Konya Ereğli İvriz Yazılı Kaya Anıtı

Konya Ereğli İvriz Yazılı Kaya Anıtı

Konya Ereğli İvriz Yazılı Kaya Anıtı: Ereğli ilçesinden, İvriz köyü istikametinde, güneye gideceksiniz. Yaklaşık 10 km. lik kıvrılarak giden asfalt yol. Ama problemli bir yol değil. Yolun her iki yanı yemyeşil kiraz ve elma bahçeleri ile dolu.

Özellikle, mevsim uygun ise, buraya özgü beyaz kirazdan mutlaka almalısınız. Evet, Anıtımız, İvriz köyü sınırları içinde ve İvriz çayının kaynağının kenarında.

Sonradan yazmak istedim ama yine de belki unuturum diye hemen belirteyim, dönüşte mutlaka buraya has cevizli sucuk almayı sakın unutmayın.

İVRİZ KAYNAK SUYU VE İVRİZ KÖYÜ PİKNİK ALANI

Muhteşem bir kaynak suyu, çok soğuk, hani derler ya, “karpuz çatlatan” cinsten. Muhteşem hızla akıyor. Anıtın bulunduğu bölümde, üstüne köprü yapılmış, bu köprüden geçilerek, anıtın yanına gideceksiniz.

Kaynak, ancak tek bir insanın sığabileceği genişlikteki bir mağaradan çıkıyor. Kaynağın çıktığı mağaranın çevresindeki ağaçlara insanlar bez parçaları bağlayarak dilek tutmuşlar. Burada, her yanınızdan sular akıyor. Mevcut fındık ağaçları ayrı bir güzellik katıyor.

Özellikle; yaz mevsiminde, çevre sıcaktan bunalırken, burada kazaksız oturamazsınız, çok serin. Ama, bu serinlik ayrı bir güzellik katıyor. Ayrıca, burada, kendi havuzlarında ürettikleri alabalıkları, çok değişik şekillerde pişirerek müşterilerine sunan kır restoranları var.

Izgarada veya tereyağında pişirilmiş alabalık, yanında sumak ve kırmızı biberli çoban salatası ve hakiki Ereğli şalgam suyu. Bu menüyü mutlaka deneyin.

İVRİZ KAYA ANITI

Kayanın üzerindeki bu figürler, ilk olarak 1875 yılında Rahip Davis tarafından çizimleri yapılarak dünyaya tanıtıldı.

Dünyadaki ilk yazılı tarım anıtı ve dünya tarihindeki ilk yazılı kabartma kaya anıtı olma özellikleri var. Önemi, buradan gelmekte. Aramileşmiş, Geç Hitit dönemine ait en önemli sanat yapıtlarındandır.

Zaten, gerek tanrı ve gerekse ona tapınan kişi yani kralın yüz hatlarında, diğer Hitit kabartmalarından farklı olan hususlar var. Buna göre, bazı Hitit anıtları, Hititlerin kendileri tarafından değil, eğittikleri veya uygarlaştırdıkları yerel halk tarafından yapılmıştır. Bu anıt ta bu söyleme uygundur.

MÖ.727-742 yılları arasında, Kral Varpalavas tarafından yaptırıldığı tahmin edilmekte. Yani; yaklaşık 2700 yıllık bir anıt. 4.20 x 4.20 metre ölçülerinde, kaya zemin üzerine, kabartma tekniğiyle yapılmış. Aynı zamanda, Asur ve Frgy etkileri de görülmekte. Tuvana krallığından, günümüze gelebilmiş bir eser. Tuvana krallığı; başkenti Ereğli olan ve ön Hititler tarafından kurulan bir krallık.

Anıtta: bölgenin kralı Varpalavas ile, Fırtına Tanrısı Tarhundas tasvir edilmiş. Tanrı Tarhundas figürü, Krala göre daha büyük yapılmıştır.

Tarhundas; krala göre daha büyük ölçüde, ellerinde üzüm salkımı ve buğday başaklarını tutuyor. Çünkü;  Tarhundas, aynı zamanda bolluk ve bereket tanrısı olarak da değerlendiriliyor.

