Lefkoşa’nın 64 km kuzey batısındadır. Lefke-Girne arasındaki uzaklık ise 69 km. dir.
Burası: turunçgilleriyle ünlü bir beldedir. Buraya gitmek isterseniz, Güzelyurt üzerinden yol vardır.
Lefke isminin kaynağına gelince: MÖ 300 yılında, bu bölge Mısır kökenli Ptolome hanedanından bir kralın oğlu olan Prens Lefkon’a hediye olarak verilmiş ve kendisi tarafından burada kurulan şehre de Lefke ismi verilmiştir.
LEFKE AVRUPA ÜNİVERSİTESİ
Üniversite 1990 yılında Lefke bölgesinin ekonomik ve sosyal gelişimi için kurulmuştur. Burada dünyanın farklı ülkelerinden gelen 5500 civarında öğrenci eğitim görmektedir.
GEZİLECEK YERLER
CENGİZ TOPEL ANITI
Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel: 8 Ağustos 1964 tarihinde, Kıbrıs üzerinde uyarı uçuşu yaparken, uçağı Rumlar tarafından düşürülmüş, paraşütle atlamasına rağmen, Rumlar tarafından esir alındıktan sonra öldürülmüştür. Rumlar tarafından, yalan beyanla hastanede öldüğü belirtilerek cenazesi 12 Ağustos 1964 tarihinde iade edilmiştir.
TARİHİ OSMANLI KONAKLARI
Lefke’de Osmanlı mimarisinin nadir örneklerinden olan 41 tane konak bulunmaktadır ve bunlar koruma altına alınmıştır. Konaklar: 18 ile 20’nci yüzyıllar arasında yapılmış olup otantik görünümleriyle ilgi çekmektedir.
SOLİ
Kuzey Kıbrıs’taki antik şehirlerden biridir.
Verimli topraklar üzerinde bulunan Soli; bölgede bulunan bakır yatakları ve limanı ile, adada önemli bir konuma sahiptir.
Soli şehrinin ismi, yazılı kaynaklarda ilk önce, MÖ 700 yıllarında Asurluların haraç aldıkları şehirlerin listesinde geçer.
Şehrin listedeki ismi “Si-il-lu” dur. MÖ 498 yılında, adada bulunan diğer krallıklarla birlikte, Soli de Kıbrıs’ın hakimi olan Perslere karşı ayaklanır, ancak yenilirler.
Bundan sonra, şehrin daha iyi kontrolünü sağlamak için, Pers taraftarı Kral Doxandros of Marion, şehrin yanına “Vouni Sarayı”nı yaptırır.
Soli: en parlak yıllarını, Roma döneminde yaşar. 4’ncü yüzyıla gelindiğinde, liman, gemilerin giremeyeceği kadar alüvyonla dolar ve bunun üzerine bakır madenleri kapatılır. 7’nci yüzyıldaki Arap akınları, kentin sonunu hazırlar.
Araştırmalarda, Soli şehrinde tiyatronun sırtını verdiği tepedeki Akropolis’de kral sarayı bulunmuştur.
Kazılarda: ayrıca Helenistik döneme ait altın ve gümüş takılar, MÖ 1’nci yüzyılda yapılmış mermer bir Afrodit heykeli (halen Güney Kıbrıs’ta müzede sergileniyor) ve MÖ 2’nci yüzyıla ait Amazonlar ise savaşı gösteren bir kabartma ele geçirilmiştir.
Günümüzde: Viyana Tarih Müzesinde bulunan ve Fugger Lahiti olarak bilinen lahtin de Soli Akrepolisinden çıkarıldığı ileri sürülmektedir.
Kazılarda: Helenistik döneme ait Agora’ya açılan bir cadde ve Agoradaki mermer, anıtsal çeşmenin kalıntıları da ortaya çıkarılmıştır.
Tatlı su kaynağı, verimli topraklar ve korunaklı liman, ayrıca bakır yatakları ve bakırı işleyebilecek çok sayıda odunun bulunması, bölge için büyük bir avantaj dı.
Günümüzde koruma altına alınıp ziyaretçilere açılan bu yerleşim yeri: tarihin, korunması gereken miraslarından biridir.
SOLİ BAZİLİKASI
Yapının: 4’ncü yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı düşünülmektedir. Kıbrıs adasında inşa edilen ilk kiliselerden birisidir.
Yapının, kendine özgü yanları vardır. 200 metre uzunluğundaki bazilika, üç kapılı bir giriş ve giriş mekanı ile başlıyor. Bunu: dört tarafı sütunlarla çevrili ve çeşmesi olan bir avlu izliyor. Bundan sonra gelen, yine üç kapılı bir giriş ve narteksten sonra, asıl kiliseye giriliyor.
Kilisenin içinde iki sıra halinde dizilmiş, onikişer taştan yontulmuş dev sütunlar vardır.
Günümüzde, bu sütunların sadece altlıkları görülüyor. Nefin sonunda, üçlü apsis vardır. Ortadakindeki sıralar piskopos ve rahiplere ayrılmıştır.
Kilisenin döşemesi tamamen mozaik kaplıymış. Bu mozaiklerin bir kısmı, günümüze dek ulaşmıştır.
Kuzey Kıbrıs’ın en iyi korunmuş mozaik ve mermer zeminine sahiptir. Başlangıçta tümü geometrik desenli olan mozaiklere, zamanla hayvan figürleri de eklenmiştir.
Hayvan figürleri arasında, çevresi bir bitki örtüsü ve dört küçük yunus ile çevrili, kaza benzeyen kuğu figürü dikkat çeker.
Apsisin önündeki mozaikte Yunanca “Ey İsa, bu mozaiği sana adayanları koru” yazısı okunur.
Hıristiyanlık geleneğinde Soli, Saint Mark’ın Saint Auxibus tarafından vaftiz edildiği yer olarak kabul edilmektedir.
Buna göre, 1’nci yüzyılda Soli’ye sığınan Hıristiyan bir Romalı olan Auxibus, sonradan Soli kilisesinin ilk piskoposu olmuştur.
SOLİ TİYATROSU
Soli’deki Roma tiyatrosu, bir tepenin denize bakan yamacına kurulmuştur. 2’nci yüzyıl sonu ve 3’ncü yüzyıl başındaki tarihi süreçte yapıldığı tahmin edilmektedir. Seyircilere ayrılan yarım daire şeklindeki oturma sıralarının olduğu bölüm, kısmen tepenin kayasına oyulmuştur.
