Iğdır ovası, Akdeniz bölgesindeki tarımın yapılabildiği toprak yapısı ve iklim şartlarına sahip olmasıyla önem kazanıyor. Bir de: ülkemizde, üç ülkeye sınır komşusu (İran-Nahcivan Özerk Cumhuriyeti-Ermenistan) olan tek il, öte yandan, bu ilde çok sayıda otel var ki, tüm Iğdır nüfusunu bu otellere yerleştirseniz, işte o kadar yatak olduğu kesin.
ULAŞIM
İran üzerinden ülkemize giren ve Doğubayazıt-Kars-Erzurum-Erzincan üzerinden ilerleyen tarihi İpek Yolu buradan geçiyor.
Iğdır-Nahcivan arasındaki uzaklık; 20 km. Iğdır-Ermenistan sınırı arasındaki uzaklık; 90 km. Iğdır-İran sınırı arasındaki uzaklık: 75 km. Iğdır-Kars arasındaki uzaklık: 130 km. Iğdır-Erzurum arasındaki uzaklık: 280 km. Iğdır-Ağrı arasındaki uzaklık: 150 km. Iğdır-Doğubayazıt arasındaki uzaklık; 45 km.
TARİH
Bölgede, tarihi süreç içinde: MÖ.1’nci yüzyıldan itibaren, egemenlik kuran uluslar, sırasıyla; Persler, Makedonlar, Seleukoslar, Roma, Asur, Kimmet ve İskitler. MS.7’nci yüzyılda ise, bu kez, bölgede “Araplar” görülür. 1064 yılına gelindiğinde ise, bu kez, Selçuklular var. 1514 yılında Osmanlılar bölgeyi ele geçirirler.
1737-1746 ve 1878-1918 yılları arasında, Rus işgali ve vahşet yılları var. 14 Kasım 1920 tarihine gelindiğinde ise, Kazım Karabekir komutasındaki Türk Ordusu, Iğdır ve yöresini, gerek Rus ve gerekse Ermenilerin elinden kurtarmıştır.
Iğdır isminin kaynağı: Oğuz Han’ın, altı oğlundan biri olan, Cengiz Alp’in, en büyük oğlu olan Iğdır Beğ’den gelmektedir. Kelime anlamı ise: “iyi, büyük, ünlü, sahip, yiğit başkan” demektir.
Şehir, 27 Mayıs 1992 tarihinde, Kars ilinden ayrılarak Türkiye’nin 76’ncı ili olmuştur. Merkez ilçe yanında, 3 tane daha ilçesi vardır.
GENEL
Şehir, ülkemizin doğu sınırına yakın bir konumda, dağ sıralarının ve yüksek platoların arasındaki bir bölgededir. Bu ara bölgede kalması nedeniyle: özellikle iklim daha yumuşak ve toprağın da uygun olması nedeniyle: çevre yörelerde üretilemeyen birçok sebze-meyve burada üretiliyor. Çünkü: ova, alçak ve ılık. Bu nedenle: burada, Akdeniz iklimi tarımı yapılabiliyor. Yani: pamuk, kayısı ve mandalina gibi ürünler yetiştirmek mümkün.
Dağlık bir bölge demiştim ya, Ağrı dağının büyük bir bölümü de, Iğdır il sınırları içinde kalıyor.
Yukarıda sözünü ettiğim gibi, Iğdır, üç ülke ile sınır komşusu bir il. Bu ülkelerle olan sınır kapılarımız ise: Alican (kapalı) Ermenistan ile, Boralan (kapalı) İran ile ve Dilucu (açık) Azerbaycan ile olan sınır kapılarıdır.
NE YENİR
Yöreye yolunuz düşerse: özellikle “Taş Köfte” yemenizi öneririm. Birkaç yerel lezzet daha var. Bunlar da; Ekşili, Cızdık, Paça, Tavuk Şorva olabilir. Ama, özellikle “Bozbaş” isimli yemeği yemeden, sakın buradan ayrılmayın. Ama, çok yağlıdır, aman buna dikkat.
NE SATIN ALINIR
Yörede, kadınlar tarafından yapılan, yün ve pamuktan üretilmiş “çoraplar” büyük ilgi görüyor. Sizler de, gerek kendiniz ve gerekse yakınlarınız için, bu örgü çoraplardan satın alabilirsiniz.
GEZİLECEK YERLER
LEYLEK HEYKELİ
Iğdır il merkezi girişinde, gayet büyük iki leylek heykeli var. Bunlar yani leylekler, Iğdır ilinin sembolüdür ve bu heykeller o nedenle yaptırılarak buraya konulmuştur. Buraya bir taraftan da “Leylek Şehri” denmektedir. Çünkü, leylekler iklim nedeniyle yaz-kış burayı terk etmezler. Leylekler kış mevsiminde dahi burada kalabilmektedir.