Tanrının karşısındaki kral ise, daha küçük ve dua eder durumda tasvir edilmiş. Tasvirdeki objelerin giysileri; geç Hitit sanatının özelliklerini yansıtmakta.

Özellikle: tanrı figürü; kuvvetli bir insan görünümünde. Kol ve bacak adaleleri dikkat çekici. Üzerinde: dizlerini açıkta bırakan, kısa kollu, vücuduna yapışık giysi var.

Dönemin karakteristik özellikleri; madeni kemeri, uçları sivri ayakkabıları, saç ve sakallar. Başında boynuza benzer kurdelalar ile süslü sivri bir külah var.

Kral Varsapalas ise; geometrik motifli ve püsküllü eteği olan uzun bir giysi ile, ucu saçaklı manto giymiş. Başlığı: boncuk dizileri ile süslenmiş.

Kralın, iri boncuklu kolyesi, küpesi, bilezikleri de, arami takılarına benzemektedir.

Özellikle giysisi incelemeye değerdir. Üzerindeki işlemelerde Frigya kralı Midas’ın lahdinde bulunan “dörtgen desen” var. Bu desen genellikle “gamalı haç” olarak tanınıyor. Bu motif: Kıbrıs ve Truva’da yapılan kazılarda da bulunda ve dünyaca tanındı.

Figürlerin yanında, o  dönemde Hama harfleri olarak bilinen işaretler var. Bunlardan üç satırı, Tanrının yüzü ile yukarı kaldırdığı sol kolu arasındadır. Dört satır ise, ona tapan kralın arka planına oyulmuştur ve daha aşağıda hiyeroglif yazılı satırlar vardır.

Her iki figürün arasında bulunan, hiyeroglif yazıda: ” Ben hakim ve kahraman Tuvana Kralı Varpalavas; sarayda bir prens iken, bu asmaları diktim, Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin” yazılı.

Her ikisinin de ayaklarında uçları kıvrık botlar var.

Kral Varpalavas; yöredeki Hitit ve Luwi kökenli halk için, bu anıtı yaptırırken, tanrı ve kral ilişkilerini simgesel olarak gözler önüne sermiş. Anadolu’daki uygarlığın köklerinin ne kadar eski olduğu ve bu köklerin tarıma verdikleri önemin sanata yansıması açısından, anıtın önemi büyük.

Ayrıca, anıt 2700 yıl önce, burada yetiştirilen üzüm ve buğday hakkında bilgi vermesi bakımından ilginç. Tüm bunların yanı sıra, binlerce yıl önce, burada bir üzüm tarımı yapıldığı kesin.

Bunun sonucu olarak ise; mutlaka şarap üretimi de yapılmış olabilir ve bu durumda, bugünkü şarap üretiminin, geriye dönük Anavatan’ının belirlenmesi açısından, bu anıt bir simge olabilir. Zaten; günümüzde, bir şarap markası tarafından, amblem olarak kullanılıyor.

ANITIN BUGÜNKÜ DURUMU

Bugün anıtın ön kısmındaki toprak parçasında, dikdörtgen şeklinde oyuk var. Bunun sebebi ise; Anıtkabir’in yapımı sırasında, büyük kurtarıcımız Atatürk’ün mezarına, Türkiye’nin farklı yerlerinden toprak parçası götürülmesi sırasında, İvriz toprağından da, bu onurlu katılımın yapılmış olması imiş. O kısım doldurulmamış ve halen öyle duruyor.

Anıt bugün korumasız. Sapan taşlarına, havalı tüfek saçmalarına ve fişeklere hedef olmuş durumda. Ayrıca; doğal tahribat nedeniyle, derin çatlaklar oluşmuş. Yağmur ve kar sularının biriktiği bu çatlaklar, donan suyun daha sonra erimesiyle, giderek genişlemekte.