Burası: ortadaki orkestra (koro yeri) denilen kısımda, kireç taşı bloklarla yapılmış bir duvarla ayrılıyor.
Oturma yerlerinin taşları ve mermerlerinden sağlam kalanlar, 19’ncu yüzyılda Mısır’da Port Sait rıhtımının yapılmasında kullanılmıştır.
Aslında kapasitesi 4000 kişi olan bu kısım, günümüzde yarı yüksekliğine kadar restore edilmiş durumdadır.
Sahne binası, iki katlı ve mermerle kaplanmış ve heykellerle süslüdür. Günümüzde görülen kısmı, sahne binasının üzerine inşa edildiği platform kısmıdır.
Tiyatronun batısındaki bir tepenin üzerinde, İsis ve Afrodit’e adanmış bir tapınağın izleri görülür.
Soli Tiyatrosunda, her yıl Lefke Avrupa Üniversitesinin mezuniyet törenleri ve yine her yıl düzenlenen Bahar Şenlikleri yapılmaktadır. Bu şenliklerde ünlü sanatçılar konserler verir.
VOUNİ SARAYI
Marion şehrinin, Pers sempatizanı olan kralı Doxandros of Marion tarafından, civardaki Yunan taraftarı yerleşim birimlerinin ve özellikle Soli şehrinin kontrolü için, 5’nci yüzyılda yaptırılmıştır.
Deniz seviyesinden 270 metre yüksekliktedir.
Sarayda 137 oda vardı. Bunlar: idari bölümler, yatak odaları, erzak dolapları, hamam ve çalışma odalarıydı.
MÖ 449 yılında, bölgedeki Pers egemenliği, yerini Yunan egemenliğine bırakınca, saray işlevini yitirdi.
Yani, toplam 70 yıllık bir süreçte ayakta kalabilmişti.
Daha sonra ise MÖ 380 yılında, Soli halkı tarafından yıkılır ve bir daha yenilenmez.
Sarayın su ihtiyacı için kayalara oyulmuş sarnıçlarda biriken yağmur suları kullanılmıştır.
Erzakların depolandığı bazı odaların içlerine, amforaların oturtulduğu çukurlar yapılmıştır.
Hamamlar sıcak hamam türünün en eski örnekleridir.
Yapılan kazılarda, pişmiş topraktan yapılmış ve sarayın ortadan kalktığı yangında siyahlaşmış testi içinde “Vouni Hazinesi” olarak adlandırılan eşyalar bulunmuştur.
Bunlar arasında: altın ve gümüş bilezikler, işlemeli gümüş kupalar, Marion, Kition, Lapithos ve Paphos şehirlerinin damgalarını taşıyan yüzlerce madeni para bulunmuştur.
Sarayın güneyinde ise, MÖ 5’nci yüzyılda yapılmış olan bir “Athena Tapınağı” izleri bulunmuştur.
İki avlusu ve etrafı çevrili kutsal bir alanın bulunduğu tapınakta, içlerine heykellerin oturtulduğu çukurlar da bellidir.
Vouni kalıntılarının bölümleri, giriş, kraliyet odaları, sütunlu avlu, mutfak avlusu, sarnıç, erzak depoları, hamamlar, oturma odaları, işyerleri olarak gezilip görülebilir.
Lefkoşa şehri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin başkentidir. Şehrin batı dillerindeki ismi “Nicosia” dır.
Tarihi süreçte, şehrin ismi “Ledra, Lidra, Kermia” olarak geçmiştir. Kıbrıs’ın en kalabalık şehri ve en büyük kültür, sanayi, ticaret ve ulaşım merkezidir.
TARİHİ
Lefkoşa şehri, geçmişi çok eskilere kadar uzanan bir şehir olarak önem kazanmaktadır. Kuruluşu MÖ.7’nci yüzyıla dayanır. İlk ismi “Litra” dır.
Litra şehri: depremler sonucu yıkılınca, MS.3’ncü yüzyılda Mısır kralı Pithoren’in oğlu Lefkos tarafından, aynı yerde yeniden kurulur.
Ve Lefkos, bu kurduğu yeni şehri, Kıbrıslı sevgilisi “Sie” ya hediye eder. Dolayısı ile şehrin ismi “Lefkosia” ölümsüz bir aşk hikayesini anımsatır.
Bölgede: Roma, Bizans, kısa bir süre Templer Şövalyeleri ve 1192 yılında Luzinyan Krallığı bulunmuştur. 300 yıllık hakimiyeti sürecinde, burası, Lüzinyan krallığının başkenti olmuştur.
Fransız asıllı Lüzinyanlar, buraya “Nicosia” ismini vermişlerdir.
Takip eden süreçte ise: 100 yıllık Venedik hakimiyeti görülür. Osmanlılar: 9 Eylül 1570 tarihinde bölgeyi ele geçirir.
GEZİLECEK YERLER
Lefkoşa şehrinde mutlaka görmenizi önereceğim yerler:
Yeşil Hat, Venedik Şehir Surları, Girne Kapısı, Arap Ahmet Camisi, Dikilitaş-Venedik Sütunu, Selimiye Camisi, Büyük Han, Derviş Paşa Konağı, Bedesten, Mevlevi Tekkesi, Taş Eserler Müzesi, Haydarpaşa Camisi (St Catherine Katedrali)
YEŞİL HAT
Şehrin en büyük özelliği: Berlin duvarının yıkılmasından sonra, dünya üzerinde tek kalan, iki taraflı bir şehir olmasıdır. Şehir “Yeşil Hat” denen bir sınırla ikiye ayrılmış durumdadır. Kuzeyinde Türkler, güneyinde ise Rumlar bulunur ve ara bölge “Birleşmiş Milletler Gücü” kontrolü altındadır.
Yeşil Hat: Lefkoşa şehrinin merkezinden geçer. Yeşil hat isminin verilmesinin sebebi: 26 Aralık 1963 tarihinde, Lefkoşa şehrinde Türk ve Rum kesiminin sınırları, o dönemdeki Birleşmiş Milletler Komutanı olan General Peteryan tarafından çizilir, harita üzerinde sınırları çizerken yeşil kalem kullandığı için, sınıra da “Yeşil Hat” ismi verilmiştir.
