İlçe, il merkezi Rize’ye 38 km. uzaklıktadır. Rize-Hopa devlet karayolu üzerinde kurulmuştur. Çayeli-Pazar arasında, iki adet tünel bulunmaktadır. Devlet karayolunun Çayeli yönünde ve Melyat mevkiinde: sık sık heyelan olmaktadır. Bu durum: ulaşımı, trafik güvenliğini tehdit etmektedir.
TARİHİ
İlçe, MÖ. 64 yılında, Roma Konsulü Pompeius tarafından “Athena” ismi ile kurulmuş. Athena kelimesi, Latincede: akıl, güzellik ve hikmet anlamında kullanılmaktadır. Neden Athena ismi? Yunanlı tarihçi ve filozof Fılavinus Arrianus (95-175): Pazar ilçesinden şu şekilde söz eder: “Gerçekten Karadeniz’de, bu isme sahip olan bir yer var.
Yunan Tanrıçası Athena’nın tapınağının bulunduğu bu yöre, tapınağın adından dolayı, Athena adını almıştır. Bir de terk edilmiş kale var. Liman, fazla gemi barındırmaz ama onları rüzgardan korur.”
Yerleşim: uzun süre, Roma’ya bağlı olarak kalmıştır. Burası: dağları geçit vermeyen bir özelliğe sahip olduğundan, zamanın istilacılarından kaçan: Grekler, Gürcüler, Mergeller ve Ermeniler için bir sığınak olmuştur.
1054 yılında, Müslümanlık bölgede kabul edilir. 1864 yılında ise, ilçe durumuna getirilmiştir. 1916 yılında Rus işgali görülür. 1918 yılında ise, Rus işgali biter.
1928 yılında, Athena adı “Pazar” olarak değiştirilir. Bu kelime: Pazar yeri anlamında kullanılmıştır.
GENEL
Pazar, bölgenin en eski yerleşim yeridir. Kültürel özellikleri itibarı ile, geleneksel Türk örf ve adetlerini taşımaktadır. İlçe dışında yaşayanların, büyük kısmının yörede, geleneksel konutu bulunmaktadır. Geleneksel konutlar: yörenin doğa ve iklim yapısına uygun olarak şekillendirilmiştir. Serender tipik bir yerleşim yeri örneğidir.
İlçenin arazisi engebelidir. Derin vadilerle yarılmıştır. Yılın her mevsiminde: düzenli yağış alır. Yazları serin geçer, kış aylarında yoğun yağışın olması, nem oranını yükseltir.
İlçenin ekonomik durumu ele alındığında, en önemli geçim kaynağının geçmişte mısır ve hayvancılık iken, günümüzde çay tarımı olduğu görülür. Kivi meyvesi üretimi de gittikçe yaygınlaşmaktadır.
Çay ile ilgili olarak: Çaykur Genel Müdürlüğüne ait 3 ve özel sektöre ait 4 çay fabrikası bulunmaktadır. İlçede, çay dışında: deri ve kereste sanayi var. Buna bağlı olarak, mobilyacılık ta gelişmiş durumda. El beceresi ve zevkin kaynaşması ile ortaya çıkan birbirinden güzel mobilyalar, dayanıklılıkları ile tanınıyor.
Burada, dünyaca ünlü puro tütünü yetiştiriliyor. Normal tütünden farklı olan ve yaprakları 1 metreye kadar büyüyen puro tütünü: bu ilçede yetişiyor. Bu tütün, buraya has “Pazar Purolarının yapımında da kullanılıyor. Ancak, son yıllardaki “mavi küf” hastalığı nedeniyle, puro tütünü üretimi yok olmuştur.
KADINLAR PAZARI
İlçenin doğusunda akan, Atina deresine paralel kurulan meyve-sebze pazarının girişinde bulunuyor. Kadınlar: her Pazartesi-Perşembe günlerinde: kendi elleriyle hazırladıkları: tereyağı, peynir, minci gibi hayvansal gıdaların yanında, bahçelerinde yetiştirdikleri meyve, sebze, tohum, fide gibi ürünleri satışa sunuyorlar.
Bol yağış alan bölgede, her an yağmurla karşılaşma ihtimaline karşılık, Belediye önlem olarak, onlara üstü kapalı bir yer sağlamış. Gün içinde alışverişe gelenleri güler yüzle karşılayan kadınlar, akşam tekrar köylerine dönüyorlar.
Zaten: Sessizdere, Papatya, Elmalık, Kocaköprü, Yemişli, Kesikköprü köylerinden gelen kadınlar: ellerindeki ürünleri satmanın yanında, memleketlerinden uzakta yaşayan gurbetçiler için, bu Pazar yeri, aynı zamanda bir buluşma noktası işlevi de görüyor.
Evet, Pazar ilçesinde, kadınlar, yörede eski ve yaygın bir gelenek olan “Kadınlar Pazarı” geleneğini günümüzde de sürdürüyorlar. Pazarda: tere yağından, mısır ununa, kabaktan kara yemişe, turşudan pekmeze kadar tanıdık tatları bulabilirsiniz. Satılan ürünler her ne kadar mevsime göre değişiklik gösterse de, özellikle tereyağı ve peynir her mevsim bulunabiliyor.
Sizlerde, Pazar ilçesinde bulunduğunuz sürede, mutlaka kadınlar pazarını ziyaret edin. Hiçbir katkı maddesi kullanılmadan, tamamen doğal yollarla üretilen tatlar görebilirsiniz.
NE YENİR
Yörede: hamsi ve lahananın özel bir yeri var. Çünkü, bütün yemek çeşitleri, bunlar çevresinde yoğunlaşıyor. Burada: mutlaka hamsi ve lahana ile yapılmış yiyecek maddelerinden tadabilirsiniz. Örnek mi?
Bölgede: sepet ve sandalye örücülüğü, günümüzde de sürdürülmektedir. Sepetlerde: el sepeti ve kaşıklık (Gamal) gibi türleri bulunuyor. Meyve sepeti ince, uzun ve koni biçiminde. Gamal ise: daha çok Trabzon’da yaygın olarak kullanılmasına karşın, ilçe insanı tarafından, genellikle kola takılarak taşınıyor. Bunları görüp satın alabilirsiniz.
GEZİLECEK YERLER
KIZ KALESİ
İlçe merkezinin batısında, küçük bir yarımada üzerindedir. Kayalık bir zemin üzerinde kurulmuş. Böylece, kara ile bağlantısı kesilmiş. Yazlık olarak düşünülmüştür.
Kalenin duvarları: 7 x 7 metre ölçülerinde. Bu duvarlarda, muhteşem bir taş işçiliği görülüyor. Giriş kapısı: batıda. Güney surları yıkık. Sağlam kalan bir duvarda: mazgal pencereleri ve yuvarlak kemerli, üst kat pencereleri var.
Kız kalesinin kesin olarak kim tarafından yapıldığı bilinmiyor. 13. ve 14. yüzyıllarda, yapıldığı sanılıyor. Rodos şövalyelerinden birinin, bir prenses için yazlık olarak buraya yaptırdığı rivayet edilmektedir.
Limanın da gözetleme kulesi olduğu düşünülüyor. Osmanlı döneminde, kale onarılarak kullanılmıştır.
CİHAR KALE
Eski ipek yolu üzerinde, Zil kalenin bir sonraki ayağıdır. Sahilden 7 km. içeridedir. Yücehisar köyü sınırları içindedir. Hemşin deresinin doğusundadır.
