İstanbul Tarihi yarımada gezi planı

İstanbul Tarihi yarımada gezi planı

BEYAZIT CAMİ VE MEYDANI

Beyazıt camii, Doğu Roma Döneminin ünlü meydanlarından olan “Forum Tauri” (Boğa Meydanı)’da kurulu, Divan yolundan Aksaray’a giderken sağ tarafta kalan orijinalliğini kaybetmemiş en eski sultan camidir.

Cami, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’in oğlu II. Beyazıt tarafından 1505 yılında yaptırılmıştır. Mimarı tam olarak bilinmemekle birlikte Mimar Kemaleddin veya Yakubşah bin Sultanşah olduğu düşünülmektedir. Fatih Cami külliyesinden sonra inşa edilen en büyük külliyedir.

Cami, Osmanlı klasik mimarisinin son örneklerindendir. Beyazıt Cami, medrese, türbe, aşhane, Sıbyan mektebi, han, imaret ve hamamdan oluşan büyük bir külliyedir. Külliye geniş bir alana yayılmıştır. Caminin kuzeyinde kalan imaret ve doğusunda kalan Sıbyan mektebi günümüzde Beyazıt Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

Medrese ise “Vakıflar Hat Sanatı” müzesidir. İçinde çok güzel ve hat eserleri vardır. Şeyhülislam bu medresede doğrudan ders verirdi. Bu yapı günümüzde Ordu Caddesi üzerinden Aksaray’a inerken sağ tarafta kalmaktadır.

Ayrıca İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin yanında kalan, merdivenle çıkılan eski yapı, bu külliyenin hamamıdır. “Patrona Halil İsyanı” da bu hamamdan başladığı için bu hamama “Patrona Halil Hamamı” denir. Halil adında bir hamam tellağı tarafından çıkarılan isyan, tarihte Lale ismiyle bilinen devri bitiren olay olmuştur.

Bu yüzden, bu tarihi bina çok önemlidir. Beyazıt Camiinin iki minaresi arasındaki mesafe 70 metredir. Bu özelliğiyle cami, iki minaresi arasındaki mesafesi en uzak olan camidir. Minareleri tek şerefelidir. Caminin avlu kapılarında dönemin ünlü hattatları tarafından yapılan kitabeler vardır. Avlusu “U” şeklindedir. Avlu kemerlerini ve kubbelerini, 20 sütun taşımaktadır.

Kubbenin çapı 18 metredir. Minber, mihrap, kürsü, hünkar mahfili çok orijinal ve değişik bir üslupla yapılmıştır. Sütun işlemeleri enfestir. İç hacmi oldukça geniştir. Kitabelerini ünlü Hattat Şeyh Hamdullah yazmıştır.

Ayrıca kubbedeki süslemelerde Şeyh Hamdullah’a aittir. Caminin hazire kısmında ise Sultan II. Beyazıt’ın türbesi vardır. Türbe sadedir. Diğer türbelerde olduğu gibi sekizgen şekilde inşa edilmiştir. Beyazıt’ın yanındaki diğer türbe ise kızı Selçuk Hatun’a aittir.

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

Türk araştırmacılar, köklerini 1453 yılına götürmektedir. Gerçekten, fethin ertesi günü Mayıs 1453’te Ayasofya’da yapılan ilmi toplantılar, İstanbul Üniversitesinin bilim yaşamının ilk günü ve takiben bir külliyenin kurulması için başlangıç sayılmaktadır.

Sovyet Tıp Bilgini Danişefski dünyanın en eski tıp fakültesinin İstanbul’da olduğu görüşündedir. Yükselme ve Genişleme dönemlerinde kurulan Beyazıt, Yavuz ve Kanuni Sultan Süleyman Medreseleri dönemlerinin hukuk, edebiyat, ilahiyat ve tabii bilimler okutulan birer görkemli üniversitesi sayılıyorlardı.

Islahat ve Tanzimat’ın Batılılaşma hareketi eğitim kurumlarına da yansımış, bilgisizlik her alanda yenilmenin sebebi olarak ortaya konmuştur.

“İlerleme ancak ilim ile gerçekleşebilir” ilkesiyle “23 Temmuz 1846’da Darülfünün’un kurulması fermanı modern üniversitenin kuruluş tarihi kabul edilmektedir. Cemil Bilsel, I. Darülfünun’da 31 ilk kanun 1863 günü verilen ilk deneysel fizik dersini, İstanbul Üniversitesinin yakın başlangıcı olarak değerlendirmektedir.

20 Şubat 1870’te, bu kez “Darülfünun-u Osmani” adıyla ikinci kez açıldı. Üçüncü açılışı, 1874’te Galatarasay binasında edebiyat, hukuk ve fen bölümlerinden oluşan Darülfünün-u Sultani’nin açılmasıyla başlar.

Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. Yılında 1 Eylül 1900’de din, matematik ve edebiyat bölümlerinden oluşan dördüncü Darülfünün, Darülfünün-u Şahane (Padişahın Üniversitesi) adıyla açıldı.

İstanbul Darülfünun’unu:

Nihayet 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra hukuk, tıp, fen, edebiyat ve ilahiyat bölümlerinden oluşan İstanbul Darülfünunu 20 Nisan 1912 tarihli bir kararla kuruldu. 1919 yılında yeni bir düzenlemeyle ilmi ve kısmen yönetim özerkliğine kavuştu.

Cumhuriyet sonrası: Genç Türkiye Cumhuriyeti ise “kurtuluşu” izleyen dönemde 21 Nisan 1924 tarihli ve 493 sayılı Kanunla, İstanbul Darülfününunun tüzel kişiliği tanınmış ve 7 Ekim 1925’te kurumun bilimsel ve yönetsel özerkliğini kabul etmiş, medreseler “Fakülte” statüsüne kavuşturulmuştur.

İstanbul Üniversitesi, 1 Ağustos 1933’te yeni bir kadro ve yapıyla açıldı. Cumhuriyet 10. Yılını kutlarken 1 Kasım 1933’te İstanbul Üniversitesi “ilk ve tek” üniversite olarak eğitime başladı. Üniversitenin bugünkü yerinde daha önce Fatih zamanında inşa edilen Saray-ı Atike vardı. Daha sonra burada Bab-ı Seraskeri (Askeri işler dairesi) kuruldu. Sonra adı Harbiye Nezareti (Savaş Bakanlığı) olarak değiştirildi.

İstanbul Üniversitesinin simgesi haline gelen kapı, 19. Yüzyılda yapılmıştır. Kapıdaki hatlar Hattat Kazasker Mustafa Paşa’ya aittir. Bu dönemin mimari üslubunu taşır. Kapının sol yanındaki iki katlı ahşap yapı Enver Paşanın konutu olarak kullanılmıştır. Rektörlük binası da Harbiye Nezareti (Savaş Bakanlığı) olarak kullanılmıştır.

Osmanlı Genelkurmayı, I. Dünya Savaşını buradan idare etmiştir. Bugünkü Beyazıt Kampüsü içerisinde kalan Beyazıt Kulesi pek çok yangına maruz kalan İstanbul’da yangın gözetleme kulesi olarak inşa edilmiştir. Kule, daha önceleri ahşaptan yapılmıştır.

