Madrid şehrindeki gezimize: Eski Madrid bölgesinden başlayacağız.
Burası: yani eski Madrid şehri: “Plaza Mayor “denilen bir meydan ve çevresinde yayılı bulunuyor ve şehrin duygusal ve coğrafi olarak tam kalbidir. Eski Madrid şehri: şehir kraliyet mekanı olarak seçildikten sonra, 16. ve 17’nci yüzyıllarda, hızla genişlemiştir.
Evet, bulunduğunuz yerden, herhangi bir ulaşım aracı ile: buraya, yani “Plaza Mayor” bölgesine geliyorsunuz.
PLAZA MAYOR
Palacio bölgesinin hemen doğusundadır.
İspanya’nın görülmeye değer, en güzel yerlerinden biridir. Mutlaka gitmelisiniz. Giderken: üstü kemerli geçitlerden geçeceksiniz, bunların toplamı: 9. Buraya: motorlu taşıtlar giremiyor.
Bu kemerli geçitler: her ne kadar meydana açılsa da, bazılarında: dolambaçlı yollar var. Bunların en önemlisi: daha meydana girmeden önce, ziyaret etmenizi önereceğim yer: Cava San Miguel. Burada: kenarda mağazalar, tavernalar ve mesoneler (mağaza gibi barlar) bulunuyor.
Evet: biz, bu kısa çevre gezilerinden sonra: gelelim meydana.
Meydana geldiğinizde: buradaki dikdörtgen planlı bir alan göreceksiniz. Alanın uzunluğu: 200 metre ve genişliği: 100 metre. Zemin, Arnavut kaldırım taşları döşenmiş. Bu alanın çevresinde: tarihi yapılar öne çıkıyor.
Bu yapıların alt katlarında: hediyelik eşya satan dükkanlar ve restoranlar bulunuyor. Alan: 17.yüzyılda, mimar Juan de Herrare tarafından planlanmış, simetri, çatılar ve sivri kuleler öne çıkıyor.
Meydan: bir zamanlar:
Kutlama törenlerine, pazarlara tiyatro şenliklerine, boğa güreşlerine, dini törenlere ve İspanyol Engizisyonu zamanında: mahkeme duruşmalarına ve idamlara sahne olmuştur.
Meydana bakan 400 balkona sahip olan kişiler: yukarıda sözünü ettiğim etkinliklerdi; bu balkonları için bilet satıyorlarmış.
Ayrıca: meydanda, açık havada bulunan kafelerde biraz mola vererek, şehrin en ince mimari unsurlarını oturduğunuz yerden izleme şansınız oluyor.
III. FELİBE HEYKELİ
Meydanın hemen ortasında: meydanın yapılmasını emreden, kral III. Felibe’nin bir heykeli var.
ROYAL PALACE VE ROYAL ARMOURY (KRALİYET SARAYI)
Burada: güzel bir mimari ve sanat koleksiyonu görmek mümkün.
PUERTA DEL SOL
Şehir içinde, işlek ve iyi bilinen bir yerdir. Yılbaşı kutlamaları, burada düzenleniyor. Yeni yılın ilk günü, buradaki saatin melodisini dinlemek üzere, Madridliler, burayı dolduruyorlar.
Burası: ilk yapıldığında, yani 15’nci yüzyılda, burada, şehir surlarında, bir kapı bulunuyormuş. Zaten isim anlamı “Doğuya yönelik kapı-Yükselen Güneş” demektir. Meydan ismini, bu kapıdan almış.
Meydanda: Fransızlar tarafından, 1768 yılında yapılmış, Postane evi bulunuyor. Bu postane binasının hemen önündeki kaldırımda ise “0” taşı var. Yani, burası ulusal karayolu ağının tam merkezi.
Güney tarafta ise: bir heykel görülüyor. Bu heykel: kral III. Charles’e ait. Kare bir kaide üzerine yerleştirilmiş.
Meydanın kuzey tarafından: bir ayı ve madrone ağacı ve buna sarılmış bir ayı anıtı var. Bunlar: aynı zamanda, Madrid şehrinin sembolü.
Meydanın ortasında ise, fıskiyeli bir havuz var.
MONASTERİO DE LAS DESCALZAS REALES
Burası: şehrin en önemli rahibe manastırıdır. Günümüzde ise, bir dini sanat müzesi olarak işletiliyor ve ziyarete açık.
Yapı: 16’ncı yüzyılda, Kral II. Felibe tarafından yaptırılıyor ve kral, kızını evlendirmeyerek buraya saklıyor. Takip eden yıllarda, buraya, birçok değerli metaller, resimler ve hatta dinsel emanetler gibi hazineler getirilir. Tüm bu mallar, vakıfın çok zenginleşmesini sağlar.
Uzun yıllar, dini ve kendi içinde kapalı bir yapı olarak devam eden manastır, 1960 yılında, Papa’nın izniyle, müze olarak hizmet vermeye başlar. Hatta, 1985 yılında, Avrupa Konseyi, burayı “Yılın Müzesi” olarak seçer. Özellikle: günümüze kadar korunan cephe çok güzel. Kırmızı tuğla ve granitten yapılmış.
Burayı ziyaret etmeyi düşünürseniz,
Yapı içinde, hala yalınayak gezinen rahibeler ve hatta bahçede sebzelerle uğraşan rahibeler görülebiliyor. Bunun dışında: iç dekorasyonu ve sergilenen sanat eserleri ilginizi çekebilir. İç dekorasyondaki tabloları yapan sanatçılardan bazıları: Titian, Sanchez Coello, Brueghel, Luini, Paolo de San Lecocadi, Becerro ve Pompeo.
Meydandan sonra: batıya doğru uzanan Calle Mayor sokağını takip edin. Burada: Marcedo de San Miguel, yani 1915 yılında kurulmuş olan bir yiyecek pazarına ulaşacaksınız.