O günden bu yana, sınır yeşil hat olarak anılıyor. Yeşil hat boyunca 7 tane sınır kapısı vardır. Güney ve Kuzey Kıbrıs arasındaki geçişleri sağlayan bu kapılar, 2003 yılında açılmıştır.
Gerek Kıbrıslı Türkler ve gerekse Kıbrıslı Rumlar, kimlik kartı veya pasaport ibraz etmek suretiyle, turistik olarak birbirlerinin bölgelerini ziyaret edebilirler.
Yine Avrupa Birliği üyesi ülkelerden gelenler, hangi hava limanını kullanırlarsa kullansınlar, serbestçe güneye ve kuzeye geçebilirler.
Ancak: Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerden gelenler, Ercan havaalanı Rumlar tarafından yasadışı ilan edildiğinden, güneye geçemezler. Yani: TC vatandaşları, güneye gitmek için yeşil hat üzerinde bulunan kapıları kullanamazlar.
Ancak vize almak suretiyle, Yunanistan veya başka bir ülke üzerinden Güney Kıbrıs’a gidebilirler. Ancak o zaman da kuzeye geçemezler, çünkü aynı şekilde güneydeki limanlar ve hava alanları, KKTC tarafından yasadışı kabul edilmektedir.
Evet, yeşil hat ile ilgili bilgi vermeye devam edelim: Araç geçişleri “Metehan” sınır kapısından yapılmaktadır. Lefkoşa şehrindeki yaya geçişleri ise “Lokmacı” ve “Ledra Palas” kapılarından yapılır. Lokmacı sınır kapısı: Lefkoşa şehrinin tam merkezindedir ve 2008 yılında açılmıştır.
Yeşil hatta, sınır kapılarının bulunduğu bölgenin dışındaki koruluk alanda: 1963 ve 1974 tarihlerinde çok şiddetli çatışmalar olmuştur.
Evet: Yeşil Hattın en sıcak yeri “Yiğitler Burcu” olarak da bilinen parkın ayırdığı bölümdür. Bu parkın bulunduğu yerden, şehrin Rum kesimindeki yaşamı izlemek ve görmek mümkündür.
VENEDİK ŞEHİR SURLARI
Şehri koruma amaçlı, mimar Giulio Savorgnano tarafından yapılan surlar: 1547-1567 yılları arasındaki 20 yıllık süreçte tamamlanmıştır.
Askeri mimarinin en mükemmel örneklerinden olan bu surların uzunluğu 4.5 km dir. Üstlerinde 11 burç ve 3 kapı vardır.
Bu kapılar: Güneyde kalan Magosa kapısı, Baf kapısı ve Kuzeyde kalan Girne kapısıdır. Bu kapılardan sadece: Girne kapısı günümüze ulaşmıştır. Şehrin kuzey bölümünde bulunan tarihi şehir surları ise, iyi durumdadır.
Surlar: daire şeklindedir. Silahtar burcu üzerinde, günümüzde Cumhurbaşkanlığı Sarayı vardır. Ancak bu küçük ve mütevazi yapı, saraydan ziyade bir köşk olarak da betimlenebilir.
Zaten yine çok mütevazi bir kişi olan Sayın Cumhurbaşkanı, zaman zaman yaya olarak buraya girip çıkarken görülmektedir.
KKTC Eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü Dairesi: bu surların ve burçların bakım ve restorasyonunu yaptırmıştır.
Son bir not: Venedikliler, Osmanlılardan korunmak için bu surları 20 yılda yaparlar ama Osmanlılar, sadece 3 yıllık bir süre sonunda, 1570 yılında, Lala Mustafa Paşa komutasındaki ordular ile burayı ele geçirirler.
GİRNE KAPISI
Venedikliler döneminde, Lefkoşa şehrini savunabilmek için yapılan savunma duvarları üzerindeki üç kapıdan, kuzeyde olanıdır. Şehrin en önemli giriş-çıkış kapısı olarak kullanılmıştır.
Ünlü Venedikli mimar Proveditore Francesco Barbaro’nun adına atfen “Del Proveditore Kapısı” olarak da bilinir.
Osmanlılar tarafından, 1821 tarihinde onarılan kapının üzerine, kubbeli bir oda eklenir. Bu odada: 18’nci yüzyılda bir bekçi bulunur.
Bekçi: sur duvarları arasındaki tek geçiş yeri olan bu kapıyı: sabah namazında açar, akşam namazında kapatırmış.
Yani, bekçiden izinsiz hiç kimse şehre girip çıkamazmış. Son bekçi “Horoz Ali” 1941 yılında öldüğünde 125 yaşındaymış.
Şu anda hayatta olan iki torunu ise, 107 ve 105 yaşında imiş.(1931 yılında, İngilizler kapının her iki yanındaki sur duvarlarını yıkmışlardır.)
Kapı üzerindeki kitabede “Kuran-ı Kerim” den ayetler yazılıdır. Kapının kuzeye bakan tarafına, 1820 yılında, Sultan II. Mahmut’un tuğrası yerleştirilmiştir.
İngilizler tarafından, Napolyon’a karşı Akka’yı savunmak üzere kullanılan ve daha sonra kapının önüne yerleştirilen toplar: daha sonra Türklerin eline geçmiştir.
Halen burası “Turistik Enformasyon Ofisi” olarak kullanılmaktadır.
Okaliptüs ağacı
Girne kapısının hemen yakınında, yol üstünde, büyükçe iki ağaç görülmektedir. Bunlar: Okaliptüs ağaçlarıdır. Okaliptüs ağacının anavatanı Avustralya’dır.
Çok su çekmesiyle bilinir. İngilizler, buradaki bataklıkları kurutmak ve sivrisinekten kurtulmak için, bu ağaçları dikmişler, bataklıklar kurutulmuş, sivrisinek bitmiştir, ancak beraberinde, bölgede susuzluk başlamıştır.
Atütürk Heykeli
Girne kapısının hemen arkasındaki meydanda bulunan Atatürk heykeli: 26 Ekim 1963 tarihinde dikilmiştir. Ancak: 1963 saldırılarında, EOKA’cıların en büyük hedefi olmuştur.
EOKA’cılar 21 Aralık 1963 tarihindeki saldırılarında, Atatürk heykelini kurşunlamışlar ve ardından, yine hemen meydanın yanında bulunan liseden çıkan öğrencileri de kurşunlamışlar ve birçok şehit verilmiştir. (Atatürk heykeli üzerinde günümüzde kurşun izleri yok, bu izler daha sonra kapattırılmıştır.)