Bugünkü halini 1828 yılında almıştır. II. Mahmut tarafından Balyan ailesine yaptırılmıştır. Kule, İstanbul ve Eminönü’nün anıtsal yapılarındandır. 50 metre boyundadır. 180 basamak merdivenle çıkılır. Kuleden İstanbul’un muhteşem manzarası görülebilir.

ŞEHZADE CAMİ

İstanbul Tarihi yarımada gezi planı: İstanbul Büyükşehir Belediyesinin karşısındadır. 1544-1548 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman tarafından çiçek hastalığından ölen oğlu Şehzade Mehmet adına, Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. “Taşla konuşan deha” unvanına sahip Mimar Sinan, bu cami için “çıraklık” eserim demiştir.

Bu cami de diğer Osmanlı Sultan camileri gibi, külliye şeklinde inşa edilmiştir. Medresesi, Sıbyan mektebi, hünkar mahfili ve türbeleriyle bütünlük göstermektedir. Medrese ve Sıbyan mektebinin yeri bugün restoran olarak kullanılan caminin batı tarafında kalan kısımdır. Tabhanesi (Misafirhane) de yine bu civardadır.

Cami 15 milyon akçeye mal olmuştur. Açık avlu kısmında 12 sütun üzerinde yükselen 16 kubbe vardır. Ortasında ise IV. Murat devrinde yapılmış şadırvan vardır. İç mekan 38 x 38 kare plan üzerine inşa edilmiştir.

Ana mekan ve dış avlu hemen hemen birbirine eşittir. Merkezi kubbenin yanında dört yarım kubbe ana kubbeyi destekler. Ana kubbe 18.5 metre çapındadır. Yine dört köşede çeyrek kubbe ve yarım kubbelerin ikişer yanında sütun şeklinde dört küçük kubbe ile yapının kubbeleri deniz dalgası gibi boy gösterir. Kubbenin eteğinde 24 pencere vardır. Bu kubbe denemesi alanında ilktir.

Bu sistemle caminin iç hacmi alabildiğince geniş görünür. Caminin içi oldukça sadedir. Dışı ise alabildiğince süslenmiştir. Cami, dıştan kırmızı taşlarla gök kuşağını hatırlatan mermerlerle süslenmiştir.

Kenarda duran ikişer şerefeli, 41.5 metre yükseklikteki minare gözyaşı şeklindeki süslemeleriyle camiye muhteşem bir hava katmaktadır. Minarelerdeki bu süslemelerin Kanuni’nin oğlu Şehzade Mehmet’e çok üzüldüğünün temsili olarak yapıldığı söylenir. Camide akustik oldukça iyi ayarlanmıştır.

Caminin etrafı çevre duvarlarıyla korunmaktadır. Kıble tarafındaki hazire kısmında camiye ismi verilen Şehzade Mehmet’in türbesi, diğer şehzade ve sultanların türbeleri bulunmaktadır. Şehzade Mehmet’in türbesinin kubbesi dilimli, kapısı fildişi kakmalı, içi çini süslemelidir.

Ayrıca Şahzade Cihangir’de burada yatar. Diğer türbelerde ise III. Mehmet’in oğlu Şehzade Mahmut ve Hatice Sultan türbeleri bulunmaktadır.

Sahabe-yi Güzin’den Hz. Ali Tabli’nin Kabri

Şehzade Mehmet Caminin bahçesinde Şehzade restoran ile cami arasında bulunan ulu bir çınar ağacının dibinde sahabeden olduğu rivayet edilen Hz. Ali Tabli (r.a.)’nin kabri bulunmaktadır.

Bu haliyle çok mahzun ve yalnız gibidir. Askeri cesarete getirmek için “tabl” yani davul çalan Hz. Ali Tabli (r.a.) bu vazifesini ifa ederken şehit düşmüştür.

Bozdoğan (Valens) Su Kemeri

Geç Roma ve Erken Bizans Dönemine ait su kemeri Hadrianus veya Valens Kemeri olarak da adlandırılır. Yapım tarihi tam olarak bilinmemektedir. Şehrin su sıkıntısını çözmek için inşa edilen kemer, zaman içinde tahrip olmuş, şehrin Osmanlılara geçmesinden sonra Fatih Sultan Mehmet, su şebekesini onartırken kemeri de yeniden kullanıma uygun hale getirmiştir.

Kemerin “Bozdoğan” ismini nasıl aldığı bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmet, Sultan II. Beyazıt ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde kemere eklemeler yapılmıştır.

Bozdoğan kemeri 1 km uzunluğunda idi ve Bizans döneminde daha da uzun olduğu tahmin edilmektedir. Günümüzde büyük bir kısmı yıkılmış olan kemerin sağlam kalan bölümü Saraçhane Atatürk Bulvarındadır. 1988’de belediye tarafından onarılan Bozdoğan kemerinde, Roma, Bizans ve Osmanlı etkileri görülür. İstanbul’un en eski su kemeri olan Bozdoğan Kemeri, 15 asır boyunca şehrin en önemli su kaynaklarından biri olmuştur.

FATİH CAMİ

İstanbul’un 7 tepesinden 4’ncüsüne inşa edilmiştir. Cami Doğu Romanın Patrikhane kilisesi olan Kutsal Havariler (Havariyyum) Kilisesinin kalıntıları üzerine inşa edilmiştir. Fetihten sonra hızla İslami bir kimliğe büründürülen İstanbul’un ilk külliyesi örneklerindendir.

Fatih tarafından 1461-1470 yılları arasında yapılan ve 1766 depreminde neredeyse tamamen yıkılan ilk yapının mimarisi hakkında fazla bir bilgi maalesef yoktur. Ancak mimarının Atik Sinan olduğu bilinmektedir. Atik Sinan, azat edilmiş bir Hıristiyan köledir. Cami hakkında anlatılan güzel hikayelerden birisi, Atik Sinan ile Fatih arasında bir olaydır.

Evliya Çelebinin aktardığına göre, Fatih’in caminin yapımı sırasında mimarın yaptığı yolsuzluğa hiddetlenerek Atik Sinan’ın bir parmağını kestirdiği söylenir. İşin esas kısmı, bundan sonra olanıdır. Parmağı kesilen mimar, Fatih’i İstanbul kadısına şikayet eder ve kadı Fatih’i huzura çağırır. Fatih’i haksız bulan kadı, Fatih Sultan Mehmet’in de parmağının kesilmesine karar verir.

Bunu gören mimar bu adalet karşısında adeta dehşete düşer ve davasından vazgeçtiğini haykırır. Ancak kadı kamu hukukunun ihlal edildiğini söyleyerek kararda ısrar edince, davacı Atik Sinan ömür boyu maaş ödenmesine razı olduğunu söyleyince karar bozulur.

Mimar mahkeme salonundan çıktıktan sonra Fatih, kaftanının altından bir kılıç çıkararak, kadıya “Eğer benim padişah olduğuma bakıp bana iltimas gösterseydin senin kafanı bu kılıçla keserdim” der ve Kadı da oturduğu minderin altından bir gürz çıkarıp Fatih’e “Eğer sen de padişahlığına güvenip hakkı hukuku çiğnemeye yeltenseydin ben de senin kafanı bu gürzle dağıtırdım” şeklinde karşılık verir.