Anıtın, kar, yağmur suları ve dış etkenlerden korunması için, beton bir şemsiye ile kapatılması ve çevre düzenlemesi ile, anıtın tabanına akan gölet sularının izolasyonunun yapılması düşünülmüş. Ancak, bu beton şemsiyenin ayaklarının dikilebilmesi için, sanırım anıta Sit alanı olarak ayrılan alan yetmemiş. Çünkü, bu alan, yalnızca anıtın önünden 5-6 metre kadar ilerisi.

Bir kısım alanın kamulaştırılması gerekli. Ama, öğrendiğime göre, Valilik ile, bu alanın halen sahibi olan Teaş arasında yapılan yazışmalar sonucu, Teaşa ait olan bu bölümün kamulaştırılması için, Teaş tarafından olumlu cevap verilmemiş.

Ülkemizde, sahip olduğumuz birçok tarihi hazine gibi, dünya insanlık tarihi açısından son derece önemli olan bu kaya anıtını da mutlaka koruma altına almak gerek. 2700 yıllık tarih yok olmak üzere. Yok olduktan sonra ise, sorumluların kimler olduğunun hiçbir önemi yok bence.

Biliyor musunuz ki, ülkemizde, birçok insanın yerini bile bilmediği bu anıt, her yıl binlerce yabancı turist tarafından ziyaret edilmekte. Bunu, yani yabancı turistleri, yöreye gittiğinizde göreceksiniz.

Ama, yok olmak üzere. Siz gittiğinizde göreceksiniz ama çocuklarınızın çocukları büyük olasılıkla, bu anıtı göremeyecek, bu tür dünya mirası anıtları göremeyecekler.

Çünkü, yıkılacak, yıkılmak üzere. Mısırda olduğu gibi, hani orada burnu olmayan sfenk heykeli var ya, bizim anıtta, zaman içinde parça parça yok olacak. Bu anıtın resmide, yalnızca bir şarap firmasının şarap etiketinde bir amblem olarak kalacak.

SONUÇ

Bölgeye yakın olanlar için, bir hafta sonu kaçamağı yapmaya değer. Uzak olanlar ise, mutlaka bir gün ayırıp, Toros Dağlarına sırtını dayamış, bu güzel ve gizli cenneti keşfetsinler.

Ereğli tanıtımı.

Konya Şeb-i Aruz

şebi aruz.1
Konya Şeb-i Aruz

Konya Şeb-i Aruz: Konya denince ilk akla gelen elbette Mevlana’dır. Ünlü Türk felsefecisi Mevlana’dan söz edince: onunla ilgili ilk akla gelenler “Mesnevi” ve günümüze kadar ulaşan bir gelenek “Şeb-i Aruz” törenleridir.

Burada: Mevlana’nın kimliği, yaşamı, düşünceleri hakkında uzun uzadıya konuşmak mümkün, ancak ben sizlere her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında, Konya’da düzenlenen “Şeb-i Aruz” törenlerinden söz etmek istiyorum.

Törenlerin yapılış şekli, törenlerde görev yapanlar, giysileri, hareketleri ve bunların anlamları hakkında bilgi sahibi olmak, bu törenlere gidip katılmayı düşünenler için mutlaka yararlı olacaktır. Bu yazıyı okuduktan sonra Şeb-i Aruz törenlerini kolaylıkla anlamak mümkün olacaktır.

Konya Şeb-i Aruz: Öncelikle Mevlana ve yaşam öyküsü hakkında kısa bilgi vermek istiyorum. Çünkü: Şeb-i Aruz törenlerini anlamak için, Mevlana ve öğretilerini tanımak gerekir.

Asıl ismi “Muhammed Cemaleddin” olan bu ünlü felsefeci, 1207 yılında günümüzde Afganistan ülkesi sınırları içinde kalan Horasan eyaletinin Belh şehrinde doğdu. Babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden ve “Bilginlerin Sultanı” ünvanı bulunan Bahaeddin Veled’tir.

Muhammed Cemaleddin: çok küçük yaşta, babasından felsefe, din ve filoloji dersleri almaya başladı. 1213 yılında, yaşadıkları bölgedeki siyasi olaylar ve Moğol istilası nedeniyle aile ve bazı dostları hep birlikte Belh şehrinden ayrıldı ve 1214 yılında Bağdat ve ardından 1218 yılında Karaman iline geldiler.