İNÖNÜ MEYDANI
Girne kapısından yürümeye devam ettiğinizde, İnönü meydanına ulaşılır. Meydanın ismi “İnönü Meydanı” olmasına rağmen, meydanda görülen heykel, Kıbrıs’ın özgürlük savaşı lideri Dr Fazıl Küçük’e aittir.
Kendisi: 1906 yılında Lefkoşa şehrinde doğar, ilk öğrenimi Kıbrıs’ta tamamladıktan sonra, Orta ve Lise öğrenimini, İstanbul’da yapar. Ardından: Tıp öğrenimi için İsviçre’ye gider.
Çünkü: İngilizler, Türkiye’den alınan tıp diplomalarını kabul etmezler. 1942 yılında, Kıbrıs’a doktor olarak döner ve İngilizlere karşı, antiemperyalist bir kurtuluş savaşı başlatır. Bir de matbaa kurar ve “Halkın Sesi” gazetesini çıkarır.
Doktorluk yaparken, Cuma günleri yoksul vatandaşları ücretsiz muayene eder. Adanın her tarafını gezerek, halkla ve köylülerle devamlı haşır neşir olur ve onları örgütler.
Sonuç olarak: gerek İngilizlere karşı ve gerekse EOKA’cılara karşı verilen şanlı mücadelenin ilk bayrağını çeken kişi olarak öne çıkmaktadır.
ATATÜRK MEYDANI
İnönü meydanından sonra Atatürk meydanına gelinir.
1942 yılında, Türk-Rum Ortak Belediye Meclisi tarafından alınan kararla, buraya Atatürk Meydanı ismi verilmiştir. Ancak: yerel halk, buraya “Sarayönü” meydanı da demektedir. Çünkü: meydanın karşısında, günümüzde Adliye Binasının bulunduğu yerde: Kıbrıs adasını üç asır yöneten Lüzinyanların kraliyet sarayı vardı.
Bu saray, 1906 yılında İngilizler tarafından yıkıldı ve aynı taşlar kullanılarak, yerine koloniyal tarz denilen ve İngiliz kolonilerinde bulunan mimari tarzda, bu bina yapıldı.
Sütunun hemen karşısında: Adliye binasının doğuya bakan yönünde bir Osmanlı çeşmesi görülüyor. Bu çeşme: 1814 yılında Osmanlı Evkaf Murasası Mehmet Emin tarafından yaptırılmıştır.
Eskiden Lefkoşa’nın her tarafında buna benzer çeşmeler vardı. Çünkü: evlerde çeşme yoktu ve insanlar su ihtiyaçlarını bu çeşmelerden karşılıyorlardı.
Yine bu meydanda: Kraliçe Elizabeth’in 1953 yılında, tahta çıkması nedeniyle inşa edilen bir platform bulunuyor.
Üzerinde İngiltere arması bulunan bu platformda: İngiliz valisi, Kraliçenin tahta çıktığını ilan etmiştir.
Venedik Sütunu
Meydanın tam ortasında görülen sütun: Venedikliler tarafından Salamis antik kentindeki bir mabetten getirilerek 1550 yılında buraya dikilmiştir.
Sütun 6 metre yükseklikte, kurşuni renkte ve granittendir. Üzerinde: Venediklilere ait özel işaretler vardır. (6 İtalyan ailesinin armaları görülüyor)
Üstünde ise, gücü ve kudreti sembolize eden “St Mark aslanı” heykelciği vardı.
Osmanlı idaresi, sütunu buradan kaldırarak Sarayönü camisinin avlusuna koyar. 1915 yılında ise, İngilizler, bu sütunu günümüzdeki yerine yerleştirirler.
Ancak, yine İngiliz döneminde, sütunun üstündeki aslan heykelciği bir gece ansızın kayboldu, nereye gittiği bilinmiyor ve onun yerine, İngilizler, yine buraya, güneşi temsil eden bakır küreyi yerleştirdiler.
Çünkü, İngiliz imparatorluğu o dönemde güneşin üzerinde batmadığı bir imparatorluk olarak biliniyordu.
SELİMİYE CAMİSİ-ST SOPHİA KATEDRALİ
Kıbrıs adasındaki en büyük ve en görkemli ibadethanedir. Yapı: mimari stil olarak “Gotik” tarzı yansıtır. Burada: ilk olarak, Bizans döneminde yapılan ve “Hagia Sophia” (Aya Sofya) ismi verilen bir kilise bulunduğu söyleniyor.
Daha sonra ise, günümüzde görülen yapı: bir katedral olarak: lüzinyan döneminde, Latin Başpiskoposu Eutorge de Montaigu tarafından: 1208-1326 yılları arasında yaptırılmış ve ibadete açılmıştır. Lüzinyan kralları: Kıbrıs krallık tacını, burada törenle giyiyorlardı.
Yapı: 1373 yılında Cenevizliler ve 1426 yılında Memlüklüler tarafından yağmalanmıştır. Ayrıca, birkaç deprem de yapıya zarar vermiştir. Özellikle 1491 yılındaki depremde: Katedralin doğu bölümü yıkılmış ve Venedikliler tarafından onarılmıştır.
Bu sırada: eski bir Lüzinyan kralının (Kral II. Hugh) mezarı ortaya çıkmıştır. Mezarda bozulmamış olarak bulunan cesedin başında altın bir taç, üzerinde de altından eşya ve belgeler bulunmuştur.
Osmanlılar, 1570 yılında adayı fetih edince, yapı, iki minare eklenmek suretiyle camiye dönüştürülmüştür ve caminin ismi, Kıbrıs’ı fetih eden padişahının anısına Selimiye camisi olarak düzenlenmiştir.
Yapıya gittiğinizde: anıtsal bir kapı ile karşılaşıyorsunuz. Kapının üzerindeki taş oyma pencereler: eşsiz bir gotik sanatı örneğidir. Girişin iki yanındaki bitirilmemiş olan çan kulelerinin üzerine, Osmanlılar tarafından cami minareleri oturtulmuştur.
Yapının içi: üç koridor ve altı yan bölümden oluşur. İçinde: küçük ibadethaneler bulunur. Bunlardan: kuzeydeki St Nicholas’a (Noel Baba), güneydeki Meryem Ana ve St Thomas Aquinas’a adanmıştır.
