Ekmeğin anavatanıdır. Zaten girişte “Ekmeğin Anavatanına Hoş geldiniz” tabelası mutlaka dikkatinizi çekecektir. Evet, Vakfıkebir denince, bu iki kelimeden oluşan sözcük kullanılıyor.
Ayrıca: Vakfıkebir, Türkiye’nin 217 ve Trabzon’un 3.en gelişmiş ilçesidir. Burada: ilçe merkezinde, çarşıda gezinin, Vakfıkebir ekmeğini ve tere yağını mutlaka tadın ve hatta, şartlarınız uygun ise, satın alın, hediyelik veya kendiniz için.
Turizm olarak, burada başkaca bir şey bulamazsınız.
ULAŞIM
Trabzon il merkezine, 45 km. uzaklıktadır. İlçenin 8 km. doğusunda Çarşıbaşı ilçesi, 5 km. batısında Beşikdüzü ilçesi, 22 km. güneyinde ise, Tonya ilçesi var.
Samsun-Trabzon-Rize devlet kara yolu, ilçe merkezinden geçiyor.
TARİHİ
Vakfıkebir’in ilk adı: “Fol”. Bu isim: ilçenin, 44 km. güneyinden doğan ve ilçe merkezinden denize dökülen, aynı isimli ırmaktan geliyor. İlçenin tarihi süreç içinde kullanılan ikinci ismi “Büyükliman”.
Çünkü: ilçenin, doğusunda bulunan Fener Burnu ile, batısındaki Zeytin Burnu arasında kalan kısım, karayel rüzgarına kapalı, doğal bir limandır. İlçe, bu doğal limanın merkezindedir. Bu nedenle, buraya, uzun süre “Büyükliman” ismi de kullanılmıştır.
Bugünkü isim ise: Yavuz Sultan Selim’in annesi, Gülbahar Hatun’dan gelir. O yıllarda: Trabzon valisi olan oğlu, Yavuz Sultan Selim’i ziyaret etmek üzere: İstanbul’dan gemi ile, Trabzon istikametinde yola çıkan Gülbahar Hatun; içinde bulunduğu gemi ile, büyük bir fırtınaya yakalanır ve kurtulması halinde, karaya ayak basacağı toprakları Allaha vakfedeceğini adar.
Evet, düşündüğünüz gibi, gemi kurtulur ve Büyükliman bölgesinde karaya çıkarlar. Gülbahar Hatun, burayı vakfeder. “Kebir” büyük demektir. Vakfıkebir “Büyük vakıf” demektir, orada biriken paralarla buraya bir şehir inşa ettirilmiştir. Vakfıkebirliler, Akçaabatlılara takılırlar “Sizinki akçe abattı, bizden kalan akçelerle kurulmuş” derler.
Vakfedenin büyük olmasından dolayı, bu tarihten sonra, yörenin adı “Vakfekebir” yani “Büyük Vakıf” olarak kullanılmaya başlanır. Ancak: günümüzde, yöre hakkında “Fol” ve “Büyük Liman” isimleri de kullanılmaktadır.
Gelelim tarihi sürece. İlçenin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmiyor, ancak çok eski bir yerleşim yeri olduğu düşünülüyor. Tarihi süreç içinde: Hitit, Pers, Roma, Bizans ve Trabzon Rum İmparatorluğunun hakimiyetinde kalan yöre, 1461 yılında, Fatih Sultan Mehmet’in ele geçirmesi sonucu, Osmanlı hakimiyetine girer.
Yörenin fethedilmesinden sonra, Osmanlı topraklarının değişik yörelerinden gelen Türk boyları, İlçeye yerleşirler. 1874 yılında, Trabzon vilayetine bağlı bir ilçe olarak göze çarpıyor.
20 Temmuz 1916 tarihinde, Rusların işgali var. 14 Şubat 1918 tarihinde ise, düşman işgalinden kurtuluş görülüyor.
GENEL
İlçe, genel olarak engebeli bir araziye sahiptir. Arazinin elverişsiz yapıda olması sonucu: erozyon ve heyelan ortaya çıkıyor. Bunun sonucunda ise: bölgede, yerleşim, tarım, ulaşım problemleri oluşuyor. Dağınık yerleşimler ortaya çıkıyor.
İlçe merkezinde: Karadeniz’e dökülen: Fol deresi ve Kirazlık deresi, en büyük akarsular olarak öne çıkıyor.
Karadağ yaylası, ilçenin en önemli yaylasıdır. Yaylacılık turizmi; son yıllarda, yörede önem kazanmıştır. Yöreye has en büyük özellikler ise; Vakfıkebir ekmeği ve Vakfıkebir Tereyağı. Her yıl; “Ekmek Festivali” yapılır.
İklim olarak değerlendirildiğinde: ılıman iklim hüküm sürüyor. Yazlar orta sıcaklıkta, kışlar ılık ve her mevsim yağışlı geçiyor. Yağmurun en yoğun olduğu mevsim: sonbahar, ilkbahar ve kış. Kıyı kesiminde, bazen kar düşmeden kışın geçtiği de oluyor.
VAKFIKEBİR EKMEĞİ ÖZELLİKLERİ
Evet, tüm ülke satında meşhur olan ekmeğin özelliklerinden söz etmek istiyorum. Ekmek, gerçek doyurucu bir ekmektir. Büyük yapılması sonucu pişirme süresi uzar ve dış kabuk kalın, iç kısım yumuşak olur.
Ekmeğin bayatlama süresi uzundur. Uygun koşullarda saklanması halinde: 5-15 gün kadar, bozulmadan saklanabilir. Ekmek soğuduktan sonra: temiz bezlere sarılı olarak, tahta kutular içinde 5-10 gün, kağıda sarılı ve naylon poşet içinde, buzdolabında ise 10-15 gün saklanabilir.
Ancak makinede dilimlenirse bayatlar, ekmek buzdolabına konulmalı, kenarından kesip kesip yenilmelidir. (Bu ekmekten güzel tost olur)
Odun ateşinde piştiği ve ekşi maya kullanıldığı için, kendisine has bir lezzeti var. Ekşi maya: ekmeğin daha iyi kabarmasını ve geç bayatlamasını sağlıyor. Ekmeği ıslatıp dolaba koyduğunuzda, serin yerde “ekşi maya” olur. Vakfıkebir ekmeği, bu ekşi maya ile mayalanır.
Pişme süresi uzun olduğundan ve iyi piştiğinden, yenildiğinde midede şişkinlik yaratmaz. Keskin bıçak kullanıldığında: ufalanmaz.
Vakfıkebir yöresinde, ekmek ile ilgili bazı gelenek-görenekler var. Ben bunlardan, yalnızca bir tanesinden söz etmek istiyorum, sanırım, bu yalnızca yöreye ait bir gelenek-görenek değil, tüm ülkede uygulanması gereken bir alışkanlık olması gerektiğini düşünüyorum: “ Sofrada ekmek artığı bırakılmaz. Sofrada ekmek artığı bırakıldığında: kalan ekmekler, peşimizden ağlar”
EKMEK FESTİVALİ
Ekmek festivalinin etkinlikleri: Vakfıkebir ekmeği ve barış konulu resim yarışmaları, folklör gösterileri, bisiklet yarışmaları, taş fırın ekmeği seçimi, tereyağı ile birlikte ekmek sunumu, ekmek sinevizyonu, yüzme yarışması, futbol karşılaşmaları gibi, yarışma ve gösteriler düzenleniyor. Bunlar ile, yöre gençleri bir araya getiriliyor.
Bu şekilde, ekmek festivali ile birlikte: yörenin ve ekmeğin yöreye turizm ve ekonomik açıdan girdi sağlamak amacı ile tanıtım yapılıyor. Festivalin en büyük özelliği ise: ilçe dışında yaşayan Vakfıkebirlilerin, festival süresince, buraya geliyor olmaları. Böylece, yöre insanları birbirleriyle kaynaşıyorlar. Yöreye, bir hareketlilik, canlılık ve parasal girdi sağlanıyor.
Bu arada, festival, her yıl Ağustos ayında, 3 gün süre ile düzenleniyor.
VAKFIKEBİR TEREYAĞI
Vakfıkebir tereyağı: saf süt kremasından geleneksel yöntemlerle yapılıyor. Kendisine has, doğal sarılığı, güzel kokusu ve tamamen doğal yapısı var. Uygun koşullarda, 4 ay özelliğini ve lezzetini kaybetmeden saklanabiliyor. Yemeklerde rahatlıkla kullanılabiliyor.
NE YENİR
Vakfıkebir’de yöresel lezzetler şunlar: Yağlaş (mısır unu, peynir ve tereyağı ile yapılır), Hamsi Kuşu (mısır unu, maydanoz, hamsi, pırasa, yeşil soğan), Sarambula (mısır unu, pırasa, soğan, hamsi) sayılabilir.
VAKFIKEBİR TURİZM
Vakfıkebir’de, turizm denilince: antik dönemlerden kalma, kalıntılar yok. Burada turizm: deniz, yayla, yemek ve dinlenme amaçlı tesisler ile hizmete sunuluyor.
Trabzon’a çok yakın, hemen dibinde, sanki bir mahallesi gibi. Dolayısı ile, Trabzon ile iç içedir.
