Kuşadası Dilek Yarımadası Milli Parkı, Kuşadası merkeze 28 km uzaklıktadır. Kuşadası merkezden buraya ulaşım, Davutlar ve Güzelçamlı üzerinden sağlanmaktadır.
Parka giriş ücretlidir. Burayı ziyaret etmeyi düşündüğünüzde, giriş kapısında uzun bir araç kuyruğuna gireceğinizi unutmayınız ve kesinlikle sıkılmayın ve vazgeçmeyin, milli parka mutlaka girin.
Günlük park alanına girecek araç kapasitesi 2500 araç ile sınırlandırılmıştır, yani gittiğinizde, araç kapasitesi doldu giremezsiniz sözüne hazırlıklı olmanızı da öneririm. Yani, erken saatlerde gidiniz veya hafta sonlarında gitmeyiniz.
Dilek Yarımadası ve Büyük Menderes Deltası Milli Parkı: tüm bitkilerin doğal ortamda bir araya geldiği, vahşi hayvanlar, doğal zenginlikler, yüzlerce kuş türü, zengin balık bolluğuyla tanınmaktadır.
Bölgede, 209 kuş türü tespit edilmiştir. Özellikle nesli tükenme tehlikesi altında bulunan “Tepeli Pelikan” ve “Cüce Karabatak” tarafından bölge üreme yeri olarak kullanılır.
Evet: 1966 yılında Milli Park olarak ilan edilen burası ülkemizin en iyi korunan milli parklarından birisidir.
Yarımadanın güneyinde bulunan Büyük Menderes Deltası, 1994 yılında Milli Park alanına dahil edilmiştir.
Milli parkın bulunduğu Dilek yarımadasının ucu ile Sisam adası arasındaki uzaklık yaklaşık 900 metredir, bu yüzden yarımadanın ucuna kadar gitmek yasaktır.
Arkanızda 1200 metreye kadar yükselen dağlar, önünüzde masmavi bir deniz bulunmaktadır.
Dilek Yarımadası sahilleri, Türkiye’de en temiz ve doğal kıyılardır. Bu sahiller Avrupa’da en nadir memeli türlerinden olan Akdeniz Foklarının doğal yaşam alanlarıdır.
Foklar, yarımadanın güney kıyılarındaki mağaralarda yaşamaktadırlar.
Burada: izin verilen günübirlik alanlarda: piknik yapabilir, denize girebilir, yürüyüş yapabilirsiniz. Ancak park alanı içinde mangal yakmak ve çadırlı kamp kurmak yasaktır.
Denize girdiğinizde, minik minik balıkların ısırık darbelerine hazır olunmalıdır. Ayrıca: yemek aramak için domuzlar yanınıza kadar gelebilmektedirler.
Elbette bunlara yaklaşmadan uzaktan bakmanız önerilir.
Domuzlar, aç olduklarında, 8-10’lu guruplar halinde sahili ziyaret ediyorlar. Sonuç olarak, Milli Park alanında büyük olasılıkla domuzları göreceksiniz.
Yiyeceklerinizin domuzlar tarafından çalınmasını istemiyorsanız, masalarınıza, yiyeceklerinizin yanına nöbetçi bırakmalısınız. Bir başka sıkıntı da, milli park alanı içindeki bolca bulunan arılardır.
Özellikle Karasu koyunda çok fazla arı vardır.
Yangın:
1996 yılı yaz döneminde milli parkta çıkan yangı, bölgeye büyük zarar vermiştir. Yangında 4.500 hektarlık alan tamamen yanarak kül olmuştur.
Park alanında, 4 tane koy bulunmaktadır. Bu koylar “Kalamaki koyları” olarak isimlendirilir.
1-İçmeler koyu.
2-Kalamaki koyu (Kavaklıburun).
3-Aydınlık koyu,
4-Karasu koyudur.
İçmeler Koyu:
Park alanı içindeki bu plaja, kapıdan girildikten 1 km sonra ulaşılır. Horoz derenin oluşturduğu vadinin denize ulaştığı yerdedir. Burada ormanla deniz buluşmaktadır.
