Kayseri’nin Develi ilçesinde, turistik anlamda öne çıkan yerler: Elbiz Parkı, Develi kalesi (Zengibar kalesi), Hitit yazılı kaya anıtları ve Sultansazlığı.
Özellikle: Sultansazlığı, bölgenin en önemli doğal ve turistik yerlerinden biri.
ELBİZ PARKI
Bu parkta: 400 yıllık tarihi çınar ağacı var. Ayrıca: Romalılar döneminden kalma ve hala içinde alabalık yetiştirilen bir havuz var.
Bir de: buraya yolunuz düşerse: mutlaka buranın meşhur kıymalı pidesini (cıvıklı deniliyor) tadın. Bunun yanında: alabalık, evet o da muhteşem bir tat.
DEVELİ (ZENGİBAR) KALESİ
Yukarı Develi mahallesindedir. İlçenin batısında, sarp bir kayaya yapılmıştır.
Kale: sarp yamaçlı ve develi ovasına hakim bir tepe üzerindedir. Yapıldığı dönemin, askeri hareketliliğine karşı: halkı korumak için ve gerektiğinde savunma amaçlı kullanılmak üzere, inşa edilmiştir.
Kale; çok yıkıktır. Günümüze bazı bölümleriyle gelmiştir. Sağlam olduğu dönemde: mahzenleri, su sarnıçları, burçlarıyla bir bütünlük ortaya koymaktaymış. Yapı: üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölük kuzeydoğudadır. Güneydeki ikinci bölüm: harçsız, iri taşlarla örtülmüş, dörtgen burçlar ile güçlendirilmiştir. Batıdaki bölümden hiç kalıntı yoktur.
Evet: Develi kalesinin, büyük bir ihtimalle: Bizanslıların son dönemlerinde inşa edildiği düşünülüyor.
KAYA YAZILI ANITLARI
Kaya anıtlarının önemli olanları Develi ve Hisarcık’tadır. Develi ilçesinde bulunanlardan Hititlere ait olanı: Fraktin Kayası bilinmektedir. Kayseri merkezine 78 km. uzaklıktadır. Büyük bir kaya üzerine, hiyeroglif yazı ve kabartma resimlerle ünlüdür.
Diğeri: Şimşek Kaya olarak adlandırılmakta ve Fraktin Kaya Anıtının bir benzeridir. Develi’nin İmamkulu Köyü yakınlarındadır.
Büyük bir kaya üzerine yazılmış, Hitit hiyeroglif yazıları ve kabartma resimleri görülmektedir.
SULTAN SAZLIĞI
Kayseri il merkezinin 70 km. güneyinde: Develi Ovasının ortasında: Develi-Yahyalı ve Yeşilhisar İlçeleri arasında kalan, geniş bir sulak alandır. Türkiye’nin sahip olduğu en önemli kuş cennetlerinden birisidir.
Mevsimlere göre: sazlığı alanı 8 ile 13 bin hektar arasında değişmektedir. Büyük kısmı: sazlarla kaplıdır. Bu sazlar: bazı yerlerde, yüzen adacıklar oluşturur.
Bunlar: kuvvetli rüzgarda, yer değiştirirler. Suyun azalmasıyla da alçalırlar. Yer yer: kamış ve kındıra bulunur. Açık alanlarda ise: nilüfer ve süsen bitkileri görülür.
Sultan sazlığının belli başlı kuş göç yollarından biri üzerinde bulunan, tatlı su ve tuzlu su eko sistemlerine sahip olması, çok sayıda su kuruşun: barınma, beslenme, üreme ve göç esnasında uğrama gibi ihtiyaçlarına cevap veren doğal yapısı sebebiyle ulusal ve uluslar arası öneme sahip bir sulak saha konumundaki bu alan, 1988 tarihinde Tabiat Koruma Alanı, 2006 yılında ise Milli Park olarak ilan edilmiş ve önemli bir sulak alan olarak, uluslar arası RAMSAR Sözleşmesi kapsamına alınmıştır.