Merkezde yani İlçe merkezinde görebileceğiniz herhangi bir turistik yer yoktur. Turistik yani gezilmesi gereken yerler, özellikle Osmanlı döneminden kalma kalıntılar köylerdedir.
Yomra’nın en önemli özelliği: burada muhteşem inşaat faaliyetlerinin sürdürülmesidir. Çünkü: burada sanki bir Arap şehri kurulmaktadır. Şeyhin yaptırdığı lüks otele “Arap şehri” deniliyor.
Çünkü sadece bir otel binasından öte, tam bir yapılar kompleksidir, içinde yüzme havuzundan tutun alışveriş merkezine kadar her şey var ve burası gerçekten bir şehir gibi inşa edilmiş ve edilmeye devam edilmektedir.
Araplar: buradan ev ve devre mülk alıyorlar veya ev kiralıyorlar. Çünkü Araplar, otel yerine evde kalmayı tercih ediyorlar. Hemen tepenin üst tarafına doğru yapılan yapılar, son 3 yıl içinde tamamlanmıştır.
Çünkü “Kıyı Sahil Kanunu” değişince, kıyı boyunda yüksek katlı binaların yapılması mümkün olmuş ve bu durum özellikle Yomra’da yoğun olarak kullanılmıştır. Hepsi deniz gören, çok katlı binalar, rezidanslar inşa edilmiş ve bir taraftan hala inşa edilmeye devam edilmektedir.
Buna bağlı olarak: burada çok sayıda Arapça tabela göreceksiniz. Hatta: oteller ve restoranlarda Arapça konuşan personel bulunuyor. Arapça biliyor diye, Afrika’dan bile buraya çalışmaya geliyorlar.
ULAŞIM
Trabzon il merkezine, 15 km. uzaklıktadır. Tipik, Doğu Karadeniz iklimi görülüyor. Ancak: arazi yapısı, deniz kıyısından iç kesimlere doğru yükseldikçe, iklim farklılıkları görülür.
Her 100 metre yükseklikte, sıcaklık 0.5 derece düşer. Yani: Ocak ayında, Yomra ilçe merkezinde sıcaklık 10 derece iken, Sırhanlı Yaylasında, sıcaklık, sıfırın altına düşer.
TARİHİ
Yörenin tarihi incelendiğinde: Hitit, Asur, İskit, Makron, Kimri, Amazon, Kloh gibi Türk topluluklarının bölgede yaşadıkları görülür.
Bu tarihi süreç içinde: elbette, Trabzon merkezli kurulan Pontus ve Bizans yerleşimleri de görülür. Ancak, bu bölgeye ilk yerleşenlerin, Kafkas taraflarından gelen bir ırk olduğu düşünülmektedir.
1461 yılından sonra, Fatih Sultan Mehmet’in tüm bu yöreleri ele geçirmesi ile, bölgede Osmanlı egemenliği görülür.
Tarih boyunca, birçok topluluğa yurt olmuş olan İlçe, uzun zaman Trabzon bünyesinde kalmıştır. Uzun yıllar: Trabzon’un tüm tarımsal ihtiyacı, buradan karşılanmıştır. Özellikle: armut, elma, fındık, kiraz, kara yemiş, üzüm, incir başta gelmektedir. Bunları niye yazıyorum? Gerçekten, bu meyveler, yörede büyük önem taşıyor.
17.yüzyılda, buradan geçen Evliye Çelebi, notlarında, burada gördüğü meyveler hakkında, şunları yazmaktadır.” Yiyeceklerinden, meyveleri, bilhassa kiraz, armut, elma, üzüm gayet nefis olur.” Gezgin bunların yanında,” Levrek balığı, kefal balığı gayet lezzetlidir.
Fakat, bunlardan en önemlisi: ticaretinin yapıldığı hamsi balığı vardır. Bu balık: Hamsin’den çıktığı için, bu adı almıştır.”
Evet, tüm bunların yanında: yakın geçmiş tarihi süreçte, Yomra’nın acı günlerinden biri yaşanır. 4 Nisan 1916 tarihinde, Rus donanması denizden karayı top atışına tutarak yakıp yıkar. Bunun üzerine, halk iç kesimlere kaçar.
Ancak, bu defa da, Ermeni ve yerli Rum milislerinin kahpe saldırılarına maruz kalırlar. Tüm bu olaylar, yöre insanının, muhacir olmasına ve bölgeden göçmesine neden olur.
1917 yılında, Rus Bolşevik isyanı sonucu, işgalci Rus birlikleri, yöreden çekilmeye başlarlar. 24 Şubat 1918 tarihinde ise, yöre, işgalden kurtarılır. Ancak; yörede yaşanan kısa süredeki tahribatlar, kolay kolay unutulur gibi değil.
Günümüzde: yaylalara ve merkezden uzak yerleşim birimlerine gidildiğinde: isimsiz, sayısız mezarlar, boş mermi kovanları, tüfek parçaları, insan kemikleri görmek mümkün. Rus işgali sırasında: en büyük çatışmanın: Sulaklı Yaylasının güneyinde bulunan “Çataltepe” mevkiinde yapıldığı söyleniyor. Burada: binlerce Türk askeri şehit olmuş ve gömülmüş.
GENEL
İlçenin ilk adı: “Durana” dır. İlçede yetişen bir tür elma olan “Yomra” elmasının adından ötürü, bu isim, zamanla “Yomra” olarak değiştirilmiş ve günümüze ulaşmıştır. Fındık, tüm yakın çevrede olduğu gibi, burada da tarımın ana metasıdır. Yani: ilçedeki tarımın ağırlığı, fındık üzerinedir. Bunun dışında: kivi ve ceviz yetiştiriliyor.
NE YENİR
Buraya has, başlıca yemekler şunlardır: Kuymak, lahana çorbası, lahana huliyas, lahana dolması, lapa, herle, kavut.
Kuymak: peynir, mısır unu, tereyağı ve kaymaktan yapılıyor. Kaygana: mısır unut, yumurta ve kılçıkları çıkarılmış hamsiden, tavada kızartılarak yapılır. Hamsikuşu: Köfte şeklinde yapılır. Kavut: mısır veya buğday unu örtülerek elde edilen undan yapılan bir tür yemek.
GEZİLECEK YERLER
TEPEKÖY KALESİ
İlçenin en büyük tarihi kalıntısıdır. Kale: Oymalı tepe ve Özdil vadisine hakim bir tepe üzerinde kurulmuştur. Yomra’nın tek kalesidir. Ancak, günümüzde tahrip olmuş olarak görülmektedir.
Kalenin yapımında: Horasan kaynağı denilen bir madde kullanılmıştır. Söylentilere göre: Cenevizliler döneminden kalmadır.
OSMANLI ESERLERİ
Yomra’da Osmanlılar döneminden kalma, özellikle birçok çeşme yapısı, özellikle köylerde görülmektedir.
KEMERLİ KÖPRÜ
Osmanlılar zamanından kalmadır. Govlagoz Yaylasındadır. Ulaşımı sağlamak için yapılmış taş köprü, halen sağlam olarak durmakta ve yöre halkına hizmet vermektedir.
ŞANA LİMANI
Yomra sahillerinde, ilçenin limanının bulunduğu bir yer.
Trabzon denince akla hemen ilk gelenler: hamsi, kemençe, fıkra ve elbetteeeeee Trabzonspor. Bunlar: gerçekten buranın kültürünün temel parçaları. Bu muhteşem güzel, benim ülkemizdeki en beğendiğim şehirlerin başında gelen yöre, gezilmesi, görülmesi gereken bir yer. Mutlaka gidin, görün, gezin beğeneceksiniz.
Son zamanlarda Trabzon’da en çok dikkati çeken husus: müthiş bir kentsel dönüşümdür. Neredeyse şehir baştan başa yeniden imar edilmektedir. Ziyaretiniz de, zaten bunu mutlaka hissedeceksiniz, her yer de inşaatlar yükseliyor.
ULAŞIM
Trabzon-Samsun arası uzaklık: 330 km. Trabzon-Ordu arası uzaklık: 175 km. Trabzon-Giresun arası uzaklık: 125 km. Trabzon-Rize arası uzaklık: 71 km. Trabzon-Artvin arası uzaklık: 230 km. Trabzon-İstanbul arası uzaklık: 1070 km. Trabzon-Ankara arası uzaklık: 752 km. Trabzon-İzmir arası uzaklık: 1345 km. Trabzon-Erzurum arası uzaklık: 302 km. Trabzon-Gümüşhane arası uzaklık: 110 km. Trabzon-Antalya arası uzaklık: 1295 km. Trabzon-Bursa arası uzaklık: 1090 km. Trabzon-Şanlıurfa arası uzaklık: 800 km. Trabzon şehirler arası yolcu terminalinin, şehir merkezine uzaklığı: 2 km. dir.
Otobüs terminalinden, şehir merkezine ulaşım: taksi ve dolmuşlar ile yapılmaktadır.
Trabzon’a deniz yolu ile de gitmek mümkündür. Limanın kent merkezine uzaklığı: 1 km. dir. Trabzon limanı, Doğu Karadeniz bölgesinin en büyük limanıdır.
