Birkaç yıl önce gittiğim, Ankara yakınlarındaki bu doğa cenneti yere yine gitmeye karar verdim ve arabama atlayıp, uzun da olsa kesinlikle sonucunda değeceğini düşündüğüm bir yolculuğa çıktım. Çünkü: burası, dört mevsim farklı güzellikleri barındırıyor.
Her iki tarafı: yamaçlarla çevrili, çevresi çam ve dağ kavak ağaçları ile kaplı. Yani, buraya doğal bir terapi alanı denilebilir. Şehrin gürültüsünden uzaklaşıp, kafasını dinlemek isteyenler için ideal bir yerdir.
ULAŞIM
Çubuk ilçesi yakınlarında, bir göl. Ankara’ya: 74 km. uzaklıktadır. Ankara-Esenboğa-Çankırı kara yolundan ilerliyorsunuz ve Esenboğa Hava alanına gelmeden önce, sola, Çubuk yönüne sapıyorsunuz. Çubuk ilçesini geçtikten sonra: 29 km. sonra, Karagöl’e ulaşıyorsunuz. Uzun süre “Karagöl” tabelalarını görmek mümkün, yalnızca Çubuk ilçesi içinde ilerlerken kaybolma riskine karşı, Karagöl yolunu sormanızı öneririm, sonrasında yolu bulmak gayet kolay.
Gelelim yola: Çubuk ilçesine varana kadar yol gayet güzel, Çubuk ilçe merkezinden sonra ise, yol yine asfalt ama bir hayli çukur var, yani yavaş gitmek gerekiyor ve bu durum yolculuğu biraz sıkıcı hale getiriyor, bu çukurlu yol bir süre sonra, yine gayet güzel bir asfalt olarak karşımıza çıkıyor. Öte yandan: gerek Çubuk ilçe merkezi ve gerekse hemen çıkışında, Karagöl yolcuları için, ünlü “Çubuk Turşuları” satılan mekanlar göreceksiniz.
Bu mekanlardan, ülke çapında ünlü Çubuk turşuları satın almanızı öneririm. Hatta: yine bu yol üzerinde, çok büyük bir tavuk-yumurta üretim merkezi ve küçük küçük köy yumurtası satılan mekanlar da bulunuyor. Yani, yolculuk esnasında hızlı gitmek pek anlamlı değil, özellikle turşu almanızı öneririm.
Gelelim mesire yerine. Karagöl mesire yerinin girişi: hemen ana yol üzerinde, yani ana yoldan ayrılıp, ara yollarda rezil olmak yok. Mesire yeri girişinde, bir bekçi kulübesi var, daha önce buraya girmek için ücret alındığını biliyorum, ama bu kez sanırım mevsim gelmedi diye ücret alınmadı, daha doğrusu bekçi kulübesi boştu ve ücret ödemeden içeriye girdik. Aslında giriş için ücret ödeniyor.
GENEL
Karagöl: Çubuk ile Kızılcahamam arasında: küçük ve derin bir krater gölüdür. Kavak dağı ile Yıldırım dağı eteklerindedir. 22 hektarlık küçük bir alanı kapsasa da, bu alanda, mor çiğdem çiçeğine bile rastlayabileceğiniz, 50 çeşit bitki türünü barındırıyor.
Gölün çevresi, ormanlarla kaplıdır. Karagöl A tipi mesire yerinde: misafirhane, bekçi evi, kır gazinosu ve tuvalet bulunuyor.
Mesire yeri içinde: tek bir restoran var. Bu restoran: Karagöl yakınlarındaki köyden olan, bir şahıs ve aile fertleri tarafından işletiliyor. Sabah kahvaltısını: bu restoranda: doğal ürünler yiyerek yapabilirsiniz. Öğle yemeğinde ise: et çeşitleri ve alabalık yiyebilirsiniz.
Sıcak havalarda:
Göl manzaralı bir balkon var, burayı da kullanmak mümkün. Soğuk günlerde ise, ahşap ağırlıklı iç mekanda, yemek yiyebilirsiniz. Restoranın bahçesinde çocuklar için, küçük bir oyun alanı bulunuyor. Restoranın hemen yanında ise: burada konaklamayı düşünenler için; 6 kişilik bir aileyi barındıracak şekilde, bir kulübe var. Göl manzarasını yüksekten gören, sıcak suyu, mutfağı ve buzdolabı bulunan bu mekan: gecelik olarak, isteyenlere kiralanıyor. Ancak: burada kalmayı düşünenler için, elbette gitmeden önce, mutlaka telefonla uygunluk durumunu sormakta yarar var. (Telefon: 0312-8332393)
Evet, tüm bunları anlattım ancak bu gidişimde, sanırım sezon açılmadığı için: bu yukarıda sözünü ettiğim tesisler de açık değildi. Restoran kapalı idi ancak girişin biraz ilerisinde, gözleme ve birkaç aperatif satılan küçük bir satış yeri vardı. İnsanlar burada tahta masalara oturup gözleme yiyorlardı.
Ayrıca: yine çocuk oyun alanı, özellikle çocuklu ailelerin çocukları için hoş zaman geçirilecek bir ortam oluşturmuş. Öte yandan: Karagöl mesire yerinin en güzel tarafı: çok sayıda çeşme olması ve temiz olduğunu gördüğüm tuvaletlerin bulunması. Yani: mangal yakarken, ziyaretçiler bu çok sayıdaki çeşmeyi rahatlıkla kullanıyorlar ve tuvalet bulunması da büyük imkan.
Göle adını: (Karanlık göl ismini) üzerine yansıyan ağaçların gölgesi veriyor. Gölün hemen kıyısında, göle doğru uzanan ağaçlar güneşli günlerde gölün üzerine gölge yansıtıyorlar ve bu yüzden, göl karanlık görünüyor. Öte yandan: benim şahsi fikrin, her ne kadar bu şekilde bir söylenti olsa da, göl yüzeyi daha çok “yeşil” görünüyor. Çünkü: gölün kıyısında görüleceği üzere, göl çok yosunlu, yeşil yosunlar gölün üzerini tamamen kaplamış gibi bir durum oluşmuş.
Gölün derinliği, yer yer : 80 metreye kadar iniyor. Çünkü: buranın bir krater gölü olduğunu belirtmiştim. Zaten: göl kıyısında sık sık “Gölde yüzmek tehlikeli ve yasaktır” tabelalarını görmeniz mümkün. Kışın, soğuk günlerde: göl yüzeyi donuyor. Tepelerde, yazın bile kara rastlanıyor.
Gölün çevresinde
200 ahşap piknik masası var. Masaların hepsi: göle yakın ve göl manzaralı. Gölün hemen kıyısında: görüntüyü etkilemeyen taş duvar dikkat çekiyor, masalar hemen bu duvarın yanında yerleştirilmiş, ancak bu durumun bir sıkıntısı var, göl çevresinde yürüyüş yapmak isteyenler, bu masalara yerleşen ziyaretçiler yüzünden, bazen yürüyüş yolunun dar bölümlerinde sıkıntı yaşıyorlar.
Mangal keyfi yanı sıra: göl çevresindeki sanırım 800-900 metrelik yolda, doğa yürüyüşü yapmakta mümkün. Ama, biraz önce sözünü ettiğim gibi, bu yürüyüş yolunun bazı bölümlerinde, piknik masaları çekilmiş ve yürüyüş yolunun dar bölümlerinde geçit zorlaşıyor.
Göl: olta balıkçılığı yapmak için de çok uygun. Yetenek ve şansı olanlar: gölde, sazan balıklarını tutabiliyorlar. Sanırım balık tutmayı düşünenlere, özellikle konserve mısır götürmeleri önerilir.
Her şey bir yana
Karagöl bölgesinde mangal yakmak serbest değil, Jandarma müdahale ediyor ve iyi ki de müdahale ediyor. Ayrıca: burada içki içen, birkaç kendini bilmez şahsın attığı naralar, maalesef buranın muhteşem güzelliğine gölge düşürüyor. Hatta: uzaklardan da olsa insanı rahatsız eden silah sesi sanki hiç bitmiyor, birileri sürekli silah atıyor denilebilir.