Caminin kadınlar bölümü olarak bilinen kısmı: eskiden hazine dairesi olarak kullanılıyormuş. Buranın içinde: birçok Lüzinyan soylusu ve kralı gömülüdür. Bunların mermer mezar taşları, hala döşeme kaplamasının bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu taşlar: hasır ve kilim altında kaldıkları ve cami içinde ayakkabı giyilmediğinden: üzerlerindeki yazı ve resimler bozulmadan günümüze ulaşmıştır.
TAŞ ESERLER MÜZESİ
Selimiye camisinin doğusundadır. “Lapidary Müzesi” olarak da isimlendirilir. 15’nci yüzyılda inşa edilmiş yapı, Venedik tarzını yansıtır.
Müzede: Ortaçağlardan günümüze kadar olan döneme ait birçok taş eser (armalar, mermer eserler, lahit ve sütunlar) sergilenmektedir.
Giriş kapısının karşısındaki görkemli taş işlemeli pencere eskiden Sarayönü meydanında olup, İngiliz döneminde yıktırılan Lüzinyan Sarayından buraya getirilmiştir.
En göze çarpan eserler: Dampierre ailesine ait lahit ve 13’ncü yüzyılda Kıbrıs Mareşali olan Adam of Antioch’a ait mezar taşıdır. Ayrıca: mermerden bir St. Mark aslanı da, avluda bulunan eserler arasındadır.
BEDESTEN
Bina: 12’nci yüzyılda bir Bizans kilisesi olarak yapılmıştır. Adı ise “St Nicholas” olarak geçmektedir. Daha sonraki dönemde ise, yapı Lüzinyanlar tarafından yapılan bazı Gotik eklemelerle genişletilmiştir. Bina: Venedik dönemindeki yeni değişikliklerden sonra Yunan Ortodoks Metropolisine tahsis edilmiştir.
Osmanlı döneminde ise, daha çok tekstil ürünlerinin satıldığı çarşı ve depo işlevi görmüştür. Günümüzde, bina farklı mimari tarzlarla, hibrit bir dokuya sahiptir. Kuzey kapısı üzerindeki taş işçiliği: St Sophia katedralinin kapısındakine benzemektedir.
ARAP AHMET CAMİSİ
Lefkoşa şehrindeki Türk yapısı camiler içinde, en dikkat çekenidir. 1845 yılında inşa edilen cami, diğer birçok cami gibi, eski bir Latin kilisesinin yerine yapılmıştır.
Caminin döşemesini oluşturan mermerler arasında Lüzinyan ve Venedik döneminden kalma, 25 kadar yazılı ve resimli mezar taşı vardır.
Cami: Kıbrıs’ın fethinde, Türk ordusunun komutanlarından olan Arap Ahmet Paşa adını taşımaktadır. Klasik Türk cami mimarisinin güzel bir örneğidir. Kemerli bir sundurması ve altı metre çapında bir kubbesi vardır.
İçinde: eski Türk mezarları olan bahçesi, günümüze dek korunabilmiştir. Camideki mezarlar arasında, 1832 yılında Lefkoşa’da doğmuş olan ve Osmanlı devleti hizmetinde, dört kez Sadrazamlığa kadar yükselmiş olan Kamil Paşa’nın da mezarı bulunur.
Kamil Paşa: 1913 yılında Lefkoşa’da ölmüş ve caminin avlusuna gömülmüştür. 1926-1931 yılları arasında Kıbrıs Valisi olan Sir Ronald Storrs: 1927 yılında Kamil Paşa’nın mezarını yaptırmış ve üzerine Türkçe ve İngilizce bir kitabe koydurmuştur. Şadırvanı: selvileri ve eski mezarlarıyla, Lefkoşa şehrinin özel bir köşesidir
DERVİŞ PAŞA KONAĞI
Konak: Lefkoşa surları içinde, tarihi çevre dokusunu en yoğun biçimde koruyan Arap Ahmet mahallesindedir. 19’ncu yüzyılda inşa edilen yapı, Kıbrıs adasında yayınlanan ilk Türkçe gazete olan “Zaman”ı çıkaran Derviş Paşa’ya aittir.
Esas giriş kapısı üzerinde: 1807 tarihi yazılıdır. İki katlı yapıda, alt kat taştan, üst kat ise kerpiçten yapılmıştır.
Geniş bir iç avlusu vardır. Alt kat odaları, iç bahçeyi çevreleyen revaklı galerilere açılır. Üst kata: avlunun ortasındaki bir ahşap merdivenle çıkılır.
Kapalı odalar sofaya açılır. 1978-1988 yılları arasındaki on yıllık restorasyon çalışmaları sonucunda: konağın kütüphanesi kültür merkezi ve Eski Eserler Müzesi olarak düzenlenmiştir.
Bir bölümü: baş oda, gelin odası, yatak odası, yemek odası ve tezgah odası olarak düzenlenmiştir. Bir bölümünde de, günlük yaşantıda kullanılan eşyalar sergileniyor.
MEVLEVİ TEKKESİ
Tekke: Girne kapısının 100 metre kadar güneyindedir.
Fetihten sonra adaya gelen Türklerin çoğunluğu Konyalı olduğundan, Mevlana’nın hayat tarzını bu yörede de kabul ettirmek istemişler ve bu tekkeyi kurmuşlardır.
Yani, Mevleviliğin Osmanlı idaresiyle birlikte Kıbrıs’a geldiği tahmin edilmektedir.
Zamanla ölen Mevlevi ileri gelenleri, arka odalara gömülerek, burası bir türbe haline getirilmiştir.
17’nci yüzyılda yapılış bu yapı: dünya üzerinde, en iyi korunmuş olan “Mevlevi Tekke” lerinden birisidir. Zaman içinde iyi korunmuş ve çeşitli restorasyonlara tabi tutulmuştur.
Günümüzde: Mevlevi Müzesi olarak kullanılıyor. Mezar bölümünde, Mevlevi ileri gelenlerine ait 16 mezar bulunmaktadır.
HAYDARPAŞA CAMİSİ (ST CATHARİNE KİLİSESİ)
St Sophia’dan sonra: en dikkat çeken Lüzinyan yapısı: St Catharine kilisesidir. 14’ncü yüzyılda inşa edilmiştir.
Osmanlıların adaya hakim olmasının ardından, camiye dönüştürülmüştür.