Yapılış tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmese de, büyük ihtimalle, 13-14.yüzyıllar arasında, Trabzon Pontus İmparatorluğu döneminde yapıldığı düşünülmektedir.
Ana plan olarak yuvarlaktır. Surların taş işçiliği, pek muntazam değildir. Kapısı: kuzey doğudadır. İki kule ile desteklenmiştir. Ortada: yine daire planlı bir kale bulunmaktadır.
Günümüzde, yoğun orman, çalılarla kaplı kaleyi dahi iyi tanımlamak için küçük bir temizlik ve kazı yapmak gerekir. Cihar kale, belki de Pazar, Zil ve Varoş kaleler ile çağdaştır. Sahilden iç bölgeye kadar Hemşin vadisinin kontrol noktalarından birisi olarak kullanılmıştır.
YÜCEHİSAR CAMİSİ
Yücehisar isimli köyün merkezindedir. Bir medrese ile birlikte, 1799 yılında, Ayşe Hanım tarafından yaptırılmıştır. Yapı: kagirdir.
Camiye kuzey taraftaki medreseden iki kapı ile girilir. Harim doğu-batı yönünde uzanır. Giriş bölümü üzerinde mahfil kısmı bulunur. Mihrap, beş silme ile çevrilmiştir. Alınlık kısmı üzerinde mihrap ayeti yazılıdır. Niş içerisinde ise, yağlı boya ile yapılmış, yarı açık bir perde tasvir edilmiştir.
Caminin kuzeybatısındaki ana giriş kapısının kanatları üzerinde geometrik sekizgen geçmelerden oluşan bir süsleme vardır. Minber aynalığı üzerindeki barok karakterli, merkezde büyük bir daireye bağlanan S ve C kıvrımlarına yer verilmiştir.
Mahfil korkuluklarının iç yüzünde geometrik ve bitkisel süslemeli bir bordür dolaşmaktadır. Caminin ahşap süslemeleri Hemşin-Bilenköy camisi ile yakın bir benzerlik göstermektedir. Medresenin zemin katında taş ocaklar bulunmaktadır. Seki ve sıralar bozulmuştur. Üst katta bulunan iki odanın batı tarafında, inşa kitabesi bulunmaktadır.
KALECİK (SİVRİ KALE) KALESİ
İlçenin, 5 km. batısında, Kalecik deresinin denize ulaştığı yerdedir. Oldukça yüksek bir burun üzerinde kurulmuş. Ancak ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmiyor. Ama, büyük olasılıkla, 13-14.yüzyıllar arasında, Trabzon Pontus İmparatorluğu zamanında yapıldığı tahmin ediliyor.
Kale: kesme taş ve moloz taş kullanılarak yapılmış. Bu yüzden, planı tam olarak çözülememiş. Ama, ortasında yüksek bir kule var ki, bu kule gözetleme amacıyla kullanılmış.
Trabzon-Rize sahil kara yolunun yapımında, bu kalenin de bir kısmı yıkılmış.
Türkiye hakkında bir resim akla gelince, ilk on resim arasında, mutlaka “Kız Kulesi” resmi de var. Google’da bunu masa üstü resimlerini dizayn ederken kullanmış. Özellikle: 2010 yılında “Kültür Başkenti” işlevi görecek, güzel İstanbul’u muzun simgelerinden kız kulesi. Gerçekten yine televizyonlarda boy gösteren bir reklamda olduğu gibi, yıllardır orada. Hatta, yüzyıllardır orada.
Evet, kız kulesi, İstanbul boğazının Marmara denizine yakın kısmında. Üsküdar-Salacak açıklarında yer alan, küçücük bir adanın üzerinde inşa edilmiş bir yapı. Aynı zamanda; Üsküdar’ın simgesi olmuş, hatta zarif silüetiyle, İstanbul’un en önemli simgelerinden biri olabilmiş. İstanbul’a gidenlerin, mutlaka ziyaret ettiği, yanına kadar gidemese bile, gerek Salacak sahilindeki çay bahçelerinde oturarak izlediği ve gerekse vapurla yanından geçerken izlediği, muhteşem güzel ve İstanbul ile bütünleşmiş bir yapı. Yani; her gün yüz binlerce insanın, gururla seyrettiği bu güzelliğin geçmişini, ne zaman yapıldığını, kim zamanında yapıldığını, bugünkü kullanımını biraz inceleyelim. Çünkü; İstanbul’a gelip te kız kulesini görmemek olmaz.
Buraya; Salacak’tan sandallarla ulaşabilirsiniz. İstanbul boğazının ağzından ve sahilden, yaklaşık 200 metre uzaklıkta.
İstanbul Kız Kulesi: Kule: 18 metre yüksekliğinde ve 5 katlı. Deniz üzerinde; deniz yüzeyinden pek de fazla yüksek olmayan bir kayalık üzerinde. Yüzeyde: 35-36 metre kenarlı bir düzlük üzerine oturtulmuş. Her bir kenarı: 18-21 metre arasında değişen ölçüleri bulunan küçük bir kale. Evet; kale dedik, bu kale mazgallı, burcunun tepesinde, etrafı balkonlu bir köşk var.
Bu köşkün üstü, dilimli bir kubbe ile örtülü. Ortasında ise bayrak direği var. Kara tarafına bakan kapısının üstünde, iki sütunun taşıdığı revak var. Kapının üzerinde, üçgen bir çerçeve içinde, hattat Mustafa Rakım Efendinin imzasını taşıyan, Sultan II. Mahmut’un bir tuğrasını gösteren madalyon bulunmakta. Tuğranın altında ise, 1248 tarihi yazılı.
TARİHİ SÜREÇ
İstanbul Kız Kulesi: Kız kulesinin, ilk kez, ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmiyor. Ancak, bu konudaki efsaneler değerlendirildiğinde, kulenin ilk kez Atinalı general Alkibiades tarafından yapıldığı sanılıyor. Daha sonra ise, imparator Aleksios Kommenos (1181-1118) tarafından, buraya yapılan yapı, kaleye çevrilmiş.
Tarihi süreç içindeki gelişmeler ise şöyle sıralanıyor. İmparator Kommenos tarafından; kulenin suyunun getirilmesi için, karadan ve deniz içinden bir hat çekilir. Ayrıca; kara ile kız kulesi arasında bir duvar yaptırılır. Bugün, bu duvarın, sadece temel kalıntılarının izini, denizin durgun günlerinde, deniz altında görebilmek mümkün.
1248 yılında, Sultan II. Mahmut devrinde, kule bugünkü şeklini alır. Sonraki yıllarda onarımlar, buna göre yaptırılır.
1509 tarihinde meydana gelen depremde, kule hasar görür. Ardından, Sultan I. Selim tarafından onartılır.
1719 yılında, fener kısmında yakılan yağ tutuşur, alev alır ve iç katları ahşap olan kule, tamamen yanar. Daha sonraki süreçte, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından, kulenin üstüne cam bir köşk yaptırılır ve kız kulesinin yüksekliği arttırılır. Kubbesi ise, kurşunla kaplatılır.
1830 yılında, bölgede çıkan bir kolera salgınında, kulenin bulunduğu bölüm, bir karantina hastanesi olarak kullanılır.
1944 yılında yapılan restorasyonda, kurşun kaplı kubbe ve kat döşemeleri, betonarmeye çevrilir. Bayrak direği dikilir. Çevresine, büyük kayalar yerleştirilir.