Tabii: mangalla ilgili bu yazdıklarımı görünce şaşırdınız. Nisan 2015 tarihinde gittiğimde, her yanda mangal yakılıyordu, hatta mangalı olmayanlar, 3-4 taş parçasını yan yana getirip, aralarında ateş yakıyorlar ve üstünde, bir şeyler pişirmeye çalışıyorlardı. Bu mangal yakma yasağı, sanırım sezonda yani “Haziran-Temmuz-Ağustos” döneminde uygulanıyor. Yoksa, şu an dediğim gibi, her yan mangal idi ve ne jandarma ne de bekçi, hiçbir denetim birimi yoktu.
Umarım
Gerek temizlik ve gerekse güvenlik bakımından tedbirler alınır. Çöp yığınlarının oluşması engellenir. Bir de güvenlik personeli görevlendirilir. Karagöl : gerçekten turizm için bulunmaz bir nimet. Evet; mangal belki şu an yani sezon dışı dönem için yakmak serbest ama çöp konusu başlı başına dert, çünkü: insanlar yanlarında getirdikleri sonucunda oluşan çöplerine sahip çıkmıyorlar, bunda piknik alanında bulunan çöp kutularında bulunması gereken çöp poşetlerinin takılı olmaması da önemli, çöp kovaları var, ama bunlara çöp poşetleri takılmamış, sanırım ilgililer buna bir cevap verebilirler.
Yine de biz ziyaretçiler, çöplerimizi naylon poşetlere doldurup, uygun çöp alanlarına atma bilincini göstermeliyiz, çünkü sizden sonra burayı temizleyen kimse yok, sadece köpekler: piknikçilerin artıkları yiyecekleri temizlemek için dolanıp duruyorlar, ama insanlara pek zararları olabilecek bir pozisyon yok, gayet uyuşuklar.
En son haberlere göre: Çubuk Belediyesi; Karagöl’ü korumak, bakmak ve işletmek için; Milli Parklar Müdürlüğünden ihale ile, 5 yıllığına almış.
Sonuç olarak
Karagöl: Ankara ya nispeten yakın (merkeze 75-80 km uzaklıkta) bir doğal cennet, sanırım insanlar ya burayı bilmiyorlar ya da yol uzun geliyor, bu yüzden henüz kalabalıklar buraya akmamış, doğanın güzelliği bozulmamış. Yukarıda sözünü ettiğim gibi, burada birçok çeşme var, bir çeşmenin üzerinde yapılış tarihi olarak “1964” yazınını gördüm, yani burası buna bakılırsa 50 yıldır kullanıldığını gösteriyor. Ayrıca: yine gölün kıyısında, tepe yamaçlara tırmanmak için, yine çok eski dönemden kaldığını düşündüğüm taş merdivenler görülüyor.
Hatta: ziyaretçiler, bu taş merdivenleri veya yamaçları kullanarak, yürüyerek arazi yürüyüşü yapıyorlar. Ama ne kadar güvenli olduğu meçhul, yazıda yukarıda sürekli silah seslerinin geldiğini, ağaçlıklı bölgede, görünmediğini düşünen ve değerlendiren birtakım kişinin, sürekli olmasa da sık sık silah attığını ve ortamın silah sesi ile etkilendiğini söylemiştim, yani bu nedenle, bu ağaçlıklı bölgelerde, yamaçlarda, tepelerde yürüyüş ne kadar güvenli olur, sizin takdirinize bırakıyorum.
Öte yandan: zaten burayı ziyaret edenlerin büyük çoğunluğu ellerinde fotoğraf makineleriyle sürekli fotoğraf çekiyorlar. Burada dikkatimi çeken bir diğer durum ise, birçok motor ve motorcunun bulunması, sanırım Ankara veya çevreden, insanlar buraya motorlarına binerek geliyorlar. Bunun dışındakiler, arabaları ile geliyorlar, arabalar için uygun otopark alanı var, bu insanlar gerek tahta piknik masalarını ve gerekse yerleri, kilimlerini sererek kullanıyorlar.
Burayı ziyaret edecekler için bir öneri daha: burada sürekli esen ve insanı rahatsız eden bir rüzgardan söz etmek istiyorum. Bu rüzgar: sürekli ve sert eserek, ziyaretçileri rahatsız edici boyutta, hatta mangal veya semaver yakmak isteyenler bu rüzgardan korunmak için çeşitli alternatifler geliştirmişler, yani bu rüzgarı düşünerek masanızı veya konaklayacağınız alanı seçmeniz gerekiyor.
Evet: Ankara’nın çok yakınlarındaki bu doğa cennetini mutlaka ziyaret ediniz, yolculuk sizi yorsa da, mangalınızı ve yiyeceklerinizi alın, bir gün ayırın ve burayı ziyaret edin, inanıyorum ki, hoşunuza gidecek, ortamın görüntüsünün güzelliği ve sessizlik, sakinlik hoşunuza gidecektir. Evet, bu doğa cenneti ile ilgili birçok resim aşağıdadır.
Çubuk denilince, uzun yıllara dayalı bir Ankaralı olarak benim aklıma ilk gelenler: turşu ve barajlardır. Çubuk turşusunun ünü, ülke çapında yayılmıştır ki, yolunuz düşerse mutlaka turşu tatmalısınız.
Bir de, burada bulunan barajlar, ülkemizin ilk barajları ve eski yılların büyük su kitlesi kıyısındaki piknik alanları olarak dikkat çekmektedir.
Burayı ziyaret ederseniz, ilçe merkezinde veya Karagöl yolu üzerindeki turşu satıcılarından mutlaka turşu satın almalısınız, çünkü bu turşular, aşırı tuz ile değil sirke ağırlıklı olarak yapılıyor ve yediğinizde ağızda tuz tadı olmuyor.
Bir de, meraklısı bilir “Çubuk şarabı” meşhurdur.
ULAŞIM
İlçe, Ankara şehir merkezine 39 km. uzaklıktadır. Yol asfalttır. Çubuk-Ankara arasında, çok sık otobüs seferleri düzenlenmektedir.
Çubuk-Pursaklar arasındaki uzaklık: 27 km. Çubuk-Akyurt arasındaki uzaklık: 15 km. Çubuk-Şabanözü arasındaki uzaklık: 46 km.
TARİH
Yöre: Malazgirt savaşının ardından, Anadolu bölgesine yayılan Selçuklu komutanlarından “Çubuk Bey” tarafından ele geçirilmiştir.
Çubuk kelimesi, Türklerde “erkek ismi, aşiret ismi, yer adı” olarak kullanılmıştır. Çubuk isminin de 11’nci yüzyılda, Selçukluların Sultan Melikşah döneminde Anadolu’daki fetih hareketlerine katılan Türk Beyi, yani Çubuk Bey’den almış olduğu biliniyor.
Başka bir söylentiye göre ise: Çubuk yöresinin bulunduğu ovanın suyu oldukça boldur. Bundan dolayı, yerleşim alanı çayırlık, çimenlik, kavak, söğüt ve bağ çubuklarıyla kaplıdır. Daha önce çayırlık olan bölgeye, çubuğu bol olmasından dolayı Çubuk adı verilmiştir.
Türkler, burayı ele geçirdikten sonra, yöre uzun süre Oğuz Türkleri tarafından iskan alanı olarak kullanılmıştır. Konar-göçer durumdaki birçok Türk aşireti, buraya gelerek yerleşik konuma geçmişler, ziraat, hayvancılık ve tarımla uğraşmaya başlamışlardır.
Aşiretler yerleşik hayata geçmelerine rağmen, yayla hayatını sürdürmeyi devam ettirmiştir. Bölge halkı, 16’ncı yüzyılda, Aydos dağındaki yaylalara çıkarmış. 16’ncı yüzyılda, Çubuk, Osmanlı Taşra Teşkilatında Ankara Sancağına bağlı bir kazaydı.
Ancak kazanın bir merkezi bulunmuyordu. 250 civarındaki köy, Çubuk adı altında bu kazayı oluşturuyordu. Bu dönemde, müstakil olarak Çubuk Pazarı ismini taşıyan bir köy de vardı.
İlçenin ismi, tarih sahnesinde ilk olarak, 1402 yılında, Çubuk ovasında yapılan, Ankara savaşı ile duyulmuştur. Ankara savaşı: Timur imparatorluğu ile Osmanlı devleti arasında; Ankara’nın kuzey doğusunda, Çubuk ovasında ve ilçenin köylerinde yapılmıştır.