Geniş ve kumluk olması nedeniyle, özellikle çocuklu aileler tarafından tercih edilmektedir. Yani, aşırı kalabalıktır. Hatta arabanızı koyacak yer bulamazsınız.
Koyun uzunluğu 310 metre ve genişliği ise 200-300 metre arasındadır.
Deniz: uzun bir mesafede sığdır. Ancak biraz önce sözünü ettiğim gibi burada minik minik balıklar ısırıyorlar, yani denizde sabit durmamak gerekiyor.
Aydınlık Koyu:
İçmeler koyundan sonra gelen 2’nci koydur. Günübirlik kullanım alanıdır. Giriş kapısına uzaklığı 5 km dir. Kızılçam ormanları, denize kadar iner.
Plajı güzeldir, hem tenha hem de deniz tabanı adeta akvaryum gibidir. Deniz derindir. Şnolker meraklısı iseniz kesinlikle Aydınlık plajını tercih etmelisiniz.
Plajda, helikopter pisti bulunmaktadır. Helikopter pistinin yakınında günübirlik konaklama alanları bulunur.
Kavaklıburun koyu-Kalamaki Koyu:
Milli parkın girişine 9 km uzaklıktadır. Burada yer yer kavak ağaçları bulunduğu için bu isim verilmiştir. Buradaki doğal plajın uzunluğu yaklaşık 1 kilometredir ve milli park alanı içindeki en uzun sahildir.
Karasu Koyu:
Park alanı içindeki en büyük koydur. Ancak son koy olduğu için uzaktır. Girişten yaklaşık 11 km uzaklıktadır.
Karasu koyunda, tertemiz bir deniz ve çam ormanları bulunmaktadır.
Koydaki plajın uzunluğu 450 metredir.
Koyun sahili taşlık ve deniz soğuktur ve çabuk derinleşir.
Karasu koyunda, deniz berraklığı ve tuz oranı mükemmel seviyededir.
Koyda: çam, doğa, deniz mükemmel, duş ve tuvalet, soyunma kabinleri var.
Park alanında, 4 tane günübirlik piknik alanı bulunmaktadır.
1-İçmeler,
2-Aydınlık,
3-Kavaklıburun,
4-Karasu günübirlik kullanım alanlarıdır.
Bu alanlar dışında, Milli Park alanında piknik yapmak ve denize girmek yasaktır.
Doğa Yürüyüşü-Trekking:
Milli park alanında, 2 tane doğa yürüyüşü parkuru vardır.
Bu parkurların her ikisinin de başlangıç yeri: Olukdere kanyonu ve bitiş noktası ise Eski Doğanbey köyü Tanıtım ve Ziyaretçi Merkezidir.
Bu iki nokta arasındaki parkurda, uzunlukları 16.4 ve 17.8 km uzunluğunda iki yol bulunmaktadır.
Yol üzerinde: farklı yabani hayvanlar ve özellikle yaban domuzlarıyla karşılaşma ihtimali yüksektir.
Daha uzun bir parkur düşünürseniz, 30 km uzunluğunda olan ve Panionion’dan başlayıp Eski Doğanbey köyüne kadar uzanan parkuru düşünebilirsiniz.
En uzun parkur ise 37 km uzunluğundadır ve Oluklu kanyondan başlayıp Karakol geçidi üzerinden Panionion’a kadar uzanır. Ancak bu parkurun oldukça yorucu olduğunu unutmayınız.
Eski Doğanbey Köyünde Tanıtım ve Ziyaretçi Merkezinden başlayan tur güzergahı, Olukdere kanyonu girişine kadar devam eder. Parkurun uzunluğu 15 km dir.
Tekne Turları:
Milli park alanından düzenlenen tekne turlarında: Dilek yarımadasının kuzey kıyısında bulunan Karasu koyu ve Nero koyu arasındaki korunaklı koylar gezilmektedir. Muhteşem güzel bir tur, mutlaka katılmanızı öneririm, özellikle akşam saatlerine doğru güneşin batışı oldukça güzeldir.
Botanik Turu:
Kavaklıburun ve Karasu koylarının günübirlik kullanım alanları arasında seçilmiş 2 kilometrelik bir parkurda, Botanik turu düzenlenmektedir. Turlar: Tanıtım ve Ziyaretçi Merkezinin uzman biyolog ve rehberleri eşliğinde düzenlenmektedir.