Sonra: Cella Mayor caddesinde, batıya doğru ilerleyin. La Filor de san Miguel’i geçiyorsunuz ve Plaza de la Villa bölgesine geliyorsunuz.
PLAZA DE LA VİLLA
Burası: şehrin en eski meydanıdır. Bir zamanlar, şehrin hükümet merkezi olarak kullanılmıştır.
Burada görebileceğiniz yapılar şunlar:
CASA Y TORRE DE LOS LUJANES (LUJANES’İN EVİ VE KULESİ)
15 yüzyılda yapılmış, Gotik bir yapıdır. Yapının: muhteşem büyük bir taş ana kapısı ve iki kulesi var. Kule ismi: calle mayor. Kuleler, meydanın köşelerinde bulunuyor.
CASA DE CİSNEROS
16.yüzyıl ortalarında, Kardinal Cisneros’un yeğeni tarafından yapılmıştır.
AYUNTAMİENTO (BELEDİYE BİNASI)
Meydanın en alt ucunda bulunuyor.
Şehrin, bu bölgedeki, 17’nci yüzyılda yapılmış resmi binalarının bir örneğidir. Kuleleri ve Arduvaz kule tepeleriyle öne çıkıyor.
Cella Mayor caddesinin bitiminde: solunuzda kalan, dikdörtgen yapı: Calle de Bailen geçiyorsunuz ve ana caddeden de karşıya geçin ve ağaçların altından ilerlediğinizde hemen solunuzda: Magerit’i çevreleyen, eski Mağribi duvarının kalıntılarını görebilirsiniz.
LA LATİNA
Bu bölge: Plaza de Villa meydanı ve Calle de Segovia caddesinin güneyinde kalan bir semt. Şehir merkezinde bir mahalledir. Surlar içinde kalan, İslam dönemine ait bölümleri kapsıyor. Ama aynı zamanda, şehrin en iyi “Tapas barları” burada bulunuyor.
Calle de Bailen caddesine gelin ve aşağı ya yani güneye doğru ilerleyin. Sol yanınızda, La Latina semti.
Burada: şehrin yoğun ve hareketli yaşantısı birden duruluyor. Ayrıca; eski Mağribi bölgesi olan LA MORERİA da burada bulunuyor. Ara sokaklara girerek, geziye devam ediyoruz. Hedefimiz: Palaza de la Paja.
PLAZA DE LA PAJA (SAMAN MEYDANI)
Plaza Mayor bulunmadan önce, şehrin ticari faaliyetleri burada yapılıyormuş. Meydanın güneyinde: güzel bir yapı var. Burası, semtin; ilginç ve eğlenceli bir meydanı.
IGLESİA DE SAN ANDRES
Burası bir kilise.
Buranın içinde: bir mezar yeri var. Bu mezar: Madrid şehrinin koruyucu azizi: Capilla de San Isidro’ya ait.
Kutsal hafta kutlandığında, Perşembe günü, San İsidro ve karısı Santa Maria de la Cebeza’nın buradan alınan görüntüleri, şehir sokaklarında toplanan insanlar tarafından taşınıyor.
MUSEO DE SAN ISIDRO
Burası: Aziz İsidro’nun işçi olarak çalıştığı, Vargas ailesine ait sarayın içinde bir bölüm ve Müze olarak tanzim edilmiş. Bu müzede: arkeolojik koleksiyon, tablolar, oymalar ve maketler yardımıyla: Madrid şehir tarihinin kronolojik bir kuruluş öyküsü izlenebiliyor.
Ancak, bunlardan mutlaka görmenizi önereceklerim: Anton van der Wyngaard yapımı: Madrid şehrinin surlarla çevrili, 1562 yılındaki görünümü resmi. Ayrıca: Texeria’nın, 16’ncı yüzyıla ait ünlü şehir planını görmek mümkün. Ayrıca: şehrin koruyucu azizi San İsidro’nun: yaşamı sırasında gerçekleşen olaylar da sergileniyor.
Müzeden sonra: güneybatıya doğu ilerliyorsunuz. Karşınıza bir dini yapı çıkıyor.
BASİLİCA DE SAN FRANCİSCO EL GRANDE (AZİZ FRANCESCO BAZİLİKASI)
Burası: kral III. Charles tarafından, 1760 yılında yapılmıştır. Kilise yapısı, 3 şapel içeriyor.
Yapının önünde, küçük bir meydan var. Diğer üç yanı ise, yeşilliklerle dolu. Yapı: Neo-klasik tasarının özgün bir örneği. Kubbesi, olağanüstü. Eğimli, ön cephesi de görülmeye değer.
Kubbenin iç çapı: 31 metre. Bu ölçüleriyle, diğer bir çok ülkedeki dini yapıların kubbelerini geçiyor. Daire kubbenin çevresine: havarilerin, beyaz mermerden büyük boy heykelleri dikilmiş. Yapının merkezinden itibaren, yedi şapel, çevreye doğru genişliyor. Kilisenin resim koleksiyonu da muhteşem. Burada resimleri bulunan sanatçılar: Goya, Ribera, Zurburan.
Evet gezimize devam ediyoruz. Plaza de la Paja meydanının hemen güneyinde, Plaza San Andres meydanı var. Bu meydanın hemen doğusunda ise, şehrin en hareketli ve canlı: cadde ve sokakları bulunuyor. Bunlar: CAVA BAJA, CAVA ALTA, ALMENTO ve CALLE DEL NUNCİO. Bu bölgede: bol miktarda güzel tavernalar ve tapas barları var.
Pazar günleri ise: yine buradaki “CALLE DE TOLEDO” caddesinde ve çevresindeki sokaklarda: EL RASTRO denilen bit pazarı kuruluyor.
EL RASTRO
Burası, tatil günlerinde kurulan, ikinci el pazarı. Yani, diğer bir tabirle, bit pazarı.