Osmanlı devleti, Ankara savaşı ile, ilk yenilgisini almıştır. Yıldırım Beyazıt ise, Timur’un komutanı Mahmut Han tarafından: günümüzdeki Sarayköy çıkışında Yarma denilen yerde “esir” alınmıştır. Kafes içinde, Timur ve ordusu ile Anadolu’da gezdirilen padişah; bir süre sonra ölmüştür.
Bu arada: Anadolu’daki beylikler yeniden bağımsızlıklarını kazanırlar. Osmanlı devletinde, siyasi birlik bozulur. Bizans ve Avrupa devletleri, bir süre için, Osmanlı tehdidinden kurtulurlar. Timur, seferi sonunda bütün Anadolu’yu işgal eder, yakıp yıkar ve terk eder. Özellikle: bu yöredeki köylerin büyük kısmı, tamamen yok edilir.
O dönemden günümüze kalanlar ise: Melikşah köyünde Timur tarafından yaptırılan Açık Hava Hamamıdır. Ayrıca: halen kullanılmakta olan Esenboğa uluslar arası havaalanının ismi Timur’un komutanlarından “Esenboğa Han” dan gelmektedir.
Yine Timur’un komutanlarından Mahmut Han’ın ismi, günümüzdeki yerleşim yerlerinden Mahmutoğlan’ın ismi olmuştur.
1522 yılına gelindiğinde ise bölgedeki yerleşimin yoğunlaştığı anlaşılmıştır.
İlçenin eski adı “Çubukabad” dır. Abad: Farsça’da “yer, mekan, şen, şenlik ve imarlı tanrı malı” anlamına gelir. Kimi yerleşimlerin “Abad” ile anıldığı biliniyor. Çubukabad’da Çubuk’un mekanıdır. Çubuk’un yeri diye adlandırılmıştır.
Kasaba: 1902 yılında ilçe olmuştur.
GENEL
Yörenin denizden yüksekliği: 1100 metredir. Esenboğa Hava alanı, ilçe sınırları içindedir. Hava alanı ile ilçe merkezi arasında kara yolu bağlantısı bulunmaktadır. İlçenin çevresi, dağlarla çevrili, yalnızca güney yönü ovaya doğru açıklık göstermektedir. En yüksek dağ: 1985 metre yükseklik ile, İdris dağıdır.
İlçe topraklarının dağılımı: % 21 orman, % 17 çayırlık, % 3 tarıma elverişli olmayan alanlar ve geri kalan kısım: tarım alanıdır. Başlıca tarım etkinlikleri: patates, kuru fasulye, şeker pancarı, mısır, yonca olmak üzere sıralanır. Bunun dışında: dut, kayısı ve erik türlerine sık rastlanır.
İlçe merkezinden geçen Çubuk çayı, ilçeyi ikiye böler ve Çubuk-I barajına dökülür.
Yörenin iklimi: karasal iklim özellikleri göstermekte olup, buna bağlı olarak yazları kurak ve sıcak, kışları soğuk ve yağışlı geçer.
İlçeye bağlı köylerin bir çoğu, isimlerini, Ankara savaşında yaşanan olay ve savaşa katılan komutanlardan almışlardır.
TURŞU-ÇUBUK TURŞUSU
İlçede, yazının en başında belirttiğim gibi “turşuculuk” ünlüdür ve özellikle ilçe merkezine 2 km. uzaklıktaki “Aşağı Çavundur” köyünde, turşuculuk yapılmaktadır. Tarihçesine bakarsak: Ankara-Kızılay’da balıkçılık yapan Feyzullah Gül: komşusu Rum dükkan sahibi tarafından kendisine tavsiye edilen salatalık üretimine ve ardından turşu yapmaya başlaması ile, turşuculuk gündeme gelir.
Çengelköy bademi denilen salatalıklar yetiştirildikten sonra, turşu yapılarak bütün çevrede satışa sunulmuş ve sağlanan lezzetin ünü bütün ülke çapına yayılmıştır. Kaya tuzu ile kurulur, biraz da şeker atılır. Tadı, asla zehir gibi tuzlu değildir.
Yediğinizde ağzınızda tuz tadı değil, harika bir turşu tadı kalır özellikle hafif acılı olanı makbuldür, acılı olanı tercih ediniz. Ne kadar yerseniz yiyin, asla rahatsız etmez.
Duyduğuma göre, son yıllarda, yıllık turşu üretiminin yılda 10 bin ton olduğu söyleniyor.
ULUSLAR ARASI ÇUBUK TURŞU VE KÜLTÜR FESTİVALİ
Çubuk Belediyesi tarafından 2005 yılından bu yana, her, yıl düzenlenmektedir. Festivalin düzenlenme zamanı: turşunun hazırlandığı dönem olan “Eylül” ayı içindedir. Festivale, yurt içi ve yurt dışından konuklar davet edilmekte ve 4 gün sürmektedir.
Bu sürede: ekonomik ve sosyal etkinlikler ve gösteriler düzenlenmektedir. İlçe merkezinde, yerel ürünlerin satışının yapıldığı, çok sayıda stant kurulmaktadır.
Bu stantlarda, özellikle: turşu, piliç pastırması, et, gözleme, bazlama ve süt ürünleri, el sanatı ürünleri, hediyelik eşyalar sergilenmekte ve satışı yapılmaktadır.
Yurt içi ve dışından katılanlar tarafından da, tanıtım stantları açılmaktadır.
NE YENİR-NE İÇİLİR
Çubuk’ta, mutlaka turşu tatmalısınız.
NE SATIN ALINIR
Çubuk ilçesinde, her hafta, Perşembe günleri yerel “Pazar” kurulmaktadır ve bu pazarda: bazlama, gözleme, peynir, tereyağı, elma, armut, vişne, ayva gibi yerel ürünler satılmaktadır ki, yolunuz düşerse, mutlaka uğramanızı öneririm.
Bunun dışında, Çubuk yöresinde turşu satın alabilirsiniz ki mutlaka satın almalısınız. Özellikle kornişon turşusu meşhurdur ve kornişonların büyüklüğüne göre fiyatı değişir. Küçük kornişonlar makbuldür, bence tadına bakarak satın almalısınız.
GEZİLECEK YERLER
İlçe merkezinde, Sit ilan edilerek koruma altına alınmış, 5 tarihi ev bulunmaktadır. Öte yandan, buraya bağlı Karagöl tam bir doğa cenneti olarak gezmeyi sevenler tarafından yoğun tercih edilmektedir.
KARADANA KÖYÜ
İlçe merkezine 11 km. uzaklıktaki Karadana köyünde, Hitit döneminden kaldığı düşünülen, “Oyulu” isimli kaya mezarı bulunmaktadır. Bu mezar: geçmişte, burada “Hititler” in yaşadığının kanıtı olması açısından önemlidir.
ÇUBUK-I BARAJI
İlçenin 4 km. uzağında; Çubuk çayı üzerindedir. Çubuk barajı denilince genellikle birincisi anlaşılsa da Çubuk çayı üzerinde iki baraj bulunuyor.
Ankara’nın 12 km kuzeyinde bulunan Çubuk 1: aynı zamanda Cumhuriyet tarihimizin ilk beton barajı olma özelliğini taşıyor. 40 metre yükseklikteki baraj bendinin betonu, iki tepe arasına çekilmiş teleferikle dökülmüştür. Tepelerin birine, nedense “Alman Tepesi” denmektedir.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla, 1930 yılında yapımına başlanmış ve tamamen Türk mühendis, yüklenici ve işçilerle yapılan baraj, 1936 yılında tamamlanmış ve bizzat Atatürk tarafından Cumhuriyet eseri olarak açılışı yapılmıştır.
Baraj duvarındaki kitabede şöyle yazar “Bu Çubuk bendi, Türk ulusunun İlk Cumhur Reisi Kemal Atatürk devrine, Devlet Merkezi Ankara’nın su ihtiyacını karşılamak üzere kurulmuştur. 1929-1936”
Evlerdeki çeşmelere ilk su 1936 yılında geldi. Ankara’ya 1929-1946 yılları arasında hem Belediye Başkanı hem de Vali olarak çok büyük hizmetlerde bulunmuş olan Nevzat Tandoğan, Çubuk barajından borularla şehre su gelmesini sağlamış, bir damla suya muhtaç Ankaralılar, suya kavuşmuştur.