1983 yılında, kule, Denizcilik İşletmeleri Liman İşletmesine bırakılır. Bir ara, siyanür deposu olarak da kullanılır. Ancak, duyarlı çevreler ve çevrecilerin baskısı sonucu, burada depolanan siyanür, başka bir yere götürülür.
2000 yılında ise, restorasyon yapılmak ve belli bir süre işletilmek üzere, büyük bir Holding’e uzun süreli kiralanır. Aslına sadık kalınarak ve 3 milyon dolar harcanarak, onarım ve restorasyon yapılır. Aslında sivil toplum örgütlerinin aslına sadık kalınmadığında ısrarcı oldukları bu çalışmalarda; zemin katta, evvelce bilinmeyen mazgal delikleri ortaya çıkarılır.
Bu mazgalların; Boğaziçi’ne bakanları dik, Sarayburnu’na bakanları ise, cepheye göre 45 derecelik bir açı ile Marmara’ya baktıkları görülmektedir. Bunun sebebi ise, hem top atışlarını kolaylaştırmak ve hem de daha fazla güneş ışığının girmesini sağlamak olarak değerlendirilmiştir. Bu restorasyon sırasında, dört köşe kule, demir kasnaklarla takviye edilmiştir.
EFSANELER
1. EFSANE
MÖ. 411 yılında, Üsküdar ve sahilleri, Pers egemenliği altına girer. Buna karşılık; yörede yaşayanlar tarafından, Atina’dan yardım istenir. Bunun üzerine; Atina’lı general Alkibiades (MÖ.450-404) 30 gemilik bir donanma ile bölgeye gelir ve Perslerin tam karşısında, kız kulesinin bulunduğu kayalık üzerine, bir yer yapar. Yani: ilk yerleşim, bu. Zamanla; kıyılardaki Pers’lerle yapılan mücadeleler sonucu, Pers’ler kıyıdan geri çekilirler.
Alkibiades, Üsküdar kıyılarını ele geçirir. Ancak; boğazdan geçen gemileri değerlendirerek, kız kulesinden gelir elde etmek ister. Kız kulesinin üstündeki yapıyı, gümrük istasyonu olarak yapılandırır. Ayrıca: kız kulesi ile Sarayburnu arasında, büyük bir zincir çektirerek, bu bölgedeki gemi geliş-geçişini engeller.
Gemilerin yalnızca Anadolu yakası ile kız kulesi arasındaki bölümden geçmesine izin verir. Ancak, bir süre sonra, kız kulesi, zincirin ağırlığını taşıyamaz hale gelir ve kule, Avrupa yakasına doğru denize yıkılır. Bugün, kuleden denize, suyun içine bakıldığında, durgun günlerde, yıkıntılar görülebilir.
Bu arada; Atina’lı general Alkibiades’in, çok sevdiği karısı Damalis, burada ölür. General, karısı için bir türbe hazırlatır. Bu türbe; Ayazma caminin üzerinde bulunduğu tepededir. Bir kısım söylentiye göre ise, general, karısını, kız kulesi içindeki bir kaya oyuğuna gömdürmüştür.
Neyse, bir önceki cümlede adı geçen tepenin üstünde, general, bir sütun üzerine bir inek heykeli diktirir. Bu heykel, karısının mezarının yerini gösterecektir. Tepenin önündeki burun, tüm bu gelişmeler üzerine, uzun yıllar Damalis burnu olarak anılır. Evet; takip eden tarihi süreçte, burası, Bizans imparatoru Aleksios Komnenos (1181-1118) tarafından onartılır ve yeniden düzenleme yapılarak, mevcut yapılar, tam bir kaleye dönüştürülür.
2. EFSANE
Bir zamanlar, Sestos’da, tanrıça Afrodit adına yaptırılmış bir tapınak bulunmaktadır. Bu tapınakta genç kızlar rahibe olarak görev yaparlar. Hero da, bu rahibelerden biridir. Hero, aynı zamanda, kız kulesinde, fener bekçisinin kızıdır ve kız kulesindeki kuşlara bakmakla görevlidir. Ve aşka yasaklıdır, kız kulesinden ayrılamaz.
Her ilkbaharda; doğanın uyanışı olarak, bu tapınak çevresinde törenler düzenlenir, çevreden gelen insanlar tarafından tapınak doldurulur. Yenilir, içilir ve tanrıça Afrodit’e, aşkı bulmak için dua edilir. Boğazın karşı kıyısında, Abydos köyünde oturan Leandros, bu törenlere katılmak için, tapınağa gelir. Hero ile karşılaşır ve iki genç, birbirlerine aşık olurlar.
Derken, Leandros, sevgilisi Hero’yu görmek için, her gece, kıyıdan, kız kulesine yüzer. Şafak vaktine kadar birlikte olurlar, sonra geri döner. Bu durum böylece devam ederken; fırtınalı bir gün, azgın dalgalarla boğuşarak kız kulesine yüzmeye çalışan Leandros, rüzgarın, kule fenerini söndürmesiyle yolunu şaşırır ve boğularak ölür.
Ertesi gün, Leandros’un ölüm haberini alan Hero da, bu acıya dayanamaz intihar ederek ölür. Aslında, burada ince bir ayrıntı var. Efsanede sözü edilen yerler, yani Sestos ve Abydos, aslında Çanakkale boğazının iki yakasında bulunan yerlerdir. Ama kimi yazarlar, efsaneyi İstanbul boğazına ve kız kulesine uyarlamışlardır.
3.EFSANE
Bir kahin, imparator I. Konstantinos’un kızının, yılan sokmasıyla öleceğini söyler. Bunun üzerine, kızını çok seven imparator, deniz ortasına bir kale yaptırır ve kızını buraya saklayarak koruyabileceğini düşünür. Ama, kaderin önüne geçilemez. Kuleye gönderilen yiyecek sepetlerinden, üzüm sepeti içine saklanan yılan, kızı sokar ve öldürür.
İmparator kızının cenazesini, demirden bir tabut yaptırarak içine koyar ve bu tabutu Ayasofya’ya kaldırtır. Bugün, Ayasofya Müzesinde bu demir tabut görülmekte olup üzerindeki iki deliğe dikkat edin. Sanırım, yılan, öldükten sonra bile kızı rahat bırakmamış. Evet; kız kulesi için anlatılan efsaneler arasında, en çok tercih edilen budur.
4.EFSANE
Evet, bir efsanede, ünlü gezgin Evliya Çelebiden. Halk kahramanı Battal Gazi, İstanbul’u almak için Tekfur Sarayının karşısında, 7 yıl bekler. Fakat, asıl sebep, Üsküdar Tekfurunun kızına aşık olmasıdır. Battal Gazi, Şam’ın fethi için Üsküdar’dan ayrılınca, İmparator Tekfurun kızını ve hazinelerin saklanması için, denizin tam ortasında, kız kulesini yaptırır.
Battal Gazi; Şam’dan dönüşünde, bir kısım çatışma sonunda, kız kulesini basar, tekfurun kızını ve buraya konulan hazineyi alır, kaçırır. Battal Gazi’nin, bugün Eskişehir yakınlarındaki Seyitgazi İlçesindeki mezarının hemen ayakucunda, karısı tekfur kızının mezarı bulunmaktadır.
Evet; tarihi süreçte, kız kulesi işte böyle bir geçmişe sahip. Günümüzde ise, turistik tesis olarak kullanılmakta. Gündüzleri kafeterya ve geceleri ise restoran olarak hizmet veriliyor. Zemin kat; restoran. Buradan, ahşap merdivenlerle üst katlara çıkılıyor. Ara katlara; satış bölümleri yapılmış.
