Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: Hattuşaş, Yazılı kaya ve Alacahöyük bölgelerine birkaç kez gittim. En son olarak Eylül 2023 tarihinde yine bu tarih hazinesi yerleri gezdim ve izlenimlerim aşağıdadır. Eğer burayı ziyaret etmek isterseniz, bu notların bir çıktısını alırsanız, bölgeyi bilinçli olarak gezebilirsiniz.
Zaten, bu ülke toprakları üzerinde yaşayan her kesin, bence burayı gidip görmesi gerekir. Özellikle, öğrencilerin buraya götürülmesi ve günümüzden binlerce yıl önce bu topraklarda yaşayan insanların oluşturduğu medeniyeti, yaşam alanlarını görmeleri gerekir. Çünkü bu insanlar günümüzden binlerce yıl önce, halen yaşadığımız topraklar ve hatta daha büyük bir alanda, büyük bir imparatorluk kurmuşlardır.
Hattuşaş ve Yazılı kayanın bulunduğu bu bölge: 1986 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır. 1988 yılında ise, bölge “Milli Park” statüsüne alınmıştır.
Ziyaret gün ve saatleri şöyledir: haftanın her günü, saat: 08.00-17.00 arasında gezilebilir. Bu saatler, turizm sezonuna bağlı olarak saat: 19.00’a kadar uzatılabilmektedir.
ULAŞIM
Hattuşaş ve Yazılı kaya;
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: Hattuşaş (günümüzdeki ismiyle Boğazköy) bölgesine ulaşım zor değildir. Yollar gayet güzel, sadece Sungurlu’dan sonra ara yollara saptığınızda, biraz sıkıntılı yollar bulunmasına rağmen, genelde yollar ulaşımı olumsuz etkilemiyor.
Bölgede: Hattuşaş-Alacahöyük’ten oluşan bir gezi yapmayı düşünürseniz, bence önce: Yazılı kayadan başlamalısınız.
Ankara yönünden gelenler için, Çorum-Samsun karayolu üzerinde Sungurlu ilçesini 7 km geçtikten sonra, anayoldan sağa ayrılıyorsunuz ve yaklaşık 22 km sonra, bir üç yol ağzına geliyorsunuz. Burada: Yazılı kaya bölümü 1 km ve Hattuşaş bölümü yine 1 km uzaklıktadır. Yukarıda belirttiğim gibi, önce Yazılı Kaya bölümünü gezmek uygundur. Daha sonra aynı yoldan geri dönerek, Hattuşaş bölümüne geçebilirsiniz. Zaten bölgede yeterince “Tabela” bulunuyor.
YAZILI KAYA
Hattuşaş ve Yazılı kaya;
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: Yol ayrımından yaklaşık 1 km gittikten sonra, bir otopark bölümüne ulaşılıyor. Helen sağ bölümde tuvalet ücretli ve yine biraz ileride yöresel el sanatları ürünlerinin satıldığı büyükçe bir tezgah vardır.
Son gittiğimde tuvaletin önünde ücret alan kişi yoktu, ama tuvaletler de oldukça pisti. Bu tezgah çalışanları, bir yandan, ellerinde çakı taşları oymayı sürdürüyorlar, bölgeye has simgeleri, taşlara oyup satıyorlar. Önceki gezilerimde, burada yöreyi anlatmak isteyen küçük çocuklar var. Bunlar küçük bir harçlık karşılığında size yöre hakkında bilgi veriyorlar.
Evet, burada herhangi bir giriş ücreti ödeme durumu yoktur. Taş merdivenler, sağ yanda bazı temel kalıntıları, ağaçlık alanlar ve sol ileride, büyük kaya blokları görülüyor. Bu temel kalıntılar, tapınakta görevli rahiplerin kaldıkları yerlerdir.
Önce: Yazılı kaya hakkında genel bilgiler vermek istiyorum.
Hattuşaş bölgesinin en etkileyici mekanı, şehrin biraz dışında bulunan ve yüksek kayalıklar arasında gizlenmiş Yazılı Kaya Tapınağıdır. Günümüze kadar bulunmuş, bilinen Hitit kaya anıtlarının en büyüğüdür.
Hattuşaş şehrinin yani imparatorluk başkentinin en büyük ve en etkileyici kutsal mekanıdır. Hattuşaş şehrinde, aşağı şehirdeki büyük tapınağın yaklaşık 1.5 km kuzeydoğusundadır. Ama, bu kayalık açık hava mabedi, Hattuşaş şehrinin birçok yerinden görülebilmektedir.
Kullanım amacı
Hattuşaş ve Yazılı kaya;
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: Burada özellikle ilkbaharda yeni yıl kutlamaları yapılıyordu. Yani: yeni yıl şenliklerinde, burası bir “Şenlik Evi” idi. Hitit dini törenlerine ait yazılı metinlerde: yeni yıl ve ilkbahar törenlerinde, bir araya gelen tüm tanrılar: Fırtına tanrısının evinde yani burada toplanırlardı. Bu şenliklerde: şehrin diğer tüm tapınaklarında bulunan tanrı ve tanrıça heykelleri, törensel bir alay ile buraya yani Yazılı Kaya’ya taşınırdı.
Mabet
Hattuşaş ve Yazılı kaya:
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: Mabet: yani asıl kaya tapınağı: dışarıda, halen kullanılan merdivenin hemen sağındaki bölümde, büyükçe bir yapı kompleksi şeklindeydi. Bu kompleksin, günümüze ulaşan herhangi bir kalıntısı bulunmuyor, sadece temel taşları görülmektedir. Ancak: yapılan araştırma sonuçlarına göre: bu kompleksin ahşap iskeleler ile desteklenen, kerpiç duvarlı ve düz damlı olduğu tahmin ediliyor.
Bu kompleksten günümüze sadece: A ve B odası olarak isimlendirilen, iki bölüm yani oda kalmıştır. Tapınma alanı olarak kullanılan bu bölümler: yükseklikleri 12 metreye ulaşan kaya bloklarıyla çevrilidir. Üstleri hiçbir zaman kapatılmamıştır. Halbuki; Hattuşaş şehrinde bulunan diğer tapınaklardaki kült odalarının üzeri kapalıydı. Her iki bölümde: kayaların üzerine, kabartma olarak: 90’dan fazla tanrı, tanrıça, hayvan ve hayal ürünü yaratık figürleri işlenmiştir. Bu figürlerde bulunan tanrı ve tanrıçalar dizini: İmparatorluk tanrıları olan Fırtına tanrısı ve Güneş tanrıçalarının maiyetidir.
Yeşillikler arasında, yaklaşık 50 metrelik bir merdivenden ilerleyerek ilk önce sol yanda bulunan açık alan yani “A” odası görülüyor.
A ODASI
Hattuşaş ve Yazılı kaya:
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: Burası, diğer odaya nazaran daha büyüktür. Bu bölümün her iki yanında: özel bir düzeni ve tertibi görülen, kireçtaşı kayalardan oluşan duvarlara işlenmiş tanrı ve tanrıça kabartma figürleri bulunur ve bu figürlerin birçoğu, seçilebilecek güzellikte günümüze kadar ulaşmıştır.
Bunlar: ülkenin önemli tanrı ve tanrıçalarıdır. Sol yanda tanrılar (iki figür hariç) ve sağ yanda ise tanrıçalar betimlenmiştir. Her figürün yanında, hiyeroglifle tanrının adı yazılmıştır. Bu figürlerin tümü: bir yöne bakıyorlar ve odanın arka duvarına doğru yani dipteki ana sahneye doğru ilerler durumdadırlar.
Hattuşaş ve Yazılı kaya:
Bunların ileride tam ortasında ana sahne tasvir edilmiştir. Ana sahnede: Fırtına tanrısı Teşup ve eşi Güneş tanrıçası Hepat karşılıklı durmaktadır ve kendilerine doğru gelen; gerek sol ve gerekse sağ yan duvarlarda betimlenen tanrı ve tanrıçaları karşılamaları tasvir edilmiştir.
Hattuşaş ve Yazılı kaya;
Ana sahneden uzakta, ama tam ana sahnenin karşısındaki duvarda bulunan kaya blokunun üstünde: daha büyük boyutlarda yani odanın en büyük figürü: büyük Kral IV. Tuthaliye figürü görülmektedir.
Tanrı veya tanrıça değil de, bir kral figürünün bulunmasının sebebi: Yazılı kaya kutsal alanının, MÖ 13’ncü yüzyılda son şeklini almasında, bu kralın büyük hizmetinin bulunduğu tahmin edilmektedir.
Kral: en yüksek tanrılara saygısını sunmak istercesine: iki tepe üzerinde görülmektedir ve Güneş tanrıçasının törensel kıyafetini giymiş, elinde egemenlik sembolü olan “ucu kıvrık asa” tutar durumdadır.
B ODASI
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: A odasından çıktıktan sonra, hemen sol yanda, büyük kaya bloklarının arasında ilk yarık değil, ikinci yarıktan içeriye doğru, önce sol ve sonra sağa 5 metre kadar yönelince, buraya ulaşılıyor. Yani: burası A odasının tersine, dışarıdan görülemiyor. Bilinmediği takdirde, bulunması pek mümkün olmaz. Buraya girildiğinde: sadece gökyüzü görülüyor.
Burası: uzun yıllar toprakla dolu olarak kalmış ve 19’ncu yüzyıl ortalarında, kazılarak ortaya çıkarılmıştır. Bu yüzden, yani toprakla dolu olarak kalmış olması nedeniyle, burada bulunan kaya kabartmaları daha iyi korunmuş ve daha belirgindir.
Bu oda: MÖ 13’ncü yüzyıl sonlarında, büyük olasılıkla Kral II Şuppiluliuma tarafından, ölen babası Kral IV Tudhaliye anısına yaptırılmıştır. Ayrıca: odanın hemen girişinde, yerdeki büyük kireç taşı kaide üzerinde, Kral IV Tudhaliya’nın bir heykelinin bulunduğu düşünülüyor.
Buradaki kabartmalar, diğer odada olduğu gibi, kuşaklar yani sıralar halinde değildir. Yan duvarlarda: bağımsız figürler işlenmiştir.