Ancak zaman içinde “millenme” tabir edilen taban seviyesinin yükselmesi sonucu kullanılamaz duruma gelmiştir. Yıllarca tek başına Ankara’nın su ihtiyacını karşılayan Çubuk 1: daha sonra Başkentte önemli bir rekreasyon alanı olarak hizmet vermeye başlamıştır.
1930’lu yıllardan kalan anıtlara ev sahipliği yapmaktadır. Özellikle, baraj setinin tam ortasında, antik mezar odası gibi görülen “Atatürk Anıtı” ilginçtir. Burası hakkında, ilginç bir nottan söz etmek istiyorum: Baraj yapıldığında “durgun suda abdest alınmaz” diye, bu projeye karşı çıkanların bulunduğunu söylesem, sanırım şaşacaksınız.
Yüksekliği 25 metredir. Beton dolgu-kemer baraj tipidir. Ancak, aşırı kirlilik nedeniyle: işlevini yitirmiş ve 1994 yılından itibaren kullanılmamaya başlanmış ve DSİ tarafından Ankara Büyükşehir Belediyesine devredilmiştir. Ardından baraj sahası 25 yıl atıl kalmış ve çürümüştür.
Kullanıldığı dönemde, buranın suyu: günümüzdeki “Dışkapı” semtinde bulunan ve kapısında “Su Süzgeci” yazan yapıda arıtılarak, şehre dağıtılıyormuş.
Çam ve akasya ağaçlarıyla yeşillendirilen baraj çevresinde bulunan bazı binalar, dönemin estetik anlayışını yansıtır. Bunlardan bir tanesi de baraj gölünün çevresinde bulunan ve bugün kapalı olan restoran, bir diğeri ise eski müdürlük binasıdır.
Bu bina, o dönemde Atatürk için dinlenme köşkü olarak yapılmıştır. Köşk ile beraber, Atatürk’ün barajda gezmesi için bir de tekne alınmıştır. İstanbul Halit Tersanesinde yapılan ve 1938 yılında Atatürk tarafından sadece bir defa kullanılan bu tekne, günümüzde Anıtkabir’de 23 Nisan kulesinde, Atatürk’ün bir otomobiliyle birlikte sergileniyor.
Atatürk köşkünde ise, bir zamanlar Yugoslavya Devlet Başkanı Tito, İran Şahı Rıza Pehlevi ve Irak Kralı Faysal başta olmak üzere bir çok devlet başkanı konuk edilmişti.
Evlerdeki çeşmelere ilk su, 1936 yılında geldi.
2010 yılından sonra ise, Ankara Büyükşehir Belediyesinin çabaları ile temizlenmesi faaliyetlerine başlanmıştır. Temizlik için ihaleyi alan mütahitlik firması: 2011 yılında, baraj gölünün suyunu tamamen boşaltır ve yıllardır su dolu olan alan boşaltıldığında yıllarca birikmiş olan çamur tabakası içinde: para, araba, çeşitli dokümanlar ve hatta insan kemiklerinin çıktığı, ayrıca pek çok ıvır-zıvır eşyanın çıktığı görülür.
Zaten: Solfasol köyü üzerinden ulaşılan bu baraj sahasında: o dönemlerde piknik yapmamış Ankaralı veya yakın çevre insanı bulmak mümkün değildi, yani Ankaralıların ve yakın çevre insanının en yoğun tercih ettikleri bir yerdi ve Belediye otobüsleri buraya sefer yaparlardı.
Bölgede, bir de küçük hayvanat bahçesi bulunurdu. Son bir not: Ankara çevre yolu, Çubuk-I barajı üzerine yapılan devasa viyadükler üzerinden geçmektedir.
Gelelim günümüze: Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı tarafından, barajda mesire yerinin tekrar kullanılabilmesi için temizlik çalışmaları başlatılmıştır. Ayrıca: Atatürk evinin de müze olarak düzenlenmesi için hazırlıklar yapılıyor.
Belediyenin ekipleri, baraj gölünde kötü koku ve haşere oluşumunun önüne geçmek için is makinalarıyla kapsamlı bir dip çamur temizliği yapıyorlarmış. Baraj ve çevresinde 25 yıldır biriken çöp ve moloz yığını 2000 kamyonla atılmıştır.
Çünkü oluşan kötü koku ve haşere nedeniyle insanlar mesire alanını uzun yıllardır kullanmıyorlardı. Evet baraj mesire alanı, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından temizlendi, pırıl pırıl ve tertemiz bir hale getirildi.
ÇUBUK-II. BARAJI
Ankara merkeze 54 km ve Çubuk ilçe merkezine yaklaşık 6 km. kuzeyindedir.
Ankara’nın su ihtiyacını karşılayan, Çubuk-I barajının kirlenmesi üzerine, 1961 yılında yapımına başlanmış ve 1964 yılında tamamlanmıştır.
Barajın yüksekliği: 64 metredir. Toprak dolgu tipindedir. Göl sahası: 125 hektardır. Baraj gölünü: birçok dere beslemektedir.
Ankara’nın su ihtiyacı buradan karşılanmaktadır. Ankara’ya verilen su: Pursaklar beldesinde yapılan su arıtma tesislerinde arıtılmakta ve şehre dağıtılmaktadır.
Baraj ve göleti çevresindeki ormanlık alan, günübirlik piknik yapmak için uygundur. Çünkü: baraj girişi ve göl çevresi ağaçlandırılarak ziyaretçilerin kullanımına sunulmuştur. Ankara Büyük Şehir Belediyesi görevlileri tarafından, bu piknik alanının bakım ve güvenliği sağlanmaktadır, rahatlıkla gidip piknik yapabilirsiniz.
HACILAR KÖYÜ ŞELALESİ
İlçe merkezine bağlı Hacılar köyünün, 2 km. kuzeyindedir. Şelale: Avcıova köyünden gelen dere üzerindedir. Bu dere, buraya, yani Sıçanderesi bölgesine geldiğinde, kendiliğinden şelale şeklinde dökülür.
Şelalenin yüksekliği, yaklaşık 5 metredir. Bölgenin bilinen tek şelalesidir, ilgi çekmektedir.
MELİKŞAH HAMAMI
İlçe merkezine bağlı, güneydeki Melikşah köyündedir. Yani: Ankara-Çubuk kara yolu üzerinde, Esenboğa beldesine, 4 km uzaklıktadır. Yaz-kış sürekli açıktır, sularının sıcak olması ilgi çeker.
Burada, 1402 yılında, Timur tarafından, kızı Melikşah adına, bu açık hava hamamı yaptırılmıştır. Hamamın suyunun özellikle “deri” hastalıklarına iyi geldiği söylenmektedir.
Ancak, 1979 yılında yapılan çalışmalarda, kaynağın suyunun bittiği ve kuruduğu görülmüştür.
Ancak sıcak suyun bulunduğu yerde, sondaj yapılmış ve daha önce doğal yollarla çıkan su, günümüzde sondaj ile çıkarılarak, yine burada bulunan ve olimpik ölçülerdeki havuza aktarılmaktadır.
Havuz ve çevresindeki sosyal tesisler: Ankara İl Özel İdaresi tarafından yaptırılmış ve günümüzde, özel bir firmaya işletim hakkı devredilmiştir.
SELE KÖYÜ
İlçe merkezine bağlı köy, Çubuk-II barajına, 10 km uzaklıktadır. Çubuk-I ve Çubuk-II barajlarını besleyen Çubuk çayı, köyü ikiye bölmektedir. Köy içinde, kutsallığına inanılan iki türbe bulunmaktadır. Bunlar: Kalender Veli ve Siyami Dede türbeleridir. Kalender Veli türbesinin yanında, Cemevi bulunmaktadır.
KARAGÖL
İlçe merkezine 29 km. uzaklıktadır. Ankara şehrine ise, 68 km. uzaklıktadır. Yıldırım dağları üzerinde, krater gölü şeklindedir. Buradan çıkan sular, Mürtet ovasını sulayan “Ova çayı” da dökülmektedir.