Bu yıllarda, Anadolu’nun büyük kısmı “Selçuklu devleti” hakimiyetindeydi ve Konya, bu devletin başkentiydi. Bu yüzden: şehir sanatkarlar ve bilim adamlarıyla doluydu ve sanat eserleriyle donatılmıştı.

Bahaeddin Velet ve yakınları, Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat’ın daveti üzerine, 1228 yılında Konya şehrine gelip yerleştiler. Bahaeddin Veled, 1231 yılında vefat etti ve Selçuklu Sarayı gül bahçesine gömüldü.

Konya Şeb-i Aruz: Ardından: Muhammed Cemaleddin, buradaki medrese de dersler vermeye başladı. Öğrencileri ve sevenleri tarafından, kendisine “Mevlana” yani “Efendi” lakabı takıldı. Batıda bulunan Anadolu Selçuklu topraklarına Rum diyarı denildiğinden, isminin sonuna “Rum-i” yani “Rum diyarında yaşayan” eki konuldu.

Mevlana, öldüğü güne kadar aşktan başka hiçbir şey konuşmamıştır. Sevgiyi, hoşgörüyü, yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi, hiç kimseyi ayırmadan insanlara sevgi, saygı duyan, yaratılan her şeyi Allah’tan dolayı seven bir kişidir.

Bu yüzden: ölümü bir son değil, gerçek alemde bir başlangıç olarak görür. Ölüm gününü: dünya gurbetinin son bulduğu gece, insanın aslına rücu ettiği, nihayet evine kavuştuğu gece olarak kabul eder.

“Kardeşim benim mezarıma sakın defsiz gelme, çünkü Allah sevenlere, O’nun huzurunda olanlara dertli olmak, kederli olmak yakışmaz” der. Cenaze neyler çalınarak, davullar ve kenarları zilsiz defler dövülerek, besteler okunarak ve sema edilerek götürülür ve bu gelenek daha sonraki cenazelerde de devam eder.

Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleriyle özetleyen Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihinde vefat eder. Bu yüzden: Şeb-i Aruz törenleri her yıl 17 Aralık tarihinde düzenlenmektedir.

şebi aruz.2

ŞEB-İ ARUZ

Konya Şeb-i Aruz: Şeb-i Aruz: kelime anlamı “Düğün gecesi” demektir. Mevlana: bu geceyi Rabb’ine, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşündüğünden “Düğün gecesi” olarak kabul etmiştir.

Yani ölüm günü: Mevlana için “Hakk’a vuslat” yani “Yaratana kavuşma” günüdür. Ölümü: cismin ortadan kalkması değil, Allah’a doğru uçması olarak kabul eder. Zaten Müslümanlık öncesinde, Türkler de ölüm bu şekilde tasvir edilirdi.

ŞEB-İ ARUZ TÖRENLERİ

Törenler, her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında yapılır. Alaaddin Keykubat Tepesi yakınlarında, Mevlana ve Şems-i Tebrizi’nin buluştuğu yer olarak kabul edilen noktaya: Mahracel Bahreyn (iki denizin buluşması) kandili yerleştirilmiştir. Törenler, burada bulunan kandilin yakılmasıyla başlar ki buna “kandil uyandırma merasimi” denir.

SEMA TÖRENLERİ

Sema törenleri: 10 bin seyirci kapasiteli Konya Kongre Merkezinde: gündüz ve gece seansları olmak üzere yapılır. 6 yaşından küçük çocuklar törene kabul edilmez. Tören başladıktan 5 dakika sonra salona girilmez. Ayrıca: törenler sırasında: flaşlı fotoğraf çekimi ve sesli kayıt aletlerinin kullanılması yasaktır.

Sema törenleri: genellikle öncesinde Türk tasavvuf müziği orkestrası eşliğinde Ahmet Özhan konseri ve ardından, onların eşliğinde yapılan sema gösterileriyle devam eder ve ortalama 1.5 saat sürer.