Alan sınırında 804 tane bitki bulunmaktadır. Bu bitki türlerinden bazıları Anadolu’ya özgü, bazıları ise mitolojik değer taşımaktadır.
Bu tur sırasında: görülebilecek bitkiler şunlardır: Anadolu’ya özgü bir tür olan patlangaç, antik Yunanlıların meşale olarak kullandıkları at kasnağı, sakız ağacı, kızılçam, sandal ağacı, katırtırnağı, adaçayı, kuşkonmaz ve kekiktir.
MİLLİ PARK SINIRLARI İÇİNDE BULUNAN GEZİLECEK YERLER:
LADE ADASI-KARAKOL TEPE:
Burası uzun yıllar önce bir ada iken, Büyük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla denizi dolması sonucu, alüvyon tabakaları içinde kalan bir tepeye dönüşmüştür.
Tepe üzerinde eski Karakol Binası vardır. Bu yüzden tepeye “Karakol Tepe” de denir.
Ada: Milet şehrinin limanının korunması açısından stratejik öneme sahipti. Çünkü Milet antik kentinin hemen önünde bulunur.
MÖ 494 yılında, Persler ve İyonyalılar arasında yapılan ve İyonyalıların yenilmesiyle sonuçlanan Lade deniz savaşı, burada yapılmıştır. Savaşın ardından, Persler, bütün İyonya gemilerini ve şehirlerini yakıp yıkmışlardır.
KURŞUNLU MANASTIRI:
Davutlar Mahallesinin güneyinde, Dilek Yarımadasının kuzey yamacında, 690 metre yükseklikte, kayalık ve ormanlık bir arazidedir. Ulaşım oldukça zordur.
Kayaların üstünde ve orman örtüsü ile gizlenmiştir.
Orman alanı içinde, Bizans yapılar topluluğu bulunmaktadır.
MS 8’nci yüzyılda, baskıdan kaçan Hıristiyan din adamları, bu bölgede gizlenebilecekleri ve kendilerini dine verebilecekleri kiliseler ve manastırlar yapmışlardır. Meryem Ana’ya adanan Manastıra, Rumlar “Panagia Kursunniatissa” adını vermişlerdir.
Bu manastırında aynı dönemlerde yaptırıldığı tahmin edilmekle birlikte, yapım tarihi net olarak bilinmemektedir.
Ancak yapı tekniğine göre, Bizans döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir. Yani, muhtemelen 12 ve 13’ncü yüzyıllarda yapılmış ve 19’ncu yüzyıla kadar kullanılmıştır.
Oldukça yüksek bir yerde bulunan ve gizlenmiş izlenimi veren manastırın yerinin, korunmak amacıyla seçildiği düşünülmektedir.
Kurşunlu ismi ise, muhtemelen üzerini örten kurşundan gelmektedir.
Kilise:
Günümüzde, yapının ayakta kalarak günümüze ulaşan tek kısmı: kilise kısmıdır. Kilisenin tavanındaki alçı dekorasyon: son dönemlerde Rumlardan kalmadır. Kilisenin tavanında bulunan freskler, oldukça etkileyicidir.
Bu fresklerde: simgesel ve geometrik motifler kullanılmıştır. İkonaklastik dönemin bitimiyle (MS 843) dinsel olaylar ve kişiler betimlenmiştir.
Manastırın çevresinde ise, günümüzde yıkıntı halinde bulunan: keşiş odaları, mutfak, ofis binası ve yemekhane bulunmaktadır. Manastır avlusunun dışında, doğu bölümde ise şapel görünümünde mezar odaları bulunur.
MS 12’nci yüzyılda, bölge Selçukluların hakimiyetine geçince, dini serbesti verilmiş ve yeni freskler yapılmış, konular ise Hz İsa ve İncil’den alınmıştır.
Kilisenin, Cumhuriyetin ilk yıllarında, mübadele döneminde buradan ayrılarak Yunanistan’a göç eden Rumlar tarafından kullanıldığını ifade etmektedir.