Trabzon hava limanı: ülkemizin ve bölgenin en büyük uluslar arası hava alanıdır. Şehir merkezine, 6 km. uzaklıktadır. Şehir merkezi ile ulaşım: taksi ve dolmuşlar ile yapılmaktadır.
TARİHİ
İl merkezinde, Tabakhane ve Zağnos dereleri arasında kalan bölüm düzgün değil. Burası: bir masa gibidir.
Bu bölümde: kentin bilinen en eski yerleşim kalıntıları bulunmuş. Bu nedenle: Trabzon isminin buradan geldiği düşünülüyor. Yani: eski Yunancada, “masa” veya “trapez” biçimi karşılığı olarak “Trapezos” kelimesi kullanılıyor. Kıbrıs’da yerliler masaya “trapez” derler. Trapez kelimesi: masa şeklinde yerleşim yeri, masa şehri gibi anlamlar taşır.
Trabzon isminin de, biraz önce söylediğim gibi, ilk kurulduğu yerin; bu biçime benzemesi nedeniyle, bu kelimeden geldiği düşünülüyor. Şehri kuranlar, limana geldiklerinde masa şeklindeki taşlar veya günümüzdeki Boztepe’nin üstündeki düzlük masaya benzetildiğinden şehre bu isim verilmiştir.
Bu kelimeye (Trapezos) ilk kez: MÖ.4. yüzyılda geçen bir olayın anlatıldığı ve Kesnophon tarafından kaleme alınan bir kaynakta (Anabasis isimli) rastlanıyor. Yani: Trabzon isminin, yaklaşık 2700 yıllık bir geçmişi olduğu söyleniyor.
Evet; ismin kaynağından sonra, bölgeye ilk yerleşimciler hakkında bilgi vermek istiyorum. İyon kökenli Miletoslular, Ege denizi kıyılarından yola çıkarak, MÖ.7’nci yüzyılda, Karadeniz’e gelmişler ve deniz kıyısında koloniler kurmuşlar.
Trabzon’da, Sinop gibi bölgenin en büyük kolonilerinden biri olarak öne çıkmış. Ancak: yapılan araştırmalarda, bu kolonicilerden önce; bu bölgede; Kolkhlar, Driller, Makronlar gibi yerli kavimlerin yaşadıkları tespit edilmiş.
Nasıl? MÖ. 400 yıllarında, Trabzon’u ziyaret eden, Sokrates’in öğrencisi Zenefon’un günlüklerinde bu halkların ismi geçiyor, ama maalesef günümüze bunlar hakkında herhangi bir bilgi, kalıntı ulaşmamış.
Evet, bu dönemde: Orta Asya’dan ve Orta Doğu’dan gelen ticaret yolları, Trabzon bölgesinde denize ulaşıyordu. Bu yüzden: Trabzon ticari ve stratejik öneme sahipti. Bu durum: Ege kıyılarında yaşayan insanlar tarafından da biliniyordu.
Meşhur Arganotlar’ın “Altın Post” bulmak için yaptıkları efsanevi sefer de, bunu göstermektedir. Bazı söylentilere göre: madencilik sanatı, bu bölgede oturan kavimler tarafından bulunmuştur.
Aynı dönemde: yani kolonicilerin bölgeye geldikleri tarihlerde: Kafkasya’dan gelen Kimmerler ve onların ardından İskitler de, bölgeye akınlar yapmışlar. MÖ.6. yüzyılda ise, Perslerin egemenliği görülüyor. Bu dönemde: burada, Pont Kapadokyası adı verilen satraplık kurulmuş.
MÖ. 334 yılında, Makedon kralı Büyük İskender, tüm Anadolu’da olduğu gibi, bu bölgedeki Pers egemenliğine de son verir. Ancak: İskender’in ani ölümü üzerine, ortaya çıkan karışıklıklarda, burada; Pont Satrabı II. Ariantes’in oğlu Mithridates, yerli halkın de desteğini alarak: Karadeniz Pontus Devletini kurar.
Bu devletin merkezi Amasya’dır ve Trabzon, MÖ.280 yılına kadar, bu devletin egemenlik alanı sınırları içinde kalır.
MÖ.1’nci yüzyılda, Romalı’lar Anadolu’yu işgal ederler. Roma imparatoru Ponpeius tarafından; Kelkit vadisindeki çatışmada, Pontus kralı V. Mithridates yenilir ve Pontus krallığı sona erer. Bölgede: MÖ. 66 yılından itibaren, Roma hakimiyeti görülür.
Ünlü Roma İmparatoru Hadrian döneminde (117-138): tüm imparatorluk topraklarında olduğu gibi, Trabzon’da da önemli imar faaliyetleri görülür. Birçok dini ve askeri binalar ve su kemerleri yapılır.
Hatta: yapay bir liman inşaatı bile söz konusu olur. Ancak, imparator Hadrian’dan sonra, Trabzon yöresinin parlak dönemi biter. Roma döneminde: burada basılan sikkelerde, her ne kadar ön yüzünde Roma imparatorlarının büstleri olmasına rağmen, arkasında Pontus krallığı döneminden beri süregelen mitolojik tasvirler ve Grekçe yazılar kullanılmıştır.
Ama biraz önce de söylediğim gibi, parlak dönemin bitmesi ile, sikke basma yetkisi de elden alınmış.
395 yılında, Roma imparatorluğu ikiye ayrılınca: Trabzon, Bizans sınırları içinde kalır. Bizans imparatoru Justinianus, Trabzon’da kent surlarını restore ettirir. 1204 yılında: Bizans imparatorluğu, IV. Haçlı Seferini yapan Latinlerin eline geçince, Bizans imparatoru I. Andronikos Komnenos’un torunları İstanbul’dan kaçarak, Trabzon’a gelirler ve Trabzon’da, 1204 yılında, bağımsız “Komnenos” krallığını kurarlar.
Krallık: 1238-1265 yılları arasında, en parlak dönemlerini yaşarlar. Bu dönemde: Gümüşhane’deki gümüş madenlerinin etkisiyle, ekonomik olarak güçlenen Manuel I’in sikkeleri üzerinde “en mutlu” unvanı yazar.
1461 yılında: Fatih Sultan Mehmet öncülüğündeki Osmanlı kuvvetleri, Trabzon’u ele geçirir ve Komnenos krallığına son verir. Osmanlı döneminde: Trabzon, bir eyalet ve sancak olarak; şehzadeler tarafından yönetilir. Kanuni Sultan Süleyman, burada doğar.
1840 yılında, Trabzon ile Marsilya şehri arasında, direkt gemi seferleri yapılıyordu. Aynı dönemde: Trabzon’da: Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan başkonsoloslukları bulunuyordu. 1867 yılında, Trabzon’da büyük bir yangın çıkar.
Kent, daha sonra yeniden düzenlenir. 1868 yılında vilayet olur. I. Dünya Savaşı sırasında, Ruslar, 1916 yılında, Trabzon’a saldırırlar. Trabzonlu yerel milis güçler, bu saldırı sırasında, birçok çatışmaya girerler. Ancak, düşmanın Trabzon’a girmesine engel olamazlar.
Ruslar, 14 Nisan 1916 tarihinde, Trabzon’u işgal ederler. 1917 yılında, Rusya da, Bolşevik ihtilali olması, Rus ordusunda panik oluşmasına neden olur ve Ruslar, Trabzon’dan çekilirler. 24 Şubat 1918 tarihinde, Trabzon geri alınır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında: Trabzon’da: opera, tiyatro binaları vardı. Sinemalarda sessiz filmler ve Kurtuluş Savaşı belgeselleri gösteriliyordu. Ana meydandaki restoranlarda: piyano resitalleri veriliyordu. Yani: şehrin kültürel yapısı ve büyüklüğünü ifade etmek adına, bunları yazıyorum.
Ulu Önder Atatürk: Cumhuriyet döneminde, üç kez, Trabzon’a gelir. İlk geldiği tarih olan, 15 Eylül tarihi, Trabzonlularca “Atatürk Günü” olarak kabul edilir.
GENEL
Şehir merkezi: denizden tatlı bir meyille yükselen, parçalı bir kıyı üzerinde kurulmuştur. Şehrin kurulduğu alan: Değirmendere’den, Fatih Mahallesine kadar uzanıyor iken, günümüzde: bugün, ilaveten, Çimenli ve Beşirli Mahallelerini de kapsamaktadır.
Trabzon ilinin yeryüzü şekillerine bakıldığında: kıyı çizgisi boyunca, Doğu-Batı doğrultusunda uzanan dağlık alanlar var. Bunlar arasında: mevcut akarsuların oluşturduğu vadiler ve deltalar bulunuyor. Yörenin nemli iklimi nedeniyle, akarsuların havzalarının akışı hızlı ve oldukça fazladır. Bu yüzden: yük taşınmasına uygun değildir.
İklim değerlendirildiğinde: yağışlar kıyıla yakın yerlerde yağmur, yüksek kesimlerde ise genellikle kar şeklinde düşer. Bahar mevsimleri: bol yağmurlar ile dikkati çeker.
Trabzon, yer altı kaynakları, madenler bakımından oldukça zengindir. Bölgedeki kaynaklar, 17. yüzyıldan günümüze kadar, yerli ve yabancı şirketler tarafından işletilmektedir.