Tasavvuf Müziği

Sema, bu müzik dinlenirken yapılır. Çünkü, müzik insan kalbinin atış ritmini takip eder. Mevlana’nın: müzik olmadan sema yaptığı, hatta çarşıda, sokakta, camide sema yaptığı söylenir. Müzik yapanlara “mutriban” denir. Bu heyet içinde, derviş olmayan kişiler de bulunabilir. Önemli olan tasavvuf müziği makamlarını bilmek ve bunları seslendirebilmek ve çalabilmektir.

Semahane

Mevlevilerin sema yapması için düzenlenen yerlerdir. Sema yapanların her yere ve herkese aynı mesafede olması için, semahaneler daire şeklinde düzenlenir.

Semazenler

Sema eden kişilere “semazen” denir. Toplu sema törenlerine, dervişler yani tarikat öğrencileri katılır. Ancak tarikat dışındaki kişiler de sema yapabilir. Her Mevlevi, mutlaka sema yapmasını bilir. Meşk edip sema etmeyi öğrenmeye “sema çıkarmak” ve sema öğrenmiş kişiye “semazen” denir.

Semazen olmak için yapılan eğitimlerde: yuvarlak bir tahtanın ortasına, sabit bir şekilde sema yapmaya alışmak için bir çivi çakılır. Çivinin bulunduğu yere “tuz” dökülür. Sol ayak; başparmağı ve ikinci parmak arasına, bu çivi sokulur ve çark atılır. İlk başlarda 18 çark atılırken, daha sonra her gün sayı arttırılır.

Bu sırada: bakıldığında “1” sayısı gibi gözükmek için eller çapraz şekilde omuzlarda kavuşturulur. Böyle durulmasının amacı: “Allah’a şehadet ediyorum” demektir. Atılan çarklar fazlalaştıkça, yavaşça kollar açılır, belli bir süre sonra tennure giyilir.

Mevlevi olmadan semazen olunmaz. Çünkü sema, Mevleviliğin bir bölümüdür. Sema “aç karnına” yapılır. Önemli olan dönerken “Allah’ı” düşünmektir.

Sema

Sema kelime anlamı “dönmek” değildir, yani Mevlevilikte “dönmek” tabiri yoktur. Sema kelimesi “evren, gök” anlamına gelir. Mevlevilikte sema “evrenin sesini işitmek”, Allah’ın yaptıklarının sesini duymak ve bu sese cevap vermek demektir.

Sema: tek başına veya toplu olarak yapılabilir. Toplu halde yapılan semaya “Sema töreni” denir.

Sema’nın düzenli olması çeşitli kurallar konulmuştur ve böylece törenin Farsça “Mukabele” ye dönüşmesi sağlanmıştır. Sema törenleri: Mevleviler tarafından yapıldığı için törene “Mevlevi Mukabelesi” denir.

Mevlana zamanında, belli bir düzen olmadan,  din ve tasavvuf coşkusuyla yapılan sema Mevlana’nın ölümünden sonra oğulları tarafından bir disiplin içine alınmıştır, öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Sema törenleri, son şeklini ise, Pir Adil Çelebi zamanında, 1460’lı yıllarda almıştır.

Sema hareketleri

Sema hareketleri, sembolik olarak kainatın oluşumu, alemde insanın dirilişi ve Yüce Yaratıcıya olan aşk ile harekete geçişi ve kulluğunu idrak edip insanın bilgi ve olgunlaşmaya doğru yönelişini ifade eder.

şebi aruz.3
Konya Şeb-i Aruz

Sema törenleri hakkında bilinmesi gerekenler

Postniş

Semahane içinde, kapının tam karşısında bulunur. Kuzu veya ceylan derisinden yapılır. Diğer dervişlerin postlarıyla karışmaması için kırmızı renklidir.

Postnişin

Mevlevi tarikatı şeyhini yani “makamı” temsil eden kişidir. Bu makamdaki kişi, tarikat içinde zamanla kıdem alır ve çeşitli görevlerden sonra buraya gelir. Bu kişinin kullandığı başlığa “postnişin sikke” denir. Kahverengi keçeden yapılan ve yaklaşık 40 cm yüksekliğinde, silindir şeklindeki bu başlığın tepesi ovaldir. Üzerinde 3 şerit, yeşil kuşak bulunur.