Etrafı balkonla çevrili bölüm ise; kafeterya, çay yeri. Buradan, isteyenler sabit dürbünler ile, Üsküdar, Boğaziçi ve İstanbul’un nefis manzarasını seyredebiliyorlar. Buradaki restorana gitmeden önce, mutlaka rezervasyon yaptırmanızı öneriyorum.
Kız kulesi; yazının başında da belirttiğim gibi, denizin ortasındaki ortaya koyduğu silüetiyle, gerçekten görülmesi gereken bir yapı. Yanına gidemeseniz bile, mutlaka uzaktan izleyin. Özellikle, Üsküdar sahilinde, kız kulesinin hemen karşısına gidin, bir banka veya çay bahçelerinden birine oturun, uzaktan izleyin.
İzlerken de; umarım bu yazdıklarım, burada yaşananlar aklınıza gelir ve tarihi süreçte birçok şekilde kullanılmış bu harika görüntülü yapıyı, daha bilinçli gözlerle izlersiniz.
İstanbul’a gidenler için, nereyi gezelim, nereyi görelim, kız kulesini mutlaka görün. Üsküdar meydanından kıyıyı takip ederek yürüyerek buraya ulaşabilirsiniz. Hemen karşısında bulunan çay bahçelerinde mutlaka bir çay molası verin ve bu güzelliği izleyin.
Adana şehrinin, Akdeniz’de kıyısı bulunan ilçelerinden biridir. Adana’nın sıcağından bunalanların uğrak yeri. Deniz manzarası ile ünlüdür.
ULAŞIM
Adana il merkezine, 81 km. uzaklıktadır. Ceyhan ve Yakapınar üzerinden gidiliyor. Ceyhan ilçesine ise: 30 km. uzaklıktadır.
GENEL
Yumurtalık “yumurta yuvası” anlamına gelir.
Yumurtalık’ın güney ve doğusunda İskenderun körfezi, kuzeyinde Ceyhan ilçesi, kuzeybatısında Adana, Batısında ise Karataş ilçesi vardır. Adana’nın Akdeniz’e kıyısı olan iki ilçesinden biridir.
İlçenin toplam sahil şeridi 55.22 km. dir.
Yumurtalık: temiz, berrak denizi ve yaklaşık 1 kilometrelik geniş plajı ile cazip bir tatil merkezidir. Turizm bölgesinde toplam 5 kilometre uzunluğunda sahil bandı bulunur. Özellikle hafta sonlarında sahil çok kalabalıktır. Adana’da yaşayan birçok kişinin burada yazlık konutları vardır. Tatil sezonu boyunca pek çok günlük ziyaretçi gelir. Yaz döneminde Yumurtalık ilçesinin nüfusu 30-40 bin kişilere kadar yükselir.
Havası oldukça güzel, Adana şehir merkezine göre serindir.
Bakü-Ceyhan petrol boru hattı Yumurtalık’ta sonlanır. Yani Yumurtalık limanından büyük petrol tankerlerine petrol yüklenir.
Yumurtalık-Ayas Plajı
Adana il merkezine 80 km uzaklıktadır. Plajın uzunluğu 600 metre ve genişliği ise 50 metredir. Buranın daha önce mavi bayrağı varmış, ama iptal edilmiştir. Doğru dürüst bir tesis yoktur. Deniz hemen derinleşmiyor. Deniz berrak ve güzel, plaj kum, kumu güzel ama ortam kötü, ailecek giderseniz sıkıntı yaşayabilirsiniz. Denize girenler yörenin insanları ve şalvar, iç çamaşırı ile denize giriyorlar. Çöpler kumsala bırakılıyor.
Bunun yanında: özellikle ilçe merkezinin batısında, devlete ait çeşitli kamplar bulunmaktadır. (Emniyet Müdürlüğü “Polis Kampı”, Devlet Su İşleri, Tarım Kredi, Köy Hizmetleri, Gençlik Kampı Tesisleri var ) Ayrıca, Yumurtalık belediyesinin halka açık kamp alanları bulunmaktadır. Her yıl, çok sayıda vatandaş, belediyenin kamp alanından yararlanmaktadır. Kamp alanlarında, her türlü alt ve üst yapı mevcuttur.
Kaplumbağalar
Yumurtalık sahilleri, 4 milyon yıldır bu bölgede yaşayan, dünyada sadece 1000 çift kaldığı düşünülen, yeşil deniz kaplumbağaları (Chelonia mydas) nın dünya popülasyonunun % 60’ı ve ayrıca bir çok Caretta Caretta kaplumbağalara ev sahipliği yapıyor. Ayrıca bir tatlı su kaplumbağası türü olan Nil Kaplumbağasının (Trionyx triunguis) da yaşam alanıdır.
Nesli tükenme tehlikesi altındaki bu türler, Yumurtalıkta, komşu Karataş ilçesindeki Akyatan sahilinde ve Dalyan’daki İztuzu plajında yumurta bırakmaktadır. Zaten buranın Yumurtalık ismi de, bu kaplumbağa yumurtlama alanı olmasından gelir.
Balıkçılık
Yumurtalık yöresine yolunuz düşerse, balık yemeden ayrılmayın, sahilde güzel balık restoranları var, menüyü kontrol ederek bu restoranlarda güzel bir balık menüsü yemelisiniz. İlçede sahilde bulunan bazı köylerde balıkçılık yapılıyor. Bu köylerde, çeşitli büyüklükte balıkçılık tekneleri var.
Denizde avlanma derinliği 70 metreyi buluyor. Buraya has balıklar: kefal, lagos, karagöz, melanur, istavrit, lüfer, levrek, çupra, barbunya, sardalya, gümüş, karides, mercan, torik ve arı balığıdır. Yumurtalık ve civarında çıkarılan “King Karides” özellikle dünyaca meşhurdur.
TARİHİ
Yumurtalık: İskenderun körfezinin kuzeyinde, MÖ 4’ncü yüzyılın son çeyreğinde, Büyük İskender’in Pers İmparatoru Dara’yı mağlup etmesinden sonra, İskender’in halefi olan Makedonyalı komutanlar tarafından bir liman şehri olarak kurulmuştur.
Bu yeni kurulan kente, eski Yunancada “keçi” anlamına gelen “Aıks” sözcüğünden türetilmiş “Aigeai” ismi verilmiştir. Çünkü, bununla ilgili bir efsane vardır. Söylenenlere göre: Büyük İskender, Pers ordusunu yenerken, boynuzlarına meşaleler bağlı keçileri Perslerin üstüne göndermiş, Persler büyük bir ordunun üstlerine geldiğini düşünerek kaçmışlar ve savaşı İskender kazanmıştır.
Ermeni krallığına bağlı Lajazzo (Ayas) şehri, 1261 yılında Venediklilere kiraya verilir. Kentin asıl gelir kaynağı olan deniz ticaretini ellerinde tutan Venedikliler, şehre “Lajazzo” ismini verirler.
1268 yılında bölge Memlukler tarafından ele geçirilir ve Halep Beyliğine bağlanır.
Marko Polo, 1269 yılında şehri ziyaret eder. Limanın Venedikli ve Cenovalı tüccarlarla dolu olduğunu ve bunların ipek, altın, yün, hububat ve baharat ticareti yaptıklarını yazar. 1271 yılında Çin’den dönüşünde, kenti ikinci defa ziyaret eder.