Bu pazarda: antika eşyadan, kitap, giysi, evcil hayvan gibi birçok şey satılıyor. Yani, hayal edebileceğiniz her şeyi bulmak mümkün.
Plaza del Coscorro meydanından başlayarak, yukarıda söylediğim gibi, Calle de Toledo caddesini ve ara sokakları gezebilirsiniz. Toplam alan: 2 km. karedir.
Ancak, bir şeyler satın almak isterseniz, sabah saatlerinde, örneğin: 09.30 gibi Pazar yerinde bulunmanızda yarar var. Gün ortasına doğru ara sokaklar tıklım tıklım doluyor. Yorulduğunuzda, burada bulunan restoranlarda veya tapas barlarda mola verebilirsiniz.
Birde, burada gezerken, yankesicilere karşı tedbirli olmanızı, çanta ve cüzdanlarınıza sahip çıkmanızı öneririm.
Bölgedeki gezimize devam ediyoruz.
El Rasto bölgesinden çıkıyoruz ve kuzeye yöneliyoruz. Şimdiki istikametimiz: PLAZA DE ORİENTE meydanı. Calle de Bailen caddesini takiben kuzeye gittiğimizde, fazla uzak değil. Sağ yanınızda kalıyor.
EL PALACİO REAL (KRALİYET SARAYI)
Saray, her tarafı heykellerle dolu olan, Plaza de Oriente meydanındadır.
Burası: Madrid kraliyet sarayı. Ama, Avrupa’nın en muhteşem saray yapılarındandır.
1714 yılında, burada yapılan ortaçağ yapısı saray, bir yangın sonucu yanarak yok olmuş ve 1734 yılında, aynı yerde, İtalyan-Barok tarzında, bu yapı yapılmıştır. Yapının mimarları: Juvara, Sabatini ve Sachetti.
Yapının inşaatına, kral V. Felibe zamanında başlanmış ve III. Charles zamanında bitirilmiştir. Böylece, sarayda ilk ikamet eden kral, III. Charles olmuştur.
Sarayda: 870 pencere, 240 balkon ve 110 kapı var. Ayrıca: 2000 civarında oda bulunduğu söyleniyor. Yapılan gezilerde, bu odalardan küçük bir kısmı görülebiliyor.
Saraya giriş: ana merdivenden yapılıyor. Bu ana merdiven bölümü: kemerli bir tavan altında, aydınlık, gösterişli ve muhteşem. Merdivendeki her basamak: tek levha mermer halinde yapılmış.
Salon de los Halberdiers: burada çok iyi korunmuş, eski Felemenk ve İspanyol duvar halıları var.
Salon del Trono: Burası taht salonu. Saray yapısının güney cephesinin tam ortasında. Duvarlar: yaldızlı çerçeveler içindeki aynalar ve kırmızı kadife örtülerle kaplanmış. Tavan ise: 1764 yılında Tiepolo tarafından boyanarak süslenmiş.
Yaldızlı bronz aslanlar: tahtı koruyor. Burada: yukarıda belirttiğim gibi, III. Carlos tarafından yapıya eklenen “sohbet odası”, ünlü ressam Goya’nın, 4 tablosu ile süslenmiş.
III.Carlos bölümündeki odalar muhteşem lüks.
Salon de Gasparini: olağanüstü güzellikte. Napolili sanatçı Matias Gasparini’nin ismini almıştır. Tavan, taban ve duvarlarda: Rokoko tarzının eşsiz örnekleri sergileniyor. Taş ustaları, heykeltıraşlar, cam ustaları, saatçiler, gümüşçüler, mobilyacılar, terziler; bunların hepsi, burada gerçekten muhteşem güzellikler yaratmışlar.
Sala de Porcelana: Burası: porselen odası. Retiro bahçelerindeki porselen fabrikasından çıkan, 18’nci yüzyıla ait, 1000’den fazla porselen sergileniyor. Tam ve rakipsiz bir porselen koleksiyonu.
Comedor de Gala: Burası, törensel yemek salonu. Son derece lüks. Burası ilk kez: 1879 yılında: XII. Alfonso ve eşi Maria Christina’nın evlilik töreni için hazırlanmış. Bu törene: 145 kişi katılmış. Odada görebilecekleriniz şunlar: 15 avize, 10 kollu şamdan ve Brüksel duvar halılarıyla süslenmiş duvar. Ayrıca: 18’nci yüzyıl, Çin yapımı porselen kaplar da ilgi çekiyor.
Yapı
Manzaneras vadisine bakan bir uçurumun üzerindeki bahçeler arasında kurulmuş. Sanat ve tarihi değerleri açısından, görülmeye değer bir yer.
Sarayın hemen girişinde: yemyeşil ve şekilli kesilmiş ağaçların bulunduğu “Jardines de Sabatini” yani “Sabatini Bahçeleri”ni mutlaka gezmelisiniz.
Saray yapısı: Madrid şehrinin en çok ziyaret edilen yerlerinin başında geliyor Burada; sergilenen eserler: İspanyol silahları, matara, kalkan, mızrak, miğfer, eğer gibi askeri objelerdir.
Sarayı gezdikten sonra, yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüş ile, saray yapısının arka bölümüne dolanın ve buradan Madrid şehrinin muhteşem manzarasını izleyin.
Saray yapısında: ana binayı gezdikten sonra: Plaze de la Armeria meydanını geçip, başka bir mekana ulaşabilirsiniz.
BOTİCA REAL
Burası: Kraliyet eczanesidir. Yapı: 1594 yılında inşa edilmiştir. Yapının 2 odası: IV. Carlos’un, özel olarak sipariş verdiği: cam ve porselen ecza kavanozlarıyla dolu dolaplarla çevrelenmiştir. Bu ek yapının diğer kısmı ise: Armeria Real olarak yani Kraliyet cephane yeri olarak geçiyor.