Dünyanın sayılı kuş yurtlarından birisidir. Sultan sazlığı, barındırdığı kuş varlığı ile Avrupa ve Ortadoğu’nun en önemli sulak alanlarından birisidir. Sultan Sazlığında şimdiye kadar 251 kuş türü tespit edilmiştir. 600 bin adet ördek, kaz ve filamingo tespit edilmiştir.
Bunlardan başka: pelikan, karabatak, dikkuyruk, turna, kara sumru, balıkçıl ve diğer pek çok çeşitli kuşlar da parkı zenginleştirmektedirler. Bu kuşlardan: 80 türü, burada kuluçkaya yatmaktadırlar. Uzmanlar: buruda çok sayıda ve zengin kuş türünün bulunmasını, bir tropik ormandan daha fazla madde üretimine bağlamaktadırlar. Zengin besin kaynakları bulunmaktadır.
1971 yılında alanın Orman Bakanlığı tarafından Su Kuşları Koruma ve Üretme Sahası olarak ilan edilmesini takiben, koruma çalışmaları başlatılmıştır.
Geç farkına varılan, ancak keşfedildikten sonra da ciddi bir şekilde korunan Sultan Sazlığı, ülkemize kazandırılmış en önemli tabii parkların başında yer almaktadır.
İstanbul tarafından gelenler: Hendek çıkışında, TEM Otoyolundan ayrılmalılar. Ankara yönünden gelenler: Düzce çıkışında, TEM Otoyolundan ayrılmalılar. Daha sonra, Gölyaka’ya ulaşacaksınız. Gölyaka’nın içinde “Güzeldere Şelalesi” takip edin.
Güzeldere Şelalesine, 10 km. kaldığını gösteren tabelayı görünce, Güzeldere’ye sapmayıp, düz devam edin. Kısa bir süre sonra, solunuzda, göl görünecektir. Yol boyunca, oldukça güzel görüntüler ve şirin köyler göreceksiniz. Düzce’ye olan toplam uzaklık, 14 km.
GENEL
Efteni görü, Düzce’nin güney batısında, Gölyaka sınırları içinde kalıyor. Ana çıkış noktası: Büyük Menderes nehri. O kadar güzel bir göl ki; adeta bir kuş cenneti. Aslında buraya göl demekten öte, bataklık demek daha doğru olabilir. Çünkü: gölün içinde kalmış ağaçlar ve çeşit çeşit su çiçekleri, çok güzel bir manzara oluşturuyor.
Aynı zamanda: göl, kuşlar ve bitkiler için bir doğal habitat alanı. Zaten bu özellikleri nedeniyle, 1992 yılında, 1992 yılında, Orman Bakanlığı Milli Parklar Av-Yaban Hayatı Koruma Genel Müdürlüğü tarafından, “koruma” statüsüne alınmış. Çünkü: gerek geçici ve gerekse kalıcı kuş varlığının gelecek nesillere aktarılması için, koruma şart.
Gölün bazı yerlerinde: ortalara kadar yürüyebilmenizi sağlayan patikalar göreceksiniz. Son zamanlarda: kuruma tehlikesi baş gösterince, su kaynakları, yeniden göle yönlendirilmiş. Ancak, yine de, eski kaynağına kavuşamamış. Bunun nedeni ise: geçmiş yıllarda, tarımsal alanlar açmak için, yoğun bir şekilde yapılan kurutma çalışmaları.
Evet: kuşlar dedim. Burası gerçekten tam bir kuş cenneti. Türkiye’nin ikinci büyük kuş cenneti denebilir. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan, önemli ve ender merkezlerden biri. Burada, yaklaşık 150 çeşit, su kuşu bulunduğu söyleniyor.