Semazenbaşı

Semanın düzenli yapılması için görevlendirilen kıdemli derviştir.

Dervişler

Tarikat üyelerine “derviş” denir. Dervişler “sikke” denen başlık takarlar. Kahverengi keçeden yapılan, yüksek silindir külah şeklindeki bu başlığın tepesi düzdür. Bu başlığa tasavvufta “mezar taşı” denir.

Dervişler “tennure” denen giysi giyerler. Tennure: gömlek, yelek, kuşak, pantolon ve etekten oluşur. Beyaz renkli bu giysi, pamuklu kumaştan yapılan bir tür tören kıyafetidir. Bu kıyafete tasavvufta “kefen” denir.

Mevlevilerde şeyhler ve halifeler “destar” denen sarık sararlar. Eğer şeyh peygamberimiz Hz Muhammed soyundan ise destarı yeşil yoksa beyaz renklidir. Halife ve çelebiler, bakılınca siyah görünecek mor renkli destar sararlar. Çelebiler destarı alttan sikke yani başlık görünmeyecek şekilde, çelebi olmayanlar ise destarı alttan sikke yani başlık görünecek şekilde sararlar.

Dervişler, tabanı yumuşak bir tür patik yani “mes” giyerler. Bunlar siyah renklidir ve kuzu derisinden yapılır.

Tennure denen giysi üzerine giyilen, siyah veya kahverengi hırka, ayak bileğine kadar uzanır. Tasavvufta hırka anlamı “mezarı örten toprak” demektir.

Hırka ve Post öpülmesi geleneği

Dervişlerin oturdukları post “bu dünyayı yani hayatı” simgeler. Sırtlarına aldıkları hırka ise “öbür dünyayı yani ölümü” simgeler. Hayata ve ölüme duyulan saygı nedeniyle: dervişler yaşadığı için postu, öleceği için hırkayı öperler.

Sema törenleri öncesi

Baş semazen (semaya katılacak ekibin sorumlusu): Semahaneye girer, meydana selam verir, meydanın sağ tarafına gider ve Post’u yere serer. Post başında: bağışlama duası okunur.

Sonra meydanın sol tarafından devam ederek, meydana çıkar. Saz heyeti ve ayine katılacaklar, Semahanede yerlerini alırlar.

Semazenbaşı eşliğinde, tüm semazenler, sema meydanını selamlayarak Post’un sağ tarafındaki yerlerine geçerler.

Ardından “Postniş” sema meydanına girer, sema meydanını selamlar ve Hatt-ı İstiva (Semahane kapısından, postun olduğu yere giden manevi çizgi) üzerinden Post’a yürür, selam vererek Post’a oturur.

1.Bölüm

Hz Muhammed ve diğer Peygamberler ve her şeyi yaratan Allah’ı metih eden “Nat-ı Şerif” yani “övgü şiiri” okunur. (Nat-ı Şerif: Mevlana tarafından yazılmış, kainatın yaratılmasına vesile olan, yaratılmışların en yücesi Hz Muhammed’i öven bir şiirdir.)

2.Bölüm

Kudüm denen küçük davulu çalan “Kudümzenbaşı” birkaç darbe vurur ve bu vuruş “Allah’ın alemleri yaratışındaki kün/ol emrini yani yaratılışı temsil eder.

3.Bölüm

Neyzenbaşının görevlendirdiği bir neyzen, her şeye “Hay” ismiyle hayat veren nefesi temsil eden “ney” taksimine başlar. Buna “Post Taksimi” denir.

Taksim bitince Postniş ve semazenler, sağ ellerini sertçe yere vurarak ayağa kalkarlar. Semazenler, ayakta hırkalarını düzeltirler ve sağa doğru, birbirlerine yanaşırlar.