Tarihçi Sir Harry Luke tarafından: Kıbrıs adasının en zarif ve mükemmel, gotik binası olarak tanımlanmıştır.
Yapının, yukarı doğru daralan ayakları arasına: uzun ve dar, gotik pencereler yerleştirilmiştir. Pencerelerin üst kısımları: alçıdan geometrik desenlerle süslüdür.
Yapıda üç giriş vardır. Gotik stilde yapılmış olan güney kapısının ince taş işçiliği ve kapı üzerinde Lüzinyan armalarının kabartmaları dikkat çeker.
Batı kapısı daha büyük olup, aynı mimariye sahiptir. Kuzey girişi daha sadedir. Burası dirsekler üzerinde, elinde balık tutan çıplak bir kadın figürü ve ejderha türü kabartmalarla süslüdür.
Yapının içinde: bir koro yeri, törenlere ait eşyaların saklandığı bir oda, hazine ve küçük bir vaftiz havuzu bulunmaktadır.
BÜYÜK HAN-BANDABULYA
Tarihi ve mimari değerler bakımından, sadece Lefkoşa şehrinde değil, Adadaki en önemli Osmanlı dönemi eseridir. Belediye pazarı olarak kullanılan bu yapı, yerel halk tarafından “Bandabulya” olarak isimlendirilmektedir.
Burası: Kıbrıs’ın ilk Osmanlı valisi Muzaffer Paşa tarafından, 1572-1579 yılları arasında yaptırılmıştır. Yapının ilk ismi “Alaiyeliler Hanı” dır.
Yani “Alanyalılar Hanı” dır. Alanyalı tüccarlar, gelip burada konaklıyorlar ve mallarını sattıktan sonra geri dönüyorlardı.
Mimari yapısı: o dönemde, Anadolu’da inşa edilen hanlarla benzerlik gösterir. Bursa’daki Koza han örnek alınarak, kare planlı, iki katlı olarak, tamamen taştan yapılmıştır. İçinde: 68 oda ve 10 dükkan bulunur.
Alt kattaki odalar daha çok depo olarak kullanılırken, üst kattaki odalar ise yatma ve dinlenme yeri olarak kullanılıyordu. Yukarıdaki odaların hepsinde ısıtma için şömine vardı.
Ortada ise, bir şadırvan ve mescit bulunmaktadır. Anadolu’da, bu tür hanların bir giriş kapısı olmasına rağmen, burada farklı olarak iki giriş vardır.
20’nci yüzyılın başında, İngilizler, burayı hapishane olarak kullanmışlardır. 1963 olaylarının başladığında ise, yeşil hat boyundaki Kıbrıslı Türkler, daha güvenli olduğu için buraya getirilip iskan edildiler.
2001 yılında Birleşmiş Milletler kalkınma programından ve Avrupa Birliğinden finansal destek alınarak burası restore edilmiş ve turizme açılmıştır.
Günümüzde: burası: gerek güneye ve gerekse kuzeye Kıbrıs’a gelen tüm turistlerin uğrak yeridir. Çünkü burada birçok hediyelik eşya satan yer ve Kıbrıs’a özgü börek çeşitlerini yiyebileceğiniz restoran bulunuyor. Ayrıca, yine burada Kıbrıs’a özgü “Lefkara” ve “Koza” işleri bulup satın alabilirsiniz. Hatta, zaman zaman iç bahçede, müzikli akşam yemekleri düzenleniyor.
BARBARLIK MÜZESİ
Müze, Kumsal mahallesinde, 2 Şehit Mürrüvet İlhan Sokak’tadır.
Kumsal mahallesi, eskiden beri Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bir mahalle olarak bilinmektedir ve bu yüzden, 1963 yılındaki EOKA’cıların saldırılarının ilk hedefi olmuştur.
Mahalledeki bu ev, tek katlı, bahçeli ve tam köşede şirin bir evdir.
21 Aralık 1963 tarihinde; Kanlı Noel olarak isimlendirilen olaylarda: Rumların Türklere karşı adanan her tarafında başlattıkları saldırılarda çok sayıda savunmasız insan, kadın ve çocuk vahşice katledilmiştir.
Hıristiyan inancında Noel: Hz. İsa’nın doğumunun kutlanması olmasına rağmen, Rumlar, liderleri Papaz Makarios önderliğinde, bu kutsal günlerinde, insanlık dışı davranışlarda bulunarak masum insanların kanlarını dökmüşlerdir.
Bu katliamların en dehşet verici olanı, 24 Aralık 1963 gecesi Kumsal Mahallesi 2. Mürrüvet İlhan Sokak’taki evde yaşandı.
Bu evde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı doktoru Elazığlı Binbaşı Dr. Nihat İlhan’ın ailesi ikamet etmekteydi. O gece Dr.Nihat İlhan görevde olduğundan, evde bayan Mürrüvet İlhan, çocukları Murat, Kudsi ve Hakan, ev sahibi Hasan Yusuf Gudum, eşi Feride Hasan Gudum, mahalle sakinlerinden Moralı Ayşe Cankan, kızı Işıl Cankan ve Növber İbrahimoğlu vardı.
Gece olunca, evin, Kanlı Dere yönünden kurşun yağmuruna tutulmasıyla birlikte, Bayan İlhan ve 3 çocuğu, banyonun küvetine, diğerleri küvetin çevresine ve Feride Hasan Gudum ise banyonun yanındaki tuvalete sığınmak zorunda kalmışlardı.
Evi kurşun yağmuruna tutan caniler, bir süre sonra sokak kapısını kırarak eve girmiş ve banyo odasını makineli tüfekleriyle tarayarak banyonun küvetine sığınan bayan M. İlhan’ı, üç çocuğu ile birlikte orada acımasızca katlederek şehit etmişlerdi.
Banyo adasına sığınan Işıl Cankan, Ayşe Cankan, Növber İbrahimoğlu ve Hasan Yusuf Gudum ağır yaralanmıştı.
Tuvalet odasına sığınan Feride hanım ise, kapının makineli tüfeklerle taranması sonucu başından vurulup orada şehit edilmişti.
Bu olayla ilgili olarak “Le Figaro” gazetesi muhabirlerinden Max Clos’un dünya kamuoyuna duyurduğu haberde “Lefkoşa’nın Kumsal semtinde, 2. İrfan Bey Sokağındaki bir evin banyosunda babaları bir Türk subayı olduğu için öldürülen bir anne ve üç küçük çocuğunu gördüm” diye yazmıştır.