Şehrin ekonomisi: tütün, mısır, fındık ve çay tarımına dayanmaktadır. Ülkemizdeki tütün üretiminin, % 20 si Trabzon’dan karşılanmaktadır. Ayrıca: elbette balıkçılık yapılıyor. Ülkemizin balık üretiminin % 20”si Trabzon’dan elde edilir. Keten dokumalar, kuyumculuk, bakırcılık gibi geleneksel el sanatları da hala canlılığını korumaktadır.
Trabzon bölgesinde müzik: mahalli özellikler taşımaktadır. Geleneksel çalgılar: şimşir, kaval, kemençe, davul-zurna ve tulum. Ayrıca: kadın ve erkekler tarafından topluca oynanan geleneksel dans olan “horon” yaygındır.
Bunun dışında, bölgede Türkmenler saz çalar ve saz eşliğinde çeşitli oyunlar oynarlar. Özellikle: kolbastı oyunu, 1930 yılında, Trabzon’un Faroz mahallesinde başlamıştır. Farozlu balıkçıların kendi aralarında oynadıkları bir oyundur. Ama, günümüzde, tüm ülke çapında yaygınlaşmıştır.
TRABZONSPOR
Trabzon denir de “Trabzonspor” akla gelmez mi? Elbette gelir. Trabzon yöresinde gezerken, bir taksinin arka camında Trabzonspor takım posterini gördüm, ancak ilginç olan bu posterin ters asılması idi, yani futbolcular baş aşağı duruyordu, nedeni merak ettim ve öğrendiğinde: o ve aynı düşüncede olan bazı taraftarların “takımda oynayan futbolcuların aklı başlarına gelene kadar posteri ters asmaya karar verdiklerini” öğrendim.
Peki ya Trabzonspor’un renklerinin anlamı nedir? Mavi: denizi temsil eder. Bordo ise: Hamsi balığını temsil eder deniliyor. Trabzon gezisinde, şehrin hemen çıkışında, yeni yapılan muhteşem Stadyumunu da görebilirsiniz, özellikle uzaktan mimari açıdan gayet güzel görünüyor.
TRABZON İŞİ TAKI VE DOKUMA SANATI
HASIR BİLEZİKLER
Hasır bilezikler: altın yada gümüş ince tellerden yapılır. Hasır bilezik: 31-32 mikron inceliğindeki altın yada gümüş tellerin: ilmek ilmek örülmesiyle yapılır. Tamamen el emeği, göz nuru olan bu sanat, Trabzonlu genç kızlar ve kadınlar tarafından dokunmaktadır. Örme gümüş ve altın “tespih püskülleri” de Trabzon’a has örneklerdir.
KAZAZ SANATI (KAZAZİYE İŞİ)
İpek veya naylon tel üzerine, burularak sarılan, çok ince, altın ve gümüş teller ile yapılan, yöresel bir el sanatıdır. Altın ve gümüş tellerin sarılması sırasında: içte kalan ipek yada naylon iplik, kıvrık tutularak, sarma işlemi yapılır. Sonuçta, bitmiş bir telin kalınlığı: 03-05 mm. kalınlığa ulaşır.
Bu ürünler: kolye, küpe, bilezik, tespih ve tespih püskülleridir. I. Dünya Savaşı yıllarında, Trabzon’da, 50’nin üzerinde kazaz dükkanı varken, günümüzde, bu sanat, sınırlı sayıda sanatkar tarafından yürütülüyor.
TELKARİ İŞLEMECİLİĞİ
Tel işi anlamına gelir. Trabzon işi telkariler: likör ve kahve takımı, çay tepsisi, takunya ve ev ve mutfak eşyaları.
HEYBE
İşte, alışverişte, pazarda: erzak ve ihtiyaç maddelerini koymaya yarar, geniş bantlar arasında, ince çizgiler taşıyan bir dokumadır. Ağız kısımları, kendi ipiyle büzülür.
KEŞAN
Tahta el tezgahlarında dokunur. Yöre kadınları: başlarına, peştemallere ise bellerine bağlarlar. Her yörenin, birbirinden farklı desenli peştemalleri vardır. Kök boyadan yapılan Keşan ve peştemaller, el dokuması çarşaf ve kumaşlar: hem günlük yaşamda hem de dekoratif amaçlı olarak kullanılır.
KUŞAK
Kalın yün iplikten yapılır. Genellikle bölgede yaşayan kadınlar, bellerine dolarlar.
ÇORAP
Boyanmış ya da boyanmamış yünden örülür. Boyanmamış yünler: beyaz ve kahverengi doğal renklerdir. Trabzon yapımı çoraplar: erkek çorapları, kadın çorapları ve çocuk çorapları olarak örülürler.
Çorap süsleri: genellikle üçgen motifli, Trabzon örneği özelliğini taşırlar. Nazara karşı önlem olarak kullanılırlar. Evet, sanırım en çok bu özellikleri, turistlerin ilgisini çekiyor.
NE YENİR
Yörede: bölge mutfağının temel besin maddeleri olarak: karalahana, mısır ve hamsi kullanılmaktadır. Kış aylarında avlanan hamsi: oldukça lezzetli. Yöre mutfağının adeta bir sembolü. Bu üç ürünün; her türlü yemeği yapılmaktadır. Ama, özellik arz edenler şunlardır:
Trabzon pidesi: kıymalı ve peynirlisi yapılan ünlü Trabzon pidesi, özellikle kış aylarında, hafta sonu kahvaltıların vazgeçilmez yiyecekleri arasındadır.
Trabzon ekmeği: Taş fırındı pişirilir. İl genelinde, ilçelerde de üretilir. Uzun süre taze kalışı ve büyüklüğü ile ünlüdür.
Bu yörede: yukarıda yazdığım yemekleri deneyebilirsiniz.
NE SATIN ALINIR
Trabzon’da: maden ve ağaç işlerine dayalı el sanatları, yüzyıllardır sürdürülmektedir. Bu el sanatlarının başında: bakırdan yapılan kap-kacak yapımı önde gelmektedir. Yerel zevklerle şekillendirilen mutfak aletleri: yüzyıllardır yapılagelmektedir.
Ayrıca: gümüşün işlenmesiyle yapılan: gümüş işi hasır bilezik, telkari denilen ve gümüşten yapılan, çeşitli süs eşyaları, oldukça ilgi çekmektedir. Bunun dışında: renkli dokuma kilimler, peştamal, sırt ve omuz çantaları, yün çoraplar, yük taşıma ipleri; buradan satın alabileceğiniz objeler.
Evet, özellikle: ekonomik şartlarınıza göre: buraya has, gümüş objeler gerçekten, özellikle bayanlar için çekici.
Nereden alışveriş yapabilirsiniz? Daracık Arnavut kaldırımları olan, tek katlı arasta biçimli ve koridoru andıran sokakları olan: Kemeraltı. Buradan: tüm Trabzon halkı da alışveriş yapmaktadır. Ayrıca: kunduracılar caddesi ve uzun sokak da, gözde alışveriş merkezlerinden.
Bu alışveriş mekanlarında: yukarıda sözünü ettiğim ve özellikle: el tezgahlarında dokunan: Keşan, peştamal, kuşak ve yöresel elbiseler satın alabilirsiniz. Ama: yine yukarıda söylediğim gibi: Trabzon’a has “Trabzon işi” olarak ünlenen “hasır bilezik ve telkari usulü ile yapılan gümüş ve altın işlemeler” gerçekten görüntü olarak muhteşem. Altıncılar ve gümüşçüler çarşılarını, mutlaka gezmelisiniz.
YAYLA TURİZMİ
İl merkezine bağlı, iki yayla kent inşa edilmiş ve özel sektöre kiralanarak, turizmin hizmetine sunulmuş. Bu yaylalar: Hıdırnebi ve Kayabaşı yaylaları. Bir diğer yayla kentinin ise yapımı devam ediyormuş. Bu da: Savandoz mevkiindeki Hakça Yaylası. Bu yaylalarda: çok sayıda turistik tesis bulunuyor.
1966 yılında ise: Üniversite, bugünkü merkez kampüsüne taşınmıştır. Günümüzde: Karadeniz Teknik Üniversitesi bünyesinde: 14 fakülte, 1 konservatuvar, 3 yüksekokul, 7 meslek yüksek okul ve 3 enstitü bulunmaktadır. Bu kurumlarda: 1800 akademik kadro ve yaklaşık 40.000 öğrenci, eğitim görmektedir.
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
Üniversite: 1955 yılında kurulmuş. İstanbul ve Ankara illeri dışında kurulan, ilk üniversitedir. Kuruluşundan, yaklaşık 8 yıl sonra: 1963 yılında, Rektörlük ve Fakülte kadroları verilerek, Temel Bilimler, İnşaat-Mimarlık, Makine-Elektrik ve Orman Fakülteleri kurulmuştur.
GEZİLECEK YERLER
ATATÜRK KÖŞKÜ
Giriş ücreti, sivil 5 TL ve öğrenci 2 TL dir. Ziyaret saatleri: 08.00-19.00 arasındadır. Müze kart geçersizdir.
Trabzon ilinin Soğuksu semtindeki bu yapı, yazlık konut olarak 1890 yılında Osmanlı vatandaşı Konstantin Kabayanidis tarafından yaptırılmıştır. Kendisi çok zengindir, arazileri vardır ve özellikle bankerdir, gemileri vardır, armatörlük, taşımacılık yapar. Trabzon şehrindeki en zengin ailelerden biridir. Rum kökenlidir. 1890 yılında bir yazlık konut yaptırmak ister.