PANİONİON:
Yani: Davutlar-Güzelçamlı yolu kenarında, yoldan birkaç yüz metre içeridedir. Araba ile gidip, arabayı bıraktıktan sonra 5 dakika yürüyerek buraya ulaşabilirsiniz.
Panionion: meşhur “Mykele Savaşı’nın yapıldığı (eski Yunanlılarla Persler arasındaki) Mykale dağının (Samos Dağı) kuzey eteğinde Samos adasının karşısındadır. Kalıntıları bugünkü Güzelçamlı sınırları içerisinde otomatik tepenin batı eteğindedir.
Heredot’un şehir hakkında söyledikleriyle tanıtıma başlayalım “Güneşle denizin, tarihle doğanın birleştiği, yeryüzü üstünün, gökyüzü altının en güzel yeridir.”
Burada: Poseidon Helikoinos’a adanmış bir tapınak bulunuyordu. Tapınak: İyonya kentlerinden olan ve Samos dağının iç bölgeye bakan yamaçlarında, 5 km uzaklıktaki Priene kentinin denetimindeydi.
Günümüzdeki Güzelçamlı yakınlarındaki Panionion’da yapılan: dini ayinler, festivaller ve oyunların yönetimi ve denetimi, burada düzenlenen toplantıların başkanlığını: Priene kenti temsilcileri yapıyorlardı.
Toplantılar:
İyonyalılar: MÖ 700 yılında, 12 şehir devletinden oluşan bir federasyon kurarlar.
Panionia Birliği, Mykale dağının (günümüzdeki Samos Dağı) kuzey sahilinde, Poseidon Heliconios tapınımında merkezlenmiş ve birliğe katılan her kent, tamamen otonomdur.
Söz konusu birlik: dini tapınım dışında, politik bir birlik olarak da görev yapmıştır. Yani birliğin amacı: kutsal değil, siyasaldır.
Çünkü birliğin amacı kutsal olsaydı: toplantıların çevrede bulunan ünlü bir tapınakta (Didyma Apollon Tapınağı, Ephesos Artemis Tapınağı, Klaros Kehanet merkezi gibi) yapılması gerekirdi.
Öte yandan Mykale’deki Poseidon kültü, tamamen ikinci dereceden bir öneme sahipti.
Bu federasyonun delegeleri: belli ve düzenli dönemlerde “Panionion” (Günümüzdeki Güzelçamlı) denen yerde toplanırlar: federasyonun geleceği, gücü ve etkisinin arttırılması için çeşitli kararlar alırlardı.
Bu birlik sayesinde, İyonlar, dünya tarihinde en parlak kültürlerden birini oluşturmuşlar ve aynı zamanda politik birleşmeyi sağlayarak bulundukları alanda etkili olmuşlardır.
Buluşmalarda alınan ortak kararlar ile, üye kentler arasındaki karşılıklı görüş alışverişi sonucunda, böyle bir birliğin oluşturulduğuna inanılmaktadır.
Buluşmalar Panionion’da düzenlendiği için, muhtemelen Poseidon mabedinde görevli dini bir kişi, acil durumlarda üye kentlerin temsilcilerini toplantıya çağırmaya yetkiliydi.
Kentleri temsilen toplantıya katılanlar ise, muhtemelen düzenli olarak seçilen kişilerdir.
Birliğe üye kentler, bu toplantılardan birinde, görevlendirdikleri komutanlardan oluşan bir donanma gücünü, Kıbrıs’a yardıma gönderirler.
Ancak, MÖ 7’nci yüzyıldan itibaren İyonyanın siyasi ve politik merkezi olan Panionion, Pers saldırıları sonucunda yakılıp yıkılan diğer İyonya kentleri gibi, Persler tarafından yakılıp yıkılmış ve bir daha eski gücüne ulaşamamıştır.
Panionia Festivali-Panegyris:
Heredotos: üye kentlerin Panionia festivalini kutlamak amacıyla, Panionion’da bir araya geldiklerinden söz etmektedir.
Heredot’a göre: bu etkinlik, birliğin kuruluş amacı ve temel görevi olarak kabul edilmektedir.
Birliğe üye kentlerin vatandaşları, ulusal tanrıları olan Poseidon Helikonios onuruna, bir festival kutlamak amacıyla, düzenli olarak toplandıkları düşünülmektedir.