ARMERİA REAL
Burada da: kılıçlı askerler, mızraklı atlılar, orijinal savaş bayrakları, ganimetler, silah ve kalkanlar sergileniyor.
Saray yapısının hemen güneyindeki yapı: bir katedral.
CATEDRAL DE LA ALMUDENA
İlginç bir yapı. Temeli atıldıktan, tam 350 yıl sonra bitirilmiş olması, en ilginç yönü. Yapı: 1993 yılında tamamlanır ve Pata John Paul tarafından takdis edilerek açılır.
Katedralin inşa edildiği yer: şehrin Müslüman Mağribi bölgesidir. İlk yapıldığında bir kilise iken, sonradan bir camiye dönüştürülmüş ve daha sonra yeniden katedral olarak gündeme gelmiştir. Yapının uzunluğu: 104 metre ve genişliği: 76 metredir. Merkezi kubbenin çapı: 20 metredir.
Katedralin en büyük bir diğer özelliği: kriptada bulunan ve 16’ncı yüzyıldan kalma: şehrin koruyucu azizi Virgen de la Almudena resmi. Biraz önce söylediğim gibi, katedral: 1993 yılında, Papa II. John Paul tarafından takdis edilmiş. Ancak: yine de şehir halkının ibadet için yoğun tercih ettiği bir yer olamamış. Sadece: Prens Felibe ile eski bir gazeteci olan Letizia Ortiz’in evlilikleri sırasında, kraliyet düğününe ev sahipliği yapmasıyla öne çıkmış.
Kraliyet sarayının hemen doğusunda, başka bir bina daha var.
PLAZA DE ORİENTE
Burada: İspanya kral ve kraliçelerinin heykelleri var.
TEATRO REAL
Şehrin opera salonudur. Buranın enteresan bir geçmişi var. Burası ilk yapıldığında: Plaza de Oriente’in çamaşırhanesinin bulunduğu yere inşa edilmiş. Açılışı ise: 1850 yılında, opera sever kraliçe II. Isabel’in doğum gününde yapılmış.
Açılış operası ise: Donizetti’nin “La Favorita”sı. Bu açılış tarihinden yaklaşık 75 yıl sonra, bir yer altı akıntısı, yapının temellerini etkilemiş ve çökme noktasına getirmiş.
Daha sonra: iç savaş döneminde barut deposu olarak kullanılan bina, Franco rejimi süresince kapalı kalmış ve 1965 yılında, konser salonu olarak yeniden hizmete açılmış.
Son olarak: restorasyona alınan yapının, çalışmaları tam on yıl sürmüş ve muhteşem paralar harcanarak yapılan restorasyon çalışmaları sonucu, 1999 yılında yeniden hizmete açılmış.
Buradan: biraz kuzeye yöneliyorsunuz ve burada: Convento de la Encarnacion meydanında, Enkarnasyon Manastırını göreceksiniz.
MONASTERİO DE LA ENCARNACİON
Bu manastır: 1611 yılında, Margarita ve Austria tarafından kurulmuştur. Bu manastırda görmenizi önereceğim bir heykel var.
İsa’nın çarmıha gerilişini tasvir eden korkunç bir ahşap heykel. Ayrıca: bu heykelin de içinde bulunduğu sanat koleksiyonu görülmeye değer.
Ancak: bu yapının başka özellikleri daha var. Hatta: bir aralar, televizyon da bazı programlarda, bu konu işlenmişti, hatırlayanlarınız olabilir. Burada: içinde azizlerin kemiklerinin bulunduğu yaldızlı kabinler var.
Her yıl: 26 Temmuz günü, öğleden sonra: San Pantaleon’un küçük bir şişedeki pıhtılaşmış kanı: esrarengiz bir şekilde sıvılaşıyormuş. Eğer sıvılaşmaz ise, bu durum felaket olacağının habercisiymiş.
Hemen yakınlarda, yine bir yapı var.
CONVENTO DE LAS DESCALZAS REALES (YALINAYAK KRALİYET FRANSİSKENLERİ)
Burası, başlangıçta, bir saray yapısı olarak yapılmış. 1566 yılında: Kutsal Roma İmparatoru V. Carlos’un kızı Prenses Juana de Austria tarafından yaptırılmıştır. Daha sonra ise, El Escorial’ın mimarı tarafından: rahibe manastırına çevrilmiştir.
Manastır: birçok koruyucu aziz tarafından desteklenmiştir. Ancak, buraya 18’nci yüzyıl başına kadar, sadece en yüksek soylular sınıfına girmiş rahibeler kabul edilmiştir. Varlıklı rahibeler, manastıra kapanırken, beraberlerinde, muhteşem sanat eserlerini de getirmişlerdir.
Günümüzde: manastırda hala Fransisken rahibe yaşıyor. Bunların sayısı ise: 33. Niye 33. Çünkü: İsa öldüğünde 33 yaşında idi. Bu rahibeler, manastır ve çevresinde yaşıyorlar.
Ancak, ziyaret saatlerinde, gözlerden uzak bulunurlar, yani bunları göremezsiniz. Aslına bakarsanız, 30 yıl öncesine kadar, manastır tamamen dünyaya kapalı imiş ve ziyaret mümkün değilmiş.
Manastırda ilk gözünüze çarpacak olan: yerden tavana kadar, 17’nci yüzyıl freskleriyle süslü, granit merdiven. Merdivenin üstünde: IV. Felibe ve ailesinin tasviri bulunuyor.
İkinci katta: din ya da krallarla bağlantılı sanat çalışmaları görülüyor. Salonlardan biri: orijinal Rubens çizimlerini örnek alan, 17’nci yüzyıla ait duvar halılarıyla kaplı. Ayrıca: Tiziano, Brueghel ve Zurbaran gibi sanatçıların tablolarını da görmek mümkün.