Temmuz ve Ağustos ayları burada “çürük ayı” olarak bilinir. Nem çok fazladır, nem çok fazla olunca sahil kenarında durulmaz. Denizden 300-400 metre yükseğe çıkınca yani köşkün bulunduğu yerde nem yoktur.
Kabayanidis: yurt dışında buna benzer birçok küçük köşk görür ve o gördüklerinin daha büyüğünü buraya yaptırmaya karar verir. Köşkün bütün parçaları yurt dışından gemilerle gelir ve burada yani Soğuksu’da birleştirilir.
Özellikle, köşkün dış cephesinin taş işçiliği çok güzeldir. Bahçesi çam ağaçlarıyla çevrilidir. İç cephede tuğla kullanılmış, merdivenler ahşap ve korkuluklu olarak yapılmıştır. Su ve ısı tesisatı ise, zamanın ileri teknolojisiyle döşenmiştir.
Avrupa mimarisinin izlerini taşıyan köşk 4 katlı ve kagirdir. En küçük ayrıntı düşünülür. Örneğin: kapıların çarpmasını engelleyecek sistem geliştirilmiştir.
Köşk; 1924 yılına kadar bu aile tarafından kullanılmıştır. Ancak, 1924 yılındaki mübadelede, burada yaşayan aile burayı terk eden ve köşk, hazineye kalır.
Atatürk: 15 Eylül 1924 tarihinde, Atatürk, Trabzon şehrine yaptığı ilk ziyaretinde burayı gezmiş ve çok beğenmiştir.
İkinci kere, Trabzon şehrine geldiğinde ise, burada kendisi şerefine bir akşam yemeği organize edilir. Köşk çok hoşuna gider. Bunun üzerine, Trabzon İl Daimi Encümeni, 18.05.1931 tarih ve 361 sayılı kararıyla, Trabzonluların bir hediyesi olarak köşk, Atatürk adına temlik ettirilmiştir.
Atatürk: 10-12 Haziran 1937 tarihinde, Trabzon şehrine yaptığı son ziyarette, burada 3 gün, 2 gece kalır ve bu sırada: mal varlığını hazineye bağışlama kararını alır, vasiyetini burada yazar.
Köşkün gezilmesi
Köşk: çok güzel bir bahçe içinde bulunuyor. Bahçede, özellikle Atatürk’ün bir büstü dikkat çekiyor. Bahçe ve köşkün katlarından ise, Trabzon şehrinin güzel bir manzarası izleniyor.
Ancak, eskiden sahilden köşk görülürken, günümüzde önde bulunan ağaçlar nedeniyle, köşk sahilden görülmüyor. Güzel bir yapı: Trabzon ilini ziyaret edenlere, bu güzel ve ilginç, Atatürk’ün anıları dolu yapıyı mutlaka gezmelerini öneriyorum.
Köşk: bodrum katı ile birlikte 4 katlıdır.
Köşkün iki girişi vardır. Ön taraftaki giriş, özel davetler olduğunda misafirler geldiğinde kullanılır. Arka taraftaki kapı ise gündelik kullanım kapısıdır. Yapıya, orta katından yani giriş katından girilir. En üst kata kadar çıkılabilir. Köşkte küçük tip mobilyalar kullanılmıştır ki, bunlar o dönemin özelliğini yansıtmaktadır.
Giriş katında: hemen yan tarafta; vestiyer, ayakkabılık, asa ve şemsiye konulan yerler vardır. Giriş katında: oturma, dinlenme, yemek ve misafir odaları vardır. Ayrıca yine giriş katında: Atatürk’ün 1924 yılında, buradaki yemekte yaptığı konuşmanın yazılı metni asılıdır. Salonun ortasında bilardo masası bulunur.
Hemen girişte, sağdaki odada yerde bir halı görülüyor. Bu halı: İran Şahı tarafından, Atatürk’e hediye edilmiştir. Bu konu ile ilgili bir anı vardır. Atatürk, İran şahına, bu halı karşılığında iki bidon turşu gönderir.
İran şahı: “Ben sana çok değerli bir halı gönderdin, sen bana turşu gönderdin” diye sitem edince, Atatürk “Sen halıyı bana devlet hazinesinden gönderdin, ben turşuların parasını kendi cebimden ödeyerek sana gönderdim” der.
Varenda, kış bahçesi olarak kullanılır. Her odanın yer karosu, İtalya’dan getirilmiştir ve farklıdır. Yemek odasında, servis yapılan kapı dikkat çeker. Kapılar sürgülü kapıdır, servis yapıldıktan sonra sürgülü kapı kapatılır ve böylece hiç kimse içeriyi göremez.
Burada dikkati çeken bir diğer husus: kalorifer peteğinin ortasında bir fırın bulunmasıdır ve burası, kuzine gibi kullanılır, yemeklerin sıcak kalması sağlanır.
Pencerelerde çift pencere sistemi vardır. Camların arasında yukarıdan aşağıya çekilen kepenek sistemi bulunur. Yukarıda ise ahşap pancur sistemi bulunur. Sahilden bakınca: pencere ve kapılar aynı şekilde, içeride saklanmış gibi görülür. Kapıların arkasında pimler bulunur, kapı çarpınca bu pimler kilitlenir.
Aşağıda kalorifer kazanları vardır. Sıcak su buharı: duvarlar içinde, birçok noktadan geçerek yukarı çıkar ve böylece binanın ısınması sağlanır.
Birinci katta: çalışma odası, büyük yatak odası, bekleme odası ve toplantı odası vardır. Yatak odasında, lavabo ve banyo bölümlerine içten geçilir. Yani, bir anlamda, o yıllarda “ebeveyn banyosu” yapılmıştır.
Bu katta bulunan odalar arasındaki salon duvarında, Atatürk’ün bizzat kendi kurşun kalemi ile işaretlediği, Türkiye haritası bulunur. 1934 yılı yapımı bu harita çok detaylıdır. 1937 yılında Dersim isyanında, bu harita Atatürk tarafından kullanılmıştır. Haritanın üstünde, Atatürk’ün kendi el yazısı ile yazdığı notlar görülür.
İkinci katta: salon ve salona açılan iki oda bulunur. Bu odalardan birinde, Atatürk vasiyetinin bir kısmını yazmıştır. Ancak vasiyetinde bu köşkü belirtmemiştir. O yüzden, ölünce köşk, kız kardeşi Makbule hanıma kalır. Makbule hanıma intikal eden köşk: 06.04.1943 tarihinde Trabzon Belediyesi tarafından satın alınarak “Atatürk Müzesi” olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır.
AYASOFYA MÜZESİ
Trabzon şehir merkezinin 2 km batısındadır. Giriş ücretsizdir, yapı halen cami olarak ibadete açıktır. Ancak gezilmesi mümkündür.
Yapılışı
1204 yılında, İstanbul Latin Haçlı ordusu tarafından işgal ve talan edilince: Komnenos sülalesi Karadeniz üzerinden kaçarak buraya gelir. Onlara teyzeleri Gürcü kraliçesi yardım eder ve Trabzon şehrinde Pontus Rum Devletini kurarlar. Rum denilen kişiler, aslında Romalıdır. Burada: o devleti kurunca ellerindeki en değerli yer “Sümela Manastırı” dır. İstanbul’daki hayatlarını özlerler, orada bir Ayasofya vardır. Burada ise sadece kale içinde, küçük iki kilise vardır.
1238 yılında Komnenos Kralı I. Manuel Komnenos (1238-1263), büyük bir kilise inşa ettirmek ister. Ancak maddi durumları elvermez, ticaret yollarına önem verirler. Selçuklularla yakın ilişkiler kurarlar, kız verirler, akrabalık ilişkileriyle birlikte, ticaret hacmi de artar.
Farklı ticaret yolları geliştirmeye çalışırlar. Zilkale yapılarak yolun güvenliği sağlanır ve bu şekilde ticareti arttırırlar, paralar kazanmaya başlarlar ve kazandıklarını imara harcarlar. Ayasofya kilisesinin yapılışı, maddi sıkıntılar nedeniyle yaklaşık 30 yıl sürer.
“Aya” kutsal ve “Sofya” ise hikmet, bilgelik demektir. Bir sürü Ayasofya vardır, en meşhuru ise İstanbul şehrindedir, sonra İznik ve sonrasında Trabzon şehrindeki Ayasofya gelir. Burası bir Ortodoks kilisesidir. “Orto” doğru ve “doks” ise yol demektir. “Doğru yol” doğru şeyi kabul eden demektir. Ortodokslar, bu kiliseye girerken, dünyanın sonu gelecek “iyiler cennete, kötüler cehenneme” gidecek derler.
Önemi
Bölgenin, son Bizans dönemi yapılarından en önemlisidir. Taş süslemeleri ve freskleri çok zengindir. Özellikle: batı cephesindeki mukarnas nişler, sütun başlıkları ve kuzey cephesindeki geometrik kompozisyonlu madalyon, Selçuklu taş işlemeciliğinin çok güzel örneklerindendir. Özellikleri nedeniyle, yüzyıllardır şehri ziyaret eden seyyah ve araştırmacıların ilgisini çeker.