Çevresi ormanlarla çevrili bu günübirlik piknik alanı olarak kullanılan göl hakkında daha ayrıntılı bilgi isterseniz: yine bu sitede “Karagöl” adı altında ayrıntılı bir yazı ve fotoğraflar bulabilirsiniz.
Karagöl tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.
Gerek denizi, gerek mavi bayraklı plajları, gerek yeşil doğası ve gerekse jeotermal kaynakları, kaplıcaları ve gerekse tarihi değerleriyle öne çıkan, İzmir’e yakın bir gizli cennet. Özellikle: İzmirliler için, buradaki plajları mutlaka öneririm.
ULAŞIM
Dikili-İzmir arası uzaklık: 118 km. Dikili-İstanbul arası uzaklık: 605 km. Dikili-Ankara arası uzaklık: 580 km. Dikili-Ayvacık arasındaki uzaklık: 42 km. Dikili-Altınova arasındaki uzaklık: 25 km. Dikili-Bergama arasındaki uzaklık: 24 km. Dikili-Kınık arasındaki uzaklık: 42 km. Dikili-Midilli arasındaki uzaklık ise: 18 mil.
TARİHİ
Tarihte, bu bölge: Mysia adı ile bilinmektedir. Bölgede: ilk yerleşimcilerin, Luwiler ile Helenlerin Leleg ve Peselag adını verdikleri kavimlerdir. Daha sonraki dönemde ise: Lidyalılar, Persler, Frigyalılar, Romalılar ve Bergamalılar, bölgede egemenlik kurmuşlardır.
Antik çağlarda ise, Dikili çevresinde, farklı uygarlıklara ait birçok kent kurulmuştur. Bu kentlerin en gelişmişi: bir dönem, Aristoteles’in de yaşadığı “Atameus” şehridir.
Ortaçağda ise: bölgede, Bizanslılar, Cenovalılar, Selçuklular ve Osmanlılar görülür. 1850 yılından sonra ise, Kabakum ve Adalardan gelen Yunan halkı da, Dikili’ye yerleşmiş ve 1925 yılındaki mübadeleye kadar, bölgede yaşamışlardır.
Evet, Dikili’nin tarihini değerlendirirken, daha yakın dönemlere geldiğimizde, günümüzde: Beylik Zeytinliği olarak isimlendirilen bölgede, Bergama valisi Karaosmanoğlu, bir çiftlik kurduğu ve çevresine de zeytin ağaçları diktiği görülür.
Bu zeytin ağaçlarının dikildiği yere “Dikmelik” ismi verilir. Günümüzdeki, Dikili sözcüğünün buradan türediğine inanılmaktadır. Ancak, bu sözü edilen yer, günümüzdeki Dikili yerleşim yerinden uzakta bulunuyor. Yine de, Dikili sözcüğünün, zeytinlerin dikili olduğu veya dikili çiftlik denmesinden geldiği kesindir.
Yukarıda sözünü ettiğim gibi: 1839 yılında, buraları iyi bilen ve ticaretle uğraşan, Sakız adalı bir Rum olan Aleko Pandazoplu, Dikili’de kurulu Karaosmanoğulları çiftliğini satın alır. Sakız, Midilli ve Limni adalarından getirdiği Rumları, bu çiftlik çevresine yerleştirir ve işlerinde çalıştırmaya başlar. Böylece: yöredeki Rum nüfusu yükselir.
Bölge: 1923 yılında, Belediyelik olmuştur. 1928 yılında ise, Bergama’dan ayrılarak, İzmir ilinin bir ilçesi olmuştur.
GENEL
Konum olarak: Ege denizi kıyısında ve Midilli Adasının karşısındadır. Yüz ölçümü: 541 km. karedir. Rakımı: 2 metre. Yörede: tipik Akdeniz-Ege iklimi hüküm sürer. Ege bölgesine özgü imbat rüzgarı: Dikili’de genellikle hissedilir.
Deniz kıyısında, 40 km. lik sahil şeridi vardır. Halkın, % 85’i tarımla uğraşır. Denize kıyısı olan köylerde ise, balıkçılık öne çıkmaktadır.
Dikili Limanı: 2000 yılında bitirilmiştir. 135 metre boyunda ve 8.5 metre genişliğindedir. Yükleme-boşaltma ve yolcu gemilerine hizmet verilmektedir.
Biraz sonra ayrıntılı olarak söz edeceğim gibi, bölgede jeotermal kaynakların bulunması ve bunlarla ısıtılabilme imkanı, Dikili’de, seracılığın ileri düzeyde gelişmesine neden olmuş. Avrupa’nın üçüncü ve Türkiye’nin en büyük seraları, Dikili’dedir.
Jeotermal kaynaklardan elde edilen termal su; sulama ve ısıtmada kullanılıyor. Buralarda üretilen tonlarca California Wonder çeşidi biber, domates ve salatalık ise, dünyaya dağıtılıyor.
Gün batımında, sahildeki çay bahçelerinden birinde, çayınızı yudumlarken, bir yandan da güneşin batışını izleyebilir ve gerçekten denizin tam üzerinde batan güneşin bu batış şölenine hayran kalabilirsiniz. Çünkü; güneş, Dikili’de bir başka batar.
KARATEPE-MERDİVENLİ KİLİMLERİ
Bu kilimler; İlçe merkezine 14 km. uzaklıktaki, Merdivenli köyünde geçmiş dönemlerde uzun süre üretilmiş. Kök boya kullanılarak yapılan bu kilimleri, günümüzde dokuyan kalmamış.
Ama, sanırım geleneksel kültür mirası olarak günümüze kadar ulaşan bu kültürün, devamının sağlanması gerek. Yani; kamu yetkililerince, alınacak önlemler ile, Merdivenli kilimlerinin tanıtımı ve kilimlerin dokunmasının sağlanması için elverişli şartların yaratılmasının gerekliliğine inanıyorum.
DİKİLİ KAPLICALARI
NEBİLER ILICASI
Dikiliden, Ayvalık yönünde 12 km. gittikten sonra, sağa dönülerek, 4 km. daha gitmek gerekiyor. Ilıca, çınar ağaçlarının gölgesinde, kubbeli hamamı ve dinlenme kabinleriyle, oldukça sakin bir yer olarak öne çıkıyor. Hamam bölümünde, sıcaklık: 57 derece, açık kaynakta ise: 53 derecedir.
Suyunda: hidroasenat bulunan ılıca, ağrı dindirici, kısmi felç, böbrek taşı, kum, romatizma, kadın hastalıkları, cilt hastalıkları ve damar tıkanıklıklarında, tedavi edici özelliği bulunmaktadır.
DOĞAL KOCA OBA ILICASI
Dikiliden çıkılıp, Bergama istikametinde, ana yola girilir girilmez, sola dönülerek, buraya ulaşmak mümkün. Ilıcanın su sıcaklığı: 45-50 derece civarındadır.
BADEMLİ DENİZ ILICASI
Bademli’den, Denizköy’e giderken, 3 km ilerledikten sonra, asfalt yoldan sağa dönüp, toprak yoldan denize inilir. Yaş-kış, burada hem denize, hem de ılıcaya girmek mümkün. Bademli ılıcasının kaynak sıcaklığı: 65 derece. Hidroasenat ve arsenik bulunan su: ağrı, sızı, romatizma, böbrek taşı ve cilt hastalıklarına iyi geliyor.
ÇAMURLU ILICASI
İlçe merkezinden, Bergama yönünde, 4 km. ilerledikten sonra dönülen, toprak yoldan 2 km. daha ilerleyerek varılıyor. Çamurlu suyu ile ünlenmiştir. Jeotermal kaynakların, 3000 yıldır ürettiği çamur ile yapılan kür: termal tedavileri destekler.
Bunun yanında: çamur, içerdiği bitki hormonları sayesinde, kırışıklıkların giderilmesi ve selülit tedavisinde önerilmektedir. Suyun sıcaklığı: 47 derece. Kaynaktan çıkış sıcaklığı ise; 72 derece. İçinde: erimiş silisyum ve çeşitli mineraller bulunuyor. Ağrı, sızı, romatizma ve cilt hastalıklarının tedavisinde kullanılıyor.
