememişlerdir.
Kent, MS 3’ncü yüzyılda terk edildikten sonra yaklaşık 1000 yıl boyunca tekrar iskan edilmez. Kentteki son dönem yerleşimi MS 12’nci yüzyıl sonlarında olur. Bu dönemde, küçük bir Hıristiyan cemaatine hizmet için inşa edilmiş kilise çevresinde, Bizans dönemine ait yapı kalıntıları ve mezarlar bulunmuştur.
Aigia şehrindeki küçük Bizans yerleşimi, 1280’lerden sonra Batı Anadolu topraklarını ele geçiren Türkmenler tarafından sona erdirilir. Türkmen kafileleri, 1300 yılı civarında bölgeye yerleşirler.
Evet, burayı gezmek isterseniz, antik kentte görebileceğiniz yapılar şunlardır:
Boluleuterion-Meclis Binası
Bouleuterion, Agora Meydanına bağlanan ana yol yani Agora caddesi üzerindedir. Yapı 3 ana bölümden oluşur. Batıda: giriş kısmında, İon düzeninde 6 tane sütun olan bir galeriden oluşan kulis bulunur.
Cavea bölümü ise, 12 basamaklı ve yaklaşık 190 kişi kapasitelidir. Orkestra ise yarım daire şeklindedir. Cavea’nın her iki yanından ve tam orta bölümden geçen 3 ayrı merdiven ile orkestraya ulaşılmaktadır.
Meclis enkazı, deprem sonucunda dükkanların içine yıkılmıştır. Enkazda, 6 tane mermer heykel başı ve bu başlara ait gövdeler bulunmuştur. Heykellerden 2 tanesinin kaidesi üstünde bulunan antik Yunanca yazı: her iki heykelin de Pergamonlu heykeltıraş Hippias oğlu Menestratos tarafından yapıldığını gösterir.
MS 3’ncü yüzyıla kadar yaklaşık 500 yıl varlığını sürdüren Bouleuterion, zamanın ve depremlerin yarattığı hasarlar sonucunda çok sayıda onarım görür. MS 3’ncü yüzyılda kent terk edilince, Bouleuterion da kullanım dışı kalmıştır. MS 12 ve 13’ncü yüzyıllarda ise, Bouleuterion’un mimari elemanları, yeni ve başka yapılarda kullanılmıştır.
Athena Kutsal Alanı
Kutsal alan, Akropolis’in köşesindedir. Pergamon şehrindeki Athena Kutsal Alanı ile benzerlik gösterir. Alanda yapılan arkeolojik araştırmalarda: MÖ 7 ile 6’ncı yüzyıllardan başlayan ve Geç Bizans dönemine kadar giden tarihi sürece ait buluntular bulunmuştur.
Kutsal alanın batı ucunda “Athena Tapınağı” vardır. Tapınağın girişi doğu kenarındadır. Arkeolojik araştırmalar sırasında, Pronaosun kuzey duvarında, bilinçli olarak yerleştirilmiş 17 tane bronz sikke bulunmuştur. Bunların MÖ 2 ve 1’nci yüzyıllarda, tapınağın yeniden inşası veya onarımı için konulmuş adak olduğu düşünülmektedir.
Agora
Kentin Agorası, kentin yerleştiği tepenin kuzeydoğu yamacında meydanı oluşturan terasın doğusundadır. Agora binası, söz konusu terası boydan boya geçer. Yaklaşık 80 metre uzunluğunda ve 10.50 metre yüksekliktedir. Dış yüzdeki bloklar, içeriye nazaran daha özenli yapılmıştır.
Bina, kesme taş bloklardan (andezit) duvar örgü sistemiyle yapılmıştır. 0.85 metre kalınlığındaki duvarın içi moloz dolguludur.
Bina 3 katlıdır. 4.50 metre yükseklikteki birinci kat: muhtemelen dükkan olan önlü arkalı 14 odaya sahiptir. İkinci kat hakkında bilgi yoktur. Üçüncü kat, yine 4.50 metre yüksekliktedir.
Tiyatro
Athena kutsal alanı terasının batısındadır. Kuzey rüzgarına karşı korunaklı yapılmıştır. Oldukça sağlam olarak günümüze ulaşmıştır.
Nekropolis
Şehirde 3 farklı bölgene nekropolis alanları vardır. Ancak en büyük nekropolis alanı, Gün dağının kuzeydoğu eteklerindedir. Kentin batısı ve güney bölümlerinde nekropolis yoktur. Nekropolisler, kente uzanan antik yolların çevresinde bulunmaktadır.