Mimarisi
Yan tarafında çan kulesiyle beraber 3 mimari usulle inşa edilmiştir, Romalılarda yunan kapalı haç planı vardır, o planla inşa edilmiştir. Roma, Gürcü, soğan kubbesi Gürcü üslubu, taş işçiliği de Selçuklu, Türkler de bunun inşasında yardımcı olmuşlardır.
Yapı: çok iyi bir taş işçiliğine sahiptir. Taş süsleme ve fresk bakımından oldukça zengindir. Yüksek bir merkezi kubbe bulunur. Narteks denilen giriş holündeki bina: 3 neflidir. Nartaksin üstünde şapel vardır. Yapının kuzey, batı ve güney kısımlarında, üç revaklı girişler vardır.
Freskler ve Resimler
Kilisenin içindeki çok zengin figürlerde: Adem ve Havva’nın cennetten kovulmaları, tahta oturmuş Meryem, Hz İsa’nın göğe yükselişi, doğumu, mucizeleri, son akşam yemeği ve cennete inişi, vaftiz, İncil yazarlarının sembolleri gibi tasvirler vardır. İsa’nın vaftiz töreni, vaftizci Yahya ve hemen yan tarafında, körün gözlerinin açılması mucizesi resmedilmiştir. “Kana düğün sahnesi” görülür.
Herkes düğüne gelir, hiç şarap kalmaz, Hz İsa elini gezdirdiğinde, bütün küplerde bulunan sular şaraba dönüşür. Felçli adamı iyileştirir, resimde felçli adamın sırtında yatağı görülür. Şeytan çıkarma sahnesi görülüyor, resimdeki kişinin ağzına baktığınızda kötülüğün ağzından çıktığı görülür.
Yakarış sahnesinde: insanların günahlarını affetmesi için Meryem, Hz İsa’ya dua etmektedir. Ayrıca: tek başlı kartal, hayali yaratıklar, geometrik bitkisel süslemeler ve kuş figürleri bulunur.
Gemi resimleri
Yapının dış tarafında: duvarda gemi resimleri göreceksiniz. Buraya gelen gemiciler, geceyi burada geçirirler, Karadeniz’in azgın sularından kendilerini korumak için, gemilerinin resimlerini buraya duvara kazırlarmış. Bu kült uzun zaman devam etmiştir. Hatta İslam döneminde de devam etmiştir.
Hatta: Çanakkale Asos-Behramkale’de bulunan caminin duvarlarında da gemi resimleri, Arapça ve Osmanlıca yazılar vardır. Buradaki yazılar tek bir dilde yazılmamıştır. Gemilerin armaları görülür, armalar Ceneviz, Venedik, Selçuklu armalarıdır, yani burada birçok gemi arması görülür, hatta Gürcü gemileri, Yahudi gemileri armaları bile görülür.
Kral kapısı
Kilisenin arka bölümünde, ağacın hemen yanındadır.
Kilisenin 3 kapısı vardır. Burada görülen Kral kapısı alışkanlığı, zaman içinde Osmanlı’ya da geçer. İstanbul’da camilerde Sultan mahfilleri vardır. Bunların amacı güvenlik sağlanmasıdır. Biraz gösteriş ve şaşa vardır ama en önemli işlevleri: güvenliğin sağlanmasıdır. Bu yüzden, Osmanlı’da Sultanlar için ayrı kapılar yapılmıştır.
Buraya gelince: Kral kapısı, gayet şaşalı ve gösterişli inşa edilmiştir. Ancak burada daha da farklı bir şey karşımıza çıkar. Hıristiyanlık’da eski ve yeni ahitler vardır. Eski ahit “Tevrat” ve yeni ahit ise “İncil” dir.
İncil, Tevrat’ın devamı şeklindedir ve Tevrat’tan alıntılar bulunur. Bu alıntılardan bir tanesi “Dünyanın yaratılışı” dır. Buna göre: Tanrı dünyayı 6 günde yarattı ve 7’nci gün, yani Cumartesi günü dinlenmeye çekildi. Bu yüzden, Yahudiler Cumartesi günleri çalışmazlar, günahtır. Pazar günü ise, Hıristiyanlarda kutsaldır.
Pazar günü, birinci gündür, çünkü tanrı dünyayı yaratmaya Pazar günü başlamıştır. Bu yüzden, Pazar birinci gün, Cumartesi son gündür. Bütün her yerde Pazar birinci gün olarak kabul edilir. Evet, Tanrı dünyayı yarattı, Adem’i bahçesine koydu, bu bahçenin sınırları Fırat-Dicli-Pişoncon nehirleridir. (Pişoncon nehrinin nerede olduğu bilinmemektedir.)
Bu durum Tevrat’ta net olarak geçer. Adem; cennetteki hayvanları sayarken bütün hayvanların çift olduğunu görür, cennette bir çok iş vardır ve kendisine bir eş ister.
Tanrı: ona uykuyu verir ve sağ kürek kemiğinden Havva’yı yaratır.
Şimdi: Kral kapısının hemen üstündeki taş tasvirlere bakınız. En sağda, en başta kabartma şeklinde Havva’nın yaratılışı görülüyor. Aslında, bizde de yani Müslümanlıkta da Havva’nın Adem’in sağ kürek kemiğinden yaratıldığı anlatılır. Bu hikaye: İslamiyet, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da aynı geçer.
Tasvirlere bakmaya devam ediyoruz. Cennetten kovulmaya neden olan yasak meyvenin yenilmesi ve şeytan tarafından kandırılma, burada sarmal şekilde yılan görülür, yılan: Havva’ya cennetten kovulmaya neden olan yasak meyveyi yemesini söyler ve yasak meyveyi Havva’ya uzatır.
Havva yasak meyveyi yer ve Adem’e uzatır ve her ikisi de yasak meyveyi yerler. Ardından utanırlar, cennette 3 gün boyunca saklanırlar ve sonunda Cebrail, onlara cennetten kovulduklarını tebliğ eder. Tebliğden sonra, tekrar cennete girmek isterler. Çünkü: ölümsüzlük meyvesi cennettedir.
Yine kapının üstündeki tasvirlere bakıyoruz. Sütunun tam üstünde, Cebrail, cennetin kapısında bekleyen bir melek olarak tasvir edilmiştir.
Tekrar cennete girmek istediklerinde: Tanrı “sen kadın toprağa ihanet ettin, doğum yaparak çoğalacaksın ve doğum yaparken acılar çekeceksin, senin cezan budur. Sen Adem: toprağa ihanet ettin, emek vermeden toprak ta sana ekmek vermeyecektir. Sen yılan: toprağa ihanet ettin, toprakta yaşayacaksın ve toprak yiyerek hayatını sürdüreceksin” der.
Adem: çiftçiliğe başlar, çocukları ikiz olur, büyük erkek ile küçük kız evlenir, bu şekilde bir eşleşme söz konusudur. Habil ve Kabil hikayesi, ilk cinayet Tevrat’ta geçer. Habil: küçük ikizinin kızıyla evlenecektir, bu şekilde olması gereklidir. Kabil: kendi ikiz kardeşinin kızı ile evlenmek ister, isyan eder, Adem “Her kez Tanrı’ya adaklarını sunsun, kimin ki kabul olur ise, onun dileği olacaktır” der. Habil: hayvancılıkla uğraşmaktadır, adak olarak en güzel kuzusunu getirir.
Kabil ise tarımla uğraşmaktadır, adak olarak en çürük meyveleri getirir. Bu bir yakma törenidir. Habil’in adak kuzusu yanar ve yükselir. Fakat: Kabil’in çürük meyveleri yanmaz ve yükselmez. Kabil buna dayanamaz ve yerden aldığı bir taş parçasını kafasına vurarak abisi Habil’i öldürür. (Yine tasvirlere bakıyoruz. Öldürme sahnesi, en sondaki kemerin bittiği nokta, Habil’in öldürülme sahnesidir, yani tarihteki ilk cinayet, orada betimlenmiştir.)
Evet, en sağdan en sola doğru bir film şeridi gibi uzayan tasvirler, bu anlattıklarımı açıklamaktadır.
Bu tasvirlerin üstünde, mitolojik alıntılar görülür. Bunlar: kanatlı at ve aslan figürüdür. Bunlar mitolojik canlılardır. Yukarıda: sağ tarafa bakan bir kartal görülür, kartal onların simgesidir. İki tarafa bakan güvercin ise Hıristiyanlık simgesidir.
Burada daha da ilginç bir simge görülüyor. Pencerenin sağ tarafından “ay-yıldız” görülüyor. Ama yıldız çok köşelidir, Selçuklu döneminde yapılmıştır, Türklüğün simgesidir.
Kule
Kule: kilisenin hemen yanı başında yükselir. 1427 yılında yapılmıştır. Şapel olarak kullanılan kulenin birinci katı yıkılmış, çatı tonozları düşmüş ve üzerindeki resimler tahrip olmuştur. Bununla birlikte, şapelin duvarları üzerindeki tasvirler, günümüze iyi şekilde ulaşmıştır. Kulenin güneyinde bir merdivenle çıkılan apsis bölümü vardır.