1766’da büyük İstanbul depreminde neredeyse tamamen yıkılan cami günümüzdeki halini, Sultan III. Mustafa devrinde alır. Ünlü mimar Mehmet Tahir Ağa tarafından 1771 yılında yapılır. Dönemin Barok mimari özelliğini taşır. Temel yapısını caminin oluşturduğu külliye çok geniş bir arazi üzerine kurulmuştur.

Medrese, mektep, kütüphane, imaret, kervansaray, tabhane, darüşşifa ve hamam olarak inşa edilmiştir. Günümüzde bir kısmı yok olmuştur. Cami avlusuna yüksekçe ve ihtişamlı iki kapıdan girilir. Ortasında 8 mermer köşeli sütunlu külah şeklinde bir şadırvan vardır. Girişin olduğu duvarda Hattat Ali bin Safinin yazdığı o muhteşem görünümüyle Besmele ve Fatiha vardır.

Dört büyük mermer sütun üzerine oturmuş 26 metre çapındaki büyük kubbesini dört yarım kubbe destekler. İki şerefeli iki tane minaresi vardır. Caminin külliye kısmında, 8 adet medrese vardır. Fatih’in medreseleri bu konuda oldukça ün yapmıştır.

Buralarda öğrenci veya müderris olmak ayrıcalıktı. Medreselerin ismi Akdeniz ve Karadeniz medreseleridir. Akdeniz medreselerinin isimleri (güney kısmında kalan) Akdeniz, Başkurşunlu, Çiftekurşunlu, Ayakkurşunlu’dur.

Ayrıca Tehime ve Semaniye medreseleri de vardır. Bunlar bugün yoktur. Ön cepheden iki girişi olan büyük avluda medreseler blok şeklinde avluyu üç kısımdan kapatmıştır. Caminin son cemaat kısmında bulunan çiniler çok değerlidir.

Çünkü bu çini rengi daha sonra bir daha tutturulamamıştır. Ayrıca caminin içinde yine bu kısımda küçük bir çeşme vardır. Ne zaman ve ne amaçla yapıldığı bilinmemektedir.

Kuzeybatı kısmında III. Mustafa zamanında yapılan hünkar mahfili girişi de camiye ayrı bir hava katmaktadır. Caminin hazire kısmında diğer selatin camilerde olduğu gibi türbeler vardır. Fatih Sultan Mehmet türbesinde tek başına yatmaktadır.

Ayrıca Fatih’in karısı Gülbahar Sultan, I. Abdülhamit’in karısı Nakşidil Sultan’ın türbeleri de buradadır. Bu kısımda herkesin iyi bildiği bir kahramanın yani Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşanın türbesi de bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlı’nın son dönemlerinde görev almış bakan ve padişahların türbeleri de buradadır.

Kız Taşı

Fevzi Paşa Caddesinin biraz altında bulanan Kız Taşı, 452 yılında İmparator Markianos için dikilmiştir. Ufak ölçüde, yalın görünümlü bir anıttır. Kaidesindeki bu figürler sebebiyle İstanbul’un fethinden sonra “Kız Taşı” olarak anılmıştır.

YAVUZ SELİM CAMİ

İstanbul’un 7 tepesinin 5’ncisinde bulunan cami, manzarası itibarı ile mükemmel bir yere inşa edilmiştir. Caminin yanında Roma’dan kalma sarnıç (çukur bostan) vardır. Cami, Roma saraylarından birinin kalıntıları üzerine inşa edilmiştir.

Caminin bir tarafında bu tarihi alan varken diğer tarafında ise eşsiz manzarasıyla Haliç bulunmaktadır. Caminin avlusu Haliç ve çevresinin en güzel seyredildiği yerdir. Caminin yerinin seçimi ve ilk temel atma işi Yavuz Sultan Selim tarafından yapılmıştır.

Açılışı ise 1519-1522 tarihleri arasında, oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılmıştır. Mimarının Acem Ali adında biri olduğu bilinmektedir. Caminin 18 sütun üzerinde duran 20 kubbeli, ortasında şadırvan olan bir avlusu vardır. 3 adet avlu kapısı vardır. 40 merdiven kapısı Haliç’e bakan taraftadır.

Buradan aşağıya inildiği için böyle söylenmiştir. Türbe tarafına açılan türbe kapısı ve çarşı kapısına sahiptir. Ayrıca güzel selvi ağaçlarıyla hoş görünüz. Yavuz’un sadeliğine paralel bir sadelikle inşa edilmiştir. Camide kullanılan çiniler erken dönem İznik çinileridir. Bu çiniler genelde pencere üstlerinde kullanılmıştır.

Kubbesi 24.5 metrelik bir alan üzerinde 24.5 metre çapıyla yarım kubbeye ihtiyaç duyulmadan oturtulmuştur. Ahşap işlemeler dönemin mükemmel sedef oymacılığının örnekleridir. Çok hoş mermerlerden yapılmış bir minberi vardır.

Minberin olduğu duvarda, yani kıble duvarında camekan içinde Kabe’den getirilmiş örtü vardır. Cami, külliye şeklindedir. Camiden başka türbe, sıbyan mektebi, tabhane, imaret vardır. İmaret, günümüzde ayakta değildir. Caminin arkasında kalan bahçede türbeler vardır. Burada Yavuz’un türbesi, sekizgen şeklinde inşa edilmiştir. Türbe, çinilerin güzel örnekleriyle süslüdür. Türbede Yavuz tek başına yatmaktadır. Ayrıca bahçede Şehzadeler ve Sultan Abdülmecid’in türbesi vardır.

KARİYE CAMİ

İstanbul’un 6’ncı tepesinde kurulmuştur. Cami, Fatih’te Edirnekapı civarında surların iç kısmındadır. Merkeze uzak bir yerde yapıldığı için  “taşra” anlamına gelen “Chora” veya “Kariye” ismi verilmiştir. 5. Yüzyılda yapılan Roma şehir surlarından evvele ait olan, belki küçük bir kiliseye verilen isim, aynı yerde yapılan sonraki kiliselerin de adı olmuştur. Günümüzdeki küçük yapı 11 ile 14 yüzyıla tarihlendirilir.

Hareketli dış mimarisinin yanında iç mozaik ve fresko dekorasyonları Bizans sanatının Rönesans’ı sayılan şaheserlerdir. Kiliseden camiye ise 1511’de Osmanlı sadrazamı Atik Ali Paşa tarafından çevrilmiştir. Cami, üç küçük bir büyük kubbeye sahiptir.

Kubbe çapı 7 metredir. Yapıyı bu kadar çekici kılan iç mekandaki yoğun süslemeler ve muhteşem fresko ve mozaik panolardır. Cami 1935 yılında müzeye çevrilmiştir. Yapının iç kısmı kapalı haç şeklinde yapılmıştır. Cami Çarşamba günleri hariç her gün ziyarete açıktır.

MİHRİMAH SULTAN CAMİ

İstanbul’un 7 tepesinden 7’ncisinde Mihrimah Sultan Camii vardır. Fatih’te Edirnekapı’da sur kapısının iç yanındadır. Cami, Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman’ın çok sevdiği kızı Mihrimah Sultan (Öl.1566) için 1562-1565 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.

Yapımı konusunda rivayetler vardır. Mihrimah Sultanın sağlığında kendi adına yaptırdığı da söylenir. Cami, taban olarak çok yüksek bir yere kurulmuştur. 19 basamakla çıkılmaktadır. Heybetli bir görünüme sahip bu eser, bu haliyle şehrin her yerinden görülür.