1517 yılında bölgede Yavuz Sultan Selim vasıtasıyla Osmanlı hakimiyeti görülür.
Cumhuriyet devrinde, Nahiye merkezi Ayastan Yumurtalık’a taşınır. 1933 yılında nahiye olan Yumurtalık, 1959 yılında Adana’nın bir ilçesi olur.
1974 yılında oyuncu ve film yönetmeni Yılmaz Güney, Yumurtalık hakimi Sefa Mutlu’yu öldürülmesi olayının ardından Yumurtalık’ta tutuklandı.
GEZİLECEK YERLER
YUMURTALIK LAGÜNLERİ-YUMURTALIK TABİAT KORUMA ALANI-MİLLİ PARK
Park alanı, Adana il merkezine 55 km, Yumurtalık ilçe merkezine 30 km ve Karataş ilçe merkezine 35 km uzaklıktadır. Adana-Karataş-Yumurtalık yolu asfalttır. Adana-Ceyhan-Yumurtalık yolu da asfalttır.
Yumurtalık lagünleri: Ceyhan nehrinin denize döküldüğü yer ile Yumurtalık körfezi arasında kalan lagünler, tatlı ve tuzlu su bataklıkları, geniş çorak düzlükler, çamur düzlükleri, sazlıklar, ıslak çayırlar, kumullar ve Halep çamı ormanlarından oluşan oldukça kompleks bir yapıya sahip sulak alan sistemidir.
Burası, bölgedeki diğer lagünlerin aksine düzensiz kıyı çizgisine sahiptir birçok noktada denizle birleşir.
Eski Ceyhan nehri eski yatağı, alanı ikiye böler.
Eski nehir yatağı kuzeyinde, Çamlık lagünü ile geniş çorak düzlükler, bataklıklar ve tuzlu çayırlarla çevrili Ömer, Yapı ve Darboğaz gölleri yer alır.
Göllerin derinlikleri 20-60 cm arasında değişir.
İlkbahar ve yaz aylarında, gölün bir kısmı kuruyunca, özellikle kuzeyde geniş çamur düzlükleri ortaya çıkar.
Tatlı suyun, kumullardan göle sızdığı bölümlerde, sazlıklar vardır.
Tuzcul bataklıklar ve çamur düzlükleriyle çevrili olan Çamlık Lagünü: Ömer gölü, Yapı gölü, Darboğaz gölü ve daha küçük Kaldırım gölü, kış aylarında su seviyesi yükseldiğinde, tek bir büyük göle dönüşür.
Ömer gölü ve Çamlık lagünü arasındaki bir yarımada üzerinde: 59 hektarlık alanı kaplayan, Türkiye’nin nadir Halep Çamı ormanlarından biri bulunur.
Alandaki bataklıkların bir bölümü, tarım alanına dönüştürülmüştür.
Batı bölümde, büyükbaş hayvanların otladığı, geniş ıslak çayırlar vardır.
Yelkoma Lagününün ağzında, eski Ceyhan ağzında ve Çamlık Lagününün Yumurtalık körfezine açıldığı yerde, dalyanlar vardır. Eskiden burada balıkçılık kooperatifleri vasıtasıyla balıkçılık yapılıyormuş ama bölge Milli Park ilan edilince 1994 yılından sonra dalyan özelliği kalmamış.
Yumurtalık lagünlerinde, 272 bitki ve 252 kuş türü bulunur. Alanda değişik türden binlerce ördek, sakarmeke, flamingo, kılıçgaga, akça cılıbıt ve küçük kum kuşu gibi kuş türleri kışlar ve geçmişte bunların sayısının 70 bini aştığı söylenir.
Bölge, 1993 yılında, 1’nci Derece Sit alanı olarak ilan edilmiş ve korumaya alınmıştır.
1994 yılında ise, Bakanlar Kurulu kararı ile, Tabiatı koruma alanı olarak ilan edilmiştir.
2008 yılında ise, yine bu bölge Bakanlar kurulu kararı ile “Milli Park” olarak ilan edilmiştir.
Yumurtalık körfezi, nesli tehlike altındaki yeşil kaplumbağanın Akdeniz’de bilinen tek kışlama alanıdır.
YUMURTALIK SERBEST BÖLGE
Milli Park Alanının doğusundadır. Burada: ağır metal endüstrisi tesisleri ve Irak petrollerini taşıyan boru hattının ulaştığı bir tanker dolum tesisi bulunur. Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı ile Orta Asya Petrolleri de buraya taşınmaktadır.
Dev dolum tesislerinin bulunduğu bölgede, daha önce yapılması planlanan bir de termik santral projesi bulunmaktadır. Daha doğuda, İskenderun körfezinin karşı tarafından da petrol rafinerisi, ağır metal ve çimento fabrikaları bulunur. Bugüne kadar büyük çaplı bir kaza meydana gelmemiştir. Burada, kömürle çalışan bir enerji santralı da vardır.
ROMA HAMAMI-POSEİDON MOZAĞİ
Aigeai antik kentinde, 1’nci derece arkeolojik Sit alanı olan bölgedeki Roma hamamının Frigidarium yani soğukluk bölümünde yapılan araştırmalarda: iki panoya ayrılmış mozaik bulundu, bunlardan bir tanesi tamamen tahrip olmuştur.
Mozaikler yuvarlak çerçeveler içine yapılmıştır.
Kuzeydeki 11.39 metre karelik mozaiğin MS 3 veya 4’ncü yüzyılda yapıldığı düşünülüyor.
Mozaiğin ana bölümünde: elinde trident (üç dişli yaba), bir omuzunu kapatacak bir örtüsü bulunan Yunan mitolojisinde denizler, depremler ve atlar tanrısı Kronos ile Rheia’nın oğlu Zeus ve Hadesin kardeşi Roma mitolojisinde Neptün olarak bilinen Yunan Deniz Tanrısı Poseidon tasviri görülüyor.
Poseidon’un sağında ve solunda ise yunus balığı figürleri bulunuyor.
Mozaik üstünde Grekçe “Bütün yıkananlar size selam olsun” yazısı bulunur. Mozaiğin alt kısmı ise, kısmen tahrip olmuştur.
Mozaiğin alt kısmındaki dairesel çerçeve içinde, kısmen çapa betimlemesi vardır.
Evet, bu mozaik günümüzde bulunduğu yerde sergileniyor.
ANTİK LİMAN
Ayas kalesinin koruduğu liman, oldukça geniş bir koyun, küçük bir halicinin kenarına kurulmuştur. Bu koy, dar bir deniz boğazından karanın içine girerek kaleye doğru olabildiğince genişleyen bir koy haline gelir. Doğal bir dalgakıran vardır. İnsan eliyle yapılmışa benzeyen, şerit halinde uzanan koy ile denizi birbirinden koparır, daracık bir boğaz sayesinde deniz ile koyu birbirine bağlar.
Koyun tam ortasında: küçük bir adacık ve üzerinde kız kalesi bulunur. Denizdeki dalgalar yüksek geldiğinde, en fazla 6-7 metre kalınlığındaymış gibi bir görüntü veren bu kayaların üzerinden zıplayan dalgalar koyun içine düşebilmektedir. Ancak, bu doğal set, denizdeki gemilerin koy içine girmesine izin vermez ve limanın emniyetini sağlar. Böylece antik dönemlerde, çok önemli işlev sağlamıştır.