DİKİLİ PLAJLARI
Dikili’nin 40 km. lik kumsalı ve mavi bayraklı plajları var. Mavi bayrak: Türkiye Çevre Eğitim Vakfının belirlediği standartları taşıyan, nitelikli plajlara verilen uluslar arası bir çevre ödülü. Temiz, bakımlı, donanımlı, güvenli ve dolayısıyla uygar, sürdürülebilir bir çevrenin sembolü. Sadece, plajlar için, 27 ana maddeden oluşan bir kriterler listesi var. Her yıl, bu kriterlere sahip olanlar belirleniyor ve “Mavi Bayrak” veriliyor.
DİKİLİ BELEDİYE HALK PLAJI
20 km. lik sahil şeridi var. Genişliği yer yer 100 metre. Kumu: çok ince, denizi: tertemiz. Plajın her noktasında: yiyecek-içecek olanaklarını bulmak mümkün. Otel ve pansiyonlar ise, plaja oldukça yakın. Türkiye’de, güneşin plaja en uzun baktığı yer olarak tanınıyor.
KAYRA PLAJI
350 metrelik sahil hattı var. Ancak, bu sahil hattında, ince kum değil, çakıl taşları var. Bu çakıl taşlarının sıkıntısı, denize girene kadar sizi etkiliyor, ancak denize girdikten sonra: muhteşem temiz ve dibi tamamen kum olan deniz, bu sıkıntıyı unutturuyor.
Zeytin ağaçlarıyla çevrilmiş Kayra koyunda, dalış yapmak ta mümkün. Birçok sportif aktiviteler yapılabiliyor. 2010 yılında, burası da, Mavi Bayrak almaya hak kazanmış olmasıyla öne çıkıyor.
KALEM ADASI PLAJI
2010 yılında, Mavi Bayraklı, en iyi “10” plaj arasında seçilmiş olması ile öne çıkıyor. Kalem adası bölümünde, ayrıntılı olarak konudan söz edeceğim.
DİKİLİ JEOTERMAL
İlçede, jeotermal alanı olarak bilinen “Kaynarca Mevkiinde”: sıcak su debisi bulunmaktadır. Bu bölgede açılan jeotermal kuyulardan elde edilen enerjiyle: kaplıca turizmi, sağlık turizmi, seracılık, bağcılık, kurutma, soğutma ve ısıtma yapılıyor.
Ayrıca, yeni teknolojilerle, elektrik enerjisi de elde ediliyor. Özellikle, bu enerji, seracılığın bölgede gelişimine neden olmuş. Bunun dışında, jeotermal enerjinin, bölgede, ısıtmada kullanılması düşünülmektedir.
DİKİLİ HALICILIK
Dikili’nin diğer bir önemli gelir kaynağı: halıcılıktır. Burada, dünyaca ünlü “Yağcı Bedir Halıları” dokunmaktadır. Bu halılar: çeşitli renk ve özelliklerinin yanında, öyküleriyle de ilgi çeker.
Özellikle: ”Kız Bergama” denilen halıları dokuyan Yağcı Bedir Aşiretinin bir öyküsü, bir halının içine sığdırılmıştır. Öyküye göre: “Yağcı Bedir Aşireti: Bergama Küçükkaya’da konakladığı dönemde, aşiretin oğlu ile obanın güzel kızı, birbirlerine aşık olurlar. Aşiretin Beyi, kızı babasından ister. Fakat, kızın babası inat eder ve kızı vermez.
Bu durum, onur konusu yapılınca, kanlı bir kavgaya dönüşür. İki tarafın gençleri savaşır ve Beyin oğlu, bu kavgada ölür. Aşiret, ikiye ayrılır. Oğlan tarafı, göç ederek, Sındırgı yöresinde, yeni üç köy oluşturarak, oraya yerleşir. Yağcı Bedir Aşiretinin kız tarafı: günümüzde sekiz köy olan Bergama-Dikili arasına yerleşir.
Kız ise, üzüntüyle eve kapanır ve halı dokur. Dokuduğu halıya, şekillerle ve renklerle, tüm duygularını yansıtır. Örneğin: kırmızı: ayrılığı, siyah: üzüntüyü, beyaz: umudu, mavi: tükenmeyen umudu, dört nokta: aşkı engelleyen aile bireylerini, Süleyman yıldızı: Beyin oğlunu, burgular: gönül kilitlenmesini çapalar: engelleme araçlarını kırmızıdan-pembeye geçiş: evlenme isteğini dile getirir. Bu desen ve renklerde dokunan halılara: “Kız Bergama” halısı deniliyor.
Halılarda: kök boya kullanılıyor. Böylece: renginin atması engelleniyor ve daima parlak kalması sağlanıyor. Ayrıca, halıların ev tezgahlarında yapılmış olması da, ayrı bir özellik taşımaktadır.
GRANİT TAŞI
Dünyanın en büyük ve kaliteli granit kaynakları, Dikili’dedir. Ayrıca; Dikili sahillerinde göreceğiniz gibi, dünyaca ünlü 8 heykeltıraşın, 8 eseri Dikili sahillerini süslemektedir.
Dikili ilçesinde, beş tane, granit işletmesi var. Özellikle: Kozak bölgesinde çıkarılan granit taşları, renk ve çeşitleriyle, iç ve dış piyasalarda aranılan taş özelliğini korumaktadır. ABD, İsrail ve çeşitli Avrupa ülkelerine, Dikili Limanından granit taşları ihraç edilmektedir.
Blok taş olarak çıkarılan granitten: önem sırasına göre: anıt, abide ve mezar taşları yapımında, binalarda temel blokları sütun ve basamak taşı olarak, yollarda kaldırım ve döşeme taşı olarak kullanılmaktadır. Granit kırıkları ise, suni mermer yapımında kullanılıyor. Avrupa’nın büyük kentlerinin yolları: granit taşlı olup, estetik ve sanatsal değer taşıyan bir çok heykel de, granit taşından yapılmaktadır.
NE YENİR.NE İÇİLİR
Dikili yöresinde: zengin deniz ürünleri ve Anadolu yemek kültürünün geleneksel kebap çeşitlerini bulabilirsiniz. Bunun yanında: zeytin, Dikili’nin sembol ürünüdür. Zeytinyağından üretilen lezzetler, yörede o kadar muhteşem tatlar yaratıyor ki, bunları mutlaka tatmalısınız. Özellikle: zeytinyağlı yiyecekleri mutlaka tadın.
NE SATIN ALINIR
Dikili’den zeytin ürünleri ve zeytinyağı satın alabilirsiniz.
GEZİLECEK YERLER
ATATÜRK BOTANİK BAHÇESİ
Doğa aşığı, merhum Macit Ersoy tarafından; Dikili Belediyesinin gösterdiği, 30 hektarlık alanda oluşturulmuştur. Ersoy, gezdiği tüm ülkelerden getirdiği bitki tohumlarını yetiştirerek, Türkiye’nin halka açık ilk botanik bahçesini oluşturmuştur.
Evet, burası, ülkemizin en yetkin ve uluslar arası nitelikteki tek botanik bahçesidir. Arbeterum’da, yüzlerce ağaç ve çalı türü yetiştirilmektedir. Ayrıca, kurutulmuş bitki türlerinin örneklerinin korunduğu ve üzerinde bilimsel araştırmalar yapılan bir Herbaryum Merkezi de bulunuyor.
Burada, yaklaşık 3000 civarında bitki çeşidi var. Tropik bölgelerden, Alp dağlarına kadar, çok geniş bir bölgeye ait pek çok bitki türü bulunuyor. Evet, bu kadar zengin çeşit barındırılması sonucu, burası, dünya literatürüne girmiş. Bitkilerle “ATA” kelimesi, ay-yıldız şekli verilmek suretiyle çevre düzenlemesi yapılan bahçe, Dikili’nin her tarafından görülebilmektedir.
ATERNEUS
Antik bir kent. Kuruluşunun, MÖ.2000 yıllarına kadar gittiği düşünülüyor. Buranın en büyük özelliği ise: bu büyük ve zengin kentin, bulunduğu yıllarda, Bergama krallığından daha büyük olması. Kent ismini: dönemin kahramanlarından biri olan “Atarneus”tan almıştır.
Burada: Persler ve Yunanlılar arasında yapılan büyük bir savaş, aynı Truva savaşı gibi, 8 yıl sürmüş. Persler, 8 yıl süresince, kenti kuşatmışlar. MÖ. 341 yılında, Persler şehri ele geçirir ve kral Hermias öldürülür.