Kuğu, Karabatak, Flamingo, Su Tavuğu, Boz Kaz, Yeşilbaş Ördek, Sakar Meke, Sumru, Kız Kuşu, Çulluk, Balık Kartalı, Balıkçıl, Yılan Boyun, Angıt; ilk göze çarpan kuş türleri. Bu kuşların izlenebilmesi için, göl çevresinde “Kuş Seyir Terasları” oluşturulmuş. Ayrıca, bir de tanıtım merkezi var.
Göl’de: kuş türleri yanında, ender bitki türleri de bulunuyor. Bunlar: Nilüfer, Süsen, Düğün Çiçeği, Kamış, Nane, Su Mercimeği. Gölün kıyılarında ise: Söğüt, Dişbudak, Kızılağaç, Çınar gibi, sucul karakterli ağaçlar, göze çarpıyor. Yaz ayları başında buraya giderseniz; gölün çevresindeki ağaçlardan dökülen polenlerin, gölün üstünü, yer yer bembeyaz kapladığını görebilirsiniz.
Göl’de avlanmak yasak. Yani: balık düşünceniz varsa, hayır. Yasak.
GÖL EFSANESİ
Günün birinde, Olympos Tanrılarının en büyüğü olan Zeus; ölümlülerin arasına karışıp, hallerini öğrenmek ister. Yayına; Hermes’i de alır ve insan görünümüne girerler. Olympos’dan inerek, insanların arasına karışırlar. Yer yüzünde: dolaşırken, bir eve gelirler.
Kapıyı çalarlar.
– Yolunu yitirmiş iki garip insanız, kapıyı açarmısınız. Derler. Bu şekilde, birçok kapıyı çalarlar, ancak kimse kendilerine yardımcı olmaz, kapılarını açmazlar. Kimseden konukseverlik göremezler. İnsanlar: bunlara ya kapılarını açmazlar ya da hemen geri kapatırlar.
– Bizim çulsuz dilenci takımı ile işimiz yok. Derler.
Her yerden geri çevrilen gezginler, sonunda harap bir kulübeye gelirler. Saz ve samandan yapılmış kulübenin kapısını çalarlar. Kapıyı, ihtiyar bir kadın açar. Kadın bakar, iki zavallı yolcu, çok yol yürümüşler, yoruldukları her hallerinden belli.
Kadın:
– Kimsiniz, necisiniz. Der ve evin içine buyur eder. Konuklar evin içine girerler ve kendilerine kapıyı açan kadından başka, ihtiyar ve neredeyse iki büklüm, güler yüzlü başka bir ihtiyar adam görürler.
Ev sahipleri, konuklara: ezile-büzüle, eski-püskü ama temiz bir minder gösterirler. Kendileri de, bir kütük bulup, üstüne otururlar. Ellerinde ne varsa, misafirlerine sunarlar. Onlar yemeklerini yedikçe: ihtiyar kadın ve adam mutlu olur. İçten gelen bu konukseverlikleri, misafirlerin dikkatini çeker.
Ancak, ihtiyar, sofradaki yiyeceklerin konuklar tarafından yenilmesine rağmen, hep aynı düzeyde kaldığını ve azalmadığını görür. Konuklar: “Bizler, ulu kişileriz. Sizin o komşularınız, hak ettikleri cezalara çarptırılacaklar. Ama, size hiç kötülük gelmeyecek. Yani, bırakın evlerinizi, dağın tepesine bizimle birlikte gelin.” Derler.
İhtiyarlar, bu söz üzerine: ulu kişilerin ardından yürüyerek, dağa doğru yükselirler. Tepeye varınca, yaşadıkları bütün şehrin, sular altında kaldığını görürler. Kendileri ise, çıktıkları tepede, birer ağaca dönüşürler ve çok uzun seneler, gelen-geçen insanlar, bu ağaçların dallarına çeleng asar.
Evet, Efteni gölünün oluşumu efsanesi bu.