Evet, gezimize devam ediyoruz. Plaza Puerta del Sol meydanından, güney doğu yönünde ilerliyoruz. Plaza Santa Ana meydanı karşımıza çıkıyor. Burası, aynı zamanda: Huertas bölgesi olarak da biliniyor.
HUERTAS VE SANTA ANA
Burada: restoranlar, tascalar, tapa barları, tiyatro, müzik ve Flamenko kulüpleri var. Aynı zamanda: burası, boğa güreşleriyle de anılıyor.
Plaza Santa Ana meydanında bulunan “Hard Rock Oteli”nin giriş kapısında: bir tabela var. Bu tabelada şunlar yazılı: “ Matador Manolete: bir zamanlar, buradaki Reian Victoria Oteli’nin devamlı müşterisiydi”
Bu meydan: yani Santa Ana meydanı: Fransız işgali sırasında, Joseph Bonaparte tarafından yaptırılmış. Meydanda: bir açık hava sahnesinin bulunduğu yerde: Teatro Espanol bulunuyor.
Meydandan, gündüz saatlerinde geçerseniz, her yerin kapalı olduğunu göreceksiniz. Çünkü, buralarda hayat, gece başlıyor.
Buradan sonra: iyice güneye iniyoruz. Burada göreceğimiz yer: Lavapies.
LAVAPİES
Burası: zamanında ayak yıkamak için kullanılan çeşme nedeniyle: “Lavapies” yani “ayağını yıka” ismiyle anılıyor.
Burası: 15’nci yüzyılda, bir Yahudi mahallesiymiş. Aynı zamanda: birçok matadorun doğum yeri. Günümüzde ise, tipik bir işçi sınıfı yerleşimi.
Bölgenin merkezinde: Plaza de Lavapies meydanı var. Bu meydan: hareketli ve canlı. Meydanın çevresindeki sokaklarda ise: barlar ve restoranlar dizilmiş. Bunların çoğu: Arap kafeleri ve Türk mekanları, yani egzotik yerler.
Buradan: doğuya ve biraz kuzeydoğuya doğru ilerliyoruz.
CALLE DE ALCALA-CİBELES
Burada, 3 sanat müzesi var. Ayrıca: 18’nci yüzyıla ait apartmanlar görülüyor. Bunların arasında ise: bulvarlar, meydanlar ve çeşmeler var. Şehrin lüks semtlerinden biri olması nedeniyle, burada kiralar yüksek.
Ancak: yine bu bölgede, yaklaşık 100 civarındaki bankanın merkez binası ya da şubeleri bulunuyor. Ayrıca: Sigorta şirketleri, Maliye Bakanlığı binası ve Borsa binası var.
Bölgede: kuzeye doğru yürüyün, karşınıza bir meydan çıkıyor. Plaza de la Cibeles meydanı. Bu meydan: Calle de Alcala caddesi üzerinde.
REAL ACADEMİA DE BELLAS ARTES DE SAN FERNANDO
Burası bir müze. Calle de Alcala caddesi üzerinde. Valazpuez, Murillo ve Rubers gibi sanatçıların sanat eserleri sergileniyor. Ayrıca, muhteşem bir Zurbaran koleksiyonu var. Ama, buranın en değerli eseri: Goya’nın “Sardalyenin Gömülmesi” ve genç yaşında yaptığı: kendi portresi.
CİRCULA DE BELLAS ARTES
Calle de Alcala caddesinde, meydanın hemen doğusunda. Burası, muhteşem ve büyüleyici bir kültür merkezi. 1927 yılında yapılmıştır. Yapının merkezinde bir kafe var. Burada görmenizi önereceğim eser: Moises Huerta’nın, 1910 yılında yaptığı: “nü” heykeli. Bunun dışında, yapıda etkileyici avizeler, geniş pencereler göze çarpıyor.
PLAZA DE LA CİBELES
Meydanın bulunduğu yerde: muhteşem bir hareketlilik var ve bunun sonuncunda gürültü. Meydanın ortasındaki havuzda güzel bir heykel var, mutlaka görün.
Bu heykel: Madrid’in en sevilen sembollerinden biri. Heykelde: Bereket Tanrıçası Kybele: iki aslan tarafından çekilen bir araba da otururken tasvir edilmiş.
Meydanda bulunan diğer binalar: 1919 yılında yapılan, Madrid Ana Postanesi ve anıtsal Palacio de Cominicaciones. Yine, meydanın güneybatı köşesinde ise: Banco de Espana yani İspanya Bankası bulunuyor.
Plaza de la Cibeles meydanından, güneye uzanan bir cadde var. O istikamette yürüyoruz.
PASEO DEL PRADO
Bu büyük bulvar, toplam 5 km. uzunluğunda, güneye doğru uzanıyor. Ancak, meydandan güneye indiğinizde, caddenin ilk kilometresiyle karşılaşıyorsunuz. Burada: iki yana sıralanmış ağaçlar ve binalar, güzel bir görüntü oluşturuyor.
Ayrıca: yine burada, dünyanın en etkileyici sanat müzelerinden, üç tanesi var. Sanat dünyasının bu üçlüsünü mutlaka ziyaret etmenizi öneririm.
MUSEO DEL PRADO
Cadde üzerinde, güneye doğru yürürken, solunuzda kalıyor.
Burası: Altın üçgen olarak nitelenen müzelerin birincisidir. İspanyolca “Prado” kelimesinin anlamı “Çayır” demektir. Çünkü: yemyeşil çayırlar, müzenin bulunduğu alanı kuşatıyor.
Bu müze, dünyanın en büyük İspanyol tabloları koleksiyonuna sahip olmasıyla öne çıkıyor. Ayrıca: dünyanın en prestijli müzeleri arasında. İspanyol eserleri yanında, İtalyan ve Flaman ekollerine ait birçok ünlü sanatçının eserlerini de görebilirsiniz.