Günümüzde, burada yapılan arkeolojik çalışmalarda: çanak, çömlek, kap-kacak parçaları bulunmuş. Bu objeler: bölgesel olarak değerlendirildiğinde ise, o dönemde, bunların dünyanın en lüks ve pahalı ürünleri olduğunu ortaya koyuyormuş. Bunun dışında: antik şehirde bir kalıntı kalmamış.
Ancak: şehrin ismini aldığı kahraman olan, Atarneus adına yapılan büyük bir tapınak ve Hermias’ın sarayının bulunduğu yerlerin izleri var. Bunun dışında, başkaca kalıntı bulunmamasının en büyük nedeni olarak: kalıntıların toprağın çok altında kaldığı söylentileri var. Bunların zarar görmeden ortaya çıkarılmasının zaman alacağı söyleniyor.
Çünkü: Bergama krallığından daha büyük ve lüks bir kent; hiçbir kalıntı bulunmaması mümkün değil. Zaten, burada Bergama’daki amfi tiyatrodan daha büyük bir amfi tiyatro bulunduğu tespit edilmiş. Ancak, söylediğim gibi, toprak altında.
Evet, şehrin hikayesini anlatmaya devam edelim. Hermias: Persliler tarafından, çarmıha gerilerek vahşice öldürülür. Aristo, bunu duyunca, dostunun anısına bir kaside yazar ve çok sevdiği kral Hermias’ı ilahileştirir.
Çünkü: kral Hermidas, Aristonun hem Akademiden öğrencisi, hem de karısının abisidir. Evet, Aristo, uzun süre bu şehirde yaşamış ve kendisiyle birlikte yaşayan filozoflarla, şehrin kültürel hayatını etkilemiştir. Devam ediyorum. Aristonun, Hermias’ı tanrılaştırmasından sonra, Aristo hakkında, dine saygısızlık nedeniyle, dava açılması gündeme gelir.
Daha eskilere dönelim. Söylentilere göre: Aristo: Aterneus şehrinin eteklerinde ve sunak taşının bulunduğu alanda, kral Hermias ve Büyük İskender’e dersler verirmiş. Çünkü: burada, altı düz olan bir taş alan ve çevresinde oturma yerleri, günümüzde bile görünebiliyor. Bu bölgede, daha önce sözünü ettiğim gibi, Bergama’da bulunan amfi tiyatrodan daha büyük bir amfi tiyatro bulunduğu düşünülüyor.
Evet, takip eden tarihi süreçte: kral Hermias ölünce, şehirde yaşayanlar, kıyıdaki küçük bir limandan: zeytinyağı ve şarap ticareti yapmışlardır. MÖ.2.yüzyıldan sonra ise, şehir hızla fakirleşmiş ve eski gücünü kaybetmiş. MÖ.1.yüzyılda ise, tamamen terk edilmiş.
Bundan sonra ise: bölge hızla bataklık haline gelmiş, sivrisinekler ve buna bağlı olarak bulaşıcı hastalıklar artmıştır. Bu dönemden sonra ise, bölgede, Bergama krallığı ivme kazanmış ve uzun süre varlığını sürdürmüştür. Sanırım şehrin önem kaybetmesinin en büyük nedeni, ünlü kral Herminas’ın öldürülmesidir.
Kralsız kalan halk bu toprakları terk etmiş, topraklar bereketini kaybedip bataklık haline gelmiş ve sonuçta bu muhteşem ve lüks şehir, tarih sahnesinden silinmiş.
KANAİ
Burası bir antik kent. Bademli köyü yakınlarında, Kanai isimli yarımadadadır. Burada: Lelegler ve Klikyalılar yaşamış ve büyük bir kent kurmuşlar. O dönemde, dünyanın en büyük deniz savaşı: bu bölgede, yani Klik koyunda yapılmış. Killik koyu: akvaryum gibi temiz ve güzel bir denize sahip. Hemen karşıda: Midilli adası ve arkada ise, antik Kane dağı (Karadağ) bulunuyor.
Kanai kelimesinin anlamı: “kutsal ananın yurdu”. Tarihi kayıtlarda, şehrin adı şu şekilde geçiyor: Roma donanması, 191-190 yıllarının kış dönemini, Seleukos’lar devletine karşı yürütülen savaş sırasında, Bergama krallığının ülkesi kapsamındaki bu kentte yani Kilik kumsalında konaklamış.
Ünlü coğrafyacı yazar Strabon, Kanai şehri hakkında şöyle yazar: “Kanai, Kynos’tan gelen Lokrislere ait, küçük bir kasabadır.”
Evet, kıyı kentlerinin başında gelen olağan kader, Kanai kentinin de başına gelir ve tarihi süreç içinde, zamanla, kentten geriye hiçbir şey kalmaz. Sadece: burunda görülen duvar kalıntıları, dikdörtgen prizması taşlar. Ancak, burada kapsamlı bir arkeolojik kazı çalışması yapılmamıştır.
HATİPLER KALESİ
Katıralan köyünün yakınlarındadır. Helenistik dönemden kalma, düzenli konmuş kesme taşlardan yapılmıştır. Örme duvarları hayranlık uyandıracak güzelliktedir. Bölgede: MÖ.2000’li yıllardan kaldığı düşünülen: çanak-çömlek parçaları bulunmuştur.
Evet, kale, muhteşem güzel bir manzaraya sahip ve dağın eteklerinde bulunan yerleşim kalıntıları çok düzenli. Antik dönemde, bu kalıntıları görülen kentin çok güzel bir yere kurulduğu anlaşılıyor. Ancak, bu kent hiçbir resmi kayıt ve kaynakta geçmiyor.
KALEM ADASI
Deniz ortasındadır. Eski bir Rum köyü olan, Bademli köyünün açıklarındadır. Sahile 400 metre uzaklıkta. Bitki örtüsü, doğası ve tarihi dokusuyla öne çıkmaktadır. Ancak: ada, özel mülkiyette. Zaten ada üzerinde, adanın sahibi olan işadamına ait, özel bir resort bulunuyor.
Zengin su altı dünyası ve türkuaz renkli deniziyle, ziyaretçilerine bambaşka bir dünya sunuyor. Adada: bir özel işletme tarafından; hizmet sunuluyor. Mavi bayraklı denizi, güneş ve kum ile, yemyeşil doğanın verdiği huzur, lezzetli yemekler, lüks odalar, masaj, jakuzu gibi konforları bulunca, şaşırmamak elde değil. Bu otelden rezervasyon yaptırdığınızda: kara yolu ile giderseniz, Bademli köyünden tekne ile, özel olarak adaya ulaştırılıyorsunuz.
Bunların yanında: adanın bulunduğu bölgenin, tarihsel önemi de var. Şöyle ki: MÖ.406 yılında, Atina ile Sparta arasında yapılan ve 270 geminin katıldığı, dönemin en büyük deniz savaşı, bu bölgede yapılmış.
NEBİLER ŞELALESİ
İlçe merkezinden, çok kısa bir yolculukla ulaşılıyor. Burası tam bir doğa hazinesi. Burada: şelale, yaşlı ağaçlar ve bir mağara bulunuyor. Görülmeye değer doğal güzelliklerin başında geliyor.
KEMENTE YAYLASI
Nebiler’den yola çıkarak, Çukuralan köyü aşılır ve sonra eşsiz doğal güzellikteki Kemente yaylasına varılır. Tracking ve jeep safari için elverişli alanlar var. Antik Karina şehrine, taş sütunların arasından geçerek ulaşabilirsiniz.
KARAGÖL
Merdivenli köyünden başlayıp, Şehitler Mezarlığıyla devam eden yol üzerinden, Karadağ’ın yemyeşil tepeleri arasında bulunmaktadır. Volkanik bir göldür. Ekolojik turizm tutkunları için muhteşem güzellikler sunar.
ÇANDARLI
İzmir il merkezine, 84 km. uzaklıktadır. İzmir-Bergama yol çatısından 11 m, Çandarlı-Dikili arası: 19 km. Çandarlı-Bergama arası: 34 km. uzaklıktadır.
Bir yarımada şeklinde, üç yandan denizlerle çevrilidir. Körfezin genişliği 20 km. ve uzunluğu ise 25 km. Çandarlı koyunun genişliği 800 metre ve derinliği 20 metre.