AYAS (AİGAİAİ-YUMURTALIK) ANTİK KENTİ
Basılmış madeni sikkeler, Aigeai şehrinin geçmişinin en çok MÖ 2’nci yüzyıla kadar uzandığını kanıtlıyor.
Bir başka iddiaya göre ise: Seleukoslar, Kilikya’ya egemen olunca, yeni kentler kurmuşlar ve onlardan birisi de Aigeia idi.
Ayas antik kenti, Yeniköy deresi kenarında, korunaklı doğal bir barınağın hemen üzerindeki bir yükseltide kurulmuştur.
Kent: Hellenistik dönemde Aigeai, Roma döneminde Aegeai, Orta çağ’da İtalyan denizciler ve tüccarlar tarafından Ajazzo ve Lajazzo, İslami dönemlerde ise Ayas ismini kullanmıştır.
Bir Makedonya kolonisi olarak kurulan Aigea’da, antik dünyanın en büyük 3 Asklepios tapınağından biri vardı.
Roma imparatorluk devri boyunca, doğu seferine çıkan imparatorların uğradıkları büyük stratejik öneme sahip, donanma üssünün bulunduğu bir yerdi.
Şehir, Kilikya’nın da Roma Eyaleti yapılmasıyla vergiye tabi tutuldu. Romalılar döneminde, özgür kalan Aigeai, limanlarını ve tersanelerini geliştirdi. Bu şehrin dönemi, MÖ 47 sonbaharında başlıyor. Kentin asıl gelişme dönemi, Roma İmparatoru Julius Caesar’ın MÖ 47 yılının sonbaharında kentin ayrıcalıklarını kabul etmesi ve özgür şehir statüsü vermesiyle başlar. Roma İmparatorluk döneminde, Kilikya kentleri arasında büyük rekabet olmasına rağmen, Aigeai, önemli bir kent olmayı başarmıştır.
Kent, birçok bronz sikkede İskender, daha sonraları da kente otonomi veren Caesar’ın portrelerini koymuş ve kent Caracalla’dan sonra Makedonikeo olarak bile anılmaya başlanmıştır.
Kilikya’da, Seleukid hakimiyeti, bölgenin sadece ovalık kısmında Romalılar gelinceye kadar devam eder.
Bu daracık bölgeyi ellerinde tutabilmek uğruna, Seleukidler buraya sıkıca sarılmış ve müthiş bir Helenleştirme faaliyetine başlamışlardır.
Seleukos Nikator devrinde, ovalık kesimde Alexandria İssum ve Aigeai kentleri kurulmuştur. Bunlardan Aigeai, Makedonyalı asker kolonileri tarafından kurulmuştu ve ismi Makedonyanın başkentinden gelmeydi. Hadrian’ın 129 yılında, Tarsus’tan kara yoluyla gelip Antiocheia’ya giderken Aigeai’den geçtiği tahmin edilmektedir.
Kent, Romalılar döneminde özgürdü ve her keresinde, Hadrian’a, Commodiana, Severiana gibi kendine lütufta bulunan imparatorların adını taşıyordu.
Kentin, Anazarbus ve Tarsus ile sürekli bir rekabet içinde olduğu biliniyor. Hadrian ve Septimus Severus’un, kentte yaptıkları yardımları anmak için bu şehir, onların isimlerinin yanı sıra taktıkları lakaplarla ödüllendirilmiştir.
O dönemde Severuslar Hanedanlığından Marcus Oplelius Macrinus imparatorluk sikkelerinde, fener kulesiyle gemiler ve Aigeai’nin konumu resmediliyor.
Aigeaililerin, tanrılara tapınımı hakkındaki bilgileri bu sikkelerden öğrenilir.
MÖ 47 yılındaki sikkeler üzerinde, ön yüzünde şehir tanrıçasının başında kent surlarını temsil eden tacı ile veriliyor. Tanrılardan, Herakles ve Athenaya saygı gösteriliyor. Asklepios ise Hygieia ve Telaphorola birlikte, diğer tanrılardan daha çok öne çıkmıştır.
Kentin sağlık merkezi Asklepios’un ünü de vardı.
Seleukid kralı IV. Antiochos Epiphanes zamanında (MÖ 175-164) Ovalık Kilikya’da bulunan Alexandreia, Hieropolis-Castabaia, Algaea (Yumurtalık), Mopsus (Misis) ve Adana şehir idare meclisleri, kralın izniyle ve onun adına ve onun portresini taşıyan sikkeler basabiliyorlardı.
Bu antik kentin kuruluşu tam olarak bilinmez. Ancak Helenistik dönemde, Bergama gibi dünyanın üç Asklepieion (sağlık) tapınağından birisi burada idi. Hatta hekimlerin babası, Hipokrat’ın burada bir hastane kurduğu söylenir. Burada tarihte tıp ile ilgili ilkler yaşanır.
İkiz kardeş azizler Cosmas ve Damian, Aegeae şehrinde hekim olarak görev yaparlar. Tanrıdan aldıkları mucizevi ruhla mesleklerini icra ederler. Hatta, hastanın yaralanan bacağı yerine, yeni ölmüş bir Etiyoplalının bacağını aşıladılar. Yani dünya tarihinde ilk organ naklini yaptılar.
Kent imparator ve ailesiyle sıkı ilişkiler kurmuş, Neokoros unvanı alarak agon yapma hakkını elde etmiştir.
İmparator varisini bu kentten Roma dünyasına ilan etmiştir.
215 yazında, kenti ziyaret eden İmparator Caracalla’nın bu Asklepios’da dertlerinden kurtulduğu yazılıdır.
Asklepios ve Asklepionun dışında, kentte tarımcılık ve şarapçılığın simgesi olarak Dionysos ve Demeter ve depreme karşı koruyucu olan Poseidon kültleri hakimdi.
Daha Strabon zamanında, bataklık ve önemsiz bir yerken, Romalılar devrinde Suriye’ye giden yol üzerinde önemli bir liman, garnizon kenti ve konaklama yeri olmuştur.
Aigeai, Helen dilinde Aigeai halkı demektir. Bu kelimenin Helen dilinde keçi anlamına gelen Aigos sözcüğünden türemediği ve dolayısıyla kentin adının tam olarak anlamının bilinmediği iddia edilir.
Bir deniz kenti olarak Aigeai, çok sayıda denizci de yetiştirmiştir. Bunlar uzak diyarlara yolculuk etmeyi göze alan, becerikli kaptanlardı.
Daha sonra, şehrin ticari önemi, Orta çağlarda daha da artar. Bu çağlarda, Yumurtalıktan (Layazzo) pekmeze benzeyen bir üzüm şırası ihraç ediliyordu.
Özellikle Venedik ve Cenevizli tüccarlar, Aegae antik kenti limanında koloniler kurdular. Şehir: ticaret, sanayi, deniz ticareti, balıkçılık, tekne yapımı, zeytinyağı, şarap, dokuma, amfora, cam eşyalar imalat merkezi oldu.
6’ncı yüzyılda, kentte her sene 40 gün süren fuarlar (40 dies commercia) düzenlenmesi, kentin ticarete verdiği önemi kanıtlar.
4’ncü yüzyıldan itibaren, imparatorlarla işbirliği halindeki Hıristiyanların saldırıları, kente çok büyük zarar verir.
Bu saldırıların hedefi, hala ününü korumakta olan Asklepios ve diğer pagan tapınaklarıdır.
Konstantin, 326 yılında kentteki Asklepion tapınağını yıktırmış ve onun yerine bir kilise yaptırmıştı. Ama Asklepion kültü, daha uzun yıllar devam etti.