Bu dev koleksiyonlar: 12’nci yüzyıldan başlanarak 19’ncu yüzyıla kadar olan süreçte toplanmış. Toplanmasını sağlayanlar ise: Habsburg ve Bourbon kralları, şehrin hamileri ve yurt içindeki çeşitli manastırların yardımları.
Müze binası: 1785 yılında: kral III. Charles döneminde, Belediye Başkanı Carlos tarafından, “Doğa Tarihi Müzesi” olarak, kraliyet sarayının teknik ressamı mimar Juan de Villanueva’ya yaptırılmış.
Napolyon’un şehri işgali sırasında ise, bina, İspanyol askerleri tarafından sığınak olarak kullanılmış ve büyük hasara uğramış. Daha sonra ise, 1819 yılında, bu kez, sanat eserlerinin sergilenmesi için kullanılmasına karar verilmiş.
1868 yılında ise, El Museo del Prado ismini alarak, Kraliyet Koleksiyonu Resim Sergisi olarak ziyaretçilere hizmet vermeye başlamış.
1990’lı yılların başında, klima ve nem kontrol sistemleri gibi, teknolojik yenilikler, yeni onarım ve yenileme çalışmaları ve bir ek bina yapımı gündeme gelmiş.
1999 yılında ise: projenin başına: Pritzker ödüllü İspanyol mimar Rafael Moneo getirilmiş. Daha sonra: yapılan çalışmalar la, müze yeni şekline kavuşmuş.
Müzede: günümüzde, 120 odada, 7000 adet tablo bulunduğu söyleniyor.
Ayrıca: 5000 çizim, 2000 baskı, 1000 sikke ve madalyon, 2000 dekoratif obje bulunuyor. Yani: bu rakamlar düşünüldüğünde, buranın dünyanın en büyük sanat depolarından biri olduğunu söylemek mümkün.
Ancak, tablolardan sadece 2000 tanesi sergileniyor. Diğerleri: depolarda bulunuyormuş. Tabii, 2000 adet tablonun gezilmesi, bayağı uzun bir zaman alıyor. Bu nedenle: müzeye ayıracağınız zamanı iyi belirlemeniz şart.
Zaten, içeride, bir koşuşturmacadır gidiyor. Bence, göze batan eserlerin bulunduğu bölgelerde yoğunlaşın, eğer fazla oyalanırsanız, zamanınızın büyük bölümünü burada harcarsınız. Burada: müzede bulunan ve mutlaka görmenizi önereceğim eserlerle ilgili kısa bilgi vermek istiyorum.
İspanyol sanatçıların eserleri
Diego Velazquez :
1599-1660 yılları arasında yaşayan sanatçı: Kral IV. Felipe tarafından çalıştırılarak, saray ressamı ve Altın çağın en büyük İspanyol sanatçısı olmuştur. Bu sanatçının: Las Meninas (Nedimeler) isimli tablosunu mutlaka görün.
Bu: çığır açan bir başyapıt. Sanatçı: bu başyapıtının solunda durarak, kendini, gerçek hayatta olduğu gibi, ailenin bir parçası gibi resmetmiştir. Özellikle, bu tablodaki ışık efektleri muhteşem.
Sanatçının diğer bir eseri: “Breda’nın Teslimi”. Bu eser: 1625 yılında: İspanyolların, Hollandalılara karşı kazandıkları zafer anısına yapılmıştır. Bu eserde: generalin kahramanlığı, kaybedenin tükenmişliği, tertipli biçimde yukarıya kaldırılmış mızraklar ve ateşler içindeki savaş alanı. Eser: gerçekten görenleri derinden etkiliyor.
Francisco de Goya:
1746-1828 yılları arasında yaşamıştır. Bu müzede: dünyanın en geniş Goya koleksiyonu bulunmaktadır. Goya: 1763 yılında, Madrid’ten, Zaragoza’ya gider. Burada: kralın baş ressamlığına kadar yükselir.
Sanatçının müzede görmenizi önereceğim eserleri: İspanya’nın ilk nülerinden olan: La Maja Desnuda (çıplak maya). Bu eser: çok tartışılmıştır. Çünkü: Goya ve Alba düşesi arasındaki, skandal ilişki hakkındaki dedikoduların odak noktası olmuştur. Mutlaka görmelisiniz.
Sanatçının diğer bir eseri: kraliyet portresi, yani IV.Carlos ve ailesinin bulunduğu resim. Bu resmin özelliği: kişileri olduğundan güzel göstermeye çalışmadan, dürüst biçimde aktarmış olmasıdır. Resimde, sadece çocuklar çekici görünüyorlar.
Sanatçının görmenizi önereceğim son eseri: “3 Mayıs İnfazı”. Bu resim: İspanyol vatanseverlerin, 1808 yılındaki işgal yıllarında, Fransızlar tarafından kurşuna dizilmelerini resmediyor.
Sanatçı: bu trajik olayı yaşadığı yerden görür ve ardından, ay ışığı altında kurbanların resimlerini yapmak için, olayın yaşandığı alana gider.
Sanatçı hakkındaki, son önemli eser: bunalımda ve sağır olmak üzere iken yaptığı: “Oğullarından birini yiyen Satürn” eseridir.
El Greco:
1541-1614 yılları arasında yaşamıştır. Girit’te doğmuş, uzun yıllar İtalya’da yaşamış olmasına rağmen, kusursuz bir İspanyol olarak bilinmektedir. Toledo şehrinde, 37 yıl boyunca, büyük ve güçlü dini tuvaller üzerinde çalışmıştır.
Müzede, sanatçının görmenizi önereceğim eseri: “Çobanların tapınması” Bir kısım sanat eleştirmenleri, sanatçının eşsiz figürlerinin, kendisinin gözlerini astigmat olmasına bağlıyorlar.