Zaten: gölün altında bir şehir olduğu da söylenmekte. Bu şehir, sellerle, suya gömülmüş. Gölün, hemen yanında bulunan: Hacıyakup Köyü’ne, geçmişte, Sel alt (Saralt) Köyü denilmesinin de, bu nedenle olduğunu düşünmemek elde değil.
SONUÇ
Gözlem evi, sazlıkları ve gölün üzerinde uzanıp giden tahta köprüsü ile Efteni gölü; görülmeye değer bir yer. Arabanızı yol kenarında bırakıp, gölün her iki yanında uzanıp giden yeşilliklerde yürümenizi öneriyorum. Ayrıca, eğer varsa, yanınıza mutlaka bir dürbün alın. Elbette fotoğraf makinanızı unutmayın.
Afyonkarahisar-İzmir kara yolu üzerindedir ve bağlı bulunduğu Afyonkarahisar şehri yanında, Denizli’ye daha yakındır ve bu yüzden, ilçe halkı, genellikle Denizli şehrine giderler. Ben, burada 1 gün kaldım ve bu bir günlük süre içinde, özellikle, Acıgöl yöresinde gezdim ve gölde üretilen kimyasal madde çökelti havuzları çok ilgimi çekti. Göl aynı zamanda, kuş gözlem alanı, yani bu sığ göl üzerinde, birçok kuş türünü izlemek ve özellikle güneşin batışını izlemek büyük bir muhteşem güzeldir.
ULAŞIM
Dazkırı, ulaşım imkanlarının geniş olduğu bir yöremizdir. Denizli-Afyonkarahisar karayolu, ilçe merkezinden geçer. Bu yüzden, genellikle, tanınan ve ismen bilinen bir ilçedir. Dazkırı-Afyonkarahisar arasındaki uzaklık: 140 km. Dazkırı-Denizli arasındaki uzaklık: 80 km. dir. Dazkırı-Dinar arasındaki uzaklık: 34 km. Dazkırı-Çardak arasındaki uzaklık: 21 km. Dazkırı-Ankara arasındaki uzaklık: 422 km. Kara yolu dışında, ilçe merkezinden demiryolu geçmektedir. İzmir-İstanbul demir yolu, ilçe merkezinden geçmektedir. Demir yolu ile bağlantılı olarak, ilçe merkezinde istasyon binası var. Yöreye, hava yolu ile ulaşmak ta mümkündür. Denizli-Çardak hava alanı, ilçe merkezine, yalnızca 20 km. uzaklıktadır. Isparta hava alanı ise, 60 km. uzaklıktadır.
TARİH
Dazkırı tarihinde, yerleşim yeri olarak kullanılması yakın geçmişe dayanmaktadır. Hacı Paşa Ağa başkanlığındaki Tatoğulları aşireti, Kızılırmak boylarından göçerek, buraya yerleşmişlerdir. Daha sonra yöreye Çerkezler yerleştirilmişlerdir. İlçe, bir süre “Apa” daha sonra “Bolatlı “(atların bol olması nedeniyle bu isim verilmiştir) ve bu ismin Ankara-Polatlı ilçesiyle karıştırıldığı için “Tazkırı” ve “Dazkırı” olarak değiştirilmiştir. 1958 yılına gelindiğinde, Dazkırı’nın ilçe statüsü kazandığı görülür. 1965 yılından sonra ise, yöre hızla kalkınmaya başlamıştır. Yöre halkı, genellikle göçmen ve aşiretlerden ve Bulgaristan ile Romanya’dan gelen göçmenlerden oluşmaktadır.
Bu arada “Dazkırı” kelime anlamı “bozkır, açık alan, kırlık yer” demektir.
