Burası, antik dönem Roma kalıntıları ile önem kazanıyor. MS.646 yılında, Vali Gregory: Bizans imparatorluğundan bağımsızlığını gündeme getirir ve kendisini imparator ilan eder.
Daha sonra ise, yeni kurduğu imparatorluğun başkenti olarak: Sbeitla-Sufetulayı seçer.
Ancak: MS.647 yılında, Arap Müslümanlar, bölgeyi tehdit etmeye başladılar ve Gregory’nin askerlerini yendiler ve kendisini öldürdüler. Bu olay: Hıristiyan Tunus’un sonunun başlangıcı oldu.
Kalıntıların bulunduğu yer, modern Subeytile şehrinin hemen dışındadır. Antik dönemde: İmparator Vespasianus döneminde “Municipium”, İmparator Marcus Aurelius döneminde ise “Colonia” olarak anılmıştır.
Bu antik kentte
Romalılar tarafından, sınırlı su kaynakları korunmuş ve zeytin üretiminde, üstün tarımsal teknikler kullanılarak, büyük zenginlik yaratılmıştır.
Sit alanında
Görmenizi önereceğim, 3 tapınak kalıntısı var. Capitolino Tapınakları olarak isimlendirilen bu kalıntılar: Forumun üzerinde yükselir. Geleneksel Roma kültürüne göre: ana tapınak Jupiter, onun iki yanındakiler ise, Juno ve Minerva’ya adanmıştır. Tapınakların arka duvarlarında nişler var. Bir zamanlar, bu nişlerde tanrı heykelleri duruyormuş.
Antik alanda
Bizans döneminden kalma, Vitalis Bazilikası da dikkati çekiyor. Bazilikanın vaftiz kurnasını özellikle görün. Çünkü: mozaikler ve Latince bir yazıtla süslü. Buranın yapılışı: 6.yüzyıla doğru uzanıyor.
Minerva Tapınağı
Burası, saygın iki tanrının kızı olan Minerva’ya adanmıştır. Kendisi, savaşçı ve bakire, tanrıça olarak kabul ediliyordu. Şiir, tıp, bilgelik, ticaret, el sanatları ve müziğin, onun tarafından icat edildiğine inanılıyordu.
Bu tapınak yapısı: dıştan pek etkileyici gibi görünmese de, içten mükemmel görünmektedir. Ancak, bu mükemmellik, aynı zamanda Mısır tapınaklarında olduğu gibi, sadelik te sunmaktadır. Ortadaki nişte bir zamanlar bulunan tanrıça heykeli, günümüzde Müzededir.
Jupiter Tapınağı
Tüm tanrıların en önemlisi olarak, Jupitere adanmış bu tapınak, ortada duruyor. Aynı zamanda, mükemmel bir mühendislik harikası olarak görülüyor.
Bu tapınağın: kendi girişi yok. Bu tapınağa: diğer iki tapınak içinden, kemerli bir köprüden giriliyor. Bu özelliği: dikkat çekicidir. Bu tapınakta da, tanrı heykeli için bir niş bulunmaktadır.
Juno Tapınağı
Mevcut tapınaklar içinde en harap olmuş olanıdır. Juno: tanrıların kraliçesi, Jupiter in karısı ve Minerva’nın annesidir. Ortasında niş bulunmaktadır, ancak tanrıça heykeli bulunamamıştır.
Antoninler Kapısı
MS.139 yılında yapılmıştır. Forum bölgesindeki açık avluya açılan, giriş kemeri üzerindeki yazıtta, yapılış tarihi yazılıdır. Bu kemer: ülkedeki mevcut kalıntılar arasında en güzel kemer olarak öne çıkmaktadır.
4 sütunludur ve yüzeyi pürüzlüdür. Bu da tam olarak bitmediğini göstermektedir.
Hamam
Hamam yapısındaki özgün döşeme mozaiği, günümüze kadar sağlam olarak gelebilmiştir. Büyük hamam bölümünde: iki ana bölümde, soğuk ve sıcak banyolar ile yerden ısıtma sistemi görülebiliyor.
Ayrıca, hamam yakınında, Palaestra denilen spor alanları da var. Burada: yerde mozaikler ve yanlarda ise, bir çift sıra sütun görülüyor.
St. Servus kilisesi
Arap Müslümanlar bölgeyi ele geçirinceye kadar, şehir, dünyanın bu bölgesinde, Hıristiyanlığın en önemli şehirlerinden biri olarak önem kazanmıştır. Günümüzde, burada beş kilise kalıntısı bulunmuştur.