Etrafında kendisine denk bir yapı olmaması eseri bulunduğu yerde yalnız ve ihtişamlı gösterir. Cami kare bir plan üzerine kubbenin etrafı kaplayan görünümü ve gök kuşağını hatırlatan kemerleriyle, iç içe geçen 160 penceresiyle muhteşem görünmektedir.

Çağ olarak 16. Yüzyılda inşa edilen caminin mimarisi 16. Yüzyıl için çok özel bir konumdadır. Sağ kısmın ön köşesinde tek şerefeli bir minare vardır. Fakat, bu yıkılmış, daha sonra yeniden inşa edilmiştir.

Caminin ortasında şadırvan vardır. Cami küçük bir külliye gibidir. Avlunun etrafında medrese için inşa edilmiş küçük odacıklar vardır. Caminin etrafını örter gibi görünen kubbesi, 19 metre çapında, 27 metre yüksekliğindedir.

Yan tarafındaki sahanların üzerinde de küçük üçer kubbe vardır. Yani bu şekliyle bakıldığında yedi kubbelidir. Sanki İstanbul’un yedinci tepesini sembolize eder bir edadadır. Caminin muhteşem iç süslemeleri depremden zarar gördüğünden orijinalliğini kaybetmiştir.

Camideki pencerenin bolluğu camiyi oldukça aydınlık kılmaktadır. Külliyenin bir kısmı günümüzde imar çalışmalarından dolayı yıkılmıştır. Hamama bitişik olan çeşme başka bir dönemde inşa edilmiştir.

Caminin hazire kısmında Mihrimah Sultanın kocası olan Güzel Ahmet Paşanın türbesi de bulunmaktadır. Camiye günümüzde “Edirnekapı Cami” de denilmektedir.

 

LALELİ CAMİ

İstanbul Tarihi yarımada gezi planı: Sultan I. Mustafa tarafından 1764 yılında Mimar Fakir Ağa’ya yaptırılmıştır. Osmanlı Barok üslubunun örneklerindendir. Garip mimari özelliklere sahiptir. Cami, batı mimarisinden etkilenişin başlangıç simgesi gibidir. Camide genişlikten çok yükseklik ön plandadır.

Aynı şekilde minareleri de uzun ve incedir. Hünkar mahfiline giden padişah girişi camiden bağımsız gibi görünmekle birlikte gösterişli bir şekilde yapılmıştır. İstanbul’da imar edilen son büyük külliyedir.

Cami, çarşı, dükkan, han, sebil, imaret ve türbe gibi yapılardan oluşturulmuştur. Kubbe, sekiz sütuna dayandırılmış kemerler üzerinde durur. Etrafındaki küçük 6 kubbe ana kubbeyi destekler. Mihrabı dışarıya çıkıntılı yapılmıştır.

Cami, ismini Sultan III. Mustafa’nın hastalığını iyileştiren ve buna karşılık da camiye isminin verilmesini isteyen Laleli Dede’den almıştır. Sultan III. Mustafa’nın “iki hayrat yaptırdık birini suya, diğerini de veliye kaptırdık” dediği rivayet edilir.

PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİ

İstanbul Tarihi yarımada gezi planı: Sultan II. Mahmut’un eşi Sultan Abdülaziz’in annesi olan Pertevniyal Valide Sultan tarafından 1871 yılında açılmıştır. Mimarı Ermeni Serkis Balyan ve ailesidir. Cami, Aksaray’ın kuzey kısmında kalır. Caminin dışı klasik Türk mimarisine benzemez.

Neo-gotik ve son derece zarif bir taş işlemeciliği vardır. Kare bir plan üzerine oturtulmuştur. Zarif tek şerefeli yivli 2 minaresi vardır. Kubbesi kilise kubbesine benzer. Yüksek ve çapı küçüktür. Caminin iç kısmında Hattat Mehmet Efendi tarafından Kur’an ayetleri yazılmıştır.

Cami pencerelerinin dış parmaklıkları oldukça güzeldir. Ayrıca caminin meydana bakan tarafındaki giriş kapısı muazzamdır. Türk taş işlemeciliğinin nadide eserlerindendir. Kapıdaki taştan yapılma parmaklıklar kapıya bir bütünlük sağlar.

Camide mimari yönden bir üslupsuzluk vardır. Çünkü mimari sentezleme yapılmaya çalışılmıştır. Cami içi süsleri göz kamaştırıcıdır. Mihrap ve minber mermerdendir. Caminin açılışı çok görkemli olmuştur. Cami, çeşme, kütüphane ve Pertevniyal Valide Sultanın türbesi ile küçük bir külliye gibidir.

UNKAPANI

İstanbul Tarihi yarımada gezi planı: Eskiden İstanbul’da: “un, yağ, bal ve ipek” gibi temel gıda ve ihtiyaç maddelerinin kontrol ve dağıtımının yapıldığı 4 adet han bulunmaktaydı. Bu hanlar, bir nevi kontrol istasyonu olup “Kapan” adıyla anılırdı.

Adı geçen semtin bulunduğu yerde “un kapanı (dakik kapan)” hanı ve değirmenler vardı. Unkapanı Hanı, bulunduğu semte adını vermiştir. (Kapan Arapça Kabban kelimesinden gelmekte olup “büyük kantar” anlamına gelmektedir)

Şehir dışından gemilerle gelen un çuvalları, burada Unkapanı Hanı’ndaki kapanda kontrol edilerek ölçülür ve onay verildikten sonra İstanbul’un muhtelif yerlerine dağıtımları yapılırdı. Unkapanı’nın girişinde Bozdoğan (Valens) Su kemeri yer alır.

VALENS SU KEMERİ

Kemer, İstanbul Saraçhanededir. Yapımına I. Constantinus Döneminde (306-337) başlanmış, 378’te İmparator Valens tarafından tamamlanmıştır. Alibeyköy’den gelen içme suyunu şehre taşıyordu. İki sıra kemerden oluşmaktadır.

Bir kilometre uzunluğunda iken bugün 800 metrelik bir bölümü ayakta kalmıştır. Geç Roma ve Erken Bizans Dönemine ait su kemeri Hadrianus veya Valens Kemeri olarak da adlandırılmaktadır.

Şehrin su sıkıntısını çözmek için inşa edilen kemer zaman içinde tahrip olmuş, şehrin Osmanlılara geçmesinden sonra Fatih Sultan Mehmet, su şebekesini onartırken  kemeri de yeniden kullanıma uygun hale getirttirmiştir.

Kemerin “Bozdoğan” isminin nasıl geldiği bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmet, Sultan II. Beyazıt ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde kemere ekleme yapılmıştır. Bozdoğan kemeri, 15 asır boyunca şehrin en önemli su kaynaklarından biri olmuştur. Bozdoğan su kemeri ile bitişiğinde Gazanfer Ağa Külliyesi vardır.

 

GAZANFER AĞA KÜLLİYESİ

İstanbul Tarihi yarımada gezi planı: Karikatür ve Mizah Müzesidir. Saraçhane başında, Kırkçeşme Mahallesinde Atatürk Bulvarı üzerinde Bozdoğan Kemerine bitişik olarak yer alan külliye: medrese, türbe ve sebilden oluşmaktadır.