Nekropolislerdeki mezar tipleri: küçük boyutlu tümülüsler, az sayıda oda mezarlar, sandık mezarlar, doğrudan toprağa gömüler, lahitler ve amphora mezarlar şeklindedir. Bunlara ait çok sayıda andezit taşından oyulmuş kaideler vardır. Nekropollerde yoğun olarak Roma döneminde MS 2 ve 3’ncü yüzyıllara ait çerçeveli ve girlandlı andezit lahitler kullanılmıştır.
KYBELE KAYA ANITI
Yeryüzündeki bütün canlıların anası olduğuna inanılan, bereket tanrıçası Kybele’nin kaya kabartması: İl merkezine 7 km. uzaklıktaki, Akpınar mevkiindedir.
MÖ.13.yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Kaya kabartması şeklindeki bu anıtın: Hitit ordularının, yöreye yaptıkları bir sefer sırasında yapıldığı sanılmaktadır.
Spil dağının kuzeydoğu eteklerine oyularak yapılmıştır. Rölyefte: ana tanrıça, Gediz ovasına doğru bakan ve iki yanında, birer aslan bulunan, oturmuş kadın şeklinde tasvir edilmiştir.
Ancak, büyük ölçüde yıpranmış olduğundan, yanlardaki aslan figürleri seçilemez. Halk arasında “Papaz Kayası” adı ile anılan rölyefin : üst tarafından muhtemelen Kybele rahiplerine ait olan kaya odaları bulunmaktadır.
YOĞURTÇU KALESİ
İl merkezine 20 km. uzaklıkta, Manisa-Menemen kara yolu üzerinden sapılan Uzunburun Köyü yakınlarındadır. Hayli sağlam durumdadır. Gediz ovasına hakim bir konumda bulunan kalenin, 12.yüzyıl sonları veya 13.yüzyıl başlarında yapıldığı düşünülmektedir.
Kuzey cephesi, sarp kayalar üzerine oturtulmuştur. İç kale, doğu, batı ve güney yönlerinde bir dış surla çevrilmiş ve dış sur, belirli aralıklı kulelerle tahkim edilmiştir.
Güney cephede: belirgin olan dış surun, doğu ve batı bölümleri yıkılmıştır. Kuzeyden bakıldığında, oldukça sağlam ve etkileyici bir görünüme sahip olan iç kaledeki mekanların büyük kısmı, yıkık durumdadır.
Halk arasında, “Yoğurtçu Kalesi” adı ile anılmaktadır.
Kalede, henüz resmi kazı çalışmaları yapılmamıştır.
ULU CAMİ VE KÜLLİYESİ
Spil dağının kuzey eteklerinde, şehre hakim bir konumdadır. Külliyede: cami, medrese ve türbe ve kuzeydoğuda bir hamam bulunmaktadır. Eski bir kilisenin yerine yapılmıştır.
Saruhan Bey’in torunu: İshak Çelebi tarafından, 1366 yılında Mimar Emet Bin Osman’a yaptırılmıştır. Yapıda: kaba yontu taş, tuğla ve bazı mimari unsurlar kullanılmıştır.
Cami: enine dikdörtgen bir plana sahiptir. Sekizgen ayak üzerine oturan bir büyük kubbe ile örtülmüştür. Tek minarelidir. Beylikler dönemi, Türk ahşap oymacılığının şaheserlerinden biridir. Minber kapısı: Manisa Müzesinde muhafaza edilmektedir.
Külliye içindeki medrese “Fethiye Medresesi” olarak biliniyor. Caminin hemen bitişiğindedir. Tek eyvanlı, iki katlı olarak, camiden 10 yıl kadar sonra, aynı mimar tarafından yaptırılmıştır. Kentin en eski medresesi olan yapının kuzeye bakan taç kapısının her iki yanında, birer çeşme bulunmaktadır. Medrese içinde bulunan türbede: İshak Çelebi ve ailesi gömülüdür.
SULTAN CAMİİ VE KÜLLİYESİ
Ünlü Mesir Macunu, bu camiden halka atıldığı için, halk arasında “Mesir Camii” adıyla da anılır.
1522 yılında tamamlanmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın talimatı üzerine: Mimar Acem Ali tarafından yaptırılmıştır. Külliye içinde: cami, medrese, sübyan mektebi ve imaret bulunmaktadır. Daha sonra ise: dar-üş şifa ve çifte hamam ilave edilmiştir.
Külliyenin ana binası olan cami: kesme taş ve tuğladan, sade bir üslupla yapılmıştır. Ortada bir büyük ve yanlarda iki küçük kubbe ile örtülmüştür. İki minare bulunmaktadır. Minberi: mermer ve oymalıdır.