Girişin hemen sağındaki duvarda: bir dizi, sıra halinde yer altı dünyası ile ilişki kuran yer altı tanrısı kabartması bulunur. Burada görülen 12 tanrı figüründe: gömlek, kemer, kısa etek ve ucu yukarıya dönük ayakkabıları bulunur. Omuzlarında “orak” biçimli kılıç taşıyorlar. Sivri başlıklarında “boynuz” bulunması, bunların tanrı olduğunu ifade eder.
Bunun hemen karşısında: Fırtına tanrısı Teşup’un oğlu Şarumma (kralın koruyucu tanrısıdır) : Büyük Kral VI Tuthaliye sarılmış ve ona kılavuzluk eder yani yol gösterir biçimde betimlenmiştir. Ayrıca yine burada görülen bir kartuşta: hiyeroglif yazılar ile: kabartma olarak: öbür dünya, ahiret, cennet ve kralın ismi yazılıdır.
Bu tasvirin hemen solunda: dikey duran bir kılıç görülüyor. Bu büyük kılıç tasvirinde: sap bölümünde “dört aslan figürü” ve en üstte “boynuzlu sivri başlık” görülür. Boynuzlu sivri başlık: tanrı ifadesidir. Bu figür: yer altı tanrısı Negral’i yani diğer ismiyle Kılıç tanrısını betimlemektedir.
Son olarak, yine sağ bölümde, ana kaya bloğu içine oyulmuş delikler yani nişler bulunuyor. Bunlar: sunak yani adakların konulduğu yerlerdir.
Yazılı Kaya bölümündeki gezimiz bitiyor ve bu kutsal alanlardan çıkıyoruz, hemen sol bölümde yeşillikler içindeki çeşmeye uğramayı ihmal etmeyin. Yeşillikler içinde, yazının en başında belirttiğim gibi, buranın bir kompleks olduğunu kanıtlayan bir kısım yapıya ait temel kalıntılarını görebilirsiniz. Aracınızı park ettiğiniz otopark bölümünün olduğu yerden ise, gitmeden önce Hattuşaş şehrinin uzaktan manzarasını görebilirsiniz.
HATTUŞAŞ-HATTUŞA-BOĞAZKALE
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: Hattuşaş: Anadolu kültür tarihi içinde, büyük bir imparatorluğun başkenti oluşu nedeniyle önem kazanmaktadır.
Tarihi Süreç
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: Bölgedeki ilk yerleşim izleri: Kalkolitik (Taş) dönemine, yani MÖ 5000 yıllarına kadar iner. Bölgenin ilk yerli halkı Hattiler’dir.
Hattiler, burada bir şehir kurmuşlar ve bu şehre “Hattuş” ismini vermişlerdir. Bu ismin yani şehrin isminin anlamı “Gümüş” demektir. Bu şehir ve Hatti uygarlığı: MÖ 1700 yılında, ilk Hitit kralı Kuşşara Anitta tarafından yakılır-yıkılır. Bulunan bir Hitit belgesine göre: kral Anitta; burada yakıp yıktığı şehirle ilgili olarak; “Benden sonra gelecek kral Hattuşaş şehrini yeniden kurarsa, tanrının fırtınasıyla vurulacaktır” diye lanetlemiştir.
Ancak kralın ölümünden kısa bir süre sonra: yaklaşık MÖ. 1700’lerde, burada “Hattuşaş” adıyla yeniden bir şehir ve MÖ 1600’lerde Kral I. Hattuşili (MÖ 1665-1640) tarafından, Hitit İmparatorluğunun başkenti yapılır. Çünkü kral I. Hattuşili: Anadolu’da ilk kez, merkezi bir krallık kurmuş ve geniş bir coğrafi bölgeyi, politik ve kültürel açıdan etkisi altına alabilecek büyük bir devlet kurmayı başarmıştır.
Hititler: her ne kadar savaşçı karakterleriyle tanınsalar da, birçok bölgedeki devletleri anlaşmalar yolu ile vergi vermekle yükümlü kılmışlar ve bu bağımlı krallıklar, kendi iç işlerinde belirli bir serbestlik içinde yaşamışlardır. Yeni kurulan Hitit devletinin başkenti seçilen Hattuşaş: başlangıçta sadece 75 hektarlık bir alanı kapsıyordu.
Şehir başkent seçildikten sonra, büyük bir anıtsal yapılaşma görülür. Şehir, başkent yapıldıktan sonra: şehirde büyük bir anıtsal yapılaşma görülür. 2 kilometre genişliğindeki şehir, saray, tapınaklar ve mahalleleriyle, MÖ 13’ncü yüzyıldaki eski haline döner.
Din ve Tapınaklar
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: Hattuşaş şehri, Hitit imparatorluğunun hem idari başkenti, hem de ülkenin dini merkeziydi. Hitit metinlerinde, Hattuşaş ülkesi “Bin Tanrılı Ülke” olarak belirtilir. Bu tanrı çokluğu: bir gelenekten kaynaklanır. Hititler, diğer ülkelerin, özellikle de yendikleri komşularının tanrılarını, kızdırıp gazaplarına uğramaktan korktukları için, armağan ve dualarla, saygılarını dile getirir ve kendi tanrıları arasına katarlardı.
Ayrıca, her şehrin koruyucu bir tanrısı vardı. İmparatorluğun çeşitli şehirlerinde tapınılan bu tanrılar için: başkent Hattuşaş şehrinde de tapınaklar bulunuyordu ve bunlardan 31 tanesi gün ışığına çıkarılmıştır. Aşağı şehirde, ülkenin en yüksek tanrıları olan Fırtına tanrısı ve Arinna’nın Güneş Tanrıçasına adanmış, “Büyük Tapınak” vardır. Hitit tapınakları: sadece tanrıların evi değil, aynı zamanda kendi toprak ve işlikleri olan ve bunları kendi personeliyle işleten kurumlardı.
Kazı çalışmaları
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: 1834 yılında arkeolog ve mimar Charles Texier: Orta Anadolu’da bir keşif gezisine çıkar. Antik yazarlardan Strabon’un sözünü ettiği Galat kavmi Trokmilerin başkenti Tavium’u ararken, 28 Temmuz’da Boğazköy’e gelir.
Texier, harabelerin ölçümlerini yapıp kent planını çıkarır, kent kapılarının ve şehir surlarının resimlerini çizer. Onu en çok heyecanlandıran şey: Yazılıkaya’daki kabartmalar olur.
Texier’in yayınladığı çizimlerden etkilenen W. Hamilton, 1836 yılında Boğazköy’e gelir. Hamilton Yazılıkaya ve Büyük Tapınağın çizimlerini yapar, o da buranın Tavium olduğunu düşünür.
20 yıl kadar sonra Afrika kaşifleri Heinrich Barth ve Andreas David Mordtmann: Boğazköy’e gelirler. Onlar da buranın Pteria olduğunu savunurlar. 1861 yılında, Boğazköy’e gelen gurup arasında yer alan Georges Perrot, Edmont Guillaume ve fotoğrafçı Jules Delbet, Yazılıkaya’nın çizimlerini yapıp fotoğraflarını çeker.
1864 yılında ise bölgeyi ziyaret eden İngiliz misyoner Henry Van Lennep çalışmalarını 1870 yılında yayınlar. Daha sonra 1882 yılında Bergama kazısını yapan Karl Humann Boğazköy’ü ziyaret eder ve Yazılıkaya’daki kabartmaların kalıbını çıkarır, kent planını çizer.
1893-1894 yıllarında Ernest Chantre, ilk sistemli kazılara başlar. Chantre, Yazılıkaya, Büyük Tapınak ve Büyükkale kazılarında, pişmiş toprak kaplar yanında Akadca yazılmış tablet parçaları bulur. Bu tabletler Asur uzmanı Hugo Winckler’in dikkatini çeker.
1906 yılında ilk bilimsel kazı çalışmalarına İstanbul Arkeoloji Müzesi adına Theodor Makridi Bey ile birlikte Hugo Winckler tarafından başlanır. İlk kazı sezonunda bulunan tabletler arasında, anlaşma taslakları ve Mısır Firavunu 2’nci Ramses ile Hitit Kralı 3’ncü Hattuşili’nin birbirlerine yazdıkları mektuplar vardır. Bundan da anlaşılır ki, burası, Hatti ülkesinin, Hitit İmparatorluğunun başkenti Hattuşaş’tır.
Bu keşif ilgili çevrelerde heyecan uyandırır ve sonraki yıl, ikinci kazı mevsimi gerçekleştirilir. Aynı yıl, kazı ile birlikte toprak üstünde gözle görülebilen bina ve şehir suru kalıntılarının ölçümü ve fotoğraflarla belgelendirilmesine de ağırlık verilir. Ayrıca 1996 yılına kadar geçerliliğini koruyan topografik plan çıkarılır.
Makridi ve Winckler: 1911-1912 yıllarında da kısa bir süre çalışırlar, ardından 1913 yılında Winckler’in ölmesi, 1’nci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın patlak vermesi ile kazı bir süre sekteye uğrar. Bu zaman içerisinde tabletlerle ilgili çalışmalar müze depolarında devam eder.
1931 yılında, Hitit başkentinin araştırılmasında yeni bir dönem başlar. Kazı başkanı olarak Kurt Bittel atanır. Bittel o yıl, bir ay sürecek olan kazılara Büyükkale’de devam eder ve önemli sonuçlar elde eder. Kurt Bittel’in 1931 yılında başlayıp 1978 yılına kadar devam ettirdiği ve birçok önemli sonuçlar elde ettiği Boğazköy kazılarına 1978 yılından itibaren Peter Neve başkanlık eder.
1993 yılı sonuna kadar kazıları yürüten Dr Peter Neve’nin ardından, 1994-2004 yılları arasında, Dr Jurgen Seeher başkanlığında sürdürülen kazılar, 2005 yılından itibaren Doç Dr Andreas Schachner başkanlığında devam etmektedir.
GEZİ
Evet, Yazılı Kaya bölümünü gezdikten sonra, Tabelaları takip ederek, Huttaşa şehrinin kalıntılarının bulunduğu yere kolaylıkla gelebilirsiniz.
Öncelikle bilmeniz gerekir ki, şehir yürüyerek değil, araçlar ile geziliyor. Yani: şehrin içinde bir yol güzergahı var ve bu güzergah üzerinde, önemli yerlerde aracınızı park ederek, rahatlıkla gezebiliyorsunuz. Ama elbette önce giriş kapısından bilet almak gerekiyor.