“Daily Express” gazetesi yazarlarından Rene Maccoll ise bu haberi dünya kamuoyuna “Banyoda, balmumundan yapılmış görünen üç çocuk, öldürülmüş annelerinin cesedi üstünde yığılmış durumda duruyordu.
Banyoya yakın bir odada, başından vuruşmuş başka bir kadın görünüyordu” şeklinde duyurmuştur.
İçinde bulunduğunuz bu bina, 24 Aralık 1963 tarihinin gecesi işte böylesi tüyler ürpertici bir barbarlık olayına sahne olmuştur. Bu olay, Kıbrıs tarihinde kara bir lekedir. Bir dönüm noktasıdır.
Yüzyıllar boyunca barış içinde, bir arada yaşayan iki halk, bu olay sonrasında birbirinin yakasına yapışır ve adanın her tarafında şiddetli çatışmalar olur.
Müzenin kapısından girdiğinizde, sağ tarafta, kırmızı boya ile tavandan aşağıya kadar, insanın üzerine akan kan motifi görülüyor. Burada “Aralık 1963” yazılıdır.
1.Oda
Müzenin girişinde, 1963-1964 yıllarındaki olaylarla ilgili olarak yabancı basında yayınlanan yazılar sergilenmektedir.
2.Oda
Bu odada, şehit olan soydaşların siyah-beyaz fotoğrafları ve iki toplum arasındaki çatışmalar sırasında yara alan insanlar ile zarar gören kültürel varlıkların yansıtıldığı resimler sergilenmektedir.
1963 yılındaki saldırılarda: Muratağa, Sandallar, Atlılar ve daha birçok bölgede, soykırım yapılmış ve 103 Türk köyü, yerle-bir edilmiştir. Her kare fotoğrafta, yarı bir öykü vardır. Bu öykülerin ortak adresi ise “Kıbrıs Türk’ünü yok etmek” ve adayı tamamen ele geçirerek “Yunanistan’a ilhak etmek” tir.
3.Oda
Bu mekanda Mürüvvet İlhan ile çocuklarına ait eşyalar ve 1963-1964 yıllarındaki olayların anlatıldığı yabancı basında yayınlanan yazılar sergilenmektedir.
4.Oda
Bu odada, şehit olan soydaşlar ve toplu katliamların yansıtıldığı fotoğraflar ve vahşetin simgelendiği bir resim sergilenmektedir.
5.Oda-Banyo ve Tuvalet
Banyoda 24 Aralık 1963 gecesi Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Doktoru Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet İlhan ile çocukları Murat, Kudsi, Hakan ve tuvalette ise ev sahibesi Feride Hasan Gudum şehit edilmiştir. Günümüze kadar ulaşan banyo ve tuvaletteki izler aynen korunmuştur.
6.Oda
Bu odada 1963-1964 olaylarında tahrip edilen Türk köylerinin fotoğrafları ve acı dolu uzun yıllardan sonra insanların geleceğe yönelik umutlarının simgelendiği resim sergilenmektedir.
7.Oda
Bu odada, evlerinden göç etmek zorunda kalan soydaşların zor şartlar altındaki yaşam mücadelesini yansıtan fotoğraflarla, bu evde şehit olan ve yaralanan kişilerin resimleri, 1963-1968 şehitlerinin listesi ve Cumhurbaşkanı Sayın Rauf R. Denktaş’ın konu ile ilgili yazılı görüşleri sergilenmektedir.
Müzenin bahçesi
Müzenin bahçesinde: aynı yıl yaşanan Kumsal Katliamında şehit edilen 11 Kıbrıslı Türk anısına yaptırılan anıt bulunuyor. Anıt üzerinde, şehitlerin fotoğrafları bulunuyor.
Müzenin tarihçesi
İnsanlık dışı bir katliama sahne olan evin müzeye dönüştürülmesi, ilk kez 1965 yılında ele alınmış ve burası Türk Cemaat Meclisi Sosyal İşler Dairesi tarafından kiralanarak 1 Ocak 1966 tarihinde “Barbarlık Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır.
Bu müze, 1974 Barış Harekatından hemen sonra kurulan Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü tarafından 1975 yılında tamir edilip yeniden düzenlenmiştir.
Müzenin kamulaştırılması 1980 yılında Bakanlar Kurulunun kararıyla gerçekleşirken, bu evde yaralanan ev sahibesi Hasan Yusuf Gudun’un da evin mutfağı ile bir odasını ölene kadar kullanmasına olanak yaratılmıştır.
Müze binası ile iç sergileme: zaman içinde yıprandığından, gerek bina ve gerekse sergileme alanı elden geçirilerek 14.02.2000 tarihinde resmi törenle yeniden ziyarete açılmıştır.
Çok büyük acılar çeken Dr Nihat İlhan: 92 yaşında, 24 Kasım 2016 tarihinde, Öğretmenler gününde, Ankara’da vefat etmiştir. 2007 yılında, burayı son olarak ziyaret etmiştir. Ankara Gaziosmanpaşa’da bulunan evinin bahçesinde ölen her çocuğu için bir tane olmak üzere 3 palmiye ağacı dikmiştir.
HALA SULTAN CAMİİ
Lefkoşa şehrinin Türk tarafında, en büyük camidir. Bitmek üzere, kısa bir süre sonra açılışı yapılacaktır. Bahçesiyle birlikte 7500 kişi kapasitelidir. “Hala Sultan Camisi” ile aynı ismi taşıyan cami, Güney Kıbrıs bölümünde Larnaka şehrindedir.
Peygamberimizin halası Ümmü Sultan’ın şehit olduğu yer olan türbesinin bulunduğu yerdeki cami, güneyde kaldığı için burada yapılan camiye de aynı isim verilmiştir.
BEŞ PARMAK DAĞLARI ÜZERİNDE BULUNAN BAYRAK
Beşparmak dağlarının eteklerinde, dünyanın en büyük bayrağı görülmektedir. Bu bayrak: 450 metre uzunlukta ve 225 metre genişliktedir. Geceleyin ışıklandırılır. Bayrak, görüntüsü dönüşümlü olarak hem KKTC bayrağı, hem de TC bayrağına dönüşmektedir. Özellikle: gece saatlerinde, uçakla buraya gelirken, üstten muhteşem güzel görülmektedir.