Francisco de Zurbaran:
1598-1664 yılları arasında yaşamıştır. Işık ustası olarak bilinir. En büyük eserlerinde: mitolojik, dinsel ve tarihsel temaları işlemiştir. Müzede: büyüleyici bir savaş resmi olan: Cadiz’in İngilizlere karşı Savunulması” ve bir diğer eseri: eşsiz bir Natürmont (bir kadeh, iki vazo, siyah arka planda beliren bir çömlek)
Hieronymus Bosch:
1450-1516 yılları arasında yaşamıştır. Sanatçının, müzede bulunan en önemli eseri: “Dünya Zevkleri Bahçesi” resmidir. Resimde: birbirine karışan, cüretkar erotik fanteziler ve kıyamet günü kabusları, ortaçağ köylü zihniyetinin korkuları ve batıl inançlar betimlenmiş.
Peter Paul Rubens:
1577-1640 yılları arasında yaşamıştır. Muhteşem bir dinsel fantezi olan, dev: “Müneccim Kralların Tapınması” eseri ve çıplak kadınların portresi olan: Three Graces görülmeye değerdir.
Tiziano:
1490-1573 yılları arasında yaşayan, bu İtalyan ressam, daha çok gelecekteki saray ressamlığının esasını teşkil edecek eserler vermiştir. Müzede: İmparator V. Carlos portresini görebilirsiniz.
Tabloların yanı sıra, müzede 700 civarında heykel sergileniyor.
Evet, bu muhteşem müzede, özellikle görmenizi önerdiğim eserler bunlar. Müze çok büyük, zamanınız ölçüsünde, öncelik vererek eserleri gezmenizi öneririm.
Geziniz sonunda yorulursanız, müzenin botanik bahçesinde dinlenebilirsiniz veya müzede bulunan kafeterya da, iyi bir mola yeri.
Prado Müzesinden çıktıktan sonra, hemen öndeki ağaçlıklı yoldan, kuzeye doğru yürüyorsunuz ve karşınıza bir meydan çıkıyor: PLAZA DE NEPTUNO.
PLAZA DE NEPTUNO
Bu meydan, şehrin en hareketli meydanlarından biridir. Ayrıca, burada muhteşem bir yeşil doku da var. Yani: meydanın büyük kısmı, yeşillendirilmiş, ağaçlandırılmış. Meydanın hemen köşesinde, bir müze daha var.
MUSEO TYSSEN-BORNEMİSZA
Evet, Altın üçgen müzelerinden, ikincisi burası.
Burası bir şahsa, yani Baron Tyssen denilen bir şahsa ait koleksiyonun sergilendiği bir müze. Müze yapısı, Villahemosa Sarayı olarak, 18’nci yüzyılda inşa edilmiş.
Daha sonra ise, İspanyol mimar Rafael Moneo tarafından tadil edilerek, müzeye dönüştürülmüş.
1992 yılında ziyarete açılan müzedeki koleksiyon: dünya üzerinde, İngiltere kraliçesi Elizabeth’in şahsi koleksiyonundan sonraki en zengin koleksiyon olma özelliğini taşıyor.
Baron Heinrich Thyssen-Bonemisza: 1920 yılından itibaren toplamaya başladığı, muhteşem koleksiyonunu, 1993 yılında İspanyol hükümetine satıyor.
Müze binasında sergilenen eserler: 19 ve 20’nci yüzyıllar arasında üretilen eserlerdir ve yaklaşık 800 civarında. Bunlardan başka: 1600 civarında heykel, oyma, goblen ve diğer obje sergileniyor.
Müzede eserleri sergilenen klasik dönem sanatçıları: Rambrant, Tiziano, Rubens, Monet, Renoir, Van Gogh.
Prado müzesinde olduğu gibi, bu müze yapısında da: bir mağaza ve restoran var.
Şimdi, yine bölgede bulunan başka bir müzeye gideceğiz. Meydandan, Prado Müzesi istikametinde güneye doğru yürüyoruz.
Ağaçlıklı Passeo del Prado caddesinde bir süre ilerledikten sonra, yine bir meydana geliyoruz. Burası: PLAZA EMPERATOR CARLOS V meydanı. Bu meydandan: güney batıya biraz daha yürüdüğünüzde, hemen solda, bir başka müze karşınıza çıkacak.
CENTRO DE ARTE REİNA SOFİA
Burası, altın üçgen olarak nitelenen müzelerden, üçüncüsü.
Hospital de San Carlos yapısı, bu müzeye ev sahipliği yapıyor. Yapı: 18’nci yüzyılda, İtalyan Francesco Sabatini ve İspanyol Jose de Hermosilla isimli mimarlar tarafından tasarlanmış.
Daha sonra ise, 1992 yılında, Kraliçe Sofia tarafından, müze olarak hizmete açılmış. 2005 yılında ise, genişletilerek, günümüzdeki görünümü kazanmıştır.
Müzede, 20.yüzyılın başından, günümüze kadar, çeşitli ülkelere ait sanatçıların eserleri sergileniyor. Bu eserler: 3500 ses kaydı, 1000 klip, 100 000’den fazla kitap şeklindedir.
Bu müzede mutlaka görmenizi önereceğim eser: Picasso’nun “Guernica” sı. Bu eser: Paris Dünya Fuarında, İspanyol bölümünde sergilenmek üzere, 1937 yılında Picossa’ya sipariş edilmiş. Bu sırada: İspanya’da iç savaş var ve General Franco ile birlikte hareket eden Alman uçakları, İspanya’nın Bask bölgesinde; Guernica kasabasında, sivilleri hedef alan bir katliam yapar.
Bunun üzerine, Picasso: bu esrarengiz eseri yapar. Eser, aynı zamanda, II. Dünya Savaşı sonrasında, savaş karşıtı düşüncelerin merkezi oldu.