2020 yılı itibarıyla giriş ücreti 12 TL. dir, sadece kişilere giriş ücreti alınıyor, yani araç için ayrı ücret yok, müze kart geçerli, 65 yaş üstü giriş ücreti ödenmiyor. Giriş bileti alırken, size bir de gezi güzergahını belirleyen küçük bir harita veriliyor. (gayet güzel bir uygulama)
HATTUŞA ŞEHRİNDE GÜNLÜK YAŞAM:
Hattuşa şehrinde bugüne kadar yapılan kazılar bölümünde, konut ve işlik olarak kullanıldığı anlaşılan birçok mahalle tespit edilmiştir. Bu mahalleler şehrin küçük bir bölümünü oluşturuyordu. Bu konutlarda ele geçen buluntulara göre: şehrin ekonomik hayatında tarım ve zanaat ve ticaretin önem kazandığı düşünülür. Ancak konutlar ve işliklerin büyük bölümü, şehir surları içinde değildi. Aşağı şehirde, Büyük Tapınağın batısında, bir konut alanı tespit edilmiştir. Yukarı şehir ve Sarıkale’nin batısında ise, vadide tek tük ev kalıntıları bulunmuştur.
AŞAĞI ŞEHİR
Surlar
Evet biletinizi alıp, içeriye girdikten sonra, ilk ilginizi çeken yapı: hemen soldadır. Bu görseli anlatmadan önce, Hattuşaş şehrinin surlarından söz etmek istiyorum.
Çivi yazılı bir metinde, MÖ 16’ncı yüzyıl başlarında, Hitit kralı I Hantili döneminde, Hattuşa şehrinde bir sur inşa edildiği belirtilmektedir. Arkeolojik araştırmalarda, Büyükkale’nin aşağı kısmında bulunan poternli surun güneydoğu bölümündeki yapının, Büyükkale’nin kuzeybatı yamaçtaki silolarla olan bağlantısı, MÖ 17’nci yüzyılın sonları ya da MÖ 16’ncı yüzyılın başlarında inşa edildiğini gösterir.
Surların özellikleri:
Sur duvarları çoğu zaman, yığma toprak setler üzerine yapılmıştır. Surlar sandık duvar tekniği özelliğini taşır. Buna göre, öncelikle birbirine paralel iki duvar yapılır. Bunlar, dikey ara duvarlarla birbirine bağlanır. İki duvar arasında oluşan bölümlere, destek dolgusu olarak toprak, taş ve kerpiç artıkları doldurulur. Böylece sur kalındığı arazinin yapısına göre yer yer 3.5 metre ile 8 metre arasında değişirdi.
Zaman içinde, kentin gelişimine göre, bölümler halinde inşa edilen Hattuşa surları, MÖ 13’ncü yüzyılda 7 km uzunluğa sahipti.
Sur duvarlarının özellikleri:
Taş kaideler üzerine, kerpiç tuğlalarla örülmüş üst yapı vardı. Bu üst yapıda, yükseklik 8 metreye kadar çıkabiliyordu.
Surlarda bulunan kulelerin özellikleri;
Surların üzerinde, 30-40 metre aralıklarla yerleştirilmiş kuleler vardı. Ancak bu kuleler, normal duvar seviyesinden daha yüksekti. Gerek sur duvarları ve gerekse kulelerin üstü, yuvarlatılmış mazgal dişleriyle donatılmıştı. Bu siperler, kentin savunucularını, aşağıdan atılacak oklardan koruyordu.
Sur kulelerinde, çok sayıda büyük pencere bulunuyordu. Kulelerdeki bu pencereler ve bunların olası biçimleri hakkında ayrıntılı bilgi yoktur.
Aşağı Şehirdeki Sur:
MÖ 17’nci yüzyıl sonlarında yapılan poternli sur, Aşağı şehri güvence altına almıştı. Büyükkale’nin kuzeybatı yamacına inşa edilmişti. Bununla bağlantılı silo kompleksi de, aynı döneme aittir ve Hitit döneminin ilk kapsamlı inşa programını oluşturur.
MÖ 16’ncı yüzyılda yoğun bir yerleşime sahip olan Yukarı şehrinde, o dönemde bir sur hattı bulunduğu varsayılmaktadır.
Hitit kent surunun ayağa kaldırılması
Hitit kent surunun iki kule ve üç duvar gövdesinden oluşan 65 metrelik kısmının ayağa kaldırılması projesi 2003-2005 yılları arasında tamamlanmıştır.
Bu kısım için gerekli 64 bin fırınlanmamış kerpiç tuğla, kazılardan elde edilen Hitit kerpiçlerinin boyutları esas alınarak yalnız kerpiç toprağı, saman ve su kullanılarak, geleneksel metotlarla üretilmiştir.
Sağlamlaştırılan taş temelleri üzerine, Hitit modelleri örnek alınarak örülen duvarlar yine aynı malzemeyle sıvanmış, üst kenar mazgal dişleriyle donatılmıştır. Kazılarda bulunan kil modellerden elde edilen bilgilere göre, kuleler iki katlıydı. Tuğla, harç ve sıva için yaklaşık 2400 ton kerpiç toprağı ile yaklaşık 100 ton saman ve ortalama 1500 ton su, ayrıca dolgular ve rampalar için yaklaşık 1750 ton dolgu toprağı kullanılmıştır. Gerek duvar bedenleri ve gerekse kulelerin üstüne, su geçirmezlik özelliğinden dolayı hem Hitit döneminde, hem de halen günümüzde düz damlara serilen ve bölgede “çorak” adı verilen malzeme serilerek sıkılaştırılmıştır.
Hesaplanan iş gücüne göre: Hitit döneminde, 1000 işçi, 1 yılda şehir surlarının sadece 1 kilometrelik bölümünü yapabilmiştir. Yani 6.5 kilometrelik şehir surları, 1000 işçi tarafından, muhtemelen 7 yılda bitirilmiştir.
Böylesine anıtsal bir kerpiç yapı, dünyada ilk kez gerçek boyutlarında, yerinde, yeniden inşa edilmiştir. Oluşturulan üçüncü boyut sayesinde, Hitit mimarlığında hakim malzemenin aslında kerpiç olduğunu ve bu malzemeden yapılan binaların anıtsal boyutlara ulaşabileceğini ziyaretçilere aktarmak mümkün olmuştur.
Hattuşaş’ın 6.6 km uzunluğundaki dış surlarının ancak yüzde birinin ayağa kaldırıldığı düşünülürse, Hititli yapı ustalarının üstesinden geldiği projenin boyutlarının ne kadar olağanüstü olduğu ortaya çıkmaktadır.
Evet, burayı uzaktan görüp gezimize devam ediyoruz. (yanına gitmenize gerek yok, içine girilmiyor)
Araçla ilerlemeye devam ediyoruz.
1 Nolu Tapınak-Büyük Mabed-Depo alanları
Hemen önündeki otoparka aracınızı bırakabilirsiniz.
Genel özellikleri:
Aşağı şehrin tam ortasındadır. Hattuşa şehrindeki en önemli tapınaktır. Ne zaman yapıldığı bilinmiyor. Çünkü inşa yazıtı yoktur. Ancak, MÖ 13’ncü yüzyıl ortalarında hüküm süren Büyük Kral III Hattuşili tarafından yaptırıldığı düşünülüyor. MÖ 1200 civarında tüm şehirle birlikte yok edildi. Yapım tekniği ve iki “adyton” yani kutsal alan bulunması nedeniyle, Hitit tapınak mimarisinde önemli bir yere sahiptir. Kült odaları, birbirine paralel yerleştirilmiştir.
Büyük tapınak, titizlikle işlenmiş büyük taş levhalarla döşeli 5-8 metre genişlikte bir sokak ve bunun gerisinde bulunan bir dizi yapı ile, şehrin geri kalanından ayrılmıştır. Bu düzenleme, tapınağın hem İmparatorluğun dini merkezi olma konumunu, hem de ekonomik önemini vurgular.
Aslanlı Küvet:
Tapınağın hemen önünde, yekpare yani tek parça taştan oyulmuş su teknesi bulunuyor. Uzunluğu 5.5 metredir. Bu dikdörtgen küvet, iki köşesine oyulmuş aslan başlarından dolayı “Aslanlı Tekne” olarak anılmaktadır. Hattuşa sfenkslerinde olduğu gibi, bu tekne üzerinde de aslan figürünün işlenmesi, hem mimari bir donatı unsuru olarak, hem de Anadolu kültür tarihinde aslan figürü kullanımı açısından önemlidir. Kuvvet ve güç temsilcisi olarak kabul edilen aslanlar, Hititlerin özellikle anıtsal mekanlarında tasarladıkları ön avlulu girişlerde kullanılmıştır.
Taş tekne üzerinde herhangi bir akıntı deliği yok, bu yüzden su teknesi olarak kullanıldığı kabul edilmiştir. Büyük Tapınakta karşılaşılan bu Aslanlı Tekneden sonra, yine bu alanda zemine gömülmüş bir su teknesi daha bulunmuştur. Bu su teknelerinin işlevleri kesinleşmemiştir.
Muhtemelen: dini ritüellerde önemli rol oynamıştır.
Şaşırtıcı bir gerçek, bu aslanların tıpkı Geç Asur aslanları gibi, beş bacaklı olmalarıdır. Günümüzde, üzerindeki taş keski izlerine göre, Roma/Bizans döneminde taş ustaları tarafından parçalanarak tahrip edilmiş ve ne yazık ki bir kısmını da alıp götürmüşlerdir.
Tapınak yanındaki cadde:
1967-1968 yıllarında tapınağın güney kısmında yapılan kazılarda, tapınak alanının güneybatı cephesi boyunca, sert kireçtaşından büyük levhalarla döşeli, 8 metre genişliğinde bir cadde ortaya çıkarılmıştır.
Gabro Taşı-Yeşil Monolit TAşı:
Yeşil gabro taşının, yazılı kaynaklarda herhangi bir kayıt olmasına rağmen, kültsel bir anlam taşıdığı düşünülür. Gabro taşı: koyu zeytin yeşili renkli bir taştır. Bu taş, serpantinit veya nefrittir. (yeşim) Temini ve nakliyesi bu kadar zor olan bu taşın, sadece tapınağın en kutsal iki mekanında ve avludaki münferit bir yapıda kullanılmış olması, bu alanların özel anlam ve kutsallığını ifade eder. Evet, tapınağın avlusunda bulunan bir yapının duvarlarının taş kaidelerinde gabro taşı kullanılmıştır. Bu alan, tapınağın kireçtaşından yapılan diğer bölümlerinden ayrılır. Hitit yazılı metinlerinde sık olarak kutsal taşlardan söz edilse de, hiç birinde yeşil renkte olduğu belirtilmez.