YER ALTI ÇARŞISI
Şehir merkezinde tam ortadadır ve bu yüzden şehrin en kalabalık ve yoğun yeridir. Burada birçok dükkan ve mağaza bulunmaktadır.
ERMENİ EVİ TAŞ BİNA
Söğütlü mahallesinde bulunan bu bina, 19’ncu yüzyıl Baltık mimarisi tarzında yapılmıştır. Yapının yola bakan kısmı, süsleme bakımından zengindir. Düzgün kesme taş kullanılmış olup, pencere açıklıkları basit kemerli, pencere üstlerindeki taş çıkıntılar ve korniş altı testere biçimli taş çıkıntılar, cepheye güzel bir görüntü vermiştir. Pencerelerin birinin üst tarafında 1908 tarihli bir kitabe görülür. Yapının iç kısmında inceleme yapılamamıştır, çünkü yapı halen konut olarak kullanılmaktadır.
SOYKIRIM ANITI VE MÜZESİ
İl merkezinde, Bahar mahallesindedir. Burada: Iğdır ve çevresinde: 1915-1920 yılları arasında, Ermeni katliamlarında katledilen ( yöre halkının, o günkü mevcudunun % 80’i katledilmiştir) insanlarımız anısına yapılmış bir anıt var. Anıtın öne çıkan özelliği: ülkemizin en yüksek anıtı olmasıdır. Yüksekliği: 43.50 metredir.
Anıt: 1997-1999 tarihleri arasında yapılmıştır. Alt kısmında: 350 metre karelik alanda, bir müze var. Üst kısım ise: 5 kılıçtan oluşan bir anıt görüntüsü veriyor. Kılıçların granitleri: Çin’den getirtilmiştir. Kılıçların kabzalarında tunç dökümlerdeki rölyeflerde: eski Türk devletlerinden, günümüzdeki Türkiye Cumhuriyetine kadar uzanan dönemler anlatılıyor.
Alttaki müze bölümünde: 1915-1918 yılları arasında, Ermeniler tarafından, buradaki vatandaşlarımıza yönelik yapılan katliamlar sonucu toplu mezarlardan çıkarılan belgeler, fotoğraflar ve diğer malzemeler sergileniyor. Müze, her yıl, yaklaşık 4000 civarında kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Müzede: 575 kitap ve 256 adet resim bulunmaktadır.
HARMANDÖVEN KERVANSARAYI
İpek yolu üzerindedir. İl merkezine, 31 km. uzaklıkta, Kervansaray köyünün batısındadır.
Yapı: 12’nci yüzyılda, Sürmari Emiri Şerafettin Ejder tarafından yaptırılmıştır. Avlusuzdur ve taç kapısı: cephede bir çıkıntı oluşturmamaktadır. Bu özellikler değerlendirildiğinde, yapının geç dönemlerde yapıldığı düşünülmektedir.
Yapı, Selçuklular döneminde Anadolu’da çokça yaptırılan açık avlulu ve kapalı hol sistemi planlı, çevresinde kale görünümündeki büyük kolsal yapılar, özellikle sultan ve vezirlerin talimatları ile önemli yol güzergahlı üzerine inşa edilmişlerdir. Iğdır Kervansarayı ise, tali bir yol üzerine inşa edilmiştir ve plan olarak avlusunun olmaması nedeniyle diğerlerinden ayrılmıştır. 13’ncü yüzyıl sonunda, Elazığ Çemişgezek yakınlarında yapılan İbrahim Şah hanı planlarına benzemektedir.
IĞDIR KALESİ (KORHAN KALESİ)
İl merkezine 36 km. uzaklıkta, Ağrı dağının kuzey yamacında, 2120 metre rakımlı bir tepe üzerindedir.
Kalenin yapılış tarihi ve yaptıran bilinmiyor. Ancak, 1064 yılında, kalenin Selçuklular tarafından ele geçirildiği kesin. Yani, 1064 yılında, bu yapı varmış. Kale yapısı: 2 bölümden oluşuyor. Surların temel kalıntılarında: Urartu sistemini andıran, büyük blok taşlar kullanılmıştır. 1664 yılına gelindiğinde, bölgede büyük bir deprem olduğu ve kalenin de bu deprem ile yıkıldığı anlaşılıyor.
Hatta, 7 gün sürdüğü bildirilen bu deprem sonucu, yakın çevre dahil, bölgede 50 bin civarında insan öldüğü tahmin edilmektedir. Bu depremde sağ kalanlar, kaleyi terk ederler ve günümüzdeki Iğdır ovasına gelerek, şehrin ilk yerleşimcileri olurlar.