Camiye dönüşüm
1461 yılında, Trabzon şehri Fatih Sultan Mehmet tarafından alınınca, burası da camiye çevrilir. Ancak, Müslümanlıkta tasvirler günah olduğundan, yani resim yasak olduğunda resimlerin bulunduğu üst bölüme tente çekilir. (Kubbenin üstündeki tente, üst bölümdeki resimlerin görülmesini engeller, yan taraftan bu resimleri uzaktan görmem mümkündür) 1868 yılında harap durumda olan cami: Bursalı Rıza Efendinin gayretleriyle onarılır.
I. Dünya savaşı yıllarında yapı depo ve hastane olarak kullanılır. 1964 yılında ise Vakıflar Müdürlüğü tarafından restore edilerek ziyarete açılır.
TRABZON MÜZESİ
Burası: 1900’lü yılların başında: Banker Kostaki Teophylaktos isimli bir rum tarafından yaptırılmış. Zeytinlik caddesi üzerinde. Mimarının kim olduğu bilinmiyor. Ancak: yapıda kullanılan malzemelerin çoğunluğunun İtalya’dan getirilmiş olması, mimarının da İtalyan olabileceğini düşündürüyor.
Yapının sahibi: Kostaki, 1917 yılında iflas edince, diğer tüm mal varlığı ile birlikte, bu yapıya da haciz konmuş ve konak: Nemlioğlu ailesi tarafından satın alınmış.
Yapı: Milli Mücadele yıllarında, karargah olarak kullanılmış. 1924 yılında, Atatürk, Trabzon’a ilk kez gelişinde, eşi Latife Hanım ile birlikte, bu yapıda konaklamış.
Yapı: 1937 yılında, Milli Eğitim Bakanlığına tahsis edilmiş ve bir süre, 50.Yıl Kız Lisesi olarak kullanılmış. Ancak: daha sonra, 1987 yılında, Kültür Bakanlığına tahsis edilmiş ve 13 yıl süren restorasyon sonucu, 2001 yılında müze olarak hizmete açılmış.
Konağın: bodrum kat hariç, tüm kat duvarları: tamamen kalem işi ile bezenmiştir. Bu katlarda: kronolojik sıraya göre düzenlenen arkeolojik eser seksiyonları: 4 mekandan oluşur.
Giriş salonu: MS.2’nci yüzyıla tarihlenen Roma dönemine ait, normal insan boyutunda, bronz Hermes heykeli var. Heykel: müzenin en önemli eserleri arasında. Bu bölümde ayrıca, bir kazıda çıkarılan mermer tapınak buluntuları, Roma dönemi mermer mimari parçalar ve Osmanlı dönemi mermer mimari parçalar bulunuyor. Bunun dışında, arkeolojik eserler seksiyonunda bulunanlar:
1.Bölüm: Asur dönemi, silindir mühür.
2.Bölüm: Roma ve Helenistik dönemlere ait: bronz, pişmiş toprak ve cam eserler ve sikkeler.
3.Bölüm: Bizans dönemi sikkeleri, ikonalar ve Osmanlı dönemi objeleri var.
Bu katta, ayrıca, ziyaretçi bekleme salonu ve kafeterya olarak düzenlenen bir salon da bulunuyor.
Birinci Kat: Giriş katına göre, daha sade. Etnoğrafik eserler burada sergileniyor. İslami eserler, silahlar, yazma eserler, dokumalar, takılar, giysiler var.
Asma Kat: Trabzon Müzeler Müdürlüğü olarak düzenlenmiş. İdari kat olarak ayrılmış.
Bahçe düzenlemesi: konağın hemen girişinde, Tyke (Şehirlerin kurucu tanrıçası) heykeli var. Bahçedeki diğer süslemeler ise: doğu köşesinde, ortasında alttaki daha geniş iki kenarlı dilimli çanakları bulunan şadırvanlı havuz bulunuyor. Ayrıca: çam, palmiye ağaçları ve çeşitli çiçekler var.
ST.ANNA/ KÜÇÜK AYVASIL KİLİSESİ
Trabzon’da, şehir içinde, Çarşı mahallesinde, Maraş caddesi Hartama sokak üzerindedir.
Kilise, 1923 yılına kadar, faal olarak kullanılmıştır. Daha sonra ise, Belediyenin ambarı olarak kullanılmıştır. Bina: 1999 yılında Trabzon Valiliği tarafından önerilmiş. Günümüzde ise, herhangi bir şekilde kullanılmıyor.
Trabzon’un, günümüze kadar ulaşmış, ayakta kalan en eski kilisesidir. Narteksi yoktur. Nefler, içten ve dıştan yuvarlak planlıdır. 7. yüzyılda inşa edildiği düşünülüyor. 9. yüzyılda, onarım görmüş.
Aslında, küçük boyutlu bir kilise. İç duvarlarındaki fresklerinin büyük bölümü tahrip edilmiş. Güneyindeki giriş kapısının üzerinde: bir Bizans kabartması ve bir kitabe var. Bu kitabenin, Roma döneminde, I. Basil dönemine (884-885) ait olduğu sanılıyor ve onarım yapıldığını yazıyor.
Zeminin altında, bir mezar odası var. Batı duvarı dışında kalan izler, yapının bir zamanlar, başka bir yapıya bağlı olduğunu göstermektedir. Yapıda: fresk kalıntıları var ama çok bozulmuş durumda.
SANTA MARİA KİLİSESİ
1845 yılında, Rus Çarı I. Nikolas’ın emri üzerine, 8 bin kişilik, İtalyan rahipler gurubu, Rusya’dan kovulurlar ve Trabzon’a varırlar. Trabzon’da, Fransız konsolosunun katkıları ile, bir dernek kurarlar. 1952 yılından, 1854 yılına kadar, bu manastırı ve ana binayı inşa ederler. Karadeniz manzarasına sahip olan bina: tamamen taştan inşa edilir. Bütün kapı ve pencerelerinin dışa bakan cepheleri, oyma taştan çerçevelerle süslenir.
28 Şubat 1855 yılında, Kırım Savaşı sırasında, Sultan Abdülmecid, Trabzon’u ziyarete gelen Hıristiyanların kullanabilmesi için; bir kilise yapılmasına izin verir. 4 Ekim 1869 yılında, kilisenin inşası için ilk taş konur. İnşaatın yapımına: Trabzon’da yaşayan tüm Hıristiyanlar katılır. Sonuçta: kilise, 2 Şubat 1874 tarihinde hizmete açılır.
Kilise: günümüzde, ziyarete açıktır. Karadeniz’e gelen hacılar, turistler ve ticaret için şehre gelen Hıristiyanlar burayı kullanmaktadırlar. Geçen yakın zamanda, belki hatırlayanlar olabilir, buranın rahibi vuruldu. Burada en dikkati çeken husus şu. Bu kilise: Vatikan tarafından yaptırılmıştır, yani Katoliklere ait. Ancak, bu bölgede yaşayan yoğun Rum nüfus, kendileri Ortodoks oldukları için, bu kilisenin yapımını engellemeye çalışmışlardır.
ST.EUGENEUS KİLİSESİ. YENİ CUMA CAMİSİ
Trabzon şehrinde, Cuma mahallesindedir.
Bizans döneminde, Trabzon şehrinin korucusu azizi olduğuna inanılan; St Eugenios’a atfen yapılmış.
Yapılış tarihi olarak: 13. veya 14.yüzyıl düşünülüyor. Ama, ne zaman yapıldığı net olarak bilinmiyor.
Yapının, bugün narteksi bulunmuyor. Merkezi kubbe: doğuda haç biçimli iki ayağa, batıda yuvarlak iki Dorik sütuna pandantifler yardımıyla oturur. Yan neflerin üzeri, tonozlarla örtülmüştür. Bu yapıda da fresk izleri ve zemin mozaiklerinin kalıntıları bulunmaktadır. Ayrıca, orta apsisin dışında kartal ve güvercin kabartmalarına yer verilmiş.
Trabzon’un fethinden sonra camiye çevrilen yapıya: kuzey giriş kısmı ile minare ilave edilmiştir. Büyük apsisten bir giriş daha açılmıştır. Taştan yapılan mihrap, barok karakterlidir. Minberi ahşaptan yapılmış olup, sade bırakılmıştır. Mahfilde, iyi bir ahşap işçilik görülür. Bu ilavelerden başka, caminin içinde çok değerli kalem işi süslemeler var. Kullanılan diğer kısımlardaki yazı ve nakışlar yenilenmiş.
ÇARŞI CAMİSİ
Kemer altı semtinde, Çarşı mahallesinde, Bedesten karşısındadır.
Cami: 1839 yılında, Trabzon Valisi, Osman Paşa tarafından yaptırılmıştır. Caminin kurulduğu saha eğimli olduğu için, kuzey cephesinin son cemaat yerinin altına dükkanlar yerleştirilmiştir. Şehrin en büyük camisidir. Ancak, günümüzde daha büyük camiler yapılmış.
Muntazam taş işçiliği hemen göze çarpıyor. Örtüsü: tamamen kurşunla kaplanmış. Kapı ve pencerelerinde, barok süslemeli bordürler görülüyor.