GENEL
Yörenin toplam alanı: 340 km. karedir. İlçe merkezinin denizden yüksekliği ise, 830 metredir. Önemli bir akarsuyu yoktur. Güneyinde acı göl bulunmaktadır. Bu gölün suyu acı olduğu için, içinde canlı yaşamaz ve barınmaz. Yerleşim yerinin iklimi: genellikle İç Ege ve Akdeniz bölgesi iklimlerinin bir karışımıdır. Yani, bir anlamda geçiş iklimidir. Yıllık yağış miktarı azdır. Kışlar kısmen soğuk, yazlar ise sıcak ve az yağışlı geçer. Arazinin % 65’lik bölümü ovalık, % 35’lik bölümü ise dağlardan oluşmaktadır.
İlçe halkının, % 80’lik bölümü çiftçilikle uğraşmaktadırlar. Yörede yetiştirilen tarım ürünlerinden öne çıkanlar şunlardır: şeker pancarı, haşhaş, fasulye, kiraz, ceviz, dut, ayva ve kavak ağaçlarıdır. İlçenin köylerinin diğer önemli gelir kaynaklarından birisi de, yağlık gül yetiştiriciliğidir. Haşhaşın ise, özel bir yeri vardır ve yoğun olarak yetiştirilir. İlçede büyük bir çorap fabrikası var ve burada üretilen yıllık 900 bin çift çorabın tamamı yurt dışına ihraç ediliyor.
ACIGÖL
Dazkırı ilçe merkezinin güneyinde bulunan bir göldür. Türkiye’de bu isimle anılan göllerin en büyüğüdür. Daire biçiminde olan gölün uzunluğu 27 km ve en dar yeri ise 9 km. dir. Deniz seviyesinden yüksekliği 835 metredir. Burası, dağlarla çevrili tektonik bir göldür. Gölün bir volkanik patlama sonucu oluştuğu ve derinliğinin 300 metreyi geçtiği biliniyor. Derinliği bakımından dünyada 3’ncü sıradadır.
Dağlardan gelen kaynak suları ve Başmakçı bölgesinden gelen Kocaçay ile beslenmektedir. Sönmüş bir volkan kraterinin su dolmasıyla oluşmuştur. Krater çukurunun uzunluğu 800 metre ve genişliği ise 500 metredir. Gölün suyu acı ve tuzludur, çünkü suyunda yüksek oranlı magnezyum ve sodyum klorürleri ve sülfat bulunur.
Bu yüzden, gölde balık yaşamaz ve kurak yaz aylarında göz beyaz bir görüntü alır. Sadece Flamingo gibi acı suları seven kuşlar üreme ve konaklama için buraya gelirler. Sodyum sülfat denilen bu kimyasal madde: özellikle çamaşır deterjanı yapımında yoğun olarak kullanılmaktadır ve dünya üzerinde en yoğun kaynaklardan birisi, Acıgöldür.
Acıgöl kıyısında, Alkim-Alkali Kimya Fabrikasında ( kara yolunun hemen kıyısındaki bu fabrika, rahatlıkla görülmektedir) üretim yürütülmektedir. Fabrikanın arka bölümlerinde ise, göl yüzeyinde, kimyasal maddenin elde edilmesi için kullanılan çökelti havuzları görülmektedir ki, bu bölüm de ziyaret edenleri ilginç görüntüler sunmaktadır.
Gölde, önemli kuş alanları da bulunmaktadır. Bu kuş alanlarında: flamingo, kılıçgaga, akça cılıbıt, angıt, gülen sumru gibi kuş türleri barınmaktadır. Günümüze kadar olan süreçte, bu alanda 203 kuş türünün gözlendiği belirtilmektedir. Son olarak, 2001 yılında yapılan gözlemlerde, burada, 119 kuş türü gözlemlenmiştir. Gölün sularında bulunan minerallerin, insan vücudunda sivilce, kaşıntı, kara ve benzeri hastalıklara iyi geldiği söyleniyor.