Darüssaade ağalarından Gazanfer Ağa tarafından 16. Yüzyıl sonlarında inşa ettirilmiştir. Mimarı muhtemelen Davut Ağa’dır. 1950’lerde onarılan külliye 1945’ten 1989’a kadar İstanbul Belediye Müzesi olarak hizmet görmüş, 1989’dan sonra ise Karikatür ve Mizah Müzesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Arsanın Bozdoğan kemeri yönündeki kesimi medreseye tahsis edilmiş, kuzeydoğu köşesine sebil, kuzeybatı köşesine de baninin türbesi kondurulmuştur. Gazanfer Ağa Külliyesi Osmanlı Devletinin duraklama ve gerilemesine paralel olarak mimari programları küçülmüş olan 17. Ve 18. Yüzyıl külliyelerinin öncülerindendir. Unkapanı’ndan Haliç’e doğru inerken sol tarafta Molla Zeyrek Cami vardır.

MOLLA ZEYREK CAMİİ

İstanbul Tarihi yarımada gezi planı; Molla Zeyrek Cami olarak bilinen Pantokrator bugüne kalabilmiş önemli Bizans kiliselerinden biridir. Fatih Sultan Mehmet zamanında camiye dönüştürülen bu yapının tarihi 12. Yüzyılın ilk çeyreğine dek uzanıyor.

Günümüzde oldukça perişan haldeki cami, aslında 3 kilisenin bir araya gelmesinden oluşur. 2 kubbesi vardır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra, kendi camini ve külliyesini yaptırıncaya kadar, Pantokrator’un ayakta kalmış binalarını medreseye çevirdi.

Başına da 1453 yılında o dönemin önemli bilginlerinden Zeyrek Mehmet Efendiyi getirdi. Bu sebeple bu yapı ve içinde yer aldığı semt “Zeyrek” olarak adlandırıldı. İstanbul Üniversitesinin kuruluş tarihi İstanbul Üniversitesinin kuruluş tarihi kabul edilmesindendir. Şu an sadece bir kısmı cami olarak ibadete açıktır.  Bir zamanlar Osmanlı Devletine ilk üniversitelik yapmış olan cami ve kompleksinin bu günkü hali içler acısıdır.

ZEYREKHANE

İstanbul Tarihi yarımada gezi planı:  Akrasay’a doğru Haliç ve Marmara’yı kucaklayan panaromasıyla Zeyrekhane, Molla Zeyrek Caminin hemen yanındadır. Fatih Belediyesiyle Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfının işbirliği ile gerçekleştirilen bir tesistir.

Muhtelif yangın ve depremler sonucu birkaç tonozu ayakta kalabilen bir harabe halindeki Pantokrator Manastır Cami ve medresesinin bir bölümünün restorasyonu sonucu, Zeyrekhane adıyla hizmete açılmıştır. Zeyrekhane’de tam sırtınızda Zeyrek Camii önünüzde Süleymaniye, bakış açınıza göre Haliç, Karaköy Limanı, Üsküdar, Kız Kulesi ve Kadıköy’e kadar uzanan muhteşem bir manzara vardır.

Tarihi dokuya sadık kalınarak restore edilen mekanın iç dekorasyonunda geleneksel Türk motifleri hakimdir. Menüye gelince klasik Türk mutfağının seçkin lezzetlere ayrılmıştır. Caminin tam karşısında olduğu için menüsünde içkiye yer verilmeyen bu yerde fiyatlar biraz pahalı olmakla birlikte mekan ve manzara için değer.

Unkapanı yokuşundan aşağıya doğru inmeye devam edip Unkapanı  (Atatürk) köprüsüne gelmeden Eyüp istikametine dönerek gezimize devam ediyoruz. Cibali’yi geçtikten sonra biraz ileride Fener semti karşımıza çıkar.

İstanbul Haliç

İstanbul Haliç

Haliç, yüzyıllar boyunca, İstanbul’un aranılan ve seçkin bir semti olmuştur. Ekonomik durumu yerinde olanlar; Haliç kıyılarında ve sırtlarında oturmayı tercih etmişlerdir. Deniz kıyısı, ama sakin bir kıyı.

Havadar ama rüzgara karşı korunaklı bir bölgede olması, tercih sebebi. Gemilerin kıçtan, doğrudan karaya yanaşabildikleri bir liman olması nedeniyle de, ticaret oldukça hareketli bir yer yapmış Haliç’i. Bu hareketliliğe; çeşitli dinlerden ve milletlerden insan toplulukları da eklenince, zengin bir mozaik ortaya çıkmış.

Özellikle: Bizans döneminde; şehrin Rum Ortodoks topluluğu ve Yahudi azınlığı olan “Karaimler” , Bizans imparatorlarının izniyle İstanbul’da koloni kuran Akdeniz’in tüccar ve denizci şehir devletlerinin temsilcileri de Haliç kıyılarına yerleşmişler.

İstanbul’un fethinden sonra, şehir nüfusunda, köklü değişiklikler olmuş. her şeyden önce; Müslüman-Türk ahali yerleşmeye başlamış. Zengin Türkler; Haliç sırtlarında, bugün birkaç tanesini görebildiğimiz konakları yaptırmışlar.

Haliç: güney ve kuzey kıyısı olmak üzere iki bölümde gezilecektir.

Önce: gezimize güney kıyıdan yani Cibali’den başlayalım. Bulunduğunuz mekandan; bir şekilde Cibali Semtine gidin.

CİBALİ

Cibali tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için. 

FENER SEMTİ

Evet; yolumuza devam ederek; Fener’e doğru çıkıyoruz.

Fener semti tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için. 

BALAT SEMTİ

Fener’den Balat’a doğru yürümeye başlıyoruz.

Balat semti tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için. 

 

KASIMPAŞA

Kasımpaşa semti tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için. 

 

AYVANSARAY


Balat’tan sonra; son durağımız Ayvansaray.

Ayvansaray semti tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için. 

eyup-genel-1
İstanbul Haliç Eyüp

 

 

 

EYÜP SEMTİ

Eyüp; İstanbul fetih edildikten sonra şehirde sur dışında kurulan ilk Türk yerleşim yeridir.

Burada önce: İslam dünyasının saygın kişisi Sahabe Halid bin Zeyd Ebu Eyyüp el-Ensari’nin mezarının bulunduğu rivayet edilen yere: Fatih Sultan Mehmet’in emriyle bir türbe yaptırılmıştır. Ardından, türbenin çevresinde yerleşimler sonucu semt oluşmuştur.

Eyüp semti: İslam dünyasının en çok ziyaret edilen yerlerinden biri olan “Eyüp Sultan Türbesi” yanı sıra tekkeleri, türbeleri ve mezarlıklarıyla, 20 yüzyıl ortalarına kadar, başta Pierre Loti olmak üzere batılı gezginlerin egzotik buldukları yerlerin başında gelmiştir. Evet, Eyüp İlçesi, Eyüp Sultan ile ilgili ayrıntılı gezi yazısını yine bu sitede bulabilirsiniz.

kasimpasa-genel-2
İstanbul Haliç

HALİÇ KUZEY KIYISINDA GEZİLECEK YERLER

rahmi-koc-sanayi-muzesi-4
İstanbul Haliç
rahmi-koc-sanayi-muzesi-00
İstanbul Haliç
rahmi-koc-sanayi-muzesi-1
İstanbul Haliç
rahmi-koc-sanayi-muzesi-2
İstanbul Haliç

 

RAHMİ KOÇ SANAYİ MÜZESİ

Haliç’in karşı kıyısı, kıyı bandı yeniden kazanılarak parklar ve bahçelerle donatılmıştır. Burada en fazla rağbet gören yerlerden birisi de iş adamı Rahmi Koç’un adını taşıyan Sanayi Müzesidir. Müze: Haliç’in kuzey yakasında, Hasköy semtinde 1994 yılında ziyarete açılmıştır.