Günümüzde yekpare yani tek parça ve büyük boyutlu bir gabro taşı bloğu, tapınağın önünde, özenle düzleştirilmiş olarak durmaktadır. Ancak bu blok, orijinal yerinde değildir. Çünkü hemen yakınındaki eşik taşından da anlaşılacağı gibi taban seviyesinin altında durmaktadır.
Gelelim bu taş hakkındaki söylentilere: bu yeşil taş, Boğazköy yöresinde bulunan bir taş türü değildir. Bu taşın, Mısır’da bulunduğu ve Kadeş anlaşmasının ardından, II Ramses tarafından hediye olarak gönderildiği söylenir. Hatta taşın “Nefertiti Taşı” olduğu ve Kraliçe Nefertiti tarafından hediye edildiği de söylenmektedir. Taş ışığı yansıtır ve dokunan bir çok kişi, taşın garip bir enerji verdiğini söylerler. Neyse, taş günümüzde ziyaretçiler için bir dilek taşı haline gelmiş, siz de taşa dokunarak bir dilekte bulunabilirsiniz.
Mimari özellikleri;
Tapınağın eni 42 metre ve uzunluğu 65 metredir. Ölçüleri küçük olmasına rağmen, yapım ayrıntılarıyla diğer tapınaklardan üstündür. Özellikle, yapıda kullanılan “monolitik” taşların büyüklüğü hemen göze çarpar. Toplam kapladığı alan 2730 metre karedir. Yan binalarla birlikte, toplam alanı 14.500 metre karedir. Tapınak kompleksi, belirgin bir simetriye sahiptir. Sadece, kuzeybatı köşede, dışa taşan bir bölüm vardır.
Teras:
Tapınak, 8 metreye kadar molozlarla yükseltilmiş bir terasın üzerindedir. Bu yüzden, bu alandaki daha eski yapı katları toprak altında kalmıştır.
Duvarların kaideleri:
Duvarların kaidesinde, devasa kireç taşı bloklar kullanılmıştır. Bunların ağırlıkları 20 ton ve üzerindedir. Hatta en büyük blok 40 ton civarındadır. Kalker blokların uzunluğu 5 metreyi bulur. Bu büyüklükteki yapı blokları, şimdiye kadar başka bir Hitit yapısında görülmemiştir.
Devasa taş bloklar, muhtemelen Hattuşa şehrinin yaklaşık 8-10 km güneydoğusunda dağlık alandaki taş ocağından elde edilmiştir. Tabii bu durumda bu büyük taş bloklar buraya nasıl getirilmiştir sorusu akla gelir. Bu devasa blokların, bu engebeli arazi üzerinden ve muhtemelen hatta kışın donduğu bilinen “Budaközü” deresi yolu ile Hattuşa şehrine taşındığı düşünülmektedir.
Hatta bu hat üzerinde, Hattuşa şehrinde kullanın gabro taşı bloklarından koptuğu anlaşılan kırık parçalara rastlanılmıştır. Bu taş bloklar, oldukça ince işlenmiştir ve muhtemelen “demir” ile şekillendirilmiştir. Ancak Hitit döneminde, demir ender bulunur bir malzemeydi. Bunun yerine, bronzdan yapılmış çekiç ve keskiler kullanılıyordu.
Ancak bunlar da taşın işlenmesi için yeterince sert değildi. Bu yüzden Hititler, taş malzemenin işlenmesi için “diyorit” ve başka sert kayaçlardan yapılmış vurgu ve çekiç taşları kullandılar. Bu çekiç taşlarının içlerine, genellikle ince bir sap yerleştirmek için delik açtılar.
Bu yüzden hem çekici tutmak kolaylaştı, hem de aletin darbe gücü arttırıldı. Günümüzde taş blokların yüzeyinde “beyaz nokta” şeklinde çekiç izlerini görebilirsiniz.
Duvar kaidelerinin bir bölümünde, geniş gömme ayaklar var. Ancak bunlar günümüzde sadece taş kaidelerinin alt kısmında görülebilir. Ancak bu çıkıntıların, aslen kerpiçten yapılmış duvar örgüsünde de devam ettiği tahmin edilir. Bu görsel çıkıntı, büyük duvar yüzeyini, görsel olarak bölümlere ayırır. Böylece, yapıya daha anıtsal bir görünüm kazandırılır.
Taş blokların birbiri üzerine yerleştirilmesi tekniği:
Blokların birbirine bağlanacak şekilde yerleştirilesi için yüzeyleri düzleştirilmiştir. Duvarların sağlamlığını arttırmak için, taş bloklar, kalın bronz dübellerle birbirine sabitleniyordu. Bunun için öncelikle ana kaya üzerinde, taş bloğun oturacağı büyüklükte bir yatak yapılırdı.
Dübel delikleri:
Buraya matkapla dübel delikleri açıldı. Bu dübel delikleri, boru şeklinde tunç matkaplar ile, su ve kum yardımıyla taşa oyulurdu. Delme işleminde, döndürülen bir metal boru yardımıyla, taş halka biçiminde kesilirdi. Sonra ortada kalan çekirdek denen taş kütlesi kırılarak çıkarılırdı. Buna göre ahşaptan yapılmış bir düzenek içine, bronz matkap borusu yerleştirilirdi.
Bir ip yardımıyla bu boru ileri geri döndürülürdü. Delinen noktaya kireçtaşı üstünde 3 cm çapında bir boru ile yaklaşık 10 dakika içinde 1-1.5 cm lik bir derinliğe ulaşılır.
Sonra ana kayadaki deliklere karşılık gelen noktalara, taş bloklarda, matkapla açılan deliklerin içine bronz dübeller yerleştirilir. Böylece taş bloğun ana kayaya sabitlenmesi sağlanır.
Günümüzde bu taş kaidelerin her yerinde, ahşap veya bronz dübeller ile açılan dilekleri görebilirsiniz. Kapıların birinde ise kritik noktalarda, taşın taşa dübellendiği açıkça görülebilir. İki köşe bloğu arasında bulunan yatay bir aralıktan bakıldığında, iç kısımda dikey olarak duran ve erozyona karşı yaklaşık 3300 yıldır kaymayı önleyen bir tunç dübel görülebilir.
Duvarlar:
Taş kaidelerin üzerinde duvarlar var. Duvarlar, tahta çerçeve ile desteklenen kerpiç tuğlalarla örülmüştür. Duvarların sıva katmanları, yer yer damarlara ayrılmıştır ve muhtemelen çoğu zaman boyalıydı.
Evet şimdi tapınağın genel planı ve gezimize başlayalım.
Tapınağın ana giriş kapısı, güneydoğudadır. Merdivenle çıkılan giriş kapısının sağında ve solunda, küçük odacıklar vardır. Bunlar muhtemelen kapı nöbetçilerin odalarıydı.
Kapılar ve geçitte: masif bloklardan yapılmış üç büyük eşik vardır. Kapı kanatları, ağır ve ahşaptır.
Kapıların eşik taşı üzerinde oluşturduğu dönme izleri, günümüzde de görülebilir.
Kapı: büyük yassı taşlarla döşeli tapınak yoluna açılır. Dini bayramlarda alaylar, bu kapının içinden geçerek kutsal alanı çevreleyen avluya girerlerdi.
Bu avluda toplanan, renkli giysili büyük kalabalıklar: bayraklar, müzik ve tütsülerin yarattığı mistik atmosferde: ilahiler söyleyerek kurban ve diğer dini törenleri yapıyorlardı.
Tapınağın diğer kapıları ise: biri güney cephesinde, biri batıda ve biri doğuda olmak üzere üç ek girişi daha vardır. Bunlar kesinlikle kutsal alana bağlı personel için ayrılmıştır.
Anıtsal girişten hemen sonra “Avlu” var.
Avlu her zaman dikdörtgen ve tapınaklarda kült odasına yönelmiş olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hitit yazılı kaynaklarına göre, dini törenlerin büyük bölümü tapınak avlularında yapılırdı. Tapınağın iç avlusu: kireçtaşından devasa bloklarla döşenmiştir. Avlunun boyutları: 27 x 20 metredir. Avlunun üstü açıktır, yüksek duvarlarla çevrilmiştir. Asıl kült yerleri, avlunun karşısındadır. Avluda, halen duran su giderlerini görebilirsiniz.
Ayrıca: avlunun doğu ve batı yanında bulunan, birbirine paralel yerleştirilmiş mekanlar var. Bu mekanlara giriş, sadece avlunun güneybatı ve güneydoğu köşelerinde bulunan birer kapıdan yapılır.
Bağımsız bir yapı-Soldaki Yıkanma/Arınma odası;
Tapınağın taş döşeli avlusunun kuzeydoğu köşesinde, Hitit tapınaklarında yapılan törenleri konu alan tabletlerde bahsedilen “Yıkanma odası evi” kalıntıları bulunmaktadır. Bu metinlere göre, kral bir kapıdan (hilammor) geçer ve bir avlu (hilas) dan geçer ve kutsallar kutsalına girmeden önce ellerini yıkar ve burada ritüel törenleri gerçekleşir. Bazı metinlere göre ise, kral ve kraliçe burada tören giysilerini giyerlermiş.
Bu bağımsız yapının temel kısmı, yeşil gabro taşından inşa edilmiştir.
Hitit yazılı kaynaklarında sık sık kutsal taşlardan söz edilse de hiçbir zaman bunların yeşil renkte olduğundan söz edilmez.
Yine avlunun doğu ve batı yanlarında, birbirine paralel yerleştirilmiş mekanlar var. Bu mekan dizileri, Yazılıkaya betimlerinde de görülen tanrı dizilişlerine göre tanrılara aittir.
Bu mekanlara giriş, sadece avlunun güneybatı ve güneydoğu köşelerinde bulunan birer kapıdan yapılır.
Sütunlu Galeri:
Gabro taşından inşa edilmiş, sütunlu bir galeriden geçerek, tapınağın kutsal alanına ulaşılır. Kutsal alan: yapay bir teras üzerinde yükselir.