Festival, kendilerini İyon olarak adlandıran gurupların, bir çatı altında toplandıkları bir etkinliktir.
Evet, bu şenlikler: günümüzdeki Olimpiyat Oyunlarının temeli olduğu düşünülmektedir.
Bu şenliklerin ilk olarak, MÖ 8’nci yüzyılda, buradaki ilk tapınağın kurulduğu yıllarda yapıldığı tahmin edilmektedir.
Oyunlar ve festival, zaman içinde önemini yitirse de, Roma dönemine kadar sürmüştür.
Kazı Çalışmaları:
1957-1958 yıllarında Frankurt Üniversitesinden Prof Arkeolog Gerhard Klenner, yaptığı kazı çalışmalarında kayanın dış yüzeyine oyulmuş, 11 basamaklı amfi tiyatro şeklindeki bir yapıyı ortaya çıkarmıştır.
Kleiner, burasının Panionion’un merkezi olduğunu ve Poseidon Helikomios’a adanmış bir sunağın bulunduğunu kanıtlamıştır.
Ayrıca: Priene kazı çalışmaları sırasında, Arkeolog Wieand: ana hatlarıyla Panionion tarihini araştırdı ve Güzelçamlı’nın doğusunda Otomatik Tepede, Panionion kalıntılarının bulunduğunu tespit etti.
Tepe üzerinde yer alan kutsal sunak, Poseidon Helikonios’a adanmıştı. Kutsal yer Priene antik kenti yönetimi altındaydı. Tepenin doğusunda Panionion şenliklerinin burada kutlandığı belirtilmektedir.
Ören yerinde gezi:
Ören yerinin ortasında: MÖ 6’ncı yüzyıla tarihlenen bir taş kaide bulunmaktadır. Bu taş kaidenin “Poseidon Sunağı” olduğu düşünülmektedir.
Sunağın 50 metre uzağında ise, küçük amfi tiyatro görülür. Tiyatro yarım daire şeklindedir ve çapı 32 metredir. Oturma sıraları 11 tanedir ve kayalara oyulmuştur.
Buranın: toplantıların yapıldığı “Konsey Odası” olduğu tahmin edilmektedir.
Sunak ile konsey odası arasında, geniş bir yeraltı mahzeni vardır. Ancak mahzenin işlevi, neden yapıldığı ve ne işe yaradığı anlaşılamamıştır.
OLUKLU DERE YÜRÜYÜŞ KANYONU:
Milli park alanı içindeki en önemli kanyondur.
Dilek yarımadasının kuzey yamaçlarında, Aydınlık koyu ve Kavaklıburun koyu arasında, Kalamaki koyuna 200 metre uzaklıkta, Doğu Tepe ve Tarla Tepe arasındadır.
Kanyon: eriyebilen kalkar formasyonunun dereler tarafından aşındırılması sonucunda oluşmuştur.
Uzunluğu 4-5 km dir.
Kanyonda bulunan yürüyüş yollarında arazi yürüyüşü yani trekking yapılabilmektedir ve parkur yaklaşık 4-5 saat sürmektedir.
Bu yürüyüş parkuru: Karakol geçidinden geçtikten sonra Eski Doğanbey köyüne kadar gider.
Parkurda: bitki örtüsü, dereler, havuzlar, şelaleler ve harika manzaralar görülebilir. Çünkü kanyon içinde nemlilik fazladır, gür bitki örtüsü bulunur.
Ayrıca, parkur üzerinde çeşitli yerlerde seyir terasları bulunmaktadır. Örneğin: parkurun 5’nci kilometresindeki Kalamaki Seyir Terasında: uçsuz bucaksız bir deniz manzarası ve Milli Park kuşbakışı izlenebilmektedir.
Parkurun 7’nci kilometresinde ise: Mykale Seyir Terası vardır. Burada: Mykale (günümüzdeki Dilek dağı) dağını, ormanları ve vadinin güzel manzarasını izleyebilirsiniz.
Sonuç önerisi, kanyona yalnız gitmemenizi öneririm.