Haliç turu içinde görülmesi gereken bu müzede, sanayinin gelişimi gözler önüne serilirken, aşina olduğunuz birçok eski markayı tekrar görme imkanı bulabilirsiniz.

Müze üç bölümden oluşmaktadır.

Lengerhane

Lenger: Osmanlı döneminde, gemiyi sabitlemek için denize atılan zincir ve ucundaki çapaya denirdi. Bunların yapıldığı yere ise “Lengerhane” denilmiştir. Bu bina: Sultan III. Ahmet döneminde, daha önce burada bulunan bir Bizans binasının temelleri üzerine inşa edilmiştir. Evet, burayı gezdiğinizde: ahşap çatılı ve taş duvarlı küçük bir bina göreceksiniz. Ama biraz önce söylediğim gibi, yapının tarihi çok eskilere kadar gitmektedir. Binanın müze olarak tasarımında: iç avlu ve dış mekanın özel dokusuna dokunulmamıştır.

Hasköy Tersanesi

Lengerhane binasının hemen karşısında: harap durumdaki bu 14 binadan oluşan tersane restore edilerek 2001 yılında ziyarete açılmıştır.

Yapı: endüstriyel arkeoloji açısından, büyük önem taşımaktadır. Çünkü: Hasköy tersanesi: 1861 yılında kurulmuştur. Kuruluş amacı: Şirket-i Hayriye tarafından, kendi gemilerinin bakım ve onarımının sağlanmasıdır. Başlangıçta küçük bir atölye olarak kurulmasına rağmen, zamanla genişletilmiştir. Tersanede: 45 metrelik ahşap bir çekme kızağı kurulmuştur. Bunun çekme gücü: istimle çalışan bir ırgattan sağlanıyordu ve bu ırgat, 1910 yılında elektrikle çalışır duruma dönüşmüştür. 1938 yılında ise, bazı şehir hatları vapurları burada inşa edilmiştir. Ardından birkaç kez el değiştiren bu yapılar, 1980’lere gelindiğinde harap halde iken Vakıf tarafından satın alınarak restore edilmiştir.

Açık Hava Sergileme Alanı

Müzenin koleksiyonunun bir kısmı: Hasköy caddesindeki ana girişten, Haliç kıyısına kadar ulaşan açık alanda sergilenmektedir. Burada: uçaklar, klasik otomobiller ve bir vinç sergilenmektedir. Ayrıca: Haliç’e demirli Fenerbahçe vapuru ve bir denizaltı da gezilmektedir. Fenerbahçe vapuru: 1952 yılında İskoçya Glaskow Dumbarton şehrindeki tersanede inşa edilmiştir. Uzun yıllar boyunca Sirkeci-Adalar-Yalova-Çınarcık hattında çalıştıktan sonra 2008 yılında hizmet dışı kalmıştır.

Ardından: halka açık, geçici sergiler ve eğitim etkinlikleri için bir mekan olarak kullanılıyor. TCG Uluç Ali reis Denizaltısı ise 1944 yılında ABD Portsmout Tersanesinde ABD Deniz Kuvvetler denizaltısı olarak inşa edilmiştir. Uzunluğu 93 metre ve ağırlığı 2400 tondur. Pasifik okyanusunda, II. Dünya savaşı sırasında görev yapmıştır. 1971 yılında Türk Donanmasına katılan gemi: 30 yıllık hizmetinin ardından 2001 yılında hizmet dışı kalmış, Rahmi Koç Müzesine alınmıştır.

Diğer bölümler

Planetaryum

Burası: astronomi hakkında öğretim için tasarlanmıştır. 60 metrekarelik alana sahiptir. 8 metre çapında ve 5.5 metre yüksekliktedir. 40 kişi kapasitelidir. Burada: gökyüzündeki cisimler, yavaş hareketleriyle izlenebilir. Modern dijital teknoloji sayesinde ekran görüntüleri gerçeği aratmayacak kalitededir.

miniaturk-1
İstanbul Haliç

MİNİATÜRK

Haliç’in kuzey kıyısında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, 2003 yılında açılan Miniatürk’te Türkiye’nin çeşitli yerlerinden en meşhur 105 eserin minyatürü bulunmaktadır.

Miniatürk tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için. 

Burası gezildiğinde, kendinizi küçük bir Türkiye gezisi yapmış gibi hissedeceksiniz. Gezi için minimum 2 saat ayırmalı, tam anlamıyla gezilmek isteniyorsa da 5 saat gözden çıkarılmalıdır.

halic-kongre-merkezi-1
İstanbul Haliç
halic-kongre-merkezi-2
İstanbul Haliç

   HALİÇ KONGRE MERKEZİ

Haliç’in kuzey kıyısındaki bu büyük toplantı merkezi: Haliç kıyısındaki eşsiz konumu ile muhteşem bir tarihi İstanbul manzarası sunar.

Yapı: Sadabat, Kuleli, Pera ve Haliç adıyla bilinen ve birbirine bağlanan dört ana binadan oluşmaktadır. Ayrıca bir  de balo salonu (Galata Balo Salonu) vardır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için. 

 

İstanbul Çatalca

İstanbul Çatalca


TEM Otoyolundan Edirne’ye doğru, Arnavutköy-Habibler sapağından çıkarak, 62 km. gittikten sonra göle ulaşılır. Diğer alternatif bir yol ise: TEM gişelerinden geçip, Avcılardan sonra Hadımköy sapağını izlemek ve yoldaki Durusu, Terkos tabelalarını takip etmektir.

Özel araçlar dışında, Yenibosna dan kalkan otobüslerle Çatalca merkeze kadar gidilebilir. Gölün uzak tarafı, askeri bölge olduğundan, buraya giriş yasak. Balaban Köyünden, aşağı göle inmek en iyi yol. Çatalca’yı geçtikten sonra Nakkaş, İzzettin, Yassıören tabelalarından sonra, Balabana ulaşılır. Gölün en hareketli bölümü de burasıdır.

İstanbul Çatalca

TARİHİ


Yaklaşık olarak 2500 yıllık bir tarihe sahip olan Çatalca bölgesinin ilk yerleşimi, MÖ. 450 yıllarında, önce Romalılar zamanında, şimdiki İnceğiz köyünün bulunduğu yerde olmuş. Fakat bir süre sonra, aslen Tatar ırkına mensup olan kafilelerin Balkanlar’a akınları sırasında yakılıp-yıkılmış ve bilahare havuzlar mevkiinde, akıncılar tarafından ikinci kez inşa edilmiştir.

Büyük İskender’in Asya seferi sırasında Çatalca’nın bu ikinci yerinde de yanmak suretiyle felakete uğradığı ifade edilmektedir. Bu ikinci yanış felaketidir. Bir süre sonra, bu günkü yerinde üçüncü kez olarak inşa edilir. Bu döneme ait, herhangi bir mimari eser, günümüze kadar gelememiştir.