Ama, bu bulunanlar dışında da bir kısım kilise bulunduğu kesindir. St. Servus kilise kalıntısı içinde, küçük bir hamam ve bazilika ortasında küçük bir mozaik çeşme ve havuz görülüyor, mutlaka görmelisiniz.
Müze
Bilet gişesinin yanındadır. Burada: antik şehirde bulunan bazı kalıntılar sergileniyor. Bunlar arasında: bazı mozaikler, steller ve 5.yüzyıldan kalma bir sunak bulunuyor.
Ancak: şehrin büyüklüğü dikkate alındığında, bu küçük müzenin ve sergilenen eserlerin basitliği çok anlamsız kalmış.
Baalbek şehri yani tapınak kompleksi: Beka vadisinin en verimli ovasının sınırında, Lübnan’ın güneybatı yamacında, Lübnan dağı eteklerinde 1150 metre yüksekliktedir ve Beyrut şehir merkezine 85 km. uzaklıktadır. Yolculuk yaklaşık 2 saat alır. Dikkat edin, antik ören yerine giriş ücretli, ancak ücret yani bilet girişte değil, çıkışta kesiliyor, para alınıyor. Bölge, 1984 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Antik dönemin en büyük Roma hazinesini görmek isterseniz, mutlaka buraya gitmelisiniz. Lübnan dağını geçince ulaşılan burada, dünyanın ikinci büyük Roma dönemi harabeleri bulunmaktadır. Arkeologlara göre, dünyada Roma şehrinden sonra, en önemli dini merkez burasıdır. Burada: Fenike inançları ile Roma dini kültürü birleştirilmiştir.
200 yıldan fazla bir süre içinde inşa edilen devasa yapılar: Roma mimarisinin doruk noktasında en güzel örneklerini sunmaktadır ve antik dünyanın en kutsal yeridir. Ancak: bunlar, yani Roma döneminde inşa edilmiş 24 plaza, 800 tondan fazla ağırlıkları ile, daha önceki Fenike dönemi kalıntıları üzerine kurulmuştur. Yani, dünya üzerinde, o dönemdeki en büyük taş blok inşaatları yapılmıştır.
Fenike döneminde: burası tanrılar için bir üçlü ibadet yeri olması yanında, bir tarım köyü olarak gündeme gelmiştir. Fenike döneminde tanrı “Baal”, Yunan döneminde tanrı “Zeus” ve Roma döneminde tanrı “Jüpiter”. Aslında, temelde aynı tanrı temsil edilmekte olup (yani en büyük tanrı, tanrıların babası) sadece isim farklıdır. MS.313 yılında, Roma imparatorluğunda, Hıristiyanlık resmi din olarak kabul edilene kadar, burası bir ibadet yeri olarak önemini muhafaza etti.
Ancak: Romalıların gelmesinden sonra, inşa edilen yapılar burayı kaplar ve antik dünyanın en önemli kutsal yerlerinden biri haline gelir. Özellikle: Augustus döneminde: bölgenin dini önemi iyice artmıştır.
İlk inşaat çalışmaları, MÖ.1’nci yüzyılda Jüpiter tapınağında olur ve tapınak, MS.60 yılında tamamlanır. Jüpiter tapınağı yapımında: Mısır-Aswan’dan getirilen 104 büyük parça granit sütun ve ilaveten 50 sütun kullanılmıştır. Tapınak, bu sütunlarla çevrilidir.
İmparator Trajan (MS.98-117) döneminde ise, çeşitli dini binalar ve sunakların yapımına devam edilmiş ve bölgede 128 muhteşem revak ile çevrili, 20 metre yükseklikteki granit sütunla inşaatlar yükselmiştir.
Bu dönemde yapılan dini kompleks, 113 x 135 metre boyutlarındadır.
Günümüzde, bunlardan yalnızca 6 tanesi kalmış gerisi depremlerde tahrip olmuş veya diğer sitelere alınmıştır. Söylenenlere göre: Justinyen, İstanbul-Ayasofya bazilikasının yapımı için, bunlardan 8 tanesini tahsis etmiştir.
634 yılında, Arap orduları Suriye’ye girince, Baalbek şehri kuşatılır ve şehir ele geçirildikten sonra, tapınak büyük bir cami haline getirilmiştir. Takip eden birkaç yüzyıl, şehir İslam hanedanları tarafından kontrol altında tutulmuştur. 1401 yılında Timur ve 1260 yılında Tatarlar bölgeyi işgal ederler. Ancak: mevcut anıtlarda: savaş, deprem, hırsızlık nedeniyle, sonraki dönemlerde birçok restorasyon yapmak gerekmiştir.