Günümüzde: yapı çok harap durumda görülüyor. Sadece, çok az sur kalıntısı görmek mümkündür. Daha doğrusu, düzgün kesme taşlardan yapılmış, yuvarlak formlu bir kule görülüyor. Ayrıca, yine yıkık ama bir fikir verebilecek durumda görülen erzak deposu bölümü var. Düzgün kesme taştan örülmüş ve üç bölümlü, erzak deposunda, kalede kalanların su ve yiyecek ihtiyaçları karşılanmıştır. Bu erzak deposunun hemen yanında, düzgün siyah taşlarla yapılmış ve içi horasan harcıyla sıvanmış bir su kuyusu var.
KARAKALE (SÜRMELİ KALESİ)
İl merkezine 26 km. uzaklıkta, Tuzluca-Iğdır arasında, ovaya hakim bir tepe üzerindedir. Aras nehrinin Türkiye-Ermenistan sınırını çizdiği noktada, iki vadi arasında sarp kayalıklar üzerindedir.
Kalenin yapılış tarihi ve yaptıran bilinmemektedir. 1047-1064 yılları arasında Bizanslıların bölgede egemenlikleri görülür. 1064 yılından sonra, kale, Selçuklular tarafından ele geçirilir. 1386 yılına gelindiğinde, Timur tarafından kalenin kuşatıldığı ve ele geçirildiği biliniyor. Bu kale de: 1664 ve 1840 yıllarındaki depremler sonucu büyük ölçüde tahrip olur ve insanlar tarafından terkedilir.
Günümüzde burada görülebilenler: kalenin batı yönünde, temel seviyesinde, 2 metre kalınlığa ulaşan sur duvarları görülüyor. Bu birinci duvarın, yaklaşık 50 metre doğusunda, aynı kalınlıkta ikinci bir sur duvarı kalıntısı var. Bu sur duvarından, 30 metre sonra ise, günümüzde kısmen ayakta olan, iç kale görülüyor.
İç kalede günümüze ulaşanlar ise: Aras nehrine bakan yerdeki; doğal kayalar üzerine yapılmış ikiz gözetleme kulesidir. Kulenin yüksekliği 7 metredir. Bu kulenin hemen doğusunda, dairevi planlı dış cephesi tüf taşından yapılmış bir kule daha vardır. Kale surları ve kuleler arasında kalan büyük bir alanda, büyük bir yerleşim yeri kalıntısı bulunur. Özellikle Selçuklu, Urartu ve eski Tunç Çağına ait bol miktarda seramiğin görüldüğü bu alanda, ayakta kalıp günümüze ulaşan yapı yoktur.
METEOR-GÖKTAŞI ÇUKURU
İl merkezine 42 km. uzaklıkta, Karakoyunlu’ya bağlı, Korhan yaylasındadır.
Buraya: 1892 yılında büyük bir göktaşının düştüğü ve çukurun bu nedenle oluştuğu söyleniyor. Hatta, bu büyüklük, dünya üzerinde ikinci sırada geliyormuş. (Dünyanın en büyük göktaşı çukuru: Amerika-Arizona-Barringer krateri) Çukurun genişliği: 35 metre, derinlik ise, yaklaşık 60 metredir.
Düz bir arazide, aracınızda inip, bir süre yürümeniz gerekiyor. Çukurun çevresi: tel örgülerle çevrilmiştir. Burada en çok dikkatimi çeken: çukurun kenarlarının sanki jiletle kesilmiş gibi olması, dibinde ise, toprak yığını var.
Yani, göktaşını göremiyorsunuz. Bu arada, bu göktaşının bulunduğu yer, askeri güvenlik bölgesi ve fazla oyalanırsanız, büyük ihtimalle, birkaç nöbetçi asker gelip, sizinle burada ne yaptığınızı konuşabilirler. Ama, göktaşını gezmeye gelmenize ses çıkaran yok.
AĞRI DAĞI VE TIRMANIŞ
Ağrı dağı: ülkemizin en yüksek rakımlı dağıdır. Zirve yüksekliği: 5137 metredir. Sönmüş bir volkandır. Türk-İran-Ermenistan sınırında bulunmaktadır. Hemen güneydoğusunda, yine sönmüş bir volkan olan, Küçük Ağrı Dağı bulunmaktadır ki, bunun da zirve yüksekliği: 3896 metredir.
Ağrı dağı: güzel bir görüntü verir. Tepesindeki 400 metrelik bölüm, sürekli buzlarla kaplıdır ve bu yüzden, uzaktan bakıldığında bir şapka görüntüsü verir. Hatta, çoğu kez, dağın bu zirvesinin üzerinde bir bulut tabakası görmekte mümkündür.