Bölge: Bizans imparatorluğu döneminde, önemli bir yerleşim yeridir. Hatta İstanbul’un kapısıdır. Bizans imparatorluğu döneminde, birçok savaşlara sahne olmuştur. 375 yılında Macaristan’dan gelen Hunlar, Balamir idaresinde devlet kurmuşlar, Muncuk’un ölümünden sonra Atilla iktidarı tek başına ele alınca, I. Balkan ve II. Balkan seferlerine çıkmış ve bu seferlerinde Çatalca’dan geçerek, Büyük Çekmece Gölü önlerine gelmiş ve Bizans’ı vergiye bağlamışlardır.

Avrupa Hunlarının bu hareketi üzerine: Bizans imparatoru Anastasius :507-511 yılları arasında, Çatalca’nın Karadeniz kıyısındaki Evcik İskelesinden Silivri İlçesinin batısındaki Karıncaburnu’na kadar uzanan surları yaptırmak zorunda kalmıştır. Bu surlar: Çin Setinden sonra, Hunları durdurmak için yapılan, dünyanın 2’nci büyük surudur. Ormanlık alandaki bölümü halen ayaktadır.

Bizanslılar döneminde, yöre bol ağaçlık ve ormanlarla kaplı olması sebebiyle, hem bir av merkezi hem de İstanbul’un yakacak odun ihtiyacının karşılandığı yerdir. Bizans döneminde, İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak için Gümüşpınar köyü yakınlarında, halen ayakta bulunan su kemerleriyle, İstanbul’a su taşınmıştır.

Hunlardan sonra, başka Türk kavimleri de, Çatalca’dan geçerek İstanbul’u kuşatmışlar ve tehdit etmişlerdir. Avar Türklerinin 616 yılında, Bulgar Türklerinin 813 yılında Çatalca’dan geçerek Bizans’ı kuşatmışlardır.

1090 yılında ise Peçenek Türkleri, Çatalca üzerinden Büyük Çekmeceye kadar gelmişlerdir. İstanbul’a yürüyen Sırp ve Bulgarlar tarafından da, Çatalca’nın harap edildiği bilinmektedir. Bizans elinden çıkıp, Osmanlılara geçmesi ise, birkaç kez olup ilk defa, I. Murad döneminde olmuştur.

Daha sonra, son kez ise, Fatih döneminde bölge, Osmanlılara geçmiştir. Çatalca “Avcı” lakabı ile tanınan IV. Mehmet’in avlanmak üzere sık sık geldiği bir yer olarak öne çıkar. Bu olay, Çatalca’nın gelişmesinde önemli bir etken olmuştur.

Bu yüzden Çatalca’da, Hünkar Sarayı ve bahçesi olduğu, Evliya Çelebinin Seyahatnamesinden öğrenilmektedir. Bunun yanı sıra, birçok saray olduğu da iddia edilmektedir.

Avcı Mehmet’in uzun süre kaldığı dönemlerde de, İstanbul’dan sonra devletin merkezi olarak burası kullanılmıştır. Kalfaköy’de padişahların av köşkü bulunduğu söylense de, günümüze ulaşmamıştır. Bunun yanında, Kalfaköy gibi bir köy yerleşiminde hamam kalıntıları olması, burasının çeşitli Osmanlı padişahları tarafından avlak olarak kullanıldığını göstermektedir.

İstanbul Çatalca

GENEL ÖZELLİKLERİ

Şehre yaklaşık bir saatlik uzaklıktaki Terkos Gölü, diğer adıyla Durusu, yeşillikler içinde ve göl kenarındaki konumu ile, piknik yapmak, balık tutmak, kanoyla gezmek gibi aktiviteleriyle dikkati çekiyor.

25 kilometre kare olan göl, İstanbul’un su ihtiyacını karşılıyor. Gölün fazla suları: Yalancıboğaz’dan Karadeniz’e akıyor. Karabatak, beyaz ve gri balıkçıl, kaşıkçıl, pelikan, sülün, arı kuşu, kartal ve yaban ördeği gibi pek çok kuş türünün gözlenebildiği bölgede, kışın, avlanmak da mümkün. Ancak, göçmen kuşların avlanması yasak.

Göl kenarı, serin ve Karadeniz rüzgarı alıyor. Piknik yapmanın yanı sıra, balık tutmak, avcılık, kano gibi su sporu aktiviteleri için Durusu’ya günübirlik turlar düzenleyen, turizm acentaları var. Göl çevresinde, 200 kişilik oturma kapasiteli yemek alanında bu acentalardan biri hizmet veriyor.

GEZİLECEK YERLER

İstanbul Çatalca İnceğiz Mağaraları

İNCEĞİZ MAĞARALARI

Bulunduğu köye adını veren bu mağaraların, 9’ncu yüzyılda Cenevizlilerden kaldığı bilinmektedir. Barınma amacı ile yapılan bu mağaralar, daha sonra ise kilise olarak kullanılmıştır. Bu amaçla kullanıldığı: tavandaki haç işaretlerinden anlaşılmaktadır. Bu yerleşim yeri: 4 katlı. İkinci katında, tavanına haç oyulmuş küçük bir kilise var.

Kayalara oyulmuş merdivenlerle katlar arasında bağlantı sağlanmış. Kayalığın çevresindeki patikalar sayesinde bütün katlarına çıkılabiliyor.


İnceğiz Mağaralarına, bölge halkı: Kemal Sunal mağaraları da diyor. Bazı Kemal Sunal filmlerinin burada çekildiği söyleniyor. Mağaranın önünden Karasu Deresi akıyor. Derenin kıyısında, ücretli bir piknik alanı var. Özellikle, hafta sonları burası dolup taşmakta.

İstanbul Çatalca Anastasios Duvarları

ANASTASİOS DUVARLARI

Karacaköy’den Evcik Plajına giden yol üzerinde, ormanların içine gizlenmiş bir tarih. Sormadan bilmeden bulmanız mümkün değil. Çünkü, herhangi bir tabelası yok. Oysa, bu kaderine terk edilmiş tarihi yapı; daha önce de söylediğim gibi Çin Seddinden sonra, Hunları durdurmak için yapılmış dünyanın ikinci büyük suru.

Bizans imparatoru Anastasios tarafından 507-511 yılları arasında, Hun saldırılarını engellemek ve İstanbul surlarının dışında kalan saray, kilise, manastır gibi yapıları korumak amacıyla yaptırılan Uzun Duvar, İstanbul’a yaklaşık 65 km. uzaklıkta. Silivri’nin yaklaşık 3 km. batısındaki Karınca Burnundan başlayıp, Karadeniz kıyısındaki Evcik İskelesine kadar, 56 km. boyunca uzanıyor.


Karacaköy-Yalıköy arasındaki Evcik Plajına giden asfalt yol boyunca görülen duvar: yaklaşık 2.5 km. sonra yoldan ayrılıp, ormanın içine doğru yöneliyor ve bir süre sonra gözden kayboluyor. Meşe ormanları arasındaki duvar, bu yörede oldukça iyi durumda. Uzun duvarın en yüksek yeri: 5 metre ve kalınlığı ise 3-3.5 m. arasında. Şimdi yüksekliği ancak 3 metreyi buluyor.