Şehrin ismine gelince: Baalbek ismi: Fenike dilinde “baal” efendi veya “tanrı” demektir. Gök tanrısına verilen isim olarak düşünülmektedir. Hatta “tanrı kenti” de denilebilir.
1700 yılına gelindiğinde, Avrupalı kaşifler kalıntıları bulurlar ve 1898 yılında bölgede Alman İmparatoru William II’nin emriyle, ilk kazı çalışmalarına başlanır ve daha sonra da ara verilmeden sürdürülür.
Günümüzde: burada, harabe halinde, üç büyük tapınak bulunuyor. Bunlar: Jüpiter, Baküs ve Venüs tapınaklarıdır. Evet: bu Fenike şehri, üçlü ibadet için yapılmış ve antik dönemde “Heliopolis” olarak biliniyormuş. Heliopolitan: Jüpiter’in kutsal hacılarını, binlerce yıl kendisine çekmiş ve Roma döneminde dinsel işlevlerini sürdürmüştür. Hacılar: Heliopolis şehrinde, bir esas Fenike kültü ( Jüpiter, Venüs, Merkür) adı altında birleşen üç tanrılarına hürmetlerini sunmak için, büyük kalabalıklar halinde, bölgeye gelirlermiş.
Evet, tüm bunların yanında: Baalbek, aynı zamanda büyük bir gizemi de muhafaza etmektedir. Şöyleki: Jüpiter’in Roma tapınağının altında, büyük temel taşları görülmektedir. Jüpiter tapınağının avlusunda ise, bir platform üzerinde: büyük bir dış duvar ve masif taş dolgu görülmektedir. Buraya “Büyük Teras” denilir.
Dış duvarın, alt içinde ise, ince hazırlanmış ve doğru şekilde konumlandırılmış bloklar görülür. Bu bloklar: 30-33 metre uzunluğunda, 14 metre yüksekliğinde ve 10 metre derinliktedir. Ağırlıkları ise, yaklaşık 450 tondur. Bu blokların, 9 tanesi batıda, 9 tanesi güneyde ve 6 tanesi kuzeyde görülür. Batı bölümde bulunan 6 blok üzerindeki taşların ağırlığı 1000 ton üzerindedir. Bu büyük taşlar: 12 metre derinliğe, 63-65 metre uzunluğa sahiptir.
Evet: bölgedeki başkaca büyük taş kütleleri de var. Bunlar: Baalbek şehrine 4 mil uzaklıktaki kireç ocağında bulunuyor. Yaklaşık 1200 ton ağırlığındaki bu taşlar, bugüne kadar, dünya üzerinde tek parçadan hazırlanmış en büyük taş işçiliği olarak önem kazanmaktadır. Şöyle ki, bunlar: 13-16 metre genişliğinde, 69 metre uzunluğundadır. Bu büyük taş blok: neredeyse hazır olarak, yani koyulacağı yere taşınacak şekilde, hazır durumda bulunmaktadır.
Gelelim işin gizemine: gerek mühendisler ve gerekse çağdaş bilim adamları ve arkeologlar: bu taş ocağı, hazırlanan taşların ulaşımı ve yerlerine hassas yerleştirme yöntemleri hakkında, modern inşaatçılık teknikleri de göz önünde bulundurularak, herhangi bir şey söyleyemiyorlar. Büyük Baalbek taşlarının, yakın ocaklardan alınarak siteye sürüklendiğini düşünüyorlar.
Hatta: işçilerin halatlar kullanarak, ahşap binlerce makaralarla bunları sürüklediklerini düşünüyorlar. Geniş hareket yolları ve düz yüzeyler gerektiren taş ulaşımı için, Baalbek şehrinde böyle bir imkan bulunmadığı gerçek, çünkü, şehir tepededir.
Düşünülenlere göre: taş blokları, bir kez siteye getirildi, kaldırıldı ve yerleştirildi. Bu yerleştirme sırasında: iskele, rampa ve uyum içinde çalışan insanlar ve hayvanlar kullanıldı. Ancak, yine aynı dönemde, Roma şehrindeki: 327 tonluk Mısır dikilitaşının: 800 erkek ve 140 at ve 40 büyük kasnak tarafından yaratılan güçle kaldırıldığını unutmamak gerekir ki, buradaki taşlar, çok daha ağırdır. Öte yandan: Mısır dikilitaşının kaldırılışı sırasında, 800 erkek ve 140 at için büyük bir açık alan gerektiği de unutulmamalıdır.