Adyton-KUTSAL ALAN:
Tapınağın en kutsal bölümü olan buraya sadece sayılı birkaç rahip, kral ve kraliçeler girebiliyordu.
Tapınağın en kutsal bölümüdür. Kült odası yer döşemesi ahşaptır. Kapı uzun duvar üzerinde açılmıştır. Kısa kenarlardan bir tanesinde, iki pencere ve bu pencerelerin arasında duvar önünde, kült betiminin yapıldığı düşünülmektedir.
Hitit tapınaklarında, sadece kısa kenarlarda değil, uzun kenarlarda da bir yada iki pencere açıldığı düşünülecek olursa ve Büyük Tapınakta da bunun uygulandığı kabul edilecek olursa, kült betiminin oda içerisinde üç ya da dört pencereden aydınlatıldığını söylemek mümkündür.
Kült odasındaki bu bol güneş ışığı kullanımı, Ön Asya’daki diğer kültürlere uzak bir kullanım biçimidir. Ancak Hitit tapınaklarındaki gün ışığı kullanımı, Hititlerin Helenlerden önce açık havada ibadet ettiklerini kanıtlamış olmaktadır.
Mezopotamya’da pencereler evlerin avlusuna bakmaktaydı fakat Hitit tapınaklarında pencereler evin dış duvarına diğer bir deyişle manzaraya doğru açılmıştır. Büyük Tapınak kült odasında, heykele gün ışığı gelecek şekilde pencereler tasarlanmıştır.
Buradaki büyük tapınakta 2 tane Adyton bulunuyor. Bunların arasında: hem iki mekana ve hem de girişe açılan bir geçit mekanı var.
Burada 2 cella birbirine paralel yerleştirilmiştir. Bunun anlamı: burada tapınım gören tanrıların aynı seviyede olduklarını işaret eder.
Hangi Tanrılar tapınım görmüştür?
Mevcut veriler, büyük tapınakta hangi tanrıların tapınım gördüğünü belirtmiyor. Muhtemelen Hitit panteonunun en önemli tanrı çifti olan Fırtına Tanrısı ile Güneş Tanrıçasına adandığı düşünülür.
Batı Cella/ Kült odası:
1960’lı yıllarda tespit edilmiştir. Ancak Roma döneminde yoğun tahribata uğramıştır.
Doğu Cella/Kült odası:
Kuzeydoğudaki cella odası günümüze ulaşmıştır.
Her iki yanında birer pencere vardır. Ayrıca, bir kült heykeline ait olduğu düşünülen büyük bir kaide var görülür. Kaide: koyu gri mermer bloklarındandır. Kaidenin üst kısmında, kült heykelinin içine oturtulduğu derin bir oyuk var. Bu derin oyuk, kült heykelinin boyutları hakkında fikir verir.
Kült Heykellerinin görünümü:
Yazılı kaynaklara göre, örneğin Hatti Fırtına Tanrısı: şu şekilde tasvir edilmiştir. Gökyüzünün Fırtına Tanrısı, bir erkek heykeli, altın kakmalı, oturur durumda, sağ elinde bir topuz, sol elinde sağlık sembolü olan bir işaret tutar. Erkek biçimindeki iki dağ üzerinde ayakta durur. Gümüş kakmalı, aşağısında gümüş bir kaide …………
Yazılı kaynaklarda: kült heykellerinin: altın, gümüş, bronz, demir veya üzeri bu değerli madenlerden biriyle kaplı, ahşaptan yapıldığı tespit edilmiştir.
Depolar
Tapınak kompleksinin kuzeybatı kanadındadır.
Büyük tapınağı: 200’e yakın depo odası çevrelerdi. Bunlarda: ayinlerde kullanılan araç ve gereçler, eşyalar, çivi yazılı tabletlerin arşivleri ve erzak muhafaza ediliyordu. Ancak: tapınağın çevresindeki büyük depo kanatlarındaki 82 oda kazıldığında: bir buluntuya rastlanmadı.
Sadece kuzeybatı bölümündeki depo odalarında: yüzlerce toprağa gömülü büyük erzak küpleri bulundu. (Bunların bir kısmı günümüzde görülmektedir.)
Pişmiş topraktan yapılmış, zemine gömülmüş, oldukça büyük çömlek kaplar vardır. En büyükleri 2000 litrelik olabilen bu küpler: tapınağa vergi olarak gönderilen erzak içinde öncelikle tahıl, fasulye, yağ ve şarap depolamakta kullanılıyordu.
Tapınağın güneybatısındaki yapı kompleksi: tapınak görevlilerinin çalıştığı bir iş evi olarak kullanılıyordu. Burada merdiven kalıntıları bulunmuştur. Muhtemelen depolarının bazılarının iki katlı olduğu düşünülür. Üst katlarda muhtemelen tapınak personelinin yaşam ve çalışma odaları vardı.
Arşiv bölümü:;
Depo kompleksinin karşı kanadındadır. Odaların bazılarında ahşap raflara yerleştirilen, tapınağın çivi yazılı kil tabletlerinden oluşan arşiv vardı. Bu bölümdeki iki depo odasında: binlerce çivi yazılı kil tabletin bulunduğu arşiv ortaya çıkarıldı.
Bu tabletler: bu arşiv odasında, tahta raflara diziliyordu. Ancak son çıkan büyük yangında: bu kil tabletler ateşten etkilenerek tuğla haline dönüştüler ve günümüze kadar sağlam olarak geldiler.
Evet tapınaktan çıkıyoruz, hemen ön bölümde bulunan otoparkta aracımıza binip, yukarı doğru gezimize devam ediyoruz.
YUKARI ŞEHİR
Aslanlı kapı
Güneybatıdaki bu kapı: güney surunun iki anıtsal kapısından biridir. Kentin ana giriş kapısıdır. Şehre gelen ziyaretçiler, ziyaret amaçları ne olursa olsun bu kapıdan şehre girer çıkarlardı. Aşağıdaki kaide taşının ortasında bir çukur var. Bu çukura, şehre girmeden önce, şehrin koruyucu tanrılarına “kokulu yağ” ya da “sıvı” adaklar sunuluyordu. Bu sunu taşı, Anadolu’ya gözgüdür ve Truva şehri kapılarında da görülür.
Kapı: 2 kule arasındadır. Dikdörtgen planlı kuleler: 15 x 10 metre ebatlarındadır.
Kapının dış yüzeyinde: sol kulenin üst bloklarındaki kaba işçilik, bu kapı yapısının tamamen bitirilmeden kullanıma açıldığını gösterir. Bu durum, İmparatorluğun çökmesi ve burada çalışan işçilerin işi bırakmasıyla ilişkilendirilir. Veya başkentin Kral Muwatalli tarafından, MÖ 13’ncü yüzyılın ilk 30 yılı içinde, Hattuşa’dan Tarhuntassa’ya taşınması ile de açıklanabilir.
Buna göre, Aslanlı kapının MÖ 13’ncü yüzyıl gibi nispeten daha geç bir tarihte yapıldığı düşünülür.
Kapı: içeriye doğru açılır. Kapının dış yüzeyindeki her iki yanda bulunan pervazlarda: ön kısımda, 2 aslan yontusu görülür. Zaten kapı ismini, bu iki aslan heykelciğinden almıştır. Açık ağızlı ve içi zamanla başka bir madde ile doldurulmuş büyük gözlü aslanların, koruyucu nitelikleri vurgulanır.
Sağ yanda görülen aslan orijinaldir. Bu aslanın başının hemen solunda, sol yandaki aslandan farklı olarak: öğlen güneş ışığı vurduğunda görülebilin hiyeroglif işaretler bulunmaktadır. Sol yanda görülen aslan orijinal değildir, orijinali Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir. Büyük ölçüde aşınmış olmasına rağmen, aslan yelesindeki ince işçilik görülebilir. Aslan yelesindeki ince detaylar, dik tutularak kullanılan bir demir kamanın küçük darbeleriyle işlenmiştir.
Büyük taş blokların oluşturduğu pervazların bulunduğu yerde: bir iç ve bir dış kapı geçidi vardır. Kapı geçitlerinde: sıkça kullanılan sivri kemerler görülür. Bu kapı geçitlerinde: büyük ahşap kapılar bulunur. Bunların dışı bronzla kaplıdır.
Kent surlarının ve kapılarının bakımı ve korunması “hazunnu” yani “Şehir bey” ine aitti. Bu kişinin görev tanımında, her akşam kapı kanatlarına geçirilen büyük bronz bir sürgü ile kapıların mühürlenmesi vardı. Bu sürgülerin oturduğu oyuklar, günümüzde Aslanlı kapı ve Kral kapasının yan duvarlarında görülebilir.
Yer kapı-Tünel
Burası şehrin güney sınırını oluşturur. Şehrin en yüksek yerindedir. Büyükkale ile birlikte şehrin neredeyse her yerinden görülebilen tek noktadır.
Aynı zamanda, bir zamanlar üzerinde bulunan 10 metre yükseklikteki sur duvarlarıyla birlikte, kentin güneyindeki bölgelerle görsel ilişiği kesmiştir. Dolayısıyla sur içinde bulunan bir kişi, düzeni Hitit kralları tarafından belirlenen ve kontrol altında tutulan, tümüyle yapay bir kent peyzajı ile baş bara kalır.
Gerek Hitit dünyasında ve gerekse eskiçağ kültürleri arasında, benzersiz bir yere sahiptir. Hattuşa şehrini tacıdır.
Günümüzde Yer kapının güneyinde bulunan ve 1980’li yılların başında çitle çevrilerek keçilere karşı koruma altına alınmış olan küçük ormanlık alan, bir zamanlar bu bölgenin büyük bir bölümünü kaplayan ve kış şartlarına dayanıklı, geniş yapraklı ağaçlardan oluşan bir ormanı barındırıyordu.
Yığma Toprak Set:
Doğal yamaca, yığma toprak yerleştirildikten sonra tepe düzleştirilmiştir.
Hitit yapı ustaları, buradaki tepeyi yığma toprak ile yükseltmişler ve üstüne şehir surlarını oturtmuşlardır.
Yığma toprak setin, taban genişliği 80 metre, yükseklik 30 metre ve uzunluk ise 250 metredir. Bu boyutlar, yapıya çevresindeki araziye hakim bir konum kazandırır. Kuzeyden, Hattuşa şehrine gelirken, yaklaşık 20 km den fazla bir uzaklıktan (o dönemin şartlarında yaklaşık 1-1.5 günlük bir yolculuk) görülebiliyordu. Ancak yazılı kaynaklarda, yer kapı hakkında hiçbir kayıt bulunamamıştır.