ZEUS MAĞARASI:
Milli Park alanı içinden kısa bir yürüyüşle Zeus Mağarasına ulaşmak mümkündür. Mağara, Dilek Yarımadası bölümündeki giriş kapısının sol tarafında 200 metre içeride bulunmaktadır.
Mağaranın girişi ise, 20 metre uzunluğunda kaygan taş patikadan sağlanmaktadır.
Mağara: yeraltı suyunun kalkerli kayaçları aşındırmasıyla meydana gelen, obruk denilen bir çöküntüdür. Yeraltı suyu zamanla bu çöküntüde birikmiş ve göl oluşmuştur.
Doğal bir gölet olan mağaranın uzunluğu 20 metre ve genişliği ise 10-13 metredir. Derinlik 10-15 metredir.
Mağaranın içindeki sıcaklık, tüm yıl boyunca 5 derece civarındadır. Bu yüzden mağara kış aylarında ılık, yaz aylarında ise oldukça serindir.
Mağaranın suyu: kayalardan sızarak gelir ve mağara içinde sabit kalmaz, belli bir süreçte mağara içindeki su değişerek yenilenir. Suyun rengi: mavi-yeşil renklidir.
Ayrıca mağara suyu: dağlardan gelen tatlı su ile denizden gelen tuzlu suyun karışımından oluşmaktadır.
Mağara suyunda canlı yoktur, su yavan ve tatsız ve hatta bir maden suyuna benzemektedir. Suyun rengi yeşilimsi mavidir.
Mağara: ismini mitolojide Gök Tanrısı olarak tanınan “Zeus” dan almıştır.
Zeus: Poseidon’un gazabından kaçtığında bu mağaraya sığınır, burada dinlenir ve mağaranın sularıyla yıkanır.
Mitolojik inanışa göre: Afrodit yani güzellik tanrıçası, Zeus mağarasında yüzerek güzelleşmiştir.
Bir başka söylentiye göre ise, Meryem Ana: Sisam adasından Efes şehrine yaptığı yolculuk sırasında, mağaraya uğramış ve mağara suyunda yıkanmıştır.
Tüm bu anlatılanlar sonucunda, Zeus mağarasının suyunun özellikle kadınların güzelleşmesinde etkili olduğu kabul edilmektedir.
Öte yandan, mağaranın günümüzde bulunduğu bölge, dini ve mistik açıdan değerlendirilmektedir. Buna bağlı olarak mağaranın sağ ve solunda bulunan ağaçlara ve çalılara: dilek için bez parçaları bağlanmaktadır.
Bu yüzden, burayı ziyaret ederseniz, mağara içindeki su buz gibi de olsa mutlaka suya girmeyi ve yüzmeyi düşünün. Mağaranın içindeki büyük kayanın dibinden çıkarılan çamur: güzellik çamuru olarak buraya gelen bayan ziyaretçiler tarafından yüzlerine sürülmektedir.
ESKİ DOĞANBEY KÖYÜ:
Doğanbey köyü: oldukça eski bir geçmişe sahiptir. Köy: “Domatia” ismiyle, uzun yıllar Rumlar tarafından kullanılmış ve 1924 yılında mübadele nedeniyle Rumlar köyden ayrılarak Yunanistan’a göçmüşler ve köy, Türk köyü olmuştur.
Köy evleri, Mykale (Samsun) dağlarının yamaçlarına yerleşmiştir.
Rum mimarisinin karakteristik özelliklerini taşıyan, usta taş işçiliğinin ilk bakışta göze çarptığı, sivil mimariye sahiptir.
Evleri, dükkanları, şapel denilen yapı ve hastanesi ile Arnavut kaldırımı şeklinde döşenen taş ve dar sokakları ilgi çekmektedir.
Evler büyük bir ormanın içinde, birbirinden ayrı, her biri büyük avlulara sahip oda şeklinde inşa edilmiştir. Odalara Rumca da Domatia denir.
Yerleşim biraz daha gelişip köy meydana geldiğinde, bu isim aynı zamanda köyün ismi olmuştur.