Burada, yaklaşık 5000 yerleşik nüfus yaşıyor. Yazın elbette, yazlıkçıların gelmesiyle, bu nüfus hızla artıyor ve yaklaşık 80 bine çıkıyor.
Çandarlı ismi: Sultan II. Murat’ın ünlü sadrazamı, Çandarlı Halil Paşa, devlet geleneği görmüş olan soylu bir aileden geliyordu. 24 yıllık sadrazamlık görevi süresince, denizciliğe, donanmaya ve dolayısıyla kıyı yerleşim yerlerine ilgi göstermiştir.
Çandarlı Halil Paşa, Cenevizlilerden kalma, köhne kaleyi yeni baştan ele alıp inşa ettirir. Böylece: 5 burçlu ve 16 metre yüksekliğindeki surlarla çevrili bu kaleye, Türkler yerleşirler. Bunun üzerine: buraya yerleşenler, Pitane adını bırakırlar ve yöreye “Çandarlı” ismini verirler. Yani: Çandarlı adının anlamı, Halil Paşa’nın sanı denilebilir.
Öte yandan, tabii akla gelen ilk şey, Çandarlı ailesinin buralı olması. Hayır. Çandarlı Paşa ailesi, aslında, Ankara’nın Nallıhan ilçesine bağlı Cendere köyündendir.
Çandarlı’nın daha önceki dönemlerdeki ismi ise: Elaitikos Kolpos.
Çandarlı hakkında burayı ifade edecek bir kelime söylemek gerekirse “rüzgar” denilebilir. İmbat, yaz günleri için ferahlık vericidir. Gündüz-gece arasında yön değiştiren meltem rüzgarları, iyot dolu deniz esintileri saçar. Standartlara göre az rutubetli bir havası var.
Ama, yazın bile, bazen çok sert esen bu rüzgar, ziyaretçilerin keyfini kaçırmaya yetiyor. Zaten bu yüzden Çandarlı’nın arka bölümünde bulunan tepelere, rüzgar enerjisi elde etmek için tirübinler yerleştirilmiş. Rüzgar her ne kadar olumsuz düşünülse de, olumlu yanı, Çandarlılıların, sıcak yaz günlerinde, asla bunalmamaları.
Doğal klima serinliğine alışmışlar. Körfezin batısı: açık deniz olduğun için rüzgarlı havalarda güvenli değil. Deniz trafiği, büyük dalgalar nedeniyle engelleniyor.
Çandarlı denilince, belki çoğu kimsenin dikkatini çekmeyecek bir şey daha var: beş musluk çeşmesi. Bu çeşmenin suyu kaliteli ve aynı zamanda şifalı. Böbreklerde ve idrar yollarındaki taşları düşürüyormuş.
Yani: bu yönde sıkıntısı olanlar, Çandarlı yöresinde, beş musluk çeşmesinin suyunu mutlaka içmeliler. Zaten, insanlar çeşmenin önünde kuyruk oluşturuyorlar, yanlarındaki çeşit çeşit su kabını dolduruyorlar.
Peki, Çandarlı’nın yerel lezzetleri nedir? Çandarlı mutfağında, tüm Ege bölgesinde olduğu gibi, zeytinyağlılar öne çıkıyor. Sarmasından, dolmasına, tüm zeytinyağlılar burada ayrı bir lezzet sunuyor. Kızartılmış patlıcan ve biberi, tavada yağda hazırlanmış domates sosunun ilave edilmesiyle servis ediliyor.
Tüm deniz ürünleri, balık lezzetlerinin yanında ise, buraya has Çandarlı Kebabını mutlaka tatmalısınız. Tırnaklı pide üzerine: et, mantar, mısır ile hazırlanıyor. Üzerine ise, tavada kızartılmış tereyağı dökülüyor.
ÇANDARLI KALESİ
Osmanlı döneminde, Sultan II. Mahmut’un ünlü sadrazamı Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kalede kullanılan taşların çoğu, antik dönemlerin taşlarıdır ve MÖ.2.yüzyıldan kalmadır. Çandarlı Halil Paşa: kaleyi yaptırırken: bu taşları, Foça’dan kölelere taşıtarak getirtmiştir. Söylenenlere göre: en çok taş taşıyan köle “azat” edilecek denilerek, işin çabuk yapılması sağlanmıştır.
Aslını isterseniz, kalenin ilk olarak: 13-14.yüzyıl dönemlerinde, Cenevizliler tarafından yapılmış. Osmanlıların yaptığı, mevcut kalenin yenilenmesi. Çandarlı kalesi: bugün beş kulesi, mazgalları, kapısı ve duvarları ile tüm görkemiyle ziyaretçilerini karşılıyor. 1955 yılında ise, aslına sadık kalınarak, restore edilmiş. Kalede: sık sık konserler düzenlenir.
Ama, bunların dışında kapalı. Burayı ziyaret etmek isteyenler, sadece kalenin çevresinde dolaşarak yetiniyorlar. Yıllardır da açılmamış. Nedeni mi? Ben öğrenemedin, bilen varsa, söylesin. Kalenin içine girilmesi, gezilmesi neden engelleniyor, gerçekten buna mantıklı bir sözle cevap vermek isteyen olduğunda, lütfen yorum bıraksın. Yoksa, yetkililer, bu kaleyi ziyarete açsınlar.
KIZ KULESİ (CORCİ-CORCİO ADASI)
Denizköy denilen yerde. Adanın tepesindedir. Kapısı yok. Söylentilere göre: bir dehlizle denize bağlanıyormuş. Bazılarına göre ise: bir gözetleme kulesidir. Nemrut körfezinin ucundaki, antik Kyme kentine: ışık veya dumanla haber vermek için yapılmış.
Kimine göre ise: Cenevizliler, haberleşmek ve belli zamanlarda sığınmak için, burayı kullanmışlar. Kulenin, hemen yanında Denizköy var.
ÇANDARLI PLAJI
22 km. lik sahil şeridi var. Ancak, bu plajın en büyük özelliği: rüzgar karadan esiyor ve deniz bu yüzden durgun. Ama: deniz suyu genelde soğuktur. Ege denizinin bu bölgesinde genelde olduğu gibi, deniz çivi gibi soğuk. Bu denize girmek için alışkın olmak şart.
Bu plajın diğer bir özelliği de: Çandarlı’da, plaja en uzak mesafedeki evin, uzaklığının 400 metreyi geçmiyor olması, yani plajın evlere yakın olması büyük avantaj.
PITANE
Bu isim: Yunan kökenli olmaması ile öne çıkıyor. Anadolu kökenlidir. Böyle olunca da, bölgenin: Helenistik dönem olan, MÖ.6-5.yüzyıllardan daha gerilere gidilmekte, MÖ.2000 başlarına tarihlenmektedir.
Pitane sözcüğünün kelime anlamına gelince “kadın kenti, ana kenti, kraliçe kenti, Amazon kenti” anlamları ortaya çıkmaktadır. Amazonlar: ok atmalarını engellediği için, sağ memelerini dağlayarak ya da keserek yok eden, kadın savaşçılar.
Pitane adlı ana kraliçenin; Çandarlı’yı, Kyme’yi ve Priene şehirlerini kurduğu, ama yalnızca, Çandarlı’ya adını verdiği düşünülüyor.
Kentin ne zaman kurulduğu, yine de tam olarak bilinmiyor. Ancak, biraz önce de sözünü ettiğim gibi, Helenistik dönem öncesi olduğu kesin.
Tarihi süreç içinde, kentin ismi ilk kez: MÖ. 88 yılında, Romalılarla savaşarak, Batı Anadolu’yu ele geçiren, Pontus kralı VI. Mithridates zamanında duyulur.
Mithridates: Sulla’nın komutasındaki Roma ordusuna yenilerek, Pergamon bölgesini boşaltır ve Pitane şehrine sığınır. Orası da kuşatılınca, deniz yoluyla kaçmayı başarır. Daha sonra, şehir hakkında herhangi bir bilgi bulunmuyor. Günümüzde, şehirle ilgili mimari bir kalıntı da yok. MÖ.6’ncı yüzyıla tarihlenen bir erkek heykeli, günümüzde Bergama Müzesinde sergileniyor.