BOĞAZ ŞEHİTLİĞİ
Girne-Lefkoşa yolu üzerindedir.
Burada: şehitlere layık, anıtsal yapıda: 1974 yılındaki Barış Harekatında şehit olan Subay, Astsubay, Erbaş ve Erler ile mücahitlerin bir kısmı yatmaktadır. 326 mezar ve bazı heykeller görülüyor. Heykeller: büyük bir Mehmetçik, dört aslan, dört kompozisyon içeren heykel ve beş rölyef şeklindedir ve Prof Doktor Tankut Öktem tarafından yapılmıştır.
Ülkemizden, Kıbrıs adasının kuzeyinde, KKTC topraklarına giden insanlarımızın büyük bölümü tatil yapmanın yanında, burada bulunan otellerin Casinolar’ında oyun oynamaya gitmektedirler.
Aslında: KKTC topraklarında bulunan birçok lüks otelin hepsinde Casino bölümleri bulunmaktadır ve bunlara sadece Türk konuklar değil, aynı zamanda, Yeşil hat yani sınırdan rahatlıkla geçip buraya gelen Rumlar ve diğer bazı ülke vatandaşları da gelmektedirler.
Yani, adanın güney bölümünde bulunan Rumlar, sınır olarak kabul edilen Yeşil Hat boyundaki kapılardan rahatlıkla girebilmekte ve kuzeye yani KKTC topraklarına girmektedirler ama bunların giriş amacı, sadece otellerin Casinolarında kumar oynamaktır.
Ama söylediğim gibi, bu Casinolara ülkemizden de giden birçok ziyaretçi var. Hatta ve hatta: KKTC topraklarında bulunan birçok üniversitede okuyan öğrenciler ve adadaki askeri personel bile, bir zamanlar bu Casinoların daimi müşterisi iken, bir süre sonra önce askeri personel ve ardından öğrencilerin bu Casinolara girişi yasaklanmış, ancak elbette bu yasakların ne kadar uygulandığı veya kontrol edildiği meçhul.
Evet, otellerin Casinoları: yurt dışında birçok örnekleri bulunanlar gibi: ışıltılı bir ortam, güzel kızlar, görevliler, sürekli ücretsiz içki ikramı ve yine ücretsiz yemek ikramları ile tanınıyor.
(Son gittiğimde 2023 yılında Casinoların ikramlarının oldukça kısıtlı olduğunu gördüm, çünkü Kıbrıs’ı ziyaret edenlerin bir kısmı, sırf ikramlar yüzünden bu gazinolara gidiyorlardı ve az miktarda oyun oynayıp çıkıyorlardı, ancak ikramlar, özellikle içki ikramları oldukça azalmış, geneldeki tasarruf tedbirlerine gazinolar da uymuş, yemek ikramları bile oldukça kısıtlı olmuş. Yani, sonuç olarak ikramlar için burayı tercih edenlerin gitmelerini önermem.)
Tabii kumar aletleri ve özellikle bir zamanlar kollu ve jetonlu olarak tabir edilen ancak günümüzde ne kollu ne de jetonlu özellikleri kalmayan makineler vardır.
Para: girişte verilen karta veya doğrudan makineye yükleniyor, puan kredisi alınıyor ve istediğiniz oranlarda (en düşük önceki yıllarda 0.40 TL iken, bu yıl en düşük rakımın 4 TL olduğunu gördüm) oynanabiliyor.
Yani: küçük bir meblağ ile, zevk için oynayayım derseniz, eğer çok çok aşırı şansınız yoksa, paranız kısa sürede bitecektir.
Makinalar yanında: elbette canlı oyunlar da var. Sonuç olarak: Otellerin Casino bölümleri: ışıltılı ve hayallere hitap eden, ancak kazanma hayallerine hitap eden ve buraya giren binlerce kişiden sadece çok küçük bir bölümünün kazandığı, büyük bölümünün kaybettiği yerler olarak öne çıkıyor.
Casino girişindeki kurallar: önce kılık-kıyafet, ama bunu derken takım elbiseli istemiyorlar, sadece terlik ve atlet kabul etmiyorlar, ayrıca yaş zorunluluğu var, 25 yaş ve üstü olmak gerekiyor.
Kapıda: girmeden önce kısa bir kayıt ve kart çıkarttırma faslından sonra içeriye giriliyor. Ancak bir konuda bilgi vermek gerekirse, sadece içki içmek veya sadece yemek için içeriye girmeyi düşünenler varsa, bu konuda dikkatli olmalarını öneririm, çünkü Casinolar tamamen kameralarla dolu, bu tür kişiler tespit edildiğinde, belli bir ücret alınıp (120 TL. olduğunu duydum) kişi dışarıya çıkarılıyormuş.
Bir gerçek de şu ki “ben dışarı çıkarılan kişi görmedim” çünkü buraya gelen yemek yemek için gelse bile bir miktar para kaybetmeyi düşünerek oyun oynuyor, içki derseniz, ikram edilen içkilerin çok çok az olduğunu ve garsonların yanınıza pek sık uğramadıklarını unutmamak gerekir.
Ayrıca, yemek durumları da karışık, bazı otellerin yemek ikramları çok çeşitli iken bazı otellerin yemek çeşitleri çok az, sadece çorba ikram eden oteller var, ayrıca yemek yerlerinin açılma zamanlarının kısıtlı olduğunu unutmamak gerek, birçok otelin yemek yeri saat: 19.00-21.00 arasında açık, kapanıp saat: 01.00 de tekrar açılıyor.
Yani, burada önemli olan: sizin tercihiniz bir tercih “para kazandıran makineleri ama hizmet ve ikram az”, ikinci tercih “hizmet ve ikram çok, para kazandıran makineler az” evet buna göre otel seçmeniz gerek.
Evet: işte böyle şansını denemek adı altında buraya giden birçok kişinin kaybettiğini unutmayalım. Buradaki kişisel şans oranının çok düşük olduğunu unutmayalım. Yine de, denemek isteyenler için iyi şanslar dilemekten başka çere yok. Unutmayın kumar kazandırmaz, sadece hayal ettirir.
Bence uzak durun. Ama bu satırları okuyanların: Milli Piyango, haftanın 7 gününe yayılan At yarışları, sayısal loto, spor toto, süper loto, her gün 2 milyon kere oynanan iddia ve benzerleri nedir, nedendir dediklerini duyar gibiyim.