Medrese: cami avlusunun kuzeyindedir. Ana girişi kuzeye bakan, 10 odalı bir yapıdır. Misafirhane ve yemek odaları, beşik tonoz ile örtülmüş, diğer mekanlar ise kubbe ile kapatılmıştır.
Kurtuluş Savaşı sırasında yanan ve sonraki yıllarda da yıkılan imarethane binasının yerine, sonraki yıllarda, “Sultan Parkı” ismi verilen bir park şeklinde düzenlenmiştir.
DARPHANE
Spil dağının kuzey eteklerinde, Ulu caminin batısındadır. Yapı: kare planlı, 2 katlı, üzeri kubbe ile örtülüdür. Moloz taştan yapılmıştır. Alt katı: sivri tonozlarla örtülü, yan yana iki mekan halinde düzenlenmiştir. Üst katın ön penceresinde, sivri kemerli sağır nişler yerleştirilmiş pencereler bulunmaktadır.
Burada: 1362 yılına ait bir miktar sikke bulunduğunda, “Darphane” olarak adlandırılmıştır.
SPİL DAĞI MİLLİ PARKI
Spil dağı, 1969 yılında, Milli Park olarak ilan edilmiştir. Burada: jeolojik, morfolojik, arkeolojik ve mitolojik özelliklerin yanı sıra, dağcılık sporuna uygun rekreasyon alanları bulunmaktadır. Park: il merkezine, 23 km. uzaklıktadır. 60 metre yükseklikten başlayarak, zirveye 1517 metreye ulaşan Spil Dağı, şehir merkezine oranla, 10-15 derece daha serindir.
Mitolojide: Kybele, Niobe, Tantalos ve Pandereos ile ilgili öykülerde, Spil dağının adı geçer. Dağın eteklerinde: Tantal kalesi kalıntıları, bereket tanrıçası Kybele’nin rölyefi, Niobe ağlayan kaya ve Bizans döneminden kalma Magnesia Kalesinin kalıntıları bulunmaktadır.
Dağın en ünlü bitkisi: kümeler halinde yetişen “Spil” ya da “Manisa Lalesi” denilen lalelerdir. Osmanlı imparatorluğu döneminde, bu laleler, İstanbul’a götürülmüş ve bir döneme isim olmuşlardır.
Milli Parkın, koruma sahası olan Seyirtepe çevresinde: endemik bitki türleri, derin vadiler, kar ve rüzgarın şekillendirdiği yaşlı çam ağaçları bulunmaktadır. Bitki örtüsü yönünden zengin olan milli parkta, 600 metre yüksekliğe kadar kızılçam ve daha yukarılarda ise karaçam ve karışık olarak meşe, ardıç, çınar, ladin, defne, berberis, kuşburnu ve yaban mersini bulunuyor. Yaban hayatı bakımından da, keklik, tavşan, çakal, yaban domuzu ve birçok ötücü kuş cinsi parkta yaşayan hayvanlardır.
Park; 1995 yılında turizm merkezi olarak ilan edilir. Milli parkın asıl gelişim bölgesi olan: Atalanı Mevkiinde: dağ evleri, piknik ve oyun alanları, bir kır kahvesi ve lokanta bulunmaktadır. Burada: 24 adet dinlenme evi, kır gazinosu, kır kahvesi ve Çampınar Gazinosu bulunmaktadır. Günübirlik kullanım yanında, ziyaretçilerin At alanındaki kamp yerinde, kendi çadır ve karavanları ile kalmaları veya rezervasyon yaptırmak suretiyle dağ evlerinde konaklamaları da mümkün olmaktadır.
RUM MEHMET PAŞA BEDESTENİ
Fatih Sultan Mehmet’in komutanlarından olan Rum Mehmet Paşa tarafından, İstanbul’da yaptırılan cami ve medreseye vakıf olarak burada yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlıdır. Tek katlıdır. İçten içe: 42×10 metre ölçülerindedir. Dört yönden giriş kapısı bulunmaktadır. Dış cephelerde, 29 dükkan bulunmaktadır. Burası, günümüzde çeşitli kişiler tarafından hurda deposu olarak kullanılmaktadır.
KURŞUNLU HAN
1497 yılında, Sultan II. Beyazıd’ın eşi Hüsnüşah Sultan tarafından inşa ettirilmiştir. Alt katta, 36 oda, üst katta 38 oda bulunmaktadır. Hana bitişik 21 dükkan var.
Bina 2 katlı, açık avlulu, kareye yakın dikdörtgen planlı olarak inşa edilmiştir. Taç kapısı, batı cephesindedir. Avlunun ortasında havuz bulunmaktadır. Halen burası öğrenci yurdu olarak kullanılmaktadır.