4.Bölüm

Postniş, postun üç adım önüne çıkar, eğilerek selam verir. Bu üç adım, şeriat, tarikat ve hakikat yani bilgiyi simgeler. Tüm ekip, topluca selamlamaya katılır. Ardından “Devr-i Veled” başlar. Postnişin önünde, semazenler birbirlerine üç kere selam verirler, dairevi bir yürüyüş yaparlar ve yerlerini alırlar.

5.Bölüm

Postnişin ve semazenler, topluca selam verirler ve hepsi hırkalarını çıkarır. Tekrar topluca selam verilir, Semazenbaşı, Postnişin yanına gelir, eğilerek selam verir, Postnişin karşısına geçilir ve topluca selamlama yapılır. Semazenbaşı, semazenlere “destur” verir ve semazenler Postnişin elini öper, sema izni alır ve sema başlar.

Semazenlerin duruş ve hareketlerinin anlamı

Semazenler, semaya kalkmadan önce, Postnişten onay beklerken: kollar kapalı, sol ayak sağ ayağın üzerinde dururlar. Bu duruşun anlamı: “Elif” harfi ve “1” rakamıdır. Tasavvuftaki anlamı “Allah’ın birliği” dir.

Semazenler, sema yaparken kollarını iki yana açarlar. Sağ el yukarı ve sol el aşağıya dönüktür. Bu hareket: “Hak’tan alıp halka dağıtmak” anlamındadır. Tasavvuf anlamı ise: “sağ elle Hak’tan alınan bilginin, sol elle halka dağıtılması” demektir.

Çünkü dervişler dünyevi hayatla ilgilenmezler ve Hak’tan alabilecekleri maddi yani dünyevi olmaz, Hak’tan sadece bilgi alırlar.

Semazenlerde: genel olarak başın dik olması, kolların tam olarak iki yana açık olması ve ellerin dengeli şekilde yukarı-aşağı dönük olması uygundur. Zihin ve akıl Sema’nın içsel yükseliş aşaması olan “ölmeden ölmek” fikrine kanalize olur.

Sema törenlerinin yapılışı

Sema törenleri dört bölümdür.

1.Bölüm

Bu bölüm Selamlamadır. Bu bölüm: insanın kendi kulluğunu anlama bölümüdür. Saz heyeti ilahiyi tamamlar, sema kesilir, semazenler oldukları yerde durur, geriye çekilir ve en yakınındaki semazene yanaşarak en az iki kişi olarak toplanırlar. Bunun anlamı, hayatta hiçbir şey “tek başına” değildir.

Semazenler yavaşça postların bulunduğu yere gelirler. Bu sırada, Semahanenin Hatt-ı İstiva (bu çizginin sağ tarafı bu dünyayı ve canlıları temsil eden dünyevi bölüm, sol tarafı ise öbür dünyayı, ruhları temsil eden ahiret bölümüdür) çizgisini geçerken eğilerek selam verirler.

2.Bölüm

Bu bölümün anlamı: Allah’ın kuvvet ve kudreti karşısında hayranlık duymaktır.

3.Bölüm

Selamlama olarak isimlendirilen bu bölüm: insanın rabbine olan hayranlığının aşka dönüşmesi ve aklın aşkta yok olmasıdır.

4.Bölüm

İnsan manevi yolculuğunu tamamlar, yaratılışına uygun olarak makamların en yücesi olan “kulluk” makamına geri döner. Bu bölüm başlayınca, hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan Postnişde semaya katılır.

Postundan, sema meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek posta gider. Buna “Post seması” denir. Postnişin posttaki yerini almasının ardından, sema biter ve semazenler yerlerini alırlar, toplu selamlama yapılır.

Ardından: makamına uygun olarak Kur’an okuma yapılır. Daha sonra, Postniş, bütün Peygamberlere, alimlere, şehitlere ve tüm Ümmet-i Muhammed’e dua eder.

Postniş “Hu” sözüyle bir “gülbank” (bu tören için özel yapılan bir tür dua) okur, sonra “El Fatiha” denir ve son selamlama yapılarak sema töreni biter.

Mevlana Müzesi ayrıntılı tanıtımı hakkındaki yazım için.