Genellikle geçimini hayvancılıkla sağlayan Rumlar, bağcılık ve zeytincilikte tarlalarda çalıştırmak üzere, Samos adasından teknelerle köye işçi getirirlermiş. 1800’lü yılların başında Padişah fermanıyla adalardan bölgeye getirilip yerleştirilen Rumlar, 1924 yılından itibaren yukarıda belirttiğim gibi Yunanistan’a göçmüşler ve yerlerine, Balkan ülkelerinden getirilen Türkler yerleştirilmiştir.
Ancak buradan göç eden Rumlar, gitmeden önce evlerini tahrip etmişlerdir. Bu yüzden yeni gelenlerin yerleşmesi uzamıştır. Bu dönemde sahipsiz kalan evler ve diğer yapılar kendi kaderine terk edilmiştir.
Ayrıca bölgenin gelişmeye müsait olmaması, sokakların dar ve dik oluşu, aşırı rüzgar alması ve tarım arazilerine uzak olması nedeniyle, 1985 yılında köy tamamen boşaltılmış ve Yeni Doğanbey adıyla köyün hemen aşağısında, yol kenarında yeni bir yerleşim yeri kurulmuştur.
Mevcut yani Eski Doğanbey köyüne ise, dışarıdan gelip yerleşenler, satın aldıkları harabe halindeki yapıları yeniden restore etmektedirler. Bunların hepsi aslına uygun olarak restore edilmemiş olmakla birlikte, genellikle dış mekanları, eski karakteristik özellikleri taşımaktadır.
Yani: günümüzde köyde Rum ve Türk mimarisinin en güzel örneklerini görebilirsiniz. Zaten burası bir açık hava müzesi gibidir.
Köyde günümüze sağlam olarak gelen eski yapılardan birisi: iki yerleşme arasında bulunan Şapel (günümüzde depo olarak kullanılmaktadır.) ve köyün girişindeki okul binasıdır. Ayrıca, yine köyde, geçmişte kilise olduğu tahmin edilen bir başka yapının duvar kalıntıları bulunmaktadır.
Ziyaretçi ve Tanıtım Merkezi:
115 yıllık bu merkez: önce hastane, sonra okul ve hayvan barınağı olarak kullanılmıştır.
2004 yılında ise “Ziyaretçi Tanıtım Merkezi” olarak ziyarete açılmıştır.
Binada: deltadaki kuşların gözlemlendiği bir teleskop bulunmaktadır. Ayrıca: Milli Park alanındaki fauna ve florayı tanıtıcı panolar, hayvan ve bitki örnekleri, maketler bulunur.
İlaveten: kütüphane, Eğitim Odası, ziyaretçiler için Barco Vision gösteri odası, toplantı odası, kafeterya ve tuvalet bulunmaktadır.
KARİNE-KARİNA:
Dilek yarımadasının güney kıyılarında, Thebai antik kentinin batısında, Dilkaya tepesinin güneyinde ve Ardıçlı burnunun doğusundadır. Eski Doğanbey Köyü ile iç içedir.
Bu antik yerleşim yeri, 12 İyon kentinden birisidir.
MS 7’nci yüzyıldan kalma parlamento binasının kalıntıları günümüzde görülebilmektedir. Ayrıca bugün eski gümrük binalarının kalıntılarını görebilirsiniz.
Burada balık yenilmelidir. Çünkü burada Ege denizinin muhteşem lezzetleri sunuluyor. Balıklar o kadar lezzetli pişiriliyor ki, sos kullanımı da muhteşemdir.
THEBAİ ANTİK KENTİ:
Yeni Doğanbey köyünün kuzeybatısındaki bir tepe üstündedir.
Buraya ulaşmak için: Yeni Doğanbey köyü geçilir ve sonra Karina yolunun karşısındaki orman yolu kullanılır.
Thebai, denizden 2 km uzaklıktadır.
Yaklaşık 300 metre yükseklikteki bir tepe üzerinde konuşlanmıştır.
Tepenin üstünde: bir akropolis şeklinde kurulan şehrin uzunluğu 170 metre ve genişliği ise 50 metredir. Bu kayalık alandaki binaların yapılında, yer yer doğal kayaçlar kullanılmıştır.