Ağrı dağı, dağcılık sporu ile uğraşanların aradıkları tüm özellikleri taşımaktadır. Bu özelliklerin başında ise: tırmanışın başladığı yere araç ile gidilebilmesi ve tırmanış mesafesinin yüksek olmasıdır. Anadolu ve Avrupa’nın en yüksek doruğudur.
Aynı zamanda: Nuh’un gemisi ve Tufan efsaneleri, buraya mistik bir özellik vermektedir. Dağa tırmanmak için en uygun zaman; Temmuz-Ağustos-Eylül aylarıdır. Güneyden tırmanış: Doğubayazıt’ın Çatan köyünden başlar. Doğudan tırmanış: Serdarbulak yaylasından başlar. Batıdan tırmanış: örtülü köyü ve küp gölünden başlar.
Dağa ilk kez: 1829 yılında, Alman Prof. J.Von Parrot çıkmıştır. Türklerin ilk kez tırmanışı ise: 1970 yılında, Dr. Bozkurt Ergör tarafından sağlanmıştır. 1973 yılında, Cevdet Sunay isimli bir subay tarafından, Ağrı dağına tırmanılmış ve zirveye, Atatürk Büstü konulmuştur.
TUZLUCA TUZ MAĞARALARI
Iğdır iline bağlı Tuzluca ilçesindedir.
Tuz mağaraları: ülkemizin 100 yıllık tuz ihtiyacını karşılayabilecek rezervlere sahiptir. 55 dönümlük tuzla kaplı bu arazideki mağaralarda bulunan tünellerdeki hava: bir çok solunun yolu hastalığına iyi geliyormuş. Burada, halen tuz üretimi, sürdürülmektedir, günlük 60 ton tuz üretiliyor.
KARAÇOMAK KÖYÜ KİLİSESİ
İl merkezine bağlı Karaçomak köyü yakınlarındadır. Köye ulaşan yolun bitimindeki düzlükte sağ yanda kilise kalıntısı görülür. Yapının üst örtüsü tamamen yıkılmıştır. Beden duvarları ayaktadır ve sarımsı kesme taş kaplamadır.
OSMANLI KIŞLASI
Tuzluca ilçesi, Üçkaya köyünün güneydoğusundadır. Köye hakim konumdaki yapı, moloz taşların üstü yontulmak suretiyle yapılmıştır. Yamaç kısmını tahkim etmek için, alt tarafa istinat duvarı örülmüştür. Batı bölümünden Eğritaş deresi geçer. Kapı ve pencereleri daha önce söküldüğünden, günümüzde yoktur.
GÖKKUŞAĞI TEPELERİ
Tuzluca ilçesinin batısındaki tepelerdeki renk cümbüşü görenleri hayrete düşürüyor. Çünkü bu tepeler: kahverengi, boz, kırmızı ve sarı tonlarındadır.
Türkiye-Ermenistan-İran ve Nahcivan sınırında bulunan bu doğa harikası tepeler yani gökkuşağı tepeleri: Iğdır-Kars karayolunun 50’nci kilometresinde başlıyor ve yaklaşık 20 kilometre kadar devam ediyor.
Bu tepeler, özellikle sonbaharda apayrı bir güzelliğe bürünüyor ve yörenin turizm potansiyelini olumlu etkiliyor, siz de buralara yolunuz düşerse, mutlaka bu renkli tepeleri görün. Özellikle güneşin tam tepede olduğu saatlerde, renk cümbüşü ortaya çıkıyor. İlk bakıldığında tepeler çölü andırıyor. Çünkü bu tepeler üzerinde herhangi bir bitki yetişmiyor, çünkü bu tepelerin toprakları yıkanan topraklardır ve bu yüzden bitki tutması zordur. Sadece bazı yaban hayvanlarının görüldüğü söyleniyor.
Yapılan araştırmalara göre, bu tepelerin böyle renkli olmasının sebebi: tepelerin üstünde bulunan toprak tabakasındaki kalsiyum, magnezyum gibi madensel hammaddelerdir ve özellikle kırmızı rengi veren demir oksittir.
Farklı renklerin oluşmasının sebebi ise, yine demir çeşitliğinden kaynaklanmaktadır. Bazı yerlerde ise, bu renkliliği tuz sağlamaktadır. Çünkü yöre aynı zamanda tuz maden yataklarının bulunduğu bir yer olarak biliniyor. Hatta bu yörede tuz madenleri o kadar çok yoğun ki, ülkemizin 200 yıllık tuz ihtiyacını karşılama kapasitesinde olduğu söyleniyor.