Setin yüzeyi;
Yığma toprak setin yüzeyine, duvara dik açı oluşturacak şekilde “beyaz kalker taş” döşenmiştir. Kama şeklindeki taş parçaları, toprağa çakılmış ve üstü daha sonra eğime uygun şekilde düzleştirilmiştir. Yani burası “kaldırım taşı döşeli” bir sırt görünümündedir.
Hititler, burayı Mısır’da bulunan Keops piramidinden biraz daha geniş yapmışlardır. Yapının tamamı, sivri üst kısmı olmayan, devasa bir kesik piramit görümündedir. Sivri üst kısmın yerine, toplam 8 metre yükseklikteki şehir surları vardı. Bu sur duvarlarında ise, daha yüksek 4 kule bulunuyordu.
Bu görüntü, muhtemelen son derece anıtsal bir etki yaratıyordu. Yeni yer kapının bir prestij kapısı olduğu söylenebilir.
Taş döşeli bu tepenin sağında ve solunda: 81 ya da 102 basamaklı, dar ve dik merdivenler bulunur, bu merdivenler ile, vadiden Sfenksli kapıya çıkılır.
Genel özelliği:
Yer kapı’nın kentin dışına bakan güney yamacına: yamacı tamamen kaplayan ve birbirine bitişik yerleştirilmiş, açık renkli kireçtaşı döşemesi vardır. Bu döşeme, yer kapıya anıtsal bir görünüm kazandırır. Kente yaklaşan ziyaretçi, ister istemez, üst kısmı kesik bir piramit izlenimi uyandıran bu döşeme, gerçekten de MÖ 14’ncü yüzyıldan itibaren artan Hitit-Mısır ilişkisi doğrultusunda, Hititlerin Giza piramitlerinden etkilenmiş olabileceğini akla getirir.
Bu yığma setteki toprağın çoğu, surun dış kesiminden çekilmiş ve bu yüzden dış kesim çukurlaşmıştır. Bu durum: yığma sete, daha anıtsal bir görünüm verir.
Setin dış yüzü taş döşelidir ve kesik piramit görünümündedir.
Dış cephede, üzerindeki beyaz kireç taşları nedeniyle, uzaktan parlak ve ihtişamlı bir görüntü vermektedir.
Ne amaçla yapılmış ve kullanılmıştır?
Bu kapının: koruma değil, gösteriş amaçlı; şehrin, devletin ve dinin gücünü ve büyüklüğünü vurgulamak için yapıldığı düşünülmektedir.
Çünkü: yapay setin üzerinde, çıkışla aynı hizada, iki yanında sfenks betimleriyle süslenmiş yaya girişleri var. Öte yandan, yer kapının dış cephesi, kireçtaşı ile döşenmiş olmasına rağmen, düşman için kolayca tırmanılır niteliktedir.
Bir diğer olasılık: söz konusu kireçtaşı döşemenin yer kapıyı oluşturan yığma toprağın kaymasını engellemek ve yağmur sularıyla birlikte, yamaçtan aşağıya akmasını önlemektir.
Anıtsal etkinin arzu edilmekle birlikte, ikinci planda kaldığı tahmin edilmektedir.
Sonuç olarak:
Yer kapının savunma amaçlı kullanılmama sebepleri şunlardır:
a-Her iki yanında basamaklar bulunması.
b-Oldukça kolay tırmanılabilir taş döşeli cephesi olması.
c-Aşağı potern/tünel girişinin uzaklardan görünebilir olması.
Peki, savunma amaçlı değil, yapılma sebebi nedir? Bir olasılık: yer kapının Aşağı şehirdeki tapınaklardan başlayıp Yukarı şehre uzanan tören alayları ve diğer törenler sırasında, bir nevi sahne işlevi gördüğüdür.
Yığma setin altından geçen potern ya da yer kapının orta kısmında bulunan ve kapı kanatlarında Anadolu’ya özgü kanatlı yaratıkların betimlendiği sfenksli kapının söz konusu törenlerde işlevi bilinmiyor. Ancak, geniş olmayan sfenksli kapının, yayalar tarafından kullanıldığı tahmin ediliyor.
Dini törenler:
Yerkapı tepesi yani yapay tepe: büyük olasılıkla aşağıda toplanan kalabalık için, dini ayinlerin yapıldığı devasa bir sahne görevi görüyordu. Sfenksli kapı açılır ve muhtemelen bir rahip elindeki kült simgeleriyle görünürdü. Aşağıdaki izleyiciler bu sahneyi görmek için beklerdi.
Sfenksli kapı muhtemelen sıradan bir giriş kapısı değildi. Çünkü kapıya dışarıdan ancak yapay bir tepenin iki yanındaki iki dik ve dar merdivenle ulaşılıyordu. Ancak bu iki taraftaki dik ve dar merdivenlerde dinsel geçit töreni yapıldığı düşünülmüyor.
Çünkü elinde tanrı heykeli taşıyan birinin, bu dar ve dik basamaklarda dengesini kaybetmesi, asla düşünülemezdi. Böyle bir durum kötü bir işaret olarak yorumlanırdı. Bu heykeller tanrıları betimlemekle kalmıyor, onları temsil ediyordu. Bu yüzden dinsel törenlerde bu tür riskler alınamazdı. Peki bu merdivenler ne ve kimler için yapılmıştı.
Bu sorunun cevabı bilinmiyor. Tek bilinen, bu oldukça dik merdivenlerin, yukarı çıktıkça daraldığı ve en üst noktada sadece bir kişinin geçebileceği kadar dar olmasıdır.
Yani, sanki aşağıdaki yoğun kalabalıkların sıraya girerek, bir anda değil, tek tek olacak şekilde yukarıya çıkmalarının düzenlenmesidir.
Potern-Tünel
Sfenksli kapının altında, şehre doğrudan girişi ya da çıkışı sağlayan bir geçit vardır. Eski şehrin duvarlarının altındaki benzeyen bir potern, yapay tepenin altından geçip Yukarı şehirden vadi tabanına kadar iniyor.
Muhtemelen, yığma set yapılmadan önce yani günümüzden 4000 yıl önce inşa edilmiştir.
İnşa Tekniği:
Bu potern, yapının tümü inşa edilmeden önce yapılmıştır. Tünel kiklop türü iri taşlarla, bindirme tekniğiyle yapılmıştır. Yani, eklenen her yeni taş, alttakinden biraz daha öne çıkarılarak yerleştirilmiştir. En tepeye kilit taşı olarak, sivri bir blok yerleştirildiğinde, sivri bir tonoz oluşur. Kullanılan iri taşlar, yanlarda derin bir şekilde toprağa gömüldüğü için, bu yapı tarzı oldukça sağlamdır.
Tünelin uzunluğu 71 metredir. Yükseklik 3 ile 3.5 metre arasındadır.
Neden yapılmış, ne için kullanılmıştır?
Bu tünelin; neden yapıldığı konusunda çeşitli fikirler vardır.
Bir varsayım: düşmanları arkadan vurmak için, gizli bir geçit olabilirdi. Tünelin çıkışı uzaktan görülebiliyordu. Bu yüzden acil çıkış kapısı olduğu düşünülemez.
Ayrıca o zamanlar ok ve yayla ancak 50-60 metrelik bir mesafede hedef alınıyordu. Savunmacıların surlardan attıkları oklar, aşağıda kendi adamlarını tehlikeye düşürebilirdi.
Muhtemelen bu yapı yani tünel, tahkim amacı taşımıyordu. Tepe; 35 derece eğimli yani dik değildir. Usta bir savaşçı koşar adımla, çok rahat tepeye çıkabilirdi. Yanlardaki merdivenler de bunu kanıtlıyor. Derinde kaldıkları için düşmanlar görünmeden buradan yakarı çıkabilirdi.
Zaten saldırganlar biraz daha sağa ya da sola kayarak çok daha rahat tırmanabilirlerdi. Çünkü bu noktalarda, surların bulunduğu tepe daha az eğimliydi.
Ancak en güçlü görüş: şehre saldıran düşmanı arkadan çevirmek değil, kült törenleri veya geçitleri için barış döneminde şehrin kapısı olarak kullanıldığı görüşüdür.
Tünelin kapısı:
Dışarıdan rahatlıkla görülebilen tünelin ağzı, o dönemde bir kapı ile örtülüyordu. Tünelin dış kısmını, kürsü şeklinde öne çıkıntılı bir kapı yapısı oluşturur. Tünel kapısı bir zamanlar iki taraflı olarak ahşap kapılarla kapatılıyordu.
Eğer tünelden geçerseniz, şehrin çam ve meşe ormanlarıyla kaplı dış kısmına ulaşırsınız. Tünelden çıkınca, yığma tepenin bittiği sola doğru yürüyün, burada taş merdivenler var, buradan yukarı çıkıp, şehrin iç bölümüne ulaşılmaktadır.
Bu merdivenlerden çıkarken: birinci bölümde 34 basamak ve ikinci bölümde 54 basamak vardır. Merdivenler uç yani tepe noktasında daralır ve buradan tek tek geçmek gerekir. Çünkü merdivenlerden çıkarak şehre girmeyi düşünen büyük kalabalıklar, daralan merdivenler sayesinde teker teker ve kontrol edilerek şehre girebilirler.
Sfenksli kapı
Önce Hitit sfenslerinden söz etmek gerekir. Bunlar Mısır sfenkslerinden farklıydı. Çünkü Hitit sfenksleri, kadın şeklindeydi. İnsan başlı, kanatlı aslan bedenli bu melez yaratıklar, kutsal güçleri temsil ederdi. Bu durum nasıl anlaşılır.
Tamamen yuvarlak biçime sahip, içe dönük sfenkslerin miğferlerinde kutsallığın simgesi olan “boynuz” görülür. Sfenkslerde, aslan bedenlerinin ucunda, kedilere özgü kuyruk bulunur. Bunlar: Yukarı kentte, gülerek aşağı kenti selamlamaktadır.
Evet: bu yığma setin üzerinden geçen surun orta bölümünde, üstte, toplam dört sfenksle korunan, görkemli bir “Sfenksli kapı” vardı.
Burası sıradan bir kapı değildir. Çünkü bu kapıya, dışarıdan sadece yapay tepenin iki yanındaki iki dik ve dar merdivenden çıkılarak ulaşılır.