Geçtiğimiz yüzyıla kadar büyük bölümü ayakta imiş. Korumaya çalışan olmamış ama taşlarıyla ilgilenmişler. Örneğin: Karamandere Camisi, Uzun Duvarın taşlarıyla inşa edilmiş.

İstanbul Çatalca Evcik İskelesi

EVCİK İSKELESİ

İstanbul Çatalca


Evet, bu kumsal, bölgenin en bakir yerlerinden birisi. Birkaç derme-çatma baraka dışında, hiçbir yapılaşma yok. Güzel bir çeşmesi ve çay ocağı var ama yiyecek doğru dürüst bir şey bulamazsınız.

ORMANLI PLAJI

Karacaköy’e gelmeden ayrılan bir başka yol: Ormanlı Plajına gidiyor. Ormanlı Plajı: sürekli esen rüzgarı ve kum duvarları nedeniyle, yamaç paraşütü için son derece uygun bir yer.

İstanbul Çatalca Yalıköy

YALIKÖY

Karacaköy’ün içinden geçen yol Yalıköy’e kadar ulaşıyor. Yalıköy: Karaburun ile birlikte, Çatalca’nın Karadeniz kıyısındaki iki sahil köyünden birisi. Eski bir Rum balıkçı köyü. Rumlar buraya çizme anlamına gelen “Podima” diyorlarmış. Köy: bir zamanlar korsan yatağı imiş.

Köyde Rumlardan kalan pek bir şey yok, köyün merkezindeki ahşap evlerin alt katları, eskiden şarap imalathanesi ya da dükkan olarak kullanılıyormuş. Yalıköy’ü çepeçevre saran orman en büyük geçim kapısı, kimi odunculuk yapıyor, kimi odun kömürü yapıp satıyor.

Çatalca’ya bağlı Yalıköy’ün tarihi 250 yıl öncesine kadar gidiyor. 10-15 yıldır turistleri çekmeye başlayan köyün, suyu da çok meşhur. Sezon kısa olması nedeniyle, turizm çok fazla gelişmemiş. Öyle ki, Yalıköy’den geçenler, bidonlarını doldurmadan köyden ayrılmıyorlar.

Bunun yanında, köyün diğer özelliği: uzun sahilinin bulunması. Öyle ki, yer yer 100 metreyi bulan 12 km. uzunluğunda kumsalı var. Dağların etekleri denize doğru indiğinden kayalaşma oluşmuş, zamanla bu kayalar denizin etkisiyle içlere doğru oyulduğundan, geniş mağaralar meydana gelmiş.

Sahilin arka tarafı orman olup, muhteşem bir görüntüye sahip. Sahilde, balıkçı lokantası ve otel dışında, turistik tesis yok, bu yüzden tenha bir yer.

KOCAKUYU MAĞARASI


Pınarca köyünden Gümüşpınar’a giden yolun yaklaşık 3 km. de yolun sol tarafında geniş bir düzlüğün kenarındaki çalılık içinde, elektrik direğinin yakınında bulunuyor. Mağaranın rakımı: 204 metre. Derinliği 34 metre. Uzunluğu: 1010 metre. Mağaranın ağzı yaklaşık 3-5 m. genişliğinde. Giriş, dik bir inişle başlıyor.

Ağızdan itibaren zemin, çöküntü kayalardan oluşarak, 25-30 m. bir eğimle, ilk galerinin dibine varıyor. Tavanda harika oluşumlar ve bir süre sonra tıkanan bacalar var.

İçindeki sarkıt ve dikitlerin bulunduğu mağaranın içerisine doğru ilerledikçe genişlemek görülür. Genişlemenin bittiği yerde göl var. Yeryüzünde olmayan birçok balık türünün bu gölde bulunduğu söyleniyor.

İstanbul Çatalca Çilingoz

ÇİLİNGOZ

Yalıköy’den Kıyıköy’e doğru giden 13 km. lik yol, yapılaşmanın olmadığı bir cennet olan Çilingoz’e varıyor. Binkılıç Beldesinde, 17 km. mesafedeki Karadeniz’e sahili olan bu koy, inanılmaz bir doğa harikasıdır. Deniz, akarsu ve ormanın buluştuğu Çilingoz, son zamanlarda turistlerce yoğun ilgi görmekte olup, çadır yerleri sayesinde konaklama ihtiyacına da cevap vermektedir.

Ücret ödeyerek girilen Milli Parklara bağlı “Ormaniçi” dinlenme yerinde günübirlik piknik ya da çadırda kamp yapılabiliyor. Deniz kıyısındaki mağaralar, adeta bir sanat eseri gibi, dere, orman ve deniz. Yani, doğa ile baş başa kalmak için güzel bir seçenek.

İstanbul Çatalca Terkoz Gölü

TERKOS GÖLÜ

Durusu Beldesi sınırları içinde bulunan gölün diğer adı: Durusu Gölüdür. İstanbul’un 45 km. kuzey batısındadır. Gölün eski adı: Delkosdur. Göle ulaşan akarsuların en büyüğü: Istranca Deresidir.

Göl, karmaşık bir vadinin deniz suları altında kalması ile oluşan, girintili-çıkıntılı koyun, daha sonra alçak bir eşikle, Karadeniz’den ayrılması ile oluşmuştur. İstanbul’un içme suyu ihtiyacını karşılayan gölün, bu işlevini 1 metre çapındaki borularla, İSKİ yürütmektedir. Gölde: yabani kuş ve balık olduğundan, avcılıkta yapılmaktadır. Ayrıca, sıcak havalarda yüzmeye de olanak sağlıyor.

KUZULUK DERE BARAJI


Yalıköy Köyü sınırlarındaki bu barajda da balıkçılık yapılmaktadır. Gezi ve piknik yerleri tam bir oksijen deposu olan Çatalca Belde ve Köyleri, bu yönde oldukça zengindir.

İstanbul Çatalca Durusu Parkı

DURUSU PARKI


Parkın olduğu yer, Bizanslılar zamanında at çiftliği olarak kullanılmıştır. Osmanlılara geçtikten sonra devletin ileri gelenleri: dinlenme yeri, av partileri ve at biniciliği için kullanılmıştır. Cumhuriyetten sonra, burayı satın alan Deli Yunus adlı şahıs, parkın olduğu yeri tekrar at çiftliği olarak kullanmıştır. Buranın yöre halkı, bu kişiden dolayı, buraya Deli Yunus Parkı adını vermiştir.

Bu park içinde: at çiftliği, hayvan müzesi ve Bizanslılar döneminden kalma bir kilise bulunmaktadır. Bu kilise, halen ayakta olup, çevresi oyun alanı haline getirilmiştir. Bahçesinde tenis alanı var. Kilisede papazların kaçmak için yaptığı ve kullandığı tünel, tüm gizemiyle turistlerin ilgisini çekiyor. Hayvan müzesinde ise, Afrika ve Kuzeyde yer alan av hayvanlarının doldurulmuş mumyaları ilgi çekiyor.

HAVUZ VE PİKNİK ALANI


Çatalca’nın merkezinde bulunan yer, eskiden askeri bölge olup, günümüzde hem piknik alanı hem de tesisleriyle birlikte havuz olarak hizmet vermektedir.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.