Putperest imparator Julian’ın 362 yılında eski pagan tapınağını yeniden yaptırma emri uygulanmadı.
İmparator I. Leon zamanında, Aigaealı Anthusa isimli bir kahin, bulutlara bakarak falcılık yapıyordu.
Ama Ermeniler bağımsızlık emellerine ancak 8 sene sonra, 1198 yılında erişebildiler.
Leon, 1197 yılında Papa III. Zolestin ve VI. Heinrich’ten, kendisine krallık tacı giydirmesini istedi. Böylece Leon’a (1185-1219) 1198 yılında Sis şehrinde Papalık temsilcisinin huzurunda bir törenle Ermeni krallığı tacı giydirildi. Ardından, krallığın deniz ticaretinin merkezi ve hareket noktası Ayas (Yumurtalık) şehri olacaktı.
Ünlü seyyah Marco Polo, Çin seyahati için 1268 yılında bu limanda karaya çıkmış ve seyahatini tamamladıktan sonra, yine bu limandan gemiye binip Venedik’e dönmüştür.
Özellikle haçlılar, doğu Akdeniz’de önemli limanlarını kaybedince, Yumurtalık Ceneviz ve Venedikli tüccarlar için önemli bir liman kenti olmuştu.
Şehir, uzun süre Ermeniler, Bizanslılar ve Memlukler arasında el değiştirdikten ve oldukça tahrip edildikten sonra, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yeniden yaptırıldı ve Osmanlı donanmasına üs olarak hizmet vermeye başladı.
Tıpkı Korykos (Kızkalesi)’ta olduğu gibi, biri sahilden 400 metre uzaklıktaki kalkerden oluşan bir adacık üzerinde kasa tekniğiyle yapılmış bir kale vardı. Kalenin duvarları iç tarafta salonları ve kubbeli holleri korurdu.
Modern Yumurtalık kenti kara kalesinin içinde yer alır.
Ancak Doğu ile Avrupa ticaret yolları, Akdeniz’den uzaklaşınca, şehir ve liman önemini kaybetti. Kent, 19’ncu yüzyılda fakir ve terk edilmiş bir yer olarak görüldü.
Günümüzde, bu kentin merkezinde, limanda geçmişin anıtsal izleri tamamen olmasa da yer yer ayakta kalmıştır.
Kalenin içinde henüz araştırılmamış antik yapılar ve Yeniköy deresi üzerinde (Kırıkköprü) büyük bir köprünün izleri vardır.
Batıda sur dışında, Kanuni tarafından yaptırılan bir gözetleme kulesi ve yakınlarda kaya mezarları ve Roma dönemi Nekropolu bulunur. Bunun yanında: Roma dönemi hamamı, mozaikler, adak taşları, yazıtlar, yapı unsurları vardır ve buna benzer buluntular, bugün Hükümet Konağı bahçesinde sergileniyor. Ancak burada bulunan bir kurşun lahit, Adana Müzesinde sergileniyor.
Günümüzde, Aegae kenti kalıntıları: kıyıdan yaklaşık 200 metre açıkta bulunan küçük bir adada görülebilir.
Aegeae antik kentine ait eserler Kaymakamlık binası önünde toplanarak bir müze oluşturulmuştur. Denizin kenarındaki Kaymakamlığın bahçesi, çeşitli dönemlerde çıkarılan arkeolojik buluntularla kaplı: dev amforalar, sütun başlıkları, lahitler göze çarpıyor. Ara sokaklara girildiğinde, parkın içinde işlemeli taşlar, şehrin içinde toprak altında birazı gözüken mermer sütunlar var.
Eros Mozaiği
Yumurtalık Belediyesi, sahil yolu yürüme bandını genişlettiği sırada, yağmurun da yardımı ile 2010 yılında bir gurup mozaik açığa çıkmıştır. Her ne kadar yol inşası durdurulmuş olsa da, mozaiğin mevcut alanının üçte biri hasar görmüştür. Sonra mozaiğin üstü kapatılmış, 2 yıl sonra yeniden yol çalışması sırasında mozaik gündeme gelmiştir.
2014 yılında Adana Müze Müdürlüğü tarafından kurtarma kazısı yapılır. Mozaikli döşeme ile mozaikli döşemeyi sınırlayan duvarların arası, çok iyi şekilde temizlenmiş ve netice olarak bu mozaik döşemenin bu mekan için yapıldığı ve mekanla mozaiğin çağdaş olduğu anlaşılmıştır.
Küçük kesme taşlardan, kaliteli işçilikle yapılmış olan mozaik döşemede: perspektif görünüş ve renkli taş işçiliği kullanılmıştır.
Mozaik taşların küçüklüğü, sıklığı, düzgün kesimleri, kaliteli derz aralıkları, boya kalitesi ve kenar-köşelerde duvar blokları ile planlanmış tam oturan köşe geçişleriyle oldukça kaliteli bir işçilik ve teknikle yapıldığı görülür.
36 metre karelik mozaik taban döşemesinin çerçevesinde, dıştan içe doğru sıralı olarak, bir büyük-bir küçük eşkenar dörtgenlerin içinde, daire bezemesi bulunur. Bu bezemeyi, kuşak ve dalga bezemesi izler. Deniz dalgası olarak nitelendirilen bu bezeme, antik dönemde mimari, seramik ve metal çalışmalarda dekor ve çerçeve olarak kullanılmıştır.
Panonun ortasında, mitolojik konuyu oluşturan dört değişik figür bulunur. İki hippokampos üzerinde, farklı yaşlarda ve boyutlarda işlenmiş, balık tutan eros figürleri betimlenmiştir. Ellerinde obje olarak olta ve olta uçlarında tuttukları balıklar bulunmaktadır. Oltaların uçlarında sarı olan barbun, diğeri levrek, serbest duran ise lagos balığı olmalıdır. Huni biçimli deniz kabuğu, pano içinde dikkat çeker.
Hippocampus: Grek mitolojisinde diğer deniz yaratıkları ile birlikte Poseidon’a hizmet eder. Homeros onlardan “tunç ayaklı atlar” olarak söz eder. Köken olarak at ve balık kuyruğundan oluşan bir gövdeye sahip yaratığa doğu sanatlarında rastlanmaz. Ancak hippokampos, tanrıların yanında hiçbir zaman yer almamış, sadece binek hayvanı olarak işlev görmüş, insanlar ile tanrılara arasında bir köprü görevi görmüştür.
Bu mozaiğin dünyada benzeri yoktur.
AYAS KALESİ
Kale Adana iline 80 km uzaklıktadır.
Günümüzde kale Yumurtalık ilçe merkezinin güneydoğu kıyısında kalmıştır.
Ayas: Haçlı seferlerinin bir sonucu olarak, ticaret yolunun değişmesi nedeniyle, daha 12’nci yüzyılın başlarından itibaren önemli bir ticaret merkezi olma yolunca canlanmaya başladı.
Bu dönemde: biri kıyıda, diğeri de denizde olmak üzere iki kalesi vardı.
Ortaçağ döneminde, Anadolu’nun iç kesimlerine dağılan kervan yollarının ana limanı ve başlangıç noktası oldu.
Şehrin güneydoğu ucunda bulunan kalenin: güneyinde bir liman, batı ve kuzey batısında şehir yerleşimi, doğusunda Marko Polo iskelesi ve halk arasında “Kız kalesi” olarak bilinen “Deniz kalesi” vardır. Kuzey ve kuzeydoğusu ise bir koya bakar.