Acıgöl ile ilgili olarak son bir not, bir efsane var. Bu efsaneden söz etmek istiyorum “Eski dönemlerde bir derviş, Acıgölün bulunduğu yere gelir. Ancak Acıgöl yoktur ve onun yerinde büyük bir dağ ve bu dağın eteklerinde küçük bir köy varmış. Derviş köylülerden ekmek ister, ancak hangi kapıya gitse kovulur ve sadece 2 çocuklu bir gelin, kendisine gizlice ekmek verir, ağırlar, ibadet etmesi için imkan sağlar.
Derviş geline şöyle der “kızım şimdi burayı terk et ve her ne olursa olsun arkana bakma” Gelinde bunun üzerine bir çocuğunu sırtına alır ve diğerini de elinden tutarak köyü terk eder. Efsanevi taşın bulunduğu yere gelince, arkasında oluşan gürültüyü merak eder ve arkasına bakar, köyün bulunduğu dağ yerle bir olmuştur. Hemen önüne döner ve önüne dönmesiyle birlikte kendisi de taş olur. ” Evet, efsane bu kadar, tanıdık geldi, tabii ülkemizde birçok yerde benzeri efsaneler var, hatta Somon ve Gomorro efsanesini bilenler de aynı yönde olduğunu hatırlamışlardır.
LAVANTA ÜRETİMİ
İlçe merkezine bağlı İdris köyünde lavanta üretimi yapılmaktadır. Burası Türkiye’nin ikinci büyük lavanta üretim merkezidir. Lavanta, tıbbi ve aromatik bir bitki olup ilaç ve parfüm sanayinde kullanılmaktadır. Haziran ve Temmuz aylarında, mor rengini alan lavanta tarlaları, çevreden gelen turist gurupları tarafından ziyaret edilmektedir.
DAZKIRI HALI-KİLİM VE HAŞHAŞ FESTİVALİ
Festival, her yıl Temmuz ayı içinde, 3 gün süre ile devam etmektedir. Festival bünyesinde: lunapark, konserler, halk oyunları ekibi gösterisi, geçit törenleri ve alışveriş mekanları kurulmaktadır. Festival bünyesinde, Dazkırı bisiklet festivali de yapılmaktır. Bisiklet festivalinde, ilçe halkı ve çevreden gelenler tarafından, belirlenen rotada bisikletli turlar yapılıyor.
NE SATIN ALINIR
Dazkırı yöresine yolunuz düşerse, buraya has “halı” satın alabilirsiniz. Dazkırı halıları: 200 yıllık bir geçmişe dayalı olarak dokunmaktadırlar. Özellikle: Aşağı Yenice köyü, halı dokunan bir yer olarak bilinir. Dazkırı halısının en büyük özelliği: motifleridir. Bu motif özellikleri, doğadan alınmaktadır. Yöre insanları, dokudukları halılara, yöresel isimler koymaktadırlar. Bunlar: çarklı halı, kuşlu halı, kazayağı halı, kalemli halı. Evet, özellikle “Murat Köyü” günümüzde tam bir halı köyü olarak bilinmekte ve her gün birçok turist gurupları tarafından ziyaret edilmektedir. Turist gurupları için : halı dokunmasından önce, yünün eğirilip, ip haline gelmesinden, halının dokunuz tezgahtan çıkmasına kadar tüm işlevlerini görebilecekleri bir ortam yaratılmıştır. Son bir not, bu ilçede, güzel bir çorap fabrikası var ve üretilen çorapların hepsi, yurt dışına ihraç ediliyor, fabrikanın satış mağazasına uğramayı ihmal etmeyin.
GEZİLECEK YERLER
Dazkırı ilçesinde, her ne kadar tarihi kalıntı çok diye düşünülse de, herhangi bir arkeolojik araştırma çalışmalarının yapılmamış olması yani bu kalıntıların gün yüzüne çıkarılmamış olması, buranın, tarihi yönden turistik özelliklerini öne çıkaramamaktadır.
Yani: Dazkırı yöresine yolunuz düşerse, nereyi gezeyim-nereyi göreyim diye düşünürseniz, bence, Acıgöl bölgesini gezip görebilirsiniz ki, başkaca bir gezilip görülecek yer öneremeyeceğim. Ben yine de, yörenin tarihi eser bakımından önem kazanan birkaç bölgesinden söz etmek istiyorum.