Aslanlı kapı ve Kral kapıdan farklı olarak: bu kapı, iki kulenin arasında değil, kulelerden birinin içinde yapılmıştır.
Ayrıca: kapı girişlerinin üstü, sivri kemerli değil, düzdür. Sadece: dış geçit, tahta kapılarla örtülüyordu. Her 4 kapı pervazı: sfenkslerle bezelidir.
Sfenksler:
Aslanlı kapıdan farklı olarak, burada bulunan sfenkslerden, iki tanesi hatta en canlı görünenleri şehre bakıyor, yani içe dönüktür. Bu içe dönek iki sfenks, adeta bir tapınak hissi uyandırıyor. Özel günlerde rahipler, tanrıların imgelerini taşıyarak bu kapıdan geçiyor olmalıdırlar.
Diğer iki tane sfenks ise, dışa bakıyordu. Ancak günümüzde bunlardan sadece dışa bakan bir tanesi özgün konumdadır yani günümüze ulaşmıştır. Ancak ağır hasarlıdır.
Burada bulanan halen yerindeki hariç üç sfenksten ise, sadece iki tanesi günümüze ulaşmıştır. Bunlardan bir tanesi İstanbul Arkeoloji Müzesindedir.
Sfenksler: yangında çok hasar gördüklerinden, 1907 yılında yerlerinden sökülerek Almanya’ya götürülmüşler ve daha sonra geri getirilmiş ve halen Boğazköy Müzesinde: diğer sfenksle birlikte (ikisi birden) sergilenmektedir. (Bunların bu gidip-gelme macerasını, Boğazköy Sfenksinde anlatacağım) Günümüzde: buradaki her iki sfenks de kopyadır.
İç kapının pervazlarındaki sfenksler ise, üç boyutlu olarak betimlenmiştir, büyük kanatları ve yukarı kalkık kuyrukları görülür.
İç taraftaki kapı kilitlenmiyordu. Bu durum, buranın kutsal bir yerin girişi olabileceğini düşündürür. Dış taraftaki kapı ise, belki de sadece özel durumlarda açılıyordu. Muhtemelen özel günlerde rahipler, tanrı heykellerini taşıyarak bu kapıdan geçiyorlardı.
Sfenksli kapıdan çıktığınızda: şehrin iç bölümünde, tapınak kalıntılarını-temellerini görebilirsiniz. Burada: merkezi tapınak mahallesi bulunuyor. Bu mahallenin bulunduğu dar alanda: 28 tapınak tespit edilmiştir.
Bu tapınakların çoğunda: Hitit mimarisi özellikleri görülmektedir. Bunlar: taş temeller, üstünde kerpiç duvarlar ve ahşap hatıllı dikmelerle sağlamlaştırılmış yapılardır. Yapıların boyları ve oda dağılımları: belli bir prensibe dayanmaktadır.
Yer kapı hakkında sonuç değerlendirme:
Muhtemelen taş döşeli yer kapı sırtı, daha çok şehrin, devletin ya da dinsel inancın gücünü simgeliyordu.
Üzerlerinde surları ve kuleleriyle, çok uzaklardan görülebilen, bu bembeyaz tepe, güneyden kente yaklaşan ziyaretçiler için, ülkenin simgesi olarak etkileyici bir manzara sergilemiş olmalıdır.
Bu devasa yapının önünde, itaatkar bir şekilde içeri kabul edilmeyi bekleyen bir prensin, kendini nasıl güçsüz hissettiği kesindir.
Tüm yapı, görsel etki yaratmaya yöneliktir.
En güçlü görüş: Yer kapının görkemli savunma duvarları, dinsel törenlerle ilgidir. Yukarı kent tapınaklarından yola çıkan dinsel alaylar, Kral kapısından geçip, basamakları çıkarak Sfenksi kapıdan geçer, oradan Aslanlı kapıdan geçerek şehre ulaşırdı.
Evet, buranın gezisiyle ilgili birkaç not vermek istiyorum. Daha az yorgunluk için: önce aracınızı bıraktığınız yerden, tünele girmeden merdivenlerle yığma tepenin üstüne çıkın, sonra Sfenksli kapı ve şehrin manzarasını seyredin, sonra kapıdan arkaya geçin, şehrin dışının görüntüsünü görün, kireçtaşı duvarı görün ve sol yana doğru yürüyün, merdivenlerden aşağıya inin, merdivenler bitince sağ yana ilerleyin, tünele girin, tünelden çıkınca, aracınızın bulunduğu yere geleceksiniz. Bu rotanın tersini yaparsanız, bayağı yorucu oluyor.
Kral Kapı
Büyük sur yayının, kuzeydoğu bölümündedir. Surun güneybatısındaki aslanlı kapıya benzemektedir.
Gayet iyi korunarak, günümüze kadar gelmiştir.
Kapıda: iki kapı kulesi vardır. Kapı kuleleri yaklaşık 10 x 15 metre ölçülerindedir.
Kapı kuleleri arasında, iki yüksek sivri kemer biçimli, kapı geçidi görülür. Sivri kemerli kapı geçitlerinin yüksekliği 5 metredir.
Ancak buradaki kapa kabartma resmi, diğer kapılardan farklı olarak, şehre bakan iç tarafa yapılmıştır.
İç kapının solundaki blokta: silahlarıyla betimlenen bir savaşçı kabartması bulunur. Savaşçının boyu: miğferinin ucundan, ayak tabanına kadar 2.25 metredir.
Zengin bezemeli, kısa bir etek giymiştir. Geniş kemerinde: kabzası hilal biçimli, ucu yukarıya dönük kılıç vardır. Uzun saçları, omuz üzerinden aşağıya dökülür.
Başında: büyük yanaklı ve sorguçlu miğfer görülür. Miğferin ucundan başlayan şerit, dirseğe kadar iner. Miğferin önünde, kıvrık boynuz vardır. Bu kıvrık boynuz: “tanrı” figürüdür. Bu yüzden, burada betimlenen figürün: Hava tanrısı Teşub ile Güneş tanrıçası Hebat’ın oğlu, aynı zamanda Kral IV Tadhaliya’nın koruyucu tanrısı Şarrumma olduğu tahmin ediliyor. Kral IV Tadhaliya, burada kendi koruyucu tanrısı adına, bir anıt diktirmiş olmalıdır.
Her ne kadar ahşap kapılar kapatılsa da, bunlar koçbaşı ile kırılabiliyor veya yangın çıkarıp yakılarak imha ediliyorlardı. Bunu önlemek, kapıya hücum edecek düşmanı, kapı nöbetçileri tarafından iki taraflı kıskaca almak için: ön sur duvarının yanında, bu kapıya ulaşan yolun dışa bakan yanında bir kule vardır.
Büyük sur yayının güneydoğu kesimindedir. Gayet iyi korunarak günümüze kadar ulaşmıştır,
Bu kapıda da: iki kapı kulesi bulunmaktadır. Kapı kuleleri arasında, iki yüksek sivri kemer biçimli kapı geçidi görülüyor. Ancak, burada, kapı kabartma resmi, diğer kapılardan farklı
Kapı: iki kanatlıdır, büyük ahşap kapılarla kapatılıyordu.
Ön sur duvarının yanından ilerleyerek, bu kapıya ulaşan yolun, dışa bakan yanında da kuleli bir duvar var.
2 Nolu Hiyeroglifli Oda
Güney kale yakınlarında, büyük kalker bloklarda inşa edilen, iki taş oda vardır. Bunlardan, özellikle 2 No’lu odada, günümüze kadar mükemmel olarak korunarak gelmiş kabartmalar görülür.
Girişin sol bölümündeki kabartma
Burada: Hattuşaş şehrinin bilinen en son kralı ve odayı inşa ettiren kral II. Şupiluliuma görülür. Kral: burada kısa etekli, kemerinde kılıcı, sağ elinde mızrağı, sol omuzu üzerinde yayı ile, bir savaşçı olarak gösteriliyor. Ayağının ucu sivri ve yukarı kıvrık ayakkabıları, başında tanrıların tipik başlığı (önde üç boynuzu bulunan sivri külah) vardır. Boynuzların önünde: Luvi hiyeroglifleriyle kralın unvanı ve ismi yazılıdır. Burada: kralın kendisinin tanrılaştırılarak tasvir edildiği görülür. Halbuki kral, karşı duvardaki yazıttan anlaşıldığı kadarı ile hala hayatta ve aktiftir.
Yukarı şehirde; güney kale yakınlarında, büyük kalker bloklarından inşa edilen, iki taş oda bulunmuştur.
Bunlardan, özellikle 2 No’lu odada günümüze kadar mükemmel olarak korunagelmiş kabartmalar görülmektedir.
Arka duvar
Burada güneş tanrısı tasvir edilmiştir. Uzun mantolu, ucu sivri ve yukarı kalkık ayakkabılı, sol elinde güç sembolü olan kıvrık değneği görülüyor. Başı üzerinde: kanatlı güneş kursu bulunuyor. Bu nedenle: Güneş tanrısı olduğuna inanılıyor ve sağ elinde biraz değiştirilmiş, Mısır hayat sembolü olan “Anklı” tutan tanrı, hayat verici özelliktedir.
Nişantaş
Hemen hiyeroglif odasının karşısındadır.
Burada: üzerinde büyük bir yapı bulunan kaya bloğu görülür. Kaya bloğunun üstünde: kayaya işlenmiş, temel yataklarından ve günümüze ulaşan tek tük taş bloktan: yapının duvarlarının doğrultusu görülür. Kaya bloğu üstündeki bu yanının işlevi bilinmiyor.
Burada bir yazıt vardır. Kayalık ismini: Luvi hiyerogliflerinde yazılmış bu yazıttan alıyor. Yazıt; 8.5 metre uzunluğunda ve 11 satırdan oluşmaktadır. Yazıt: kaya yüzeye işlenmiş, ancak açıkta kaldığından, günümüze kadar olan süreçte oldukça aşınmıştır. Bu yüzden, yazıtın içeriği tam olarak anlaşılmıyor. Bilinen tek şey: yazıtın Hattuşaş’ın bilinen son kralı II. Şappiluliuma’ya ait olduğudur.