Bulunduğu tepenin görüş alanı oldukça geniştir. Böylece, kent geniş bir alana hakimdir. Eskiden kent ormanlık alanda, çam ağaçlarının içinde uzaktan zorlukla seçilebilmesine rağmen, bölgedeki orman yangınından sonra ortaya çıkmış, açıkta kalmıştır.
Şehir: Sisam adası ve Priene kentleri arasında, tam sınırdadır ve Sisam’ın uç kalesi olarak düzenlenmiştir.
Kentin çevresi tamamen surlarla çevrilmiştir. Bu surların izleri, günümüzde de görülmektedir. Güneybatı bölümündeki sur duvarları ise sağlam olarak günümüze ulaşmıştır.
Kentteki ilk yerleşim, Arkaik dönemde başlamıştır. Klasik dönemde ise, kent iyice gelişmiştir.
Milet şehri, Mykale yarımadasında bulunan Thebai kentini bir kült merkezi olarak kullanmıştır. Bölgede yapılan araştırmalarda bulunan bir yapıda: Zeus-Poseidon, Helios, Hermes, Maindros ve Mykale kültlerine ait yazıtlar bulunmuştur. Bunu istinaden, bu yapının bir sunak alanı olduğu düşünülmektedir.
AYA YORGİ MANASTIRI:
Dipburun yarımadasında, Koyunlu tepenin güneydoğusundadır.
Yapı kalıntılarının muhtemelen 19’ncu yüzyıla kadar kullanılan ve Bizans döneminde yapıldığı düşünülmektedir. Günümüzde sadece taş yığını olarak görülmektedir. Apsis kısmında, silik durumdaki aziz tasvirleri seçilebilir.
PRİENE:
Antik kentin kalıntıları, günümüzde: Söke’nin 12 km güneybatısında, Dilek dağı eteğinde Güllübahçe köyünün yakınlarındadır.
Kent: MÖ 12’nci yüzyılda, İyonlar tarafından liman olarak kurulan 12 kentten biridir. Dönemin parlak şehirlerinden birisiydi.
MÖ 494 yılında, İyonlar ve Persler arasında yapılan Lade deniz savaşına, Prieneliler, 12 gemiyle katılmıştır. Savaş sonunda İyon donanması yenilince, Milet ve Apollon gibi Priene kenti de Persler tarafından yakılıp yıkılmıştır.
MÖ 350 yılında ise, bulunduğu yere yeniden inşa edilir.
Bu yeniden inşa sırasında: Miletli ünlü mimar Hippodamus: şehirde kendi adıyal anılan Hippodamus planını uygulamıştır.
Böylece, kent, Helenistik dönemin en güzel kentlerinden birisi olarak bilinir.
Kentin limanı: Naucloshos adıyla bilinir, ancak bu limanın yeri tespit edilememiştir, büyük olasılıkla alüvyonların altında kalmış olmalıdır.
Şehirde yine oldukça büyük ve ünlü Athena Tapınağı varmış. Hatta MÖ 334 yılında Büyük İskender’in bu tapınağı ziyaret ettiği söylenir.
Bizans döneminde ise, Piskoposluk merkezi olarak önemini sürdürmüştür.
Gelelim günümüze:
Kent planı, geometrik özellik gösterir. Buna bağlı olarak kent merkezinde: Demeter Tapınağı, Athena Polias tapınağı, İssiz ve Zeus Tapınakları, agora ve açık tiyatro bulunmaktadır.
Ayrıca: gymnasion, surlar, su kemerleri ve Bizans döneminden kalma bir piskoposluk kilisesi kalıntıları göze çarpar.
Kent, Büyük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlar nedeniyle, günümüzde denizden 9 km içeride kalmış, her iki limanı da yine alüvyonların altında kalmıştır.
HAGİOS ANTONİOS MANASTIRI:
Manastır, Dilek dağının güneybatı eteklerinde, Dayıoğlu tepesinin doğusundadır.
Manastırın, Erken Bizans dönemi yapısı olduğu tahmin edilmektedir.
Kalıntıların büyük kısmı, toprak ve yoğun bitki örtüsü altında kalmıştır. Bazı mimari parçalar ise, Miletos Müzesine götürülmüştür ve orada sergilenmektedir.
Kuşadası merkezi gezilecek yerler için.
Kuşadası Güzelçamlı gezisi için.