Tüm bunlar düşünülünce: Baalbek taşlarının nasıl yerine taşındığı, nasıl kaldırıldığı ve nasıl yerleştirildiği gizemini korumaktadır. Öte yandan, bu taşlara “Trilithon” taşları ismi veriliyor. Bu taşların, bu sitenin taşları olmadığı, olsa olsa gerekli bir istinat duvarının parçaları olduğu söyleniyor. Ancak, yukarıda da söz ettiğim gibi, 1200 tonu aşan ağırlıkları nedeniyle, bu taşların nasıl kaldırıldığı ve buraya yerleştirildiği meçhul.
Tapınakların inşasında harç kullanılmaması da, mimari öneme sahiptir. Bu bölüm için son bir not: hani inanıp inanmamak size kalmış, yine söylentilere göre: bu büyük taş blokları “uzay yolcularının araçlarının inişleri için” kullanılmıştır.
Baal/Jüpiter Tapınağı
Mevcut tapınakların en büyüğüdür. Tapınağın: Hadad, Cennet tanrısı Atargates ve Hadad’ın eşi ve Merkür için adandığı bilinmektedir.
MÖ.1’nci yüzyılda, İmparator Augustus döneminde yapımına başlanmış ve MS.60 yılında tamamlanmıştır.
Tapınak cellası, 20 metre yüksekliğindedir ve 104 granit sütunlarla çevrilidir. Terasta bulunan dev taşlar ilgi çeker.
Yapıya: büyük bir giriş kapısı ve avludan sonra, geniş bir kapıdan girilmektedir. Tapınakta 84 sütun bulunmaktadır. Ancak, günümüzde, bunlardan yalnızca 6 tanesi ayaktadır. Diğerlerinin büyük kısmı kırılmış veya başka yerlere götürülmüştür.
Bacchus Tapınağı
Diğerine göre, daha iyi korunmuş durumdadır. Hemen Jüpiter tapınağı yanındadır. Ancak, olağanüstü değildir, zengin ve bol “Baküs” rakamları ve heykelleri, anıtsal kapısı ve etkileyici boyutları ilgi çekmektedir. MÖ.2’nci yüzyıl ortasında inşa edilmiştir. Bacchus: bereket tanrısıdır. Tapınak: Merkür’e adanmıştır. Çünkü: tıpanak duvarlarında, bu tanrının çocukluk sahneleri betimlenmiştir.
Dünyanın en iyi korunmuş bu Roma tapınağı: 69 x 36 metre boyutlarında: 19 metre uzunluğunda 42 sütun ile çevrilidir.
Venüs Tapınağı
Yuvarlak bir tapınaktır. Venüs tapınağının uyumlu formlarındaki özgünlük dikkati çeker. Evet, Venüs tapınağı, MS.3’ncü yüzyılda yapılır. Tapınağın Venüs için yapıldığının kanıtı ise: deniz kabukluları, güvercinler ve bu tanrıçanın kültü ile ilişkili diğer sanatsal motiflerle yapılan süslemelerdir. Bizans döneminde, Hıristiyanlığın kabulünün ardından, tapınak, kilise olarak kullanılmış ve Aziz Barbara’ya adanmıştır. Theodosius döneminde, birçok önemli bina ve heykel tahrip edilmiş ve Jüpiter tapınağından sökülen taşlarla, bölgede bazilika inşa edilmiştir.
Merkür Tapınağı
Cheikh Abdullah tepesindedir. Yalnız, bu tapınaktan günümüze kalan tek iz: kayaya oyulmuş bir merdivendir.
Buraya yolunuz düşerse: Alman imparatoru II Willhelm’in burayı ziyareti anısına, Sultan II Abdülhamit tarafından yerleştirilmiş ve iki tablet göreceksiniz. Bu tabletlerde “Osmanlıca” ve “Almanca” ziyareti anlatan yazılar bulunuyor, ama “Arapça” yazılmamış olması ilginç.
Yine, bölgede küçük bir müze var. Müzede: özellikle bölgedeki mezarlardan birinde bulunan kraliçenin kemikleri bir camekanda sergileniyor ve camekanın içine atılmış, tüm dünya paralarını görebilirsiniz.