Deniz seviyesindeki kaleden, günümüze sadece Langiois’in 1850 yılında görüp gravürünü çizdiği batı ve kuzeyi çeviren sur duvarlarının bir bölümü ve bunları destekleyen 7 kule, 1 sarnıç ulaşmıştır.
Langiois’in kuzeybatıdan çizdiği gravürde, dördü yuvarlak, üçü de köşeli olmak üzere yedi kule ile kuzeybatı köşedeki kulenin üst kısmı görülmektedir.
Ovalık Kilikya’nın en büyük antik liman kenti olan Yumurtalık: Ayas, Aigaea, Aigaiai, Layazzo isimleri ile bilinmektedir.
Ayas: bir Makedon kolonisi olarak, Yeniköy deresi kenarında, korunaklı doğal bir barınağın hemen üzerindeki bir yükseltide, bir liman şehri olarak kurulmuştur.
Roma imparatorluk dönemi boyunca, imparatorların uğradıkları büyük stratejik öneme sahip bir donanma üssü olan Ayas’da, antik dünyanın en büyük üç Asklepios tapınağından biri vardı.
Romalılar tarafından uzun süre kullanılan bu tapınak, Hıristiyanlığın kabulünden sonra, 4’ncü yüzyılda, İmparator Konstantin tarafından yıktırılmıştır.
Ortaçağ boyunca yoğun bir yerleşime sahne olan Ayas, kale ve liman çevresinde gelişmiştir.
Romalılar döneminde: Suriye’ye giden yol üzerinde, önemli bir liman, garnizon kenti ve konaklama yeri olarak kullanılmıştır. Bizans döneminde de bu özelliklerini geliştirerek devam ettirmiştir. Kentin ticari önemi, Ortaçağ’da daha da artmıştır.
Özellikle Haçlılar, Doğu Akdeniz’de önemli limanları kaybedince Ayas şehri, Ceneviz ve Venedikli tüccarlar için önemli bir liman kenti haline gelmiştir.
1266 yılında Mısırlılar Kilikya’ya saldırmış, bu saldırıda Misis, Ayas ve Adana tahrip edilmiş, Sis yani Kozan şehri de ateşe verilmiştir.
Evliya Çelebi’nin uğramadığı Ayas kalesi ve limanından, ünlü Venedikli gezgin Marko Polo, ilk olarak 1271 yılında, son olarak da ülkesine dönerken 1296 yılında iki kez geçmiştir.
Ayas’a “Layas” diyen Marko Polo, kenti “Doğu’nun bütün zenginliklerinin bir araya geldiği bir Pazaryeri, iç bölgelerden gelen bütün baharat, altın ve ipek elbiseler ve diğer değerli şeyler buraya gelir, iç bölgeleri gezenler bu Layas kentinin olduğu yoldan geçerler” şeklinde anlatır.
1322 yılında Memlukler, kenti yağmalayıp, denizdeki kaleyi yıkarlar ve kentin tamamına sahip olurlar.
SÜLEYMAN KULESİ
Kara kalenin 1.5 kilometre batısındadır. Silahlı Ayas kulesi olarak da bilinir. Yumurtalık ilçe merkezinden 2 km ve Adana il merkezinden 85 km uzaklıktadır.
Eski harita ve belgelerde Sultan Süleyman Kalesi olarak isimlendirilen yapı, askeri amaçlı kullanılmıştır. 1536 yılında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Osmanlı imparatorluğunun Padişahı Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaptırılmıştır.
Sadece beşgen ve iki katlı ana gövde üzerinde kat kat bölümler ve bu bölümler içerisinde dışarıyı gözetlemek için dar pencereler bulunur. 1572 Adana Sancak Defterinde kale hakkında: “kale “Silahlı Ayas” kalesi olarak adlandırılmıştır.
Kule, eski dönemde silahların bulunduğu ve askeri amaçlar için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kule, İstanbul’dan Adana’ya ulaşan askeri, tüccar ve haç kervanlarının güvenliğini sağlamak, denizden gelen muhtemel saldırıları önlemek ve askeri harekatlara destek amaçlı kullanılmıştır.
Barbaros Hayrettin Paşa’nın savaş gemileri burayı ziyaret etmişler ve Piri Reis, harita çizim ekipleri kalenin bulunduğu yeri belgelere geçirmişlerdir. Süleyman Kalesi, Osmanlı devletinin son dönemlerine kadar askeri üs olarak kullanılmıştır.
MARKO POLO İSKELESİ
Ünlü gezgin Marco Polo: Venedikli bir tüccarın oğludur. Çocukluğunda Karadeniz ve Akdeniz’deki ticaret merkezlerine uğrayan babasıyla yolculuklar yapar. Papa 9’ncu Gregorius, babası ve amcasını, Kubilay Han’a mektup götürmekle görevlendirir. Marko Polo, onlarla birlikte Hanbalık (bugünkü Pekin) şehrine gider.
Ünlü gezgin Marco Polo, 1271 yılında geldikleri Yumurtalık’ta birkaç gün kalıp, burada kendilerine rehberlik edecek kervana katılarak, Kilikya ovasının Toros dağları kıyısındaki Sis şehrine ulaştıkları, daha sonra buradan Feke (Vahga), Haçin, Komana (Şar) kentlerini izleyerek, Kayseri’ye ve oradan da Sivas’a geçtikleri belirtiliyor. Polo ve arkadaşları, bundan sonra 3.5 yıl sürecek olan İran, Afganistan, Doğu Türkistan ve Çin’i kapsayan maceralı yolculuklarına başladılar.
Roma döneminde inşa edilmiş olup, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde restore edilerek liman olarak kullanılmaya devam edilmiştir.
Burası, son 60 yılı kadar, tahıl ticaretinin yapıldığı işlek bir limandır.
KIZ (ATLAS) KALESİ
Kıyıdan yaklaşık 400 metre açıkta Kız kalesi, tarihi Ayas kalesiyle liman arasında ada üzerinde bulunmaktadır.
Kuzeyden güneydoğuya doğru uzanan ada üzerindeki kale Ayas limanına yanaşan gemilere ek hizmet binası olarak tasarlanmıştır. Atlas kalesi olarak isimlendirilen yapıya halk arasında Kız Kalesi de denilmektedir. Kız kalesi klasik dönemin sonlarına doğru yapılmıştır. Kız kalesinin yapımında, İtalyan mimarisinin hakim olduğu görülür.
Araştırmalar sonunda kale planına göre güney ucunda çembere benzeyen bölüm ile ana gövdeye bağlantı yapan yerler tamamen tahrip olmuştur.
Sert zemin üzerinde oturtulan taşlar ile sütunlar birbirleri ile ilgilidir. Bol miktarda kireç taşı kullanılan bu bölümde denizden gelebilecek saldırılara karşı korunma amaçlı yapılmıştır.
Bu kale, önemli gümrük kontrol merkezi olduğu bulgusuna rastlanılmıştır. Halen ayakta bulunan kuzey taraftaki ana gövde ve içinde bulunan salonlar, odalar ile yapılan araştırmalar sonucu, buranın bir gümrük kontrol merkezi, zahire, su sarnıcı, silah ve önemli bürokratik işlemlerin yürütüldüğü bir yer olduğu düşünülmektedir.
Yanına gitmek mümkün değil uzaktan görebilirsiniz, uzaktan görüp te burası nedir, neden kullanılmıştır gibi sorularınız olursa, cevapları yukarıdadır.