Evet, araç yolu üzerinde ilerlediğimizde: karşımıza çıkan yapılar şunlardır:
Nişan taşın kuzeyinde Büyük kale-kral sarayının hemen önündeki alanda: bazı resmi binalara ait olduğu sanılan kalıntılar görülür.
Asfalt yolun batısındaki alanda: Batı yapısı vardır. Batı yapısının, sadece bodrum katına ait birkaç duvar, günümüze ulaşmıştır. Bu bodrum odalarında: 3000’den fazla “bulla” adı verilen, Hitit büyük krallarına ve memurlarına ait, kil üzerine mühür baskısı bulunmuştur. Bullalar: belge ya da malların resmileştirilmesini sağlıyordu. İp ya da deri ile bağlanıyor ve buraya konan kil topağı üzerine mühür basılıyordu. Yangın sonucu, her şey yanıp kül olmuştu. Ancak ateşte pişerek sertleşen bullalar, günümüze kadar korunarak ulaşmıştır.
Hemen Hiyeroglifli odanın karşısındadır.
Burada, üzerinde büyük bir yapı bulunan kaya bloğu görülüyor. Kaya bloğunun üzerinde: kayaya işlenmiş, temel yataklarından ve günümüze ulaşan tek-tük taş bloktan, yapının duvarlarının doğrultusu görülebilmektedir. Kaya bloğu üstündeki bu yapının işlevi bilinmiyor.
Büyük Kale-Saray
Burası: eski şehrin en yüksek yeri, şehre ve kuzeydeki ovaya tamamen hakim durumdadır. Şehrin asıl merkezi burasıdır. Buradaki en eski yerleşim izleri, Tunç Çağı’na kadar gitmektedir. Bugün görülen yapıların çoğu: MÖ 13’ncü yüzyıldaki, surun genişletilmesine paralel olarak yürütülen imar çalışmalarının ürünüdür.
Burada Hitit krallarının sarayı bulunuyordu.
Kalenin dört tarafı: sarp kayalıklarla ve surlarla çevrilidir. Burada: kraliyet ailesi yapıları vardı. Direkli galerilerle çevrili avlular, konutlar, depo binaları ve büyük bir kabul salonu olan büyük bir saray kalıntısı ortaya çıkarılmıştır. Büyükkale’ye ulaşım: bugün kullanılan modern merdivenlerin hemen altında, sağ tarafta görülen, restore edilmiş iki duvarın tuttuğu ve Nişan taş önlerinden başlayıp bu bölüme kadar uzanan rampa ile sağlanmaktaydı.
Büyük kalenin asıl önemi: Hitit ve Anadolu tarihini aydınlatan, 30 binden fazla çivi yazılı kil tabletin burada bulunmuş olmasıdır.
BOĞAZKÖY MÜZESİ
Hattuşaş ve Yazılı kaya;
Boğazkale ilçe merkezinde bulunmaktadır. Ancak, müzeyi bulmak zor. Ben şahsen müzeyi ararken, biraz dolaştım ve birkaç kişiye sormak zorunda kaldım. Peki, niye yetkililer müzeye gidiş yolunu belirleyen birkaç “Tabela” koymazlar?
Müze: 12 Eylül 1966 tarihinde ziyarete açılmıştır. Burada: Hattuşaş kazılarında ortaya çıkarılan ve çevreden müzeye gelen eserlerin depo ve sergilemesi yapılmaktadır.
Hitit dönemine ait eserlerin ağırlıklı olduğu müzede: Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit, Frig, Roma ve Bizans dönemlerine ait eserler de sergilenmektedir.
Müzeye giriş ücreti 5 TL, ama müze kartı geçerlidir. Özellikle çalışanlar mükemmel insanlar, tertemiz bir müze, gezmenizi öneririm. Müzede, ana binanın arkasında tertemiz tuvaletler var.
Bahçe
Müzenin bahçesinde: Roma ve Bizans dönemlerine ait, mezar taşları ve mezar stelleri bulunuyor. Yani, pek de fazla ilgi çekmeyen taş eserler var.
Birinci Salon
Burada: kalkolitik, Eski Tunç ve Asur Ticaret kolonileri çağına ait pişmiş toprak eserlerin sergilendiği vitrinler ve bu salondan, büyük salona geçilen bölümde ise Yazılıkaya’dan getirilen Tanrıça İştar kabartması bulunmaktadır. Müzenin en önemli eseri bence budur.
Bunun dışında, hemen girişte: Hattuşaş bölgesinin Sfenksli kapısından sökülerek buraya getirilen iki sfenks görülebilir. Bunlardan özellikle bir tanesi, 1907 yılından onarılmak üzere götürüldüğü Almanya’dan, geçen yıl gelmesiyle anavatanına kavuşmuş olması nedeniyle ilgi çekmektedir.
Bu sfenkslerin daha ayrıntılı hikayesini yazının sonunda bulabilirsiniz.
İkinci salon
Hattuşaş ve Yazılı kaya;
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: Burada, kronolojik olarak yapılan teşhir düzenlemesinde, Asur Ticaret kolonileri çağı ile eski Hitit dönemine ait büyük boy gaga ağızlı testiler ve bunların buluntu durumlarını gösteren fotoğraflar bulunmaktadır. Bu vitrinlerin devamındaki vitrinlerde ise Eski Hitit ve İmparatorluk dönemlerine ait pişmiş toprak ve taş eserler, Frig dönemine ait boyalı seramik kaplar, fibulalar, Roma dönemine ait pişmiş toprak ve cam eserler, Bizans dönemine tarihlenen kiliseye ait bronz malzemeler sergilenmektedir.
Ayrıca, müzede yer alan orta vitrinlerde, yine Hitit dönemine ait çivi yazılı tabletler, mühür, baskılı pişmiş toprak bullalar, silindir ve damga mühürler, bronz baltalar, iğneler, kalıplar ve kabartmalı seramik parçalar teşhir edilmektedir.
Müzede, benim ilgimi çeken birkaç eserden söz etmek istiyorum. Sağ bölümde: döküm kalıbı var. MÖ.3000’li yıllara ait olduğu yazılı bu döküm kalıbı ile, halka şeklinde heykelcikler üretiliyormuş.
Döküm kalıbı hakkında ayrıntılı bilgi: MÖ 3000-2000 yıllara tarihlenen döküm kalıbı: halka şeklindeki heykelciklerin üretiminde kullanılıyordu. Bu stilize dişil figürler, yüksek olasılıkla bir tanrı ya da başka bir doğaüstü varlığı temsil etmekteydi.
Çamlıbel Tarlasında yaşayan topluluğun dini yaşamlarında önemli rol oynadıkları düşünülmektedir. Halka şeklindeki figürlere, esas olarak MÖ 5 ve 4’ncü bin yıllarda, güney Balkanlarda (Bulgaristan) çoğunlukla mezarlarda rastlanmıştır. Kuzey Anadolu’da az sayıda bulunan bu figürler, iki bölge arasındaki ortak dini inanışlara dair kanıt teşkil etmektedir.
Bir diğer ilgimi çeken obje: törensel kaptır. MÖ.1945 yılına ait olduğu yazılı bu kap; Asur ticaret kolonilerine aittir. Anadolu’da çok nadir bulunan eserlerden birisidir. Yangında tahrip olmuş bir binada ele geçirilmiş. Çaydanlık formunda olan bu kabın en belirgin özelliği: içerisindeki boru sistemi sebebiyle ancak 180 derece döndürüldüğünde akıtabilmesidir.
Evet, bunların dışında pek fazla ilgi çekici olmayan bir müze. Yani, Hattuşaş gezisinden, o muhteşem güzellikleri gördükten sonra, bu müze biraz yavan mı geliyor bilmiyorum, belki de aramış olmanın, ulaşımın güç olmasının olumsuz etkisi mi demeli, bilmiyorum. Ama, gezip görmek tercihinize kalmış.
Boğazköy Sfenksi-Berlin macerası
Çorum Boğazkale Hattuşaş ve Yazılı kaya: Hitit Başkenti Hattuşaş’ta ilk sistematik kazılara İstanbul Müzeleri’nden Makridi Bey ve Alman Hugo Winckler tarafından, 1906 yılında başlanmıştır.
1907 yılı kazı çalışmalarında anıtsal Yer kapı kompleksinin üzerinde açığa çıkartılan Sfenksli kapıdaki dört sfenksten biridir.
Hitit imparatorluk çağına (MÖ 13’ncü yüzyıl) tarihlenmektedir.
1917 yılında kazı çalışmalarını yürüten Alman heyeti ile varılan anlaşma gereğince diğer sfenks ile birlikte temizleme, onarım ve yayın çalışmalarının yapılabilmesi için, iade edilmek üzere Berlin’e götürülmüştür.
Onarımı tamamlanan sfenkslerden biri 1924 yılında ülkemize iade edilirken bu sfenks, Berlin Pergamon Müzesi’nde kalmıştır.
Berlin’deki Sfenksin iadesi içi 1938 yılına kadar görüşmelere devam edilmiştir. Ancak 2’nci Dünya Savaşının başlaması ve savaş sonrası Berlin Müzelerinin Doğu Almanya’da kalmasından dolayı ilişkiler kesilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu Almanya’yı 1973 yılında resmen tanımasıyla birlikte 1974 yılında Sfenksin iadesi ile ilgili görüşmeler yeniden başlamıştır.
Sfenksin ülkemize iadesi amacıyla, 1987 yılında UNESCO’ya başvurulmuş ve gündeme alınması sağlanmıştır.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Alman heyetleri arasında 18 Nisan 2011 tarihinde gerçekleştirilen toplantıda, Sfenksin ülkemize iadesi konusunda mutabakata varılmıştır.
Bunun üzerine Berlin’de Alman ve Türk heyetleri arasında 13 Mayıs 2011 tarihinde yapılan toplantıda 94 yıldır Berlin Pergamon Müzesi’nde bulunan Boğazköy Sfenksi’nin ülkemize iadesi konusunda “Mutabakat Zaptı” imzalanmıştır.
Bu mutabakat zaptı gereği sfenks, 27 Temmuz 2011 tarihinde Almanya’dan İstanbul Arkeoloji Müzesine getirilmiştir. Burada restorasyon ve konservasyon çalışmaları tamamlana Sfenks, 94 yıl önce ayrıldığı topraklarına 4 Kasım 2011 tarihinde geri dönmüştür.
Sfenks: insan (kadın) başlı, kanatlı ve aslan gövdelidir. Başında bir tür miğfer bulunmaktadır.