TRABZON KALESİ
Evet, şehirde bugün mevcut bulunan surlar: Roma döneminde, MS.5’nci yüzyıla tarihleniyor. Kale: 3 bölüme ayrılıyor. Bunlar: Yukarı Hisar, İçkale ve Aşağı hisar. Yukarı hisar ile Orta hisar: Kuzgun Dere ile İmaret deresi arasındaki yüksek kaya kitlesi üzerine kurulmuş. Bu bölüm, kalenin en eski bölümü. Ancak: kaba olarak, bir yamuğa benziyor.
Bu yamak şekli nedeniyle: şehrin isminin “Trapez-Trabezus” isminden türediği bilinmektedir. Hatırlarsanız, tarih bölümünde bu konuyu anlatmıştım.
Yukarı Hisar: İç kaleyi koruyan ve Akrapol ile, bu kısmın en eski ve şehrin içinde kapalı bir sitedir. İlk yapıldığı tarih, MÖ. 2000 yıllarına kadar gitmektedir.
Doruğunda: imparator ve imparatoriçenin ikametgahları, bunların çevresinde prensler ve diğer soyluların binaları bulunur idi. Bu binalardan başka: kale muhafızlığı, katip ve hizmetçiler sınıfının bulunduğu yapılar yer almakta idi.
Orta Hisar: Yukarı hisar ve iç kalenin devamı olan bu kısım: yamuksu şeklindedir. İç kaleden, bu kısma, iki kapı ile geçilmektedir. Bu bölümde: Ortahisar camii, eski Hükümet konağı, Zağnos köprüsü, kule ve çifte hamamlar, Amasya camisi, Şirin Hatun camisi, Musa Paşa camisi var. Kule hamamı, çifte hamamı, Amasya camisi, günümüzde yıkık durumdadır. Bu kısımdaki surlar: Trabzon imparatoru Alexsioz II, zamanında yukarı hisardan aşağı hisara kadar yaptırılmıştır.
Aşağı Hisar: Bu kale, batıdan Zagnos burcunun yanı başından başlayıp denize kadar inen surlardan meydana gelmiştir. Bu kısım surların Sotka kapısı adı verilen iki kapısı var. Günümüzde “kale kapısı” ismi verilen mevkide, suru delinerek taşıtların geçmesine elverişli duruma getirilen kısmı, daha yüksek duvarlardan meydana gelmiştir.
Aşağı hisarın çevrelemiş olduğu bölgede, St. Andrea kilisesi, Molla Siyah Camii, Hoca Halil Camii, Pazarkapı Camii, Kundupoğlu ve Yarımbıyıkoğlu Evleri, Sekiz direkli hamam, Tophane hamamı, Hacı Arif hamamı, İskenderpaşa Çeşmesi gibi tarihi eserler var.
CEPHANELİK
Burası: Fatih Kulesi veya İrene Kulesi olarak da biliniyor. Ancak; yapılışına ait herhangi bir kitabe yok. Kulenin: imparatoriçe Irene (1340-1341) tarafından yaptırıldığı söyleniyor. Trabzon aristokratları, burada toplantı yapıyorlarmış.
Kapısı üzerinde, Sultan II. Abdülhamit tuğrası ve kitabesi var. Buna göre: cephaneliğin bugünkü yapısı, 1887 yılında yaptırılmış. Çünkü: Yıldız Sarayı Albümünde fotoğrafı var.
Burası: yaklaşık 25 metre yüksekliğinde ve 40 metre çapında, iç içe iki bölümden oluşuyor. İç bölüm:4 ve dış bölüm ise: 3 katlı.
1916-1918 Rus işgali sırasında, mühimmat deposu olarak kullanılmış ve 9 Temmuz 1919 tarihinde, bir patlama ile, hasar görmüş. Günümüzde: özel sektör tarafından, aslına uygun olarak restore edilme çalışmaları sürdürülüyor.
GÜLBAHAR HATUN CAMİSİ VE TÜRBESİ
Şehir merkezinde, Atapark’ın güneyinde bulunuyor. Yavuz Sultan Selim zamanında, annesi Gülbahar Hatun adına, 1514 yılında yaptırılmış. Zamanla: çevresinde oluşturulan: medrese, imaret, mektep, türbe ile birlikte bir külliye oluşturulmuş. Ancak: günümüze, yalnızca türbe kalmış. Diğerleri yok.
Cami: tek kubbeli, kesme taşlardan yapılmış. Kuzey cephesinde ana giriş kapısı var. Cümle kapısı, sivri kemerli ve basık kemerlidir. Bu kapının üzerinde: 1883-1884 yıllarında yapılan onarıma ait, bir kitabe var. Minarenin şerefesi: üç sıra ve iri bademli ve sarkmalıdır. Korkuluk altı ise, köşe kabartmalıdır.
BOZTEPE MESİRE YERİ
Şehir merkezine 2 km. uzaklıkta ve 250 metre yüksekliktedir. Çam ağaçları ile çevrili bir tepedir. Burada: her türlü yeme-içme tesisi bulunmaktadır.
100.YIL PARKI
Trabzon-Rize kara yolu üzerindedir. Şehir merkezine 3 km. uzaklıktadır. Deniz kıyısında, Trabzon Belediyesi tarafından işletilen güzel bir piknik yeri.
TRABZON KIYILARI-PLAJLARI
Trabzon: yaklaşık 115 km. lik kıyı şeridine sahip. Güneşli günlerin azlığı ve bol yağışlı iklim nedeniyle, deniz turizmi istenilen ölçüde gelişmemiş durumda.
Ayrıca: son yıllarda yapımı devam eden Sarp-Samsun kara yolu nedeniyle, Karadeniz kıyı bandının önemli bir kısmına, dolgu yapılıyor. Bu dolgu çalışmaları, kıyılardaki doğal alanları olumsuz etkilemiş. Böylece de, deniz turizmi olumsuz yönde etkilenmiş.
Beşikdüzü Pirinçlik Plajı, Çarşıbaşı Halk Plajı var. Bunlar merkezdeki plajlar. Bunların dışında: Trabzonspor Tesislerinin hemen yanında bir marina yapılmış, burası yüksek kapasitede yat barındıracak büyüklükte.
KIZLAR MANASTIRI (PANAGİA THEOSKEPASTOS)
Trabzon’da, Boztepe’ye çıkan yol üzerindedir. Belediye tarafından onarılarak ziyarete açılmış. Boztepe’nin yamacında, şehre hakim bir noktada kurulmuş olup, iki teras üzerindeki kayalar işlenerek inşa edilmiş.
Çatısı kayalardan oluştuğu için: manastır adı “Tanrının örttüğü” olarak ortaya çıkmıştır. Manastır kompleksinin çevresi, yüksek koruma duvarları ile çevrilidir.
14.yüzyılda, III. Alexios döneminde, Boztepe’nin güney yamaçlarındaki bir kaya kilise çevresinde yapılmıştır. Daha sonraki dönemde, 19’ncu yüzyılda genişletilmiş ve bugünkü şeklini almıştır.
İlk olarak, güneyde, içinde kutsal su bulunan kaya kilisesi ve onun girişindeki şapel ve birkaç hücreden ibarettir. Kaya kilisenin içinde: kitabeler ve Alexios III. karısı Theodora ve annesi Eirene’nin portreleri var.
Theoskepastos kelimesi: yukarıda sözünü ettiğim gibi; “Tanrı tarafından örtülmüş ve korunmuş” anlamına gelir. Geniş kütlesi ile ayakta kalarak günümüze kadar ulaşmış olması, buranın önemini ortaya koyuyor. Ayrıca: Aleksios’un oğulları: Anrokinos ve Manuel, burada gömülü.
Günümüzde: burada: Anakaya kilisesi, çan kulesi, öğrenci yurtları, misafir odaları, mezar şapeli, çilehane ve kutsal su gibi yerler var. Zaten, 1923 yılına kadar fiilen kullanılmış olan manastır, daha sonra terk edilmiş. Kent merkezinde kalan tek manastır özelliği taşıyan yapıyı görmenizi öneriyorum.
PERİSTERA MANASTIRI (KUŞTUL MANASTIRI)
Trabzon-Maçka kara yolunun 22. km. de, Şahinkaya yol ayrımından 14. km. daha gidildikten sonra ulaşılıyor.
Sümela manastırına benzeyen bu manastır, sanki Sümela’nın küçüğü. 300 metrelik dik bir kaya kütlesinin üzerine kurulmuş. Kale gibi, vadiye hakim bir tepede kurulmuş. 752 yılında kurulduğu tahmin edilen manastır: 1230 yılında yağma edilmiş ve terk edilmiş. Ancak: 1393 yılında tekrar kurulmuş ve 15.yüzyıl başlarında, eski önemini kazanmış.
Ancak: 1906 yılında, burada büyük bir yangın çıkıyor ve sonra her ne kadar onarım da yapılsa, Karadeniz bölgesinin önemli bir kartal yuvalarından biri olan manastır, terk ediliyor.
Manastıra: batı cephesindeki bir merdivenle çıkılıyor. Büyük kilise: açık hollü ve galeri İtalyan stilinde yapılmış bir bina olarak öne çıkıyor. Manastır: defineciler tarafından, maalesef aşırı miktarda tahrip edilmiş. Günümüzde: büyük kilise yıkılmış durumda. Eskiden: bir merdivenle alt avluya bağlanıyormuş.