SARIKAVAK KÖYÜ
İlçe merkezine bağlı 9 km. uzaklıktaki Sarıkavak köyünde, MS 200 yıllarına ait, Romalılardan kaldığı düşünülen, kayalar içine oyulmuş kabinler görülmektedir. Bu kabinlerde: çeşitli zamanlarda, paralar-gözyaşı şişeleri ve muhtelif toplar kaplar bulunmuştur. Köyün güney kısmında görülen höyükler ise, herhangi bir arkeolojik araştırmaya tabii tutulmamışlardır.
Sanaos antik kenti
Acıgölün kuzeyinde, Dazkırı ilçesi merkezine bağlı Sarıkavak köyünde, köyün yaklaşık 720 metre güneybatısındadır. Antik yerleşim, Denizli-Ankara karayolunun 68’nci kilometresinde, yol ayırımından kuzeye doğru yaklaşık 500 metre uzaklıktadır. Gölden uzak konumdadır. Batı-güneybatı eteğinde kurumuş bir dere yatağı vardır.
Antik kentin, yazılı belgelerden öğrenilen iki ismi vardır. İlk ismi “Anaua” dır. Kent kalıntılarında yapılan araştırmalarda, Erken Tunç Çağından Geç Antik döneme kadar oldukça geniş bir zaman dilimini içine alan buluntulara rastlanmıştır. Yüzeyde görülen seramik parçaları arasında, Tunç ve Demir çağına ait buluntular çoğunluktadır.
Evet, burada MÖ 2 ile 1’nci yüzyıllara tarihlenen bir kent vardır. Kentin oldukça önemli olduğu düşünülmektedir çünkü kendi adına bronz sikke bastırmıştır. Kentin ilk yerleşim alanı: kuzey-güney doğrultuda 150 metre ve doğu-batı doğrultuda ise 125 metre olan doğal bir yükseltinin üstündedir. Ancak bu yükseltinin en üstünde 8-9 metrelik bir kültür dolgusu vardır. Bu yükseltinin kuzeyinde bulunan kayalık yükselti üzerinde şehrin nekropolü yani mezarlık alanı vardır. Höyüğün doğusunda ise Roma ve Bizans dönemlerine ait yerleşim kalıntıları vardır.
Evet, Sanaus Doğu Nekropolü ve Antik Taş Ocağı, arkeolojik sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.
KIZILÖREN KÖYÜ
İlçe merkezine bağlı Kızılören köyünde de, Roma dönemine ait Tümülüsler görülmekte olup, buralarda yapılan yüzey araştırmalarında, zaman zaman toprak kaplar ve sikkeler bulunmaktadır. Özellikle “Kayaüstü Mevkii Tümülüsü” ve bu tümülüste bulunan mezar odası ilgi çekmektedir.
Çatak Tümülüsü
Kızılören köyünün yaklaşık 2.5 km kuzeybatısında Çatak mevkiindedir. Kızılören-HAsandede karayolunun 30 metre kadar güneyinde, tarla içinde bulunmaktadır. Roma dönemine ait tümülüs, moloz taşlı yığma toprak oluşturmuş olup, yaklaşık 30-40 metre çapındadır.
(Öğrendiğime göre, bu tümülüs iş makinası kullanılarak kaçak kazı için tahrip edilmiş, tümülüsün ortasında yaklaşık 3.40 x 3.40 metre ebatlarında ve 2 metre derinliğinde bir çukur açılmıştır. Çukurun içinde, 2.10 metre uzunluğunda ve 1.40 metre genişliğinde ve 50 cm kalınlığında, kireç taşından yapılmış antik döneme ait bir kaba işçilikli blok bulunmaktadır. Tümülüs, 2015 yılında arkeolojik Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.