Bu arada, İspanya ülkesinde, Bask ayrılıkçı hareketinin de, simgesi oldu. Sanırım bu eserin, bu tür siyasi düşüncelere sebep olması nedeniyle, camlı bir bölümde muhafaza ediyorlar. Yani, çok sıkı güvenlik önlemi almışlar.
Ayrıca: müze yapısında, bir de tamamen sanata odaklanmış kütüphane bulunuyor. Ayrıca: kafeterya, tiyatro, kitapçı gibi yerler var. Yani, tam bir kültür merkezi.
Evet, bu müzedeki gezimizi de tamamladıktan sonra: başka bir sanatsal yapıya doğru ilerliyoruz. Geri dönüp, Carlos V. Meydanına geliyoruz ve buradan, güneye doğru, Av.de la Cludad de Barcelona caddesinden ilerliyoruz, hemen solda, Atoha tren istasyonu.
ATOCHA
Burası, bir demir ve cam işçiliğinin örneği olan tren istasyonu.
Şehrin güneyi ve Barselona ve Toledo şehrine sefer yapan trenler, buradan hareket ediyorlar. Yüksek hızlı trenlerin çıkış noktası da buradan.
Yapı: 1851 tarihinde: Fransa-Paris’te bulunan Eyfel kulesini yapan, Gustav Eifel tarafından yapılmış ve hizmete açılmıştır.
Ancak, büyük bir yangın geçirir ve yeniden yapılandırma çalışmaları sonucu, 1892 yılında, yeniden hizmete açılır.
Trenlerin bulunduğu bölümün üstündeki örtü platformu: 157 metre uzunluğunda ve 27 metre yüksekliğindedir.
İstasyonda, değişik yapılaşma dışında, bir de tropikal bahçe var. Bu botanik bahçede: ağaçlar ve çiçekler, güneş ışınlarını almadan, nasıl bu kadar canlı olabiliyorlar, hayret etmemek mümkün değil.
Ama, öğrendiğime göre, bunların üzerlerine, su püskürtüyorlarmış. Bu bahçenin ortasındaki havuzda ise, irili-ufaklı birçok su kaplumbağası görülüyor.
11 Mart 2004 tarihinde, burada büyük bir patlama olur ve bu bombalı saldırı sonucu: 191 kişi ölür ve 1800 kişi yaralanır. İstasyonda, bu saldırıda ölenlerin anısına bir anıt görülüyor.
Hatta: istasyonun bahçesinde, ölen 191 kişinin anısına, birer tane “zeytin” ağacı dikilmiş.
Müze gezileri bitti. Şimdi şehrin yeşil alanı olan ve bölgeye yakın bir yere gideceğiz. Atocha istasyonuna kadar indik ve şimdi geri dönüp, kuzeye doğru yürüyoruz.
PARQUE DEL BUEN RETİRO
Madrid şehrinin en büyük ve en güzel parkı: şehrin en popüler mekanlarından biridir. Şehir merkezinden biraz uzaktadır. Bir asfalt denizinin ortasında, yeşilliklerle kaplı, 130 hektarlık bir ormanlık alan.
Bu ormanlık alanda, 15.000’den fazla ağaç bulunuyor. Prado müzesinin çevresindeki park alanından, 1.5 kat daha büyüktür.
Park: 17’nci yüzyılda, kral IV. Felibe’nin emriyle yapılmıştır. İlk yapıldığında: İspanyol hükümdarları ve misafirleri için, bir oyun ve av alanı olarak kullanılmış. Hatta, 1632 yılında, burada bir kraliyet sarayı da bulunuyormuş. Ancak, Fransız işgalinde, Napolyon askerleri tarafından, saray yok edilmiş.
Park içinde: bir kısım anıtlar da görmek mümkün. Bu anıtlar: ormanlık alanda; 11 Mart 2004 tarihinde, tren istasyonundaki bombalı saldırıda ölen 191 kişinin anısına yapılan bir anıt.
Parkın ortasında, kuzey girişinin yakınında, büyük ve yapay bir göl var. Bu gölde: zaman zaman deniz savaşlarının canlandırıldığı mini eğlenceler düzenleniyor. Göl’de, sandalla gezinti yapılıyor.
Ayrıca: gölün hemen yanında: Kral Alfonso’nun at üzerinde bir heykeli var. Heykel: 1922 yılında yapılmıştır.
Ayrıca: yine bir heykel var.
Bu heykel, “El Angel Caido” yani “Düşmüş Melek” heykeli. Heykel, Departed tarafından yapılmış ve kamu alanında şeytanın simgelendiği ilk ve tek heykel olarak öne çıkıyor.
Parkın içinde: iki tane bina var. Bunlar: güney uçta b ulunan ve Londra şehrindeki kristal saraydan etkilenerek yapılan “Palacio de Cristal” ve “Palacio de Velazquez”. Palacio de Cristal yapısı: 1887 yılında, Ricardo Valezquez tarafından tasarlanmış bir köşk. Bu yapılarda, zaman zaman çeşitli sergiler düzenleniyor.
Park içinde, gezintiye devam ederseniz, “Rosaleda” denilen gül bahçesini görmeyi ihmal etmeyin. Bu gül bahçesiyle birlikte görülen botanik bahçesi, 18’nci yüzyılda kurulmuş ve .burada, 104 civarında ağaç ve 3000’den fazla bitki türü bulunuyor.
Park dışında, bölgede yine güzel bir yeşil alan daha var. Hemen Prado müzesinin bitişiğindeki bahçe.
REAL JARDİN BOTANİCO
Prado müzesi yanındadır. Kraliyet Botanik Bahçesi olarak biliniyor.
Burada, dünyanın her yerinden gelen; yaklaşık 30.000 kadar ağaç ve bitki bulunuyor. Bahçeler: Totany Üniversitesi için Charles III. tarafından kurulmuştur.
Parkın içindeki farklı bölümler, ağaç ve bitkilerin Latince adları verilerek etiketlenmiştir.